Medine-i Münevvere'ye VARIŞ:
19 Temmuz 2010-04.00
Ankara'dan Anadolu-Jet biletiyle direkt uçuşla Medine-i Münevvere havaalanına inmek güzel bir başlangıç oldu. Eskiden Suud Havayolları dışında Medine-i Münevvere'ye (o da İstanbul bağlantılı olarak) uçuş yoktu. Geceyarısından sonra sabah üzeri Medine-i Münevvere'ye iniş için yaklaşırken Ravza-i Mutahhhara'yı (yoğun ışıklandırmanın etkisi ile) "nurlar içerisinde" görmek bütün kafileyi heyecanlandırdı. Hatta hıçkırıklara boğulan yolcular oldu. Salatü selamlar ile Medine-i Münevvere'ye ayak bastık.
Havaalanı kontrol noktalarından sorunsuz olarak geçip havaalanı dışına çıkınca gündüzün sıcağını adeta kusan bir sıcak bir asfalt-beton buğusu ile karşılaştık. Otele intikal ettiğimizde Mescid-i Nebevi'de sabah namazı kılınmıştı.
Otel Odamızdan Mescid-i Nebevi görünümü.
Eşyaları otel bırakır bırakmaz birkaç yüz metre mesafedeki Mescid-i Nebevi'ye intikal edip Rasulullah (s.a.v.)'i selamlamağa koştuk.
Oğlum ile Babusselam'dan ilerleyerek hücre-i saadetin önünde Seyyidul-Kevneyn'i selamlar halde bulduk kendimizi. Ve kutlu ashabından Hz. Ebu Bekr-i Sıddık ile Hz. Ömer İbn Hattab'ı...
"Es-Salâtu vesselâmu aleyke ya Seyyîdül-evvelîne vel ahirîn..."Suud'daki değişim sözkonusu olduğunda hep olumsuz şeyler yazmak zorunda kalınıyor. Önceki yıllarda olmayan bir olumlu değişikliği de burada okurlardan umre yapacakları bilgilendirmek için yazmak gerekir. Babus-Selam'dan girilip Hz. Rasulullah'a salat u selam okumak için hücre-i saadetin önüne gelindiğinde şebeke-i Rasulullah diye bilinen demir kafes şeklindeki çevre muhafazası önünde nerede Hz. Rasulullah'a, nerede Hz. Ebu Bekr-i Sıddık'a ve Hz. Ömer İbn Hattab'a selam vermek gerektiğini gösteren üç küçük daire şeklinde metal tabela asılmış ve böylece İslam'ın bu üç büyük simasına teveccühen selamlama mümkün hale gelmiştir. (Kim akıl etti ise Allah razı olsun kendisinden...)
***
MESCİD-i NEBEVÎ2002'den buyana geçen sürede Mescid-i Nebevi'de fazlaca bir fiziki değişiklik görmedim. Sadece ziyaretcileri yönlendirmek maksadı ile icad edilen brandadan barikatlarla oluşturulan kısıtlama izdihamı önlemekte faydalı olmuş ama bir karmaşaya yol açtığı da kesin.
Son ziyaretlerimde Mescid-i Nebevi gece saat 23.00 gibi boşaltılıp 02.30 civarında kapıları yeniden açılıyordu. Bu defa gece boyu Mescdi'in kapılarının açık olduğunu gördüm. Bu özellikle Rasulullah'ın minberi ile kabr-i şerifi arasında "cennet bahcesi" tabir olunan kısımda (zemini yeşil desenli halılar ile kaplı) namaz kılmak isteyen erkek ziyaretciler için kolaylık sağlamış.
***
Hanımların Mescid-i Nebevi'yi ziyaret saatleri arttılmakla beraber eşimin verdiği bilgiye göre ülkelere göre ziyaretciler bölünerek ziyarete alınsa bile izdiham nedeniyle hala ziyaretin zor olduğunu öğrendim. Bu arada Türk hanımlar arasına İranlıların da karışarak izdihamı arttırdıkları ve itiş-kakışa neden oldukları da iletildi.
***
Mescid-i Nebevi'de eksikliğini hissettiğim bir husus da epey zamandır ülkemizde de iyice tanınan (ezan okuyan saatlerde de o ezan vardır) "Medine Ezanı" okuyucusu olan Türkistan kökenli müezzin Esam Buhari'nin vefatı nedeniyle o içli ezanını (hele de sabah ezanını) dinleyememek oldu.
1990'lardaki ziyaretlerimde yatsı ve sabah namazlarındaki duygulu ve fasih kıraatı ile "bu namaz -ve dolayısıyle bu kıraat- hiç bitmesin" dedirten imam İbrahim el-Ahdar'ın mihrabını kıraatıyla dolduran bir imam da yoktu. (İbrahim El-Ahdar'ın MP3 Kur'an Hatmi DVD'sini epeyce arayarak da olsa bulabildim. Daha önce Kur'an-ı Kerim Vakfı tarafından teyp kasetleri halinde hazırlanan hatim seti mevcuttu. Oralara yolu düşenlere İbrahim el-Ahdar'ın hatim DVD'sini temin etmelerini tavsiye ederim.)
***
Bir sabah namazını Rasulullah (s.a.v.)'in ayak ucunda namaz kılmak nasib oldu. Aslında Rasulullah (s.a.v.)'in Hz. Aişe dışındaki eşleri ile yaşadığı mekan olan bu kısım hakkında bırakın Türk ziyaretcilerin Diyanet görevlilerinin dahi bilgisi yok. Ehlulllahın Rasulullah'a teveccuh ve hatta rabıta için tercih ettikleri bu mekanda namaz kılmak isteyenler arasında buranın tarihi konumunu bilen Pakistan-Hind müslümanları gayret ediyorlar. Aynı mekanın giriş kısmında Hz. Ali (k.v.) ile Hz. Fatıma -r.anha-nın mütevazi evlerinin giriş kapısı da bulunduğundan Şia bu mekana yaklaşmak istediğinden İranlı ziyaretciler de burada yoğunlaşıyorlar.
Hz. Ali (k.v.) ile Hz. Fatıma -r.anha-nın Rasulullah'ın hanesine bitişik olan odasının giriş kapısıBu kısımda Rasulullah (s.a.v.)'in ayak ucunu işaret eden kitabe ile duvarlardaki muhtemelen ta Abbasiler zamanında taş üzerine kazınmış hat levhalarının bazı kısımlarının "yağlı boya ile çirkin bir şekilde" kapatılmış olması da "vehhabi hoyratlığı"nın somut bir örneği olarak hala görülebiliyor. Oğlum sansürcü yağlıboyacıların özensizliğinin yol yol aşağılara sızmış fırça artıklarına dikkatimi çekti.
Rasulullah (s.a.v.)'in ayak ucuGerçekten de ilginç bir sansür; bu sansürlenen kısımlarda neler yazılı olduğunu merak ettim doğrusu. Arkaik Arab yazısını okuyabilen bir himmet sahibi çıksa da öğrenebilsek nelerin sansürlendiğini. (Gönlüme gelen bu satırların Rasulullah'a övgüler içerdiği ve bunun vehhabilerce "şirki önleme adına" kapatıldığı...). Daha sonra Ravza-i Mutahhara'nın mescide ve ashab-ı suffa sekisine bakan duvarlarında da aynı sansürün daha yoğun olarak uygulandığını görüp fotoğrafladım.
***
Eski haliyle muhafaza edilen Ashab-ı suffa sekisinde eskiden genellikle ehl-i zikir; ehlullah (ve hatta ricalul-gaybden) kişileri görmek mümkündü. Bir keresinde Mescid-i Nebevi içerisinde icra edilen bir cehri zikir halkasına dahi şahid olmuştum orada. Ashab-ı suffa sekisinde oturmak bile insan bir huzur verir adeta "rahmani sekinet" bürürdü insanı. Bu defa belki de İranlıların özellikle oraya yönelmesi dolayısıyle o huzurun eseri dahi görülmüyordu. "Şerefu'l-mekan bil-mekîn" sırrının bir göstergesi oldu bu hal...
***
İlk kez 1990 yılında gördüğüm Mescid-i Nebevi'de sabah namazı sonrası oluşturulan Kur'an kıraatı halkası yine aynı yerde (Babusselam az ilerisinde Osmanlı yapımı kubbelerin yer aldığı kısmın ön tarafında) fakat farklı kişilerle devam ettiriliyordu. Muhtemelen halkanın müdavimlerinden bazıları dünyasını değiştirmiş olmalıydılar...
***
Osmanlı Tuğraları:Babus-Selam (En üstteki yuvarlak görünen yerde Osmanlı Tuğrası vardır) Bab-ı Cibril'deki Osmanlı tuğrası.***
Mescid-i Nebevi mihrabı sırtındaki Kanunî Sultan Süleyman imzası:Mescid-i Nebevi'de Osmanlı eseri nişanelerine de henüz dokunulmamış. Babusselam ve Bab-ı Cibril'deki Osmanlı tuğraları ile mescidde sonradan inşa edilen mihrabın ön kısmındaki "Sultan Süleyman Şah bin Sultan Selim Han bin Bayezid Han" imzalı Osmanlı imzalı kitabeler yerinde duruyordu.
Şimdiye kadar hiçbir basılı kaynakta rastlamadığım bu muhteşem imza muhtemelen ilk kez sufiforum.com vasıtasıyla yayınlanmış oluyor. Mescid-i Nebevi'ye ziyaretiniz nasib olursa beyaz mermer üzerine nakşedilmiş bu ecdad yadigarını Babu's-Selam'dan Rasulullah (s.a.v.)'in hücresine doğru giden koridorun sol tarafında göreceksiniz.
***