Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 02:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
güzel kardeşim,
şu anda (sizin de söylediğiniz gibi) bir iddea üzerinde konuşuyoruz. 13 cildin bir tanesinde iddea edildiği gibi..... "kürdistan kelimesi çıkartılmış"

varsayalım ki, doğru, bu kelime çok mu önemlidir iman ve esasları açısından.


Alıntı:
Şeyhanzade Sadık Dursun:

Hekimoğlu İsmail'le görüşmemiz oldu. Beni ziyarete gelmişti. Kendisine Timaş'da yayınlanan Risale-i Nur'un neşir tarihçesini "niye bastın?" diye sordum. O da saf ve temiz bir insan olduğu için hizmet için basıldığını ifade etti. Cevaben; "Üstadımız Bediüzzaman hazretleri buyuruyor ki: ‘Çok iyiler var iyilik zannıyla fenalık ediyorlar.' Sen o bastığın kitapta neşredenler şunu yazmışlardır. ‘Risale-i Nur'un zerresi değişmemiştir.' Ben de cevaben şunu söylüyorum ki sadece değişmeyen Allah'ın kelamı Kur'an'ı hakimdir. Onun dışında ondan önceki kitaplar dahi tahrife uğramışlardır. Hatta Allah'ın Resulü olan Peygamberimiz'e yapılan iftiralar neticesinde yüz binlerce hadis uydurulmuştur" dedim. Kendisine Risale-i Nur'un tahrif edildiğini ezberimden ‘50 tane' yine kitaplardan yüzlercesini söyleyebileceğimi belirtip ezberimden 10 tanesini nakil edince Hekimoğlu cevaben, "Evet değişiklikler yapılmıştır Fakat biz kendi içimizde böyle bilelim, dış âlem de öyle bilsin" dedi. Bunun üzerine, "gerçekleri harfiyen doğru okumak ve doğru yazmak şiarımız olmalıdır. Her nevi tahrifata duyarlı olmalıyız. Böyle tahrifatlara yol vermemeliyiz" dedim. Hekimoğlu ayağa kalkarak şu itirafta bulundu; "Senin Risale-i Nur anlayışın farklıdır. Bizim ki ise daha farklı olmuştur. Bizim nurculuğumuz Nihal Atsız nurculuğudur. Biz bu süzgeçten geçtik. Onun için hakikatleri senin gibi anlatmakta zorlanıyoruz."



Ersin Çelik
Gerçek Hayat

http://www.bilgipasaji.com/forum/risale ... smasi.html


Bu bahsi açarsak, hem konunun yönü değişir, hem de uzun bir konu olur. Sadece bir kaç kelime değil, koca Münafıklar bahsinin dahi çıkarıldığı iddia ediliyor. Öyle birkaç kelime değil...

Alıntı:
İslamisohbet com

Bu konuda bir örnek daha verelim. İşaratül icaz adlı eserdeki Münafıklar bahsi de Ustad tarafından “tashih” edildiği “iddia” edilerek 90 sahifelik bahis çıkarıldı. İşaratül İcaz a bir göz attığımız da bunun ne büyük bir “yalan” olduğu metnin kendisi bunu ispatlamaktadır.

Şöyle ki, Kitabın girişinde “üçüncü nüktede” şöyledir. “Türkçeye tercümesi, Arapçadaki cezalet, belagat ve harika kıymetini muhafaza edememiş, bazan da muhtasar gitmiş. Onun için Münafıklar hakkındaki uzun tafsilatı neşretmemeyi niyet ettim. Fakat Kur’ana ait bir zerrenin de kıymeti büyüktür. Belki bazılarına da faidesi vardır. İnşaallah Arabi tefsir, bu tercümenin ahirinde bir mani olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabi tefsirde tevafukun envaından çok harikalar vardır, beşer ihtiyarı karışmamıştır. Onun için, o matbuun aynı tarzında -imkanı varsa- mümkün olduğu kadar çalışmak lazımdır ki, alamet-i makbuliyet olan o harikalar kaybolmasın.”

Bu “üçüncü nükte” şu şekilde neşredildi. “Türkçeye tercümesi, Arapçadaki cezalet, belâgat ve harika kıymetini muhafaza edememiş, bazan da muhtasar gitmiş. İnşaallah Arabi tefsir, bu tercümenin âhirinde bir mâni olmazsa neşredilecek; tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabî tefsirde tevafukun envaından çok harikalar vardır; beşer ihtiyarı karışmamıştır. Onun için, o matbuun aynı tarzında-imkânı varsa-mümkün olduğu kadar çalışmak lâzımdır ki alâmet-i makbuliyet olan o harikalar kaybolmasın.

Yukarıda verdiğimiz Orijinal nüshadaki altı çizili olan paragraflar ve kitabın içinde olan 90 sahifelik Münafıklar bahsi de çıkarılıp tahrif edilerek yayınlandı. Bunu Nur camiası Ustadın kendisinin tashih ettiğini onun bu bahsi çıkardığını iddia ettiler.

Ama kitabın “İfedetü’l Meram bölümünde ise bu iddiayı çürütecek ifadeler var.

Ustad’ın ifadesi aynen şöyledir “Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır, fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlas ile şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü o zamandaki ihlas ve hulusu şimdi bulamıyorum.” Bu sözlerin altına da şu haşiye konuldu.

“HAŞİYE, Yeni Said, Risale-i Nur'daki hakiki ihlasla yine o ihlası buldu. Yeni Said, aynı ihlasla baktı, “tashih” yerini bulamadı. Demek Sünuhat-ı Kur'aniye olduğundan, i'caz-ı Kur'aniye, onu yanlışlardan himaye etmiş.”

Şimdi metindeki bu ifadeler ile Ağbilerin iddaları çelişmiyor mu? Ayrıca Yeni Asya, yeni baskılarında Münafıklar bahsini yayınladı ama bu üçüncü nüktedeki paragrafı hala yerine koymadı. Demek Ustad sosyal ve siyasal atmosfere göre neyin çıkarılıp nelerin konulacağına “Rüya aleminde tasarruf yaptığı ” nelerin yayınlanması gerektiğini söylemiş ki! yeni baskılara konuldu. “ki sanıyorum Demokrat Parti ve onun devamı olan DYP nin iktidarı ve Muhalefeti olduğu dönemleri de göstermektedir.” Bu tahrifat kültürü zihinlerde öyle bir asimilasyon oluşturdu ki Tansu Çiller hükümeti döneminde bu camia “ahir zamanda ihtiyare kadınların din’ine sarılın” hadisini Tansu Çilere destek için propaganda malzemesi olarak kullanıldı.

Ayrıca Said Nursi’nin bu rejim ile ilgili metinlerde gecen “tenkit ve karşıtlığını ifade ettiği kısımlarda ya “hafifletilmiş” yada “tamamen çıkarılarak” ve “değiştirilerek” neşrediliyor.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 03:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
varsayalım ki, doğru, bu kelime çok mu önemlidir iman ve esasları açısından. Madem aslı astarı olmayan alıntılar yapıldığını söylüyorsanız, ispatla yükümlüsünüz demektir, bunu da burada ispat edersiniz, ki naçizane ben "doğrudur, haklısınız" derim.



İspata hazırız.

Said Nursi'nin Mektubatı ; Beşinci Mektup ; 26:

" Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."

Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."

Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."

Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:

Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.

İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.

Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.


Buradaki alıntıların hiçbirisi Mektubat-ı Rabbani'de yoktur. 3-4 senedir, bu satırları bulup önümüze getiren olmadı.

İşte ispat edilmiştir.

1- hakaik-i imaniyenin: İman Hakikatlerinin

Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.

2- velâyet-i vustâ: Orta velayet

Oradaki Velayet açıklamalarıyla beraber Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.

3- Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.

Mektubat'ta böyle bir cümle ve açıklama yoktur.

4- İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.

Mektubat-ı Rabbani'de ahir zamanında başka bir yola süluk ettiğine dair açıklama yoktur. İmam Rabbani Hz.lerinin mübarek oğulları ve torunları da böyle başka bir yol sülukundan bahsetmemişlerdir. ASLI YOKTUR.

Bir hususun yokluğu ispat edilemez. MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bunlar Mektubat'ta var diyenin getirip göstermesi lazım.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 03:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
yine doğrudur, 100 yıl sonra bir alim daha çıkabilir, nitekim islam tarihinde bu hep böyle olmuştur. bakınız, farklı hak mezhepler, bakınız farklı tarikatlar ve kolları ve cemaatler ... sonuç itibari ile kaynak Kur'an-ı Kerim ve hz. peygamberimizin (s.a.v) hadisleridir. yoksa, kaynak İmam Gazali'nin, İmam Hanefi'nin kendisi değildir. Onlarınkisi, Allah'a ulaşma konusunda bir müsbet yorumdur.

Risale-i Nur'lardaki anlatılagelenleri iyi anlamak lazım, aslolan imandır, tevhiddir.

Bağışlayınız..Yoksa, Molla Sait Nursi'nin kitaplarının birinde, bir sayfasında, bir cümlesinde "zaman tarikat devri değildir" cümlesine istinaden bu kadar Risale-i Nur'lara cephe almak, hatta tümünü reddetmek değildir...

Allah'a emanet olun, vesselam....


Güzel kardeşim, Risaleler Ehli Sünnet'in kalesi olan Tasavvufu es geçmiş, ona rakip olmuştur. 50 senelik bir fidan 1400 senelik bir Çınar'la boy ölçüşmeye kalkmıştır. Mümkün müdür? Değildir. Nitekim 50 senelik bu macerada bugün geldikleri nokta gözler önündedir.

Kitap okuyarak kalb ilmi elde edilemez. Marifet elde edilemez. İslam'ın hakikatlerine ulaşılamaz. Kitaplar ile bir yere kadar. Kitapla olsa, Kur'an-ı Kerim'den başkasına zaten gerek kalmazdı. Oysa Kur'an'ı yaşayan Peygamber Efendimiz ve Ashabı, onlara tabi olan alimler ve Mürşid-i Kamiller gönderilmiştir. Gerek olmasaydı niye gönderilsinler? Herkes Kur'an'ı alır okuya okuya Allah'a vasıl olurdu. Allah'ın kelamı dahi haşa irşad için Peygambersiz Mürşidsiz anlaşılamazken yaşanamazken, Risale nerededir?

Peki İslam sarayının içine Tasavvufsuz/Tarikatsız girilebilir mi? İcma ve ittifak ile hayır. Bugüne kadar girebilen olmuş mu? İttifakla yine hayır. Müslümanları bu nimetlerden alıkoyuyorsa sizin de bilinçli bir Müslüman olarak Risaleden kaynaklanan bu çığıra karşı çıkmanız lazım.

Siz de Allah'a emanet olunuz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 03:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
mübarek Ruhan kardeşim,

kusura bakmayınız, sizi yada kimseyi hele ki ehl-i tarik bir mühterem dervişi rencide etmek, kırmak gibi bir düşüncem ve hissim yok.
buraya bilgi almaya gelmiştim ki, baktım ki, risale-i nurlardaki hakikatleri anlamadan onları yadsımak derecesinde eleştirileri okuyunca, bunlara cevap vermek istedim, sonra yine baktım ki, risale-i nur'ların bu forumdaki savunucusu konumuna gelmişim :)
en güzeli kendimi başka yollarda arayayım...

vesselam...


Reşahat'ten fazla belki Risale okumuşumdur. :)

Risale der ki Risaleyi çocuklar dahi anlar. E nerden çıkıyor şimdi bu Risaladeki Hakikatleri anlamadan onları yadsıdığımız düşünceniz?

Size sadece cıx cıx diyorum. :lol:


Alıntı:
Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeyi, hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inâyet-i İlâhiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur'âniye içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhi telâkki edilen İbni Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz" demiş. Onuncu Söz risalesi, o zâtın dehâsıyla yetişemediği hakaiki (hakikatleri), avamlara da, çocuklara da bildiriyor.

Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 361


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 04:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
Bu mübarek Mektupta konunun itiraz edilemeyecek bir izahı vardır:

viewtopic.php?f=25&t=3310


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 08:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
Cübbeli'nin Hakkını Vermek

Bir adam çıkıyor ve milleti sıkmadan gayet sempatik ve akıcı bir üslupla, kekelemeden, eee, eee gibi garip sesler çıkarmadan din anlatıyor.

Hatırlayın, bu sarıklı cübbeli zevat (Cübbeli Ahmet Hoca), Fatih Altaylı gibiler tarafından yirmi yıl evvel insan olarak bile görülmez ve hatta bu tipler tarafından bir tür ilkel yaratık olarak lanse edilirdi.

Sonra ne oldu? Cübbeli, Teke Tek programına çıktı ve anlatmaya başladı. Bunun üzerine, Altaylı ne dedi? “Ya hocam, siz de normal bizim gibi bir insanmışsınız”.

Bu ne demek oluyor? Yavaş yavaş önyargılar yıkılıyor. Tabii bu herkesi mutlu etmiyor. Entellektüelliği kendi tekelinde gören çevreler çok mutsuz. Bir adam çıkıyor ve milleti sıkmadan gayet sempatik ve akıcı bir üslupla, kekelemeden, eee,eee gibi garip sesler çıkarmadan din anlatıyor.

Açıkçası Cübbeli Ahmet hocayı tanımam, hiçbir cemaatle de bugüne kadar bir bağlantım olmadı. Ancak geçen gün bir değişiklik yaptım ve Cübbeli Ahmet Hocanın uzun bir vaazını internetten dinledim. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç sıkılmadım.

Hâlbuki vaazlar sıkıcıdır. Beş dakika sonra, halı desenlerini incelemeye koyulur insanlar sıkıntıdan. Ama Cübbeli Hocanın anlatımı, vurguları, vücut dilini kullanımı, esprileri ölçülü olarak mevzunun içine serpiştirmesi ve bunun yanında karşısındakinin dini bilgisinin zayıflığını ya da muzip sorularını aşağılamadan cevaplaması, kanımca Cübbeliyi diğer hocalardan bir hatta birkaç adım önde getiriyor. Yani birçok entellektüel Cübbeli Ahmet Hocanın kullandığı bu iletişim dilini kullanamıyor ve kendi anlatıp kendi dinlemeyi sürdürüyor.

Nitekim bu ülkede hep ‘Kippa’lıları mı dinleyeceğiz. Bırakın biraz da Cübbelileri dinleyelim!

Oğuzhan Erdoğan - Haberx.com

Cübbeli'nin Hakkını Vermek


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 13:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 145
Ruhan yazdı:

İspata hazırız.

Said Nursi'nin Mektubatı ; Beşinci Mektup ; 26:

" Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."

Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."

Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."

Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:

Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.

İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.

Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.


Buradaki alıntıların hiçbirisi Mektubat-ı Rabbani'de yoktur. 3-4 senedir, bu satırları bulup önümüze getiren olmadı.

İşte ispat edilmiştir.

1- hakaik-i imaniyenin: İman Hakikatlerinin

Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.



Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)

Ruhan yazdı:

2- velâyet-i vustâ: Orta velayet

Oradaki Velayet açıklamalarıyla beraber Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.


Hem demiş ki: “Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”

mübarek Ruhan kardeşim aşağıda bakınız,

bakınız İmam Rabbani, Mektubat 1:240 (260. Mektup)

Mektubat-ı Rabbani'den bir alıntı : "Ey oğlum! O makâmda, ilm-i husûlî ve ilm-i huzûrî demek, misâl ve benzetmek yolu ile söylenir. Çünki, Zât-i ilâhîden ayrı olan sıfatlar, ilm-i husûlî ile bilinir. İ'tibârât-i zâtiyye, Zât-i teâlâdan hiç ayrı değildirler ve ilm-i huzûrî ile bilinirler. Çünki bu makâmda, ilm, bilinen şeye yalnız bağlanır, bilinen şeyden hiçbirşey ilmde bulunmaz. Te'ayyün-i evvel demek olan, o büyük şehrde, Peygamberlerin ve meleklerin bütün vilâyetleri vardır. Mele-i a'lâ denilen meleklerin yükseklerinin (Vilâyet-i ulyâ)sının sonu bu makâmdadır. Bu makâmda, bu te'ayyün-i evvelin, hakîkat-i Muhammedî olup olmadığı düşünüldü."

"Bu seyrden sonra, eğer yükselmek nasîb olursa, zıl dâiresinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dâiresinde Seyr-i fillah ile seyr olur. Vilâyet-i kübrâ derecelerine başlar. Bu vilâyet-i kübrâ, Peygamberlere (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" mahsûsdur. "



Ruhan yazdı:

3- Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.

Mektubat'ta böyle bir cümle ve açıklama yoktur.


Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Mektubat-ı Rabbani : 75. Mektup, 91. Mektup, 94. Mektup.

Ruhan yazdı:
4- İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.

Mektubat-ı Rabbani'de ahir zamanında başka bir yola süluk ettiğine dair açıklama yoktur. İmam Rabbani Hz.lerinin mübarek oğulları ve torunları da böyle başka bir yol sülukundan bahsetmemişlerdir. ASLI YOKTUR.

Bir hususun yokluğu ispat edilemez. MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bunlar Mektubat'ta var diyenin getirip göstermesi lazım.


Bu Said Nursinin bir yorumu sanıyorum, kaldı ki İmam Rabbani'nin ölüme yakın olan bu davranışı Mektubat-ı Rabbani'de yer almaz diye düşünüyorum.
Ruhan yazdı:
Mübarek Ruhan Kardeşim, Allah razı olsun sizden ki, İmam Rabbani Hazretlerinin Mektubat eserini inceleme fırsatım oldu yazdıklarınıza istinaden ki, artık Mektubat-ı Rabbani'yi de okumam lazım gelir bunda böyle.

Ancak şunu da gördüm ve yukarda ispat ettim ki (ilgili Mektubat-ı Rabbani'nin mektuplarına baktığımızda, belki cümle cümle değil de, anlam olarak görebiliyoruz.), Risale-i Nur'ların Mektubatındaki alıntılar, anlam olarak Mektubat-ı Rabbani'den alıntılardır, burda bir yanlışlık yoktur. Belki Molla Said Nursi, bizim türkçemizle değil de, Mektubatı Rabbani'deki anlamlarını, risalelerin dili olan Osmanlıca kaleme almış/aldırmıştır zannediyorum.

vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 18:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



210. MEKTUP

RABBANİ MEKTUB - 210


(Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)

MEVZUU :
a) Nefehat adh eserdeki bazı ibarelerin halli..
b) İstediği bazı zaruri nasihatler.

NOT : İmam Rabbani Hz. bu mektubu Molla Şekibi İsfahani'ye yazmıştır.

Bu sermayesi az Fakir'e şefkat ve merhamet üzere gönderdiğiniz mübarek mektubun mütalaası ile şerefyab oldum. Sevinç ve sürurla doldum.

Selametle yaşa ve selametle öl.

Yaşadığın süre, fukaranın mahabbeti ile yaşa.. Öldüğün zaman da; onların mahabbeti, sermayen, asıl malın olsun.

Haşr olduğun zaman dahi, onların muhabbeti üzerine haşr ol. Fakr ile iftihar eden ve onu zenginliğe tercih eden zat hürmetine. Ona ve aline salat ve selam..

Kerem üzere yazmış ve sormuşsunuz:

— Nefehat'ta yazılan şu hikayenin hakikati nedir?.

Diye.. Şöyle ki:

Şeyh b. Sekine'nin müridi, bir gün yıkanmak için Dicle'ye girer ve suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Nil nehrinde görür. Sudan çıkar; Mısır'a gider. Orada evlenir; kendisinin çocukları olur. Yedi sene Mısır'da kalır.

Bundan sonra, bir başka gün, yıkanmak için Nil nehrine gelir.. Suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Dicle'de görür. Daha önce, Dicle kenarında çıkardığı elbiselerini dahi orada bulur. Elbisesini giyer ve evine gelir. Hanımı kendisine der ki:

— Ziyafet için, hazırlanmasını emrettiğin yemek hazırdır.

Ve hikaye böyle devam eder..

Ey Mahdum-u Mükerrem,

Bu hikayenin müşkil yanı, uzun senelere ait işlerin, bir anda yapılmasında değildir. Buna benzer işlerin vukuu çoktur. Bu cümleden olarak; Resulullah Efendimizin miracını sayabiliriz. Allah Taala Ona salat ve selam eylesin ki O, adet üzere olsaydı, bin senede müyesser olacak işleri kısa bir zaman içinde yaptı. Mesela: Uruc yerlerinin miracını yaptı; vusul menzillerini kat etti. Ama geldiği zaman, yatağının sıcaklığını, evvelki hali ile buldu. Abdest kabına doldurduğu suyun dalgalanması dahi henüz geçmemişti.

Bu mananın iç yüzü, Nefehat'ta anlatıldığına göre, zamanın açılmasından ibarettir.

Bu işin müşkil yanı başkadır. Şöyle ki: Bu müddet, Bağdad'da bir an meselesi olurken; Mısır'da yedi sene uzamaktadır. Mesela: O anda Bağdad'da hicri tarih üç yüz altmış ise., aynı anda Mısır'da tarih üç yüz altmış yedi olması gerekir.

Böyle bir manaya akıl cevaz vermeyeceği gibi, nakil dahi kabul etmez.

Bu muamele bir şahsa veya iki şahsa ait bir nisbet taşısaydı; belki olabilirdi. Ama, çeşitli beldelere ve ayrı ayrı sayılan yerlere nisbetle söylenince muhal olur.

Bu Fakir'in hatırına gelen şu ki: Bu vak'a ayık halde iken olmamıştır. Rüya vakıaları kabilinden bir şeydir. Dinleyen için, rüya olan bir şey, görülen bir şey gibi dinlenmiştir. Uyku ile ayık hal, karıştırılmıştır.

Böyle karışık durum, çok olmuştur.

Belki de, onun bu gördüğü, gelip onu şeyhine anlatması, çocuklarına gitmesi hepten rüyada olmuş bir şeydir.

Anlatılan bu hikayeden başka, Şeyh Muhyiddin b. Arabi'den naklen anlatılan hikaye dahi bu kabildendir. Allah onun sırrını takdis eylesin..

Halin hakikatini en iyi bilen Sübhan Allah'tır. Bütün işleri en iyi bilen Allah'tır.

Ayrıca, şu ibarenin dahi şerhini istemişsin:

— Cesedin mürebbisi ruhtur; kalıbın mürebbisi ise kalbdir.

Ey Mahdum,

Her iki ibare de aynı yere çıkar. O dahi şudur: İnsani sayılan halk aleminin terbiye husulü, emre bağlı alemden gelmektedir.

Ceset lafzına ruh lafzı eş olduğu, yani: Itlaklarda ve muhaverelerde; kalb ile kalıb arasında dahi münasebet vuku bulduğu için; anlatılan münasebetleri birleştirmek zımnında böyle bir ibare tayinine gidilmiştir.

Bunlardan başka nasihat talebi dahi sudur etmiştir..

Ey Mahdum,

Bu babda (konuda) bir şey yazmama haya bana mani oluyor. Bütün bu harabat hallerin varlığı, taallukat ve televvüsat, az sarmayeli olmak, hiç bir şey hasıl edememiş olmakla; işaret veya saraheten bir şey yazayım!? Nasıl olur?

Ancak, bana şunların isnad edilmesinden dahi korkuyorum: Hasislik, düşüklük, cimrilik ve bahillik.. Şayet, kendimi tutar da, iyi bir şeyi söylemezsem, böyle şeylerin bana isnad edilmesinden korktum. Bunun için, bazı cümleleri yazmaya cür'et ettim.

Ey Mahdum,

Dünyanın bekası cidden azdır. Bu azın dahi pek çoğu, telef olmuştur. Bu zevalden sonra kalan, azın dahi azıdır.

Ahiretin müddeti ise, bakidir; daimidir.

Ebedi sonsuz hayatın muamelesi dahi, bu sayılı günlerin bekasına bağlanmıştır. Bundan sonra da: Ya ebedi nimet gelir; yahut sonsuz azap..

Bu anlatılan manayı Muhbir-i Sadık aleyhi salatu ves’selam haber vermiştir ki onda dönmek yoktur. Bunun için, aklı fikri kullanmak gerek..

Ey Mahdum,

Ömürün en güzel zamanları, heva ve hevese gitti. Allah'ın düşmanı olanların rızası tahsilinde zay oldu. Şimdi erzel-i ömür kaldı. Bugün de bunu Yüce Hakkın razı olduğu işlere harcamazsak; o en güzel ömrün yerini doldurma işinde bir tedarik görmezsek; isterse pek az olsun, çekeceğimiz mihneti, ebedi rahata vesile bilmezsek; az hasenat işlemek sureti ile çok seyyilerimize keffaret ettirmezsek.. Yarın hangi yüzle Allah'ın katına varacağız?. Hangi çareye başvuracağız?.

Bu tavşan uykusu ne zamana kadar sürecek? Bütünüyle, bu gaflet pamuğu ne zamana kadar kulakta kalacak?. Yakında basiret gözünden perde kalkacak; hiç şüphe edilmesin, kulaktan bu gaflet pamuğu dahi gidecek.. Lakin, o zaman ne faydası olur?. O zaman, zamanın ele geçirdiği, hasretten ve nedametten başka bir şey olmayacak..

Ölüm gelmeden evvel, kendin amel etmeye bak. Kabrinde yaslanacağın bir şey hazırlamalısın.. Hem de:

- Ah iştiyakım!.

Diyerek..

Öncelikle itikadını düzeltmelisin. Sonra, dini yönden zaruri olarak, öğrenilen şeyleri tasdik etmelisin, zaruri olarak, fıkıh kitaplarının beyan ettiği şeyleri, bilmeli ve gereği ile amel etmelisin..

Anlatılanlardan sonradır ki: Tarikat-ı Sufiye'ye girmek matlub olur..

Ancak bu tarikat talebi: Gaybi sayılan suretler ve şekillerin müşahede edilmesi, şüphesi olmayan elvan (şekiller) ve envar (nurlar) gözle görülebilİmesi için olmayacak.. Zira böyle şeyler, oyun ve oyalanma kabilinde şeylerdir.

Bu suretlerde ve hisse dayalı nurlarda ne gibi bir noksanlık vardır ki insan bunları bırakıp da gaybi suretlere ve nurlara iştiyak duya.. Hem de bunları, çeşitli riyazetlerin irtikabı ile araya..

Gerek bu suretler ve nurlar, gerekse öbür suretler ve nurlar hepsi de Allah'ın mahlukudur. Hepsi de, yaratıcılarının varlığına delalet ederler..

Bu şehadet aleminde bulunan ayın ve güneşin nuru, misal aleminde bulacağın ayın ve güneşin nurundan daha meziyetlidir. Ancak, bunun görüntüsü, devamlı olduğu, havasın ve avamın ona bakmakta ortak olduğu için onları itibardan düşürmüştür. Bunun üzerine, gayb alemindeki nurlara iştiyak duymaya başlamışlardır.

Bir şiir:

Ne değeri var suyun, daima aksa;
İnsanın kapısında Kevser de olsa.


Sufiye yoluna süluk etmekten maksad: Şer'an itikad edilmesi gereken işlere karşı yakinin artmasıdır. Ta ki: İstidlal darlığından, keşif alanına çıkasın, icmal yolundan tafsile giresin..

Mesela: Vacib'ül-vücud Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini; önceleri, istidlal (şer'i ilimlerin deliliyle, okuyarak) veya taklid yollu bulur da, bunların mikdarına göre yakin hasıl olursa.. Tarikat-ı Sufiyeye süluk müyesser olduğu zaman, o istidlal ve taklid, keşfe ve şühuda tebdil olur.. Ekmel manada yakin hasıl olur..


Sair (diğer) itikada dair meseleleri dahi buna göne kıyas edebilirsin..

Aynı zamanda, bu sufiye yoluna girmekle; fıkha dair hükümlerin edası için kolaylık meydana gelir; nefs-i emmare tarafından hasıl olan güçlük kalkar.

Bu Fakir'in yakini odur ki: Sufiye yolu, şeriat ilimlerine hizmet eder: Onun dışında kalan ayrı bir şey değildir. Bunu, kitaplarında ve risalelerimde inceleyerek yazdım. Sair (diğer) tarikatlar arasında Nakşibendiye Tarikatını tercih etmek ise, bu mananın hasıl olması içindir. Bu manada, pek uygun ve pek münasib olduğu içindir. Zira, bu Tarikatın büyükleri, sünnete tabi olmayı bırakmayıp bid'attan kaçmaya devam etmişlerdir. Bunun içindir onları: Bu mütabaat dolayısı ile ferah ve sevinçli görürsün: İsterse, kendilerine hallerden yana bir şey hasıl olmasın.

Hallerin varlığı ile, Resulullah'a tabi olma yolunda bir kesiklik olurlarsa, o halleri hiç bir şey yerine koyup kabul etmezler.. Bu manada Hace Ahrar şöyle dedi:

- Bana haller ve vecidler verilmiş olsa da; mesela, hakikatim ehli sünnet vel-cemaat itikadına muvafık olmasa, o anlatılan halleri hizlandan ve şekavetten başka bir şey olarak göremem.. Ama, bana ehli sünnet vel-cemaat itikadı verilmiş olsa, bütünüyle o hallerden mahrum olsam; bunun için hiç gam çekmem..

Sonra..

Bu tarikatta, nihayetin bidayete derc'edilmiş (sonun başlangıca getirilmiş) olması vardır. Şöyle ki: Bu tarikat ehli, ilk adımda, başkalarının taa, işin sonunda bulacaklarını bulur.

Aralarında bir fark varsa, o dahi icmalde, tafsilde, şümulde ve şümulün olmayışındadır.

Böyle bir intisap, ayniyle Ashab-ı Kiramın intisabıdır. Zira onlar. Resulullah Efendimizle ilk sohbetlerinde öyle şeyler bulmuşlardır ki; o şeyler, kendileri dışında bu ümmetin evliyasına, işin nihayetinde hasıl olur mu bilinmez..

Bu mana icabıdır ki: Tabiinin en faziletlisi olduğu halde; Veys'el-Karani, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi'nin r.a. mertebesine yetişemez.. Bunun sebebi de, bir defa olmak üzere, Hayr'ül-beşer Resulullah'ın sohbetine nail olmamasıdır. Ona salat ve selam olsun..

Şundan ki: Resulullah ile sohbet fazileti, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. Çünkü: Onların imanı şühudidir; böyle bir devlet onlardan başkasına müyesser olmaz.

Resim

{{NOT: 210.Rabbani Mektub'un tanhu tarafından altı çizilen yerlerinin ve tercumelerde mor renkte gösterilen satırları gösteren Arabca metindir. Arabca Mektubat-ı Rabbani 1.cild. 317 sayfa. MODERATÖR}}

***
Bir mısra:
Benzer mi hiç duyulan görülene?.

Yukarıda anlatılan mana icabı olarak, bunların bir ölçek arpa sadakası, başkalarının dağ misali altın sadakasından daha faziletlidir.

Anlatılan fazilette, bütün Ashab eşittir. Hepsine tazim edip her birini iyilikle anmak gerekir.

Ashab-ı kiramın hepsi de doğruluk ve adalet üzeredir. Kabul etmek işinde, hepsinin rivayeti ve ahkam tebliği aynı değerdedir. Onlardan, birinin rivayetine, diğerinin rivayetinden daha fazla meziyet yoktur.

Onlar Kur'an hamilleridir. Parça parça ayetleri bir araya getiren onlardır. Birinden iki ayet alınmış; birinden üç ayet alınmıştır.. Bazısından daha fazla., bazısından dahi daha az.. Bu iş, onların adaletine itimad edilerek alınmıştır.

Her kim, Ashabtan birini kötülerse.. onun bu kötülemesi Kur'an-ı Mecid'e gider.. İhtimal ki Kur'an'ın bazı ayetlerini o taan edilip körlenen sahabe taşımıştır.

Bu büyükler arasında geçen münazaaları ve çeşitli vakıaları iyiye yormak lazımdır. Onları, nefsani arzudan ve tassupatan uzak bilmelidir.

Ashab-ı kiramın halini en iyi bilenlerden biri İmam-ı Şafii idi. Allah ona rahmet eylesin. Şöyle dedi:

— O bir kan idi; Allah ellerimizi kandan temizledi. Biz de dillerimizi ondan temiz tutalım.

Üstte anlatıldığı gibi bir kavl, İmam Ca'fer-i Sadık'tan r.a. dahi nakledilmiştir.

Evvel ahir selam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 18:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



Muhterem kardeşim. Daha diğerlerine bakmadık, yani verdiğiniz Mektup numaralarına. İlk numaralı Mektuba bakıyoruz: Ve ilk olarak getirdiğiniz cümle:

"Bütün Tarikatlerin nihayet noktası İMAN HAKİKATLERİNİN açığa çıkıp keşfolunmasıdır"

Budur. Ve 210. Mektup dediniz. Mektubun tamamı yukarıdadır. Sizden evvela istirhamım:

1- Mektubun içinden İMAN HAKİKATLERİ kelimesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

2- Mektubun içinden BÜTÜN TARİKATLERİN NİHAYETİ ifadesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

Sonra devam ederiz inşallah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 20:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 145
Ruhan yazdı:
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



Muhterem kardeşim. Daha diğerlerine bakmadık, yani verdiğiniz Mektup numaralarına. İlk numaralı Mektuba bakıyoruz: Ve ilk olarak getirdiğiniz cümle:

"Bütün Tarikatlerin nihayet noktası İMAN HAKİKATLERİNİN açığa çıkıp keşfolunmasıdır"

Budur. Ve 210. Mektup dediniz. Mektubun tamamı yukarıdadır. Sizden evvela istirhamım:

1- Mektubun içinden İMAN HAKİKATLERİ kelimesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

2- Mektubun içinden BÜTÜN TARİKATLERİN NİHAYETİ ifadesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

Sonra devam ederiz inşallah.


Peki kardeşim, size bunu göstericem, diğerlerine lüzum görmüyorum, isterseniz onu da gösteririm, artık bu söz düellosu haline dönen yazışmalarımdan da çekileceğim. yanlız kelime kelime siz de ben de bulamam, çünkü bir kaç Mektubat-ı Rabbani tercümesi var, benim kaynak sizinkinden farklı.
bir de Risalei Nur'daki alıntı ifadeler, birer bir tercüme değil, eminim ki, bunları da bilirdi Molla Said.

kaynak: http://www.farukinet.com/mektubat.asp?mektup=210

ispatı buyrun:

210

Bu mektûb, mevlânâ Şekîb-i İsfehânîye yazılmışdır. (Nefehât) kitâbındaki bir yazıyı açıklamakda ve nasîhat vermekdedir:
Bu fakîre ?kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" lutf ederek gönderdiğiniz şerefli mektûbunuzu okumakla sevindik. Selâmetde olunuz. Bu yolun büyüklerini seviniz. Bu sevgi, ömrünüzün sermâyesi olsun. Kıyâmet günü bu fakîrlerin sevgisi ile diriliniz. Fakîrlikle övünen ve fakîrliği, zenginlikden üstün tutan büyük Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem" hurmeti için, Allahü teâlâ, düâmı kabûl buyursun. İhsân buyurarak, (Nefehât) kitâbındaki şeyh İbni Sekîne ?kuddise sirruh" hazretlerinin mürîdinin hikâyesini yazıyorsunuz. Şöyle ki, birgün, gusl abdesti almak için Dicle nehrine dalmışdı. Başını sudan çıkarınca, kendini Nil nehrinde buldu. Mısra geldi. Burada evlendi. Oğulları oldu. Yedi sene sonra, gusl abdesti almak için Nil nehrine daldı. Başını çıkarınca, kendini Dicle nehrinde buldu. Evvelce, Dicleye giderken, Dicle kenârına koymuş olduğu elbiselerini, koyduğu gibi buldu. Bunları giydi. Evine geldi. Zevcesi, karşılayıp, müsâfirlerin için istediğin yemekleri hâzırladım dedi.
Yavrum! Bu hikâyenin güç gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin, bir ânda yapılması değildir. Çünki, böyle şeyler çok görülmüşdür. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed ?aleyhisselâm", mi'râc gecesi göklere gidip, binlerle senelik yolları geçdikden sonra, geriye gelince, yatmış olduğu yerin dahâ soğumamış olduğunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarının durmadığını gördü. (Nefehât) kitâbında da, bu hikâyenin sonunda bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, zemânı genişletmekdedir. Bu hikâyenin güç olan yeri, Bağdâdda bir ân olan kısa zemân, Mısrda yedi sene uzamakdadır. Meselâ Bağdâdda o ân, hicretin üçyüzaltmışıncı yılı ise, Mısrda, o ânda, üçyüzaltmışyedinci yıl olmakdadır. Bu ise akla ve nakle uygun olmıyan birşeydir. Böyle birşey, bir iki kimse için olabilir. Başka başka şehrler ve başka başka yerler için olacak şey değildir. Bu fakîrin ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hâtırına şöyle geliyor ki, bu iş uyanık iken olmamışdır. Bir rü'yâ olabilir. Bunu dinleyen kimse, rü'yâ sözünü rü'yet olarak anlamış olabilir. Uykuda olan, uyanık iken olmuş sanılmışdır. Böyle yanlışlıklar, çok görülmekdedir. Belki rü'yâda görmüş ve rehberine rü'yâda söylemiş, sonra çocuklarına anlatmışdır.
Kitâbda, bu hikâyeden sonra, Muhyiddîn-i Arabî ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hazretlerinden haber verdiği hikâye de, bunun gibidir. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.
(Cesedi terbiye eden rûhdur. Kalıbı terbiye eden kalbdir) sözünün açıklanmasını istiyorsunuz. Yavrum! Bu sözlerin ikisi de, birşeydir. İnsandaki Âlem-i halkdan olan maddelerin, Âlem-i emrden olan latîfeler tarafından terbiye edildiği bildirilmekdedir. Cesed kelimesinin, rûh ile birlikde kullanılması âdet olduğu için ve kalıp ile kalb kelimeleri de, birbirine benzediği için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazılmışdır.

Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Bu bozukluğum ve dünyâya dalmış hâlim ve bilgisizliğim ve başarısızlığım ile, size nasîhat vermeğe kalkışmakdan hayâ ederim, utanırım. Fekat, emr-i ma'rûfdan kaçınmakdan da korkarım ki, hasîslik ve alçaklık yapmış olmıyayım. Bunun için, birkaç kelime yazmağa kendimi zorluyorum. Yavrum! Dünyâda kalmak zemânı pek azdır. Bu kısa zemânın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. Pek azı kalmışdır. Âhıret zemânı ise sonsuzdur. Orada başa gelecek şeyler, bu birkaç günlük işlere bağlıdır. Bundan sonra, yâ sonsuz ni'metler, zevkler veyâ bitmez tükenmez azâblar, acılar vardır. Muhbir-i sâdık, ya'nî hep doğru söyleyici, bunları haber vermişdir. Elbette olacaklardır. Aklı olan kimsenin, durmadan çalışması lâzımdır. Yavrum! Ömrün en kıymetli zemânları, boş yere geçdi. Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. Şimdi, ömrün en kıymetsiz, başarısız zemânı kaldı. Artık, bununla da, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zemânda elden kaçırılanı, kuvvetsiz, kıymetsiz zemânda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sıkıntı ile, sonsuz râhat ve ni'metlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işlerimizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûruna ne yüzle çıkabiliriz? Oraya ne özr ve behâne götürebiliriz? Bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. Gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? Birgün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. Kulaklardan gaflet pamuğunu çıkaracaklar. Fekat, fâidesi olmıyacak. O zemân pişmânlıkdan, utanmakdan başka yapılacak şey olmıyacak. Ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli. Yüzü ak olarak, Allahü teâlâyı özliyerek cân vermelidir. Önce, i'tikâdı düzeltmek lâzımdır. Dinden olduğu tevâtür yolu ile, ya'nî çok kimselerin söylemesi ile zarûrî olarak bilinen şeylere inanmak elbette lâzımdır. Bundan sonra, fıkh kitâblarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak zarûrîdir. Bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. Fekat bu, kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmek, kimsenin görmediği gizli şeyleri görmek için de değildir. Nûrları, renkleri görmek için değildir. Bunlar oyun, keyf verici şeylerdir. Herkesin gördüğü şeyler ve renkler yetişmiyor mu ki, bunları bırakıp da, riyâzetler, sıkıntılar çekerek, bilinmiyen şeyler ve renkler aranılsın? Bu şeyler ve renkler de, o şeyler ve renkler de, hep Allahü teâlânın yaratdığı şeylerdir ve Onun varlığını ve yaratıcı olduğunu gösteren işâretlerdir. Bu madde âleminde bulunan güneş ve ay ışıkları, Âlem-i misâldeki nûrlardan, renklerden katkat dahâ üstündür. Fekat, bunlar her zemân görüldükleri için ve âlim de, câhil de gördüğü için, kıymet verilmiyor, herkesin bilmediği, görmediği nûrlar aranıyor. Fârisî mısra' tercemesi:

Kapı önünde akan su, bulanık görünür!

Tesavvuf yoluna girmek, islâmiyyetin inanılacak şeylerine îmânı kuvvetlendirmek içindir. Böylece îmân, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdânî olur ve kısaca inanmak yerine, etraflı ve derin îmân hâsıl olur.
Meselâ, Allahü teâlânın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veyâ başkalarından görerek inanıyordu. Tesavvuf yolunda ilerlemek nasîb olunca, o düşünerek ve işiterek olan îmân, şimdi bularak, anlıyarak hâsıl olur. Îmânı olgunlaşır. İnanılacak şeylerin hepsine de, böyle îmân hâsıl olur. Tesavvuf yoluna girmenin ikinci fâidesi, fıkhda bildirilen vazîfeleri yapmakda kolaylık elde etmek ve nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmekdir. Bu fakîr, iyi anladım ki, tesavvuf, islâmiyyetin yardımcısıdır. İslâmiyyetden başka birşey değildir. Böyle olduğunu, mektûblarımda, kitâblarımda açıkladım. Bu iki fâideye kavuşmak için, tesavvuf yolları içinden, Ebû Bekr-i Sıddîkın yolunu seçmek iyi ve dahâ uygundur. Çünki, bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır. Bunun için, sünnete yapışmak nasîb olup da, ellerine birşeyler geçmezse üzülmezler, sevinirler. Eğer ahvâl ve mevâcîde kavuşur, fekat sünnete yapışmakda gevşek davranırlarsa, o hâlleri, vecdleri hiç beğenmezler. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri buyuruyor ki, (Ahvâl ve mevâcîdi bize verseler, fekat, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdını içimize yerleşdirmeseler, kendimi mahv olmuş bilirim. Eğer, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdını verseler, ahvâl ve mevâcîd hiç vermeseler, hiç üzülmem). Bundan başka, bu yolda, nihâyetde kavuşulacak şeyleri, başlangıçda tatdırırlar. Bunun için, dahâ ilk adımda, başkalarının, en son kavuşacaklarını ele geçirirler. Arada yalnız icmâl ve tafsîl bakımından fark olur. Ya'nî topluca, kısa ve açık, geniş olmak farkı vardır. Bu yol, Eshâb-ı kirâmın ?aleyhimürrıdvân" yoludur. Çünki, Resûlullahın ?sallallahü aleyhi ve sellem" dahâ ilk sohbetinde öyle şeyler kazanmışlardır ki, ümmet arasındaki Velîlerin, bunlara, en sonda kavuşdukları bilinmemekdedir. Bunun içindir ki, Tâbi'înin en üstünü olan, Veysel Karânî ?rahmetullahi aleyh" hazret-i Hamzanın kâtili olan Vahşînin ?radıyallahü anhümâ", Resûlullahın bir kerrecik sohbetinde bulunmakla yükseldiği mertebeye yetişememişdir. Çünki sohbetin fazîleti, bütün fazîletlerin ve kemâllerin üstündedir. Çünki, onların îmânları, görerek kuvvetlenmişdir. Bu ni'met, başkalarına nasîb olmamışdır.

Resim

{{ 210. Rabbani Mektub'un ilgili yerinin original kopyası. İmanın yakin derecesine ulaştırılması için tasavvuf tarikatına intisabın gerekliliğini anlatmaktadır. MODERATÖR }}
***

Fârisî mısra' tercemesi:
İşitmek, görmek gibi olabilir mi?

Bunun içindir ki, bunların bir avuç arpa sadaka vermekle kazandıkları dereceler, başkalarının dağ kadar altın vererek kazandıkları dereceden katkat dahâ yüksekdir. Eshâb-ı kirâmın hepsinin yüksekliği böyledir ?rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în". Hepsini büyük bilmemiz lâzımdır. Hepsine iyi gözle bakmalı, hepsini sevmeli, övmeliyiz. Çünki, Eshâb-ı kirâmın hepsi âdildir. İslâmiyyeti bildirmekde, hepsi ortakdır. Birinin bildirdiği, ötekinin bildirdiğinden dahâ kıymetli değildir. Kur'ân-ı kerîmi onlar topladı. Âyet-i kerîmeler, herbirinin adâletine güvenerek, hepsinden, birer ikişer alınarak, bir araya getirildi. Bir kimse, Eshâb-ı kirâmdan birini kötülerse, bu sözü Kur'ân-ı kerîme dokunur. Çünki, birkaç âyet-i kerîme, ondan alınmış olabilir. Bu büyüklerin aralarında olan çekişmelerin, muhârebelerin iyi sebeblerle yapıldığını söylemeliyiz. Nefse uymakla, kin ve inâd ile olmadığına inanmalıyız. İmâm-ı Şâfi'î ?rahmetullahi aleyh" hazretleri, Eshâb-ı kirâmı çok iyi tanıyordu. Bu büyük âlim buyurdu ki: (Allahü teâlâ, o kanlara ellerimizi bulaşdırmadı. Biz de, onlara dilimizi karışdırmıyalım!). İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin de böyle söylediği haber verilmişdir. Vesselâmü evvelen ve âhıren.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye