Mesnevi'nin Sırrına Eren Bir Aşık: Tahir-ül Mevlevi
Dursun Gürlek
Herkes tarafından bilinen bir gerçektir ki, çocukluk hatıraları her zaman tazeliğini korur. Benim de ilk gençlik yıllarıma ait bazı konular, bugün bile hatırladıkça gönlüme ferahlık vermektedir. Komşumuz ve ilk hocam Osman Efendi, beni sık sık evine çağırır, tasavvuf kitapları okutur, kendisi de can kulağıyla dinlerdi. Özellikle Mustafa Ertuğrul Kağan’ın “Büyük Mutasavvıflar” adlı kitabını defalarca okuturdu. İtiraf edelim ki benim de bu kitap sayesinde çocukluk hafızama Abdulkadir Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, İmam Gazali, Ahmed er-Rıfai, Muhyiddin-i Arabi gibi İslam büyüklerinin isimleri nakşedildi. [b]Dinleyenin dikkatine ve rikkatine göre, okuyanın zevki ve şevki artarmış. Şimdi ne dinleyende o tecessüs, ne de okuyanda o tefekkür kaldı.Bugün dini eserlerden birini baştan sona okuyayım diye niyetlendim. Zihnimi işgal eden “Hangi eserden başlayayım?” sorusuna cevap arıyordum ki Molla Cami’nin “Peygamber değil ama kitabı var!” diye harika bir ifadeyle övdüğü Mevlana Celalledin-i Rumi Hazretlerinin “Mesnevi Şerhi” birden gözümün önünde tecessüm ve tebessüm etti.
Merhum ve mağfur Mesnevihan Tahirül-Mevlevi’nin (Tahir Olgun’un) şerhettiği eserin birinci cildiyle işe başladım. Daha sayfaları çevirir çevirmez kendimi bir kitap ve hitap cennetinde buldum. Bilindiği gibi Hazreti Pir, bu mübarek eserine “Dinle neyden!” diye başlamaktadır. Belirtmek gerekir ki, Mesnevi, sadece gözle değil, aynı zamanda kulakla da okunmaktadır. Çünkü bu “dinle!” sözü o kadar etkilidir ki, insanın kulaklarını dört açmaması mümkün değildir. Eğer Allâh’ın insanda bir ağız, iki kulak yaratmasındaki hikmeti Efendimizin ilahi vahye dinleyerek muhatap olma sırrını az çok idrak edebildiysek az konuşur, çok dinlerdik.
Şu satırları Hazreti Pir sanki bugün söylüyormuş gibi dinleyebilir, için için inleyebilirsiniz:
“Mesnevi, kalplerdeki marazların şifası, dünyanın varına yoğuna ehemmiyet vermekten ileri gelen hüzünlerin cilası, Kuran-ı Kerim’in de zahiri ve batini apaçık manasıdır.”Merhum Tahir-ül Mevlevi Mesnevi’ye mükemmel ve muazzam bir girişle başlıyor ve öylesine canlı tablolar sunuyor ki insan bu ummana dalmak için adeta kendinden geçiyor:
İşte bir örnek:
“Zahid ve abid kimdir?
Allah’ın farzlarının yerine getir abid olursun. Hak Tealanın verdiği kısmete razı ol, zahid olursun, denilmiştir. Şu halde hakkın farzlarını tam manasıyla yerine getiren “Âbid”, az çok her ne ise, mukadder olan kısmetine rıza gösteren de “zahid”dir.
Zühdün esası gönül zenginliği ve kanaattir. Bu hazineye sahip olmayanlar zahit değildirler; aksine fasık-ı mahrumdurlar. Büyük zatlar: “Bulamamak da kısmetten sayılır!” demişlerdir.
Bulmaz yemezdir ekseri erbab-ı iffetin
Gördük zamanenin nice perhızkârını!Ümmetin kibarlarından Şakik-i Belhi Hazretleri meşhur İbrahim Edhem tarafından eli öpülmüş bir zattı. Hazret, bir defasında Bağdat halifesinin huzuruna çıkarılmış ve halifenin şu sorusuna muhatap olmuştu:
- Şakik-i zahid sen misin?
O da:
- Şakik benim, ama zahid sensin! Cevabını vermişti.
Halife tekrar:
- Bu kadar debdebe ve ihtişam içinde ben nasıl zahid olurum, diye sorunca, Şakik-i Belhi Hazretleri şu veciz cevabını vermişti.
- Cenab-ı Hak, dünya metaı için “kalil” demiştir. Sen o kalile yani aza kanaat etmişsin. Zahid ise aza kanaat eden kimsedir, deyince halife ağlamaya başlamıştı.
Şakik-i Belhi ile İbrahim Edhem bir gün buluşurlar.
Şakik “Ne yapıyorsunuz!” diye sorar.
İbrahim Edhem ‘Bulursak şükür, bulmazsak sabrediyoruz’ der.
Bunun üzerine Şakik: ‘Horasan’ın köpekleri de böyle yapıyorlardı!’ deyince İbrahim Edhem: ‘Siz ne yapıyorsunuz?’ diye sorar.
Şakiki Belhi Hazretleri: ‘Bulursak dağıtıyoruz, bulmazsak şükrediyoruz’ cevabını verince İbrahim Edhem “Üstadsın” diyerek Şakik’in elini öper.İşte Mesnevi-i Şerif, riyakar abidlerin ve zahidlerin değil, Şakik-i Belhi ve İbrahim Edhem gibi hakiki zühd erbabının feyzinden ve seviyesinden bahsettiği gibi, garip ve nadir fıkraları parlak ve şairane tasvirleri, gayet açık ve kuvvetli, akli ve nakli delilleri ihtiva eder. Hem de “Bana az kelime ile çok mana ifade etmek hassası verilmiştir” buyuran Yüce Peygamberimizin kâmil verasetinin eseri olarak, az kelime ile çok manayı ifade etmiştir.
İrfan hayatımızın unutulması mümkün olmayan mümtaz simalarından biri de Tahir-ül Mevlevi veya Tahir Olgun’dur. Biz onu daha çok Mesnevi şarihi olarak tanıyoruz. Bilindiği gibi Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin şaheseri Mesnevi bir çok kalem erbabı tarafından şerhedildi. Hiç şüphesiz bunların içinde en meşhuru İsmail Ankaravî’nin yazdığı yedi büyük cilttir. Ancak hazindir ki bu hazine bugün anlaşılmayacak haldedir. Diğer Mesnevi şerhlerinin bazıları ise ya yetersiz ya şerhsiz veya ehil olmayan kimseler tarafından kaleme alınmıştır.
İşte bütün bunları düşünen merhum Tahir Olgun soyadına yakışan olgunluğuyla ve olanca dolgunluğuyla Mesnevi’yi on dört cilt halinde şerhetti.
Zaten kendisi yıllarca Laleli ve Süleymaniye Camiinde Mesnevi okutmuş bir Mevlevi idi. Rahatça söyleyebiliriz ki onun yaptığı bu şerh; tefsir, hadis, tasavvuf ve diğer İslami ilimlerin muhassalası olup bugünkü neslin rahatça anlayabileceği büyük bir hazinedir.
Mesnevi şerhinin dışında “Müslümanlıkta İbadet Tarihi” “Şeyh Şamilin Gazâvâtı” “Matbuat Alemindeki Hayatım” ve “Edebiyat Lügatı” gibi birbirinden güzel eserler yazan Tahir Olgun Bey aynı zamanda öğrencileri tarafından çok sevilen bir muallim idi. Hoşsohbet nüktedan, mükrim ve mültefit olduğu için etrafında hayranları hiç eksik olmazdı. Evi, adeta edebiyatçılar meclisiydi. Merhum hocamız Mahir İz’in naklettiğine göre Tahir Olgun hem aruz veznini hem hece ölçüsünü maharetle kullanan güçlü bir şairdi.
“Şair Nefi’nin heccevliğine kızarak ona “kelp” diyen, zamanın meşhur simalarından Tahir Efendi hakkında, Nefi’nin söylediği meşhur:
Tahir efendi bana kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir.
Kıtasına asırlar sonra Tahirül- Mevlevi –bütün Tahirler adına- Nef’iye şöyle cevap vermiştir:
Zehr-i hücvi cihana neşredenin
Dili bi-şek zebanı ef’idir.
Tahir olmaz köpek, fakat beşere
Nef’i vardır o halde Nef’i’dir.
Demek istiyor ki: ‘Hiciv zehrini cihana yayan kimsenin dili, engerek yılanın dili gibi zehirlidir. Köpek temiz –Tahir- değildir, fakat insanlara faydası vardır. O halde faydalıdır. –Nef’i’dir.
Tahirül Mevlevi öyle ince düşünceli, hassas ve büyüklerine hürmetkâr bir zattı ki –rivayete göre- vasiyeti gereği tabutu hocasının kabrinin hizasından geçirilirken –hürmeten- omuzlardan indirilir... Mezarın seviyesine getirilip öyle devam edilir.
Yine Mahir Hocamızın nakline göre mezar taşına yazılmak üzere şu dörtlüğü kaleme almıştı:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Boş gelmedim ya Rab ben suç getirdim.
Dağlar çekemezken o ağır yükü,
İki kat sırtımla çok güç getirdim...Merhum Tahir Olgun’dan bir nükte daha naklederek bu bahse son verelim:
Adları öğretmen olduğu halde mal edip kendilerine sadece diplomalı cahil diyebileceğimiz eğitimcilerin gittikçe çoğaldığını üzülerek görüyoruz. Az da olsa böyleleri eskiden de vardı. Tahir Olgun merhumun bir zamanlar görev yaptığı Kuleli Askeri Lisesi’nin edebiyat öğretmenlerinden Sadık adındaki yarı cahil de bunlardan biriydi. Edebiyat adına hatırlayabildiği tek nükte “kelp tahirdir” cümlesi olan bu adam ne zaman görse Tahir Olgun Bey’e takılır; olur olmaz yerde ve zamanda “Söyle bakayım Hoca kelp Tahir mi değil mi?” diye konuşmaktan kendini alamaz. Tabii son derece kibar ve efendi bir zat olan ve Mevlevi terbiyesi taşıyan Tahir Bey hiç cevap vermez veya hafif gülümsemelerle geçiştirir. Fakat adam arsızlığını ve kabalığını sürdürmeye kararlıdır. Her karşılaşmasında aynı soruyu sormaktan kendini alamaz. Nihayet bir gün Sadık Efendi bir dost meclisinde yine:
- Yahu! Şu kelbin Tahir olup olmadığını hâlâ anlayamadık deyince Tahirü-l Mevlevi artık dayanamaz; şu can alıcı cevabı verir:
- Azizim, kelbin Tahir olup olmadığı hala tartışılıyor ama “Sadık” olduğu kesin!
Allahın rahmeti o güzel insanların üzerine olsun…
[/b]