Ruhan yazdı:
İspata hazırız.
Said Nursi'nin Mektubatı ; Beşinci Mektup ; 26:
" Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Buradaki alıntıların hiçbirisi Mektubat-ı Rabbani'de yoktur. 3-4 senedir, bu satırları bulup önümüze getiren olmadı.
İşte ispat edilmiştir.
1- hakaik-i imaniyenin: İman Hakikatlerinin
Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)
Ruhan yazdı:
2- velâyet-i vustâ: Orta velayet
Oradaki Velayet açıklamalarıyla beraber Mektubat'ta böyle bir kavram yoktur.
Hem demiş ki: “Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”
mübarek Ruhan kardeşim aşağıda bakınız,
bakınız İmam Rabbani, Mektubat 1:240 (260. Mektup)
Mektubat-ı Rabbani'den bir alıntı : "Ey oğlum! O makâmda, ilm-i husûlî ve ilm-i huzûrî demek, misâl ve benzetmek yolu ile söylenir. Çünki, Zât-i ilâhîden ayrı olan sıfatlar, ilm-i husûlî ile bilinir. İ'tibârât-i zâtiyye, Zât-i teâlâdan hiç ayrı değildirler ve ilm-i huzûrî ile bilinirler. Çünki bu makâmda, ilm, bilinen şeye yalnız bağlanır, bilinen şeyden hiçbirşey ilmde bulunmaz. Te'ayyün-i evvel demek olan, o büyük şehrde, Peygamberlerin ve meleklerin bütün vilâyetleri vardır. Mele-i a'lâ denilen meleklerin yükseklerinin
(Vilâyet-i ulyâ)sının sonu bu makâmdadır. Bu makâmda, bu te'ayyün-i evvelin, hakîkat-i Muhammedî olup olmadığı düşünüldü."
"Bu seyrden sonra, eğer yükselmek nasîb olursa, zıl dâiresinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dâiresinde Seyr-i fillah ile seyr olur.
Vilâyet-i kübrâ derecelerine başlar. Bu vilâyet-i kübrâ, Peygamberlere (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" mahsûsdur. "
Ruhan yazdı:
3- Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.
Mektubat'ta böyle bir cümle ve açıklama yoktur.
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Mektubat-ı Rabbani : 75. Mektup, 91. Mektup, 94. Mektup.
Ruhan yazdı:
4- İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
Mektubat-ı Rabbani'de ahir zamanında başka bir yola süluk ettiğine dair açıklama yoktur. İmam Rabbani Hz.lerinin mübarek oğulları ve torunları da böyle başka bir yol sülukundan bahsetmemişlerdir. ASLI YOKTUR.
Bir hususun yokluğu ispat edilemez. MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bunlar Mektubat'ta var diyenin getirip göstermesi lazım.
Bu Said Nursinin bir yorumu sanıyorum, kaldı ki İmam Rabbani'nin ölüme yakın olan bu davranışı Mektubat-ı Rabbani'de yer almaz diye düşünüyorum.
Ruhan yazdı:
Mübarek Ruhan Kardeşim, Allah razı olsun sizden ki, İmam Rabbani Hazretlerinin Mektubat eserini inceleme fırsatım oldu yazdıklarınıza istinaden ki, artık Mektubat-ı Rabbani'yi de okumam lazım gelir bunda böyle.
Ancak şunu da gördüm ve yukarda ispat ettim ki (ilgili Mektubat-ı Rabbani'nin mektuplarına baktığımızda, belki cümle cümle değil de, anlam olarak görebiliyoruz.), Risale-i Nur'ların Mektubatındaki alıntılar, anlam olarak Mektubat-ı Rabbani'den alıntılardır, burda bir yanlışlık yoktur. Belki Molla Said Nursi, bizim türkçemizle değil de, Mektubatı Rabbani'deki anlamlarını, risalelerin dili olan Osmanlıca kaleme almış/aldırmıştır zannediyorum.
vesselam..