"İnsanların taş üzerine kazdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir”…
Şekür halen saygın bir akademisyen olarak, hem Amerika’da Newyork Eyalet Üniversitesi’nde hem de Avrupa’nın değişik akademilerinde dersler veren bir düşünür. Dünya onu bir tasavvuf deryası olarak tanıdığı kadar, ruh sağlığı, bireysel ve aile terapileri bağlamında da saygıdeğer bir bilim adamı olarak takip ediyor. Zagrep Üniversitesi’nde ders verdiği dönemlerde, kişisel olarak başlattığı Bosna Dayanışma Hareketiyle de tanınan bilgin, özellikle savaş sonrası ailesini yitirmiş, ailesi dağılmış, fiziki-ruhsal travmalara düçar olmuş çocukların yeniden hayata bağlanmaları konusunda da önemli terapi girişimlerine imza atmış…
Oldukça mütevazi, nazik hatta mahcup tavırlarıyla gönlümüzü dolduran Şekür, dua ve himmet talep eden okuyucuları olarak hiç birimizi kırmadı. İmzaladığı kitaplarını, birer dua metnine dönüştürdü. Hepimize ayrı ayrı, özel hallerimize göre yazdığı kısa dualar, bizler için unutulmaz birer ikrama dönüştü. Dua, himmettir, gönülden kopan kuvvetli ve karşılıksız bir temenni, Allah’a yönelmiş bir iyilik talebidir. Dua, denizdir. Sınırsız ve engin. Kaplayıcı, taşıyıcı, ulaştırıcı… Süleymaniye Külliyesi, o gece ışıl ışıldı…
Arayış içinde olan herkese, alacağı nice ibretli derslerin, hakikatlerin dercedildiği “Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabı, Üstad’ın modern dünya insanına yönelttiği bir tür kendine dönüş çağrısı aslında… İmajların ve hızlı teknolojinin görkemli resmi geçidinde, her birimizi hipnotize olmuş birer uyurgezere çeviren şu hakikatten uzak çağda, göz bağlarımızı gevşetecek bir yolculuğa çağırıyor Şekür… İlk ve Son(suz) gerçek olan Alemlerin Rabbine, kulun Yaratıcısına, parçanın Bütüne, gurbet ehlinin Anayurduna, dönüş macerasını anlatıyor kitabında Üstad…
“Bir kapı vardı, anahtarını bulamadığım Bir perde vardı arkasını göremediğim Derken biraz kelam Ben ve Sen üzerine Sonra sanki ne Sen kaldın ne de Ben…”
diyor ya Hayyam… İkilikten, karmaşadan, şikayetten, dedikodudan, satıhtan, hakikate, tevhidin ve birliğin aşkına geçmekten söz ediyor. Kitabı bitirdikten sonra, Fuzuli’nin “Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni” şeklinde terennüm ettiği ki; beni uzun yıllarca korkutmuş niyazını da bir kere daha düşündüm… Şekür’ün nazarında aşk; insanın yaradılış hakikatine has bir yoldur. Nice ince çileleri, nice derin vadileri olan bir garipler yoludur. Kah çöl kadar ıssız, kah dalgalı bir umman kadar çetin, bazen tekinsiz bir uçurum, bazen de bağrında yolunu yitireceğiniz bir mağara… Aşk ehline sabırlı ve cesur olmak düşecektir bundan sonrasında. Göz bağından kurtulmak ve hakiki hürriyete kavuşmak için, tüm ayrılık vadilerini birer birer geçmek, her acıdan bir yudum içmek, her ah’tan bir hatır sormak gerekecektir belki de… Hasılı, hakikat arayıcısı, bir yolcudur. “Su Üstüne Yazı Yazmak” da sizden daha evvel yola çıkmış eski bir yolcunun size armağan ettiği bir yol haritası, bir yol defteri gibidir…
“Peki insan aşka nasıl erişir diye soracaktır bu sefer arayışçı. Bu tarif olunmaz hale girişin bir tek yolu vardır kardeşim: Tevekküle giren kapı. Derin ve karanlık bir uçurumun kenarına açılır bu kapı. Gözünü kapayıp, elini Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’ın eline, kalbini Kadir-iMutlak’ın kudret eline bırakmalı ve sonra da kendini uçuruma savurmalısın. Bu savurma, feragat dediğimiz, terk diyebileceğimiz şeydir aslında. Başlama noktasıdır. Her şeyi zerrece şüphe etmeden, sorup sual etmeden Asıl Sahibine verme yeridir burası. İyi bil ki burada birazını vermek diye bir şey yoktur…”
Bizlerin hikayemsi bilinçaltımızda tekerrür eden “masumiyet” ve “kurban” telakkisi, modern sanat eleştiri dilinde, çoğu kez “çıkışsızlık”, “platonizm”, bir tür “ajite-anlatı” olarak karşılık(sızlık) buluyor. Bu, modern zihin dilinin zannettiği gibi beylik anlamda bir “dertseverlik”, klişe manada bir “melo-dramatik sapma” değildir. Bu, bizim özümüze, daha doğmadan kulağımıza üflenmiş gurbete düşmüşlük bilgisinin, ıstırabının, şikayetler harmonisidir. Evet, Şark’a dairdir ve gelenekseldir. Yeryüzüne düşmüş parçacığın, bütüne bitişme telaşı ile anlattığı gurbet hikayesidir… Şekür, salt anlamda bir edebiyatçı değil, hayatın hakikatini soran bir arayışçı, yolcu ve haritacıdır…
İnsan Yayınlarına, Ayşe Şasa’ya, Ezel Erverdi’ye, Mahmut Erol Kılıç’a, Sevin Okyay ve Senai Demirci’ye, tekraren teşekkürler ederiz.
(Muhyiddin Şekür, Su Üstüne Yazı Yazmak, İnsan Yayınları, İstanbul 2009)
(GERÇEK HAYAT, 08 MAYIS 2009)
|