MÜZEHHİPLER
El yazması kitapların yazılarının etrafını, başlangıç ve son sayfalarını yaldız ve çiçeklerle tezyin eden sanatçılara “Müzehhip" denir. Yazı ile birlikte yürüyen bu ince sanat, Doğu’da gelişmeye başlamış, Selçuklular devrinde çok değerli eserler vermiş, daha sonra Osmanlılara geçerek XVI. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. XV. ve XVII. yüzyıl ararsında çok müzehhipler yetişmiştir. Anadolu ve Osmanlı topraklarında yetişmiş ve ve çalışmış sanatçıların hepsinin isimlerini tespit etmek ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Türk müzehhiplerinin sayılamayacak kadar çok olduklarını arşivlerdeki eski kayıt defterlerinden öğrenebiliriz. Diğer taraftan Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde, İstanbul'da ve Avrupa'nın çeşitli müzelerinde eski eserlerin bulunduğu kütüphanelerde o devirlere ait çok çeşitli ve zengin tezhip örneklerini bulmak ve incelemek de mümkündür. Yalnız hangi eserin tezhiplerini hangi müzehhibin yaptığını tesbit etmek oldukça güçtür. Çünkü yaptıkları eserlere XVIII. yüzyıla kadar imza atan müzehhibe pek rastlanmaz. Müzehhipler arasında hattat olanlar bulunduğu gibi, sırf merak sebebiyle müzehhiplik yapanlar da vardır. Müzehhipler yalnız tezhip yapmakla kalmamışlar, kâğıt boyamış, ebru ve cild yapmış, şiraze örmüş, duvar kağıtları ve kutular üzerine ince nakışlar da işlemişlerdir. Pek çok müzehhip kullandıkları altın yaldızı ve boyaları kendileri yaptıkları gibi fırça ve tahrir mürekkeplerini de kendileri hazırlamışlardır (40). Osmanlıların politik merkezi olduğu kadar ilim ve sanat merkezi de olan İstanbul’da sayısız müzehhip çalışmıştır. Bun¬lardan en yetenekli olanlar sarayın müzehhipler kârhanesi’nde çalıştırılmış, devletin resmi devletin resmi işleri bunlara tezhiplettirilmiştir. Ayrıca Padişahın ve devlet ileri gelenlerinin zevklerine uy¬gun eserler de yaptırılmıştır. Saray müzehhiplerine Hassa-i Nakkaş, bunların başlarına da Has Nakkaşbaşı denirdi. Ayrı¬ca saray dışında çalışan müzehhipler ile bunlara ait bir de çarşıları vardı. Gerek saray nakışhanesinde, gerekse serbest çalışan müzehhiplerin kendilerine mahsus teşkilât, örf ve âdet¬leri olduğu da bilinir. Nakkaşbaşı her şeyi yakından kontrol ederek, tezyini sanatların seviyesini titizlikle yüksek tutmaya çalışır. I No.lu İstanbul ahkâm defterinden öğrendiğimize gö¬re, nakışhanede uygulanan bir çok kurallar ve yasaklar var¬dır Meselâ, usta bir nakkaş çırak almak istediği zaman, bu bütün ustaların ittifakı ve nakkaşbaşının da izni ile mümkün olmaktadır. İzinsiz şakirt almak, çıraklarını üç yıldan önce serbest bırakmak yasaklanmıştır. Bu yasaklara uymayan ustaya bir yıl boyunca çırak tayin edilmez. Ustalık mertebesine eriş¬memiş nakkaşların sakal bırakmaları da yasaklar arasında¬dır (41). Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik bakımdan rahat olduğu dönemlerde, lâyık oldukları ilgiyi fazlasıyla gören sanatçılar, devletin zayıf düştüğü zamanlarda da sefalet içinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Bunların arasında zamanının en gözde sanatçıları da vardır. Nakkaş Osman, Karamemi ve Levnî gibi. Prof. Dr. A-Süheyl Ünver’in müzehhip Karamemi'nin saraydaki nakışhane kadrosu için verdiği listeden öğrendiklerimize göre, Karamemi'nin 952 H. / I454 M. tarihinde 29 kişilik kadrosuna günde toplam 214 akçe ödenmektedir. O zamanın değerlerine göre bu para ile müzehhipler güçlükle geçinebilirler. Ellerine geçen bu azıcık para ile kimi zaman çok sıkıntı da çekmişlerdir. (42). Tevekkül içinde günü gününe bir yaşam sürdürdükleri için geleceğe dönük her hangi bir endişe duymaz, önlem de alamazlar. Hasse-i Nakkaş olanlar çeşitli beratlarla yabancı hükümdarlara yazılarak gönderilen nâmeleri, emirlere konulan tuğraları tezhip ederler. Tezhip edilen her tuğra, yaldızları, göz kamaştıran renkli çiçekleri; lâleler, güller ve karanfıllerle süslenen bir sanat eseridir. Saray nakkaşları her bakımdan daha geniş imkânlara sahip oldukları gibi bütün ihtiyaçları da devlet tarafından sağlanmaktadır. Saray dışında çalışan müzehhip dükkânlarında tuğraların tezhip ve tahrirlenmesi yasaklanmıştır Bu yasaklamaya rağmen zaman zaman gizli ola¬rak bazı tuğralar dışarda da tezhiplenmiştir. Bu durum bazı çekişmelere sebep olmuştur. 1104 H./1692 M. yılında Hasse-i nakkaşbaşı Hacı Hasan zamanında Hasse-i Müzehhip ve mücellid vekili olan Ahmed tarafından bazı tuğralar dışarda tezhipletilmiş, bu yüzden Hasse-i Nakkaşbaşı ile araları açılmış ve nakkaşbaşı tarafından Divâna şikâyet edilmişti. Bundan iki yıl sonra 1694 M. tarihinde savaşlar yüzünden her sınıftan sanatçının çok sıkıntı çektiği bir dönemde, dışarda sanatın¬da yeteneğini ispatlamış müzehhiplere geçimlerini sağlama¬ya yardımcı olmak amacıyla yine gizli gizli tuğra tezhipleri yaptırılıyordu. Hasse-i Nakkaşbaşının bu olaya el koyması o dönemin yetenekli müzehhiplerinden olan Mehmed, Ali, Abdülbâkî ve Mehmed isimli dört üstadını çok üzmüş ve kırmıştı. Bunun üzerine Sermücellid ve kâğıt emini eli ile Divâna di¬lekçe vererek müzehhiplik konusunda usta olup olmadıklarının ispatlanmasını istediler. İmtihan yapıldı, dördünün de Has¬se nakkaşları kadar usta oldukları kabul edilerek olay tatlıya bağlandı(43). Serbest çalışan müzehhiplerin saray ve padi¬şahla temaslarını sermücellidin sağlamış olması kesin olma¬sa bile bu teşkilâtın âmirinin Sermücellid olduğu kanısını uyandırmaktadır. Türk resim ve tezhip sanatları toplumun geniş kesimine hi¬tap eden bir sanat türü değildir. İlmi ve dini eserlerin kitap illüstrasyonları olarak gelişmiş bir sanat türü olduğundan an¬cak kitapla ilgilenip, eline alan ve okuyanlar bu resim ve tez¬hipleri görebilir. Her bilimsel eserin bir çok kopyesi yazıldığı için pek çok nakkaş, müzehhip ve hattatın yetişmesi müm¬kün olmuştur. Sadece XV. yüzyıl ile XVII. yüzyıl arasında sa¬ray hazinesinden maaş alarak görevlerini sürdüren sanatçı sayısı elde kalan mevacip defterlerinden öğrenildiğine göre 526'dır (44). Saray nakışhanesinde çalışan 45 çeşit sanatçı tespit edildiği gibi, zaman zaman bunların sayıları 2000'e ka¬dar da yükselmiştir. XVI. yüzyılın son yansıyla XVII. yüzyıl¬da saray içindeki nakkaşlar nakkaşbaşı kârhanesi denilen mirî yani hükümet nakışhanesi olarak Sultan Ahmed'de Topkapı Sarayı bahçesinde Arslanhane'nin üstündeki kat kat kârgir hücreleri kullanmışlardı. Sayıları oldukça fazla olan nakkaş ve müzehhipler de buralarda çalışmışlardı. Hasse ve mirî nak¬kaşlarından bir sınıfı vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, zeamet ve tımar sahiplerinin beratlarını nakışlarla tezyin ederken, di¬ğer bir sınıf da küçük dirik yani tımar ve zeamet beratlarını tezyin etmekle görevliydiler(45). Saray dışında şehir içinde çalışan sanatçıların yüzden faz¬la dükkânda çalıştıkları bilinmektedir. Bu dükkânlar sanatçı¬ların eserleri ile süslenmiştir. II. Beyazıt Camii yapılırken (1481-1512) kâğıtçılara karşı 7 dükkân yapılmış, bu dükkân¬lara da müzehhipler yerleştirilmiştir. II. Beyazıt'ın tezhip sa¬natına olan aşırı ilgisi ile tezhip bu dönemde teşvik edilmiş¬tir. İstanbul'daki müzehhipler her yıl bir kere Ok Meydanı'ndaki Okçular tekkesinde toplanarak törenle öğrencileri¬ne icazet verirlerdi. Osmanlılarda müzehhiplik XV. yüzyılın ilk yarısında görül¬meye başlamıştır. İlk zamanlarda Selçukluların tezhibinden etkilenmiş olan Osmanlı müzehhipleri İran sanat geleneğini sürdürmüşlerdi. Tebriz'den İstanbul'a gelen hattat, nakkaş ve müzehhipler uzun zaman Türk sanatı üzerinde derin etkiler bırakmışlardır. XV. yüzyılın önemli müzehhipleri arasında Amir Halil, Mirak sayılabilir. Amir, Ruhullah Bihzad'ın da hocasıdır (46). Mustafa Âli, Menâkıb-ı Hünerveran adlı eserinde Nişaburlu Molla Simî isimli sanatçıdan söz eder. Meşhed-i Radaviye'de oturduğunu, altı kalemde, güzel söylemekte, muamma ilminde, yaprakların boyanmasında, tezhip, zerefşan ve vassallık (Portrecilik)'ta usta olduğunu, XV. yüzyılın onunla övündüğünü. Mevlânâ Abdü'l-Hayy'ın onun öğrencisi olduğu için beğenildiğini ve herkesçe sevildiğini yazar. Baysungur Mir¬za tarafından beğenilip takdir edilen Sebzvarlı Emin Şahin'den söz ederek, özellikle güzel yazı, tezhip ve tasvir konu¬sundaki geniş bilgisinin yanı sıra, şair ve müzisyen olduğu¬nu, çok güzel ud çaldığını da belirtir(47). Gelibolulu Alî adı geçen kitabının müzehhipler başlığı taşıyan bölümünde, en tanınmış ve ün kazanmış müzehhipler arasında Enisî'nin öğ¬rencilerinden Buharalı Mir Adud ile Şirazlı Molla Yarî'nin isim¬lerini verir. Şah Tahmasp'ın nakışhanesinde çalışan Bağdat¬lı Hasan ile onun öğrencisi Tebrizli Muhammed Ali, Tebrizli Hasan Big, hattat Molla Kutb'un kardeşi müzehhipliği kadar vassallığı ile de bilinen Yezdli Molla Şeref ile Şahkulu'nun öğ¬rencilerinden ince ve zarif tezhipleri ile tanınan Tebrizli Ali Can'ın sanatında çok yetenekli olduğunu ve eşi benzeri bu¬lunmayan çok güzel eserler yaptığını belirtir. Bunlardan baş¬ka halkâride çok başarılı olan nakkaşlardan Kudret'in Manî yaradılışlı ve Bihzad kalemli bir sanatçı olduğunu da yazar (48). Safevi devri müzehhiplerinde Molla Valî'nin öğrencisi olan Yarî yaşadığı dönemde yaldızcı diye tanınır. Fakat yazısı yal¬dızcılığından daha iyidir. Dost Muhammed, o devrin saray kü¬tüphanesindeki müzehhiplerden söz ederek, "Mirat-el müzehhip" ile işleri babasınınkiler kadar güzel olan oğlu Kıvam-el-din Mesud’un isimlerini verir. Mevlâna Abdullah Şirazî, Sultan İbrahim Mirza'nın öldürülmesinden sonra sa¬ray kütüphanesine tayin edilmiş olduğunu (1574) belirtir. Yine o devrin müzehhipieri arasında yer alan Mevlâna Hasan Bağ¬dadî, Yarî ile kıyaslanacak kadar iyi bir müzehhip olup yaşa¬dığı dönemde sanatta yol gösterici bir usta, eşsiz bir sanatçı¬dır. Tezhip işini adeta bir mucizeye dönüştürmüştür. Mev¬lâna Barî de bu sanatın önde gelen isimlerindendir(49). İranlı müzehhiplerden bir başkası da Şah Mahmud Nişaburî'dir. İs¬tanbul'da, Bağdat Köşkü kütüphanesinde 407 ve 409 numa¬ralı, Köprülü kütüphanesinde de 375 numarada kayıtlı el yaz¬ması kitapların bu sanatçıya ait olduğu Dr. İsa Selman tara¬fından tespit edilmiştir. Şah Mahmud Nişaburî hem hattat, hem de müzehhiptir. Timur'un torunu Baysungur zamanın¬da Semerkand'a gelmiş, burada bir kaç çeşit hat yazmayı öğ¬renmiştir. Şah İsmail zamanında Nestalik hat yazmış ve tez¬hipte ün sahibi olmuş, daha sonra Tahmasb bin İsmail Safevi'nin kâtipliğini yapmış, Tus şehrine yerleşerek 972 H. / 1564 M. yılında ölünceye kadar yirmi yıl burada çalışmıştır(50). Ti¬mur'un torunu Şahruh'un oğlu olan Baysungur'un Herat'da 1421 yılında Bağ-ı Sefid sarayında kurduğu sanat akademi¬sinde çalışan pek çok sanatçının arasında Mevlâna Alî ve Mah¬mud isimli sanatçılar da hem müzehhip hem de nakkaş olanlardır(51). 840 H. / 1463 M. tarihli Şair Ahmedî'nin "Tervihü'l Ervah" isimli tıp kitabını yazan ve tezhiplerini yapan sanatçı Konya Aksaraylı Ahmed bin Hacı Mahmud'tur. İlk Osmanlı devrini etkileyen Karamanoğullarından bir müzehhiptir. Anadolu Sel¬çuklu İmparatorluğu zamanından beri hükümdar saraylarının bir nakışhanesi vardı. Burada hattat, nakkaş ve müzehhipler hep bir arada çalışarak hem kitapların hem de ülkenin her yerinde yapılan binaların tezyînatının esaslarını hazırlamışlardır. Konya'da yaşamış olan kitap ressamları arasında Muh¬lis bin Abdullah (1278), Mehmet bin Abdullah (1279), Yusuf bin İsa (739 H.), Celâleddin Yusuf (1353), Hasan bin Osman (683-770 H.), Mehmed bin Kutlu (791 H.), Hasan bin Ahmed (784 H.), Osman bin Abdullah (726 H.), Ahmed bin Mehmed (732 H) çalışmalarını daha çok tezhip sanatı üzerinde yoğun¬laştırmış olup devrin önemli sanatçıları arasında gelirler. Muh¬lis bin Abdullah, ilk Mesnevi tezhipçisi olarak bilinir. Diğerle¬ri de onun izinden yürüyerek ortaya güzel eserler koyan sa¬natçılardır. Bu sanatçılara ait eserlerden bazıları bu gün özel kolleksiyonlarda, bazıları da Mevlâna müzesinde bulunmak¬tadır. Teknik ve renk bakımından tamamiyle orijinal bir işçi¬lik gösteren bu eserlerin iç sayfalarında ve kapaklarında çok zengin, değişik örnekler yer almakta olup, o dönemin renk zenginliğini ve ifade olgunluğunu gösteren ender örneklerdir(52). Fatih Sultan Mehmet için istinsah edilmiş olan bazı kitap¬ların tezhipleri XV. yüzyıl içinde müzehhipliğin gelişmeye baş¬ladığının en güzel işaretleridir. XV. yüzyıl müzehhiplerinden Şehabüddin Kudsî'nin ismini verebiliriz. Kudsî yaptığı tezhip¬lerin kenarına ismini de yazmıştır(53). Nakışhane geleneği Osmanlı İmparatorluğu’nda da sürdürülmüş olup başkent, Bursa'dan Edirne'ye geçtiğinde nakışhane de taşınmış, 1453'den sonra da İstanbul'da yeni saray denilen Topkapı sarayında çalışmalarını sürdürerek pek çok önemli eserler or¬taya konmuştur. Fatih'in özel kütüphanesi için her çeşit ko¬nuda yazılmış kitaplar müzehhip ve mücellidlere nakışlarla donattırılmıştır. Fatih zamanındaki nakışhanenin başında Ba¬ba Nakkaş olarak bilinen Özbek asıllı bir sanatçı vardır. Fa¬tih'in en yakınları arasına katılan ve Fatih'in güzel sanatlara olan ilgisinden, olgun düşünce ve fikirlerinden yararlanan Ba¬ba Nakkaş, Fatih'in diğer sanatçılarla yaptığı akademik top¬lantılara da başkanlık etmiştir. Baba Nakkaş, şahaserler ya¬ratan bir yeteneğe sahiptir. Nakkaşbaşı olduğu sıralarda atöl¬yesinde yüzden fazla sanatçı ve öğrenci ile birlikte çalışıp, onlara aynı zamanda hocalık yaparak çiniden demir nakışla¬rına, fresklerden cildlere, yazı ve tezhiplere kadar bütün tez¬yinat çeşitlerini bir elden ve bir temel esas üzerine oturtarak hazırlatmış büyük bir üstaddı (54). 1465'de Fatih, Baba Nak-kaş'a Çatalca yakınlarında İncegüz nahiyesine bağlı Kutlu kö¬yünü vermiş, Baba Nakkaş buraya yerleşerek bir yandan çift¬çilikte uğraşmış, geçimini sağlamış, diğer yandan da köye yap¬tırdığı üstü ahşap bir mescid, hamam ve çeşmenin tezyinatı¬nı tamamlamıştır. Öldüğünde bu köydeki caminin mezarlığı¬na gömülmüştür. Türk tezhip sanatının en olgun eserleri Fatih, Bayezid ve Kanuni devirlerinde verilmiş, özellikle Kanuni döneminde klâsik bir tezhip üslûbu yaratılmıştır. Kâğıt ve kitap üzerine yapılan bu tezyinat yapıldıkları devrin ev, konak ve saray tez¬yinatı hakkında fikir verdiği gibi o devrin zevkini de yansıt¬maktadır. Tezhipte XVI. yüzyılda eser veren bir başka sanat¬çı da II. Bayezid'tir. Heyete ait yazılan bir kitabın şerhinin ke¬narındaki tezhibin ona ait olduğu sayfa kenarındaki isminden anlaşılmaktadır. “Şerh'ül tezekkür fi-l heyet-i bîhat el-şarih ni¬şaburî amele Sultan Bayezid-i Veli mahtum buhtemehu" ifadesindeki "amel" sözcüğü de, padişahın tezhiple ilgisi oldu¬ğunu göstermektedir(55). Hasan bin Abdullah, Fadullah bin Arap, XV. yüzyıl sonu, XVI. yüzyıl başında II. Bayezid devri saray müzehhiplerindendir. Yavuz Sultan Selim devrinin en usta sanatçıları Ahmed, Hü¬seyin oğlu Taceddin Girihbend ile oğlu Hüseyin Balî'dir. Hü¬seyin Balî'nin silsilename resmi yaptığı söylenir(56). I. Se¬lim ve Kanunî zamanında ve daha sonra resim ve tezhip sa¬natları İstanbul'da büyük ilgi görmüş ve geçerlik kazanmış¬tır. Bu dönemde İran'dan gelen sanatçılann yanında yerli Türk sanatçılarının sayısı da oldukça kabarıktır. İran'dan İstanbul'a gelen sanatçılar hakkında Alî'nin Menakıb-ı Hünerveran'ından ve Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinden bazı bilgiler edinebiliyoruz. Nakkaş Şah Kulu, Mir Nakkaş İsfahanî, üstad Veli Can İran'dan gelen sanatçılar arasında isimleri geçenlerden¬dir. Nakkaş Şah Kulu II. Bayezid zamanında Tebriz'den ön¬ce Amasya'ya Şehzade Ahmed'in yanına gelmiş, I. Selim’in tahta çıkmasından sonra İstanbul'a gelmiş, Kanunî Sultan Sü¬leyman devrinde saray nakışhanesinde Nakkaşbaşı olarak gö¬rev yapmıştır. "Penahî" mahlası ile şiirler yazdığını Aşık Çe¬lebi'nin Tezkere-i Şu'ara adlı eserinden öğreniyoruz(57). Bu dönemin en ünlü müzehhiplerinden birisi de Mehmed Karamemi'dir. Menakıb-ı Hünerveran'dan Şah Kulu'nun öğ¬rencisi (Tirmizi) ile Kanunî Sultan Süleyman'ın saray nakışhanesini onun yönettiğini öğreniyoruz. Kanunî'nin "Muhibbî" mahlası ile yazdığı şiirlerinin toplandığı divanın tezhiplerini Karamemi yapmıştır. İstanbul Üniversitesi Kitaplığı'nda 5467 numarada kayıtlı bulunan bu divanın tezhiplerinin yapılma¬sında Karamemi'ye başka bazı müzehhiplerin de yardım et¬tiği düşünülebilir. Çünkü her sayfası şikaf ve sade olarak çok değişik desenlerle tezyin edilmiştir. Topkapı sarayının baş us¬tası olması sebebiyle Mehmed Karamemi'nin imzasını taşıma¬sına rağmen kollektif bir çalışmanın ürünü olduğu sayfalar¬daki işçilik ve renk farklılıklarından da anlaşılabilir. Karame¬mi, Kanunî döneminde XVI. yüzyılın klâsik tezhiplerinin en güzel ve en olgun örneklerini veren bir sanatçıdır. Bir yan¬dan altın ve lâcivertle yapılan klâsik tezhibin en güzel örnek¬lerini verirken, diğer yandan da buket ve tek çiçeklerde Türk zevkinin XVI. yüzyılda ilk örneklerini ortaya koyarak şukûfe tarzı süslemenin habercisi olmuştur. Doğayı stilize etmekte gösterdiği hünerle yaptığı örneği bir daha tekrar etmekten ka¬çınarak orijinal motifler de yaratmıştır. Karamemi bir ressam gözüyle renkleri de çok iyi değerlendirmeyi bilen ve renk ar¬monisine önem veren bir sanatçıdır. Klâsik tezhiplerinde ze¬min koyu renkte, çiçekler açık renktedir. Kullandığı motiflerin sayısı 700'den fazla olup, bu motifleri kendine göre bir üslupla yeni kompozisyonlar kurmak için kullanmıştır(58). Üstad-ı Rum olarak ün yapan Müzehhip Şaban, İstanbul nakışhanesi müzehhiplerinden Hüseyin, müzehhip Selânikli Ab¬dullah bin Mehmed ve onun öğrencilerinden müzehhip ve hattat Mehmed b. İlyas bu dönemin önemli sanatçıları arasında sayılabilir. Mehmed bin İlyas'ın 1547 M. tarihinde tezhipleri¬ni yaptığı Kelâm-ı Kadîm adlı eseri bu gün Topkapı Sarayı Koğuşlar kütüphanesinde 563 numara ile kayıtlı bulunmakta¬dır (59). Mehmed bin Taceddin Haydar Şirazî, Şirazlı olup, XVI. yüzyılda Kanunînin sarayında çalışmış, fakat İran zev¬kine uygun eserler vermiş bir sanatçıdır. Bayram bin Derviş'in de saray nakışhanesinde çalışan sanatçılardan birisi olduğu ve 1554'de öldüğü bilinir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde XVII. yüzyılda İstanbul'¬da kırk dükkânda yüz beş ve yüz dükkânda üç yüz müzehhip bulunduğunu yazmaktadır (60). Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş tezhip sanatı gelişme hızını ve güzelliği¬ni kaybetmeye başlamıştır. Hattat Derviş Ali'nin yazılarını Sü¬rahi Mustafa Efendi ismindeki müzehhip tezhiplemiştir. Müzehhip Karabahçeli Kara Mahmud'un öğrencisi olan müzeh¬hip Abdullah, Mustafa Efendi’nin yazılarına tezhip yapmıştır. Bu devrin önemli müzehhiplerinden birisi de Molla Güranili Beyazî Mustafa Efendi’nin oğlu ve öğrencisi olan Baruthaneli Abdullah Çelebi olup, Çinicizade Abdurrahman Efendi’nin tez¬hip işlerini yapmakla görevlendirilmişti. Yine aynı dönem sa¬natçıları arasında İnadiyeli imam'ı ve onun yanında yetişen Antalyalı Ali'yi de sayabiliriz. Müzehhip Sirkecizade'nin öğ¬rencisi olan Hafız Mehmed Çelebi, Hafız Osman Efendi ile kardeş çocukları olup, onun yazılarını da tezhiplemiştir. Ha¬fız Osman Efendi’nin yazılarının bir kısmını da Beyazî Musta¬fa Efendinin öğrencisi Kanbur Hasan Çelebi yapmıştır(61). Derviş Mehmed de klâsik üslûpta çalışan bu devrin saray nak¬kaşları arasındadır. XVIII. yüzyılda ise müzehhiplerden birisi Haydarpaşalı İb¬rahim Çelebi'dir. Eğrikapılı Rasim Efendi’nin eserlerini tez¬hip etmiş olup, Mısırlı üstad Hasan'ın şakirdidir. 1747 yılın¬da ölen müzehhip Bursalı İbrahim, aynı zamanda iyi bir hat¬tattır. Bursalı hezarfen, müzehhip ve ressam olarak tanınmış, sarayda hat dersleri vermiş, pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bu sanatçının 1740 yılında öldüğü bilinmektedir. Müzehhip Ha¬san (1732), Kefeli Hasan, Sultanselimli Reşid Mustafa Çele¬bi, Sirkecili müzehhip Osman, Drağmanlı Süleyman Çelebi, Yenibahçeli Kara Mahmud, Bursalı Abdurrahman Çelebi, Arif Bey, Ali Musavvir, Seyyid Ahmed bu yüzyılın isimleri bilinen fakat eserleri bilinmeyen sanatçıları arasındadır. Ahmed Vehbi ise halkârda usta bir sanatçı olarak bilinir. Abdullah bin Mus¬tafa Kur'an tezhipleri ile tanınır. III. Ahmed devri müzehhip¬lerinden Ahmed Hazine ise aynı zamanda hattat ve mücelliddir. I. Mahmud zamanında ünlü olmuş sanatçılardan birisi de müzehhip İsmail'dir. I. Mahmud için tezhiplediği çekmeceyi padişah çok beğenmiş ve bu nefis esere karşı ona dört Zer-i Mahbub vermiştir (Altın lira). Ayrıca çok zengin hediyelerle ödüllendirilmiştir(62). Müzehhip İsmail ile aynı dönemde ya¬şamış, eserleri beğenilen ve padişah tarafından ödüllendiri¬len müzehhip Bursalı Mehmed Efendi, hazine koğuşundandır. Hane-i Hasseden müzehhip Ahmed Ağa, müzehhip Ali Sa¬dık ve Abdurrahman da bu dönemin ünlü sanatçıları arasın¬dadır. Dönemin ünlü müzehhiplerinden Abdullah Buharî se¬kiz deste altın ve kırk dirhem lâcivertle tezhiplediği bir çek¬meceye karşılık olarak 50 kuruş almıştır. Daha önce söyledi¬ğimiz gibi, Enderun dışındaki sanatçılara da saray için sık sık eserler yaptırılırdı. 1143 H. / 1730 M. tarihinde Selâhlar odabaşısı Mahmud, silâhtarağa aracılığı ile kendi resmini, Mekke ve Medine'nin resimlerini yaptırarak padişaha takdim etmiş¬tir. III. Osman devrinde Derviş Salih Padişah için bir dürbün zarfı yaparak, takdim etmiş, 15 kuruş ile ödüllendirilmiştir. Eski sır kâtiplerinden Ahmed Ağa da III. Osman'ın, eserlerini çok beğendiği mücellidlerdendi. Güzel sanatlara karşı aşırı ilgisi ve sevgisiyle bilinen III. Se¬lim devrinde sanatçılar himaye edilmiştir. Bu devrin nakkaş¬ları arasında yer alan Hafız, yapmış olduğu şükûfeler ve hilye tezhipleri ile bol bol ödüllendirilmiştir. Yine aynı dönem¬de yaşamış bir başka sanatçı da Hatif Efendidir. Padişahdan üç cild, kitap, iki cilt Mushaf-ı Şerif, bir divan ve bir tarih tezhibine karşılık 123 kuruş ihsan almıştır(63). Bu dönemin en önemli sanatçılarından birisi Yusuf Mısrî'nin şakirdlerinden olan Üsküdarî Ali Çelebi'dir. 1133 H./1721 M. tarihinden 1178 H./ 1765 M. tarihine kadar kırkbeş yıl sa¬natla uğraşmış, pek çok eser bırakmıştır. Ali Üsküdarî'nin eserleri tarihli ve imzalı olduğundan tanınması kolay olmuş¬tur. Hattat Mehmed Rasim'in yazılarını tezhipleyen ve Sultan Selim'le Raşid Mustafa Çelebi'ye hocalık eden (64) Ali Üskü¬darî, yeteneğini daha çok lake işlerinde göstermiş olmakla beraber, Türk Talik yazısını çok güzel yazmıştır. Aynı zamanda mücellid de olan Üsküdarî, III. Sultan Ahmed, I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa dönemlerinde sarayda çalışmış ve en güzel eserlerini padişahlar için yapmıştır. Bu gün eserlerinin dokuz tanesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde bulunmak¬tadır. Beşi kalemdan kubur, iki yazı çekmecesi, ikisi de yaydır(65). Üsküdarlı olduğu, hemen her imzasının sonuna ek¬lediği sözcükten anlaşılan Ali Çelebi'nin mezarının da Üskü¬dar'da Ahmediyye'de Ağa hamamının karşısındaki küçük me¬zarlıkta olduğu zannedilmektedir. Ruganî Çelebi, Ruganî Üs¬küdarî gibi bazı değişik isimler de verilen Ali Üsküdarî, klâsik Türk tezhip süslemesinden örnekler verdiği gibi, Batı tezyi¬natı etkisinde bazı eserler de vermiş, bunlara kendi ince sa¬nat zevkini katmayı da bilmiştir. Çiçek, demet ve buketleri¬nin her çeşidini çok itinalı ve titiz bir çalışmayla ortaya koymuştur. XVI. yüzyıl çini desenlerinin onun çalışmalarını etki¬lediği ve onu ilham kaynağı olduğu bilinmektedir(66). Yaşa¬dığı dönemin en zarif ve duygulu sanatçılarından biri olan Ali Üsküdarî, çok çeşitli eserler yapmıştır. Bunlar arasında ku¬bur (Hokkalı kalemlik), divit, lake kablar, cönk tarzında şiir defterleri, çekmece, altlık tezhipleri v.s. sayılabilir. Nâbî Divanı'nın tezhiplerini yapan sanatçının çok sayıda şiir def¬teri hazırladığı ve bunların her birini ayrı çiçeklerle vazolu, vazosuz, buketlerle süslediği bilinmektedir. Bu çiçekler için¬de Peygamberimizin sembolü olan gülün çok değişik şekilde çizilmiş örneklerinin yanı sıra, lâle, karanfil, zeren, papatya da bol miktarda kullanılmıştır. Ayrıca bu güzel çiçeklerle ha¬zırlanmış albümler de yapılmıştır. Ali Üsküdarî ile üslûp ben¬zerliği gösteren bir kaç sanatçıya onun öğrencisi olma ihti¬mali yakıştırılmıştır. Nakkaş Hüseyin olarak imza atan ve eser¬lerinden biri İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde 4072 nu¬mara ile kayıtlı olan sanatçı, Ali Üsküdarî'nin izinden gitmiş ama onun düzeyine ulaşamamış bir sanatçıdır. Üsküdarlı Mus¬tafa isimli sanatçı da yine aynı tarzda çalışanlardandır. Topkapı Sarayı’nda bulunan bir lake kabın üzerine yaptığı Roko¬ko tarzında, içleri pembe, mavi olan çok güzel işlenmiş süm¬büllerle Ali Üsküdarî'nin yolunda gittiği görülür. Sultan Selimli Müzehhip Reşid Mustafa Çelebi'nin de Ali Üsküdarî'den tezhip dersleri almış olduğunu Kemal Çığ, bir kaynağa daya¬narak açıklamıştır. Çakerî mahlâsını kullanan Diyarbakırlı sa¬natçıyı, Seyyid Mehmed'in öğrencisi ve Hüseyin Hüsnü'nün hocası Hezargıradîzade Ahmed Ataullah'ı, II. Mahmud dö¬nemi müzehhiplerinden olup Rokoko tarzı tezhipler yapan Ha¬cı Dede'yi, müzehhip Mehmed'i, Mevlevî Süleyman Efendi¬yi, Edirneli nakkaş Mustafa'yı, Esseyyid Ahmedi ve Nakşî de¬deyi vazolu, vazosuz çiçek buketleri, demetler ve tek çiçek¬ler yapan sanatçılar arasında sayabiliriz. Bu dönemin lake müzehhipleri arasında Haşim Dede, Mustafa Hilmi, Hacı İbra¬him, Mehmed Şükrü ve tek bayan müzehhip Zeynep Binti Emin'in adlarını verebiliriz(67). XIX. yüzyılda sanatçılar klâsik devir tezhiplerinden olduk¬ça farklı bir üslûp geliştirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu¬nun ekonomik ve siyasal durumunda görülen durgunluk ve gerilemenin sanatçılara da yansıdığı görülür. Hat ve tezhip sanatı artık parlak dönemlerini geride bırakmış, Batı'nın Ba¬rok ve Rokoko üslûplarının etkisiyle bozularak Türk Barok ve Rokoko üslûbu dediğimiz klâsik üslûptan çok farklı yeni bir süsleme tarzı geliştirmeye başlamışlardır. Bu dönemde tezhibin önemini kaybetmeye başlaması, mü¬zehhip sayısının da azalmasına neden olmuştur. Saray Başmücelledi ve müzehhip Ali Ragıp Efendi, II. Mahmud'un sa¬ray başmücellidi Ahmed, Müzehhip Mehmed Salih, Müzeh¬hip Râşid bu dönemin ünlüleri arasındadır. Trabzon'da doğ¬muş olan müzehhip Osman Yümnî hattat ve müzehhip ola¬rak Beyazıt'ta bir dükkânda çalışmalarını sürdürmüş ve XX. yüzyılın başlarında ölmüştür(68). Beyazıt'ta çalışan son dö¬nem müzehhipleri arasında müzehhip Saffet, Sarı Hafız, Şeyh Arif, Hüsnü Efendi, Sami, Şevkî ve Şevket Efendileri sayabiliiriz(69). Eyüp Camii hatiplerinden Mehmet Celâleddin Efendi, yazı¬yı Filibeli bakkal Hacı Arif Efendi’den öğrenmiş, iyi bir hattat olduğu kadar mücellid, müzehhip ve müzisyen olarak da tanınır. 1930 yılında ölmüş, Eyüp'de Düğmeciler Kırpasî der¬gâhı hazinesine gömülmüştür(70). Üsküdarlı Revnakî Çelebi'den feyz alan Hızır Efendi, hattat Mehmed Rasim Efendi’ye hat ve tezhip dersleri vermiştir (71). Hasan Sakin-i Kahraman XIX. yüzyılda Rokoko tarzında çalışan usta bir müzehhiptir. Hasan Pertev Seyyid, parlak, gösterişli tezhipleri ve halkâri tarzında gösterdiği ustalıkla XIX. yüzyılın ikinci yarısında ya¬şamış bir sanatçıdır. Üsküdar'da 1849 tarihinde doğduğu bi¬linen Hasan Rıza el-Hac Seyyid aynı zamanda iyi bir hattat olarak da bilinir. Uzun müddet Mızıka-i Hümâyun'da imam¬lık yapmış, tezhip ve halkârda başarılı eserler vermiş ve 1920 yılında ölmüştür. Rokoko tarzı süslemeleri ile tanınan Trab¬zonlu Hüseyin Rıfat Caferzâde, Yusuf bin Hüseyin el-Hacı, Seyyid Mehmet Arif ve Seyyid Ahmed'in hocası olan Hüseyin Hüsnü, İstanbullu olduğu kendi imzasından anlaşılan, kâ¬ğıtçılar kethüdası olarak görev yapan Ahmed İstambolî el-Hac, Ahmed Ziyaî el-Tokadî ve 1899'da öldüğü bilinen, Eyüp Sul¬tan türbesi civarında gömülü olan hattat ve müzehhip Abdul¬lah Hamdi Muhsinzâde yine bu yüzyılın nakkaşları arasındadır(72). XX. yüzyılda tezhip sanatı artık ne sarayda ne de Beyazıt'taki dükkânlarda yapılmamaktadır. Güzel sanat eğitimi veren üniversitelerde ayrı bir bölüm olarak kurulan geleneksel Türk sanatları bölümlerinde akademik olarak öğretilmektedir. Mü¬zehhip Bahaeddin, yüzyılın başında Beyazıt'ta bir dükkânda çalışmalarını sürdürmüş, 1946 yılında ölmüştür. Müzehhip Hakkı Bey ise, Güzel Sanatlar Akademisine bağlı olarak açı¬lan ilk hattat mektebinde hocalık yapmıştır. Bu dönemin iyi müzehhipleri arasında Şükrü Baba, Ali Nazmi'nin isimleri ve¬rilebilir. Ali Nazmi. yüzyılın başında matbaacılık ve klişecilik de yapmıştır. Sanatçı bir aileden gelen A. Süheyl Ünver (1898-1986) yaptığı tezhipler kadar araştırmalarla da bu ko¬nuya büyük katkıları olan bir bilim adamı ve sanatçıdır. Ba¬bası hakkâktir. 1921 yılında Tıbbiyeden mezun olmuştur. Bu arada 1916 yılında henüz öğrenciyken Medresetü’l-Hattatîn'e de devam ederek tezhip ve ebru öğrenmiştir. 1928-1929'da Paris'e giderek resim tahsil etmiş çok yönlü bir Rönesans sa¬natçısı gibidir. 60.000 el yazması kitap üzerinde inceleme¬ler yapmış iyi bir arşivcidir. Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları bölü¬münde kırk yıla yakın bir zaman görev yapan Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt son dönemlerin en iyi müzehhiplerindendir. Muhsin Demironat 22 Mart 1323 H./1905 M. tarihin¬de İnebolu'da doğmuş, İstanbul Sultanîsi’nden sonra İstan¬bul Muallim Mektebi’ni bitirmiş, Güzel Sanatlar Akademisi Türk süsleme bölümüne girmiştir(73). Tuğrakeş İsmail Hak¬kı Altunbezer'in teşvikiyle Medresetü’l-Hattatîn'e giren De¬mironat, 1936'da Burhan Toprak'ın müdürlüğü sırasında Gü¬zel Sanatlar Akademisi'ne asistan olarak alınmıştır. 1966 yı¬lına kadar öğretim üyesi olarak çalıştıktan sonra Yıldız por¬selen fabrikasına müdür olarak tayin edilmiş ve buradan emekliye ayrılarak 27 Haziran 1983 tarihinde ölmüştür. XV. yüzyıl Herat ve XVI. yüzyıl Osmanlı tezhibinden ilham ala¬rak çalışan sanatçının sağlam desen tekniği ve güçlü bir fır¬çası vardı. Muhsin Demironat tezhipten başka cild, minecilik. kâtçılık, ağaç oyma ve çini nakışçılığı da yapmıştır(74). Rikkat Kunt ise Beylerbeyi'nde 1903 yılında doğmuştur. Adı babasının yakın arkadaşı olanTevfik Fikret tarafından konul¬muş olan sanatçı, Fransız mürebbiyelerle büyütülmüş, öğrencilik yıllarını Fransız ve Alman okullarında tamamlamıştır. Mütareke yıllannda İstanbul'a dönen Rikkat Kunt, 1936 yı¬lında Güzel Sanatlar Akademisi'ne girerek önce Tuğrakeş İs¬mail Hakkı Altunbezer'den, daha sonra da devrin usta tezhipçisi Feyzullah Dayıgil'den tezhip dersleri almıştır. Öğre¬nimini bitirdikten sonra akademide kalan Kunt, 1968'de emekli oluncaya kadar öğretim üyesi olarak çalışmalarını sür¬dürmüştür. En güzel ve değerli eserlerini İsmail Hakkı Ertaylan’ın hazırladığı "Fatih Divanı"nda toplamıştır. 1970'de Portekiz'in Lizbon şehrine davet (75) edilerek, oradaki Gülbenkyan Müzesi'ndeki el yazmalarından bazılarının onarımı ile gö¬revlendirilmişti. 84 yaşına kadar sanatla uğraşan Rikkat Kunt, 1986 yılında öldü. İstanbul'da doğan Güzin Akıncı, Hattat Mehmet Şevki Efendi’nin torunu olup, 1941 yılında Güzel Sa¬natlar Akademisi Şark Tezyinatları bölümünü bitirmiş, klâsik desen ve renklerle çalışmıştır. Tezhib sanatına yeni zevkler katan Mihriban Sözer (Keredin), aynı okuldan mezun Sıdkı Elcin ve 1872 yılında doğup 1946’da ölen hattat, müzehhip, ressam, tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer Halkâr dalında da ustalığı ile tanınmış olup, Bahaeddin Efendi’nin öğrencisidir. Yıllarca hocalık yapmış, pek çok öğrenci yetiştirmiş olan Al¬tunbezer yakın tarihimizin en tanınmış sanatçılarındandır. Günümüzün değerli tezhip ustalarından birisi de Tahsin Aykutalp'tır. 1926'da İstanbul'da doğmuş, 1946'da girdiği Gü¬zel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra bir müddet Bur¬sa Yeşil Cami sıva altı restorasyonu ve Beşiktaş Kadırga res¬torasyonu ile uğraşmış, daha sonra Bağdat Güzel Sanatlar Akademisi'ne öğretmen olarak gönderilmiştir. Muhsin Demironat'ın öğrencisi olan sanatçı, 6,5 yıl Bağdat'da tezhip, çini ve halı dersleri verdikten sonra İstanbul'a dönerek görevine Güzel Sanatlar Akademisi'nde devam etmiştir. Bütün sanat yaşamı boyunca bozulmuş olan klâsik Türk tezhip sanatını yeniden canlandırmaya ve eski güzelliklerine kavuşturmaya çalışmıştır.
40-Mehmet Zeki Pakalın - Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1951 - İst., Cilt:2, s.641. 41- Rauf Tuncay - Vesikaların Işığında Süsleme Sanatkârlarımız, Türk Kül¬türü, III/27 Ocak 1975, s.198. 42- A.Süheyl Ünver - Müzehhip Karamemi, 1951, İst., s 4 43- A.Süheyl Ünver - Müzehhipler ve Mücellidler, Süleymaniye Kütüpha¬nesi bağış dosyası No.1, s.550. 44- Nurettin Sevin - Türk Resim Geleneğinde Esas Unsur İnsan Resmidir, Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi, 1959, Ank., s.82. 45 İsmail Hakkı Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi, 1975, Ank., Cilt:2 s.568. 46- Ernst Kühnel – XV. ve XVI. Yüzyıllarda Minyatür Sanatında Türk Üslû¬bu, Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi. 1959 - Ank., s.77. 47- Gelibolulu Mustafa Alî – Çev: Müjgan Cunbur - Menâkıb-ı Hünerveran, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1982, Ank., s.63. 48- Gelibolulu Mustafa Alî - Aynı eser, s.118. 49- Richard Ettinghausen - Aynı eser, s.1968. 50- İsa Selman - Çev: Ahmet Hamdi Karabacak - Hattat ve Tezhipçi Nişaburlu Şah Mahmud, s.331. 51 - Güner İnal - İran Minyatürlerinde Akademizm, Boyut Dergisi, Mart 1985, sayı:4/30, s.4. 52- Şehabeddin Uzluk - Mevlevilikte Resim, 1957 - Ank., s.37. 53- İsmail Hakkı Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi, 1975, Ank., Cilt: III. S.622. 54- A.Süheyl Ünver - Fatih Devri Saray Nakışhanesi ve Baba Nakkaş Çalışmaları, 1958. İst., s.8 55- Halil Edhem - Elvah-ı Nakşiye kolleksiyonu, s.27. 56- Türk Ansiklopedisi, Cilt:31. s.161. 57- Halil Edhem - Aynı eser. s.28. 58- A.Süheyl Ünver - Müzehhip Karamemi, İst., 1951, s.17. 59- İsmail Hakkı Uzunçarşılı - Osmanlı Tarihi, 1975, Ank., C: III., s.623. 60- Evliya Çelebi - Seyahatname, Cill I., S.609. 61- Tuhfetü'l Hattatîn – s.253. 61- Haluk Y. Şehsuvaroğlu - Eski Türk Sanatları, Varlık Yay., 1960, İst., s.4. 63- Haluk Y. Şehsuvaroğlu - Aynı eser, s.6. 64- Hatt-ı Hattatan, 1306. s 146 65- Kemal Çığ - XVIII. Asır Lake Tezhibcilerinden Ali-al Üsküdarî, Türk Tarih Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, 1949, sayı:5, s.195. 66- A.Süheyl Ünver - Ali Üsküdarî ve Eserleri, 1954. İst., s.7-8. 67- A.Süheyl Unver - Türk İnce El Sanatları Tarihi Üzerine, 1964, Ank. s.139. 68- Şehabettin Uzluk - Aynı eser. S.67. 69- A.Süheyl Ünver - Osmanlılarda Resim, Tezhip ve Minyatür Tarihine Dair, 1964. İst., s.27 70- Nurullah Tilgen - Eyüplü Hattatlar (1650-1950), 1950, İst., s.8. 71- Nurullah Tilgen - Aynı eser, s 14 72- Haydar Yağmurlu - Türk Sanatı Hakkında Genel Açıklamalar ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde İmzalı eseri bulunan Tezhip Us¬taları, Türk Etnografya Dergisi, XIII. 1973, s.85-120. 73- Kerim Silivrili - Yayınlanmamış anıları. 74- Şevket Rado - Türk Hattatları, 1984, İst., s.273. 75- Rikkat Kunt - Tezhib ve Ben, Sanat Çevresi, Sayı: 84, Ekim 1985, s.19-20. 76- Richard Ettinghausen - Aynı eser. S.1943-1945.
|