Bir ibadetin hikmetini anlamak
EKREM DEMIRLI*
İslam'da ibadetlerin hikmet ve faydalarından en çok Ramazan'da söz ederiz. Ferdî ve toplumsal sağlığımız üzerindeki faydalarından söz ederken orucun hayatımıza getirdiği kısıtlamaları ve ağırlığı bir ölçüde hafifletmek isteriz sanki.
Biz dikkatimizi orucun faydalarına odaklarken Ramazan bir 'turnusol kâğıdı' işleviyle kendimiz hakkındaki ilk ve değişmez bilgiyi öğretir bize: insanı ikna etmenin en kestirme yolu faydadan, bilhassa hemen ulaşabileceği faydadan söz etmekten geçer. İbadet ya ferdî ya da içtimai hayata -en iyisi her ikisine birden- fayda sağlayan bir şey olmalıdır! İbadetlerin ferdî ve içtimai faydaları üzerinde günümüzde daha ısrarla durulsa bile, bu tavrın eskilere kadar uzandığını söylemeliyiz. Allah'ın insanı mükellef kıldığı teklifler ve O'nun fiillerinin maksadı sorunu, önce Mutezile, ardından Ehl-i sünnet kelamcılarının mühim konularındandı. Mutezile'nin aslah-alellah (Allah'ın kulları adına en iyiyi yapması gerektiği) fikrindeki 'gereklilik' vurgusu Ehl-i Sünnet kelamcılarını rahatsız etse bile, onlar da Allah'ın fiillerinde kulların maslahat ve faydasını gözettiği fikrini farklı şekillerde muhafaza etmekteydiler. Meseleye Allah-alem irtibatı zemininde bakarsak, İslam filozoflarının alemin mükemmelliği hakkındaki fikri bu düşünceyle irtibatlı yorumlanabileceği kadar tasavvufun maksadını teşkil eden tevekkül-rıza-şükür anlayışı da Allah'ın kulları için en iyiyi yapacağı inancının neticesidir. İnsanın İlahi fiillerde fayda ve hikmet araması hem Allah hakkındaki bu inancından hem fıtratındaki 'faydalıyı talep' duygusundan beslenir. İmam Matüridî 'İnsan yaratılışı gereği sonucunun yararı umulmayan veya zararından sakınılmayan bir fiil işlemeyi manasız bulur' derken bu insanî olguya dikkatimizi çeker.
Oruç söz konusu olunca üzerinde en çok durulan iki somut husus var: Birincisi orucun sağlığımız üzerindeki faydaları, ikincisi sosyal sınıfların birbirini 'anlama'sının zeminini oluşturarak toplumsal dayanışmanın pekişmesi üzerindeki faydaları! Zenginler fakirlerin mecburen yaşadığı yoksulluğu iradi olarak 'zevk' ederek onları daha iyi anlarlar! Ramazan'da en çok konuşulan iki fayda bunlardır. Meselenin sağlıkla ilgili kısmını bir yana bırakırsak, orucun ikinci faydası olarak zikrettiğimiz 'sosyal sınıfların birbirini anlaması' üzerinde durabiliriz. Orucun böyle bir fayda meydana getirebilmesi, her şeyden önce oruç tutmanın sıra dışı bir mağduriyete yol açtığını kabulü istilzam eder. Meseleye gerçekçi bakarsak, hiç kimse orucun insana 'normal' durumunu unutturacak kadar bir kısıtlama getirdiğini söyleyemez! Muhtemelen oruç hakkında konuşurken oruç ile oruçluyken yapılması tavsiye edilen diğer ibadetleri birbirine karıştırmanın yol açtığı bir karışıklık söz konusudur. Bu karışıklık oruçluyken yapılan her şeyi orucun bir parçası haline getirerek orucun hikmeti saymaya yol açmış olmalıdır. Bununla birlikte dikkatimizi zenginlerin 'terbiye' edilmesine verdiğimiz sürece esas soru cevapsız kalmaktadır: Zenginlere fakirleri ve fakirliği anlama imkânı kazandıran oruç fakirlere ne öğretir? Meseleye 'toplumsal fayda' cihetinden bakmakta ısrar ettiğimiz sürece, bu sorunun makul bir cevabı verilemeyecektir. Çünkü sorunun kendisinden çıktığı ilk önerme, yani orucun ve ibadetlerin zenginleri 'terbiye' maksadı taşıdığı iddiası makul değildir.
Orucun insana kazandıracağını umduğumuz bu 'anlama' meselesi üzerinde biraz daha durabiliriz: Bir ibadetin hikmetini bir sosyal sınıfın ötekini anlaması üzerinden ararsak doğru ve yeterli bir neticeye ulaşmak mümkün olamayacağı gibi 'anlama' bahsini de sınıflarla sınırlamak meselenin İslam geleneğindeki boyutlarından çok uzağa düşmemize yol açar. Başka bir ifadeyle böyle bir yorumla ibadetin insana kazandıracağı Allah'a ve tüm varlığa dair büyük ve tümel marifet (fıkh-ı ekber veya marifetullah) sınırlı ve yüzeysel bir bilgiye indirgenir. Allah'ı ve varlığı anlamayı ihmal ettiğimizde ne kendimizi ve ne öteki insanları anlayabiliriz. İslam ahlakçılarına göre bir insanın öteki insanı anlaması veya onu sevebilmesi veya onunla ilgilenmesi vb. -insandan insana dönük bütün olumlu fiiller- Allah'ı ve tüm varlığı tanımanın neticesinde hakikatini bulabilir.
ORUÇLA 'BÜTÜN VARLIĞI' İDRAK ETMEK
İbnü'l-Arabî ve Konevi'yle birlikte kemaline ulaşan tasavvuf düşüncesi 'anlama'nın sınırlarını en ileri seviyesine çıkarmıştır: Onlara göre insan alemdeki her şeyi anlayabilecek ve bilebilecek bir varlıktır. İnsanın bu özelliği onu 'kevn-i cami' yani varlıkların ilkelerini kendinde toplayan varlık diye tavsifi mümkün kılmıştır. İbnü'l-Arabî'nin muhteşem eseri Fususu'l-Hikem'in ana kavramı her şeyin ilkesi olan kevn-i cami'dir. Kevn-i cami aynı zamanda ibadetler vasıtasıyla alemdeki bütün varlık türlerini 'anlayabilir' ve onlarla irtibat kurabilir. Mesela namaz bütün varlık türlerinin ibadetlerinin bir bileşimidir. Mesela bütün varlık türlerinin Allah'ı tesbih ve takdis tarzları namazda birleşir ve insana mahsus amel ortaya çıkar. Tasavvuftaki riyazet, zikir, tesbih yöntemlerinde de aynı şey geçerlidir. Tarikatlarda tatbik edilen zikir, sema'-devran'daki unsurlar farklı varlık türlerinin zikir ve tesbih biçimlerine işaretle tüm 'varlığı anlama' imkânı bahşeder insana. Bu sayede insanın kemale ulaşması, bütün var olanları 'anlama'sıyla mümkün olabilir ve ancak böyle bir insan 'alemin gözbebeği' veya 'cilası' olabilir. Bu itibarla oruç da kevn-i cami olan insanın 'bütün varlığı' idrakini mümkün kılan ibadetlerden biridir ve o da her ibadet gibi insana bir marifet kazandıracaktır. Orucun insana kazandıracağı marifetlerden birisi Allah'ın dışındaki her şeyin zatı gereği muhtaç olduğudur. Allah'tan başka zengin yoktur ve insan O'ndan başkasına muhtaç değildir. Ontolojik bir hakikat olan bu durum insanın kazanımıyla ve çabasıyla asla değişmeyecektir. Bu itibarla oruç zengin ile yoksul arasında mutlak bir eşitliği talim eder bize. Ancak İbnü'l-Arabî orucun fakirlikle ilgisinden daha çok istiğnayla ilişkisine dikkatimizi çekerek meselenin tamamen unuttuğumuz yönüne bakmamızı ister. Oruç aynı zamanda bir müstağniliktir ve bu özelliğiyle Hakk'ın mutlaklık ve müstağniliğini anlamaya imkân sağlar. İnsan oruç tutarak Hakk'ın es-Samed ismiyle 'tahalluk' eder. Meselenin en önemli kısmı da budur. Çünkü ibadet insana Allah hakkında bilgi kazandırmadığı sürece hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Her ibadetin maksadı insana Allah ve O'nun fiilleri hakkında kazandıracağı marifettir. Bu itibarla marifet ibadetin maksadını teşkil eder. Sufilerin şeriat-tarikat-marifet-hakikat tasnifleri ibadet ile marifet arasındaki bu ilişkiyi anlatmak maksadı taşır. Öte yandan ibadetler bize içinde kendimizin de bulunduğu alemin yaratılışı hakkında bilgi kazandırır. Allah ile alem-insan arasındaki en mühim irtibat, 'yaratılış' irtibatıdır; bu irtibatı hatırlamaksızın Hakk'a tam 'teveccüh' olamaz. Oruçtaki 'imsak', yani kendini tutmak ve çekmek ile orucu açmayı anlatan iftar (yaratılışla ilgili fıtrat ve el-Fatır ismiyle ilişkisini hatırda tutarsak) Allah'ın iki ayrı isim türüyle gerçekleşen yaratılış eylemine atıf yapar. Başka bir ifadeyle insan Ramazan'da 'tutmak' ve 'açmak' şeklindeki eylemiyle Hakk'ın alemi sürekli yok etmesini (imsak) ve var etmesini (iftar) 'zevk' yoluyla idrak eder. Bu sayede oruç bize Allah'ın üzerimizdeki en büyüğü olan 'sürekli yaratılış' nimetini hatırlatır. Niyazi Mısrî'nin 'Savm u salat u hac ile sanma olur işin tamam; insan-ı kamil olmağa lazım olan irfan imiş' derken kastettiği böyle bir anlayış ve marifettir.
İbadetlerin hikmetlerini ve faydalarını tespitte daha gerçekçi bir üslup ve bakış açısı geliştirmek zorundayız. Bunu bir 'ibadet metafiziği geliştirmek' diye de terimleştirebiliriz. Çağımızda ibadetlerin hikmetleri üzerinde yapılan çalışmalarda İslam'ın akliliği ilkesi gereğinden çok öne çıkartıldığı için, ibadetlerin ferdi ve içtimai faydalarına odaklanıldı. Yeni anlayışta üzerinde durulması gereken ilk husus 'salt ibadet' olmak bakımından bir ibadetin anlamı ve hikmeti olmalıdır. Metafizik derken kastettiğimiz de bir kavramı ve konuyu 'salt kendisi olmak bakımından' ele almayı mümkün kılan bu bakış açısıdır. İbadetin temel özelliği olan 'boyun eğmişlik' ve teslimiyet her amelin ayrılmaz özelliğidir: Oruç tutmak Mutlak Kudret'e tam teslimiyettir ve bu teslimiyetin kazandıracağı ilk bilgi de Allah hakkındadır. Bu ilk marifetten sonra diğer konuları 'ikincil' düzeyde ele alabiliriz. Böyle bir metafizik yaklaşım olmadığı sürece orucun bize kazandıracağı marifetten habersiz kalacağımız gibi açıklamalarımız da inandırıcı olamayacaktır.
*İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
|