MEVLÂNA VE GÜNÜMÜZ TARİKATLARI
Avni ÖZGÜREL Radikal
13 Şubat 2007 Salı
Hz. Mevlana, Kübrevi yoluna bağlıydı ve tarikat kurmadı. Onun öğretilerine dayalı Mevlevilik asırlar içinde oluştu. Oysa şimdi aklına esenin şeyhliğini hatta ötesini ilan ettiği dönemde yaşıyoruz.
Türkiye'de gündemin ucunu tutmak imkânsız. Her gün her saat yeni bir hadise meydana geliyor, ya da su yüzüne vuruyor. Geçtiğimiz haftanın ilginç olaylarından biri de Dumlupınar Üniversitesi çevresinde gelişti. Konu malum: Şeyhlik iddiası! Olayın öncekilerden farklı yanı şu ki, bu kez işin içinde bir ilahiyatçı var. Yazılanlar doğruysa bu öğretim üyesi, karısının şeyhlik hatta nebilik iddiasının tasdikçisi. Böylesi hadiselere alışmalıyız belki de. Hind coğrafyasından kopup gelenlerin sergilediği halleri 'meditasyon' v.s. adlar altında sihir gösterisi gibi görüp rahatsız olmuyoruz da; kendi bünyemizden birileri, 'Ben oldum' deyince ayağa kalkıyoruz.
Gerçi AB müzakerelerinde o aşamaya gelmedik henüz ama biliyorsunuz Avrupa müktesebatına 'Şiddet içermemek ve bireyin serbest iradesiyle dahil olup ayrılmasını engelememek koşuluyla isteyenin istediği gibi cemaat oluşturma hürriyeti' de dahil.
Malum tekke ve zaviyeleri kapattık. Ama bu kurumlar yok olmadı. Sadece konuyu çığrından çıkardık. Eskiden tasavvuf ehli kişilerin yıllar boyu sınadıktan sonra verdikleri 'icazet'le dergah açılabilirdi. Osmanlı'nın son zamanlarında icazetin yanına Meclis-i Meşayih denilen Şeyhülislamlık bünyesindeki üst kurulun imtihanı da eklenmişti. Bu engelleri aşanlar, para toplayıp toplamadıklarını denetleyecek bir görevli, asker kaçağı barındırıp barındırmadıklarını kontrol edecek ikinci bir görevli nezaretinde irşad hizmeti verebilirdi.
Denetim mekanizmaları
Tekke ve zaviyelerle birlikte bu denetim mekanizmaları da yok oldu. İlk dönemlerde, üzerlerinde yasak olsa da dergâhlar yeraltında 'icazetli' şeyhlerin önderliğinde faaliyet gösterdi. Ama bu kişilerin çoğu arkalarında 'halife' bırakmadan vefat edince, önce cemaatin devamında yarar gören müritlerin kıdemlileri icazetsiz de olsalar hizmet vermeye başladılar; sonra dileyen kendisini şeyh ilan etti. Kimi rüyada icazet aldığı söylentisini yaydı, kimi doğruluğunu denetleyecek kimsenin bulunmadığı ortamda eski şeyhlerden birinin adına mühür kazdırıp kendi icazetini yazdı. Eski şeyhi mezarından çıkartıp evinin bahçesine gömen ve manevi âlemde ondan icazet aldığını söyleyenler dahi görüldü. Neticede mehdilik iddiasında bulunan Hasan Mezarcı, keza peygamberlik iddiasındaki İskender Evranosoğlu gibileri türedi. Hatta bir ara Prof. Yaşar Nuri Öztürk de zihinleri karıştırdı. Nihayet şimdi de onların dişi kopyası.
Mevlana ve Mevlevilik
Yarın Şeb-i Arus. Yani Hz. Mevlana'nın ebedi âleme intikalinin yıldönümü. Bugünkü hadiseleri değerlendirmeye vesile olması bakımından Mevlana'nın hayatına göz atmanızı öneririm. Daha yedi yaşındayken, Belh'ten babasıyla birlikte ayrılıp Nişabur'a geldiklerinde ünlü İslam âlimi Fahrüttin Attar'ın, "Âlem böyle işte. Bazen bir ırmağın arkasında bir deniz yürüyor" diyerek müjdelediği ve ünlü 'Sırlar Kitabı'nı hediye ettiği insandır Mevlana. Burada onun hakkında bilinenleri tekrar etmeyeceğiz. Meraklısının elinin altında artık internet imkanı da var. Ama panteist bir düşünür olan G.W.F.Hegel'in, "Böylesine tepeden tırnağa Allah'la dopdolu olmak ve onda mutluluktan kendinden geçmiş halde yaşamak mistisizm demektir. Celaleddin Rumi bu bakımdan övülmeye değer" dediği; Goethe'nin Mesnevi'nin ilhamla 'Doğu Batı Divanı' adlı eserine eklediği pek çok atıf yanında 'Dschelaleddin Rumi spriht' (Celaleddin Rumi der ki...) dizelerini kaleme aldığı insanı tanımak, kanımca bugün izlediklerinizi nasıl değerlendirmeniz gerektiği konusunda fikir verebilir. Mevlana Celaleddin'i kimden okuyalım derseniz onun tartışmasız cevabını verebilirim: Abdülbaki Gölpınarlı. Gölpınarlı'nın hem Mevlana'yı hem de Mevlana'dan sonra Mevleviliğin gelişim sürecini konu alan eserleri hâlâ eşsiz kaynak niteliğini koruyor. Son bir not: 2007 bütün dünyada Mevlana yılı. Umarım ve dilerim ki, hükümet bu fırsattan yararlanarak zaten bütün dünyanın ilgisini çekmiş olan bu insanı daha geniş kitlelere tanıtacak projeler planlar.
Bozoklu Celal
Osmanlı asırları boyunca şeyhlik, mehdilik veya Hz. İsa oldukları iddialarıyla ortaya çıkan, çevresinde kalabalıkların toplandığı pek çok kişi oldu. Bunların en ünlüsü Şeyh Celal'di. Bozoklu Celal Kalenderi dergâhına bağlı bir dervişken mürşidi tarafından dağda bir mağarada inzivaya çekilmek üzere gönderilir, gider. Turhal yakınlarındaki mağaraya yerleşen Celal ister istemez çevre köylülerinin merakını celbeder. Aç susuz yaşadığı dedikodusu yayılır ve bir anda ilgi odağı olur. Kimi köylüler yaşadığı mağaranın önüne gelip ona yiyecek içecek bırakır, giderler; ama günün birinde birilerinin de cesaret edip ona kim olduğunu soracakları tutar. Ve 'Mehdiyim' cevabını işitenler bunu yayarlar. Yoksulluktan ve kargaşadan yılmış insanların gözünde 'kurtarıcı' mevkiine yükselir derviş Celal, 'Şah Veli' adıyla anılmaya başlanır.
Osmanlı idaresinin aşina olduğu, önemsemeyeceği bir durumdur bu. Zararsızdır zaten. Asayişi bozucu bir hali görülmemiştir henüz. Ama zamanla çevresinde toplananlar silahlanmaya başlar ve sayıları 20 bine ulaşır. Ancak üzerine ordu gönderilerek engel olunabilecek güçtür bu. Nitekim öyle yapılır. Erzincan'a kadar kaçar Celal. Akşehir ilçesinde yakalanır. Bu gaile bitti denilirken Manisa taraflarında birisi çıkar. O da 'Hz. İsa' olduğu iddiasındadır ve saf köylülerden pek çok inananı vardır etrafında. Bu kez tehdidin büyümesini beklemez idare; üzerine gidilip yakalanır. Apar topar çıkarıldığı mahkemede işkenceyle ölüme mahkûm edilen bu kişi hakkındaki hükmün infazı için saraydan işkence uzmanı cellat geldiği söyleniyor. Doğruysa derisi yüzülüp uzuvları tek tek parçalanırken ağzından ıstırap, acı ifade eden tek bir nida çıkmamış adamın. Hatta kimileri onun cellada: 'İvme efendi.. ivme...' dediği yani, 'Yavaş ol... tadını çıkarayım...' anlamında sözler söylediğini iddia ederler.
|