Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kafkaslarda Ateş Ve Kılıç: İmam Şamil'in Cihadı
MesajGönderilme zamanı: 18.05.11, 13:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.03.09, 17:58
Mesajlar: 123
Kafkaslarda Ateş Ve Kılıç:

19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ Köylülerinin Direnişi

Paul B. Henze


Çeviren: Akın Kösetorunu


GİRİŞ

Bu makale, Ocak 1983'te Oxford'da Orta Asya Araştırmaları Derneği'nin himayesinde düzenlenen "Rusya ve Müslüman Gerilla Savaşında Rus Deneyimi" konulu konferansta tartışılmak üzere hazırlanmıştır.

Makalenin odak noktasını, büyük siyasi ve dini lider Şeyh Şamil'in 1834'ten 1859'a kadar önderlik ettiği direniş oluşturmaktadır. Bu direnişin anlaşılabilmesi için Kafkaslar'ın, coğrafi ve dini koşullarıyla geçmiş tarihi kapsamı içinde ele alınması zorunludur. Bunlar anlaşılması güç ve müphem kavramlar olduğundan, okuyucunun bu konular hakkında bilgi sahibi olduğunu varsaymanın haksızlık olacağı düşüncesiyle konuyla ilgili oldukça geniş ön bilgi vermiş bulunuyorum. Ayrıca, özellikle, 1853-56 Kırım Savaşıyla doruğa erişen Rus-Osmanlı savaşlarının ve bu savaşlara Avrupa'nın karıştığı dönemin uluslararası siyasal durumunu ana hatlarıyla çizmeye çalıştım.

Şamil 19. yüzyıl Kafkas direniş hareketi liderlerinin en renkli ve en uzun ömürlü olanıdır. Ancak, bu direniş hareketinde başka liderler de vardı ve Şamil'in önderlik ettiği hareketle sınırlı değildi. Gerçekten, bu direniş hareketi, Batı Kafkaslar'da Çerkez ve Abazalarla diğer kabilelerin Şamil'e paralel, hatta onu aşan, hürriyet mücadelelerini incelemeden araştırılamaz. Bu nedenle, dramatik, oldukça karmaşık bir tarihi kısa bir çalışmaya sığdırmaya çalıştım. Bu süreç içinde, kuşkusuz kısaltmaların yanında bazı olaylar hakkında tartışmaya açık yorumlar yaptım. Bunlarla ilgili eleştirileri memnuniyetle karşılayacağım.

Kuzey Kafkasya'daki direniş hareketini araştırırken, 19. yüzyılda devlet adamları ve askerleri uğraştıran sorunlarla Polonya, Balkanlar, Basra Körfezi ve Körfeze giden yollar, İran’ın iç durumu, Orta Asya (Türkistan ve Afganistan) ve eskiden Pakistan'ı da içine alan Hindistan'ın günümüzde karşılaştığı sorunların gösterdiği benzerlik beni çok etkiledi. Bununla ilgili olarak, Karl Marx’ın Kırım Savaşı sırasında Londra'da yazdığı ve New York Tribüne gazetesinde düzenli olarak yayınladığı yazılarını olağanüstü ilginç buldum. Marx, bugünkü yazarların çoğundan daha tutarlı bir tarih anlayışına sahipti. Marx’ın yüzyıl önceki "Rus Sorunu" ve "Doğu Meselesi"ni algılayışı, bugün Marx’ı tanrı olarak gören Sovyet Liderlerinin görüşlerinden daha çok Batıdaki görüşlerle ortak yönlere sahiptir. Manca göre Rusya, kendisini genişlemeye adamış, çıkarlarını zenginleştirmek yolunda her türlü kirli yöntemi uygulamaya hazır, özgürlüğe düşman, katı ve diktatör bir imparatorluktu. Bu çalışmayı hazırlarken, Marx’ın Doğu Sorunu ile ilgili 650 sayfa okuduktan sonra, eğer bugün sağ olsaydı, Sovyetler Birliği hakkında benzer görüşlere sahip olmayacağına inanmakta güçlük çekiyorum.


TARİHİN KESİŞME NOKTALARI

16. yüzyılda Osmanlılar'ın İslâm dünyasını savunması sonuçsuz kalmasaydı, 20. yüzyılda Türkistan ve Orta Afrika arasındaki büyük merkezi bölgede muhtemelen daha eşit güç ve kültür dengeleri ortaya çıkacaktı. (W.E.D. Allen, "Problems of Turkish Power in the 16th Century").1

İnsanlık, Rusya'nın Polonya, Kırım, Gürcistan ile Çerkez ve Kafkas kabilelerinin koruyucusu olduğunu unutmayacaktır. (Kari Marx, 1853)2

Kafkaslar İslâm dünyasının savunmasında anahtar bir bölgeydi. İki deniz arasında köprü görevi gören, kuzeyde geniş steplere uzanan, güneyin verimli "Hilâl"ine geçit veren yol ve iki kıtayı birleştiren Kafkaslar çeşitli kültürlerin binlerce yıldır geçtiği ve karşılaştığı bir bölgedir. Ancak, buna rağmen Kafkaslar kendine özgün bir bağlılık ve bölgesel birliği geliştirmiştir: Bu basit bir coğrafik kavramdan daha kapsamlı bir oluşumdur.3 Kafkaslar'ın yüksek dağ vadileri ve verimli nehir yatakları dünyanın en eski sürekli yerleşik toplumlarını barındırmıştır. Eski Arap coğrafya bilginleri Kafkaslar'a Cebel-el Alsan "Dillerin Dağı" adını vermişlerdir. Asya ve Avrupa'daki dillerle hiçbir ilişkisi olmayan özgün diller burada uzun yıllardan beri konuşulmaktadır. Yunan efsanelerine göre ateş ve metalürji ilk defa Kafkaslar'da keşfedilmiştir. Modern arkeoloji bu inanışı desteklemektedir. Romalılar eski Yunanlıları izleyerek bu bölgeye gelmişler ve orada yaşayan Perslerle karşılaşmışlardır. Hıristiyanlık Kafkaslara çok eskiden gelmiş ve hâlâ Ermeni ve Gürcü Ortodoks kiliselerinde varlığını sürdürmektedir.
Müslümanlık da Kafkaslar'a çok eskiden gelmiş ve günümüzde gelişmesini sürdürmektedir. Türk kavimlerinin daha M.Ö. 4. yüzyılda Kafkaslarla ilişki kurdukları anlaşılmaktadır. Kafkasya'da yaşayan insanların kaderi Türk dünyasıyla o zamandan beri yakından ilişkilidir.4 Araplar 8. yüzyılda Kafkasları fethederek Hazar İmparatorluğu’nun Volga üzerindeki başkentinin ötesine ulaşmışlar, fakat Bizans direnişi karşısında geri çekilmişlerdi. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları gelişmiş ve Perslerin bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuz ve Selçuk Türkleri de Kafkaslar'a gelmiş ve nihayet 13. yüzyılda Moğollar Kafkaslar'ı ele geçirmişlerdi. Moğollar, kendilerinden sayıca çok fazla olan Türklere askerlikteki üstünlükleri nedeniyle bağımlı kalmışlar ve kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler Türk asıllı olmuşlardır. Bu devletlerin hepsi müslümanlığı kabul etmişlerdir. Bu arada, Selçuklular Anadolu'da ilerlemişler ve Selçuk İmparatorluğu'nun gerileme döneminde Osmanlı devleti ortaya çıkmış ve daha önce Bizans yönetiminde olan tüm bölgeleri denetimi altına almıştı. 15. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlılar Kafkaslar ve Karadeniz sahili boyunca ilerlemeye başlamış ve Lazlar'la Avar'ların yaşadığı bölgeyi aşarak Çerkezistan'a ulaşmışlardı. Gürcistan'ın Osmanlı tahakkümünü kabul etmesinden sonra Osmanlı egemenliği Hazar Denizi'ne kadar genişlemişti.

Rusya'nın Kuzey ufkunda görünmesi, 16. yüzyılda Korkunç İvan'ın Kazan (1552) ve Astragan'ı (1554) fethetmesiyle başlamıştı: Astragan ve Kazan'ın düşmesi sadece Rus İmparatorluğu'nun başlangıcı değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu için Rus sorununun başlangıcıdır.5
Bundan kısa bir süre sonra Osmanlılar Ruslarla Kırım, Ukrayna ve Doğu Avrupa'da çatışmaya girmişler, ancak baş düşmanları olarak doğudaki İran'ı görmüşlerdir:
Moğol istilâsından sonra Orta Doğu bölgesini Mısır, İran ve Türkiye'de yerleşik üç devlet paylaşmıştı. Osmanlılar'ın 1517'de Memlûk Sultanlığını fethetmesiyle bu sayı ikiye inmişti. Osmanlılar ve İranlılar, bin yıl önceki Sasani ve Bizans İmparatorlukları gibi, Kafkaslar'dan Basra Körfezi'ne kadar birbirleriyle çatışmışlardı.6
Bundan sonra Kafkaslar'ın ikiyüz yıllık tarihi temelde Osmanlı-Iran çatışmalarının öyküsüdür.7 Sürekli olarak birbiriyle uğraşan bu iki Orta Doğu imparatorluğu Rus tehlikesini küçümsemişlerdi. 600 mil uzunluğundaki Kafkas sıradağlarının kuzeyinde yaşayan müslüman halklar giderek artan Rus baskısına maruz kalırken, güneyde çoğunluğu Hıristiyan olan devletler, Osmanlı ve Iran tehlikesine karşı Rusya'yı müttefik olarak görmeye başlamışlardı. 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyıl başlarında Rus Çarları ile Gürcü kralları arasında 17 büyükelçi teati edilmiş ve bunun yanında çok sayıda temaslar gerçekleştirilmişti.8

Rusya'nın ilerleme yolunu belirleyen coğrafi koşullar olmuştu. Ukrayna ve Sibirya'da olduğu gibi, bu ilerlemede Kazaklar önemli rol oynamışlardı. Ruslar ilk önce, Beşdağlar adı verilen Kabarda eteklerine gelerek oradaki prensliklerle ittifak kurdular. Buradan, Tiflis'e geçmek için tek elverişli geçit, yüksekliği 6.000 metreyi bulan tepeleriyle Kafkas sıradağları üzerinden geçen eski bir yoldu. Bu yol Terek Irmağı vadisi boyunca uzanmakta ve Daryal (Rusçada Krestovy, Gürcü dilinde Jvari) geçidine çıkmakta ve buradan da doğrudan Tiflis'e inmekteydi. Sahil yolları elverişsizdi. Karadeniz sahili boyunca hemen hemen elverişli hiçbir karayolu yoktu.9

Ruslar'ın Hazar Denizi kıyılarına sızmaları Karadeniz'e sızmalarından önce gerçekleşmişti. Büyük Peter 1723'te İran'daki iç savaş sırasında Derbent'i fethetmiş, Bakü'nün kuzeyindeki Küba'ya kadar sızmıştı. Ancak, Peter'in ölümünden soma İranlılar bu bölgeyi geri almışlardı. Ataları Cengiz Han'a kadar uzanan ve Osmanlılarla yakın bağları olan güçlü bir Kırım Hanlığı'nın mevcudiyeti Ruslar'ın Karadeniz boyunca ilerlemesine engel olmuştu. Batı Kafkas'ların tamamı, kendi iç işlerinde serbest, fakat Osmanlı süzerenliğini kabul etmiş olan Çerkez kabilelerinin meydana getirdiği bir konfederasyonun elindeydi.

1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları, Kafkaslar ve Kırım'daki tarihi gelişmelerin tırmanışına başlangıç olmuştu. Küçük Kaynarca antlaşması (1774), Ruslar'ın Kırım ve Kabarda'daki elde ettikleri kazançları belgelemişti, fakat Ruslar Gürcistan'daki fethettikleri yerlerden vazgeçmişlerdi. Bu antlaşma, sonradan, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında 1829 yılına kadar süren bir mütareke niteliğini aldı.10 Diğer taraftan Kafkaslar ve Derbent 1775'te tekrar fethedildi. Kırım'daki sürekli Rus baskısı, Kırım'ın 1784'te Rusya'ya ilhakına yol açmıştı. Bu arada Georgievsk Antlaşması Temmuz 1783'te imzalanarak Ocak 1784'te onaylanarak Gürcistan Rus himayesine girmişti. Potemkin'in Tiflis'i 1784'te ziyaretinden sonra Terek ırmağının doğduğu yerde "Kafkaslar'm Hükümdarı" anlamına gelen, Bolşevik ihtilalinden sonraki adı Ordzhonikidze ve şimdiki adı Dzaudzhikan olan Viladikafkas şehri kurulmuştu. Bu, Ruslar'ın gelecekteki emellerinin açık bir ifadesiydi: Tüm Kafkaslar'ı ele geçirmek.

Bu emellerin gerçekleşmesi için üç çeyrek asırlık bir zaman daha gerekecekti. Gürcistan'ın iç durumu giderek bozulmaya devam etti ve İranlılar, Osmanlılar'ın Gürcistan'a hâkimiyetini sürdürememeleri durumunda Gürcistan'ın kendilerinin olacağına inanıyorlardı. 1785'te Çerkezler'den esrarengiz bir lider, Şeyh Mansur, ortaya çıktı ve Ruslar'a karşı, Kafkaslar'ı bir kaç yıl süreyle ateşe bulayan, Kutsal Savaş'ı (Gaza) başlattı. 11 1787'de Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında açık savaşın başlamasına kadar, Kafkaslar'da yaşayan halkların Ruslar'a karşı duyduğu nefret ve düşmanlık, Kuban şehrine kadar ilerleyen Türkler için önemli bir avantaj oldu. General Suvurov'un 1782'de Nogay Tatarları'na karşı yürüttüğü sert saldırılar Kuzey Kafkasya steplerinde acı bir miras bırakmıştı.
Kuzey ve Batıdaki kabileler arasında Ruslar'a karşı nefret ve düşmanlık bir taraftan gelişirken, İranlılar güçlerini toplayarak Gürcistan'ı işgal etmiş ve 1775'te Tiflis'i fethetmişlerdi. Yardım için gönderilen bir Rus askeri birliği başarısızlığa uğramış, ancak İran Şahının öldürülmesinden sonra Gürcüler kısmen bağımsızlıklarını kazanmışlardı.
Ancak, Gürcüler arasında bölünmeler ortaya çıkmış ve krallık zayıflamıştı. Yeni Kral olan VII. Georgi tahtını düşmanlarına karşı koruyamayacağından korktuğu için, Gürcistan'ı Rus imparatorluğu ile birleştirme görüşmelerini başlatmak üzere Petersburg'a bir elçi göndermişti. Gürcistan'ın Rusya ile birleştirilmesi Aralık 1801'de gerçekleşmişti, ancak Rusya'nın Gürcistan üzerindeki hakimiyeti tam gerçekleşememişti.12 1806'da savaş tekrar başladığında Batı Gürcistan halkı Türklerin tarafını tutmuştu. İranlıları 1812'de tekrar bozguna uğratan Ruslar Kuzey Azerbaycan'ı ele geçirmişlerdi. Kuzey Azerbaycan'ın fethedilmesi 1813 Gülistan antlaşmasıyla teyid edilmişti.13
Kuzeyde, yüksek vadilerde çeşitli kabilelerin yaşadığı Dağıstan bağımsızlığını ısrarla korumuştu. 14 Kafkaslar’ın Kuzeybatı eteklerinde Çeçenler ve İnguş kabileleri yaşamaktaydı. Bu toprakların sık ormanlarla örtülü olması Rus ordularının ilerlemesini güçleştiriyordu. Ruslar, 19. yüzyılın ilk otuz yılında bu halklara karşı saldırılarını kesintisiz sürdürdüler. 1816'da Kafkasya kumandanlığına tayin edilen General Ermolov l820 yılına kadar 50.000 askerlik bir ordu meydana getirmişti. Çeçenler ve Dağıstanlılar sistemli saldırılara uğradılar. Ormanlar kesilmiş, köyler yakılmış ve mahsulleri tahrip edilmişti. Fakat bu tür bir bastırma hareketi barış getirememişti.l5
1826'da İranlılar'ın tekrar istilası üzerine Azerbaycan'daki müslümanlar Ruslara karşı ayaklanmışlardı. Fakat, General Ermolov'un yerine geçen general Paskeviç komutasındaki Rus ordusunun karşı koyması ile Erivan ve Tebriz ele geçirilmişti. 1828'de imzalanan Türkmençay Antlaşmasıyla Güney Azerbaycan İran'a bırakılmış, Erivan ve çevresi (o zamanki Iran Ermenistanı) ve Nahcivan Ruslar'a verilmişti. Bu bölgesel çözüm bugüne dek temel bir değişikliğe uğramadan süregelmiştir. O zamandan beri İranlılar Kafkasya politikasında önemli bir etken olamamışlardı, özgür düşünceli Dağıstan kabilelerinin güney ile olan ilişkileri kesilmiş, ancak kolayca yılmamışlardı. 16
Rum ayaklanması nedeniyle zayıflayan Osmanlı imparatorluğu, 1828'de savaş çıktığında, eskiye göre daha zayıf olmasına rağmen, Ruslar için İranlılardan daha ciddi bir tehlike arzediyorlardı. Ruslar, Türkler'i Karadeniz kıyılarından sürmeyi ve Osmanlılar'ın Gürcistan sınırı boyunca 15. yüzyıldan beri ellerinde tuttukları önemli kilit noktalarını ele geçirmeyi ümit ediyorlardı. Fakat, Lazlar, Avarlar, Batı Gürcistan halkları, Abazalar ve Çerkezler, Osmanlı İmparatorluğu'nu Ruslar'a tercih etmişler ve Türk ordularına yardımcı kuvvetler sağlamışlardı. Paskeviç'in komutanlık niteliği, karşısındaki Osmanlı paşalarından üstündü ve Erzurum'u fethederek Trabzon'u tehdit eder duruma gelmişti. Fakat -
1828-29 savaşları, geniş bir arazide sayı olarak az, fakat disiplinli kuvvetlerin faaliyet gösterdiği gerilla hareketinin önemini ortaya koymuştu. Aras nehrinin güneyindeki Kürtler, Lazlar ve Avarlar kadar faal olmuş olsaydı. General Paskeviç Erzurum'un düşmesinden sonra kendisini daha güç bir durumda bulabilirdi. Ruslar için 1829'daki en zor savaş, Avarlar ve Yukarı Çoruh vadisindeki Lazlar'a karşı yürütülen operasyondu. Kürtler her zaman belirsiz bir etken olarak kalmış ve Paskeviç'in Kürtler'e karşı sürdürdüğü politikadaki başarısı övgüye değer olmuştur.17

Barış yapıldığında, Paskeviç'i elde ettiği kazançlardan mahrum bırakan bir diğer dışsal faktör vardı: Avrupa'nın baskısı ve Rusya'nın Avrupa'yı hesaba katma zorunluluğu. Kafkasya tarihi artık sadece Orta Doğu kapsamında sınırlandırılamazdı. Napolyon döneminin uluslararası kargaşası, Avrupa'nın çıkarlarını Ruslar ve Türkler'le çeliştirici ilişkiler ortaya çıkarmıştı.18 Britanya ve diğer kıta Avrupası ülkeleri Yunanistan ve Balkanlar'la ilgili olarak uğraştıran "Doğu Sorunu" şimdi de Osmanlı İmparatorluğunun doğu sınırlarını da içine almaya başlamıştı.19
Rusya'nın Türkiye ve Iran pahasına sınırsız toprak kazanma emelleri geliştirilmesine izin verilmemeliydi. 1829 Edirne Antlaşmasıyla Osmanlılar Çerkezistan üzerinde süzerenlik taleplerini reddetmiş ve Anapa ile Poti kalelerinin Rus kontroluna verilmesini kabul etmişti. Ruslar, güneyde daha önce ele geçirdikleri Erzurum, Kars, Çoruh vadisinin tamamı ve Batum'u Türkler'e geri verdiler.20

Jeopolitik bilgisi olan İngilizler, sadece Kafkaslar'daki gelişmelerden kaygı duymuyorlar, aynı zamanda bu gelişmelerin Asya'daki çıkarları açısından taşıdığı anlamın da bilincindeydiler. Asya'daki "Büyük Oyun" başlamıştı bile— ve Kafkaslar'daki gelişmeler sonuçta köklü değişmelere yol açacaktı:
Ruslar, Edirne ve Türkmençay antlaşmalarıyla Iran ve Osmanlılar'dan az toprak almışlardı, fakat aldıkları bölgeler çok kıymetliydi. Osmanlılar, Karadeniz'in doğu kıyısındaki Avrupa ve Poti'yi, Iran ise Erivan, Nahcivan ve Kafkaslar'dan Azerbaycan'a uzanan geçitlerin kontrolünü kaybetmişlerdi... Ruslar'ın kazandığı zaferler üzerine, Tahran'daki bir İngiliz vatandaşı, Ağustos 1829'da şöyle demişti: "Bir tarafta Aras nehrinden Halys'e uzanan, diğer taraftan Euxine Ue Basra arasında kalan geniş araziler, şimdi Kuzeydeki Büyük Tanrı'nın ayaklarına kapanmış gibi düşünülebilir.21

Dış baskılara ve Asya ve Avrupa'da devleti tehdit eden iç isyanlara karşı devleti savunma yeteneğini geliştirme işiyle uğraşan Osmanlı liderleri için Ruslar'ın kazançları, yüzyıldır olduğu gibi, yeni savaş ve kayıplar getirecek bir kâbustu.22 İngilizlere göre Ruslar'ın amacı Hindistan'a ve ötesine giden ticaret yollarını kesmekti. Uzun vadeli emellerinin yanında Ruslar'ın Osmanlılar ve İranlılardan elde ettikleri kazançlar daha ziyade kısa vadeli amaçlardı. Ruslar, göreceli olarak daha kolay savunulabilir güney sınırları ele geçirmişler, Gürcistan ve Azerbaycan sınırı üzerinde kontrolü sağlamışlardı. Ancak, yeni kazandıkları topraklara geçişi sağlayan, Terek ve Daryal geçitleri -şimdiki Gürcistan Askeri Karayolu— boyunca uzanan dar bir koridoru kontrol etmekteydiler. Deniz ulaşımı güvenli değildi. Batı Kafkaslar ise Rus hegemonyasına boyun eğmeyen Çerkezler'in elindeydi. Doğu Kafkaslar'daki müslümanlığa bağlı kabileler Ruslar'a aynı derecede düşmandı.

Tüm Kuzey Kafkasya Halkları iki nesil boyunca süren savaşlar nedeniyle politize olmuşlardı. Bu kabilelerin çoğu dışarıdan gelecek bir yardıma ümit bağlamışlardı. Ancak, bu ümitlerinin boş olduğunu görebilmeleri için uzun bir zaman geçmesi gerekiyordu. Bu arada Ruslar'ın güneye doğru uzanan can damarı tehlikeye düşebilirdi. General Paskeviç 1820'lerde askeri ve politik başarı göstermişti, ancak Kafkaslar'da sonraki yirmi yılın getirdiği sorunlar karşısında aynı başarıyı gösteremedi. Bunun üzerine Paskeviç, Rus liderleri için daha büyük —ve daha direkt— sorunları olan Polonya’ya tayin edildi.23


DAĞISTAN ASLANI

Prens Baryatinski, kendisini savaş tarihinin en büyük gerilla
lideri olarak kanıtlayan bir adamı yakalatmak için 40.000 asker ve 48 tane ağır top seferber etmişti. (Allen and Muratoff, Caucasian Battlefields, s. 107).

Şamil hakkında çok şey duydum ve okudum. Şamil muazzam bir irade ile-güçlü bir vücuda sahipti, yürekli ve akıllıydı. Fakat, Dağıstan-Ular Şamil'in kişisel özelliklerini genellikle abartırlar ve olağanüstü herşeyi onun ismiyle özdeşleştirirler. Dağıstanlılar "Şamil her şeye muktedirdir" derler…… (1950lerde Gunib'i ziyaret eden bir Rus gazetecisinin yazdıklarından).24

Şamil olağanüstü özellikleri olan bir insandı. Çünkü yeteneklerini sonuna kadar geliştirebileceği bir ortamda doğmuştu. Şamil her bakımdan modern çağın en büyük müslüman liderlerinden biri olduğu kadar, sömürgeciliğe karşı direnişi başlatma yeteneğine fevkalâde bir örnektir. Bu tür insanlar gibi, Şamil de karmaşık bir insandı. 74 yıl süren dolu bir hayat yaşadı (1797-1871). Gerilla liderliği tam ve kesintisiz bir çeyrek asır sürdü (1834-1859). Şamil'in askeri bir lider olarak, dini bir düşünür olarak, devlet başkanı olarak, devlet adamı olarak, bir insan olarak değerlendirilmesi, birinci, ikinci ve üçüncü elden bilgilere ve spekülasyonlara dayanmak zorundadır. Şamil Sovyetler Birliğinde yoğun bir tartışma konusu olmamış olsaydı bile, yine de anlaşılması kolay bir kişilik olmayacaktı.25

Kafkasya'daki direniş hareketi Şamil'den daha az yetenekli bir önderin elinde aynı ölçüde genişleyip yükselebilecek miydi? Şamil son derece dinamik ve kendisini halkına adamış bir liderdi ama tek değildi. Kendisini adamış başka liderler de vardı. Şamil'in ahlâki nitelikleri yüksek ve komutanlığı da başarılıydı, ancak kuvvetlerini aşırı dağıtması ve ana bir strateji geliştirememesi nedeniyle eleştirilir, üstün bir üderlik ve kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahipti. İleri görüşü, ait olduğu kabile sınırlarını, kabile liderliğini ve Kafkas-lar'da yüzyıllardır süregelen geleneksel dini çerçeveyi aşıyordu. Şamil'e göre İslâm statik bir inanç değil, dinamizm, yenilik ve ilerleme kaynağı, hayat ve liderlik anlayışıydı. Şamil'e göre, din ve siyaset, İslâm'da olduğu gibi ayrılmaz bir biçimde bütünleşmişti.

Şamil olmasaydı, Kafkaslar, büyük bir olasılıkla bütün 19. yüzyıl boyunca isyanlarla sallanacak ve ateşe bulanacaktı. Şamil tarih sahnesine çıkmadan önce de kılıç ve hançer her Kafkas erkeğinin en önemli teçhizatıydı. Tüfek 16. yüzyılda ortaya çıkmıştı. Resmi kabile elbisesinde süs olarak fişek kemerleri ve mermiler bulunurdu. Şamil yerine daha zayıf bir lider olsaydı —veya lider sık sık değişseydi— Kafkaslar'daki direniş hareketindeki bütünlük daha zayıf olacaktı ve böylece Ruslar 1850'de yapmaya başladıkları gibi dağ köylerini bölerek direnişi kumaya muvaffak olabileceklerdi. Şamil gerçekten şanslı bir liderdi. Defalarca öldürülmekten ve yakalanmaktan kurtulmuştu. Şamil'in kendine güveni ve cesareti, talihsizliklerden kurtulmasında kuşkusuz büyük rol oynamıştı.
Batı Kafkaslar'daki direniş hareketinin Şamil'in kesintisiz 25 yıllık liderliğinde ve Şamil'in yakalanmasından sonra 5 yıl daha sürmesi hareket için büyük bir yarar sağlamıştı. Şamil'in kişiliği dış dünyanın dikkatini dağ köylülerinin Rus tahakkümüne karşı sürdürdüğü mücadeleye çekmişti. Fakat Şamil günümüzdeki gerilla liderleri gibi yaratılmış bir efsane değildi. Dağ köylülerinin özgürlüklerini savunma arzusu köklü bir olgudur. Şamil bu mücadeleyi harekete geçirmiş, yaygınlaşmasını sağlamış ve diğer hiç bir liderin yapamadığını başarmıştı ve mücadeleye ahlâki bir boyut kazandırmıştı. Bu mücadele Türkiye'deki dindaşlar arasında sempati yaratmış, Avrupalı diplomat ve gazetecilerin hayranlığını kazanmış olmakla birlikte dışarıdan gerçek anlamda bir destek görmemişti.
Şamilin gazeteci hayranları arasında Karl Marx önemli bir yer tutar. Marx, Kırım Savaşının en kritik döneminde Kafkas direniş hareketini izlemiş ve New York Tribune gazetesine bildirmişti. Bu haberlerin bir bölümüne aşağıda değinilecektir.
Şamil Türkiye'de uzun zamandan beri Türk olarak kabul edilmekle birlikte,26 aslında, ataları tarihin ilk dönemlerine kadar uzanan Avarlar'dandı.27 Avarlar'ın adı "dağlı" anlamına gelen Maarulal kelimesinden gelir. 19. yüzyılın başlarında 100.000'den daha az olan Avarlar bugün, eskiden de olduğu gibi, Dağıstan’daki en büyük ulustur.28 Avarlar, bugün olduğu gibi, Şamil zamanında da müslümandi. Şamil'in Avar olduğu doğrudur, ancak milliyet —kabile— Kafkas müslümanları arasında liderin belirlenmesinde önemli bir faktör değildi. Şamil'in yaşantısının ilk dönemlerinin incelenmesinde efsaneyi gerçekten ayırd etmek zordur. Şamil hakkında yazılı tek kaynak Muhammed Tahir al Karahi'nin29 Arapça yazılarıdır. Fakat bunun yanında, S.S.C.B, ve Türkiye'de günümüzde de incelenen, 19. yüzyıldan kalma, Rus ve yabancıların anlattığı öyküler mevcuttur.
Şamil Kuzeydoğu Dağıstan’daki Gimri'nin bir dağ köyünde (aul) doğmuştu. Bu köy, dik dağ yamaçlarına serpiştirilmiş taş evlerden ve yüksek kulelerden oluşan kendi kendine yeterli bir köydü. Kuleler, dağ köylülerinin herhangi bir tehlike karşısında sığınmaları ve kendilerini savunmaları için yapılmıştı. Köydeki cami ve çeşmeler ise kadın ve erkeklerin bir araya geldikleri ve vakit geçirdikleri sosyal amaçlı yerlerdi. Bu tür köyler, günümüzde Hindukuş dağlarından Anadolu'ya kadar tüm Asya'da hâlâ yaşamaktadır. Şamil doğduğunda kendisine Ali adı konulmuştu, fakat sonradan, kendisini nazardan koruması için adı Şamil (Samuel) olarak değiştirilmişti. Şamil, sağlıklı bir çocukluk döneminden sonra güçlü bir genç olmuştu. Babası serbest bir köylü (uzden) idi.
Dine karşı aşırı ilgisi nedeniyle Şamil, geleneksel bir Kuran hocası olan Cemaleddin Hoca'dan ders almaya gönderildi. Bu dersler sırasında, 1829'da Dağıstan'ın ilk imamı ilan edilen ve kendisinden biraz daha yaşlı olan Gazi Muhammed ile arkadaş olduğu söylenir. Bir deyişe göre, sonradan her ikisi de Buharalı Molla Muhammed'in teşvikiyle Nakşibendi tarikatına girdiler. Diğer bir deyişe göre ise, Hacı İsmail adında birisi Şamil'in Müridizme girmesinde büyük rol oynamıştı. 30

Müridizm nedir?

Müridizm, İslam'ın yayılmaya başlamasından sonra ortaya çıkmıştır. Müridizm, fanatizmdir, kişiliğin baskı altına alınmasıdır, fanatik kaba kuvveti yaymak ve insanların düşünce ve vicdanlarını esaret altına alarak, insanı tahakküm edici ve sömürücü bir zümrenin kör bir silâhı haline dönüştürmektir. Sömürücü sınıflar, kişilikteki insani herşeyi baskı altına alarak, müridizm ve müritleri halk kitlelerini ezmek, yabancı ülkeleri ele geçirmek ve diğer insanları zorla müslüman yapmada kullandılar. Müslümanlıktaki en militan eğilim olan Müridizm, "inanmayanlara" karşı "kutsal savaş" ilân etmeye kadar giden dini hoşgörüsüzlük sınırlarına varmıştır. Dini ve politik eğilim olarak Müridizm, 14. yüzyılda Buharalı Bahaeddin Nakşibendi tarafından kurulmuştur. Nakşibendi tarikatı Özbek hükümdarları ve. dünyayı tahakkümü altına alma çabalarıyla tanınan Timurlenk tarafından kendi amaçları için kullanılmıştır. 31

Bu görüşler, Stalin döneminin son yıllarında Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri ve Laurenti Beria'nın yakın arkadaşı olan M.D. Bagirov'undur. Bu görüşler, içinde sadece bir tek nokta tartışma götürmeyecek kadar doğrudur: Nakşibendi tarikatının Orta Asya'da doğduğu ve Sufizmin belli başlı kurucularından biri olan Bahaeddin ile ilişkisi.32

Bagirov’un iddia ettiği kadar acımasız görüşlere Sovyetler Birliği'nde son yıllarda oldukça ender rastlanmakla birlikte, Komünist Partinin propaganda çizgisi Müridizme karşı sürekli olarak menfi olagelmiştir.33 Tamamen Müridizmi inceleyen bir çalışmada akademik bir tanım Sovyet dönemi bilgilerini güzel bir şekilde birleştirmektedir:
Müridizm, sosyal eşitlik için, dağ köylülerinin ulusal bağımsızlığı için savaşanların çıkarlarını yansıtan ve biçimsel olarak dinsel olan bir doktrindir. Bilim adamı B.G. Gafurov'un yazdıklarını kabul etmemek mümkün değildir: Tarihin çeşitli dönemlerinde Sufizmin bazı akımları (Müridizm, Sufizmin bir akımı olarak kabul edilebilir) tarihsel açıdan sınırlı sosyal hareketler olmakla birlikte, belirli bir tarih dönemi için ilerici akımlar olmuşlardır.34

Arapça olan "mürid" kelimesi yeni Türkçede
1. Dervişlerin emrine giren çırak, havari,
2. Arzulu, coşkulu35 anlamına gelir.
Kullanıldıkları koşullara bağlı olarak, tüm kelimeler anlamı genişletir. Müridizm 19. yüzyılda Kafkaslar'da hem dini ve siyasi bir felsefe, hem de bir hayat tarzı olmuştur Müridizm içinde birçok akımlar vardı: Sofuluk, muhafazakârlık, aktif mühtedilik, ve bir ölçüde hoşgörüsüzlük.
Ancak, müridliği katı bir feodal liderliğin ideolojisi olarak görmek zordur. Müridliğin daha popüler bir boyutu vardı. Kafkas halklarının geleneksel liderlerinin çoğu müridliğe düşmandı ve özellikle müridlerin Ruslar'la ilişkide olan ve uzlaşmaya eğilimli kesimini kendileri için tehlikeli görüyorlardı. Dağ halkının çoğu liderlerine karşı güvenlerini yitirmişlerdi. Kuzey Kafkasya halklarının durumu sosyal ve siyasal açıdan çok karmaşıktı. Kendi yörelerinin çok ötesinde cereyan eden gelişmeler dağ halklarını değişme sürecine zorlamıştı. Dağlılar bu değişme sürecinin önde geleni olmak istiyorlardı. Nakşibendi felsefesi İslâm dünyasının birçok yerinde yabancı tahakkümüne karşı askeri direnişin temelini oluşturuyordu.36 Şamil'in liderliği gibi, Müridlik de ideoloji olarak ideoloji ve liderlik için olgunlaşmış bir ortama uygundu. Müridliğin kapsam ve anlamı üzerine yapılması gereken çok araştırma vardır. Tartışmanın Sovyet basınında ve diğer saygın yayınlarda geniş yer tutması, konunun Kafkasya müslümanları ve Sovyetler Birliği'nde yaşayan diğerlerinin yakın ilgisini çektiğini kanıtlamaktadır.

İmam Gazi Molla adıyla bilinen Gazi Muhammed 1829 yılında Gimri'de Kutsal Savaş (Gaza) ilân etti. Gazi Muhammed'in savaşçıları Çeçenistan'daki bir Rus kalesini kuşatmış ve Rus ordusunu çok kısa zamanda bozguna uğratmıştı. Ertesi yıl. Gazi Muhammed ve yandaşları önce Derbent'i, ardından da Kuzeyde Terek ırmağının Hazar Denizine döküldüğü yerin yakınındaki Kızılyar'ı kuşattılar. Güney Dağıstan’daki Lezginler Gürcistan'a baskınlar düzenlemişler, Çeçenler de Vladikafkas'ı kuşatmışlardı. Bu kuşatma Ruslar'ı şaşkınlığa uğratmıştı. Paskeviç'in yerine geçen Baron Rosen, Kafkaslar'daki sorumluluklarını hazırlıksız üstlenmişti ve 1832'de asiller arasında başkaldırma hareketinin ortaya çıktığı Gürcistan'da çok güç bir durumla karşılaşmıştı.

Nihayet 10.000 Kazak ve Rus piyade birliği ile topçu birliğinden oluşan bir keşif ordusu Gimri'yi ele geçirdi ve kahramanca savaşmış olan ve müridleri arasında yüksek bir saygınlığı olan Şamil kaçarak bir süre saklanmak zorunda kaldı. Bu olayda Gazi Muhammed şehit olmuştu. Müridlerin yaptığı bu kutsal savaşın ilk üç yılında Ruslar'ın verdiği kayıp en az 3.000 civarındaydı.37

Daha az dindar, fakat daha politik eğilimli olan Hamza Bey, Gazi Muhammed'in yerine imam ilân edildi. Kutsal savaş bir yandan o döneme damgasını vururken, yeni imam geleneksel Avar asilleriyle ihtilafa düştü ve 1834'te Kunzak camisinde öldürüldü. Kısa bir süre sonra Şamil imam ilân edildi. Şamil'in ilk yaptığı işlerden biri Avar prensinin boğulmasını emretmek oldu.
Şamil liderliğe olgun bir yaşta (37) geldi. Şamil savaşta yetişti ve irade, ikna gücü, ilham verme yeteneği ve örnek olma özellikleriyle birbirinden farklılık gösteren kuvvetleri harekete geçirme deneyimi kazanarak olgunlaştı. Müridlerin eşitlikçi anlayışı karışık siyasal yapıya sahip Çeçenlere cazip gelmişti.

Diğer taraftan Çerkezler güçlü liderlere sahiptiler ve Müridlerin dinsel felsefesine pek ilgi göstermediler. Çerkezler Şamil ile tam bir dayanışma içinde olmamakla birlikte. Ruslar'ın kendilerini baskı altına alma ve tahakküm etme girişimlerine aynı ölçüde karşıydılar.

Edirne antlaşmasıyla kendilerine tanınan ayrıcalıklardan yararlanan Ruslar'ın girişimleri Çerkezistan kıyılarında kaleler ve iskeleler inşa etme faaliyetlerine karşın rastgele idi ve Çerkezler Ruslar'a karşı direnişlerinde Türkle'in ve Ingilizler'in ziyaretlerinden cesaret alıyorlardı.38 Türkiye'den Çerkezistan'a büyük ölçüde resmi olmayan bir silâh trafiği vardı. İstanbul'daki İngiliz Büyükelçiliği birinci kâtibi David Urguhart Çerkez Siyasal Merkezi kurma faaliyetlerini yürütüyordu. Eski İngiliz seyyahlarından Spencer, 1839'da üçüncü baskısını yayınladığı kitabının önsözünde bu insanları teşvik eden tutumları şöyle anlatıyordu:

Son bir kaç ay içinde İran, Herat ve Hindistan'da cereyan eden olaylar ve bu olayların Çerkezistan ve Karadeniz kıyılarındaki diğer Asya ülkeleri ile yakın bağlantısı beni kamuoyuna ucuz ve gözden geçirilmiş yeni bir baskı sunmaya yöneltti. Çerkezistan'ın fethinin Doğu İmparatorluğumuzun güvenliği ile ilişkisi kuşkusuz her siyasal görüşteki insan için önemlidir. Rusya, uzun yıllar boyunca, dikkati çekmeden, uyuyan Avrupa karşısında Kafkaslar'ı fethetme planlarını adım adım pervasızca uygulamaya koyuldu. Ancak, bu ilginç ülkenin gerçek durumu hakkındaki bilgiler, İngiltere'deki özgür basın sayesinde şimdi dünyanın en uzak köşelerine kadar ilk defa iletilmiş bulunuyor.39

General Velyaminov 12.000 askeri ile 1835'te Abaza ve Çerkezler'i bastırmak ve Türkler'in silâh yardımı yapmasını ve Rus gemilerine saldırmasını önlemek için bir harekat girişiminde bulunmuştu, fakat bu girişim zamansız olmuştu ve sonuçsuz kalmıştı. Rus birliklerindeki binlerce Polonyalı sürgün isyan eşiğindeydi.40 Çerkez liderleri, Kuban'da yığınak yapmaktan vazgeçmeleri için Ruslar'a bir ültimatom göndermişlerdi. Fakat, Çar I. Nikola Kafkaslar'ı ele geçirmeye kararlıydı ve aynı yılın sonbaharında sahilde Çerkez/Osmanlı denetimindeki Gelencik ve Redutkale kalelerini ele geçirdi. Şamil, Çara boyun eğmesi ve af dilemesi için Tiflis'e çağırıldı. Şamil bu çağrıya bir mektupla cevap vermişti:

Herşeyi Allanın takdirine bırakan mütevazi Şamil'den: Reddetttiğim için parçalansam bile Tiflis'e gelmemeye karar verdiğimi bilmenizi isterim. Çünkü sizin hainliklerinizi defalarca yaşadım. Bunu de harkes bilmektedir.41

Bu mektup karşısında mahcup duruma düşen Nikola, Gürcistan'da kontrolün elden çıktığını gördükten sonra General Rosen'i görevden almıştı; memleket huzursuzluk içinde, kaynaşma doruk noktasındaydı.

Ruslar, 1830'ların sonlarında Çerkezistan'da bir imha hareketine giriştiler. Bu arada sahilde bazı yerleri denetimleri altına aldılar. Diğer taraftan bir Rus keşif birliği Dağistan'a sızdı ve Şamil'in savunduğu Ahulga'yı kuşattı. 80 gün süren bir çatışma sonunda Ruslar 8.500 askerin 3.000 tanesini kaybederek Ahulga'yı ele geçirdiler. Bunun üzerine Şamil, Güney Çeçenistan'daki ormana sığınmak zorunda kaldı. Rusların dağ köylülerini bastırmak amacıyla o güne kadar giriştikleri çatışmalarda kaybettiği asker sayısı 9.000'e ulaşmıştı.42

Sıkıntı ve güçlükler Batı ve Doğu dağ köylülerinin çabalarını koordine etmek zorunda bırakmıştı. 1840 yılının ilkbaharında harekete geçerek 10-12 bin savaşçıyla Rus mevzilerine eş zamanlı saldırılar düzenlediler ve birkaç Rus garnizonunu imha ettiler. Bu, Türkler'in ve İngilizler'in ciddi bir yardım göndermelerinin gerekli olduğu bir zamandı. Çerkezler birçok çatışmada Ruslar'a karşı eşit güçte çarpıştılar, fakat sonradan çaresizlik baş göstermiş ve dış vaadlere bağlanan umutlar boşa çıkmış, düş kırıklığına uğramışlardı. Ancak, her nasılsa umutlar her zaman canlanmıştı.

1843'te Şamil Çeçenistan'dan Dağistan'a göç etmiş ve kendisine binlerce yeni mürid katılmıştı. Bu çatışmalarda Rus kayıpları 12.000'e yükselmiş ve Rus kalelerini terkedenler de müridlerin saflarına katılmıştı. Ruslar Çeçenistan'ın çoğunda kontrolü kaybedip, çok sayıda mevzilerini terketmek zorunda kaldılar. Çar I. Nikola Kafkaslar'daki gelişmelerden uzun zamandır hoşnut değildi. Dağ köylülerinin yoğun direnişlerinin yanısıra, şimdi de Azerbaycan ve Karabağ'da ayaklanmalar başlamıştı. Çar, dağ köylülerini bastırmak için tam teçhizatlı bir orduyu bölgeye göndermişti. Çeçenistan ve Dağistan'da Şamil'e karşı 30.000 askerlik orduyu gönderebilmek için Çerkezlere karşı girişilen harekatın bir süre durdurulmasına karar verilmişti.
Bu dönemde Çar, dağ köylüleri üzerindeki etkileri gelecek on yıla kadar uzanacak çok daha önemli bir değişikliğe karar vermişti. Baron Rosen'in 1837'de görevden alınarak yerine General Golovin'in atanması, Tiflis'teki kargaşalığa çözüm getirememişti. Baron Hahn'ın şekil ve ruh olarak Kafkaslar'ın koşullarına uygun olan reformları da çare olmaktan uzaktı. Bu reformların uygulamaya konulması mümkün olamamış, rüşvet ve yolsuzluk önü alınmaz boyutlara varmıştı. Fransız konsolosunun deyimiyle "durum genel bir yağmacılık ve çapulculuk görünümündeydi".43 1842'de General Golovin'i görevden alarak yerine, daha önce Moskova valisi olan General Neihardt'ı atamıştı, Bu değişiklik de bir işe yaramamıştı. Nihayet, 1844'de I. Nikola doğru hareketi yaptı: Kont Michael Vorontsov'u Genel Vali unvanıyla Kafkaslar'a tayin etti. Tüm sivil ve askeri sorumluluk ve yetkiler bu unvanda birleştirilmiş ve Vorontsov sadece Çara karşı sorumluydu.

Yeni sorumluluklarını üstlendiğinde 63 yaşında olan Vorontsov Kafkaslar in yabancısı değildi. Vorontsov 1803'te Gürcistan'da teğmen olarak görev yapmıştı. Kafkaslar'a tayin olmadan önce de yeni Rusya'da (Ukrayna ve Kırım) Genel Valilik görevinde bulunmuştu. Vorontsov'un babası Londra'da Rus Büyükelçisi olarak bulunmuştu. Bu yüzden Vorontsov İngiliz hayranı olarak bilinirdi. Vorontsov, Napolyon'un yenilmesinden sonra, Fransa'da Rus işgal kuvvetleri komutanıydı.

Vorontsov'un Kafkaslar'a tayin edilmesindeki amaç, Rus kamuoyunun Çerkezler'in ve Şamil'in dize getirilebileceğine inancını canlandırmak ve kendisinden önceki başarısız yöneticilerin zulmü altında ezilen Gürcüler'le diğer Kafkas halklarına güven aşılamaktı.44 Vorontsov hayal dünyasında yaşayamayacak kadar yaşlı ve akıllıydı, ancak, I. Nikola Şamil'e karşı kısa zamanda zafer kazanmak istiyordu ve 1815 baharında saldırıya geçilmesi için emir vermişti. Bu saldırıda Vorontsov, 50 tane top ile donatılmış 18.000 piyade ve Kazaklar'dan oluşan bir orduya bizzat komuta etmişti ve Şamil'i Güney Çeçenistan'ın sık ormanlarına kadar takip etti. Şamil geri çekilmeye devam etti ve çatışmadan kaçınarak, Vorontsov'u pusuya düşürmek amacıyla peşinden sürükledi. Ruslar Dargo'yu işgal ettiler ve bunu bir zafer olarak kabul ettiler. Bu bir tuzaktı. Vorontsov 13 Temmuzda Dargo'ya 50 km ötedeki üssü Gronzy'ye döndü. Şamil gerilla kuvvetlerini ormanda toplamıştı. Vorontsov ve perişan askerleri bir hafta sonra Gronzy'ye vardığında 3'ü general ve 200'ü subay olmak üzere 4.000 askeri ölmüştü. Çok sayıda at ve büyük çapta mühimmat terkedilmek zorunda kalmıştı.45

Şamil sevinçten coşmuştu. Kabarda'yı işgal ederek Çerkezler'le doğrudan bağlantı kurmak suretiyle zaferini devam ettirmeye karar vermiş ve Gürcistan Askeri Karayolunu keserek Daryal Vadisi ve Geçidini ele geçirmişti. 1846 baharında Vladikafkas'ın kuzeyini ele geçirmişti, ancak Kabardalılar ayaklanmayı başaramayarak Şamil'in ümitlerini kırmışlardı.

Çerkezler'in akrabası olan Kabardalılar sonradan (16. yüzyıl) müslümanlığı kabul etmiş olup, 18. yüzyılda Rus askeri birlikleriyle Kazaklar arasındaki geçici antlaşmayı etkileyen Kuzey Kafkaslılar'ın önde gelenlerindendi.46 Müridizm Kabardalıları önemli ölçüde etkilemedi. Kuzey Kafkaslar'da yaşayan Osset'lerin düşman tavırları karşısında Şamil'in Daryal Geçidini ele geçirme çabaları sonuçsuz kalmıştı.47 Müslüman olmayan Osset'ler kendilerini Gürcüler'e yakın görmüşler ve Rusya'ya sadık kalmışlardı. Bu nedenle Şamil'in saldırısı Vorontsov'un saldırısı kadar felâketle sonuçlanmamakla birlikte, çok az stratejik kazanç sağlamıştı. Çerkezler'le yakın işbirliği sağlanamamıştı. Şamil Terek Irmağını güçlükle aşarak geri çekildi.
Sonraki birkaç yıl boyunca taraflar savunmacı bir tavır izlediler. Şamil, Çeçenistan ve Dağistan'ı sıkı kontrolü altında tutuyordu ve bu bölgede bağımsız bir mürid devleti yönetiyordu. Rusların elinde bulunan birkaç mevzi dışında tüm Karadeniz sahili Çerkezler'in elindeydi.
Müridlik hareketi 1845-46 yılları arasında sürmüş ve doruk noktasına ulaşmıştı. Ancak, bu gerçek o zaman fark edilememişti.48
Kendi hatasını dolaylı olarak kabul eden Çar I. Nikola, Çeçenistan'daki yenilgiden sonra Vorontsov'u prens tayin etti. Vorontsov'un kötü başlangıcı, Çarın genel vali olarak kendisine verdiği yetkiyi kullanmada kendisine cesaret vermişti ve Kafkaslar'da güçlü bir yönetim kurmak için yavaş yavaş, fakat sistematik bir çalışmaya girişti:
Vorontsov, Kafkaslar'daki üst sosyal tabakayı Rus İmparatorluğu ile uzlaştırarak güçlü bağlar kurabileceğine inanıyordu... Vorontsov'un politikası tüm Kafkaslar'da tutarlı değildi. Bu politikalar, Ermeniler'den çok Gürcüler'in, Azeriler'den çok Ermeniler'in işine yaramıştı. Kuzey Kafkaslar'daki dağ köylülerinin Vorontsov'un politikalarından yararlanma olanakları sadece askeri baskının (pasifleştirme) azaltılmasıyla sınırlıydı. 49

Dağ köylülerinin Rus tahakkümüne karşı direnişlerine Vorontsov'un yaklaşımı akılcı ve uzun dönemliydi ve geniş çaplı operasyonlar yerine yavaş yavaş boğma politikasını benimsiyordu. Vorontsov, mürid liderler tarafından mülkiyet ve sosyal hakları ellerinden alınan kabile liderlerine bu haklarını geri vererek pasifleştirilmiş dağ köylülerinin önemli ölçüde sempatisini kazanmıştı.50
Vorontsov'un yaklaşımı daha beceriksiz, daha yavaş ve kendisine daha az güvenli olsaydı, dağ köylülerinin özgürlük savaşının hızı azalmayacaktı. Ruslar'ın 1853'te Türkler'le yaptığı Kırım Savaşı İngiltere ve Fransa ile daha büyük bir savaşa yol açmıştı. Bu yeni savaş dağ köylüleri için olduğu kadar, Türk ve Avrupalı dostlarına da yeni olanaklar getirmişti. Eğer bu savaş daha farklı sürdürülmüş olsaydı, Vorontsov'un çalışmaları sonuçsuz kalacaktı. Vorontsov, 1853'te Kafkaslar'ı göreve geldiği günkü koşullarından daha iyi bir duruma getirerek terk etti. Vorontsov artık yeni unvanlar peşinde koşamayacak kadar yaşlı ve yorgun bir adamdı.
Olaylara geriye doğru baktığımızda, Vorontsov'un dağ köylülerinin mücadelesini bastırma ve kırma yolunda yavaş ve kararlı yaklaşımının, geç de olsa, sonradan getirdiği yararları görmek zor değildir. Dağ köylüleri, daha aktif bir tavırla, Kırım Savaşı sırasında yeterli etkinliği göstererek müttefiklerden daha çok yakınlık görebilirdi ve daha güçlü bir faaliyetle Kırım Savaşının temel stratejisini bile etkileyebilirlerdi. Geçmişe dönük bu varsayımlar spekülasyon yapmak açısından ilginç gelebilir, ancak somut bir çözüm getiremez. Şimdi 1853-56 yıllan arasında cereyan eden olaylara dönelim.


İNGİLTERE VE RUSYA DOĞUDA

Çanakkale ve İstanbul boğazlarının çok dar olması nedeniyle, buralara kurulabilecek iyi silahlandırılmış Rus mevzileri bu boğazlardan geçmeye yeltenecek dünya donanmalarının tümünü bile bozguna uğratmaya yeterli olabilir. Bu durumda Karadeniz, Ladoga gölünden bile daha elverişli bir Rus gölü olabilir, Kafkaslıların direnişleri anında bastırılabilirdi. (Karl Marx, 1853)51
Rusya'nın Kafkasların ötesindeki vilayetleri Rus politikasının karakteri olan tahakküm ihtirasının açık bir delilidir. Rus İmparatorluğunun bu bölgesi çalıntı eşyaların saklandığı bir eve benzetilebilir. Gözlerini bir taraftan Ermenistan ve Tebriz'e, diğer taraftan Hindistan'a diken St. Petersburg hükümeti saldırgan içgüdülerine talihin güleceği günü beklemektedir.... İhtiraslı planlarını gerçekleştirmede Rusya'nın başarı şansı üzerine uzun bir tez yazmak amacında değilim. Bu sorun, eğer İngiliz hükümeti gerçek çıkar ve görevlerinin bilincindeyse, şu anda içinde bulunduğumuz savaş sırasında muhtemelen çözülebilir. (Bir İngiliz subayı, 1855)52

1849'da 39 yaşında olan fakat yaşamı tüm 19. yüzyılı içine alan İngiliz asker-yazarı Sir Henry Rawlinson Bağdat'tan gönderdiği yazılarında kendi hükümetinin gelecek 10 yıl içinde karşılaşacağı politika sorununu önceden görüyordu:
15 yıl boyunca (Rusya) Kafkaslar'daki kabilelerini yok etmek için elindeki tüm güçleri seferber etmiştir; söylendiğine göre Şamil kendi halkından başka Rus ordusundan iltica eden 15.000 askeri yönetmekte ve savaşta Ruslardan ele geçirilen 200 parça ağır topu savaşta kullanabilme olanağına sahipti. Böylece, bu gücün Ruslar için ne denli önemli bir tehdit oluşturduğu ortadaydı. Dağ köylülerinin özgürlük savaşının güçler dengesini kurmadaki değeri henüz tam anlaşılmış değildir. Şamil'e makul ölçüde yapılacak bir yardım, belki de. Tuna boyundaki prenslikleri kurtaracak ve Şamil'in bayrağı Kafkasların zirvelerinde dalgalandıkça İran Rus ordularının işgalinden korunacaktır.53
Karl Marx'ın uluslararası "güç ilişkileri" ile 19. yüzyıl ortalarındaki "Rus hegemonyası" tehlikesi üzerine yaptığı tahmin ile ileri görüşlü İngiliz devlet adamları ve asker düşünürlerin görüşleri arasında hiçbir çelişki yoktur. Aynı zamanda bu problemlerin birbiriyle bağlantısı ile ilgili -en azından böyle insanların zihninde- bir yanılgı yoktu.
Doğu Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Hindistan. Orta Asya'daki büyük oyun şimdi açıkça oynanıyordu. Rus ve Britanya İmparatorlukları zamanın süper güçleriydi. İngiltere, Ruslara oranla daha çok Avrupalı müttefiklere sahipti, ancak bu müttefikler her zaman avantaj sağlamaktan çok İngilizlerin dikkatini kısa vadeli sorunlara yönelterek jeopolitik gerçekleri bulanıklaştıran uzlaşmalara zorluyordu. İngilizler ve Avrupalıların stratejik ekseni doğudan batıya, Rusların ise kuzeyden güneye uzanıyordu.
Bu dönemde, kuruluşu henüz iki yılı doldurmuş olan, Rus Coğrafya Kurumu, Nil nehrinin kaynağını keşfetmek için E.P. Kovalevsky adında bir maden mühendisini Afrika'ya göndermişti.54 Bu arada, Kudüs'teki Rus dini temsilcisi olan ileri görüşlü ve siyaseti bilen Rus rahibi Porfiry Uspensky, Rusların Habeşistan'a sızmalarının gereği üzerine uzun uzun düşünmeye başlamıştı. Böylece, tüm Afrika kutsal Rusya'nın Hıristiyan Ruhunun getireceği medeniyetin nimetlerinden yararlanacaktı.55

Milliyetçilik virüsü tüm eski imparatorluklara yayılmaktaydı. Rusya'yı Kırım Savaşına iten, Rusya'nın 1848'de ihtilal öncesi Doğu Avrupa'ya karışmasıydı. Çar I. Nikola 1848-49'da "Avrupa'nın Jandarması" rolünü arzuyla üstlenmişti. I. Nikola İmparatorluğun meşruluğu ilkesini pekiştirdiğini sanıyordu ancak Rus müdahalesinin tek sonucu Tuna Vadisini karıştırmak olmuştu. Balkanlardaki Hıristiyanların çoğu Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Rusya'dan yardım umuyordu. Huşların Tuna Vadisini Osmanlılara rağmen ele geçirme arzusu dinmek bilmiyordu.
Osmanlı İmparatorluğu Sultan II. Mahmut zamanında (1808-1839) reform hareketlerine girişmişti. Sultan II. Mahmud'un temel amacı askeri ve idari reformları gerçekleştirmekti. Bu reform süreci, 19. yüzyılın ilerlemesiyle Osmanlı liderlerinin kontrolünü aşmıştı. Ancak, İmparatorluğun Türk olmayan nüfusunun yükselen istekleri giderek kırılmıştı.56 Böylece, Osmanlı İmparatorluğu "Avrupa'nın Hasta Adamı" olarak kalmıştı. Britanya başta olmak üzere, Avrupalı süper güçler Rusların Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmaya ve eski Bizans'ı ele geçirmelerine izin vermemekte kararlıydılar.
Ruslar bu kararlılığı kabullenmişlerdi, fakat bu antlaşma, Osmanlıların zayıflığının bir sonucu olan Hünkâr İskelesi Antlaşmasında (1833) telafi edilmişti. 1850'lerin başlarında Ruslar İstanbul'a doğru ilerlemede temkinli olmayı tercih ettiler. I. Nikola Türkiye için "elimizde çok hasta bir adam var" diyordu ve İngiltere ile bir antlaşma peşindeydi.
Ruslar, Balkanlar ve Küçük Asya'da daha çok hareket serbestisi karşılığında İngilizlere Mısır'da daha rahat hareket olanağı verecekti. Karmaşık kilise siyaseti, Rum ve İtalyan meseleleri, ticaret ve Kudüs'teki haklar gibi daha birçok faktörler vardı. Fakat, Kırım Savaşına yol açan neden Moldavya ve Wallasya'daki prensliklerin 1853 yazında Ruslar tarafından işgal edilmesi olmuştu.
İngiliz ve Fransız donanmaları doğuya doğru harekete geçmişti. Avrupa'da I. Nikola ile İmparator Fransız Josef'in Eylül ayında Olmütz'de yaptığı toplantıyla doruğa ulaşan çok hareketli bir diplomatik faaliyet sürüyordu. Ancak, bu toplantı bir sonuç getirmemişti. 8 Ekim'de İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı'ndan geçmeye teşebbüs etmesi üzerine Türkiye savaş ilan etmişti. Ekim sonunda Rus amirali Nakimov Türk donanma filosunu Sinop'ta ani bir saldırı ile imha etmişti. Bu hareket İngiliz ve Fransız hükümetleri üzerinde bir şok etkisi yapmıştı ve İngiliz basınında katliam olarak lanetlenmişti. Tüm Avrupa bu olaylardan kaygı duyuyordu. Artan gerilim New York Tribune gazetesinde "Londra'daki en güvenilir kaynağı", Karl Marx'm haber ve yorumlarıyla işleniyordu.57 Karl Marx, "eski Asya aldatmacılık ve hilekârlık sistemine sadık Rusya'ya gereken dersin verilmesi için sürdürülen kuvvetli hareketin tutarlı bir savunucusuydu:
Porto'daki Hıristiyan halk arasında geç ortaya çıkan dinsel ve siyasal bağımsızlık ruhunu ezmek Rusya'nın sonu olmuştur.59

Marx, Ruslar'in Balkanlar'a girmesini orada yaşayan halkın, özellikle Slav olmayanların, çıkarına uygun olduğunu kabul etmez.60 1854 yılının Ocak ayı başlarında İngiliz ve Fransız donanmaları İstanbul Boğazı'nı geçerek Karadeniz'e girdiler. Şubat sonunda İngiltere ve Fransa Çar'a bir ültimatom verdiler. Ruslar Moldavya ve Wallasya'dan ya iki ay içinde çıkacaklar ya da savaşla karşılaşacaklardı. Ruslar bu ültimatoma kulak asmadılar ve İngiltere ile Fransa Mart sonunda Ruslar'a savaş ilan ettiler. Bu olay, uzun gecikmelerden ve gizli uzlaşmalardan kuşku duyan Marx’ı rahatlatmıştı.
Bu tür savaşların birçok nedeni olduğundan bunları kısaca özetlemek zordur. Hugh Seton - Watson bu nedenleri sıralarken onunla hemfikir olmamak güçtür:
Batılı güçlerin savaşa girmelerinin nedenlerini Napolyon'un prestijini arttırmak, Türkiye'yi korumak, diktatörlüğe karşı savaşmak veya güçler dengesini korumak olarak değerlendirebiliriz. Bu dört nedenden sonuncusu, güçler dengesini korumak, en önemlisiydi.61
Savaş başlangıçta Kırım Savaşı değildi ve Balkanlar'da, Türkler'in Rus kuşatmasına karşı kararlılıkla savundukları Silistre'de yoğunlaşmıştı. Batılı güçlerle ilk düşmanca karşılaşma 1854 ilkbaharı sonunda Baltık Denizinde oldu. Bir tarafta İngilizler Kola Yarımadası'na saldırırlarken, 1854 Eylül başında dünyanın öteki yanında İngiliz ve Fransız birlikleri Kamçatka'ya başarısız bir saldırı düzenliyorlardı. Bu olaylar dünya çapında bir çatışma görünümündeydi.62
1853 yazında Türkler, Kafkas cephesine önemli ölçüde asker yığmağı yapmıştı. Ruslar, Tuna cephesinde asker bulundurma zorunluluğu nedeniyle Kafkaslar'daki birliklerini azaltmak zorundaydılar. Kafkaslar'daki Kazaklar ve piyade birlikleri Çerkezistan, Çeçenistan ve Dağıstan’daki dağ köylülerine karşı mevzilenmişti. Prens Vorontsov emrindeki iki tümen ve 10 Kazak alayından oluşan birliklerin yanısıra düzensiz Gürcü ve Müslüman çeteleri yardımıyla (toplam 23.000 asker) cepheyi savunmaya çalışıyordu. Şamil, Ağustos ayında Doğu Gürcistan'a bir saldırı düzenledi. Bu saldırı büyük bir tehlike oluşturmuş fakat Rus karşı saldırısıyla bertaraf edilmişti. Bu saldırı Türkler -ve Marx dahil birçok Avrupalı'nın- Şamil hakkında boş ümitlere kapılmasına neden olmuştu. 1853 Kasımında Marx şöyle yazıyordu:
Türkler, Asya'da Avrupa'ya oranla daha büyük şansa sahip bulunmaktadır. Türkler'in Asya'da savunmak zorunda oldukları tek bir önemli yer vardır: Batum; gerek Batum, gerekse Erzurum'dan Kafkaslar'a başlatılacak bir harekâtın başarılı olması durumunda Türkler'e müttefikleri ve dağlılar ile daha yakın bir iletişim olanağı sağlayacaktır. Böylece, Kafkaslar'm güneyindeki Rus ordusunun Rusya ile karayolu bağlantısı kesilecek ve bu durum Rus ordusunun tamamen imhası sonucunu yaratacaktır.63
Ruslara karşı gerek orta tabaka, gerekse köylüler arasında önemli bir tepki olmaması nedeniyle Ruslar'ın bu saldırısı dağlılar arasında korku yaratmıştı.64 Cephenin Rus tarafında savunma oldukça zayıftı. Bu bölgedeki eski Türk kalesi olan Akhaltsikhe ve diğerleri 1829'daki koşullardaydı ve önemli tamir gerektiriyordu.
Gümrü'de yeni kale inşaatları planlanmış fakat bitirilememişti. Batum'daki Türk komutanı sahil boyundaki St. Nikola'yı ele geçirmişti. Sonraki çarpışmalarda Redutkale'deki Rus garnizonu geri çekilmiş ve Kırım ile Poti arasındaki bağlantı kesilmişti. Tüm bunlar Türk donanmasının Sinop'ta imha edilmesinden birkaç hafta önce cereyan etmişti.
Türkler sonraki kış mevsimi boyunca Akhaltsikhe Kalesini ateş altında tutmakla birlikte bu gelişmeleri kendi menfaatleri doğrultusuna sokamamışlardı. Sonradan, Ruslar karşı saldırıya geçerek Kars'a doğru ilerlemişler ve Aralık ayında Türkler'i Başgedikler'de büyük bir bozguna uğratmışlardı. Bu yenilgide Türkler 6\000 şehit verdiler. Rus generallerinin üstün komuta yeteneği ve Ruslar'ın saldırgan ruhu eksik hazırlık ve insan gücü noksanlığını telafi etmişti.65
Sinop başarısı ve mahalli zaferler dışında Vorontsov Karadeniz'deki İngiliz ve Fransız donanmalarının baskısı altındaydı. Vorontsov, Çerkezistan, Dağistan ve Azerbaycan'daki pasifize edilmiş müslüman halk karşısında karşılaşacağı güçlüklerden kaygı duyuyordu. Türkler'in işgal tehdidi karşısında Gürcü ve Ermenilerin Ruslar'ı desteklemelerine rağmen Vorontsov birliklerini takviye etme ihtiyacı duyuyordu. Ancak, çok az takviye sağlanabilmişti. Mart 1854'te İngiliz ve Fransızlar'ın daha savaş resmen girmelerinden önce Vorontsov hastalık mazeretiyle Tiflis'ten ayrılıp bir daha dönmemek üzere Moskova'ya gitti. Vorontsov'un yerine geçen General Read66 durumun çok kötümser bir değerlendirmesini yapmış ve Çar I. Nikola'ya doğudaki tüm Müslüman bölgelerin boşaltılmasını ve Türklerin daha fazla baskısı karşısında Rusların taviz vererek Gürcistan'ı feda etmelerini ve Kafkas sıradağlarının kuzeyinden çekilmelerini önerdi. Bu öneri karşısında dehşete düşen Çar, General Read'ı görevden alarak yerine 5 yıl sonra Şamil'i teslim alacak olan Prens Baryatinsky'i atadı.
Çar I. Nikola'nın Kafkaslar'dan toprak vermeme konusundaki inadı sonunda doğruluğunu kanıtladı fakat ömrü bunun zevkini tatmaya yetmedi.
1854 yılı Türkler için kötü bir yıl olmuştu. Rus saldırıları karşısında Batum'a kadar çekilmek zorunda kaldılar. Müttefiklerin Çerkezistan sahiline çıkartma yapmalarını ümit ediyorlardı fakat bu ümitler de boş çıkmıştı. Türk-Rus cephesinin doğu kanadığında Erivan yönünde ilerleyen Rus birlikleri Temmuz sonunda Bayazıt'ı ele geçirdiler. Ağustos başında General Bebutov, Alexadropol ve Kars arasındaki Kurudere'de Türk ordusunu bozguna uğrattı. Bu çarpışmada Rusların 3.000 asker kaybetmelerine karşın Türkler şehit ve esirler dahil olmak üzere 10.000 kayıp verdiler. Rusların bu zaferi İran'ı etkilemiş ve Rusya ile anlaşıp tarafsız kalarak Kafkaslar'da daha önce kaybettikleri toprakları geri alabilme ümidi vermişti. Rusların bu zaferi, diğer taraftan İngiliz ve Fransızların Haziran sonunda Ruslara Kırım'da direkt bir saldırı düzenleyerek Rus donanmasını imha etmek için verdikleri kararı kesinleştirmişti.
Böylece, 14 Eylül 1854'te Müttefik Ordularının (İngiliz - Fransız - Türk) Eupatoria yakınlarına çıkartmaya başlamasıyla Kırım Savaşına dönüşmüştü. Bu çıkartmayla Kuzey Kafkaslar'daki özgürlük mücadelesinin müttefiklerden yardım alma olasılığı daha da azalmış, Vorontsov'un korkuları ve General Read'ın teslimiyetçi görüşleri gerçekleşmişti.
Londra ile Paris arasında Kırım'a saldırma kararının verildiği tam bu günlerde Şamil, İngiliz ve Fransız komutanlarıyla görüşmeler yapmak üzere Varna'ya bir heyet gönderdi. İngiliz ve Fransızlar, Şamil'in Müridlerinin Çeçenistan ve Dağıstan’da kontrol altında tuttukları bölgelerden çok Şamil'in kontrolünün daha zayıf olduğu Çerkezistan'a ilgi gösteriyorlardı. Varna'daki görüşmeler sonuç vermeden sona ermişti. Çerkezistan'ı ziyaret eden müttefik ülkelerin casusları, Türklerin bu bölgenin durumuyla ilgili duyduğu iyimserliği paylaşmıyorlardı. Kafkas cephesinde Türk ordularıyla birlikte görev yapan müttefik subayları dağlıların potansiyeli ve süregelen kayıpların ışığında, Türklerin Kafkaslar'daki hücum güçleri hakkında kuşku duyuyorlardı.67 Şamil temkinle davranarak Ruslara karşı çarpışan kuvvetlerini azalttı.

Şamil gibi Londra'daki Marx da "Çarlığın kendinden emin ve tahrik edici politikası" karşısında müttefiklerin Rusya ile kararlı bir biçimde savaşma istek ve cesaretinden yoksun olmasına kaygı ile bakıyordu.68 Bunun, kamuoyunda ilginin artması, taktik ve stratejilerin eleştirilmesi gibi birçok nedenleri vardı. Çeşitli kaynaklarda birçok 19. yüzyıl savaşının "ilk modern savaş" olduğu öne sürülmüştür. Philip Warner Kırım Savaşı hakkında şunları yazıyor:

Savaş muhabirleri, gözlemciler ve hatta kadınlar savaş alanında rahatça dolaşabiliyorlar, insanların savaşta öldüğünü, öldürüldüğünü, yaralandığını ve acı çektiğini kaydediyorlardı. Bu gözlemciler, savaşın getirdiği kazançlardan daha kolay görülüyor ve dramatik bir şekilde hatırlanıyordu. Gazetecilerin hatıralarında Kırım Savaşı'nın tarihin en kötü yönetilen, en acımasız ve en ümitsiz savaşı olduğu öne sürülüyordu.69
Ne var ki, son yıllarda gördüğümüz gibi, gazetecilerin algılayış biçimleri gerçeği saptırabiliyor. Kamu oyunun savaşa karşı gösterdiği hassasiyet devlet adamları üzerinde baskı yaparak gerekli stratejiyi yapmalarına engel olabilmekte, komutanları da savaşın gidişini bozan konulara öncelik vermeye zorlayabilmektedir. Kırım'ın müttefikler tarafından işgal edilmesi ve Rus ordularının Balkanlar ve Kafkasya'da çetin bir savaş verdikleri bir sırada Kınm'ı savunamamaları St. Petersburg ve Moskova'da utanılacak bir durum, büyük bir felaket olarak görülüyordu.70 1845-1855 kışında Ruslar Viyana'da yapılacak müzakere ve konferansa razı olmak zorunda kaldılar. Bu arada Çar I. Nikola ölmüştü:

I. Nikola'nın 30 yıl boyunca başardığını zannettiği herşey bir anda çökme noktasına gelmişti. Bu nedenle, intihar ettiği öne sürülmüştür. Daha fazla yaşama gücünü yitirdiğini söylemek belki deha doğru olabilir.71

Viyana Konferansı yaklaşık üç ay sürdü. Müttefikler Rus donanmasının Karadeniz'den tamamen boşaltılmasını talep ediyorlardı. Bu, Sivastopol elden gitmedikçe Rusların kabullenemeyeceği bir talepti. İlkbaharda, Müttefikler donanması İstanbullu bir Çerkez liderine yardım ederek Novorossisk şehri ele geçirilmiş ve Taman Yarımadasının bir kısmı kontrol altına alınmıştı, fakat bu girişim Kafkasya ile ilgili olmaktan çok Kırım Savaşı'nın bir parçasıydı.72 Kırım’daki çetin ve kanlı savaş tüm yaz boyu devam etti. Nihayet 10 Eylül'de Sivastopol düştü. Bu zafer müttefiklere 11.000 askere mal olmuştu. Ruslar ise 13.000 asker kaybetmişti.
Bu arada, Rusları Kafkaslar'da da bir başka yenilgi tehdit ediyordu. Kırım'da bir grup Türk askerine komuta eden Ömer Paşa Batı Kafkaslar'da bir saldırı harekatı planlıyordu. Ömer Paşa Kutaisi ve sonra da Tiflis'e doğru ilerleyerek Kakheti'ye (Doğu Gürcistan) inen Müridlerle birleşmeyi ve Türk-Rus cephesindeki tüm Rus birliklerini kuşatmayı planlıyordu.73

Başlangıçta İngilizlerin bu plandan haberi olmayacaktı, fakat Türkler doğuda bu planı uygulamakta çok istekliydiler ve Kafkas cephesine gönderecek yeni kuvvetler temin etmişlerdi. Ömer Paşa planını uygulamaya başlamak üzere Temmuz ortasında İstanbul'a çağrıldı. İngilizler Ağustos'ta bu plana karşı itirazlarından vazgeçtiler.
Kafkas cephesi Rus komutanı Muravyev yaz boyunca sınır bölgesinde başarılı harekatlar gerçekleştirmişti. Muravyev Kars'ı kuşatmış, Erzurum'u da tehdit etmekteydi. Fakat Türklerin müttefik donanması desteğinde Trabzon yönünden karşı saldırıya geçmesinden korkuyordu.

Eylül sonunda Muravyev, Ömer Paşa'nın 8.000 askerden oluşan takviye bir kuvvetle Trabzon'a değil, Batum'a geldiğini ve Sukhum ve Redutkale'ye doğru ilerlediğini öğrendi. Türklerin planı şimdi açığa kavuşmuştu. Sivastopol'ün düştüğü haberi Kars'a ulaşmış ve şehri savunanlara cesaret vermişti. Muravyev Kars'a saldırmaya karar verdi ancak saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu saldırıda Türklerin 1.500 asker kaybına karşılık Ruslar 8.000 asker kaybettiler fakat Ruslar Kars kuşatmasını sürdürebilecek durumdaydılar.
Türkler Kafkasya sahiline Eylül sonuna kadar 35.000 asker yığdılar fakat bu Ömer Paşa'nın planını gerçekleştirmek için yeterli değildi. Ömer Paşa'nın planı aynı zamanda sahil bölgesindeki Abaza ve Çerkezlerin de yardımını gerektiriyordu. Kış mevsiminin yaklaşması nedeniyle Abaza ve Çerkezler beklemeyi tercih ettiler. Kendisiyle güçlükle koordinasyon kurulabilen Şamil de beklemeyi tercih etti. Herşeye rağmen, Rusların Kars'ta geri püskürtüldüğü haberini alan Ömer Paşa, Ekim başında İngur Vadisi boyunca ilerlemeye karar verdi. Fakat, Vorontsov'un 1845'te Çeçenistan'da karşılaştığı zorluklar onu da bekliyordu. Ömer Paşa da sık ormanlar içinde yol olmaması nedeniyle ve birçok ırmağı geçmek zorunda kalması yüzünden ilerlemekte güçlük çekiyordu. Çok az Rus direnişi ile karşılaşılmasına rağmen 20 günde sadece 80 kilometre ilerleyebildi. Gerçekte Rusların savunması örgütsüzdü ve Türkler Zugdidi'deki ilk gerçek çarpışmada kolay bir zafer kazandılar. Rusların kumandanı Bagration'un kaçmasına rağmen Ömer Paşa, bu mevsimde Karadeniz'e özgü şiddetli yağmur nedeniyle, takip edemeyerek bu fırsatı değerlendirmede yeterince hızlı davranamadı. Türklerin çamurda mahsur kalmasına rağmen Bagration paniğe kapılıp daha fazla geri çekilmeye karar vermiş ve ardında birçok yeri yakmıştı.
Muravyev'in kararlılık ve azmi Kars'ın 6 Kasım 1855'te teslim olmasını sağlamış ve sonra da Bagration'u görevden azletmişti. Bu safhaya kadar saldırıları başarıyla süren Türkler dağlıların pasif kalmalarına öfkelendiler. Ömer Paşa Zugdidi'de karargâh kurmuş ve kış gelince İstanbul'a dönmüştü. Ömer Paşa'nın askerleri bahara kadar Zugdidi'de kalıp sonra Batum'a nakledilmişti.74

Teorik olarak, Kafkasya saldırısı başlatılabilirdi ve Türkler, Erzurum'a doğru ilerlemeyi planlayan Muravyev'in kuvvetlerine saldırabilirdi. Hatta, 1856 yazında gerek Çerkezistan'daki dağlılarla gerekse Şamil ile etkin bağlar kurabilir ve bunlar birleştirilebilirdi.
Türkler Sivastopol'ün ele geçirilmesinden sonra Kırım'dan 30.000 askeri bölgeye getirmişlerdi fakat bir İngiliz destek birliği de gerekliydi. Bu, Sivastopol'ün düşmesiyle kazanılan savaşla ilgili olarak, İngiliz kamuoyunda son derece eleştirilecek bir hareket olacaktı. Barış görüşmelerinin başlaması kararları engelledi. Yeni Çar II. Alexander için Balkanlar'daki düzenlemeler hakkında Avusturyalılarla yapılan görüşmelerden sonra müttefiklerle barış görüşmelerine oturmak en iyi yoldu. Muravyev'in Kars'ta aralarında İngiliz subaylarının da bulunduğu 24.000 savaş esiri ele geçirilmesiyle elde ettiği zafer Rusların onurunu kurtarmıştı. Bunun pratik yararları da vardı.75 Bu, Kafkaslar'daki Türk cephesinde ilerlemeyi arzu etmeyen Batılı Müttefikleri Ruslara karşı saygı duymaya zorluyordu. Böylece, Rusya'nın pazarlık gücü artmıştı.
Paris Antlaşması, 1856 Şubatı sonlarından Nisan ortalarına kadar süren bir konferans sonucu imzalanmıştı. Rusya, bu antlaşmada 1853'te Romanya'daki Prensliklere ve Kafkaslar'daki Türklere karşı giriştiği harekatın amaçlarını ciddi bir şekilde zedeleyen koşulları kabul etti ancak yenilgi için ağır bir maliyet ödemedi. Her iki tarafın çetin savaşlar verdiği Kırım Ruslara iade edildi. Karadeniz'in silahlardan temizlenmesine karar verildi. Bu, Edirne Antlaşmasından beri mevcut olan Kafkas sınırının yeniden teyit edilmesi nedeniyle, Türkler için önemli bir kazançtı. Yaklaşık üç yıl süren savaşta Türkler ve Rusların kayıpları birbirini dengeliyordu, fakat Türklere göre Balkanlar'daki durumları güçlenmişti. Sonuçta Türkiye'nin durumu düzelmiş, Osmanlı İmparatorluğu nefes almıştı. Batılı müttefiklerin hiçbir kazancı olmadığını ileri sürenler olmuştur. Ancak,
Kırım Savaş 'inin senaryosu ve başarısızlığının genel bir açıklaması yıllar boyu tutarlı kalmakla birlikte hayati bir gerçek gözden kaçırılmaktadır. Rus gemileri yüz yıl boyunca Akdeniz'de görünmediler. Eğer Kırım Savaşı olmasaydı ve Müttefikler galip gelmeseydiler, Rus gemileri Akdeniz 'e elli yıl erken çıkacaklardı. 76

Rusya'yı Akdeniz dışında tutmak bir kazançtı. Fakat, bu gözlem tek başına Avrupa açısından doğruydu ve Kırım Savaşının sınırlı bir savaş olmasının uzantılarını vurgulamaktadır. İngiliz ve Fransızların güçlü oldukları dönemde Rusya'ya karşı savaşta Türkler'e ilk katıldıklarında Ruslara Baltık Denizi'ııde, Kuzeyde ve Kamçatka yarımadasında saldırmışlardı. Bu genel bir savaştı. Bu olayların hiçbirinin Türk-Rus ilişkileriyle bir bağlantısı yoktu. Çatışmanın bu ilk safhası fazla uzun sürmedi. Kırım'a saldırma kararı verildiğinde, çatışma dünya çapında bir savaştan Türk-Rus savaşından daha dar kapsamlı —en azından Müttefiklerin temel stratejisine göre— bir çatışmaya dönüştürülmüştü. İngiliz ve Fransızların temel amacı Karadeniz'deki Rus donanmasını yok etmekti.77

Balkanlar'daki amaç ise, Ruslar'ın Balkan haklarının yükselen özgürlük mücadelesine müdahale etmesini sınırlamaktan başka birşey değildi.

Savaşı sona erdiren antlaşmanın Kafkas cephesindeki durumu savaş öncesi koşullara geri döndürmesi savaş boyunca fikir birliği edilmiş bir amacın olmadığını gösterir. Genel strateji açısından, Kafkaslar'daki girişimler, diğer yerlerdeki savaşın seyrini —en azından İngiltere ve Fransa için— etkilemek amacıyla planlanmıştı. İngilizler ve Fransızlar Ömer Paşa'nın 1855'te Kafkasya sahillerinde giriştiği saldırılara karşı çıkmışlardı. Türklerin tutumu farklıydı, fakat hiçbir şekilde tutarlı formüle edilmemişti ve Avrupalı iki Müttefik zorla kabul ettirilmeye çalışılmamıştı. Sonuçta, Rus donanmasının tahrip edilmesi Türkiye için diğer amaçlar kadar önemliydi. Özetle söylenecek olursa, Kafkas halklarının ulusal ideallerini gerçekleştirmede Balkan halkları kadar övgüye değer olduğu öne sürülebilir. Fakat Avrupalıların gözünde Kafkaslar, Orta Doğu'nun son derece yabancı, uygarlıkta geri, ekzotik ve ilginç bir parçasıydı ve Avrupa ile doğrudan bir ilişkisi yoktu. Birçok Avrupalı Balkanlar için de aynı duyguları paylaşıyordu. Fakat Balkanlar ihmal edilemeyecek kadar yakındı. Birçok Avrupa ülkesinin Balkanlar'da doğrudan çıkarı söz konusuydu ve Rusya'nın burada istediği gibi hareket etmesine izin verilemezdi. Avusturya buna göz yumamazdı. Kafkaslar'da Avusturya'nın gücüne eşit bir karşı-denge gücü yoktu.

Osmanlı İmparatorluğu daha güçlü bir iç dinamiğe ve ileri görüşlü devlet adamlarına sahip olsaydı, gerek doğrudan toprak talebi, gerekse Kafkas halklarının statüsü ile ilgili amaçlarına ulaşmada İngilizler'e baskı yapılabilirdi. Bu amaçlar Türkiye'de dile getirilmişti, ancak kamuoyu İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi baskı oluşturmaktan da uzaktı. Diğer içsel sorunlar da vardı.
Gürcüler Kafkaslar'daki Rus mevzilerinin temel taşıydı. Eğer Gürcüler kararlı bir biçimde Ruslar'a karşı olsalardı, Vorontsov ve Read'ın kötümserlikleri haklı olacaktı; çünkü Gürcüler, Kafkaslar'da nüfus yönünden en büyük toplumdu. Kırım Savaşı Gürcüler'in Ruslar'la ilişkilerinin eskiye oranla daha iyi olduğu bir dönemde başlamıştı. Gürcülerle düşman olmalarına rağmen, Ermenilerin Ruslar'a karşı tutumu da Gürcüler gibiydi. Ancak, Ermeniler daha zayıftı ve Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin sayısı, Rus İmparatorluğu'nda yaşayanlardan daha fazla olmasına rağmen, Ruslar'a daha bağımlıydılar. Osmanlı Ermenileri arasında bile Rusya'ya doğru artan bir eğilim vardı. Kuzey Kafkasyalılar Türkiye ile doğrudan bir toprak bağlantısı kurabilmiş olsalardı, kaderleri farklı olacaktı. İran'ın, yine de, Azerbaycan'da az da olsa bir etkisi vardı ve Ruslar bundan kaygı duyuyorlardı.
Sir Henry Rawlinson, 1849'da yazdıklarını 1873'de tekrar gözden geçirirken şu sonuca varmıştı: İngilizlerin Kırım Savaşı'nın doğurduğu fırsattan yararlanarak Ruslar'ın Kafkasya'yı ele geçirmesini engellemedeki başarısızlığı, beklendiğinden daha köklü sonuçlar getirecektir. Gerçekten, Kafkasya'yı ele geçirdikten sonra Rus imparatorluğu, Orta Asya'ya doğru yayılmaya başladı:

Ruslar'ın Kuzeye doğru ilerlemesi ancak Şamil'in 1859'da teslim olması ve Kafkaslar'ın pasifleştirilmesinden sonra başlamıştır. Benim tahminde yanıldığım tek nokta, Ruslar'ın Kafkas sorununu hallettikten sonra İran'a yöneleceklerini ileri sürmek olmuştu. Oysa, gerçekte, İran sorunu daha ileri bir tarihe ertelenmişti.78
Yüzyıldan daha fazla bir zaman geçtikten sonra, bugün, Orta Asya'daki Rus İmparatorluğu'nun yayılma siyaseti Afganistan'da sürmekte ve İran meselesi hâlâ ertelenmektedir. Fakat ne kadar ertelenecektir?


KÖTÜ SON VE EFSANE
Allah yolunda kan dökünüz. Vatanımızın özgürlüğüne, mutluluğuna ve servetine göz dikenlere ve el uzatmaya yeltenenlere fırsat vermeyiniz. Uğrunda işkence çektiğiniz, sürüldüğünüz vatanın bir karış toprağını bile düşmana teslim etmeyiniz. Düşmanı her zaman geldiği yere sürünüz. İnsanları öldürmek ve tanrının evlerini yıkmak çok kötüdür. Fakat, vatan uğruna ölmek ve öldürmek, Allah tarafından kutsal kılınan büyük bir görevdir. (Şeyh Şamil)79
Mahoma'ya dönerek Şamil'in hangi yıl öldüğünü sordum. Mahoma cevap verdi: "Unuttum. Şamil, yıllar önce —otuz yıl kadar— ben daha çocukken öldü. Bir gece dağda koyunlarımı otlatıyordum; gökyüzü ansızın ateş kadar parlak, kan gibi kızıl bir renge büründü. Bunun ne demek olduğunu bilmediğim için korkmuştum. Sonradan Shoura 'ya döndüğümde Şamil'in o gece Medine'de öldüğü haberi geldi." (Dağistan'da-ki bir İngiliz gezgininin hatıraları, 1901)80

Kafkas halklarının özgürlük mücadelesinin Türk ve İngiliz casuslarının kışkırtmaları, silah ve para temin etmeleri sonucu ortaya çıktığını öne süren Rus Komünist iddiasının gerçek olmadığı Paris Antlaşmasından sonra ortaya çıkan olaylarla kanıtlanmıştır. Ne Şamil'in Müridleri ne de Çerkez ve Abazalar silahlarını bırakmadılar. Dağlılar arasında bir gerilim vardı. Müridlerle Çerkezler faaliyetlerini hiçbir zaman tam koordine edememişlerdi. Amaçlan çelişik olmamakla birlikte başarısızlık ve düş kırıklıkları gerilim yaratmıştı. Şamil dini emirlerinin katılığı nedeniyle, Dağistan ve Çeçenistan halkları arasındaki popülerliğini yitirmişti. Ve halk 25 yıldan fazla süren savaşlardan yorgun düşmüştü. Ticaret ve el snatları önemli ölçüde zarar görmüştü. Belki de birçok bölgede nüfus azalmıştı. 81 Şamil savaşı tek başına sürdüremezdi. Şamil'i yenebilmek için Rusların getirmek zorunda kaldıkları kuvvetlerin büyüklüğü, onun hala sahip olduğu desteğin en iyi ölçüsüdür. Ayrıca, Şamil'in teslim olmasından sonra Çerkezleri bastırabilmek için Rusların beş yıl uğraşmak zorunda kalmaları Rus tahakkümüne karşı duyulan nefretin ne denli derin olduğunu gösterir.

Vorontsov 1856'da ölmüştü. Eğer hala yaşasaydı, Baryatinsky'nin Şamil'i bastırmak için geliştirdiği planı büyük olasılıkla onaylayacaktı. Kırım Savaşı devam ederken, Kafkaslar'daki Rus silahlı kuvvetlerinin yarısı iç güvenliği sağlamakla —dağlılarla savaşma— görevliydi. Savaşın bitmesiyle, eldeki mevcut tüm kuvvetler dağlılara karşı seferber edilmiş ülkenin diğer bölgelerinden destek sağlanmıştı. Kafkaslarda üç ordu görevlendirildi. Bu ordular Müridlerin mevzilerini kuşatmak için yavaşça hareket ettiler. General Evdokimov Çeçenistan'ı dize getirebilmek için iki yıl uğraşmıştı. Evdokimov 1858-59 kışında Dağıstan'ın, Lehkeria adıyla bilinen, sınır bölgesine doğru ilerledi fakat Mürid gerillaların saldırısıyla karşılaştı. Ruslar 1859 baharında Şamil'in memleketi olan ve Çeçenistan'ı Andıköysu'ya bağlayan vadiyi kontrol eden Veden'i işgal ettiler.

İşgal üzerine Şamil, Karaköysu geçidinin üzerinde, Dağıstan’ın iç bölgesindeki Gunib köyüne sığındı. Burası, akla Magdala'yı getiren tehlikeli bir yerdi. Burası on yıl sonra, İmparator II. Teodor'un Habeşistan'a sefer düzenleyen İngilizlere karşı en son durduğu yerdi. Gunib'in Kafkasların diğer bölgeleriyle bağlantısını kesmek amacıyla, Baryatinsky 40.000 asker ve 48 ağır topu seferber etmişti. Faaliyetler yavaşça ve kasıtlı sürdürüldü. Çar II. Alexander'in doğum günü 25 Ağustos 1859'da Baryatinsk Gunib'e saldırdı. Gunib'i savunmak için savaşan 500 Mürid öldürüldü. Şamil akşam üstü saat dörtte gidip bizzat Baryatinsky'ye teslim oldu. Şamil'in teslim olduğu yere 1894 yılında bir anıt dikilmiştir.82 Gunib ve Dağıstan’da Şamil ve Müridlerin mücadelesiyle ilgili yerler -Rusça'da "Shamil'evki e mesta" olarak anılır- onun hatırasına kutsal mekân olarak kabul edilir. 1950'de Gunib'i gezmeye gelen bir Rus ziyaretçiye rehberlik eden bir yaşlı adam, Gunib ve Şamil'in ihanet sonucu Çarlık askerlerine teslim olduğuna inandığını söylüyordu.83

Aslında bunu doğrulayan hiçbir kanıt yoktur. Şamil teslim olduğunda onurlu bir biçimde karşılandı. Şamil teslim olduğu yerden binlerce dağlının gözyaşları arasında alındı. Şamil 3 Eylül 1859'da Dağıstan’dan ayrıldı. Yolda kendisiyle savaşan askerler tarafından selamlanıyordu, önce Mozdok'a, sonra da Stavropol'a götürüldü. Yolda kendisine ziyafetler veriliyordu. 13 Eylül'de Kharkov'a getirildi. Burada Çar'la tanıştırıldığında Çar Şamil'i kucaklamıştı. Şamil Rusya'yı dolaşarak adeta zafer turu yaparak Moskova’da yaşlı general Ermolov’la tanıştı ve 26 Eylül'de St. Petersburg'a getirildi. Şamil'i burada törenler bekliyordu. Küçük bir hizmetli grubu ile Şamil'in ailesi kendisine sürgünde eşlik etti. Şamil Kaluga'da onbir yıl kalarak Rus efendilerinin rahatlığı ile yaşadı. Hatta 1866'da Çar'ın büyük oğlunun düğününde şeref konuğuydu. Aynı yıl II. Alexander'e bağlılık yemini etti. Ancak, Çar, Şamil'in Mekke'ye Hac ziyareti yapma isteğini reddetmişti. Nihayet, 1870'de Rusya'dan ayrılmasına izin verildi.

Şamil yanında büyükçe bir grupla birlikte Azak Denizi kıyısında eski bir Türk/Çerkez kalesi olan Anapa'ya geldi. Sonra da hayatında ilk defa Rus İmparatorluğu dışındaki dünyaya, İstanbul'a doğru deniz yolculuğuna çıktı. Osmanlı başkentinde Sultan Abdülaziz tarafından kabul edildi. Hatta Mısır Sultanı'na diplomatik bir ziyaret bile yaptı. Şamil, Mısır devlet adamlarını İstanbul'la olan ihtilaflarında uzlaşmaya ikna etti. Şamil İstanbul'a dönerek burada bir süre kaldıktan sonra maiyetiyle birlikte Mekke'ye gitti. Şamil ömrünün son aylarını Mekke'de müslüman kahraman olarak ağırlanarak yaşadı. Şamil 4 Şubat 1871'de Medine'de öldü.84

Şamil'in yaşantısının son 11-12 yılı ile, Rus İmparatorluğu'nun ruhunu taşıyan Sovyetler'e silahlı —veya silahsız— muhalefet sonucu yakalanan veya teslim olan insanların tecrübeleri arasındaki kontrast, "bilimsel sosyalizm "de temel insani ilkelere saygıda yozlaşmanın çarpıcı bir göstergesidir.
Şamil'in teslim olması, Kuzey Kafkaslar'ın Rus tahakkümüne karşı direnişinin sonu değildi. Çerkezler, Abazalar ve Batı Kafkaslar'daki diğer kabileler mücadelelerini birkaç yıl daha sürdürdüler. Çeçenistan ve Dağistan'in bastırılmasından sonra Rus kuvvetlerinin tamamı Batı Kafkaslara yoğunlaştırılmıştı. Bu operasyonlarda Baryatinsky'nin yaklaşımı sistematik, kasıtlı ve tedriciydi. Binlerce Çerkez ailelerini ve taşınabilir mallarını yanlarına alarak 1860'da Türkiye'ye kaçtılar. Fakat en önemli Çerkez kabileleri —Abazalar, Ubihler, Şapsuglar— bir birlik oluşturarak Sochi'de ulusal bir meclis kurdular.

Bunlar Türkiye ve İngiltere'den yardım istediler. Çar 1861'de Exterinodar'a gelerek (şimdiki Krasnodar) mütareke amacıyla Çerkez liderleriyle görüştü. Abazekler Kuban'ın kuzeyini terketmeye razı oldular. Abazeklerin torunları bugün aynı yerde yaşamayı sürdürmektedirler.85
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan diğer Çerkezler uzlaşmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine 1862'de Rus askeri hareketleri tekrar başlatıldı. Pasifleştirme harekatını gerçekleştirmek iki yıl almıştı. Nihayet 1864'te bir Rus birliğinin Tuapse'ye girmesiyle harekat sona ermişti. Ruslar Çerkezistan'ın verimli topraklarının servetine sahip olmak istiyorlardı. Bu nedenle yüzbinlerce insanın Osmanlı İmparatorluğu'na göçmesine engel olmadılar. Bu kitle göçünde en az 400.000 Çerkez Rus Bölgesini terketti. Bu insanlara onbinlerce Çeçen, İnguş ve diğer Kuzey Kafkaslılarla çok sayıda Müslüman Gürcü (Avarlar) ve Abazekler katıldı. 600.000'den fazla insan karayoluyla Doğu Anadolu'ya göçtü. 19. yüzyılın en büyük göçlerinden biri olan bu göçün gerçek öyküsü hiçbir zaman yazılmadı. 86 Bu göçmenlerin bugünkü Türkiye'deki torunlarının sayısı belki de 3-5 milyon civarındadır. O zaman Osmanlı İmparatorluğu'nun parçası olan İsrail, Ürdün ve diğer ülkelerde yaşayan çok sayıda Çerkez hala Kafkaslı bilincini ve kişiliğini sürdürmektedir.
Öykü henüz burada bitmiyor. 19. yüzyılda son Rus-Türk savaşında (1877-1878) Batum'un kuzeyinde, Karadeniz sahilinde yaşayan bir grup Avar ayaklanarak Nisan 1877'de Türk saflarına katıldılar.
Ruslar bölgede kontrolü ele geçirmek için çok uğraşmak zorunda kaldılar. Bu arada Türkler kuzeyde bir deniz harekâtına giriştiler. Bu harekata, daha önce Türkiye'ye göçmüş fakat vatanlarını tekrar ele geçirmeyi arzulayan 2-3.000 Çerkez ve Abaza da katılmıştı. Mahalli halkı silahlandırmak için 30.000 tüfek getirilmişti. Türk donanmasının Sukhum'u bombalaması üzerine Rus komutanı geri çekilmişti. Türkler Haziran boyunca çok sayıda Kafkas göçmenini Kuzeye çıkartınca Rusların durumu giderek bozuldu. Tiflis'teki Rus komutanı, Çeçenistan ve Dağıstan’da ayaklanma çıkmasından korktuğu için Türk çıkartmasına engel olmak için kuvvet getirmekten kaçınıyordu. Ancak, Hacı Ali Bey adında birinin kendini imam ilan etmesiyle Çeçenistan'da ayaklanma başladı. Vladikafkas'tan getirilen Rus askerlerinin güçlü silahları sayesinde çok sayıda Çeçen'i öldürdüler. Fakat bu katliam direnişi daha da körükledi ve ayaklanma tüm Dağıstan'a yayıldı.
Ruslar başlangıçta Türk sınırında sürdürdükleri harekâtlar sonunda Ardahan'ı zaptetmişler, Kars'ı da kuşatmışlarsa da Türkler yaz ortalarında Zivin'de kazandıkları büyük bir zaferle bu durumu tersine çevirdiler. Ruslar çeşitli yönlerden kuvvetler getirirken Türkler de karaya küçük fakat düzenli birlikler çıkarıyordu ve Abazya'da karmaşık, kararsız çarpışmalar oluyordu. Sonunda Ruslar 17,000 askerle hücum ederek Türk saldırısını tasfiye ettiler ve yerel isyanları bastırdılar. Harekât Türk tarafında hızını kaybetmiş ve Türkler Ağustos sonunda Sukhum'dan çekilmişti. Bu arada, Dağıstan’daki ayaklanma Ekim ayına kadar sürmekle birlikte Ruslar isyancıları bastırmada oldukça başarılıydılar. Tekrar ayaklanma çıkmasını önlemek için Ruslar buraya iki piyade tümeni ile Kazaklardan oluşan birkaç bölüğü anti-gerilla göreviyle yerleştirdiler. Bu kaygılarına rağmen Ruslar güneydeki cephede Türkler'e karşı kayıplarını telafi ettiler.

Kars, Kasım ortalarında düşmüş, Türkler kuvvetlerini Erzurum'a çekmişlerdi. Ruslar inatçı ve kararlı çabalarına rağmen Batum'u ele geçiremediler.88

Türklerin Balkanlar'daki durumu da iyiye gitmiyordu. Nhayet, ertesi yıl barış yapmak zorunda kaldılar. Bu durum Avrupa için kaygı yaratıyordu. Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ruslar karşısında zayıf düşmesini istemiyordu. Baharda imzalanmış olan Ayasofya Antlaşması, 1878 yazında imzalanan Berlin Antlaşmasıyla bozulmuştu. Berlin Antlaşması, Ruslara, Balkanlar'daki kazançlarının sınırlandırılması karşılığında, Kars, Ardahan ve Batum'un devredilmesiyle sonuçlandı.89

Kırım Savaşı'nın son yılında Ömer Paşa'nın Kafkas sahilini işgal etmesi gibi, 1877'de bu bölgedeki Türk harekatları savaşın gidişini ve sonucunu değiştirmede çok az etkili oldu. Sonunda Türkler, 19. yüzyılda Kafkaslar'da uğradıkları en ciddi kayıpları kabul etmek zorunda kaldılar.

Herşeye rağmen bu başarısız Türk girişimleri Ruslar için
a) dağ köylülerinin Ruslara sadık kalacağını,
b) dış düşmanların Kafkas ayaklanmalarından yararlanmaya kalkışmayacağını
varsaymanın tehlikeli olduğunu gösterdi.

Almanların 1942'de Kafkaslar'a yaklaşmaları bu sonuçların doğruluğunu yeniden kanıtlar.

Kafkas halkları arasında kuzeydeki Dev'e karşı direniş ve ayaklanma, yaşayan bir anı olarak kalmıştır. Sonraki yüzyıl tarihinin seyri, sonraki üç Kafkas kuşağına ayaklanmanın coşkusunu, daha geniş özgürlükleri tatma fırsatı vermiştir: Japonların Rusya'ya karşı 20. yüzyılda, 1905 İhtilâline yol açan galibiyeti90; kollektifleşme ve temizlik hareketine kadar uzunan 1917 İhtilâlini takip eden ayaklanmalar; II. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın Rusya'yı işgali... Stalin'in 1944'te Kuzey Kafkas halklarının önemli bir bölümünü sınır dışı etmesi, son yüzyıl içinde Rusların Kafkasyalı müslümanlara karşı giriştikleri en acımasız hareketti.91 Bu hareketin ahlaksızlığı, kimliği tüm 19. yüzyıl boyunca eleştirilen92 otokratik Çarlık hükümeti tarafından değil, dünyanın en akılcı, en bilimsel hükümeti olduğunu, hakların dostluğu ve eşitliği ilkesi temeline dayalı ve dünyanın her yerinde özgürlük ve kendi kaderini tayin etme ilkesini savunduğunu iddia eden bir hükümet tarafından yapılmış olmasıdır.
Cezalandırılmış halkların 15 yıl sonra anayurtlarına dönmelerine izin verildiğinde, deneyimin bu insanların güçlerini parçalama yerine pekiştirdiği açıkça ortaya çıktı. Kuzey Kafkas müslümanlarının canlılığının en temel ölçüsü, savaş ve sürgünlere rağmen, 40 yıl arayla 1939 ve 1979 yıllarında yapılan nüfus sayımlarında nüfuslarının 1.593.000'den 3.393.000'e çıkmış olmasıdır. Bu dönemin ilk yarısındaki nüfus artışı sadece % 25 iken, bu halkların nüfusu 1959-79 arasında % 70 artmıştır.93

Bu insanların inatçılığını belirleyen sadece biyolojik boyutları değildir. Bu inanların din ve kültürel geleneklerine kuvvetle bağlılıklarını gösteren birçok kanıt mevcuttur. 19. yüzyıl direniş hareketinin öneminin sürekli tartışılması, direnişin bu halkların yaşayan bir mirası, benliklerinin anlamlı bir yönü olduğunu gösterir.

BİBLİYOGRAFİK NOTLAR

Bu makalenin hazırlanmasında yararlandığım temel kaynaklar dipnotlarda gösterilmiştir. Kafkas tarihinin 19. yüzyıldan sonraki bölümünün daha ayrıntılı olarak araştırılması gereklidir. Araştırılabilecek konular şunlardır:
Müridlik hareketinin doğuşu ve ilk tarihi;
Şamil'in yaşamı ve kişiliği;
Şamil'in gerilla faaliyetlerinin niteliği;
Şamil ile doğrudan bağlantısı olmayan Çerkezler ve diğer grupların direnişleri;
Direniş hareketinde yabancı kışkırtması ve silah yardımının gerçek boyutları;
özgürlük mücadelesi sırasında Kuzey Kafkas halkının sosyal ve ekonomik koşulları;
Askeri direnişin bastırılmasından sonra dağ köylülerinin düştükleri durumlar.

19. yüzyıl gezginlerinin hatıralarından sistematik biçimde yararlanümamış-tır. İngiliz ve Fransız arşivlerinde yapılacak araştırmalarla kıymetli diplomatik ve askeri bilgiler elde edilebilir. 18. ve 19. yüzyıl Kafkas olayları hakkında en zengin gerçek ve görüşler Türkiye'deki Osmanlı arşivlerinde bulunmaktadır. Bu arşivlerde yayınlanmamış belgeler ve belki de 1860 ve 1870'lerde Türkiye'ye göç etmiş olan Kafkas direniş liderlerinin hatıraları bulunmaktadır.
Bu makaleyi hazırlarken, yular boyunca topladığım kişisel kolleksiyonum-daki Türkçe belgeleri kullandım. Ancak, kişisel kolleksiyon ve kütüphanelerde araştırma yaparak ve sürgünlerin yayınladığı dergileri inceleyerek çok geniş bilgi elde etmek mümkündür.
Şerafeddin Erel'in "Dağistan ve Dağistanlılar" adlı kitabı çok geniş bibliyografyayı içermektedir. Dipnotlarda ayrıca verilen aşağıdaki çalışmalar çok kapsamlı bibliyografyaya sahiptir:
Allen Y. Muratoff, "Caucasian Battle fields",
Lesley Blanch, "The Sabres of Paradise",
J.F. Baddeley, "The Rugged Flanks of the Caucasus".

Benim temin edemediğim fakat yararlı olduğu söylenen kaynaklar:
General N. Dubrovin, "Istoria voyn i vladychestva russkikh na Kav-kaze", 6 cilt, St. Petersburg, 1871-88.
J.F. Baddeley, "The Russian Conquest of the Caucasus", London, 1908.
Kendisi aslen Kafkasyalı olan ve Bolşevik İhtilâlinden sonra Türkiye'ye kaçan İsmail Berkök'ün "Tarihte Kafkasya", İstanbul, 1958, adlı ayrıntılı çalışması, bibliyografya içermemekle birlikte, belki de Kafkas tarihi üzerine Türkçe'de yayınlanmış en geniş kitaptır.
19. yüzyıl Kafkas direniş hareketinin araştırılması ve yorumlanmasıyla ilgili olarak Sovyetler Birliği'nde ortaya çıkan tartışmalar Batı'da dikkati çekmektedir.
Bunun en eski örneklerinden biri Walter Kolarz tarafından yazılan çalışmadır: "Russia and her Colonies", London, 1952, pp. 200-201. Şamil hakkındaki "büyük tartışma" üzerine 1950'de benim yaptığım bir araştırma iki kez yayınladı: "Unrewriting History - The Shamil Problem", Caucasian Review, No. 6 (1958), Munich, pp. 7-29; ve Walter Laquer'un editörlüğünü yaptığı "The Middle East in Transition, London, 1958, pp. 415443. Şamil tartışmasının, Slav olmayan tarihi kişiler hakkındaki Sovyet tartışmasıyla ilintili olarak, en kapsamlı incelemesi Lowell Tillett'in kitabında bulunmaktadır: "The Great Friendship", Chapel Hill, N.C., 1969. Bu kitabın Bibliyografyası da çok geniştir. Tillett, ayrıca "Shamil and Muridism in Soviet Histography" adlı bir makalesini The American Slavic and East European Review dergisinde yayınlamıştır (No. XX, 1961, pp. 233-269). Çok yakın bir geçmişte Tel Aviv Üniversitesi Rusya ve Doğu Avrupa Araştırma Merkezinden İsrailli bilim adamı Moshe Gammer, bu konudaki Sovyet yayınları üzerine bir inceleme yayınlamıştır: "Shamil in Soviet Histography, 1956-1979". Moshe Gammer elde edebildiği (Batı'ya gönderilenler) tüm Sovyet akademik kitap ve makalelerini incelemiştir.
Azar azar gün ışığına çıkan, mahalli araştırma enstitüleri ve basın ile mahalli süreli yayınlardaki önemli çalışmalar Gammar'ın bu çalışmasına alınmamıştır. Örneğin: Yandarov'un 30 numaralı dipnotta gösterilen kıymetli çalışması.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kafkaslarda Ateş Ve Kılıç: İmam Şamil'in Cihadı
MesajGönderilme zamanı: 18.05.11, 13:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.03.09, 17:58
Mesajlar: 123
DİPNOTLAR
1. W.E.D. Allen, "Problems of Turkish Power in the 16th Century", (London: Central Asian Research Centre, 1963), s. 39. (Bundan sonra "Problems" olarak geçecektir.)
2. Karl Marx, "The Eastern Question, Letters Written 1853-1856 Dealing with the Events of the Crimean War", Editörler: Eleanor Marx Aveling ve Edward Aveling (London, 1897); Augustus M. Kelley tarafından New York'ta tekrar basılmıştır (1969), s. 34.
3. Aytek Mehmet Namitok, "The Caucasus", Caucasian Review No. 1, 1955, s. 5-11.
4. Peter B. Golden, "The Tukic Peoples and Caucasia" (Makale No. 92, Ken-nan Institute for Advanced Russian Studies, Smithsonian Institution, Washington D.C., 1980).
5. Halil İnalcık, Problems'da (Allen) aktarılmıştır, s. 23.
6. Bernard Lewis, "Islam in History (London: Alcove Press, 1973), s. 197-198.
7. Carl Marx Kortpeter, "Ottoman Imperialism during the Reformation: Europe and the Caucasus" (New York/London: N.Y.U. Press, 1972).
8. W.E.U. Allen (Editör), "Russian Embassies to the Georgian Kings, 1859-1905, 2 Cilt (Cambridge: Hakluyt Society, 1970).
9. Karl Marx Kafkas coğrafyasını çok iyi biliyordu; belirtilen yapıttı s. 153-157, 203-204.
10. W.E.D. Allen, "A History of the Georgian People" (London: Routledge and Kegan Paul, 1932), s. 208. (Bundan sonra "Georgia" olarak geçecektir).
11. Şeyh Mansur'un Türklere hizmet eden bir İtalyan sahtekârı olduğu iddiası Ailen gibi ciddi ve bilgili bir yazar tarafından bile kanıtlanmaya çalışılmıştır ("Georgia", s. 210). Ancak, bu iddia Alexander Benningsen'in Rus ve Osmanlı arşiv kaynaklarında yaptığı kapsamlı çalışmayla kesinlikle çürütülmüştür: "Un Mouvement Populaire au Caucase au XVIIIe siècle", Chaiers du Monde Russe et Soviétique, Cilt: V, s. 159-197. Sovyet eleştirmenleri bu iddiaları amaçlarına uygun bulmuşlardır, örneğin:
Türk ajanı kendi dininden ustaların cüretkâr tavırlarını benimsemişti -kendine Şeyh Mansur adını takmıştı. Tercüme edildiğinde "yenilmez" anlamına gelir. Ancak Çeçenistanlı bu çırak ve İstanbul'daki akıl hocalarını zafer değil yenilgi bekliyordu... Türk orduları bozguna uğratıldığında bu orduda görev yapan Şeyh Mansur da esir alınmıştı. (O.G. Alikberov (Editör) Ocherki po istorii Dagestana, Makhachkala: Dag-gosizdat, 1950), s. 67.)
Bu ithamlarda hiç olmazsa Şeyh Mansur'un Çeçenistanlı olduğu kabul edilmektedir ki bu doğrudur. Türk yazarlar Şeyh Mansur'u her zaman gerçek bir mahalli dini lider, Kuzey Kafkaslar'daki "imamlar çağının" en önde gelen kişisi olarak kabul etmişler ve Kafkas kökenli Türklerin bilgilerinden yararlanmışlardır, örneğin: İsmail Berkök, "Tarihte Kafkasya" (İstanbul, 1958), s. 381-382. Şeyh Mansur'un "Ben kitleleri harekete geçiren tek liderim, benden sonra bu görevi bir başkası devralacak ve tamamlayacaktır" dediği yazümaktadır. (Ahmet Hazer Hızal, "Kuzey Kafkasya" (Ankara: Orkun Yayınları, 1961), s. 37.
12. David M. Lang, "A Modern History of Soviet Georgia (New York: Grove Press, 1962), s. 37-69.
13. Hugh Seton Watson, 'The Russian Empire", 1801-1917 (Oxford:Clarendon Press, 1967), s. 57-62, 117-118.
14. R.M. Magomedov, "Obshchestvenno-Ekonomicheski i Politicheski Stroi Dagestana v XVIII - nachale XIX vekov (Makhachkala: Dagknigizdat, 1957).
15. Şerafettin Erel, "Dağistan ve Dağistanlılar" (Istanbul, 1961); M.O. Kosven and Kh. M. Khashaev (editörler) "Istoria, Geografía i Etnografía Dagestana XVIII - XIX. (Moscow: Izd. Vost. Lit., 1958); N.G. Volkova, Etnicheski Sostav Naseleniya Severonovo Kavkaza v XVIII - nachale XX veka (Moscow: Nauka, 1974).
16. Berkök, adı geçen eser, s. 408-454.
17. W.E.D. Allen ve Paul Muratoff, "Caucasian Battlefields, A History of the Wars on the Turco-Caucasian Border, 1828-1921 (Cambridge: CUP, 1953), s. 44.
18. J.A.R. Marriott, "The Eastern Question, an Historical Study in European Diplomacy" (Oxford : Clarendon Press, 1918).
19. Berkök, adı geçen eser, s. 409-416.
20. Allen and Muratoff, adı geçen eser, s. 42-43.
21. Edward Ingram, "The Beginning of the Great Game in Asia", 1828-1834 (Oxford: Clarendon Press, 1979), s. 50.
22. Mısır Sultanı isyancı Ibrahim Paşa ile başedebilmek için, son çare olarak Ruslardan yardım istemek zorunda kalmış ve Rusya ile Temmuz 1833'de bir ittifak antlaşması imzalamıştı. Bu antlaşma Hünkâr İskelesi Antlaşma-sı'ydı. Bu kısa dostluk, o günlerde iç sorunlarla uğraşmakta olan gerek Rusya, gerekse Türkiye'nin çıkarlarına uygundu.
23. I.F. Paskevich (1782-1856) büyük bir başarı sağlamıştı. Polonyalıları bastırmakta gösterdiği başarıdan ötürü kendisi I. Nikola tarafından Varşova Genel Valisi ve Prensi tayin edilmişti. Paskeviç Kırım Savaşı boyunca Polonya'da kaldı ve Kırım Savaşının bittiği yd öldü.
24. Dimitri Trunov, "V Gorakh Dagestana" (Moscow: Moldaya Gvardiia, 1958), s. 126.
25. Şamil'in biyografisi tam olarak bilinmemektedir. Şamil'in biyografisini yazma görevi, Lord Kinross'un Atatürk'e uyguladığına eşdeğer bir yeteneği beklemektedir [("Atatürk, the Rebirth of a Nation" (London: Weidenfeld and Nicolson, 1964)]. Şamil ve Şamil'in önderlik ettiği hareketin kapsamlı bir ingilizce incelemesi Lesley Blandh tarafından yapılmıştır. "Sabres of Paradise" (London: John Murray, 1960). Birkaç biyografi de Türkiye'de yayınlandı: Tarık Mümtaz Göztepe, "İmam Şamil, Kafkasya'nın Büyük Harp ve İhtilâl Kahramanı" (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1961; 4. baskı, İstanbul: Sebil Yayınevi, 1975); Semih Nafiz Tansu, "Çarlara Boyun Eğmeyen Türk: Şeyh Şamil" (Ankara: Oğul Yayınları, 1973); Oğuz özdeş, "Şeyh Şamil" (Ankara: Tekin Yayınevi, 1977).
26. Türk ve Kafkas müslümanları arasındaki dinsel bağ en az dil/kültür bağı kadar güçlüdür. Türkiye'de çok sayıda Kafkas kökenli halkın bulunması, İranlılar dışında doğudaki tüm müslümanların Türk soyundan geldiğini kabul etme eğilimini desteklemektedir.
27. Kafkaslar hakkında tarihi eserlerden çok etnografik eserler yazılmıştır. İhtilâl öncesi dönem hakkında klasik bir çalışmayı Maksim Kovalevski yapmıştır, "Zakon i Obychai na Kavkaze", 2 Cilt. (Moscow, 1890). Sovyet dönemi çalışmaları arasında şunlar sayılabilir: "Narody Kavkaza", 2 Cilt. (Moscow: AkNauk, 1960) (I. Ciltte Avarlar hakkında iyi bir bölüm mevcuttur, s. 440-446); E.N. Kusheva, Narody Severnovo Kavkaza i ikh Svyazi s Ros-siei (Moscow: AkNauk 1963); ve N.G. Volkova, "Etnicheski Sostav Nase-lenia Severnovo Kavkaza v XVIII - nachale XX veka (Moscow: Nauka, 1974).
28. Tüm Sovyet müslümanları gibi Avarlar da 20. yüzyıl ortalarında nüfus patlaması göstermişlerdir. 1959'da yapılan sayımda Avarların nüfusu 270.000'-den 1979'da 483.000'e yükselmiştir. Bkz. Alexandre Benningsen ve Chantai Lemercier-Quelquejay, "Les Musulmans oublies - L'Islam en Union Soviétique" (Paris: Maspero, 1981), s. 146-153.
29. Rusça açıklamalarla orijinal olarak büyük doğubilimci I. Yu Krachkovsky tarafından yayınlanmıştır: "Khronika Mokhameda Takhira al-Karakhi o dagestanskikh voynakh u period Shamilya' ' (Moscow : AkNauk, 1941).
30. Andarbek Dadaevich Yandarov, "Sufizm i Ideología Natsional'no-Osvobo-ditel'novo Dvizhenia (Iz Istorii Razvitia Obshchestvennykh İdei v Checheno-Ingushetii v 20-70-e gody XIX v." (Alma-Ata: Izd. AkNauk KazSSR, 1975), s. 50-52, 64-65.
31. M.D. Bagirov, "K. Voprosu o Kharaktere Dvizhenia Myuridizma i Shamilya" (Moscow: Gosizdat PolitLit, 1950), s. 6-7,
32. J. Spencer Trimingham, "The Sufi Orders in Islam" (Oxford: Clarendon Press, 1971), s. 62-65, 92-96; Hamid Algar, "The Naqshbandi Order: a Preliminary Survey of its History and Significance", Studia Islámica, Cilt XLIV (1977), s. 123-152.
33. Kh. B. Mamleey, "Reaktsionnaya Sushchnost' Myuridizma" (Grozny: Checheno-Ingushkoe Knizhnoe Izd., 1966). Yandaşlarını sömüren ve asalakça yaşayan Mürid liderlerinin son yıllarından örnekler vermektedir.
34. Yandarov, adı geçen eser, s. 90.
35. Yeni Redhouse Turkish-English Dictionary (İstanbul: Redhouse Press, 1968), s. 826.
36. Algar, adı geçen eser, s. 149-151.
37. Ailen ve Muratoff, adı geçen eser, s. 47-49; Lang, adı geçen eser, s. 70-73.
38. 1830 ve 1840'larda Çerkezistarı'ı ziyaret eden bir tngiliz tarafından yayınlanan kitaplar, çalışkan ve hiçbir şekilde ilkel olmayan bu insanların yaşantısının mükemmel bir tablosunu çizmektedir: Edmund Spencer, "Travels in Circassia, Krim-Tartary, etc.", 2 Cilt, 3. Baskı (London: 1839); J.A. Long-worth, "A Year among the Circassians", 2 Cilt (London: 1840); James Stanislaus Bell, "Journal of a Residence in Circassia during the years 1837, 1838 and 1839", 2 Cilt (London: 1840); George Leighton Ditson, "Circassia or a Tour to the Caucasus", (New York/London, 1850).
39. Spencer, adı geçen eser, Cilt I, s. iii-iv.
40. Lang, adı geçen eser, s. 73.
41. Lang'ın yapıtında belirtildiği gibi, a.g.e., s. 73.
42. Ailen ve Muratoff, adı geçen eser, s. 51.
43. Lang, a.g.e., s. 81.
44. Lang, a.g.e., s. 83.
45. Ailen ve Muratoff, a.g.e., s. 52-53.
46. Benningsen ve Lemercier-Ouelquejay, a.g.e., s. 144-145.
47. Aynı eser, s. 176-177.
48. Ailen ve Muratoff, a.g.e., s. 53.
49. L.H. Rhinelander, "Viceroy Vorontsov's Administration of the Caucasus". (Makale No. 98, Kennan Institute of Advanced Russian Studies, Smithsonian Institution, Washington, D.C., 1980), s. 2-3.
50. Aynı eser, s. 12.
51. Marx, adı geçen eser, s. 17.
52. Charles Duncan, "A Campaign with the Turks in Asia", 2 Cilt, (London: 1855); Bkz. Cilt 1, s. 206-207.
53. Maj. Gen. Sir. Henry Rawlinson, "England and Russia in the East, a Series of Papers on the Political and Geographical Condition of Central Asia" (London: John Murray, 1875), s. 68-69.
54. St. Petersburg'a 1848'de dönüşünde I. Nikola tarafından taltif edilmiş ve 1849'da St. Petersburg'da yayınlanan iki ciltlik hatıralarını yazmaya başlamıştır. 'Tuteshestviye vo Vnutrennyuyu Afriku".
55. Uspensky'nin faaliyetleri Edward T. Wilson'un kitabında özetlenmiştir: "Russia and Black Africa before World War II" (New York/London, 1974), s. 37-46. Son günlerde üzerinde çalıştığım ve "The Superpowers and the Horn" adlı kitabımda (1983'te yayınlanması planlanmıştır) bu ilk Rus faaliyetlerini ayrıntılı olarak inceliyorum.
56. Şerif Mardin, "The Genesis of Young Ottoman Thought, a Study in the Modernization of Turkish Political Ideas" (Princeton, 1962); Bernard Lewis, "The Emergence of Modern Turkey" (London/New York:OUP, 1961).
57. New York Tribune, 9 Mart 1854.
58. Marx, a.g.e., s. 146
59. Aynı eser, s. 108.
60. Marx Pan-Slavizm'i şiddetle eleştirir, örneğin:
Panslavizm... Macaristan, Türkiye ve Almanya'nın büyük bir bölümünü haritadan silmeden gerçekleşemez. Bunları basarsa bile, bu başarılarını korumak için Avrupa'yı da tahakkümü altına almak zorundadır. Şimdi Panslavizm bir inanç olmaktan çıkarak siyasi bir program, hatta daha doğrusu, 800.000 süngünün desteklediği siyasi bir çılgınlık haline gelmiştir, (a.g.e., s. 554).
61. Seton - Wateon, a.g.e., s. 321.
62. Ailen and Muratoff, a.g.e., s. 60.
63. Marx, a.g.e., s. 157.
64. Ailen and Muratoff, a.g.e., s. 67. Ailen ve Muratoff şu gözlemde bulunuyorlar: "Yüzyıl sonunda Gürcü milliyetçiliğinin gelişmesi, yeni burjuva ortamının bir olgusudur." Bu saldırının daha romantik bir anlatımı için Bkz. Blanch, a.g.e., s. 302-336. Saldırıdan etkilenen ailelerden birinin çocuğu olan Paul Chavchavadze bu olayı bir romanda anlatmaktadır: "The Mountains of Allah", (London: Hutchinson, 1953).
65. Allen and Muratoff, a.g.e., s. 57-65.
66. Bkz. Allen and Muratoff, a.g.e., s. 66'da General Read'ın İskoç kökenli olması olasılığı dipnotta verilmektedir.
67. Şamil'in aşağıdaki olumsuz değerlendirmesi muhtemelen 1854'te yazılmış ve 1855'te yayınlanmıştır:
Okuyucularımın zihinlerindeki romantik algılayışları yıkma riskine rağmen şunu açıkça söylemeliyim ki, Şamil'in miiridlerinden oluşan disiplinsiz ve iyi silahlardan yoksun güruh, dağlarda yenilmez olsalar bile Gürcistan ovalarında tamamen etkisizdirler. 60.000 Çerkez'in iki gün içinde Tiflis'e yürüdüğünü yazan hayalperest Alman gazetecilerin zaman zaman verdikleri zafer haberlerinden daha saçma ve gülünç birşey olamaz. Silahlı bir süvari birliğinin desteğinde tek bir Rus bölüğü Şamil'in
tüm kuvvetlerini silip süpürmeye yeterlidir Kabile reisi bunun
çok iyi bilincindeydi ve böyle bir harekata hiçbir zaman kalkışmayacak kadar akıllıydı. (Duncan, a.g.e., s. 216-217).
68. Marx, a.g.e., s. 413.

69. Philip Warner, "The Crimean War, a Reappraisal", (London: 1972), s. 3.

70. Albert Seaton, "The Crimean War, a Russian Chronicle", (New York: St. Martin's, 1977).
71. Seton - Watson, a.g.e., 327.
72. Aynı eser, s. 327-328.
73. Allen and Muratoff, a.g.e., s. 86.
74. Aynı eser, s. 81-102.
75. Albay Atwell Lake, 'The Defence of Kars", (London: 1857).
76. Warner, a.g.e., s. 221.

77. Eğer Ruslar daha çatışmanın başında Karadeniz'deki Türk donanmasını tahrip etmeselerdi durum daha farklı mı olacaktı? İngiliz-Fransız müdahalesi muhtemelen gerçekleşmeyecekti, veya, en azından, bu kadar çabuk olmayacaktı. Fakat, yine de, muhtemelen, İngiliz ve Fransızlar Ruslarla açık denizde çatışacaklardı ve savaşın bundan sonraki seyri —sonunda Rusların yenileceğini varsayarsak— olduğundan daha farklı olmayacaktı.

78. Rawlinson, a.g.e., s. 69'daki dipnot.

79. Hızal, a.g.e., s. 6.
80. John F. Baddeley, 'The Rugged Flanks of the Caucasus", Cilt 2, (London: OUP, 1940), s. 49.

81. Kuzey Kafkasların birçok bölgesinin bu dönemdeki koşulları hakkında kapsamlı bir araştırma yapma gereği vardır. Kuzey Kafkasyalı araştırmacılar Sovyet dönemi hakkında kıymetli veriler toplayarak çözümlemişlerdir. Gerek Dağlıların mücadelelerinin hala çok hassas bir konu olarak kaldığı Sovyetler Birliği'nde, gerekse konunun tarihçiler tarafından ihmal edildiği Batı'da mevcut olan bilgiler henüz kapsamlı bir biçimde analiz edilmiş değildir.

82. Baddeley, a.g.e., s. 48.

83. Trunov, a.g.e., s. 129. Trunov, Şamil'in teslim olduğu yerdeki anıtı 1950'-lerde ziyaretini anlatır:
Gunib'de görmeye değer bir manzara daha vardı — gri bir kaya üzerinde bir taraça. Taraçanın içinde demir bir plaka üzerinde şunlar yazüıydı: "General Mareşal Prens Baryatinsky, Şamil'i 25 Ağustos 1859'da teslim alırken bu kaya üzerinde oturdu." Taraçanın duvarları ziyaretçi turistlerin isimleriyle doluydu. Dağlılar bu taraçaya "Şamil'in yazlık evi" adını takmışlardı. İmam Gazali (rehberimiz) bizi, bu anıtın Baryatinsky'nin değil, Şamil'in onuruna yapıldığına ikna etmeye çalıştı. "Madem öyle, geçen yüzyıl sonundaki ayaklanmada dağlılar niçin bu anıtı yıktılar?" diye sordum. Yaşlı adam, "Bilmiyorum" diye cevap verdi. (s. 135-136).
Anıtın, geçen yüzyıl sonunda yıkıldığı iddiası Baddeley'in 1901'de yaptığı ziyaretin ardından verdiği bilgilere uymamaktadır. Anıt, muhtemelen, Ekim İhtilâli sonrası dönemde ya da 1930'larda kollektifleşmenin yarattığı kargaşalık sırasında dağlılar tarafından yıkılmıştı.
84. Blanch, a.g.e., s. 400-458. Blanclı, Şamil'in teslim oluşunu ve sürgündeki yaşantısını dramatik bir biçimde anlatır. Yararlandığı kaynaklar Şamil'in teslim oluşundan sonra yazılan yazılardı.
85. Benningsen ve Lemercier-Ouelquejay, a.g.e., s. 160-161. Sovyetler Birliği'ndeki Adyge'lerin 1979 sayımındaki nüfusu 108.711 idi. 19. Yüzyıl Çerkezle-rinin torunları olan bu insanlar, küçük sayılarına rağmen, ana dillerini hala muhafaza etmektedirler (% 95.7).
86. Prof. Kemal Karpat, Wisconsin Üniversitesi'nde şu anda bu konuda önemli bir projeyi sürdürmektedir.
87. Ailen ve Muratoff, a.g.e., s. 123-131.
88. Aynı kaynak, s. 158-217.
89. Seton - Watson, a.g.e., s. 451-459.

90. Kafkaslar'da Rus idaresine karşı duyulan hoşnutsuzluk ve tepki yaygınlaşmıştı. Bkz. Luigi Villari, "Fire and Sword in the Caucasus", (London: 1906).
91. Bu konudaki yayınlar çok zengindir. En önemli yeni çalışma Alexandr M. Nekrich tarafından yazılan kitaptır: 'The Punished Peoples" (New York: Norton, 1978). ,
92. Karl Marx 1954'te şunları yazıyordu:
Rusya Kırım'ı, Kafkaslar'ı, Finlandiya'yı, St. Petersburg'u ve bunlara benzer tüm uzantıları kaybedebilir; fakat kalbi olan Moskova'ya, kalesi olan Polonya'ya doknulmadıkça önemli bir sorunla karşılaşmayacaktır. (Bkz. a.g.e., s. 409).
Sivastopol'deki yenilgiden çok önce, bu görüş savaşın nasıl sona ereceği hakkında bir kehanet niteliğindeydi. Aynı yılın başlarında İngiliz ve Fransızlar Rusya'ya karşı savaşta Türklerle birleşmeden önce Marx, Lord Palmerston'un Rusya'nın yayılmacı siyasetine karşı hoşgörülü tutumunu şiddetle eleştiriyordu:
Rusya, Karadeniz'in doğu sahillerini ablukaya alarak ve Kuzeybatı Çerkezistan'a silah ve barut sevkiyatını engelleyerek Kafkaslar'daki amaçlarına ulaşabilir - Karadeniz sahilleri ile Tuna'nın denize döküldüğü yerler "Hiçbir İngiliz müdahalesinin gerçekleşemeyeceği yerler" değildir, (a.g.e., s. 210).
Ancak, Marx’ın başlangıçtaki kötümserliği, Palmerston'u şiddetle eleştiren bu yazısının yayınlanmasını takip eden ay (Şubat) yeni ümitler getirmişti:
Hiç kuşku yok ki Müttefik donanması Sivastopol'ü ve Karadeniz'deki Rus donanmasını tahrip edebilir, Kırım'ı alabilir, Azak Denizi yakınındaki Odesa'yı işgal edebilir ve Kafkaslar'daki dağlıları rahatlatabilir. Seri ve enerjik hareket edilirse bundan daha kolay birşey yoktur, (a.g.e, s. 217-218).
93. İstatistik rakamlar Murray Feshbach'ın makalesinden alınmıştır: "Trends in the Soviet Muslim Population - Selected Demographic Aspects". Bu makale, 28 - 30 Ekim 1980'de Tel Aviv Üniversitesi'nde yapılan "Sovyetler Birliği ve Müslüman Dünya" adlı sempozyumda sunulmak üzere hazırlanmıştır.

KAYNAK: KAFKASLARDA ATEŞ VE KILIÇ: 19. YÜZYILDA KUZEY KAFKASYA DAĞ KÖYLÜLERİNİN DİRENİŞİ

Makalenin Orijinal İsmi: Fire and Sword in the Caucasus: The 19th Century Resistance of the North Caucasian Mountaineers

Yazan: PAUL B. HENZE
Çeviren: Akın Kösetorunu

"Central Asian Survey" Dergisinin, Cilt 1, Sayı 4 (Nisan 1983), ss. 41-58 baskısından çeviridir.

ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ-Asya-Afrika Araştırmaları Grubu
Yayın No: 18 Ankara-1985


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye