|
Moderator |
|
Kayıt: 14.12.08, 22:59 Mesajlar: 666
|
MAİDET-ÜL KUR’ANTILSIMLAR MECMUASININ ZEYLİMaidet-ül Kur’an Risalesinden kısmen ve telhisen alınmıştır. Evvelen: Aydın havalisinin Hasan Feyzi’si ve Hüsrev’i ve Mehmed Feyzi’si ve Risale-i Nur’un manevî avukatı Ahmed Feyzi’nin üç seneden beri âlimane, müdakkikane (dikkatlice) yazdığı şu gelen istihracat-ı gaybiyeyi (bazı işaretlerle belli bir şeyi daha belirgin olarak gayıbtan ortaya çıkarmak) ve Sikke-i Tasdik-i Gaybiye’nin bir kuvvetli hücceti (delili) ve şâhidi bulunan şu risaleciği dikkatle mütalaa ettim. Onun tetkikatına ve Risale-i Nur’un kıymetini tam hadîs ile âyet ile isbat etmesine karşı hayret ve istihsan ile Mâşallâh, Bârekâllah dedim. Fakat bir derece tabire muhtaçtır, ayn-ı hakikattır (hakikatın ta kendisidir). Fakat Said hakkında hususan son kısmın hâşiyelerinde şahsiyetim itibariyle haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zannı ile hakikatın sureti değişmiş. Evet hem Sikke-i Gaybiye hem onun yazdığı âyetler ve hadisler müttefikan (ittifakla) bu asırda bir hakikat-ı nuraniyeye işaret ediyorlar ve bu asır ve bu zaman cemiyet zamanı olduğundan şahs-ı manevi hükmedebilir. Hususan manevi vazifelerde maddi şahısların ehemmiyeti azdır, dağlar gibi vazifeler o zaif şahsiyetlere yükletilmez. Bazı âyat-ı kerime ve ehadis-i şerife âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi mâna-yı işarî (manaya işaret etmek) ile haber veriyor. Fakat o gelecek zatın ve cemiyetin üç vazifesinden hakikatta en ehemmiyetlisi olan ve zâhiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniye-yi güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından o gelecek zata dair haberleri ve işaretleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine hatta bazen tercümanına (Said Nursi'ye) de tatbike çalışmışlar ve Şeriatı ihya ve hilafeti tatbik olan çok geniş dairede hükmeden bu iki mühim vazifesini nazara almamışlar. Onların kanaatları onların risale-i Nur’dan istifade cihetine faidelidir, zararsızdır; fakat Nur’un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alât olmamasına ve dünyevi ve manevi makâmâtı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muarızları (karşıtları) her taifenin hususan (özellikle) siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir. Onun için ben bu müdakkik kardaşımızın risaleciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırmakla bir parça ta’dil ettim (aslına zarar vermeden değiştirdim). Siz tam ta’dilat yapınız ve size gönderdim. Tılsımlar Mecmuasının âhirinde yazılsın. Bâki kalan kısmını da şahsıma ait kısmını kaldırıp, bakiyesini (kalanını) ta’dil ederek belki size göndereceğiz. Bu münasebetle bugünlerde ruhuma gelen bir ihtarı, kalbimle gördüğüm bir mânayı beyan edeceğim ki, kardaşım Ahmet Feyzi benden gücenmesin. Şöyle ki: Nurları fütühatını (fetihlerini, açtığı kapıları) kalben temaşa ederken (seyrederken) bazı has kardaşlarımızın Nurun tercümanına (Nursi'ye) verdikleri makam noktasında baktım; o makama nisbeten fütuhat az olmasından o makamın şerefi için bir hırs ile vazife-i İlahiyeye (Allah'ın işlerine) karışmak gibi şekva (şikayetlenme) geldi. Binler derece şükür ve sırf rıza-yı İlahi noktasında bazı biçarelerin Nurlarla imanlarını kurtarmak cihetiyle binler hamd, sena ve şükür lâzımken bir teşekki (kötü hâlini anlatarak şikâyet etme) ve sıkıntı geldi. Sonra mahviyet (yokluk) ve terk-i enaniyet (benliği terk ederek) ve ihlas-ı tam (tam bir ihlas) ile aynı vaziyete baktım gördüm ki o fütühatta binler hamd ve sena ve teşekkür ve manevi sürur ve sevinç ruhuma geldi. Ben o halde iken anladım ki makamat-ı maneviye (manevi makamlar) dahi mesleğimizde mevzu-u bahis (söz konusu) olmamalı. Eğer bazı has kardeşlerimin hakkımdan yüz derece ziyade bana verdikleri hisse ve makam hakikat olsa ve hakkım da olsa mezkûr hakikat için bırakmağa meslek-i Nuriyedeki (nur mesleğindeki) ihlas-ı tamme (tam ve mükemmel ihlâs) bırakmağa mecbur eder. Said Nursi *** Kısm-ı Evvel: Hitabat ve İşarat-ı Bazı-ı AyâtAhmed Feyzi Kul * Hâkimiyet-i kâfiranenin (küfrün hakimiyetinin) yıkılmasına mebde (başlangıç) 1877 tarihinde doğan Son Bir Nur-u Hidayet zuhuru tarihidir.
* 1937-38 ise, cihan küfrünün inhizam-ı küllisini (tamamen hezimet ve bozgununu) intac eden (doğuran) İkinci Büyük Harbin mebadisidir (tohumu, başlangıcıdır).
* 1900 tarihi 1316 tarihinin miladi karşılığı olup, Son İmam-ı Hidayete (hidayet imamına) vazife-i memuriyetinin (görev) verilmesiyle heyula-yı küfrün (gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan küfrün) inhidamı (çökmesi) başlamış.
* 1938-1939 Eza-yı kâfiraneye (kafirlerin ezalarına) senelerden beri sabreden ehl-i imana sabırlarının mükafatı 1939’da başlayan büyük harb neticesinde galibiyet-i kâfiranenin erimeğe başlaması mebde teşkil etmekte olup 1969 ve 2019 seneleri arasında şevket-i İslâmiye (İslam'ın saltanat ve kudretine) ve sürur-u mü’mininin (müminlerin sevincine) a’zamî hadde (en azami derecede) vusulünü (kavuşmasını) göstermekte ve beşaret-i uzma (büyük müşdeler) vermektedir.
* 1904 şedde ile 1320 tarihi hicrisinin 1954 tenvin ile 1372 tarihi hicrisinin karşılığıdır. Bu tarihler arasında Sultan-ül Enbiya (Peygamber Efendimiz) nam ve hesabına iman cihetinde bir tek vazife-i Risaleti (Risalet görevini) temadi ettiren (devam ettiren) bir Varis’e, bir Müceddid’e yapılan İlâhi bir tesellidir.
* 1915 İki gayr-i melfuz (söylenmemiş) hariç elif-i maksure ile 1926 elif-i maksure “ye” sayılarak ve gayr-i melfuzlar dahil. Bu iki tarih arasında ejder-i küfrün (küfür ejderhasının) şahlanması, ehl-i imanın mücahid ve safâ yerlerini temyiz (ayırma) ve tebyîn (açıklama) için vâki olmuş bir imtihan-ı Rabbânî olduğunu ifade ediyor. “El mücahidin” kelimesi ise 144 adediyle o tarihteki “mücahede ordusu”nun bir pişdarının (öncüsü, kumandanının) ism-i pâki (tertemiz ismi) olan “Said” kelime-i mübarekesine tevafukla, o ordunun şahsiyet-i maneviyesini, o pişdarının şahsiyet-i maneviyesinde temessül ettiriyor (cisimlendiriyor).
* 1916–1926. Ayet-i kerime 1926 tarihinde hadd-i tuğyânın azamî derecesiyle icra-yı şenaate (kötülük icraatlarına) başlayan dalalet-i deccalâne müvacehesinde (karşı karşıya kalmasında) ızdırab-ı şedîdeye (şiddetli ızdıraba) düşen Nur Şakirdleri için himaye-i İlâhiyeyi müjde vermiştir.Kısm-ı Sani: Delalet ve İşarat-ı Bazı-ı Ehadis* Bu hadis-i şerif, bu ümmet-i Muhammediyenin (asm) hayatı nokta-i nazarında çok şâmil bir tesiri hâiz iki insanı haber vermektedir. Bunlardan biri: Mahz-ı mevhibe-i İlâhiye olacak ve kendisine hikmet-i İlâhiye ve hikmet-i Kur’aniye ihsan edilecek. Diğeri de: Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed’de (asm) şeytandan daha te’sirli olan, bir şerir zâlim olacaktır.
Muhaddisîn, bu hadis-i şerifin tahkikini bir çok zevat ve eşhasa tevcih etmişler (yöneltmişler). Ve hatta bazıları hadisin garâbet-i beyanından (sözlerinin tuhaflığından) dolayı ta’nı (kötülenmesi) ve inkarı cihetine bile gitmişlerdir. Ancak, hadisin cihet-i rivayetindeki taaddüdü (tekrarı) ve mühim hadis kitaplarında yer bulması, ta’nına gidenleri haksız çıkaracak şekilde eimme-i muhaddisîni (hadis imamlarını) beyanda bulunmağa sevk etmiştir.
Ta’n edenleri, ta’na sevk eden en mühim sebeb; Hadîsin beyanına göre, ümmet-i Muhammed (A.S.M.) için, şeytandan daha eşedd te’siri hâiz bir kimsenin zuhuru.. ve bil’akis senâ-yı Peygamberîye (A.S.M.) lâyık bir şekilde mahz-ı hidayet (Hidâyetin ta kendisi) ve hikmet bir zât-ı âlînin mukabele (karşılık verme) icrasını vazife etmesi, hele bir mu’cize-i Muhammedîyi (A.S.M.) izhar etmek üzere bunların hem-zaman olmalarının hadisteki kat’iyyet-i beyan derecesinde tam tahakkuk etmemesidir.
Mânâ-yı hadisin her zamanda bir ferdi bulunmak üzere bütün zamanlarını muhit olduğunu kabul ederek muhaddisînin bu husustaki tevcihlerini reddetmeden, hadisin ifade-i kat’iye-i riyaziyesinin delâletiyle içinde bulunduğumuz zaman en kuvvetli bir şekilde icra-yı hüküm etmekte olduğunu iddia ve kabul etmek, gayr-ı kabil-i red (reddedilmesi mümkün olmayan) bir tercih olur.
Filhakika (işin doğrusu), te’sir-i idlâlkârîsi şeytandan daha eşedd ve müessir bir tağut-u dalaletin icra-yı şenaat ettiği bir devrin insanları olduğumuz gibi; ona mukabil, senâ-yı Muhammedîye (A.S.M.) lâyık bir şekilde mahz-ı hikmet ve mahz-ı mevhibe (ihsanın ta kendisi) bir memur-u Rabbanî’nin neşr-i envar eylediği (nurlarını yaydığı) bir devri yaşıyoruz.
Hadisin beyan-ı riyazîsi, o zatı sarahaten (açıkça) gösterdiği gibi; “vehb” kelimesi de ilmi vehbî olması, hem eserlerinde vehbî gibi bulunması ..13 adediyle, o zâtın en çok alâkadar olduğu ve çok sırların anahtarı olan sarahatini, bir hususî adam halinde göstermektedir. Buna mukabil asırların kaydettiği en büyük sandid-i dalâletin (delalet belasının) icra-yı kabaset için tuğyanını en çok arttırdığı tarihleri, hadisin aynen göstermesi bir mu’cize-i Muhammedinin (A.S.M.) bütün vuzuhuyla ve tarihlerini göstermek suretiyle tahakkuk etmiş olduğunu ve hadisin sıhhati, hadiselerin şehadetiyle tamamen meydana çıkmış bulunduğunu ifade etmektedir. “Ğaylan” kelimesinin “gavele” ve “ğayele” asıllarından müştak bir sıfat-ı müşebbihe olduğunu kabul ettiğimizde bunların lugâvî mânâlarındaki azameti izhar etmiş bir cebbarın bütün hututiyle (çizgileriyle) tebellür etmiş olduğunu (açığa çıktığını) görüyoruz.
* Ayet-i kerimeye göre Risale-i Nur’un sada-yı Muhammed (A.S.M.) den başka bir şey olmadığı ve sair her nevi beyanların onun fevkine yükseltilmemesi ihtar olunmaktadır. (Ayette der ki Risale Peygamber Efendimizin sesidir, diğer bütün beyan ve sözler onun üzerine çıkarılmamalıdır!)
* Bu hadisin mânâsında … demiş, kısa zamanda ulûm ona verilecek, teenni ve terbiye ile değil. Bu hadis-i şerif Nur’un tercümanına mütabık geliyor ki, ilminin ve kemalinin tahsil ve terbiye neticesi değil, lütuf ve ihsan-ı Rabbanî olarak bir harika-i fıtrat halinde kısacık bir zamanda ihsan edileceğini bildiriyor ki şimdiye kadar kimsede vaki olmamış olan bu hal ancak bu büyük müceddidin (Said Nursi'nin yani Mehdi As'ın) alâmat-ı mahsusasındandır. (kendine mahsus alametlerindendir)
* 1880 Son asır tağut-u dalaletin (delalet tağutunun) doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalalete Hazret-i Kur’anın ve ondan nebean eden (fışkıran) Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.
* Zuhuru perde olmuş zuhura Gözü olan delil ister mi Nûra Ayn-ı Hakikat Bir Keramet-i Gaybiyedir
İ'tikad-ı Ehli Sünnetçe huruc-u eşrat-i saatten (Kıyamet alametlerinden) olarak mervî (rivayet edilmiş) olan Mehdi’nin (R.A. velâdeti dahi, zuhuru gibi âhirzamanda olacaktır. Ve Âl-i Beyt'ten olduğuna göre ismi, ism-i Nebîye (A.S.M.) ve pederinin ismi, ism-i ebî Nebîye (A.S.M.) uyacaktır. Bu bâbta ehl-i hakâik câniblerinden menkûl olan kuşûfâtın henüz birşey kizbe (yalana) çıkmayanı, Mevlâna Hasenü'1 Adevî'nin Mevâkıtü'1 Şa'râni’den naklettiği keşiftir ki, Abdülvehhab-ı Şarani Hazretleri kitab-ül Yevakıt-ü Cevhair-i Mehdiyi âhirzamanın 1255 senesi Şaban'ın 15'inci gecesi dünyaya geleceğini, Şeyh Hasan-ı Irakî’den nakl ve bu re'yde kendı şeyhleri Ali Havasî Hazretlerinin dahi muvafakatı olduğunu beyan buyurmuştur.
* Geçen sahifeden evliyâullah, Zât-ı Pak-ı Risalet-penah'ın mir'at-ı İlâhî olduğunu beyan etmektedirler. Biz burada ifade-i riyaziyenin kat'iyyetine dayanarak bu beyan-ı âlinin hakikatini göstereceğiz.Ayrıca yukarıdaki Hadis-i Şerif te, Hazret-i Mehdi’nin ismi Peygamberimiz (A.S.M.) ismine babasının ismi de babasının ismine uyacağı gayet yüksek bir belagatla ifade buyurulmuştur. Yalnız dikkat etmek lâzımdır ki: Hadis-i şerifte bu manayı gösteren yani tevafuk uymak mânasını … kelimesiyle irad buyurulmuş olup, tetabuk kelimesi ihtiyar edilmemiştir. Çünkü tetabuk kelimesiyle irad buyurulmuş olsaydı Hazreti Mehdinin isminin aynen Muhammed veya Ahmed olması icab edecek o zaman itiraza mahal kalmayacaktı, herkes tasdik edecekti. Halbuki böyle olsa yani hâdise-i istikbâliye bir derece perdeli ve kapalı olmazsa teklif kalkar, ihtiyar kalkar. O zaman bu dâr-ı dünyanın bir dâr-ı imtihan (imtihan meydanı) ve tecrübe olmasının mana ve hikmeti kalmazdı.
* Fars'ta, Arab memleketlerinde, başka bir yerde doğacağı, humâsü'1- hadd yâni, uzun boylu olacağı ve kırmızı yanaklı olacağı söylenmektedir. Daha küçüklüğünde, Cenab-ı Hak O’na çok ilim ve çok amel ihsan edecektir. Cezîretü'1-Arab'ta doğacağını söyleyen de vardır. Gaybîlerin esrarına vâkıf ehl-i kalbden bir tâife, ilk def'a onun kokusunu alacaklardır, O'ndan haberdar olacaklardır.
* Hadis-i Şerif meali: "Mehdi (R.A.), bizden Ehl-i Beyt'tir. Cenâb-ı Hak O’nu bir gecede ıslah edecektir. Yâni, Cenâb-ı Hak O’nu halk arasında hükmetmek için teenni ve terbiyeye ihtiyaç göstermeden, bütün ilimleri bir gecede ifâza edecektir."
Esrar-ı huruf (harflerin esrarına) ile ilm-i mükevvenatta (kainat ilmine) mutasarrıf (tasarruf hakkı ve yetkisi) olacağı da söylenmektedir. Ârif-i Bistâmî (Kuddise Sırruhu) buyuruyorlar: “Ayın” nın sırrını anlayan bir insan, ulûm-u harfıye ve maarifi İlâhiyenin esrarına muttali’ olur. İşte bunun için Mehdi'nin ceddi Ali (R.A.) ilimlerin inceliklerini ve hikmetlerin letaifini bilmek cihetiyle Sahâbe- Kirâm’ın en alimi idi. Âshab-ı Resulullah içinde kendine hâs bir mevkii vardı. İlm-i esrar-ı hurufa vâkıf olmasından, İmam Radıyallahü Anh'ın ilimler cümlesindendir. Görülmüyor mu ki, İlm-i İlâhiye işaret eden “Ayın” harfi, İmam-ı Ali’nin isminin evvelinde yer almış bulunmaktadır. İlm-i hurufun intişarı (Harf ilminin yayılması), Mehdi'nin çıkmasının en büyük emaresidir.”
* Şâyân-ı dikkattir ki, İmam-ı Ali'nin isminin evvelinde yer alan ع harfi, sevgili Üstadımızın isminde ikinci olarak gelmiştir.
* Hadis-i Şerif meali: "Biz Abdülmuttalib'in evladları, ceddin seyyidleri, yedi kişiyiz: Ben, Hamza, Ali, Ca'fer, Hasan, Hüseyin, Mehdi'dir." Bu hadis, İbn-i Mâce, Ebu Nesâi'nin tarafından Hazret-i Enes Radıyalluhu Anh'dan tahric edilmiştir.
* Hazret-i Mehdi (R.A.) zamanındaki mehdilerin en yükseği ve umûr-u dinde (din işlerinde) müctehidlerin en mükemmeli olacaktır. Bu da mişârünileyhin (bahsi geçen zatın) azametinin kemâline, cemâlinin şerefine, mertebesinin yüksekliğine ve derecesinin meziyetine delalet eder.
* Bu cihet güneş gibi âşikar bir hakikattır. Ki, O zât-ı zîhavârik (Harikalar sahibi zât, Said Nursi) daha hâl-i sabavetinde (çocukluk zamanında) iken ve hiç tahsil yapmadan, zevâhiri (görüntüyü) kurtarmak üzere, üç aylık bir tahsil müddeti ulûm-u evvelîn ve ahirîn (öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerine), ledünniyat (kalb ilimleri) ve hakâik-ı eşyaya (eşyanın hakikatlerine), esrar-ı kâinata (kainatın sırlarına) ve hikmet-i İlâhiyeye (ilahi hikmetlere) vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle bir mazhariyet-i ulyâya kimse nâil olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin işi asla mesûk değildir. Bu cihet, Risale-i Nur'u anlayarak okuyanlara mâlumdur.
* Hadis-i Şerif meali: "Mehdi, evlâdımdan kırk yaşında bir şahısdır. Yüzü, necm-i ziyadar gibi; onca zulm ve haksızlık ile doldurulan yeryüzünü, hak ve adâletle doldurur. Hilâfette; yerde, göktekiler ve hatta havadaki kuşlar bile râzı olacaklardır."
* Hadis-i Şerif meali: "Mehdi (R.A) çıkmasından önce, şarktan, parlak kuyruğa sahib bir yıldız doğacaktır." O yıldız, Birinci Harb-i Umumide, Risale-i Nur'un ilk intişarı anlarında zuhur etmiştir. Bu senede görenlere şâyân-ı dikkattır.
* Hadis-i Şerif meali: “Mehdi (R.A.), evlâdımdan kırk yaşında biridir. Yüzü necm i ziyadar gibidir. Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Üzerinde iki pamuklu hırkası bulunur. Bu halife, benî-İsrâil erkeklerine benzer. Hazineler istihrac edip (çıkarıp), şirk medîne'lerini feth edecektir.” Hazret-i Üstada dikkat edenler, sağ yanağındaki siyah beneği kolaylıkla görebilirler. İki pamuklu hırkası olup, hâl-i sabâvetinden beri acîb ve başkalarına benzemeyen bir giyime sahib olup, Hadis-i Şerif'i fi'len tasdik etmektedir. Lisanındaki sıklet (ağırlık) ise, kendisi ile görüşenlere mâlumdur. Ve kırk yaşında Risale-i Nur' un te'lifine meşgul olup, mukaddes vazifesine, imân-ı tahkîkinin neşri vazifesi başlamıştır.
* Nebiyy-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretleri, Mehdi'yi vasf ederlerken: “Lisanında ağırlık olacağı ve ifade-i merama (makadını anlatmada) müteazzir olduğu (çıkaramadığı, dili peltekleştiği) zaman, sağ eliyle sol uyluğuna vuracağını” bildirmişlerdir. Ve “ismi ismime, babasının ismi babamın ismine uyacaktır" buyurmuşlardır. Peygamberân-ı i'zâmın kitablarında mezkur olduğuna nazaran; “Mehdi'nin ilminde zulm olmayacağı" Ka'bu'l Ahbâr'dan rivâyet olunmuştur.* Bütün bu ta'dad edilen (sayıp dökülen), aynen bitamamiha (tamamıyla) çıkmış. Hakikaten Arab milletinden olmayan Türk milleti ve Kürdler ve Arap Milletinden bazı kabileler, kendisiyle ülfet edip, Risale-i Nur’a senelerden beri bu hal devam etmektedir. Şu bir hakikattır ki: Risale-i Nur namındaki âsâr-ı âliye (büyük eserler), her türlü zulm ve ayıblardan müberra (temiz) olarak te'lif edilmiştir. Eserlerde hiçbir şahsa müdahale edilmemiştir, hiçbir kitabtan alınmamıştır, hiçbir eserden alınmamıştır. Ve Ona kimse ayb (kusur) isnad edememiş; çok mütefekkir ve âlimlerin ellerinden geçtigi halde “fihi nazarün” (Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır) denilmemiş. Böylece, yalnızca Kur’an-ı Hakim’in meali olan, Risale-i Nur, her türlü zulm ve ayıbtan müberra olarak saha-i intişara vaz' edilmiştir.
* İmam-i Ali (R.A) şunları söylemiştir: "Kıyamet yakınında; zarar, açlık, katl, fitneler, büyük harbler, sünnetler kalkıp yerlerini bid'atların iştigal ettigi, emr-i bil' mâruf ve nehy-i anil'münkeri terk dolayısıyla bedenin öldüğü gibi kalblerinde öldüğü hengâmede, şüphesiz, evlâdımdan bir zât çıkacak. İşte, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, ölmüş, öldürülmüş olan sünnetleri, Mehdi ibn-i Abdullah ihyâ edecek; Onun adâleti ve bereketiyle mü'minlerin kalbleri ferhân (sevinçli) olacak ve Ona Arab milletlerinden başka bir cemaat ve Arab Milletinde de bazı kabileler ülfet edecek, senelerce böyle kalacak çok değil, on'dan da aşağı değil."
* Mehdi'nin yardımcıları, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat, Deccalın ise, ehl-i dalâlettir. Bu da görülmüyor mu ki: Ehl-i dalâlet ve sefahat, deccalın fitnesine seve seve tâbi' olup, hâlen onu muhafazaya çalışmaktadırlar. Bu Zâtın (Said Nursi'nin) ensârı (yardımcıları) ise, imânları için bu dâvâya atılmış fâzıl ve necib kimselerdir.
* Hazret-i Mehdi'nin çıktığı zaman, avam ve havas bütün Müslümanlar sevineceklerdir. Mehdi'nin, Allah için çalışan ve dâvetini ikâme eden ve Ona vazifesinde yardım eden adamları vardır. Onlar, Mehdi'nin vezirleridirler, memleketin ağırlıklarını üzerlerine alırlar. Cenâb-ı Hak'kın, Mehdi'ye tâhmil etmiş (yüklemiş) olduğu vazifelerinde yardım ederler. Bunun en güzel örneği, yıllarca devam-ı mahkemelere verilmesidir. Kendileri ne yapılan bunca ihanetlere rağmen kat'iyyen dâvâlarından bir hatve (adım) geri çekilmemişler ve vazifelerinde, ne bir maksad-ı fâni gözetmişler ne de bir takdir beklemişler. Hâlisen livechillâh, varlıklarını Allah ve Resûl ve Onun sevgili memuru uğrunda fedâ etmişlerdir.
Şeyh-i Ekber, Fütûhat'ında şu mâlumat-ı mühimmeyi vermektedir: "Cenâb-ı Hak Mehdi'ye meknûn-u gaybında gizlediği bir taifeyi vezir kılacak. Onlar hakikatlerde ve kullarına emr etmiş oldugu hususlarda keşf ve şuhuda muttali kılacak; Hazret-i Mehdi onlara danışmadan bir şey işlemeyecek. Onlar; Ashab-ı Resûlullah'tan, hakk-ı âlilerinde “Allah ile olan ahdlerinde sâdık çıktılar” (Sûre-i Ahzab, âyet 23) buyurulan bir cemaat-ı zîşânın (şerefli cemaatin) ka'belerine vâsıl olabilmiş insanlardır." "Hem onlar, Arab milletlerinden başka milletlerden olacaklardır. İçlerinde Arablardan olan yok; fakat, ancak Arapça ile konuşacaklar. Bunların kendi cinslerinden olmayan mu hafızları, melâike-i kiram gibi vardır."
Evet, bu da aynen vâkidir (olmuştur). Risale-i Nur kahramanı sevgili Ağabeyimiz Husrev, Ahmed Feyzi, Mehmed Feyzi ve ebediyete intikal eden etmiş olanlardan Hâfız Ali ve Hasan Feyzi ağabeylerimiz gibi kahramanlar bu tufana mazhar olan zevattandı. (Rahmeten aleyhim, rahmeten vâsiaten)
Sonra, Şeyh-i Ekber (Kuddise Sırruhu) Hazretleri devam ederek: "Bu vezirler, dokuzdan fazla beşten aşağı değildirler." demektedirler. Şeyh-i Ekber Hazretleri, Fütûhat'ın nihayetinde şu mâlumatı da veriyorlar: "Hadis-i Mehdi'nin işaret ettiği gibi melek-i ilhamın kendisine ilka ettiği esaslarla hükmeder. Böylece melek Şeriat-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ilham eder; artık Mehdi’de hükmünü icra eder. Hadis-i Mehdinin buna işaret ettiği hadis-i mehdi de eserime tabi olacak ve onda hataya düşmeyecek buyrulmaktadır.
İşte Zât-ı pâk-ı Risalet Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretleri: "Mehdi'nin (R.A.) metbu' (Tâbi olunan) olup, mübtedi' ((Tâbi olan) olmayacağı ve bunun için hükmünde mâsum (hatası) olduğunu" bildirmiştir. Buradan anlaşılıyor ki: Cenâb-ı Hak'kın melek-i ilham vasıtasıyla bahş ettiği delâilin (delillerinin) bulunmasıyla, Ona yine kıyas haram olmuştur.
Hulle-i irfanın (irfan elbisesinin) kendisine tevdi' (verildiği) tarihi ve 1900 sene-i mîladisinin 1320-1316 karşılığı olup; âyet-i Kur'aniye ve ehâdis-i şerifenin pek ziyade itibarına mazhardır. Yirminci asrın mebdei 1351, Denizli adâleti 1362, [u]Risale-i Nur'un te'lifinin hâtimesi 1364-1379[/u]. Birçok âyet-i kerimenin lisan-ı riyaziyesiyle ifade buyurulan bu tarih, inşâallah, inkişaf ve fütûhat tarihi olacaktır.
* "Mehdi fakirdir, selimdir Yani bütün ayıb ve afetlerden müberrâdır, azizdir. Şark ve garbın melihi yâni, güzeli ve câzibelisidir. İhtiyar yaşında olacâktır. Onu ehl-i irfan bilir yâni, herkes Onu tanıyamaz, ancak nûr-u imân ile bilinir.”-Garâibü’l-Ehâdîs-* Mehdi, İstanbul şehrini Süfyanın elinden alacak. İmam-ı Mehdi çıktıgı zaman, hassaten fukahâ Ona düşman olacak. Onun kılıncı kardaşlarıdır.. elinde kılıncı olmasa idi, yâni kardaşları olmasa idi, zamanın fukahâsı Onun katliyle fetva verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak Onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek; onlar, Ona itaat edeceklerdir. Hükmünü, inanmayan da kabule mecbur olup, aksini izmar edecekler (içlerinde saklayacaklar). * Velhâsıl: "Mehdi'nin efdaliyeti, bütün kederlere ve şiddetli fitnelere gösterdiği azâmî sabır cihetiyledir... Rum'dan yâni; Türklerden (çünki, eskiden Türkiye'ye diyâr-ı Rum deniliyor du.) ayrılmayacak ve Deccalın muhasarası üzerinden kalkmayacaktır. Yoksa Mehdi'nin ef daliyeti, sevab ve indallah mertebesinin rıf'atı sebebiyle değildir." İs'âfu`r-Râgibîn Bütün hayatı boyunca yaptıgı mücâhede, meydandadır. Bu derece bir kanaat-ı hârikulâde ile mücâhede ancak bu Zâtın mücâhedesi olabilir. Evet, ibarenin g6sterdigi gibi, Türkler'den ayrılmamış ve yakın zamana kadar deccalın muhasarası üzerinden kalkmamıştır. * Hadis-i Şerif meali: " Said.. Said.. Said fitnelerden muhafaza edilendir. Üç defa tekrar buyurulmuştur. O ibtilâ olunur ve sabreder. İşte O zayıf ve sakalsızdır... Sonra O zayıf ve sakalsız kelimesinin birçok mânâları olup, burada Hadis-i Şerifin insan riyazesinde ima edilen husus nazar-ı itibara alınmıştır. “İnne’s saide lemen cennebe’l fiten” cümle-i cemîlesi Hadis-i Şerif'te üç def'a tekrar nazar-ı dikkati bu ism-i pâk'in sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi; O zâtın icrâ-yı faaliyette bulunacagı tarihleri ve ilminin hükümranlıgı tarihleri aynen göstermektedir: 1902-1952-2002. Kezâ maddeten zayıf olacağı ve sakalsız bulunacağının da Hadis-i Şerif'in son fıkraları göstermektedir. * Hadis-i Şerif meali: " Horasan tarafından size siyah bayraklı tulu edecek, kar üzerinden emekliyerek de olsa, O’na geliniz. Zira O, Allah'ın halifesi Mehdi'dir. " -Râmuz - Tercüman-ı hakikat Efendimiz, bu Hadis-i Şerif'i beyan buyurdukları zaman, Türkler henüz Anadolu'yu vatan yapmadıklarından, o zamanki vatanlarının ismini zikretmekle, Mehdi' nin Türk Milleti içinde çıkacağına latif bir imâ ve hatta bir delildir diyebiliriz. Sonra yine bu Hadis-i Şerif'in ifade-i riyaziyeleri de, müddeamızı te'yid ve takviye etmektedir.[/color] http://www.ittihad.com.tr/index.php?opt ... &Itemid=30
|
|