Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Said Nursi’nin Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?
MesajGönderilme zamanı: 07.11.11, 22:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 06.01.10, 09:39
Mesajlar: 92
Said Nursi’nin Davayı İman Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?

Hilmi DEMİR


Uzunca bir süredir İslam’ın iman davasının büyük mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi’nin bazı fikirleri ile etnik fitnenin bölücü Kürtçülük davası arasında bir ünsiyet peyda etme çabalarını hayretle takip ediyoruz.

İmparatorluk çağının bir takım şartları etrafında, Üstadın ümmetin birliği, imanın savunması adına söylediği sözleri sağından solundan kırparak etnik fitnenin iddialarını meşrulaştırmak adına gündeme taşımak her şeyden önce O’nun İslam’ın hakikatlarını akli delillerle beyan, şerh ve ilan ile imanı muhafaza etmek olan nur davasına yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Bu cihetle biz Üstadın fikirlerinin izaha gerek görülmeyecek kadar aşikâr olduğunu, onun Kürt ve Türk milleti arasında menfi bir milliyet davası gütmediğini kendi eserlerinden okunduğunda görülebileceğini düşünüyoruz. Okuru aşağıda bizatihi Üstadın hem Kürt oluşu hem de Medresetü'z-Zehra konusunda ne dediğini kendi dilinden okuyarak karar vermeye davet ediyoruz. Bu gün Üstad adına konuşanlarla Üstadın kendi dedikleri arasında fark olup olmadığına siz karar verin.

Mektubat, Sayfa 66; Şualar, Sayfa 399: Hey efendiler, ben şeyh değilim. Ben hocayım. Buna delil: Dört senedir buradayım. Birtek adama tarikat verseydim, şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: "İman lâzım, İslâmiyet lâzım. Tarikat zamanı değil."

Eğer derseniz, "Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor"; ben de derim:
Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben İslam Cahiliyetten kalma ırkçılığı ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır, ferman-ı katîsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.

Şualar, Sayfa 327: Sekizincisi : Yirmi iki sene sıkıntılı sebepsiz bir nefiyden sonra tam serbestiyet verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek, gurbeti, kimsesizliği tercih ederek, tâ ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin, ve çok sevaplı olan camideki cemaatin hayrını bırakıp, odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden, yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle ve binler Türk kıymettar zatların tasdikiyle, dindar, müttakî bir Türkü, lâkayt çok Kürtlere tercih eden, hattâ mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir Türk kardeşini yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camiye gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle, bütün âsârıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve Türk milleti Kur’ân’ın bayraktarı ve senâ-i Kur’âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven ve hayatını onlar içinde geçiren bir adam hakkında, sâbık vali resmî lisanla ihanet için propaganda yapmak ve dostlarını ürkütmek için "O Kürttür, siz Türksünüz, o Şâfiîdir, siz Hanefîsiniz" deyip, herkesi ürkütüp ondan çekindirmeye çalışması ve yirmi senede ve iki mahkemede tarz-ı kıyafeti değiştirilmeye mecbur edilmeyen ve şapka yarı askerin başından kalkmasıyla beraber, münzevi bir adamın zorla başına şapka giydirmeye cebretmeyi hangi maslahat, hangi kanun buna müsaade eder?

Emirdağ Lahikası, Sayfa 439: Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “Müminler Kardeştir” Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâsında, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak için 20 bin altın lira verdiği gibi, sonra ben eski Harb-i Umumîdeki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut 200 meb’ustan 163 meb’usun imzası ile 150 bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymetdar bir üniversitenin tesisine herşeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayt ve garplılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler. Yalnız onlardan ikisi dediler ki:
"Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız."

Ben de cevaben dedim:
Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve filozofların garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin merkezinde olan vilâyat-ı şarkiyede millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikine kat’iyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir. Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:
Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim.
Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar."

Emirdağ Lahikası, Sayfa 440: Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum."
Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.
Ey sual soran meb’uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürt var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hintliler var. Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırktaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan, sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum.
İşte bu cevabımdan sonra, an’ane aleyhinde ve her cihetle garplılaşmak fikrini taşıyanlar, kalktılar, imza ettiler. İsimlerini söylemeyeceğim. Allah kusurlarını affetsin; şimdi vefat etmişler.
Rabian: Mâdem Reisicumhur gayet mühim mesâil-i siyasiye içinde Şark Üniversitesini en ehemmiyetli bir mesele yapıp hattâ harika bir tarzda altmış milyon liranın o üniversiteye sarfı için bir kanun çıkarmak derecesinde fevkalâde bir hizmetle medresenin medâr-ı iftiharı ve kendisine büyük bir şeref verdiren bu medrese-i İslâmiyeye, eski hocalık hissiyatıyla başlaması, bütün şark hocalarını minnettar etmiş. Ve şimdi orta şarkta sulh-u umumînin temel taşı ve birinci kalesi olan bu üniversiteyi yine mesâil-i azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara alması, elbette bu vatan, bu devlete, bu millete bu azîm, faydalı hizmeti netice verecek. Ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünkü hariçteki kuvvet tahribatı mânevîdir, imansızlıkladır. O mânevî tahribata karşı atom bombası, ancak mânevî cihetinde mâneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.
Mâdem elli beş sene bu meseleye bütün hayatını sarf etmiş ve bütün dekaikiyle ve neticeleriyle tetkik etmiş bir adamın bu meselede reyini almak ve fikrini sormak lâzım gelirken, Amerika’da, Avrupa’da bu meseleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim de bu meselede söz söylemeye hakkım var. Hamiyetkâr olan bütün bir millet namına sizden bekliyoruz.
Said Nursî
Emirdağ Lahikası, Sayfa 403 :

HAŞİYE
Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: "Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır." Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: "Ben şimdi Râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim." Ben de "Eyvah!" dedim. "Sen ne kadar bozulmuşsun." Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına âzamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyihamı 163 meb’us imza ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidayı elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.

Emirdağ Lahikası, Sayfa 245: Sekizincisi : Yirmi sene sıkıntılı ve sebepsiz bir nefiyden sonra tam serbestiyet verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek gurbeti, kimsesizliği tercih ederek, ta ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin ve çok sevaplı olan camideki cemaatin hayrını bırakıp, odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden, yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir halet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle, yüz binler Türk, kıymettar zatların tasdikiyle, bir dindar müttaki Türkü, lakayt çok Kürtlere tercih eden, hatta mahkemede Hafız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan Türk kardeşlerini yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camie gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle ve asarıyla İslamiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve şedid düşmanına karşı menfi hareket etmeyen ve hatta onunla meşgul olmayan, bedduayı dahi etmeyen ve Türk milleti Kur’ân ın bayraktarı ve sena-yı Kur’âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven ve hayatını onların içinde geçiren bir adam hakkında, resmi lisanıyla ihanet için bir propaganda yapmak, dostlarını ürkütmek için "O Kürttür, siz Türksünüz; o Şafiidir, siz Hanefisiniz" deyip halkları ürkütüp, ondan çekinmeyi ve yirmi iki senede ve iki mahkemede tarz-ı kıyafet değiştirmeye mecbur edilmeyen ve şapkanın yarı askerin başından kalkmasıyla beraber münzevi bir adama zorla şapka giydirmeye cebretmesi, hangi kanun buna müsaade eder?

Barla Lahikası, Sayfa 149: Aziz, sıddık, fedakâr ve vefâdâr kardeşim Kürt Bekir Bey,
Maatteessüf, bilmecburiye nâhoş ve mâlâyâni sayılacak bir bahis söyleyeceğim. Fakat bu bahsim, hakikî hamiyetperver Türkçülere karşı değil, belki frengîlik hesabına sahtekâr bir surette Türkçülüğü kendine perde eden mütecavizlere karşı söylüyorum. Şöyle ki:
Mülhid münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri bir silâhı şudur ki, diyorlar: "Said Kürttür; bir Kürdün arkasında bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz." Ben bu münafıkların vicdansızca desiselerine karşı değil, belki safdillerin temiz kalbleri bunların sözleriyle bulunmamak için diyorum ki:
Evet, ben başka memlekette dünyaya gelmişim. Fakat Cenab-ı Hak beni bu memleketin evlâdına hizmetkâr etmiş ki, dokuz sene mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kısmının saadetine kendi dilleriyle hizmet ettiğim, bu havalideki insanlara malûmdur.
Hem ben bu memlekette Hulûsi, Sabri, Hafız Ali, Hüsrev, Refet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman Türk gençlerini adeta yirmi-otuz bin millettaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adam yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmetle göstermişim.

Evet, ben bin gafil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi’ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Refet’e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev’i bin âmi Kürtle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvâlime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, frengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfuruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi binler Türk şahittirler. İşte bana Kürt diyen ve itham eden, zahir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler.

Tarihçe-i Hayat, Sayfa 202: Ey efendiler!
Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan, bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakîki ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
Hem, heyet-i hakimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı, husûsan İktisat, İhtiyarlar, Hastalar Risaleleri’ni işhad ediyorum ki; Türk milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musîbetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakîler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitaplar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler.
Heyet-i hakimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkanını iğfal eden ve milliyetperverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim:
Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türkün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyetperverlik midir?

Münazarat, Sayfa 126: Elhasıl : Vilâyât-ı şarkiye ve ulemasının istikbalini temin etmek istiyoruz. İttihad ve Terakki mânâsındaki hissemizi isteriz. Üzerinizde hafif, yanımızda çok azîm birşey isteriz.
Sual: Maksadını müphem bırakma, ne istersin?
Cevap: Câmiü’l-Ezher’in kızkardeşi olan, Medresetü’z-Zehrâ namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz. Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.
Sual: Nasıl? Ne gibi? Niçin?
Cevap: Ona bazı şerait ve varidat ve semerat vardır.
Sual: Şeraiti nedir?
Cevap: Sekizdir.
Birincisi: Medrese nâm melûf ve menus ve cazibedar ve şevk-engiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikati tazammun ettiğinden, rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye.
Münazarat, Sayfa 127: İkincisi: Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak.
Sual: Şu mezcde ne hikmet var ki, o kadar taraftarsın, daima söylüyorsun?
Cevap: Dört kıyas-ı fâsit Haşiye38 ile hâsıl olan safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halâs etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylâneye ettiği mugalâtayı izâle etmek...
Münazarat, Sayfa 128: Üçüncü şart: Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mutemedi olan Ekrad ulemasının veya istinâs etmek için lisan-ı mahallîye âşina olanları müderris olarak intihap etmektir.
Dördüncüsü: Ekradın istidatları ile istişare etmek, onların sabavet ve besatetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur.
Beşinci şart: Taksimü’l-a’mâl kaidesini bitamamihâ tatbik etmek-tâ şubeler birbirine medhal ve mahreç olmakla beraber, herbir şubeden mütehassıs çıkabilsin.
Altıncı şart: Bir mahreç bulmak ve müdavimlerin tefeyyüzünü temin etmek; hem de mekâtib-i âliye-yi resmiyeye müsavi tutmak ve imtihanları, onların imtihanları gibi müntiç kılmak, akîm bırakmamaktır.
Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 138: Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk-Kürd birdir, kardeştir.

Osmanlıca Emirdağ Lahikası I, Abdülkadir Badıllı.
Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz.
Tarihçe-i Hayat, s. 135.

Ve Üstadın son sözü biz Türk Milliyetçilerine….
Mektubat, Sayfa 311- 312: İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz. Tâ “"Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler." Mâide Sûresi, 5:54.” âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

Câ-yı Dikkat Bir Hâl: Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.
Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php ... ge&pid=795


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Said Nursi’nin Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?
MesajGönderilme zamanı: 12.11.11, 23:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 06.01.10, 09:39
Mesajlar: 92
Akıl Tutulması

Fahri ATASOY


Anlamak, düşünmek ve problem çözmek akılla olur. Akıl insandaki zeka, hafıza, idrak gibi meziyetlere dayalıdır ve kültürel birikimle olgunlaşır. İnsan bu aklıselim ile düşünür, anlar, karar verir, muhakemede bulunur, problem çözer. İnsan akıl ve gönül birlikteliği ile iman eder. Akıl insandaki en üst meziyettir. İnsan bu aklı geliştirebilir veya geliştiremez, kullanabilir veya kullanamaz. Medeniyet yaratan toplumlarda bu yetenek üst düzeye çıkmıştır. Bunun için her alanda başarılar görülür. Bu başarılar birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir taraftan görkemli mimari eserler verilirken, bir taraftan büyük düşünürler ve siyaset adamları çıkar. Buna kendi milletimizin tarihinden örnek verecek olursak hem Selçuklu’nun, hem Osmanlı’nın somut başarıları hepimizin zihnindedir.

Batı dünyasında ise akıl ile ilgili mücadele uzun sürmüş ve sonunda dünya egemenliğine giden bir başarıya gitmiştir. Burada akıl ahlakla desteklenmediği için vahşi bir sömürgeciliğe ve kapitalizme yol açmıştır. Sonuçta dünyanın geri kalan kısmını iliklerine kadar sömürmek için strateji geliştiren bir emperyalizm doğmuştur. Emperyalizmin hedefinde kendisine ayak bağı olabilecek her türlü güç merkezi vardır. Hatta kendi içinden çıkan güçler bile tehdit olarak algılanmış ve Batı içi büyük savaşlar çıkmıştır. İki cihan savaşı buna örnektir. Bu arada asırlarca Batının karşısında insani bir medeniyetin temsilcisi olan Türklere karşı sürekli bir teyakkuz hali Haçlı seferlerinden beri devam etmektedir. Bir dönem kapitalist sisteme en büyük tehdit olarak algıladıkları Komünist SSCB karşısında bir güvenlik kuşağı olarak yanlarına almaları haricinde bu teyakkuzdan vazgeçmediler. AB üyelik süreci de bu minval üzere devam etmektedir. Küresel güç mücadelesi kapsamında da durum aynıdır. Dolayısıyla Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı verilen mücadele hala devam etmektedir. Bu tarihi bir olgudur ve Türk milletinin bunun şuurunda olmak mecburiyeti vardır. Akıl bunu gerektirir.

Batı karşısında uzun süredir geri kalmışlık sendromu yaşayan Türk milleti bunun üstesinden gelmek için iki yüz yıldır mücadele etmektedir. Batılılaşma veya modernleşme süreci olarak adlandırdığımız bu süreçte akıl ve bilimi daha fazla kullanmak için çaba sarf edildi. Cumhuriyet döneminde bu çaba biraz daha fazla Avrupalılaşmak gibi kullanıldı. Emperyalist Batının Türkler üzerindeki emelleri içeriden desteklenmeye başlandı. Türk kimliği ve varlığı tehlikeye düşmeye başlayınca milliyetçilik hareketi fikri ve siyasi alanda kendisini gösterdi. Türk milliyetçiliği Türk tarihinin yakın dönemi şartları içinde gelişti ve bir fikir hareketi haline geldi. Bu konuda büyük düşünürler ve önemi fikir eserleri ortaya çıktı. Akıl bu süreçte en üst düzeyde kullanıldı. Bir fikir hareketi zaten üst düzey bir akılla geliştirilebilirdi. Gökalp, Akçura, Tanrıöven, Fındıkoğlu, Turhan, Göngör, Arvasi, Erdem, Kösoğlu gibi onlarca fikir adamı bu konuda zihin yordu. Zihin yormaya devam edenler bu zengin fikir mirası üzerinden düşünce geliştirmek için çaba sarf ediyorlar. Bu ancak saygı duyulması gereken bir durumdur. Erdemli bir davranıştır. Gönül ister ki daha fazla insan Türk milletinin istikbalini kurtarmak ve dünyada tekrar büyük bir güç olması için zihni çaba içinde olsun. Medeniyet kurmak akıl ürünü olan entelektüel çabayla mümkün olur.

Türkiye son yıllarda akıl yerine duygusal tepkilerle meşgul ediliyor. Bu durum fikir çalışmalarını aksattığı gibi sağlıklı çözüm yolları geliştirmeyi engelliyor. Fikir inşa edilemediğinde dünya çapında eserler vermek de mümkün olmuyor. Hâlbuki Türk milleti insanlığın şerefli üyelerinden birisi olarak yeni yüzyılda milletler mücadelesinde varlığını ancak büyük projeler, eserler ve başarılarla gösterebilir. Aksi taktirde akıl tutulmasına uğramış bir ruh haliyle, enerjisini soğuran bir iç çatışmayla kendisini tüketir. Son zamanlarda önümüze sürülen oyunlarda bu kokular fazlasıyla hissediliyor. Türk milletinin aklıyla, hafızasıyla, basiretiyle adeta alay ediliyor. Önüne kendisini tüketecek problemler konuyor. Akıl ve idrakten nasibini almamış bir kısım zevat da bu oyuna balıklama atlayarak oyunun bir parçası haline geliyor. Cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenirmiş misali olmaması gereken tartışmalar yaşanıyor. Hatta aynı cephede büyük ve kutsal bir mücadelenin tarafı olması gereken insanlar bu oyunun sonucunda birbirine saldırmaya başlıyorlar. Bu durumu ancak akıl tutulması olarak adlandırabiliriz.

Akıl tutulması kavramını biraz açacak olursak, yukarıda işaret ettiğimiz akıl kullanmanın dışına çıkılması olarak düşünebiliriz. İnsan biyolojik yapıya sahip bir canlıdır ve bu özeliği ile hayvanlara benzer. Hayvanlarda hafıza, zeka ve beceri gibi davranışlar olmasına rağmen akıl özelliği yoktur. Hayvan davranışları üzerine deneyler yapan psikologlar daha çok dürtü ismi verilen fizyolojik motivasyonları kullanırlar. Pavlov’un şartlı refleks deneyi buna örnektir. Psikologlar bunu insan davranışlarını açıklamakta da kullanmaktadırlar. Yani insanların bazı davranışları akıl seviyesine çıkmadan sadece biyolojik yapısına bağlı şartlı refleks düzeyindedir. Neye karşı şartlanma olduysa bunun gereğini düşünmeden ve anlamadan yerine getirirler. Zihinde meydana gelen şartlanma bir önyargı halindedir ve karşılarına çıktığında üzerinde düşünerek karar veremezler. Aklı devreye sokamazlar. Bu durum büyük bir engeldir ve aşmak oldukça zordur. Büyük bir mücadele gerektirir. İnsanların önyargılarını kırmak atomu parçalamaktan zordur ifadesi burayla ilgilidir.

Bu yazıya ilham veren konu Türk Ocağı web sayfasında yayınlanan Hilmi Demir’in “Said Nursi’nin Davayı İman Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?” başlıklı yazısına gösterilen tepkiler oldu. Yazıyı bu tepkilerden önce de sonra da alıcı gözüyle okumama rağmen neden hayati bir tepki gösterildiğini anlamakta zorluk çektim. Türkçülüğün bir fikir akımı olarak sistemleştiği dönem dahil olmak üzere birinci derdinin “milletimizin varlığını korumak ve yeniden güçlü hale gelmesini sağlamak” olduğunda hepimiz sanırım mutabakat sağlarız. Hiçbir Türkçü temel davasını “Yunanlılarla savaşmak” veya “Kürtlerle mücadele etmek” üzerine kurmamıştır. Entelektüel anlamda kendisini yetiştirmiş hiçbir Türk milliyetçisi, Haçlı seferlerinden beri mücadele etmekte olduğumuz emperyalist Batılı güçlerin oyununu görmezden gelemez. Türk milletinin bugünkü mücadelesi tarihi ve güncel olguların farkına varılarak sürdürülebilir. Bunun için ortak akıl ile fikir üretmek gerekir. Bu fikir mücadelesinde meselenin her yönü değerlendirilir. Hilmi Demir’in yazısında dile getirdiği konu, aleyhimize kullanılmak istenen bir malzemenin bertaraf edilmesine yönelik bir manevra olmasına rağmen tam tersi istikamete çekilmesi ancak akıl tutulması ile açıklanabilir.

Türkiye 21. Yüzyılın eşiğinde yükselme eğilimine girmiştir. Sovyetlerin yıkılmasıyla esaret altındaki Türk toplulukları bağımsızlık kazanmış ve önümüze büyük bir Türk Dünyası gücü ortaya çıkmıştır. Bu imkânlar düşmanlarımızı ürkütmektedir ve üzerimize oynanan oyunları çirkefleştirmiştir. Bu çirkefliğin başında PKK terörü gelmektedir. Uluslararası güçler PKK eliyle Türklerin önüne Kürtleri çıkartmak istemektedir. Tıpkı Birinci Dünya Savaşında karşımıza Anzakları, Yunanlıları, Ermenileri çıkarttıkları gibi. Kürtler o dönemde bu oyuna gelmemişler ve bizim verdiğimiz Mili Mücadelede yanımızda yer almışlardır. Bugün bir kısmı yoğun propagandalar altında PKK’ya alet olsa da hala büyük çoğunluğu “bin yıllık kardeşliğin bozulmaması” için Devletin ve Bayrağın yanında yer almaktadırlar. Geçen hafta haber ajanslarına düşen “Hakkari'nin Çukurca ilçesi kırsalında yapılan operasyonlarda öldürülen 24 PKK'lıdan Muşlu Sezer Arslan'ın ailesi, taziyeleri Türk bayrağı altında kabul etti” bunu göstermektedir. PKK bundan memnun değildir. PKK aynı zamanda Türk Devletinin yanında yüzerce şehit vererek mücadeleye katılan koruculardan ve aşiretlerden de memnun değildir. Aynı şekilde dini gerekçelerle Türk milletinin ve devletinin yanında olmayı bir vecibe olarak görenlerden de memnun olması beklenemez. Bunun tam tersi uygulamalar ise etnik fitnenin hizmetine girmek demektir. PKK’yı memnun etmektir. Bunu anlamakta zorluk çeken Türk milliyetçileri varsa kendi durumlarını sigaya çekmek mecburiyetinde olduklarını unutmasınlar.

Türk milletinin mili davasında yanında olan herkes bizim için değerlidir. İmparatorluğumuzun dağılmaya başladığı dönemden beri büyük imtihanlar yaşadık. Bu imtihanlarda sınıfta kalanlar oldu, geçenler oldu. Anadolu topraklarında kader birliği ederek yaralarımızı birlikte sardığımız çok sayıda etnik grup Türk milletinin büyük çatısı altında yer aldı. Balkanlardan, Kafkaslardan gelen çok sayıda insan bu harmanda kaynaştı ve Milet şuuruna ulaştı. Bu anlamda Millet tarih içinde oluşumu devam eden bir sosyal vakıa olarak dinamik bir varlıktır. Geleceğe yönelik ortak ülkülerle milletler ailesinde hak ettiği yeri alabilir. Önündeki engelleri ortak akıl ve üstün basiretle çözebilirse bunu başarır. Yangına körükle gittiği taktirde milletinin istikbalini tehlikeye sokar. Buna maalesef mili şuurdan yoksun kozmopolit aydınlar yanında tepkisel milliyetçilik yapanlar büyük hizmet etmektedir.

Yayınlanma: 2011-11-07 (307 okuma)

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php ... ge&pid=797


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Said Nursi’nin Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?
MesajGönderilme zamanı: 13.11.11, 00:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 06.01.10, 09:39
Mesajlar: 92
Fethullah Gülen'den skandal Risale çarpıtmaları

Kıırdians: Friday, June 27, 2008
http://kıırdians.blogspot.com/2008/06/ariv-fethullah-glen-skandal-risale.html

HABER MERKEZİ (12.09.2007) Saidi Nursi öğretisi ile dünya çapında güç ve otorite kazanan Fetullah Gülen’in, cemaatin temel kaynağı olan Risale-i Nur metinlerinde çarpıtma ve değişiklikler yaptığı ortaya çıktı. Said-i Nursi El Kurdi’nin ölümünden sonra cemaat içinde patlak veren tartışma ve görüş ayrılıklarının geri planındaki temel metinlerde tahrifatlar belgelendi. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Cumhuriyet Savcılığının Risale-i Nur yapıtlarındaki tahrifat iddialarına ilişkin bilirkişi raporlarına yansıyan çarpıtmalara yenileri eklendi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kayıhan İçel, Prof. Dr. Erol Cihan ve Doç.Dr. Köksal Bayraktar gibi isimlerin raporlarında, Sözler, Lemalar, Mektubat, Tarihçe, Mesnev-İ Nuriye, İşarat-Ül İ’caz başta olmak üzere temel Risale-i Nur eserlerinde çok sayıda tahrifat saptanmıştı. Ancak yeni ortaya çıkan tahrifatlar ise özellikle Risale-i Nur’larda “Atatürk”, “Kürt”, “Rejim” ile ilgili çoğu kelimelerin değiştirildiğini su yüzüne çıkardı.

Sözkonusu metinlerde Fetullah Gülen cemaatinin yaptığı çarpıtmalar Said-i Nursi El Kurdi’nin kendini Kürt ve Kürdistanlı olarak tanımladığı parçalar tamamen çıkartılmış. Nursi’nin Kürtlere ilişkin metinlerinde yer alan sosyal ve politik ifadeler ise çarpıtılarak Kürt ve Kürdistan kavramları başka kavramlarla yer değiştirilmiş.Bu konudaki skandal tahrifatlar, Risale-i Nurların Osmanlıcadan tekrar Türkçe’ye çevrilmesine karar veren Kürt yayıncılar tarafından açığa çıkartıldı. Bu çevirilerde, Fetullahçıların özellikle Kürt kelimelerini, “vatandaş” ya da “Azeri” kavramlarıyla ikame ettikleri belirlendi. Örneğin Said-i Nursi El Kurdi’nin kitabında yer alan “Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler” ifadesi, “Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim!” şeklinde tahrif edildi. Bununla da sınırlı olmayan tahrifatlar, özellikle rejimin ve sağ siyasi partilerin terminolojisine uygun olarak tashih edildi. Söz konusu çarpıtmanın olduğu kitabın ilgili bölümünde şu farklar yer alıyor:

KİTABIN ASLINDAKİ İFADE: “Ebna-yı cincime (Aynı ırktan olanlar) de burada birkaç söz söylemezsem bence bahis natamam kalır.”
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Vatandaşlarıma ve kardeşlerime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis nâtamam kalır”

KİTABIN ASLINDAKİ İFADE:
“Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.”
TAHRİF EDİLMİŞ HALİ:
“Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beşyüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir.”
KİTABIN ASLINDAKİ İFADE:
“Hikmet-i İlahi” denilen makine-i alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum aleme mümted ve müteşaib kanun-u nurani-i ilahinin müessisi olan “hikmet-i İlahi” ufk-u ezelden enguşt-u kaderi kaldırmış size emrediyor ki. Tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi “fikri milliyet” ile tevhid ve meczederek zerratın cazibe-i cüz’iyeleri gibi bir “cazibe-i umumi-i milli” teşkili ile Kürt gibi bir kitle-i azimeyi küre gibi tedvir ederek, şems-i şevket-i İslamiye ve osmaniyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba ile muvazene ve ahenk-i umumiyeyi muhafaza ediniz.
Hem “Milliyet” denilen mazi derelerinde ve hal sahralarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan Rüstem-i zal ve Selahaddin –i Eyyubi gibi Kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda
oturan bir aile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren ve hissiyat-ı ulviyenin enmuzeci olan “fikr-i milliyetiniz” size emr-i kat-i ile emrediyor ki. Ta her biriniz umum bir milletin makes-i hayatı ve hami-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz.
Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve “Hamiyet-i Milliyenin” galeyanıyla ahlak da tekemmül
ve teali eder.

TAHRİF EDİLMİŞ HALİ: “Hikmet denilen makine-i âlemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme uzanan ve dalbudak salan kanun-u nûrânî-yi İlâhiyenin müessisi olan hikmet-i İlâhiye, ufk-u ezelden kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile müteferrik su gibi, katre katre zâyi olan hamiyyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle yani: İslâmiyet milliyeti ile tevhid ve mezc ederek zerratın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile bu kütle-i azîmi, küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba' ile müvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza ediniz. Hem de İslâmiyet milliyeti denilen mazi derelerinde ve hal sahrâlarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan ve Salâhaddin-i Eyyubî ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zâl gibi ecdadlarınızdan emsalleri gibi dâhî kahramanlar ile bir çadırda oturan bir âile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve hayat-ı ulviyenin enmuzeci olan İslâmiyet milliyeti size emr-i kat'î ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum İslâmın ma'kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâmın ferdî bir misâl-i müşahhası olunuz. Zira maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.”

Bu kısımda Said-i Kurdi’nin “Kürt ve Fikr-i Milliyet” ifadeleri, tamamen “Vatandaş ve İslam milliyeti” tabirleri ile değiştirildi.
Kitabın bu kısmında Kürt dili ile ilgili bölüm ise tamamen çıkarıldı. Burada tahrifat yapılması mümkün olmadığı için komple çıkartılması tercih edilmiş.

DİVAN-I HARBİ ÖRFİ’DEKİ TÜRKLEŞTİRMELER
Said-i Kurdi’nin Şeyh Said ve Dersim katliamı ile ilgi yazıları ise söz ve yorum farklarıyla değiştirilerek başka anlamlar yüklenmiş. Said-i Kurdi’nin kendisini Kürt ve Kürdistanlı olarak tanımladığı bölümler de ise tamamen “Bedevi” ve “şarklı”, “vilayet-i şarkıye” gibi terimler ile değiştirilmiş.

Bunun yanı sıra Osmanlı Arşiv belgelerinde tıpkı basım diye basılan kitaplarda da Tıpkı basım değiştiriliyor ve Kubbe Altı Yayınları tarafından Osmanlı tarihi olarak basılan kitapta da özellikle İdrisi Bitlisi ile ilgili kısımlar çıkartıldı.

KİTAPTAKİ ORİJİNAL İFADELER: “Aryailer İran da üç büyük kavme bölünüyorlar. Bir kısmı doğuda Horasan’da yerleşmeyi seçerek “Partileri” oluşturdular. Diğer bir kısmı kuzey batıda “AZERBEYCAN’DAN KÜRDİSTANA kadar yerleşmeye karar verip meşhur “Medler”i oluşturdular. Üçüncü kısımda Fars eyaleti etrafında merkez ve güneyde kaldılar. Bunlarda “parsiler”(farslar) olarak isimlendirildiler.”

TAHRİF EDİLMİŞ HALİ:
“Aryailer İran’da üç büyük kavme bölünüyorlar. Bir kısmı doğuda Horasan’da yerleşmeyi seçerek “partileri” oluşturdular. Diğer bir kısmı kuzey batıda yerleşmeye karar verip meşhur “madlar” ı oluşturdular. Üçüncü kısımda Fars eyaleti etrafında merkez ve güneyde kaldılar. Bunlar da “parsiler” olarak isimlendirildiler.”

ALİ ŞERİATİ ,
“Medeniyet ve Modernizm adlı orijinal eserinde şu ifadeleri kullanıyor:
“Yunan medeniyetini de hicret eden KÜRTLER’in kurduğu bir medeniyettir. Kürtlerin Yunana gitmeleri ile başlamıştır. Hepsinden önemlisi ve açıkcası “Çağdaş Amerikan Medeniyetidir. Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ve Fırat arasındaki yörede beynen nehrey. Batı söz etmiyor. Çünkü bundan söz ederse geliştirdiği bütün nazariye bir anda boşa çıkacaktır. Oysa bütüncü bir gelişme seyri vardır. Daha önce dediğimiz gibi, “Yunan medeniyetinin kaynağı KÜRTLERE dayanır.
Kürtler iki nehir arasında yaşamaktadır. Mezopotamya, dünyanın kültür, medeniyet ve felsefenin merkezidir. Riyazi bilimlerin ilk gelişme gösterdiği yer bu iki nehir arası bölgedir.”

KÜRT İNKARI, ALİ ŞERİATİ ÇEVİRİLERİNE DE YANSIDI
Ancak Fethullah Gülen’nin Kürtlerin inkarı için yaptığı tahrifatların Said-i Nursi’nin eserleri ile sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Gülen’in, Ali Şeriati’nin kitaplarına dayandırarak yazdığı metinlerde de Kürt yerine başka kavramlar yerleştirildiği ve Türklere ilişkin tenkit ifadelerinin metinlerden atıldığı saptandı.
Fethullah Gülen, bu çarpıtmaları “Prizma 2” adlı yapıtında gerçekleştiriyor. Burada Gülen, “Bir kısım sosyologlara göre Yunan medeniyetinin arkasında da yine Mezopotamya medeniyetinin banileri sayılan “Türkler ve Kürtler vardır.” Bu açıdan bu mevzuda kesin bir kısım deliller ortaya koymamız çok zor olmasına ragmen, “ Türk Milleti” buralardaki temel unsurlardan birisi sayılabilinir” diyor. Burada sosyolog derken kastettiği Ali Şeriati’dir.

RİSALE-İ NUR HAKKINDAKİ MAHKEME KARARLARI
Risale-i Nur Külliyatına ait kitaplar ve okuyucuları, uzun yıllar amansız takip ve tarassutlara maruz kaldı. Türk Ceza Yasası’nın yürürlükte olduğu 1991 yılına kadar olan uzun devrede bu eserler ve okuyucuları hakkında iki bin adedi aşkın davalar açılmıştır.
İçişleri Bakanlığı tarafından Emniyet Müdürlükleri’ne gönderilen 8.5.1985 tarih 91193–179-1 sayılı Risale-i Nur külliyatına ait kitaplar hakkında verilmiş mahkeme kararlarını da belirten ve bu kitapların bulundurulması ve okunmasının suç teşkil etmediğini açıkça ifade eden tamimi son derece dikkat çekicidir. Daha sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından Risale-i Nur eserlerinin yasak kitaplardan olmadığı, bu eserleri toplu okumanın suç teşkil etmediği hakkında verilen 23.9.1999 tarih ve 1999–1960 hazırlık 1999-385 karar nolu takipsizlik kararı mevcuttur. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 1984–173 no’lu takipsizlik kararı şu şekilde veriliyor; “Bu kitapların telif hakkını elinde bulunduran ve İstanbul Cağaloğlu Babıali Cad. No: 29-2’de faaliyet gösteren Sözler Yayınevi tarafından eskiden suç teşkil eden kısımları çıkarmak ve bazı değişiklikler yapmak suretiyle Mart 1984 tarihinde yayınladığı 35 Adet kitaptan ibaret Risale-i Nur Külliyatı’nın gazetelerde reklam yapılması üzerine Genel Kurmay Başkanlığı’nın 21.3.1984 tarih ve 3598-1384 snr (148) sayılı yazılarına Atfen Adalet Bakanlığı 26.3.1984 gün ve Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 1-133-47-1984-19507 sayılı yazıları muvacehesinde bu kitapların her biri hakkında eski tarihlerde ayrı- ayrı verilen takipsizlik ve beraat kararları ile bunların dayandığı bilirkişi raporları da gözünde tutularak….kanun yönünden yeniden incelenme yapılması cihetine gidilmiş ve bunun için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Kayıhan İçel, Prof. Dr. Erol Cihan ve Doç.Dr. Köksal Bayraktar bilirkişi olarak görevlendirilmiştir. Mahkeme bilirkişisi “Risale-i Nurlar değiştirilmiştir” Sözler, Lemalar, Mektubat, Tarihçe, Mesne-i Nuriye, İşarat-Üli’Caz, Asa-Yı Musa, Muhakemat, İman ve Küfür Muvazeneleri, Ayet-ül Kübra, Beyanat ve Tenvirler, Divan-ı Harbi Örfi, El Hüccetüz Zehra, Gençlik Rehberi, Hakikat Nurları, Hanımlar Rehberi, Hastalar Risalesi, Haşir Risalesi, Hizmet Rehberi, İhlas Rsaleleri, İman Hakikatleri, Küçük Sözler, Meyve Risalesi, Miftahül İman, Münazarat, Nur Aleminin Bir Anahtarı, Nurun İlk Kapısı, Otuzüç Pencere, Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri, Sünnet-i Seniye Risalesi, Sünuhat, Tabiat Risalesi, Uhuvvet Risalesi, Yirmüçüncü söz, Zühretünnur Kısaca özetleri ve nitelikleri nakledilen kitaplar hakkında bilirkişi raporlarına göre suç teşkil etmemektedirler. Örneğin Sözler için “ Kitabın eski baskılarının genellikle 8 bin sahife civarında olduğu hatırlanırsa, eskiden suç unsuru ihtiva eden bazı sahifelerin 1961 yılından sonraki baskılarda kitaplardan çıkarılmış olduğu pek muhtemel olarak ortaya çıkmaktadır. Ve bu kitap baskısı ayrı bir fiil olduğu için mahkeme kararının konumuz yönünden geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır” deniyor.

İLK SANSÜR SAİD-İ NURSİ’NİN ÖLÜMÜNDEN HEMEN SONRA
Ancak Fetullah Gülen’in Risale-i Nur ve diğer yapıtlarda açığa çıkan tahrifatları, Said-i Nursi’nin ölümünden sonra Nur cemaati içerisindeki iktidar kavgaları çerçevesinde uzun bir tarihsel geçmişe sahip. Bu tarihsel geri plan, cemaat içerisinde farklı siyasi konjontürlerde farklı liderler çevresinde yaşansa da, sonunda Fethullah Gülen’in stratejik başarısıyla Gülen Cemaatinin lehine dönüyor. Bu başarı, hem temel Risale-i Nur metinlerindeki tahrifatlar, hem Gülen’in devlet ilişkilerindeki iktidara oynayan üslubu hem de askeri cuntanın Gülen üzerindeki baskısı ile sağlanıyor. Yapılan araştırmalar, Said-i Nursi’nin ölümü ile birlikte yaşanan kavganın özellikle dershane, gazete ve siyasi partiler arasında gerçekleştiğini su yüzüne çıkartıyor. Buna göre ilk sansür, bizzat Risale-i Nur’un ilk öğrencileri tarafından Said-i Nursi El Kürdinin vefatından sonra yapılmıştı.

“URFA’YA ÖLMEYE GELDİM”
Said-i Nursi El Kürdi 23 Mart 1960 yılında Urfa’da vefat eder. Vefatını duyan sevenleri yurdun dört bir yanından şehre akın ettiler. Zübeyir Gündüzalp, Bayram yüksel, Mustafa Sungur, Tahiri Mutlu, Hüsrev Altınbaşak, Ceylan Çalışkan gibi Nurcuların “Ağabeyler” kesimi, bir yandan cenazeyle, diğer yandan ise şehre gelen Nurcularla ilgilenmekteydiler. Cenazenin nereye gömüleceğiyle ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülüyordu. Bir kısım Nurcular, Üstadın Isparta ve Barla’da çok sürgün kaldığı için buralara defin edilmesini istiyorlardı. Hatta bu yönde başbakan Menderes’e kararlarını ileten Demokrat Partili vekillere Menderes, “Kararı Nurcular versin” diyordu. Ama Nurcuların “Ağabeyler” kanadı Hüsrev Altınbaşak dışında “Evliyaullah öldüğü yere defnedilir” diyerek Urfa’ya gömülmesinden yana tavır aldılar. Zaten Said-i Nursi “Ben Urfa’ya ölmeye geldim” diyerek gömüleceği yeri göstermişti. Yapılan iştişarelerden sonra Urfa’da balıklı Göl’ün yanındaki kabre defnedildi.

AĞABEYLER HAREKETİ KONTROL ALTINA ALIYOR
Said-i Nursi’nin ölümünden sonra Nurcular, cemaatin nasıl yönetileceği konusunu görüştüler. Geniş bir tabana oturan cemaatin dağılmaması için tedbir almak gerekiyordu. Cemaatin başına bir kişinin seçilmesi, en yakınındaki kişilerden bir istişare heyetinin kurulması, “Ağabeylerin” hareketi yönlendirmesi, siyasi bir teşkilat kurması gibi görüşler dile getiriliyordu. Bu tip fikirler ortaya çıkınca Zübeyir Gündüzalp, “Ağabeyleri”, yakınları ve iddia sahiplerini bir araya topladı. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur Cemaati’nin ileri gelenleri Zübeyir Gündüzalp’i hareketin başına getirdiler ve kendileri de onun altında bir iştişare heyeti oluşturdular. Bu dönemde sayıları 750 bini bulan Nurcular onca soruşturmaya rağmen büyük ölçüde bütünlük içinde hareket ettiler. Ölümden sonra toparlanan Nurcular, 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bazı sarsıntılar geçirdiler ve Yazıcılar’ın muhalefetiyle karşılaştılar.

İLK MUHALEFET “YAZICILAR”
Daha, Said-i Nursi yaşarken ayrı bir anlayışı tercih eden “Yazıcılar”, Hüsrev Altınbaşak önderliğinde daha farklı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Said-i Nursi’den sonra “Üstad” olduğunu iddia ediyordu. Eserleri Osmanlıca el yazısıyla yazarak çoğaltma yoluna gitmişlerdi. Altınbaşak, dışındaki “Ağabeyler” ise Latin harfleriyle Risale-i Nur’ları basıp çoğaltma yoluna gidiyorlardı. Bu uygulamayı ise Sadi-i Nursi daha hayattayken ondan izin alarak yapmışlardı. Altınbaşak, daha kıdemli olduğunu iddia ediyor ve diğerlerinin kendisine tabii olmasını istiyordu. Cemaatin yara almaması için “Ağabeyler” görüşmek istiyorlar, ama Altınbaşak, “Hainlerle görüşmem” diyordu. Çeşitli görüşmelerden sonra Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşebileceğini belirtti. 40 senedir dışarı çıkmayarak Kuran Tefsiri ve Cevşen’i yazan Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşmesinde “Ben onların hepsini reddettim” diyerek Kırkıncı Hocayı’da yüz geri etti. Yazıcılar, sayıları az da olsa Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyorlardı. Ege bölgesi onların kaleleri gibiydi. Ege bölgesindeki dershaneleri ziyarete giden Zübeyir Gündüzalp, Bekir Berk ve Mehmet Fırıncı ise çoğu yerde dershanelere alınmadılar.

KİRAZLI MESCİT CEMAATİ VE ÇIKARILAN GAZETE
Zübeyir Gündüzalp daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğine inanıyordu. İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsil etti. Cemaatle ilgili kararlar, açılacak dershaneler, Risale-i Nurların basım işi hep bu evde düzenlendi. Cemaat daha sonraları “Kirazlı Mescit Cemaati” olarak anılmaya başlandı. Bu dönemde basın yayın organlarında Nurculara karşı saldırıların yoğunlaşması ve devletin de bunlardan hareketle Nurcuları tekrardan sıkıştırması bir yayının zorunlu olduğu görüşünü kuvvetlendirdi. İlk görüşme Bugün ve Sabah Gazetelerinin sahibi Mehmet şevket Eygi ile yapıldı ama istenilen netice alınamadı. Daha sonraları ise Hilal Dergisi’ni çıkaran Salih Özcan’ın Zübeyir Gündüzalp’le görüşmesi neticesinde “İttihad” adlı gazete kuruldu. 34 Ekim 1967 yılında yayın hayatına başlayan İttihad’da Salih Özcan gazetenin imtiyaz sahibi, Mustafa Polat gazete müdürü, Mehmet Kutlular ise gazetenin sorumlu yetkilisi görevine getirildi. Tirajı kırkbinlere çıkan gazetenin yazar kadrosu; Hekimoğlu İsmail, Ahmet şahin, Altan Deliorman, Necmettin Şahiner, Tevfik Paksu, Ali Ulvi Kurucu, Abdürrahim Karakoç, Vehip Sinan, Gürbüz Azak gibi isimler vardı.

DEMİREL’İN İKTİDARI-ERBAKAN VE BAŞÖRTÜSÜ SORUNU
Adalet Partisi’nin 1965 seçimlerinde tek başına iktidara gelmesiyle rahatlayan Nurcuları, Necmettin Erbakan’ın polis zoruyla Odalar Birliği’nden uzaklaştırılmasıyla rahatsız oldular. O dönemde tıp fakültesinde başörtüsüyle okuyan Hatice Babacan’ın derslere alınmaması ise “AP Döneminde Müslümalara zulüm yapılıyor” söylemini Nurcular arasında geliştirdi ve yeni parti kurulması fikri dillendirilmeye başlandı. Tevfik Paksu ve Hüsamettin Akmumcu gibileri muhakkak yeni partinin kurulmasını ve başına Erbakan’ın geçirilmesini isterken “Ağabeylerden” Mehmet Fırıncı “Beddiüzzaman böyle bir hadiseye izin vermiyor” diyerek AP varken başka bir partinin kurulmasına olan karşıtlığını dile getirdiler. Nurcular, “Parti kurmak isteyenler”, “Karşı çıkanlar” ve “Tarafsız kalanlar” şeklinde bölünmüşlerdi. Erbakan’ın Adalet Partisi’ne müracaatı ve geri çevrilmesi parti kurma çalışmalarını hızlandırdı. Bu sıralarda Alparslan Türkeş’in bir hamlesi ise gözlerin ona dönmesine yol açtı

“BAŞBUŞ TÜRKEŞ RİSALE-İ NUR OKUYOR”
Nurcular Erbakan’dan endişelenirken, MHP ciddi bir faaliyetle karşısına çıktı. MHP, İslamcıların desteğini almak için onları partisine davet ediyor oy vermeyenleri ise mason uşaklığı ile suçluyordu. MHP’liler yazıcıların lideri Hüsrev Altınbaşak’la görüşüp onun desteğini almışlardı. Bunun dışında Türkeş’in Nur dershanelerindeki adamları ise “Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını” konuşuyorlardı. Bütün bu gelişmeler karşısında Kirazlı Mescit’te toplanan “Ağabeyler” Türkeş ve MHP’nin gerçek yüzünü ortaya çıkaracak bir broşürün hazırlanması talimatını verdiler. Bekir Berk’in araştırıp, Mustafa Polat’ın yazdığı “Tarihi vesikalar ışığı altında İslami Hareket ve Türkeş” adlı bir kitap ortaya çıktı. Bu aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Kitap, Zübeyir Gündüzalp’in talimatıyla Türkiye’nin dört bir yanındaki dershanelere gönderildi. Kimi yerde MHP ile uğraşmak cemaate zarar verir denilerek karşı çıkıldı. Karşı çıkanlar arasında Fethullah Gülen de vardı. MHP bu konuda sessiz kalmadı ve Sakin Öner önderliğindeki komandolar, İstanbul’da MHP aleyhtarı broşürün basıldığı matbaaya silahlı baskın düzenlediler ve broşürleri alıp götürdüler. Bununla da kalmadılar Nurcuların Adalet Partisi’nden büyük paralar aldığını ilan ettiler. Nurcuların özellikle Ankara kanadının Erbakan’ın yanında yer alması neticesinde ittihat gazetesinde eleştirildi ve AP yanlısı yayına ağırlık verildi.

NURCULAR FETHULLAH GÜLENE KIZIYOR
İttihat Gazetesi’nde yazılar yazan Şule Yüksel Şenler’in Bugün Gazetsi’ne transfer edilmesi ve Mehmet Şevket Eygi ve Necip Fazıl Kısakürek’in Nurcuların gazete politikasını eleştirmesi neticesinde Mustafa Polat’ın Eygi’ye sert bir cevap vermesi üzerine Fethullah Gülen Mustafa Polat’a telefon açarak “Sağa sola yapılan sataşmaları” eleştirdi. Gülen, böyle devam edildiği taktirde İttihat Gazetesi’ni okumayacaklarını beyan etti. Bu konuşma üzerine Gülen’i Erzurum’dan çocukluk yıllarından tanıyan Polat, Gülen’e çok sert bir cevap verdi. “Bu gazete benim değil Nurcuların gazetesidir. Nurcuların faaliyetlerini senin ağa baban olan İnönü bile durduramadı. Sen hiç bir şey yapamazsın” dedi. Bu konuşmadan sonra Nurcular, Fethullah Gülen’e kızarak, karşı bir tavır geliştirdiler. Nurculuğun dışında bir akım oluşturduğu söylendi ve hakkında çeşitli söylentiler yayıldı. Bu söylentiler bütün Nurcuları kapsayınca Fethullah Gülen etrafında kopmalar yaşandı ama o kendi görüşlerinden taviz vermedi.

TABANIN KAYMASI
“Hak geldi batıl zail oldu” ayetini slogan haline getiren Milli Nizam Partisi’nin kurulması ve bu partiye Nurcuların katılması ve Adalet Partisi’nden 41 kişinin ayrılması ve MHP’lilerin de Nurcu gençlere çengel atması “Nurcu Ağabeyleri” derinden düşündürüyordu. Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunu engelleyemeyen Nurcular, tabanlarının partiye kaymasını önlemek amacıyla günlük bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Bekir Berk’in Yeni Asya adını koyduğu gazete, Demirel’in Boğaz Köprüsü’nün temelini attığı 21 Şubat 1970 tarihinde yayın hayatına başladı. Zübeyir Gündüzalp’in liderliğindeki cemaat bu tarihten itibaren Yeni Asya Cemaati olarak anılmaya başlandı. Gazetede Nurculara MHP’ye kapılmamaları ve AP’den kopmamaları tavsiye ediliyordu.

12 MART MUHTIRASI VE ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İN ÖLÜMÜ
“Sağ-sol çatışması” ülkenin gündemine girmiş ve her gün sağ ve sol kesimden insanlar öldürülmeye başlanmıştı. Bu gelişmeler 12 Mart 1971 muhtırasını getirdi. Türkiye İşçi Partisi ve Milli Nizam Partisi kapatıldı. Bugün ve Sabah Gazeteleri kapatıldı. Yeni Asya Gazetesi ise uyarıldı. Bu dönemde Nurcular çok sıkıntı yaşadılar. Karakollara çekilip dövüldüler ama en acı olay 2 Nisan 1971 tarihinde hareketin lideri Zübeyir Gündüzalp’in vefatıydı. Fatih Camiini mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Fethullah Gülen’den, Osman Demirci’ye ve “Ağabeylere” kadar geniş bir katılım vardı. Zübeyir Gündüzalp’ten sonra kimin lider olacağı tartışmaları yaşandıysa da bu “Meşveretle” aşıldı. Bu toplantılarda Mehmet Kutlular ön plana geçti. Bütün ülke çapında dershane açma, kamp kurma çalışmaları ve yayın evi, kitap çıkarma işine ağırlık verildi. Fakat farklı anlayışlar, Zübeyir Gündüzalp’in ölümünden sonra daha da yaygınlaştı. Mehmet Şevket Eygi’nin gazetelerinin kapatılmasından sonra sağ kesim içerisinde Tercüman Gazetesi, dini çevreler içerisinde ise Yeni Asya Gazetesi, çevrelerini etkileyecek güçteydiler. Daha önce siyasi konulara açıkça girmeme tavrına sahip olan Yeni Asya Cemaati, bu dönemde tamamıyla CHP ve MSP karşıtı, AP yanlısı bir yayın organı haline geldi. Bu dönemde dört Nur gurubuna bağlı elli üç kişi tutuklandı.Bekir Berk açıkça Nurcu olduğunu mahkemede beyan etti. Fethullah Gülen ise Nurcu olduğunu söylemedi. Sonuçta Bekir Berk bir yıl ceza alırken içinde Gülen’inde olduğu diğer kişiler beraat etti.

AP YANLISI GAZETE ÇİZGİSİ YENİ KOPMA GETİRİYOR
Bazı ağabeyler yayın anlayışını eleştirerek, gazetenin okunmamasını tavsiye etmeye başladılar. Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Hüsnü Bayram ve onlarla birlikte hareket eden bazı yeni kuşaklar ve vakıflar gazeteyi almamaya başladılar. Bununla da yetinilmedi Risale-i Nur Külliyatı dışında diğer kitaplarda dershanelere sokulmadı. Hekimoğlu İsmail gazeteden ayrıldıktan sonra Türdav Yayınlarını kurdu ve Sur Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Minyelli Abdullah Romanı ile İslami kesim içerisinde hayli popüler olan Hekimoğlu’nun ayrılmasından sonra da gazete yayın politikasını değiştirmedi. Dini çevrenin en çok kitap üreten, ilk ciddi kitap yayını yapan ve Türkiye’nin her tarafında dağıtım ağı bulunan Yeni Asya, yayıncılıkta tekel oluşturmuştu. Kitap yayınında başarılı olunmasına karşın gazetenin AP bülteni gibi çalışması cemaatte yeni arayışlara ve sıkıntılara neden oluyordu. Cemaatin gazete ve yayınevinden başka “Köprü” Dergisi vardı. Fakat bu dergiye rağmen Adapazarı’nda bir grup Zafer Dergisi’ni yayınlamaya başladı. Kutlular başta olmak üzere “Ağabeyler” derginin kapatılmasını istedi, ama Adapazarı Grubu bunu kabul etmeyerek gruptan ayrıldı ve yeni bir grup kurdu.

FETHULLAH GÜLEN VE İTİRAZLARI
Fethullah Gülen, Yeni Asya’dan farklı olduğunu gazetenin kendisi için yaptığı habere itiraz ederek açıkça gösterdi. Edremit’teki bir kampa yapılan baskını Yeni Asya Gazetesi, “Bir nurcu kampa baskın” şeklinde verince Fethullah Gülen bu olaya karşı çıktı. Mehmet Kutlular ve Mehmet Kırkıncı, Fethullah Hocanın yanına gittiler. Fethullah Gülen kendisinin Nurcu diye nitelenmesinin uygun olmadığını belirtince, Mehmet Kutlular “Biz sizi Nurcu biliyoruz” diye sitem etti. Fethullah Gülen ise “Bilmeniz ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için Nurcu kimliğimi kullanmayacağım” dedi. Bu tartışmadan sonra ipler tamamen koptu. Fethulalh Gülen vaazlarına devam etti, yeni yurt binaları inşa etti ve 1978 yılında meşhur ağlayan çocuk resmiyle Sızıntı Dergisi yayın hayatına başladı. Özellikle Fethullah Gülen’in konuşmalarının kasetler yoluyla çoğaltılması, tanınmasına yol açtı. Yeni Asya’nın önde gelenleri Fethullah Gülen’i açıkça eleştirmeye başladılar ve yayınlarının dershanelere girişini yasakladılar. Bununla da yetinilmedi sohbetine giden cemaat üyeleri dışlandı. Başka cemaatlerden taraftar kazanan, maddi ve manevi durumu gittikçe güçlenen Fethullah Gülen, Yeni Asya Cemaati’nin siyasi çizgisinin hizmetin önüne geçtiğini belirtip cemaatini ayırdı. Bu ayrılmayla birlikte bazı dershanelerin de Gülen tarafına geçmesi cemaati derinden sarstı. Fethullah Gülen’in en büyük özelliği devletin yanında yer alması idi. Yeni Asya’da devletin yanında görünüyorsa da esas olarak Demirel’in yanındaydı.

Fethullah Gülen Şubat 1980 tarihinde yaptığı bir konuşmada anarşist ve teröristleri devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirtti. Fethullah Gülen Yeni Asya Gazetesi’ne yaptığı itirazların aynısını Milli Selamet Partisi’nin yayın organı Milli Gazete’ye de yapınca hiç beklemediği büyük bir tepkiyle karşılandı. Erbakancılar Gülen’in bu konuşmayı 24 Haziran 1980 tarihinde açık alanda dinletince insanlar Gülen’in de AP’li olduğunu düşünüp ayrılmalarına yol açtı.

12 EYLÜL, GÜLEN’İN ZİRVEYİ ZORLAMASI VE YENİ PARÇALANMA
12 Eylül askeri darbesinde Yeni Asyacılar askerin “bizi destekleyin” çağrısını reddedince iyice küçüldüler ve Gülen Hareketi güçlendi. Özal döneminde Yeni Asyacılar daha da küçülürken Fethullahçılar daha da büyüdü. Kenan Evren’in “hakiki din temiz dindir, irtica değildir” anlayışı cemaatleri büyük değişimlere yöneltti. Bunların başını bütün Nurcuların saygı duyduğu Mehmet Kırkıncı Hoca çekiyordu. Kırkıncı Hoca’nın 12 Eylül’ün generallerinden Tahsin Şahinkaya ile görüştüğü ve ona tavsiyelerde bulunduğu hatta Evren’e bu nasihatleri içeren mektup yazdığı haberleri Yeni Asya Cemaati’ni büyük bir şoka uğrattı. Anayasa oylamasına “evet” oyu verilmesi gerektiği Osman Demirci ve Mehmet Kırkıncı tarafından dile getiriyordu. Çünkü okullarda zorunlu din derslerinin konulması büyük başarı idi. Bunu ne Demirel ne de Erbakan yapabilmişti. Fethullah Gülen, Mustafa Sungur, Zafer Dergisi ve gruplarda bu şekilde düşünüyordu. Bu durum Yeni Asya Gazetesi’nin kapatılmasından sonra çıkarılan Yeni Nesil Gazetesi’nde sert şekilde eleştirildi. Kırkıncı Hoca Cengizhan’ın hocası ilan edildi ve bununla ilgili bir yazı dizisi yayınlandı.

Yeni Asya grubundan kopan ve başını Mehmet Kırkıncı Hoca’nın çektiği kimselere “Konseyciler” denilmeye başlandı. Konseyciler, Yeni Asya grubunun en nefret ettiği gruptu. Birbirlerini Demirelci-Konseyci olarak suçluyorlardı. Fethullah Gülen askerce aranmasına rağmen askere methiyeler diziyor ve “Asker tam zamanında yetişmeseydi, bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı” diyordu. Özal’ın darbeden üç sene sonra iktidara gelmesi ve cemaat kitaplarının Milli Eğitim Bakanlığı talim terbiye kurulunca okullara tavsiye edilmesi Yeni Asya dışında hepsine yaradı. Yeni Asyacılar Özal ve partisini darbenin yan ürünü olmakla suçlayıp Demirel’i savunmaktan taviz vermiyorlardı. Fethullah Gülen fırsatı iyi kullandı, önce Ankara’da yayın yapan Zaman Gazetesi satın alındı. Yazar kadrosu farklı isimlerle takviye edildi. Ama siyasi yasakların kalkması ve Refah Partisi’nin güçlenmesi karşısında Gülen onlara karşı soğuk tavrını devam ettirdi. Demirel’in sert muhalefeti ve sonrasında Özal’ın cumhurbaşkanı olması ve partinin başına Yıldırım Akbulut’tan sonra Mesut Yılmaz’ın geçmesi dengeleri tekrardan değiştirdi. Yılmaz “ANAP’ın cemaate ve tarikata ihtiyacı yok” diyordu. 26 Kasım 1989 günü İzmir Hisar Camii’nde ve otuz beş camide birden yayınlanan mesajında Gülen, başörtüsü eylemini eleştiriyor, bunun arkasında dinsizlerin ve komünistlerin olduğunu ileri sürerek devlete itaat istiyordu. Gülen’in bu konuşması İslami camiada şok etkisi yaratıyordu.

BİR AYRILMA DAHA
Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, Bekir Berk, Yavuz Bahadıroğlu gibi isimler Mehmet Kutlular’ın cemaati yanlış yönlendirmesinden, neredeyse partinin derneğine dönüştürmesinden ve “Yakın tarih Ansiklopedisi” adı altında Kemalizme, Atatürk’e ve İnönü’ye çok sert eleştiriler yapılmasından şikayetçi idiler. Cemaat artık “Kutlular Grubu” veya Demirelci Nurcular” diye anılır olmuştu. Yeni Asya’da kılıçlar çekilir olmuştu. Bu bölünmede ABD’nin parmağı olduğu bile iddia edildi. Bir sabah Yeni Nesil Gazetesi’ne gelen Mehmet Kutlular’ın karşısında polisleri bulması ve içeri alınmaması ipleri tamamen kopardı. Çünkü gazetenin hukuki sahipleri Bekir Berk, Mehmet Fırıncı ve M. Emin Birici idi. Mehmet Kutlular hemen cemaatten para toplayarak on gün içerisinde Yeni Asya Gazetesi’ni tekrar kurdu ve yanına bir de yayınevi ekledi. Mehmet Kutlular tabana hakim olmuştu. Kısa bir süre sonra Yeni Nesil Gazetesi kapandı ve Yeni Nesilciler şirketleşmeye ağırlık verdiler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye