Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: DİN VE PSİKOLOJİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE
MesajGönderilme zamanı: 27.04.12, 14:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
DİN VE PSİKOLOJİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE

Ali Rıza AYDIN*

araydin@omu.edu.tr

* Yrd.Doç.Dr., OMÜ İlâhiyat Fak. Din Psikolojisi Öğretim Üyesi.

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 115

ÖZET

Felsefî mirasına rağmen psikoloji inanç muhtevalı bir bilimden kendini ayrı tutarak farklı
sınırlar oluşturdu. Bu ayrışma sürecinde çağdaş psikoloji kendi tarihini yeniden yazdı ve
felsefî gelenekten gelen inançla örülü geçmişini inkâr etti. Bu nedenle birçok psikolog,
psikolojinin din ve inançla ilgilenebileceğini ve onların telafi edici nitelikler
taşıyabileceğini düşünmüyordu bile. Oysa din ve inanç gibi insanî nitelikleri gözardı
etmek pek akıllıca gözükmüyor. Bunlar bizim önemli ruhsal parçalarımızdır ve bütün
kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptirler.

Bu makale psikolojik araştırma ve yardımlarda metafizik, ahlâkî ve dinî inançların
dikkate alınmasının lüzumu ve psikoloji-din birlikteliğinin imkânı üzerinde durmaktadır.
Anahtar Kelimeler:Din, psikoloji, logoterapi, psikoterapi, varoluşçu psikoterapi, öznel
değerler,terapist değerler.

ABSTRACT

On Relationship between Religion and Psychology

Despite its philosophical legacy, psychology constituted different frontiers by separating
itself from the science of faith. In this separation process, modern psychology rewrote its
history and denied its background with belief that came from philosophical heritage.
Therefore many psychologists didn’t even think that psychology could interest in religion
and faith and, they could suply compensative qualities. It is not a wise thinking to ignore
religion and belief as human qualities, for they are our important spiritual parts and have
a quality that includes all personalities.
This article focuses on the necessity of metaphysical, moral and religious beliefs, in the
psychological research and psychotherapy and on the possibility of unity of religion and
psychology.

Key Words: Religion, psychology, logotherapy, psychotherapy, existentialist
psychotherapy, subjective values, therapist values.

Giriş

Psikologlar insanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını anlamak,
tanımlamak ve birtakım kestirmelerde bulunmak için objektif ve güvenilir sonuçlar
veren bilimsel araştırma yöntemlerini kullanırlar. Kuşkusuz psikolojik araştırma
yapanlar, yansız davranan bilimin insanı ve onun dünyasını anlamaya yönelik en
güvenilir yol sunduğu inancını taşırlar. Bu bilincin modern batı tarihinin oluşum
sürecinde şekillendiği söylenebilir.
Bilindiği gibi modern batı tarihi boyunca bilimin özellikle de sosyal bilimin
yansız bir tutum izleyerek kendisini teolojiden soyutlamıştı. Bu ayrışma ya da değişme
beraberinde iki kutupluluğu meydana getirdi. Söz gelimi dindeki literalist,
fundamentalist bir akımın karşısında literalist, fundamentalist bir bilimcilik anlayışı
oluştu. Bu kapışmanın baş rol oyuncuları iki taraf arasındaki mücadeleyi mutlaka bir
tarafın kazanması gereken bir ölüm kalım mücadelesi olarak gördüler.1 Bu yaklaşım,
bilim ile din arasında tam bir ayrılık ve bölümleşme vardır; bilim ile din alanları,
yöntemleri ve amaçları itibariyle birbirinden tamamen farklıdır şeklinde bir anlayışın
doğmasına yol açmıştı.2 Bugün artık bilim ile din arasındaki mücadelenin pek şiddetli
olmadığını görüyoruz. Bunun nedeni iki tarafın birbirlerine yaklaşması değil, zımnî bir
anlaşmayla birbirlerini yok saymaya karar vermeleridir. Adeta ne sen karış ne de ben
karışayım felsefesi. Bu anlayış parçalanmaya, ümitsizliğe ve gayesizliğe de yol açabilir.
İnsanların duygularının ve düşüncelerinin çözümlenmesine yönelik entelektüel
çabaların anlamlılığının sorgulandığı bir zamanda farklı alanların bağımsızlıklarından
söz etmek yeterli olmasa gerektir. Bir bütünleşmeye gidilmelidir. Bütünleşme de
kapsamlı, canlı ve ruhu olan bir “doğru” fikrinin benimsenmesiyle gerçekleşebilecektir.3
Sekülerizm de bu ayrışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Sekülerleşme
tezinin iddiası “dinin gerilemesi”, yani dinin daha önce kabul gören sembollerinin,
doktrinlerinin ve kurumlarının prestij kaybına uğramasıydı. Dolayısıyla bu, dinin
reddedilmesi ve dinsiz bir toplum demekti.4 Bu yapı içerisinde şekillenen pozitif bilim
ve onun indirgemeci yöntemleri de metodolojik titizliği öngörür ve teorik temelli bir
durumun doğrudan ölçülebilmesi gerektiğini var sayar. Böylece inanç konularına pek az
yer verir ve metodolojik olarak mütealin dışlanmasını önerir.5 Sonuç olarak bir bilim
olan psikoloji ile inançlardan ibaret olan din, karşıt paradigmalar içinde gelişir.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu ikiye bölünme zihin, beden ve maneviyat etrafında
şekillenen psikolojinin kökenine terstir.

Bu makale maneviyat ve din gibi bazı kişisel duyguların kimi psikolojik teori ve
yaklaşımlarda bir tedavi yöntemi olarak nasıl ele alındığı üzerinde durmakta ve din ile
psikoloji birlikteliğinin imkânını tartışmaktadır. Aslında inanç gibi insanî niteliği
gözardı etmek pek akıllıca gözükmüyor. Bu ruhsal unsur bizim önemli bir parçamızdır
ve bütün kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Dinsel kişiliğin gelişimi için de önemli
bir motivdir.6 Bundan dolayı bireyi ve onun çevreyle ilişkilerini inceleyen psikolojik bir
yaklaşım manevî bir unsur içermelidir. Açıkçası psikoloji merkezli araştırmalar insanın
manevî boyutunu görmezlikten gelmemelidir.

Tarihsel Özgeçmiş

Psikolojik çözümlemelerde dinsel inanç ve değerlerin faydalılığına geçmeden
önce psikolojinin tarihsel süreç içerisinde ne anlama geldiğine ve nasıl algılandığına
ilişkin birkaç söz söylemenin yararlı olacağı kanısındayım. Psikoloji kelime itibariyle
“ruh bilgisi” anlamına gelmektedir. Ancak birçok psikolog “ruh bilgisi” teriminin
bugünkü psikolojinin konusunu iyi anlatamadığı kanısındadır.7 Psikolojinin asıl konusu
insanın ruhsal yaşayışı ve davranışlarıdır. Psikoloji ruh ve beden bütünlüğü içerisinde
somut insanı ele alır.8 Psikoloji, tabiî bilimlerin bir parçası olmasının ötesinde tıpkı
felsefe gibi akıl ve ahlâk bilim geleneğinde doğmuştur.9 Bu yüzden psikoloji ve din
tarihsel olarak ayrılmaz bir şekilde birbirine geçmiş haldedir. Ruh, maneviyat ve inanç,
felsefe disiplini içinde yer alan ilk dönem psikolojinin bütünleyici parçalarıydı. Ancak
daha sonra pozitivist düşünce etkisiyle dini dışlayan bilimler kervanında psikoloji de yer
alınca bir ayrışma yaşandı. Daha doğrusu psikoloji daha bilimsel olma çabası içerisinde
kendini dinden uzak tutmaya çalıştı.10

Genel felsefî mirasına rağmen psikoloji inanç muhtevalı bir bilimden kendini
ayrı tutarak farklı sınırlar oluşturdu. Bu süreçte muhtemelen bilimsel olma iddiasında
bulunan kimi bilimlerden saygınlık kazanma adına çağdaş psikoloji kendi tarihini
yeniden yazdı ve felsefî gelenekten gelen inançla örülü geçmişini inkâr etti. Birçok
psikolog, dini psikolojiden dışlamaya o kadar alışıktı ki bu psikologlar psikolojinin
dinle ilgilenebileceğini düşünmüyorlardı bile.11 Psikoloji kitaplarının herhangi birinde
bir araştırma alanı olarak din kelimesinden çok ender bahsedilmesi ya da hiç
bahsedilmemesi bu ayrılığa ilişkin bir kanıt olarak görülebilir.12 Psikolojik araştırma
geleneği içinde gerçeği ve doğruyu bulmada otuz kırk yıl öncesinin pozitivist ve
bilimsel anlayış ve yaklaşımının en seçkin yöntem olduğuna adeta inandırılmışız gibi.13
Doğrusunu söylemek gerekirse henüz serpilme ya da felsefî gelenekten ayrışma
döneminde psikolojinin hâkim olan bu anlayıştan etkilenmemesi pek düşünülemez.
Çünkü henüz psikolojinin felsefî bilgi gibi bilim tekelciliğine meydan okuyabilecek bir
alternatifi yoktur. Söz gelimi Thomas Aquinas’ın “iki gerçeğe değil aynı gerçeğe giden
iki yol vardır” şeklindeki öğretisine hiç kimse bir şey diyemez.14 Eğer bilim ve din tek
bir birim ve iki kollu bir ırmak gibi algılanır ve barışık içinde olursa muhtemelen
evrensel gerçeğe ulaşmada birbirine yardım edebilir.15

Ne yazık ki tarihî süreçte birçok psikolog genel olarak dinin pek az telafi edici
nitelikler taşıdığına ilişkin bir tavır içinde gözüktü. Çoğunlukla psikologlar, yan etkileri
olmaksızın bilimin de tıpkı din gibi aynı yanıtlar verebileceğine inandılar. Kimi din
karşıtları, birçok dinsel muhtevanın önemsizliğine ve ihtimal dışılığına işaret eden
James Leuba’yı da bu gruba dahil ettiler.16 B. E. Skinner da dinin tamamen pekiştirilmiş
davranışın bir sonucu ve kişi üzerinde bir dış kontrol aracı olduğuna inanmaktaydı.17
Öte yandan Freud da insanların önceden kestirilemeyen durumlara bir cevap olarak dine
başvurduklarını, karşılaşılan problemlerin, dinin hayalî yöntemlerine değil bilimin
yöntemlerine sistematik olarak müracaat etmek suretiyle ancak üstesinden
gelinebileceğine inanmıştı. Freud dinin çocuksu arzuların yerine getirilmesinden ibaret
olduğunu düşünüyordu. Ona göre ancak dinden ve onun dogmatik öğretilerinden
vazgeçme ve bunun yerine bilime ve akla güvenme, bireylere ve topluma çocuksu bir
düşünme ve bağlılık bilincinin ötesine geçmeyi sağlayacaktı.18
Geleneksel psikolojiden gelen bu kötümser din anlayışına rağmen bazı istisnalar
da vardır. Örneğin William James, dinin hayatımızın temel bir parçası olduğunu, önemli
bir fonksiyon icra ettiğini ve başka hiçbir şeyin onun yerine geçemeyeceğini
söylemiştir.19 Jung ise dinin, insan psişesinin temel bir fonksiyonu olduğunu ve
bütünlüğe giden bir yol sağladığını ifade etmiştir. Jung, manevî bir boyut içermeyen
insan davranışıyla ilgili herhangi bir teorinin eksik olduğunu iddia etmiştir.20 Gordon
Allport, Abraham Maslow, Erich Fromm ve Eric Erikson gibi seçkin psikologlara
gelince onlar da hep dinsel tecrübenin pozitif değerinden söz etmişlerdir.
Din ve psikoloji ilişkisinin son yıllardaki durumuna gelince biz dine hâlâ
dışarıdan bakıldığını düşünmekteyiz. Pek çok psikolog dinsel nitelik taşıyan hiçbir şeyi
adeta istemiyor. Bununla birlikte son gelişmeler dine karşı ilginin arttığı izlenimini
veriyor. Batıda Journal for the Scientific Study of Religion, Review of Religious
Research ve The International Journal for the Psychology of Religion gibi dinsel
konular üzerinde psikolojik araştırmalar yapan dergilerin varlığı, American
Psychological Association’ın din psikolojisi araştırmalarına olan ilgisi ve din psikolojisi
merkezli eğitim kurslarının mevcudiyeti, ülkemiz bazında ise akademik disiplin içinde
din psikolojisi araştırmalarının sayıca artmasının gözlenmesi bu ilginin ne denli arttığını
sanırım göstermektedir. Yine batıda bireylerin ruhsal mutluluğuna odaklanan bir
düşünce okulu olan Transpersonal Psychology’nin etkisinin genişlemesi din merkezli
psikolojik araştırmaların artmasının bir başka kanıtıdır.21 Bu durum, eski geleneksel
anlayışa oranla psikolojinin dinsel konulara biraz daha duyarlı olduğunu gösteriyor.
Bugün gelinen nokta özetle şudur: Psikoloji yoğunluklu olarak dinsel konularla
ilgilenmemekle birlikte Din Psikolojisi şeklinde ayrışarak kısmen din-birey ilişkisini
incelemektedir.

Psikolojide dinin yeri üzerine bilgiye dayalı bir karara varmak için hiç şüphe yok
ki araştırmaları iyice değerlendirmek gerekiyor. Psikologlar artık bireyin hayatında hem
kurumsal hem de kişisel düzeyde dinin ruhsal yönden önemini göz önüne alma
ihtiyacını duyuyorlar. Böyle bir çaba, dinsel tecrübeyle elde edilen gücün psikolojiyi
olumlu yönde mi etkiliyor olumsuz yönde mi etkiliyor bunu değerlendirmek için
gereklidir. İnsanları ikiye ayıran Allport’un Intrinsic-Extrinsic Religious Orientation
Model/İçgüdümlü-Dışgüdümlü Dindarlık Yönelim Modeli psikoloji sahasında yeni
ufuklar açan bir araştırma örneği olarak sunulabilir. Allport, kişinin yaşamında dinin
gösterdiği fonksiyonla ilgilenir ve din hakkında ortaya koyduğu fikirlerin çoğu
kendisinin geliştirdiği şahsiyet teorisiyle ilgilidir. Allport içgüdümlü dindarlık ile
dışgüdümlü dindarlık arasında bir ayırım yapmaktadır. İçgüdümlü dindar yönelimli
bireyler, inançlarını içselleştirirler ve dış sonuçlara daha az itibar ederek bu inançlarla
yaşamını sürdürürler. İçgüdümlü inanca sahip birey dini için yaşar ve sahip olduğu
inançlar vazgeçilmez değerlerdir ve bu inançlar onun kişiliğinin bütünleyici parçalarıdır.
Dış güdümlü bireyler ise daha çok faydacıdırlar. Bu tipler dini statü, güvenlik ve
sosyallik elde etmek ve kendilerini haklı göstermek için kullanırlar.22 Bu ikili boyutu
gözden geçiren bir araştırmada ruhsal dengeyle içgüdümlü bireyler ve ruhsal
dengesizlikle dış güdümlü bireyler arasında bir ilişkinin olduğu saptanmıştır.23
Kuşkusuz din her iki tip için de önemlidir ancak içgüdümlü kişi için din onun veya
mizacının önemli bir parçasıdır. Faller, “şayet psikologlar içgüdümlü bireylerin dinsel
ilgilerini dikkate almazlarsa o zaman müşterilerinin gerçekten kimler olduklarını,
duygularının ve değer algılayışlarını nelerden ibaret olduğunu öğrenmekten kaçınmış
olurlar” 24 diyor.

Gerçek deneyimler, dinsel olguların tabiatı yüzünden zor anlaşılırlar. Bununla
birlikte bu zor anlaşılır olma durumu dinsel araştırmaların artmasını kuşkusuz
engellememektedir. Hatta araştırmaların sayıca kabarık olduğunu dahi söyleyebiliriz.
Ancak bu araştırmalarda birçok faklılığı ve birbirine aykırı bulguları görmek de
mümkündür. Yapılan psikolojik araştırmaların sonuçlarının analizinde Bergin
araştırmaların şu şekilde dağılım gösterdiğini ifade etmiştir: Din ile ruh sağlığı arasında
olumsuz bir ilişkiden söz edenlerin oranı % 23, hiçbir ilişki yoktur diyenlerin oranı %
30, pozitif bir ilişkiden bahsedenlerin oranı ise % 47’dir.25
John Gartner ise bu bulguların değişkenliğinin muhtemelen kişinin ruh
sağlığının ölçülmesinde farklı yöntemlerin uygulanmasının bir neticesi olduğunu
düşünmektedir.26 Batı toplumunda bireyin dinsel dünyasının sorgulanmasında
“religious/dindarlık” ve “spiritual/manevî” kelimelerin kullanılmasında bir karmaşanın
yaşandığı görülmektedir. Manevîlik Tanrı’yla bir tür kişisel ilişkiye işaret, dindarlık ise
kurulu bir dine üyelik olarak algılanmaktadır. Oysa Faller’e göre bu iki kavram aynı
şeyi tanımlamak için kullanılabilir. Keza kilisede faaliyette bulunan biri bu iki kavramın
pekâlâ Tanrı’yla ilintili olduğunu bilir.27 Makalede bu iki kavram, bir ayırıma gitme
yerine birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanılacaktır.

Batıda bazı psikologlar, dinsel bağlılık ile psikopatolojiyi birbirine bağlayan
sonuçların pek çoğunun zayıf değişkenler kullanılarak elde edildiği, bu zayıf
değişkenlerin kendi halinde, basit ve ölçümleri itibar görmeyen kişilik testlerini içerdiği
inancını taşımaktadır. Bu tip testler sınırlı güvenirlik ve geçerliliğe sahiptir. Bununla
birlikte bu testler dinsel bağlılık ile otoriterlik, dogmatizm, şiddet, farklılığa tolerans ve
kolaylıkla etki altında kalabilme gibi ruh sağlığına ilişkin görünümler arasında olumsuz
bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur. Ne var ki, pek çok psikolog bu bağın varlığını
kabul etse de bazı araştırmalar din ile ruhsal bozukluk arasında açık bir ilişkinin
varlığını reddetmiştir.28

Buna karşılık, din ile ruh sağlığı arasında olumlu bir ilişkiyi ortaya koyan
batıdaki araştırmaların çoğunda ciddî değişkenler kullanılmıştır. Bu sağlam değişkenler,
gerçek davranış olarak doğrudan gözlenebilen ve güvenilir bir şekilde ölçülebilen
olayları tanımlıyor. Pozitif ilişkiyi gösterenler fiziksel sağlığı, mutluluğu, uzun
ömürlülüğü, düşük intihar oranlarını içeriyor. Bilindiği gibi din de hayatın çeşitli
zorlukları karşısında ruhsal açıdan yıpranan insana acılara katlanma, umudunu
yitirmeme ve zorluklarla baş edebilme gücü vermektedir.29 İnsanın bütün üretkenliğini
ve yaşama sevincini azaltan bir duygu olarak tanımlanan stresle başa çıkmada yine dinî
inanç ve ritüeller rol oynamaktadır.30 Bir bakıma din, idrakleri ve başa çıkma
yöntemlerini belirleyen kişisel değerleri yönlendiren önemli modeller sunmaktadır. İçe
yönelik, başa çıkma ve sağlam değişkenli araştırmalar ışığında açıkça anlaşılıyor ki din,
ruh sağlığı için potansiyel bir kaynak olarak ortaya çıkar. Hatta kimi aykırı bulgular bile
dinin insanların yaşamları üzerinde bir parça olumlu etkisi olduğunu reddetmez.31
Amerika’da alkolikleri tedavi eden Alcoholics Anonymous (AA) adında bir
kurum vardır. İyileşme sürecinde inancın ve maneviyatın rolüne büyük önem veren bu
kurum 12 basamaklı bir program uygulamaktadır. Kurumun uyguladığı yöntem
Amerika’da çok sık kullanılan bir müdahale şeklidir. Amerika’da birçok insan bu
programdan yararlanmaktadır.32 Bu 12 basamaklı program dinsel bir gelenekte ortaya
çıkmıştır ve manevî prensiplere dayalı olarak devam etmektedir. Hastalara Yüce Bir
Güç’ün yardımına güvenmeleri gerektiği telkin edilir. Hatta ateist alkoliklerin bile
kurumun tedavi yönteminden istifade ettiği ifade edilir.33 Dini dışlama psikolojisi içinde
olan birçok psikoloğun AA’nın etkisini kabul etmesi ve müşterileri tedavi etmede inancı
ve maneviyatı kullanması ironi gözükebilir. Bu tip psikologlar, zorlukların üstesinden
gelinmesinde inancın ve maneviyatın birey için umut verici etkisini görmezlikten
gelebilirler. Tıpkı AA’da şifa bulmak için üstün bir gücün yardımına güvenme ve
teslimiyetçi bir ruh halinin gerekliliğinin önerilmesi gibi İslam sufî kültüründe buna
benzer önerilerin yapıldığını söylemek mümkündür. İslam sufî geleneğinde bireyin
tasavvufî yaşantısının daha ilk evrelerinde arınmanın ön koşulu olarak bir anlamda
sağlıklı bir dinsel kişilik için tövbe ve teslimiyet önerilir. Tövbe ve teslimiyet,
arınmanın ve dinsel davranış anlamında iyileşme sürecinin iki etkin unsuru olarak
değerlendirilebilir.

Bir güç olarak inanç insan psikolojisinde önemli bir role sahiptir. Hatta ateist
veya dinsiz için bile dinin bu etkisi reddedilmemeli. Dinsel gelenek içinde yaşayan
ateist bir birey bu dinsel geleneğin kimi yansımalarını kanıksamasa da bu geleneğin
bütünüyle dışında kalması mümkün değildir.34 Aslında sorun dinsel inançların akıl
sağlığını etkileyip etkilemediği değil, bir terapistin ve bir psikoloğun bu gerçeği nasıl
dile getirdiğidir. Dinsel açmazlarla yüz yüze gelmekten kaçınmak için psikolog veya
psikiyatrist hiç kuşku yok ki kolay ve karmaşık olmayan yolu seçmek durumundadır.
Ancak seçilen bu yol iyileşme sürecinde etkili olan din ve inanç gibi tedavi
alternatiflerini kapsamayabilir. Batılılar tarafından dillendirilen güzel bir söz vardır.
“Herkesçe bilinen filin köşede olmadığını iddia etmek onu uzaklaştırmayacaktır.”35

Egzistansiyal Anlayışın Psikolojiye Katkısı

Ruhsal konuları merkeze alarak danışmanlıkta bulunan psikologlar kimi
yaklaşımların psikolojiye katkısını bilmek ve incelemek isteyebilir ve manevî
gereksinimleri barındıran psikolojik bir yaklaşımı keşfetme ihtiyacını duyabilir. Aslında
insan davranışını kesin olarak açıklayabilen hiçbir teori veya teknik yoktur. Geliştirilen
teoriler bütününü açıklama iddiasında gözükse de eksiktir. Fakat terapist herkes için iyi
olan bir yaklaşımı bulmak durumundadır. Bu bakımdan terapi sürecinde egzistansiyal
psikoloji elverişli gözükebilir. Bu psikoloji anlayışı çevresiyle uyum sorunu yaşayan
bireyin fiziksel ve ruhsal dünyasındaki gerçekliği değerlendirmede uygun bir yapı
sağlayabilir.

Egzistansiyalizm bir felsefedir, bir bakış açısıdır, bir eylem tarzıdır. İnsanın
kendi kendisini var ettiğini ileri süren bir burjuva öğretisidir. Bu öğretiye göre insan
kendi gerçeklerine varabilmek için başkalarının içinden geçecektir. Başkaları, insanın
hem var olması hem de kendini bilmesi için gereklidir. Oysa gene de kendini yapan
sadece insanın kendisidir.36 Bu sahada öncü olanlar Sartre, Kierkegaard, Frankl, May ve
Yalom’dur. Rollo May, egzistansiyalizmi değişmeyen özlerin bir koleksiyonu veya
modellerden oluşan bir set olarak değil daha ziyade ortaya çıkan ve var olan bir insan
tasviri olarak tanımlar. Ona göre insan bir varlık olarak düşünüldüğünde egizstansiyal
psikoterapinin temeli olmuş olur. Egzistansiyal psikoterapi hastayı gerçekte olduğu gibi
görmek ve onu bir insan olarak algılamak eğilimini taşır. Bu yaklaşım bireysel ve
marjinal teorileri hastaya yansıtmayı pek kabul etmez.37 Egzistansiyalizm buradaki ve
şu andaki bütün varlık hakkında holistik bir görüş sunan fenomenolojik bir yaklaşımdır.
Bizim var oluşumuzun anlamı ilk ve son olarak asla değişmez değildir. Bizler sürekli
olarak projelerimiz ve eylemlerimiz sayesinde kendimizi yeniden yaratırız.
Egzistansiyalist görüşü benimseyenler, kişinin olaylara ilişkin algılamalarının
olaylardan ziyade çok defa kendilerini etkilediğine inanırlar. Kişinin iç dünyası yani
sübjektif yanı, gözlenebilir dış ve objektif dünya üzerine vurgu yapar. Bu iç dünya çoğu
kez gizemlidir ve sık sık pragmatik bilime engel olur.38

Logoterapi

Yukarıda anlatılan yeni yaklaşım biçimleri bağlamında ve terapi sürecinde etkili
olabilecek bir başka yöntem varoluşçu psikoterapinin bir varyantı olan Victor Frankl’ın
logoterapisidir. Logoterapiye göre kişinin hayatında anlamlı olanı bulmaya çalışmak,
insanlarda en temel motivasyonel güçtür. Frankl teorilerini varoluş, sorumluluk, sevgi
ve acı gibi kavramlar üzerinde temellendirmiş; insanın her şeyden önce “anlam” sahibi
olduğu zaman ruhen ve bedenen sağlıklı olabileceğini öne sürmüştür. Başka bir ifadeyle
her türlü sıkıntının temelinde insanın anlam bulamaması, anlam boşluğuna düşmesinin
yattığını ileri sürer Frankl.39 Antropolojik temeller üzerinde yükselen logoterapinin
temel hedefi, anlam arayışındaki bireye ihtiyaç duyduğu parametreleri sağlamak;
anlamsızlıkla karşılaştığı durumlarda ise olumlu ve kalıcı bir çözüme ulaşmasında
yardımcı olmaktır. Logoterapi diğer psikoterapi ekolleriyle işbirliğine sıcak bakar ve
tedavi sürecinde başka terapatik çözümlemelerden destek alır.40 “İnsan boşluk ve
anlamsızlık içinde uzun süre yaşayamaz. Şayet insan bir şeye doğru gelişim
göstermezse sadece durgun kalmaz, aynı zamanda saklı yetenekler hastalığa,
umutsuzluğa ve sonunda yıkıcı aktivitelere dönüşür”41 sözü bağlamında logoterapinin
asıl amacının, başkalarının yaşamlarında anlamı bulmalarına veya yeniden elde
etmelerine imkân sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. O halde anlam oluşturan ve anlam
arayışında olan varlıklar üzerine odaklanan anlam merkezli bir yaklaşım doğal olarak
manevî meseleleri de içermelidir.

Hayata anlam katma noktasındaki bu varoluşçu vurgu, üzerinde durulması
gereken bir durumdur. Varoluşumuzun gayesini keşfetme ve yerine getirmeden daha
önemli bir şey yok gibi. Anlam merkezli terapinin, psikolojik olan her şeyi gözden
geçiren önemli bir fikir akışı olması makul görünüyor. Kanaatimizce bu terapi farklı
yaklaşımları birleştiren ve bir araya getiren yaygın bir terapi hareketidir. Bu anlamda
etkili psikoterapi için merkezî ve birleştirici bir motif olarak logoterapiyi kullanmak
yararlı olacaktır. Çünkü farklı düşünce ve duygu dünyasına sahip müşterilerin farklı
terapi tekniklerine gereksinim duymaları kaçınılmazdır. Dolayısıyla da müşteriye bir
tekniği uygulamak için yeteri kadar esnek olmak terapistin rahat çalışmasını
sağlayacaktır. Bu bağlamda anlam arayışı, hayatın tüm güçlüklerine ilişkin anlam
oluşturma noktasında kolaylaştırıcı ve rehberlik eden bir ilke olabilir.
Çoğunlukla bizim anlam arayışımız ruhsal ve manevî açmazlarla doludur.
Logoterapi de bu ruhsal ve manevî sorunların tetkikini teşvik eder. May’in de ifade
ettiği gibi dinsel inanç ve değerler bireyin sonsuz ilgisi olarak yer aldığında sorunların
çözümüne kuşkusuz katkı sağlayacaktır.42 Öyle görünüyor ki Tanrı’nın varlığını dikkate
almadan hayatın nihaî gayesini düşünmek mümkün olmamaktadır. Din, açıklanamayan
hayat olaylarına anlam katar. Tıpkı din gibi psikoterapi de kişisel anlam içeren bir yapı
ve oluşuma iştirak eder. Bireyler çok defa bir kriz anında psikologların danışmanlığını
ararlar ve yaşamın getirdiği zorluklara karşı yanıt bulmak isterler. Bu durum bir başka
kişinin yaşam yolculuğuna aktif olarak katılma noktasında terapist için bir fırsattır. Bu
empatik ilişkide terapistler için asıl sorun dinsel inançların bireylerin iyileşmesini ne
kadar artırabildiği veya ne kadar engelleyebildiği sorunu olmalıdır.
Bazı istatistikler din ile psikolojinin bütünleşmesi gerektiğini gösteriyor.
Amerika örneğinde kimi araştırmalar Amerikalılar’ın % 93’ünün kendilerini dinsel bir
grupla özdeşleştirdiklerini ortaya koyuyor. Bu araştırmalara göre Amerikan halkının
çoğu için din çok önemlidir. Ancak bir grup olarak psikologlar tüm bu dindarlık
görünümünden uzak görünüyor. Psikologların kurumsal dine katılımlarının pek az
olduğu ve onlar için birçok Amerikalınınkiyle karşılaştığında dindarlıklarının daha az
kişisel bir önem taşıdığı yine yapılan araştırmalarda ifade ediliyor.43
Bu dindarlık boşluğuyla köprü kurma ve dini anlamada psikologların daha fazla
bir çaba sarf etmeleri gerekir ve kendi önyargılarının terapatik ilişkiyi ne kadar
etkilediğinin farkında olmalılar. Batı geleneğinde özellikle dinsel kurumlara ait
otoritenin zayıflaması danışan ve danışman ilişkilerinde din yönelimli bir iyileştirme
geleneğinin oluşmasını imkânsız hale getirebilir. Söz gelimi kilise öğretileri otorite
zayıflığına uğradığında inanan birey manevî kararlar almada büyük zorluklarla karşı
karşıya kalabilir ve yaşanan ruhsal krizi çözmek ve ahlâkî boşluğu doldurmak için
psikologlara başvurabilir.44 Böylesi bir durumda ancak derin bir sorumluluk bilincine ve
derin bir Tanrı tecrübesine sahip psikologlar yardımcı olabilir. Bu danışma ve terapi
sürecinde psikologlar dinsel inanç ve değerlerin yararlarını ve göze çarpan farklılıklarını
anlayabilir ve din ile psikolojinin bir anlamda bilimin bütünleşebileceğini fark edebilir.
Sonunda hem bilimin hem de dinin insanların bir bütünleşme ve gerçekleşime doğru
hareket etmesine yardım ettiği görülecektir. Açıkçası din ve anlam merkezli yaklaşım,
“seküler psikoterapist köre yol gösteren şaşı gibidir”45 ve “psikoterapistin ahlâkî
fonksiyonu seküler rahipliğin fonksiyonuyla örtüşmektedir”46 sözlerinden de
anlaşılacağı üzere modern psikoloji ve psikiyatrinin yaşadığı epistemolojik bunalıma
çare olabilir.

Terapist Değerler-Öznel Değerler

Psikoloji ve din alanında okul ve klinik eğitim çok sınırlı görünüyor. Birçok
hatırlı psikolog, insan davranışları hakkında oluşturdukları teorilerde manevî anlam,
gaye ve değerler içeren konuları dışta tutmayı yeğlemektedir. Sonuç olarak
müşterilerinin dindarlıklarını anlamaya yönelik tek yaklaşım aslında terapistlerin kendi
kişisel kanaatleridir. Bu terapistler, kendi kanaatlerini ve inançlarını güçlendirecek
hiçbir eğitime sahip değildirler. Birçok danışmanın dinle barışık olmamasında ve onu
konu dışı tutmasında şaşılacak bir şey de yok. Çünkü terapistler dinsel fikirlere
bakmamayı öğrenirler ve bu yüzden onlar müşterilerinin dinsel dünyalarından hiçbir şey
anlamazlar.

Psikoterapi daha çok karşılıklı bir ilişkidir ve hastada gerçek bir değişim ancak
terapistte de benzer bir değişimle başarılabilir. Terapist kendisini steril bir giysinin
ardına gizleyemez ve hastasına bir nesne gibi davranamaz. Etkileşim çok defa iki
kutupludur.47 Dolayısıyla terapistin celseye kattığı kişisel değer yargıları önemlidir.
Eğer terapi sürecinde terapist din dışı kişisel değerlerini celseye katıyor ve müşterinin
manevî gereksinimlerini göz ardı ediyorsa sorunun çözümü güçleşebilir. Kuşkusuz
pratikte bir terapistin meslekî ve kişisel değerleri arasında bir ayırıma gitmesi hiç de
kolay olmayabilir,48 ancak söz konusu olan terapiye gereksinim duyan kişinin dinsel
ihtiyaçları ise o takdirde terapistin o kişi için bir değer üretmesi ya da bir alternatifinin
olması gerekir.

Psikoterapi sürecine katılanların bu karşılıklı etkisi “intersubjectivity/karşılıklı
öznel durum” diye ifade edilmektedir. Terapist sadece bir gözlemci değil aynı zamanda
aktif bir katılımcıdır.49 Hemen hemen her kriz anında ve tedavi sürecinde terapistin
değerleri etkindir. Bu nedenle bu müdahaleler değer yüklü görüşmelerdir. Bu yüzden
ateist bir terapistin kendi değerleriyle çatışma içinde olan bir müşterinin dinsel
değerlerine saygı duyması çok zor görünüyor. Belki de psikologlar, kendi inançlarının
müşterileri üzerinde sahip olduğu önemi kavradıklarında dinsel konuları daha ciddiye
alacaklardır.

Dinsel düşünce, duygu ve davranışlar birey hayatında çok etkin oldukları için
potansiyel klinik tedavi uzmanları, müşterilerinin dinsel dünyasına ilişkin kültürel arka
plânı, bunların önemini inkâr etmenin ötesinde anlama çabası içinde olmalılar ve farklı
kavramsal kullanım içinde olan müşterilerine baskı uygulamamalılar. Bu amaca
ulaşmak için terapist kendi dinsel içtepilerinin farkında olmalıdır. Bilindiği gibi manevî
eğilimler bizde yaygındır ve bunlar simgeler halinde bireyin hayatına yansır.50

Amerikan Psikoloji Derneği’nin ahlâkî prensipleri psikologların, insanların
farklı bir boyutu olarak dinden haberdar olmaları gerektiğine ilişkin bir emirname
içeriyor.51 Terapi sürecinde ırk, cinsiyet, yaş ve seksüel uyum gibi faktörleri göz önünde
bulundurmak için yaygın bir kanı vardır. Ancak bu süreçte önemi yadsınamayacak bir
başka faktör de dinsel tecrübedir. Psikologlar, maneviyat da dahil hayata farklı değer
perspektifinden yaklaşan müşterilerine karşı duyarlı ve saygın olmak durumundadırlar.
Bu durum en azından celse esnasında dinsel inançlara açık olmayı içerir.

Dinî tecrübenin hayatın gerçek anlamını tecrübe etmek için daha derin bir
potansiyel sunduğunu kabul etmek gerekir. Her ne kadar açık olarak görülmese de
tamamen hakikat olarak düşünülen şeyler üzerinde dinin önemle durduğunu söylemek
mümkündür. Erikson da bu gerçeğin altını çizmektedir. Ona göre din, insanın hayatını
kuşatan olağanüstü karanlığı ve tüm farklı anlayışların ötesinde bu karanlığa nüfuz eden
ışığı önemli kelime, imge, tasvir ve kaidelerle aktarır.52 Dinsel inançlar, anlaşılmazın
anlaşılmasına ve hayatın meydan okumalarına karşı koymada etkili olur. İnanç, bir
anlam duygusu ve zorluklara göğüs germek için ihtiyaç duyulan cesareti aşılar ve bizim
kim olduğumuzu ortaya koyar.


SONUÇ

Psikologların dinle ilgili sahip oldukları muhalefet ve tereddütlerin bir kısmını anlamak mümkündür. Çünkü onlar dini dışlayan bir gelenek içinde yetişmektedirler.
İyileştirici bir yöntem olarak din kullanılmak istenince de batı geleneğindeki mezhepsel inanç farklılığı meslekte dinsel inançların kullanımını zorlaştırabilir. Yine de psikologlar, müşterileri bilimsel ve rasyonel dünyanın dışında değerlendirmek ve yargılamak durumundadır. Ancak inancın terapi sürecindeki değerini psikoloji alanına taşımak kendi alışılmış mecrasında seyreden psikolojinin birtakım tereddütlere girmesine neden olabilir.
Bunun yanında din ve psikoloji bütünlüğü kabul edildiğinde psikolojinin din tarafından ifsat edileceği kaygısı da yaşanabilir. Ancak bu bozulma gereklidir. Zira psikologlar, dinsel problemler de dahil müşterilerinin karşılaştığı tüm problemlerle yüz yüze gelmek durumundadır. Elbetteki bilimin sağlam temelini
reddetmek ve inanca yönelmek şaşırtıcı olabilir. Ancak bu yöneliş insanî durumun bir parçasıdır. Eğer psikoloji insana ilişkin bütün görünümleri tasvir etmek istiyorsa onun manevî yönüyle de ilgilenmelidir. Diğer taraftan dindar bir psikoloğun kendi değerlerini psikolojinin tümüne uygulamaması gerektiği gibi inançsız bir psikoloğun da kendi değer anlayışını terapi sürecine yansıtmamalıdır. Psikoloji tüm inançlara ve ifade şekillerine açık olmalıdır. Psikoloji bir yandan deneysel bir yapı içinde çalışırken diğer yandan metafizik, ahlakî ve dini inançları da dikkate almak durumundadır.


1 Bkz. Robert N. Bellah, “Din ile Sosyal Bilim Arasında” Çev. Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002, ss. 170-171.
2 Cafer S. Yaran, “Çatışma ve Ayrışma”, Din ve Bilim, Samsun: Sidre Yay., 1997, s. 49.
3 Bellah, a.g.m., ss. 170-171.
4 William H. Swatos ve Kevin J. Christiano, “Sekülerleşme Teorisi: Bir Kavramın Serüveni”, Çev. Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002, s. 101.
5 Bkz. Antoine Vergote, Din, İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal, İstanbul: MÜİFV Yay., 1999, s. 24. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 117
6 Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara: Diyanet Vakfı Yay., 1993, s. 187; Veysel Uysal, Din
Psikolojisi Açısından Dinî Tutum ve Davranışlar, İstanbul: İFAV Yay., 1996, s. 27.
7 Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İstanbul: İnkılap Yay., Tarihsiz, s. 1.
8 Hökelekli, a.g.e., s. 2.
9 Vergote, a.g.e., s. 37.
10 Kemal Sayar, Hüzün Hastalığı, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s. 28.
11 Dinî duygu ve düşüncenin fıtriliğini kabul edenlerin yanında dini dışlama psikolojisi içinde olanların varlığını din psikolojisine dönük yazılan kitaplarda görmek mümkündür. Ayrıntılı bilgi için bakınız. Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun: Aksiseda Matbaası, 2000, s. 109.
12 George Faller, “Psychology Versus Religion”, Journal of Pastoral Counseling, New Rochelle: 2001, Vol. 36, http://gateway.proquest.com, s. 1.
13 Hayati Hökelekli, “Gençlik ve Din”, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2002, s. 27.
14 Edward Shafranske, Religion and the Clinical Practice of Psychology, Washington DC: American Psychological Association, 1996, s. 74.
15 Daha ayrıntılı bilgi için bakınız. Ahmad Mahmud Soliman, “İslâm ve Bilim”, Çev. Cafer S. Yaran, Din ve Bilim, Samsun: Sidre Yay., 1997, ss. 81-87. 16 Faller, a.g.m., s. 1.
17 B. F. Skinner, Beyond Freedom and Dignity, New York: Knoph, 1971, s. 17.
18 Freud’un düşünceleri ve ona yönelik eleştiriler hakkında geniş bilgi için bakınız. Ali Köse, Freud ve Din, İstanbul: İz Yayıncılık, 2000.
19 William James, The Varieties of Religious Experience, New York: The Modern Library, 1936, s. 49.
20 Carl Gustav Jung, Psychology and Religion, (New Haven: Yale Üniversity Pres, 1938),
ss. 5-6, 111-12.
21 Bkz. Michael E. Nielsen, “Psychology of Religion in the USA”, (Online),
http://www.psywww.com/psyrelig/USA.html, (February, 2000)
22 Gordon W. Allport ve J. M. Ross, “Personal Religious Orientation and Prejudice”, Current
Perspectives in the Psychology of Religion, Ed. N. Malony, Michigan: Eerdmens Pub., 1977, ss. 121-123. Allport’un görüşlerini din ve kişilik bağlamında değerlendiren araştırmalar için bakınız. Mustafa Köylü, Yetişkin Din Eğitiminin Teorik Temelleri, Samsun: Etüt Yay., 2000, ss. 118-125; Halil Ekşi, “Din Eğitimi, Gençlik ve Kişilik”, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2002, ss. 162-163.
23 M. J. Donahue, “Intrinsic and Extrinsic Religiousness: Review and Meta-Analysis”, Journal of Personality and Social Psychology, 48(2), ss. 400-419.
24 Faller, a.g.m., s. 2.
25 Allen E. Bergin, “Religiosity and Mental Health: A Critical Revaluation and Meta-Analysis”, Professional Psychology: Research and Practice, 14, ss. 170-184.
26 John Gartner, “Religious Commitment, Mental Health, and Prosocial Behavior A Review of the Empirical Literature”, Ed. E. Shafranske, Religion and the Clinical Practice of Psychology, Washington DC: American Psychological Association, ss. 187-214.
27 Faller, a.g.m., s. 2.
28 Faller, a.g.m., s. 2.
29 M. Argyle ve B. Beit-Hallahmi, The Social Psychology of Religion, London and Boston: Routledge & Kegan Paul, 1975, ss. 141-142.
30 Peker, a.g.e., s. 115; Akif Hayta, “İbadetler ve Ruh Sağlığı”, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2002, ss. 117-152.
31 Faller, a.g.m., s. 3.
32 R. Hopson, “The 12-Step Pram”, Religion and the Clinical Practice of Psychology içinde (Ed. E. Shafranske) ss. 533-560
33 Walter Houston Clark, The Psychology of Religion: An Introduction to Religious Experience and Behavior, New York: The Macmillan Company, 1958, s. 231.
34 Gadamer’e göre modern aydınlanmanın giderek gücünü gösterdiği ve kitle ateizminin geliştiği bir çağda bile dine ve dinsel ritüellere inanmayan tam bir sekülerleşme içinde olan insanlar dinsel gelenekten kopamamaktadır. Gadamer buna örnek olarak da batıda dinsel gelenek içinde yapılan defin hizmetleri ve cenaze törenlerini göstermektedir. Bkz. Hans George Gadamer, The Enigma of Health, Trans. J. Gaiger
and N. Walker, Stanford: Stanford University Pres, 1996, ss. 65-66.
35 Faller, a.g.e., 3.
36 Bkz. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitabevi,1993, Cilt: 7, ss. 147-150.
37 Rollo May, Existential Psychotherapy, Toronto: Bryant Press Ltd., 1972, s. 1.
38 Faller, a.g.m., s. 3.
39 http://gridergi.8k.com/psikoloji/celisik.htm, 03.03.2004.
40 Bkz. Abdülkerim Bahadır, “Psikoterapi’de Yeni Bir Yaklaşım: Logoterapi ve Victor Frankl”, UÜİF
Dergisi, Sayı: 9, Cilt: 9, Bursa: 2000, s. 473.
41 May, Existential Psychotherapy, s. 22.
42 May, Existential Psychotherapy, s. 180.
43 Faller, a.g.m., s. 4.
44 P. London, The Mode and Morals of Psychotherapy, New York: Holt & Winston, 1964, s. 196.
45 Bu söz usta bir psikiyatr olan R. D. Laing’e aittir. Bkz. Kemal Sayar, Hüzün Hastalığı, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s. 51. 46 London, a.g.e., s. 156.
47 Kemal Sayar, “Geçmişin Bilgeliği Bugünün Psikoterapileriyle Buluşabilir mi?”, Sufi Psikolojisi, İstanbul: İnsan Yay., 2000, s. 31.
48 Shafranske, a.g.e., s. 572.
49 Joseph Natterson ve R. Friedman, A Primer of Clinical Intersubjectivity, New Jersey: Jayson Aronson Inc, 1995.
50 Allen E. Bergin, “Religiosity and Mental Helath: A Critical Revaluation and Meta-Analysis”, Professional Psychology: Research and Practice, 14, (1983), s. 180.
51 American Psychological Association. (1992), Ethical Principles of Psychologists and Code of Conduct, American Psychologist, 47, 1597-1611.
52 Erikson, a.g.e., s. 15. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 129


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye