Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İ.Rabbani Perspektifinden İbnül-Arabiye Tenkidi Bir Yaklaşım
MesajGönderilme zamanı: 01.08.11, 10:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 30.12.08, 13:50
Mesajlar: 175
Tamamını okumak için:
http://www.tasavvufdergisi.net/Makalele ... _23.10.pdf
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), yıl: 10 [2009], sayı: 23
İMAM RABBÂNÎ PERSPEKTİFİNDEN
İBNÜL-ARABÎ’YE TENKİDÎ BİR YAKLAŞIM
İsa ÇELİK


*
İmam Rabbânî için vahdet-i vücûd anlayışı bir hâldir ve gerçeklik iddi-asıdır. Vahdet-i şuhûd anlayışı da bir hâldir fakat burada gerçeklik iddiası yoktur. Her ikisi de seyr ü sülûk esnasında görülen hâller olarak kabul edilir.

Mektûbât, I, 56; I, 43. Mektup, (I, 150); Rahmi Akdağ, İmam Rabbânî’nin Tasavvufî Tecrübesi-nin Ehl-i Sünnet Anlayışı Açısından Tahlîli, (Basılmamış Yüksek Lisans Semineri, AÜSBE), Erzurum, 1998, s. 12-13.

*
Sirhindî, kendisinin vahdet-i vücûd ve zılliyyet makamında bulunmak-tan ötürü tövbe ettiğinden bahsetse bile bu onun bu makamları gerçekliği olmayan makamlar olduğunu düşünerek tenkit ettiği ve o dönemlerdeki ifadelerini kınadığı anlamına gelmez. Ona göre bütün haller ve makamlar farklı marifet ve keşifler getirir. Bu durum, şer’î hükümlerin birbirini neshetmesinin bir tezat doğurmamasına benzer. Başka bir ifadeyle vahdet-i vücûd ve aradaki diğer makam olan zılliyyet, tekabül ettikleri makamlardan sûfînin geçişinden dolayı tecrübî geçerliliğe sahiptir. Ancak bu makamlar sûfînin nihaî makam olan abdiyet makamına ermesiyle hükümsüz kalır. Bu sebeple hata, vahdet-i vücûd makamı ile alâkalı algılamalardan değil ondan ileride makamlar olduğunu algılamamaktan kaynaklanır. Sûfînin birleştirici tecrübesi bir şuhûd meselesidir. Şuhûdun ontolojik bir geçerliliği yoktur; vahdet-i şuhûd hakikatin vahdet-i vücûddan daha doğru bir ifadesidir. İlâhî sıfatlar sadece zahirde değil gerçekte de çoktur; bunlar aslında zâtın göl-geleridir, ancak ondan farklıdır. Kâinat sıfatların gölgesi olarak farklı bir varlığa sahiptir.

[Mektûbât, I, 188; I, 217. Mektup; (I, 462); III, 151; III, 109. Mektup, (II, 1599); Hamid Algar, ‚İmam Rabbânî‛ DİA, XXII, s.196.
]

*
Bizzat İbnü’l-Arabî tarafından asla kullanılmamış bir terim olan vahdet-i vücûdu eleştirmesine rağmen Sirhindî hiçbir zaman İbn Teymiyye (728/1328) gibi İbnü’l-Arabî muhalifleri arasında sayılamaz. Onun, ‚Biz Mu-hammed-i Arabî (s.a.v) sözlerine muhtacız, İbnü’l-Arabî’nin, Sadreddin Konevî (673/1274) ve Abdürezzâk el-Kâşânî (730/1329)’nin sözlerine değil; biz nassa bakarız, fassa (Fusûsü’l-hikem) değil; Fütûhât-ı Medeniyye (Medi-ne’de vahyedilen sûreler) bizi el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’den müstağni kılar‛37 sözleri, İbnü’l-Arabî’ye aşırı tutkunluklarından dolayı onun eserlerini yücel-tip Kur’ân ve Sünnet’e müracaatı ihmal edenlere yöneltilmiş bir eleştiri ola-rak görülebilir. Sirhindî, İbnü’l-Arabî hakkında, ‚Allah’ın evliya ve makbul kullarındandır; nasıl olur da o keşiften kaynaklanan bir hatadan dolayı red-dedilebilir?‛ demektedir. Bununla birlikte İbnü’l-Arabî’den sonra gelen ve nazarî tasavvuf hakkında eser kaleme alan birçok müellif gibi Sirhindî de onun geliştirdiği terminolojiyi sıkça kullanmıştır. Sırf bundan dolayı İbnü’l-Arabî mektebine mensup sayılabilir. [Mektûbât, I, 260; I, 266. Mektup, (I, 631); Hamid Algar, ‚İmam Rabbânî‛ DİA, XXII, s.196; Suad Hakîm, el-Mu’cemu’s-Sûfî, Beyrut 1981, s.1145.]

*
Vahdet-i vücûd ile alakalı olarak ‚Muhyiddîn İbnu’l-Arabî’de Varlık ve Mertebeleri (Vücûd ve Merâtibu’l-Vücûd)‛ isimli bir doktora tezi hazırlayan Mahmut Erol Kılıç, vahdet-i vücûd ve vahdet-i şuhûd meselesinde şunları ifade etmektedir: İbnü’l-Arabî, O’nun vücûdunun hakikatini bilene Rabbin şuhûdunun verildiğini söyler. Ancak ona göre şuhûd ilmîdir, ilim ise kesret demektir. Bu durumda ortada hâlâ bir şâhid ve meşhûd ikiliği bulun-maktadır. İbnü’l-Arabî kâmil olan ariflerin ‚vücûdda ehl-i şuhûd‛ oldukla-rını söylerken şuhûd ile meşhûd olacak olanın aslında yine vücûddan başka bir şey olmayacağını belirtir. :) Bu noktadan hemen sonra onun bir de cem’u’l-cem’deki vücûd, yani ‚olmak‛ mânasındaki vücûd olarak anladığı bir ikinci vücûd tefsiri söz konusu olup nihaî hedef de bu mertebedir. Bu durumda vücûd zatî bir mahiyet iken şuhûd sıfatî bir keyfiyettir. Yani vücûd Hakk’a ait iken şuhûd insana ait olmaktadır. İbnü’l-Arabî bir yerde bunu şöyle ifade eder: ‚Her ne şey ki vücûddadır o Hak’tır ve her ne ki şuhûddadır o halk-tır.‛ Ona göre umûm-i vücûd Allah’ındır, umûm-i şuhûd ehlullahındır. Bü-tün bunlardan İbnü’l-Arabî’de vücûdun tasavvufî-ontolojik, şuhûdun ise tasavvufî-epistemolojik bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Netice olarak bu durumun hiçbir zaman onda bir problem olmadığı, yerine göre her iki kav-ramı da beraberce işlediği söylenebilir. Çünkü ona göre ehl-i tahkîk denilen kimseler, hem şuhûd hem de vücûd tariklerinden ulemâ-billâh olanlardır.41 Ayrıca zaten ona göre ehl-i vücûd ve ehl-i şuhûd nihayetinde ahadiyyetü’1-cem’42 makamında bir ve aynı şey olacaklarından ortada tartışılacak bir konu da yoktur.43

41 İbn Arabî, el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye, III, 101. 42 Sıfat ve isimlerin varlığı ve yokluğu bahis konusu olmaksızın zâtı zât olarak nazar-ı itiba-ra alma mertebesidir. (Uludağ, Tasavvuf Terimleri, s.28). 43 Mahmut Erol Kılıç, ‚İbnü’l-Arabî Muhyiddin‛, DİA, XX, s.507; Kılıç, a.g.t., s.255.


*
İbnü’l-Arabî ve takipçilerinin İslâm düşün-cesine katkısı vahdet-i vücûd kavramından ibaret değildir. Meselâ ‚kesretü’l-ilm, kesretü’1-âlem‛ kavramları da en az vahdet-i vücûd tabiri kadar önemlidir. İbnü’l-Arabî hiçbir zaman âlemin gerçekliğini inkâr etmiş değildir. Çünkü her şey vücûd içerisinde yer aldığı, vücûdun dışında bir şey olmadığı için âlemin inkârı vücûdun da inkârı demek olur. Ayrıca kesretin de kökleri Hak’tadır.

*
İmâm Rabbânî, yukarıda sıralanan dört esas noktada İbnü’l-Arabî’nin formule etmiş olduğu vahdet-i vücûd görüşünü eleştirir ve onun yerine vahdet-i şuhûd doktrinini geliştirir ki, bu doktrini şu esaslara dayanır: vücûd, zata zâid bir sıfattır, sıfatlar zatın aynı olmadığı gibi âlem de sıfatların aynı değildir, varlık ve yokluk zıtlıklarına bağlı olarak, Allah ile âlemin varlıkları birbirinden ayrıdır. Tevhîde dayanan vahdet-i vücûd değil, kulluk makamına dayanan vahdet-i şuhûd, tasavvufî tecrübenin en üst nok-tasıdır. İmâm Rabbânî’nin, ortaya koyduğu vahdet-i şuhûdun esas prensip-leri ile vahdet-i vücûdun prensipleri arasında gerçekte bir fark olup olmadı-ğı tartışılabilir.57
İbnü’l-Arabî Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatları zâtının aynısıdır, bunun gibi sıfatları da birbirlerinin aynısıdır. Mesela ilim ve kudret sıfatı Allah’ın zatının aynısı olduğu gibi bunlar birbirlerinin de aynısıdır. İmam Rabbânî şöyle der: Bu görüş ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebinin hilafınadır. Ehl-i sünnete göre hariçte var olan Allah’ın sekiz sıfatı, hariçte keyfiyet ve ben-zetme olmadan zorunlu olarak Allah’ın zatından ayrıdır. Bu sıfatlar aynı zamanda birbirlerinden de ayrıdır.58
Hülasâ vahdet-i vücûd düşüncesinde, nefis ve benlik dâhil her şey ‚Hazret-i vücûd‛ adına fanî görülmekte ve bunların bekası Hakk’ın bekâsında bilinmektedir. Veya kulun kendi iradesini yok edip, yerine Hakk’ın iradesini koymasıdır.

57 Abdullah Kartal, İmâm-ı Rabbânî’nin Vahdet-i Vücûd Eleştirisi ve Tarihsel Arkaplanı, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 2, 2005, s.70, s.59-80; İbnü’l-Arabî ve İmam Rabbânî’nin vahdet-i vücûd ve vahdet-i şühûd meselesinde birleştikleri ve ayrıl-dıkları noktalar araştırmacılar tarafından maddeler halinde sıralanmıştır. Bk. Mektûbât, II, 3; II, I. Mektup, (II, 928vd); Cavit Sunar, Vahdet-i Vücûd Vahdet-i Şühud Meselesi, Ankara 1960, s.92-93; Ensârî, Şerîat ve Tasavvuf, s.157vd; Hilmi Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi, s.186; Altıntaş, age, s.108-110; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 741-742; S. Ahmed Arvasî, Hasbihâl, Burak Yayınevi, İstanbul 1990, s.213vd. 58 Mektûbât, I, 373; I, 310. Mektup, (I, 864vd); II, 3; II, 1. Mektup, (II, 925vd). 59 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.552; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.740.


*
Vahdet-i vücûd ve vahdet-i şuhûdun anlaşılmasında Mustafa Tahralı Bey’in dediği gibi, her ‚iki taraf da hüsn-i niyet üzeredir‛ fikrini benimseye-bilmek, belki de yegâne anlaşılma noktası olacaktır. Aynı iman ve İslâm esaslarına inanan kimselerin, bu esasların yorumunda, bir tarafın diğer tarafı tekfire kadar gidebilmesi elbette çok düşündürücü ve üzücüdür. Bu tavrın üstüne çıkabilmenin bir yolu da, İbnü’l-Arabî gibi muhakkık sûfîlerin ne dediklerini gerçekten anlayabilmek seviyesine gelmektir sanıyoruz.60 Süleyman Uludağ Bey de ‚İbnü’l-Arabî ve düşüncelerini kabul etmeyenler de İmam Azam’ı ve fikirlerini kabul etmeyen Şafiîlerin tavrı gibi bir tavır ta-kınmalıdırlar‛61 demektedir.
Vahdet-i şuhûd, seyr ü sülûkun nihaî gayesine hizmet etme açısından vahdet-i vücûdla birleşmektedir. Ayrıca İbnü’l-Arabî, Allah ve kâinat ikili-ğini ortadan kaldırarak varlığı bire irca eder. İmam Rabbânî de eşyayı hayâl ile vehme irca ederek gerçek varlık olarak yalnız Allah’ı kabul etmektedir.62

61 Uludağ, İbn Arabî, s.126.
62 Bk. Topçu, Mevlânâ ve Tasavvuf, s.28.


*
Ahmed Avni Konuk, Muhammed İhsan Oğuz’a gönderdiği 7 Mart 1920 tarihli mektubunda şöyle der: İmam Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât’ını okudum ve asla Şeyh-i ekber Efendimizin meslek-i tevhidine muhalif bir şey görmedim.64
İmam Rabbânî İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd kanaati ile alakalı olarak şöyle der: Evliyanın büyüklerinden olan İbnü’l-Arabî, keşiflerindeki hata-lardan dolayı büsbütün reddedilemez. Onun vahdet-i vücûd bilgisi, görü-nüşte, ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise de, tevil edilmesi kolaydır. Arada-ki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu Hazret-i Şeyhimizin Rubâiyyat şerhinde şek ve şüpheye yer kalmayacak şekilde gösterdim.65

64 Bayram Kusursuz, Ahmet Avni Konuk’un Vahdet-i Vücud Müdafası, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003, s.52. 65 Mektûbât, I, 265; I, 266. Mektup, (I, 632).


*
İmam Rabbânî İbnü’l-Arabî’nin ilmî ehliyeti ile ilgili olarak mektupla-rından birisinde şöyle der: İbnü’l-Arabî vahdet-i vücûd meselesinin ekseri tahkikatında haklıdır. Onu ayıplayanlar dahi doğruluktan uzak durumda-dırlar. Yerinde bir davranış şu ki, bu meselenin tahkikinde ilminin çokluğu,şanının üstünlüğü bilinmelidir. Onu reddetmek ve ayıplamak yerinde bir iş değildir.66 Şeyh’ten evvel gelen meşayih, bu babda konuşacakları zaman, işaret ve rumuzla konuşurlardı. Şerhi ve tafsilatı ile meşgul olmazlardı. O kimseler ki, Şeyh’ten sonra geldiler. Onların pek çoğu, Şeyh’i taklid etmeyi tercih etti. Onun ıstılahına uyarak kelâm yürüttüler. Biz sonradan gelen aciz-lere gelince, onun bereketlerinden feyz aldık. Onun ilimlerinden ve maari-finden dahi bolca hazza nail olduk. Allah Teâlâ onu bizden yana bolca mü-kâfatlandırsın.67

*
İbnü’l-Arabî vahdet-i vücûdcudur ve vahdet-i şuhûda karşıdır gibi bir fikir ileri sürmek, onun görüşlerini enine boyuna incelemeden verilmiş acele bir hükümdür. Burada onun bu iki terimi hiç kullanmadığını özellikle belirt-mek gerekir. Bu konunun bir problem haline getirilmesinin bazı fikrî ve iç-timaî sebepleri olduğu söylenebilir. Tevâcüd, vecd, vücûd yoluyla elde edi-len ve adına ilk vücûd veya ‚bulmak‛ mânasında vücûd denilen cem’ ma-kamındaki vücûdu bazı müelliflerin nihâî vücûd zannetmeleri probleme yol açan fikrî sebeplerin başında gelir.68
Nurettin Topçu (1395/1975)’nun kanaati şudur: Vahdet-i vücûd, yaşa-nan bir haldir. Fikir halinde anlatılmaz. İkna ve isbatı kabil değildir. Karşı tezi olan bir dava da zannedilmemelidir. O ancak, aşkın insanı alıp götürdü-ğü dünyalarda keşfolunan bir sırdır. O hali yaşamayanlara anlatılması kabil olmadığı gibi, yaşayanın bu halini red ve inkâr da kabil değildir. Fânî varlı-ğımız gibi aklımız da fânî ve acizdir. Vahdet-i vücûd sonsuzluğun sırrını fâş eden bir halvet olduğu halde, varsın zahir ulemâsı onu itham ve inkâr etsin-ler.‛69
Fusûsü’l-Hikem’i tercüme ve şerh eden Ahmed Avni Konuk şöyle demektedir: Vahdet-i vücûd konusunda İmam Rabbânî de İbnü’l-Arabî’nin dediğini ifade etmektedir. Vücûd ve şuhûd meselesini çıkaranlar bu konuyu gereği gibi anlamayanlardır. Hakikatte ise böyle bir tartışma meselesi bu-lunmamaktadır.70

66 Mektûbât, III, 117; III, 89. Mektup; ; (II, 1525). 67 Mektûbât, III, 104; III, 79. Mektup, (II, 1497). 68 Kılıç, ‚İbnü’l-Arabî Muhyiddin‛, DİA, XX, s.506. 69 Topçu, Mevlânâ ve Tasavvuf, s.34. 70 Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, Kenan Basımevi, İstan-bul 1942, s.209.[/b][/b]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye