Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: DİN, MANEVİYAT, PSİKOLOJİ VE PSİKİYATRİ
MesajGönderilme zamanı: 27.04.12, 14:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
DİN, MANEVİYAT, PSİKOLOJİ VE PSİKİYATRİ

Mustafa Merter


1. Psikoloji ve Psikiatri de din ve maneviyata yaklaşım sorunları
2. Terapistin din ve maneviyat konularında tutumu, eğitimi ve günümüz Türkiye’sinde yaşanan özel durum
3. İleriye yönelik düşünceler
4. KAYNAKLAR

DİN, MANEVİYAT, PSİKOLOJİ VE PSİKİATRİ

Psikoloji ve Psikiatri’de Din ve Maneviyata Yaklaşım Sorunları
Tüm medeniyetlerde tarih boyunca ruh sağlığı, din, maneviyat ayrılmaz bir bütün iken, son yüzyılda modern ruhbilim, din ve maneviyat dışında bir bilim olarak gelişti. Din ve psikoloji arasındaki bu hassas dengeyi 1918 de C.G. Jung şöyle açıklıyordu. O zamana kadar hakim olan Hristiyan dünya görüşünün gerilemesi ile birlikte ( dechristianisation of the prevailing world wiew ) olağanüstü yoğunlukta bir bilinçdışı aktivitesi oluşmuştu. Bu bilinç dışı aktivitesi psikoanalizin ve analitik psikolojinin temeli olan Fransız psikopatoloji ve hipnoz okullarının meydana çıkışlarının tarihsel zamanlamasıydı. Jung’un yorumuna göre bilinçdışı aktivitesinin dışavurumu bireysel sembolizmde ki yaratıcı ögeleri harekete geçirmiş ve nörozlarda bir artış izlenmişti. (1) Yani din gerilediğinde, aşkınlık ihtiyacı (need for transcendence) artıyor ve insanoğlu bilinçdışı da dahil olmak üzere tüm kaynaklarını, potansiyelini bu gerilimi aşmak için devreye sokuyordu. Aşkınlık arayışı gerilimini ( bir tür nörotik acı ) azaltmak ve insanı anlamak için o zamanlar elde olan en harika enstrüman ise, maddi dünyayı feth etmek için kullanılan ampirik-bilimsel yaklaşımdı.

Ama insan ruhunun derinliklerine doğru inildikçe ampirik-bilimsel yaklaşım gittikçe yetersiz kaldı ve bu sitede Aslı Lâtîf İnsan adlı çalışmamda anlattığım yarım kalmış şüreç meydana çıktı. İnsanın bir yarısı ( orta ve alt bilinçdışı ) analiz edilirken, üstbilinçdışı ihmal edildi. Tıbbın tüm alanlarında bilim ağır hastalıklara çare buldu, insan ömrü uzadı ve bedensel açıdan hayatın kalitesi düzeldi, ama insan ruhu gittikçe kararmaya başladı, ruhun depresyonu (noojenik depresyon) toplumları bir veba gibi sardı. Son senelerde, özellikle hümanistik/insancıl, psikosentez ve benötesi psikolojilerinin devreye girmesiyle bu konuda bazı olumlu adımlar atıldı ama halâ bazı kesimlerde din/maneviyat ve psikoloji/psikiatri düşman kardeşler durumunda. Fakat bu durum alttan gelen baskı ile değişeceğe benziyor. Belki de artan metafizik gerilimin etkisiyle insanlar artık, aşkınlık boyutu olmayan, insanı olduğundan çok aşağılara indirgeyen bir ruhbilim istemiyorlar. İnsanın aslında kim olduğunu unutması, davranış ve varoluş ahlâkını yitirmesi sadece ruhu karartmıyor, küresel boyutta bir ekolojik kirlenmeyi de beraberinde getiriyor. Önümüzde kendi eserimiz olarak duran ekolojik felâket ne denli göz ardı etsek de başımızın üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

Evet bu eser bizim eserimiz, kirlenen ırmaklar, denizler, can çekişerek ölen balıklar, yavrularımızın soluduğu kirli hava, yok ettiğimiz ozon tabakası ve mor ötesi ışınlarla kör olan kuşlar, sera etkisiyle ısınan atmosfer, seller, çölleşmeler hepsi bizim eserimiz, muhteşem ve korkunç insanoğlunun eseri. Ama aynı korkunç insan ruhunun derinliklerinde, ta ezelden beri tüm bilgeliği ve olabilecek tüm güzellikleri de taşıyor. Evet bu denli vahşi, yok edici ve bu denli yaratıcı ve bilge insan her insanda beraberce varoluyor. İşte yukarıda sözünü ettiğim metafizik gerilim -, gölge varlık iken aslına rücu etmek isteyen, yeniden doğmak isteyen insanın gerilimi. Hiç şüphe yok ki yukarıda tasvir ettiğim felâket tablosunu oluşturmakta modern ruhbilim de bir rol oynuyor. Gölgesini analiz etmekten insanın aslını unutan ruhu gerektiği gibi tanıyamayan ruhbilim.

Ama insanın aslının karanlık ve kötü olduğu, insanın sadece bu dünyada var olup sonra bir sabun köpüğü gibi patlayıp yok olacağı, içinde yaşadığımız güncel bilincin var olabilecek en üst düzey bilinç durumu olduğu gibi bazı bilimötesi ( pseudoscientific ) dar görüşlü spekülasyonlara insanlar artık inanmıyorlar. Batı dünyasından bazı verileri sizlere aşağıda sunuyorum.
Öncelikle din ve maneviyat konularına duyulan ilginin arttığını müşahade ediyoruz. APA ( American Psychological Association ) bir araştırmasına göre Amerikalı psikologlar, muhattablarının kişisel yaşantılarını % 60 oranında dini terimlerle dile getirdiklerini müşahade ediyorlar. Ve yine bu araştırmaya göre her rahatsız altı kişiden biri dolaysız olarak maneviyat veya din ile ilgili konulara temas ediyor. Yine başka bir araştırmacı psikoterapi süreci esnasında kişilerin % 72 sinin terapinin herhangi bir zamanında manevi veya dinsel konular üzerine eğildiklerini izliyor. (2) Bu araştırma ve D.Lukoff ve arkadaşlarının temas ettikleri diğer çalışmalar psikoterapinin insanın manevi ve dinsel arayışlarından kesin bir sınır ile ayrılamayacağını gösteriyor. Ayrıca batı dünyasında son senelerde yapılan tüm araştırmalar, hakim din kurumlarının ( Katolisizm, Protestantizm, Musevilik ) güçlerinin, güveninirliğinin ve liderlerine olan saygının belirgin bir şekilde azalmasına rağmen (3), insanların kurumsal din/kilise dışında manevi arayışlarında belirgin bir artma gözlemleniyor. Amerika’da ki bu süreci benim kişisel tecrübelerimin de teyid ettiği gibi Avrupa’da da izliyoruz.

Bu anlatılanlardan çıkan sonuç ruh sağlığı uzmanının gittikçe artan oranlarda terapi ortamında manevi sorunlarla da muhattab olacağıdır. Mesela varoluşcu terapi uygulayan terapistin, ölüm, anlam, hürriyet, yalnızlık gibi – son soruları cevaplama çalışmasında din sınırına yaklaşmaması ve hatta o sınırı zorlamaması mümkün değil. Ya Sartre gibi insan sonsuzluk deryasının üstünde yüzen bir sinektir, batmamak için kanatlarını çırpmaya mecburdur , kaostan geldik kaosa geri döneceğiz diyeceğiz. Ya da dini bir inanca sahip isek, insan Rahman ve Rahim olan yüce Yaratan’ın modeli üzerine yaratılmıştır, aslı sevgidir, sevgiden gelir, sınavı geçerse sevgiye geri döner mesajını vereceğiz. Bir üçüncü yanıt ise bilmiyorum yanıtı olabilir, o zamanda arayış içindeki insanda bir bileni arama özgürlüğünü kullanır.

Terapistin din ve maneviyat konularında tutumu, eğitimi ve günümüz Türkiye’sinde yaşanan özel durum.

Peki gittikçe artan manevi sorunlarla karşılaşmaya biz terapistler ne denli hazırız ? Öncelikle psikiatri’nin maneviyat ve dine olumsuz bakışının nedenlerine kısaca bir göz atalım. Freud din kurumlarını evrensel obsessiv nöroz diye tanımlamış ve insanların dini arayışlarını ilkel narsisiszme gerileme diye yargılamıştı. Erken dürtü teorileri “, dini arayışları, cinsel arzuların bastırılması ile eşdeğerli görmüş ve bu nedenle nesiller boyu psikoanalistler dini suçluluk/bağımlılık duygularının kaynağı olarak telakki etmişlerdi. Bu nedenle bugün hala genç psikolog ve psikiatristler eğitim ve araştırmalarında maneviyat ve dini konularla ilgili bir tür rahatsızlık duyar, bu konularla ilgilenmenin kariyerlerini olumsuz etkileyeceğine inanırlar. Tüm bu nedenlerle psikiatri camiası halâ bir biyopsikososyal-spritüel modeli yerine oturtamamıştır. ( 4 ) Fakat ruhbilimdeki bu tutum ile halkın genel tutumu arasında çok belirgin bir çelişki var. 1996 Gallup araştırmasına göre Amerikalıların % 96 sı Allah’a inanırken bu oran psikiatristlerde % 21, psikologlarda % 28 çıkmıştır. Geriye kalan ruhbilimciler ya ateist ya da agnostiktir. Bir başka araştırmada amerikalıların % 72 si benim hayata tüm yaklaşımım dinimin temelleri üstüne oturur derken psikiatristlerin sadece % 39 u ve psikologların % 33 ü dinim hayatımın en önemli etkenidir önerisini benimsemiştir. (5)
Bu araştırmalardan çıkan sonuç insanların ruhlarını teslim ettikleri bazı ruhbilimcilerin, amerikan toplumunda, aslında çok temel ve hayati öneme haiz olması gereken bir konuda, tedavi etmeye çalıştıkları bu insanlara yabancı olduklarıdır. Bu durumun Avrupa’da ve Türkiye’de pek değişik olduğunu sanmıyorum.

Yukarıda sözünü ettiğim manevi konularla ilgili rahatsızlık ABD’de araştırılmış ve APA ( American Psychologic Association ) tarafından ülke genelinde yapılan bir çalışma psikologların % 85 nin eğitimleri esnasında çok ender veya hiçbir zaman manevi ve dini konularla ilgilendiğini göstermiştir. Halbuki APAnın Psikologlar için etik prensipler ve davranış kodu ( Amer. Psychological Association 1992 ) genelgesinde, psikologların değerlendirme ve terapide sosyo-kültürel olguları etik açıdan bilmeleri gerekliliğini söylüyor. Bu eğitim eksikliği Lukoff’a göre psikolog ve psikiatristler için manevi yaşantılar arasında yanlış teşhis koymaktan, karşı aktarım sorunlarına kadar bir dizi ağır yanlışlar, yani cehalet derecesine varan mesleki hatalar ( ignorance ), getiriyor. (6) Bu nedenle ABD’de psikiatristlerin uzmanlık eğitimine dini ve manevi konularda da eğitim görme 1995 yılında yayınlanan bir genelge ile eklenmiş. ( Special Requirements for Residency Training in Psychiatry 1995 ) Larson, Lu ve Swyers tarafından hazırlanan bir uzmanlık eğitim programı modeli maneviyat ile ilgili şu konuları da ihtiva ediyor. (7)

· ruh sağlığı ve din ilişkisi
· mülâkat ve değerlendirme yetenekleri
· insan gelişiminde din ve maneviyat
· din adamları ile teşriki mesâi
· konsültasyon/liezon ortamında çalışma
· Allah(cc) tasvirleri ile çalışma
· karismatik dini yaşantılarla tanışma
· tarikatler konusunda bilgilenme
· hanımların tedavisinde manevi ve dini unsurlar
· madde bağımlılığı
· taciz olayları

Bu ortamda 1999 yılında ulusal sağlık araştırma enstitüsü (National Institute for Healthcare Research) John Templeton maneviyat ve tıp vakfını kuruyor ve bu vakıf psikiatrik uzmanlık eğitimi programlarını ödüllendiriyor. 2001 de 16 eğitim programı bu ödüle lâyık görülüyor. Uzmanlık eğitiminin yanısıra ABD de ki tıp fakültelerinin % 33 de bugün maneviyat ve din üzerine dersler veriliyor.

Evet yukarıda gördüğümüz gibi Amerika da tıp/ruhbilim ve maneviyat/din arasında bu yeniden buluşma, barışma süreci sürerken bizde neler oluyor biz göz atalım. Öncelikle birkaç sene önce bir sosyalpsikiatri kongresinde yaşadığım traji-komik bir olayı sizlere iletmek istiyorum.

Birkaç psikiatrist ve psikolog Alman meslekdaşımızla seminer çalışması yapıyorduk. Bir hanım psikolog aşağıda ki vakayı sundu : Efendim, 17 Ağustos depreminden sonra bu psikoloğun bir hanım hastası İslam dinini bilfiil yaşamaya karar vermiş ve örtünmüştü… Alman meslekdaşımıza yöneltilen soru bu kadının nasıl kurtulacağı konusuydu ! Alman mubareğinin yüzünde oluşan ifadeyi size anlatamam, adamcağız şaşkın fakat bu traji-komik durumu geç de olsa kavramış bir halde genel olarak birşeyler geveledi ve bir başka vakaya geçti.

ABD de yukarıda arz etmeğe çalıştığım gelişmeler olurken biz nerelerdeyiz ! Gelin bu olaya değişik açılardan bir bakalım. Mesela olayı ters yüz edelim ve İslâmı hayat tarzı olarak benimsemiş bir ruhbilimcinin bir başka sosyalpsikiatri kongresinde İslâmı yaşamayan bir hanımı nasıl kendi inancına göre yaşamaya, mesela örtünmeye yönlendirebileceğini vaka olarak sunduğunu tahayyül edelim ! Ne gürültü kopardı değil mi ? Bu örnekte psikolog hanım derinliğine vakıf olmadığı bir konuda kompetansını aşarak, bilimselliğin arkasına sığınarak, kendi öznel dünya görüşünü, karşı aktarım yoluyla hastasına empoze etmeye çalışıyor. Ve bu tutumunu o kadar doğal görüyor ki, bir psikiatri kongresinde vaka olarak sunmaya bile cesaret ediyor ve tabii bu arada bizi yabancılar karşısında rezil-i rüsva ediyor. O Alman ruhbilimcinin bizden öğrendikeri ile, kendi ülkesinde örneğin, rahibe olmak isteyen genç bir hanımı benzer bir grupta vaka olarak sunduğunu düşünün, herhalde meslekdaşları ona bir uzaylıya baktıkları gibi bakarlardı!

Bir başka örnek daha vereyim. Bundan bir süre önce muhafazakâr hayat tarzı sürdüren bir arkadaşımın ergenlik çağındaki kızı rahatsızlandı ve benden bulundukları şehirde bir psikiatrist ismi istediler. Bendeniz de tanıdığım en değerli meslekdaşımı tavsiye ettim. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra arkadaşımla karşılaştım ve nasıl gidiyor diye sordum. Yahu güzel ama bu muhterem bizim kıza acaip şeyler söylüyor diye bir cevap aldım. Kızcağız esrar almak istediğini söylemiş bizim mubarek de niye olmasın demiş ! Meslekdaşımla karşılaşıp bu konuyu konuşamadım ve olmamış olmasını ümid ederim fakat hepimizin bildiği gibi ruhbilim camiasında, çağdaşlık, modernlik, -uygarlık- vs… adına batının – niçin olmasın/why not felsefesini benimseyen birçok ruhbilimci var.

İşte bu meslekdaşlarım ile Türk halkının büyük çoğunluğunu oluşturan, İslâmi değerlerine bağlı muhafazakâr sessiz çoğunluk arasında dünya görüşü ve varoluş tarzı açısından büyük bir uçurum var, başka dünyalarda yaşıyorlar. Bu çağdaş, çok bilmiş, kendi öz değerlerinden kopmuş ve bu öz değerlerini küçük gören sözde entelektüel azınlık aynı zamanda kendi halkını da çağdışı, gerici, bağnaz ve hatta – bu mubarekler bazen açık açık söylüyorlar – aptal görüyor! Son senelerde İslâm dinine karşı bazı çevrelerce başlatılan topyekun mücadeleden cesaret alarak, saygısızca, küstahça, fütuhsuzca din düşmanlığı yapıyorlar, yüce Allah’ın yapma dediklerinin tam tersini teşvik ediyorlar. Şimdi fecaat boyutlarına varan bu ahlâki yozlaşma çerçevesinde bizim ruhbilimciler olarak sorumluluğumuzu bir kez daha düşünün.

Mesela genç bir hanım veya delikanlı, ruhunu size teslim etmiş ve yardım bekliyor. Ben filancadan hoşlanıyorum onunla yatayım mı dediği zaman, – niçin olmasın – dersek İslâmi değerlere göre onu büyük bir günaha teşvik etmiş oluruz, onun değerler sistemini alt üst ederiz, ailesi ile arasında aşılmaz bir uçurum oluşturmuş oluruz, psikohijyenini kirletiriz, uzun vadede faydadan çok zararımız olur. Hem promiskiüte / evlilik dışı çok eşliliğin insana fayda verdiğini nereden biliyoruz ? Bu örnekleri alkol, uyuşturucu tüketimi, eşcinsellik, çocuk eğitimi, aile içi ilişkiler, giyim kuşam ve diğer benzer konularda çoğaltabiliriz.

Evet maalesef tahminlerime ve duyumlarıma göre camiamızda dine karşı husumetin bir kamuflajı olan basit sekülarizmden başlayarak açık din düşmanlığına kadar giden bu tutum münferit olaylar ile sınırlanamayacak kadar yaygın. İslamı hayat tarzı olarak Kur’an öğretisi ışığında yaşamak isteyen birçok insan, dinî, manevi ve meslek ahlâkı konularında yeterince eğitilmemiş ruhbilimcilerin elinde potansiyel birer kurban durumunda. Bu tutumda olmayan tüm meslekdaşlarımı tenzih ederim.

İşte bu tehlikeyi bilfiil yaşadıkları ve aşmak istedikleri için Amerikalılar kendisi inansa da inanmasa da ruhbilimcilerin manevi/dinî eğitimine bu denli önem veriyorlar. Ruhbilimci kendisi inanmasa da inananların görüşünü, ahlaki açıdan varoluş tarzını bilmek ve bilmenin de ötesinde bu görüşe saygılı olmak zorunda.

Sorun bizim ateist, agnostik, din veya İslâm karşıtı olma hürriyetimiz değil, sorun bizim bulunduğumuz yüksek konumdan bu görüşleri, sanki herkesin kabul etmesi gereken evrensel değerlermiş gibi diğer insanlara empoze etme isteğimiz. Bu davranış, bırakın tıbbi meslek ahlâkı ile bağdaşmayı, onun da ötesinde, potansiyel bir insan hakları ihlâlidir. Eğer tek tip insan yaratmak isteyen mubareklerin oyununa katılırsak, eski Sovyet rejimindeki psikiatristlere benzeriz!

Terapist ile muhatabı arasındaki ilişkinin bir başka yönü ise, terapide oluşan metakomünikativ düzeydir. (satırlar arasında oluşan iletişim : beden dili, ses tonu, bakış, giyim/kuşam, kelime seçimi ve vurgulaması, konu seçimi veya konu değiştirme, terapi ortamının dekoru) Ama yukarıda sıraladığım metakomünikativ karşılıklı etkilenme faktörlerinin dışında bir de terapist ile karşısındaki insan arasında – gönülden gönüle bir tür telepatik ilişki oluşabilir.

Mesela bilindiği gibi kişi terapistine göre rüya getirir! Freud’cu analiste getirilen rüyalar Freud’ün görüşlerine daha yatkınken, Jung’cu terapist arketip ağırlıklı rüyalar ile karşılaşabilir. Sanki yoğun bir eşduyumun yaşandığında, terapide karşılaşan iki insan (encounter / Begegnung philosophy), kendi varoluş alanlarını terk etmiş ve bir bizlik/ Wirheit ( Heidegger ) alanında buluşmuşlardır. İşte bu bizlik alanında gönülden gönüle birşeyler akar, bir tür birlik oluşur. Bu konuya girmemin nedeni, eşduyum ilişkisinde iki insan arasında sözlü iletişimin ötesinde bir şeyler oluştuğudur. Yani inancı olmayan bir terapist istediği kadar bu konuya uzak dursun yine de konunun içindedir ve aynı süreç İslâmı bilfiil yaşayan bir terapist için de geçerlidir. Ateist satırlar arasında bal gibi ateizm propagandası yaparken, Müslümanda Allah’ın son dinini tebliğ etmeye çalışır. Öyleyse ben terapilerimde bu konulara girmiyorum, din benim alanım değil demek, metakomünikatif düzeyde mesaj zaten verildiği için, pek gerçekci değildir. Tecrübeli terapistlerin bildikleri gibi, terapi sonunda terapist ile muhattabı arasında çoğu kez dünya görüşü açısından bir tür senkronizasyon oluşur.

Peki terapistin tutumu konusunda olması gereken nedir diye sorarsak, aşağıda bazı görüşlerimi sunuyorum.

· Psikiatrist ve psikologların eğitiminde ABD’de olduğu gibi maneviyat ve din konularının ciddi bir şekilde yer alması gerekiyor. Bu konuda oluşturulacak bir görev/araştırma komisyonu, İlâhiyat Fakülteleri ile işbirliği içinde, oluşturacağı tavsiye ve önerilerini gerekli bakanlıklara sunabilir. Bu eğitimin amaçları yukarıda belirttiğim gibi terapistin sınırlarını bilmesi, dindar insanlara karşı saygılı bir eşduyum geliştirmesi ve bu nedenlerle terapisinin etkinliğini ve kalitesini yükseltmek olmalıdır.

· Batı dünyasında olduğu gibi, bizde de insan ruhunu teslim edeceği kişinin, dünya görüşlerini ve maneviyata yaklaşımını önceden bilme hakkına sahip olmalıdır. Batıda bu sorun mesela Katolik, Musevi, Budist psikiatristler birlikleri oluşturulmakla çözülmüş. Internet sitelerinden mesela – catholic.therapists.com – a girildiğinde ABD de ki Katolik psikiatristler karşınıza çıkar. Tabii ki New York’lu bir dindar Musevi, katolik bir psikiatriste gitmek istemiyebilir.

Çünkü sonuçta o kişiye ruhunu teslim edecektir! Peki dindar bir Müslüman niye bir ateist veya agnostik terapiste gitsin ? Nitekim bizde de İslâmı ciddiye alıp, bilfiil yaşayan bir insanın ateist, agnostik dininin temel buyrukları üzerine çelişkili ve hatta karşıt görüşler taşıyan bir ruhbilimciye gitmek isteyeceğini sanmıyorum. İslâm sadece kâğıt üzerinde yaşanan bir din değildir, inanç güncel hayatta her alanda uygulanan bir ahlâki davranışlar bütünü ile beraber gider. Bu muhtevada bir internet sitesinde, örneğin bir psikoterapist arıyorum başlığı altında ruhbilimcinin eğitimi, kullandığı terapi metodları, dine ve maneviyata yaklaşımı kısa ve öz bir şekilde belirtilebilinir. Böylece yardım arayan kişi özgürce kendi dünya görüşüne uygun terapisti seçebilir ve terapi esnasında kötü sürprizler yaşamaz. Gerçek çağdaşlık ve insan haklarına saygı da budur.

· Ama herşeyden önemlisi ruhbilimcinin yardım arayan insan karşısındaki tutumudur. Daha ilk seansta terapist, ilk araştırmasını yaptıktan sonra, muhattabına kendisini tanıtmalı, kullanacağı metodları açıklamalı ve bu tanıtma esnasında maneviyat ve din konusundaki görüşlerini de açıklamalıdır. Bu dürüst tutum bir ayrıntı değil, ilk terapi oturumunun olmazsa olmaz kuralı olmalıdır. Terapist kendi görüşü ne olursa olsun, muhattabının manevi yönüne ve dinî varoluş tarzına saygı ile yaklaşmalıdır. Eğer tarafsız kalamayacağını seziyorsa, ben sizin için uygun terapist değilim diyebilmeli ve bu konuda daha verimli olabilecek bir meslekdaşına kişiyi yönlendirmelidir.

Aynı tarzda dindar bir terapist de kendisini din ve maneviyat görüşleri açısından tanıtmalı ve eğer terapi sürecinde dini ve/veya tasavvufi konularla da çalışacaksa bu tutumunu önceden açıklamalıdır. Almanya’da psikolog olarak çalışan bir Alman psikolog, Müslüman arkadaşım terapilerinde, tevekkül, teslimiyet, rıza, esma analizi, kabz/bast gibi Kur’an i kavramları da uygulamakta. Sanırım İslâmi Psikoterapi ileriki yıllarda terapi zenginliğine yepyeni boyutlar katabilecek bir araştırma ve eğitim alanı olacak. ( Yukarıda belirttiğim gibi hristiyan/katolik, musevi, budist psikoterapi ekolleri halen dünyada uygulanmakta )

Dindar ruhbilimcinin tatbik edebileceği bir başka tutum ise, yine kendisini tanıttıktan sonra, öncelikle diyalog kurduğu insanın din/maneviyat dışı varoluşuna konsantre olması ve baştan dinî konulara mümkün olduğunca az temas etmesi, kişinin din konusunda yapabileceği aktarımı, uygun bir aktarım analizi ile, muhattabına yansıtması olabilir. (Kişi terapistini idealize ederek onunla özdezleşmek isteyebilir, onun dini, manevi kişiliğine özenebilir ama bu tür bir dine dönüş, – aktarım hidayeti! – bazen sabun köpüğü gibi geçici olabilir!) Tüm terapi süreci boyunca sadece dinî konular çerçevesinde hareket etmek, alt ve orta bilinçdışı alanlarının analizini olumsuz etkileyebilir (lütfen bu sitede – benötesi psikolojisi ve diğer ekoller – bahsinde ki Assagioli yumurtası şemasına bir göz atın), arkada feth edilmemiş kaleler bırakıldığı için, manevi gelişme de sağlıksız olabilir.

Çevremizde bazen müşahade ettiğimiz, öfke, nefret dolu, hoşgörüsüz, ilâhi sevgiyi kavramamış sözde dindar insanların sorunu işte bu geride bırakılan, yani bilinçdışında çözülmemiş kalan karmaşa alanlarıdır. Din uygulaması bazen kompleksler için bir pseudo-süblimasyon işlevi de görebilir! Bu durumda kişi kendisi gibi var olmayan insanlardan nefret eder, çevresini hep eleştirir, seçici dikkati ( selective attention ) hep olumsuzluklara odaklaşır ve bu şekilde kendi bilinçdışındaki kabul görmeyen dürtüler dış dünyaya yansıtılarak geçici bir rahatlama yaşanır. Ama bu tür bir yansıtma gerçek İslâm’a ve peygamber ahlâkına tamamen ters düşer. Dindar terapist terapi stratejisi çerçevesinde, uygun bir zamanda, terapi aynasında muhattabına bu hırçın, hoşgörüsüz, asosyal, bağnaz, alt-kişiliği ( subpersonality ) yansıtarak hem kişinin dinini kemâle erdirebilmesi ( kemâl = olgunluk ) için yardımcı olur ve hemde yeni kişilik boyutlarının yaşanmasına yol açar. Eğer dinini tanımayan bir terapist bu girişimde bulunursa, evet belki o hırçın çocuk sahneyi terk eder ama bu sefer sırada bekleyen diğer mubarekler sahneye çıkarlar. (Bağnazca da olsa iyi kötü dinini yaşamaya, dürtülerini kontrol etmeğe çalışan insan gemi azıya almış bir beygire dönüşebilir!)

Bazen dindar terapistin dinî konularda girişimi, kişinin varoluş ekoloji / psikohijyeni kirlenmeye yüz tutduğunda da önemli olabilir. Meselâ dinin tasvib etmediği veya yasakladığı bir davranışa yönelme olduğunda, terapist kibarca bu davranış dinî görüşlerinize uygun mu? diye bir soru yöneltebilir. Özellikle ahlâki çöküntünün had safhaya ulaştığı, aile biriminin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu şu günlerde dininin temel koruyucu ilkeleri konusunda bilinçli bir terapist, bazen hayat bile kurtarabilir.

Bazen de kişinin sürdürdüğü hayat tarzı dindar bir terapiste işin başından beri çok ters gelebilir ve burada da karşı aktarım oluşabilir. Bu durumda dindar terapist de kişiye kendi görüşlerini belirttikten sonra, bu ilişkinin sorumluluğunu taşıyamayacağını söylemeli ve kişiyi daha uygun birisine yönlendirmelidir.

Tabii ki tüm bu süreçler esnasında terapistlerin tecrübeli, basit ikilemleri aşmış, bilge bir üst-görüş konumuna varmış süpervizörler tarafından süpervize edilmeleri ideal durum olurdu. Tüm bu anlatılanların müşterek ortaklığı, bilimsel titizlik, insana saygı ve dürüstlük olmalıdır.
Elitist bir azınlığın bizim doğrumuz tek doğrudur diye direttiği ve bu doğru yu insan haklarını çiğnemeyi de göze alarak zorla empoze etmeğe çalıştığı günümüz Türkiye’sinde yukarıda önerdiklerim ilk bakışta pek uygulanabilir gelmeyebilir. Ama çağı olumlu anlamda yakalayabilmemizin başka yolu da yok, temel insan haklarına saygı kanımca önce biz ruhbilimcilerden başlamalıdır. Bu ciddiye alma ve saygının sonucu olarak da halkımızın manevi dünyası üzerine araştırılmaların başlatılması olmalıdır. Eğer bu araştırmalar islâmı yaşamayan, ateist, agnostik veya açıkca İslâm düşmanı insanlar tarafından yapılırlarsa, sonuçların ne denli sağlıklı olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Çözüm inananın da, inanmayanın da bilimsel bir dürüstlük ve titizlikle bu çalışmaları yapmaları ve sonuçları medenice tartışmalarında olabilir. Mümkün araştırma alanları aşağıda temas ettiklerim olabilir.

Mesela hepimizin bildiği gibi ülkemizde yüzbinlerce insan metodik bir tasavvuf eğitiminden geçiyor, tabii ki burada seyr-i sülûktan söz ediyorum. Bu insanlar hangi halleri yaşıyorlar, hayatlarında hangi kalıcı değişiklikler oluşuyor, zaman içersinde hangi evrelerden geçiyorlar ? Bu gerçek araştırılmıyor, görmemezlikten geliniyor ve sonuç olarak da biz ruhbilimciler tasavvuf dinamiğinden, bu oluşumun toplum üzerinde meydana çıkardığı büyük tesirden bihaber bir şekilde ruhbilim yapıyoruz. Kendi öz halkının büyük bir kısmının duygularına yabancılaşmış, anlaşılmaz bir jargon kullanan, ne batının titiz bilimselliğine sahip ne de doğunun bilgeliğinden nasibini almış, içine kapalı bir topluluk haline dönüşüyoruz. Kendi halkının düşünce yapısına yabancılaşma o denli grotesk hale dönüşebiliyor ki bazen insan bu denli feraset eksikliği karşısında hayretlere düşüyor. Son günlerde yaşanan bir örneği aktarıyorum. İstanbul’da ögretim görevlisi saygın bir hanımefendi gençlik sorunları ile ilgili, halka açık konuşma yapıyor ve bu hanım konuşmasının bir bölümünde İslâmı yaşıyan gençlerde intihar olaylarının çok daha düşük olduğunu belirtiyor ama hemen arkasından sakın yanlış anlamayın ben inanmıyorum deme zarureti hissediyor! Sanki kendisine inancını soran varmış gibi hem kendi inanan halkı önünde dinsizlik propagandası yapıyor ve hemde bilimsel açıdan aczini itiraf ediyor. Eğer hakikaten intihar olayları İslâmı yaşayan insanlarda daha düşük oranlarda ise ki bu böyle, ciddi bilimsel yaklaşım, bunun nedenlerini derinliğine araştırmak olmazmıydı ? Kaldı ki sadece intihar girişiminde değil, alkol, uyuşturucu bağımlılığı, sosyal uyumsuzluk, duygulanım rahatsızlıkları, kişilik rahatsızlıkları gibi tüm bir patoloji yelpazesi, İslâmı yaşayan insanlarda daha seyrek görülüyor.

Oğlu Müslüman olmuş bir Amerikalı baba ile yapılan mülakatı kısaca aktarıyorum : Muhabir soruyor : oğlunuzun müslüman olması konusunda ne düşünüyorsunuz ? Baba Müslümanlıktan bile bihaber, muhabire soruyor, neydi o söylediğiniz şeyin adı, muhabir İslam diye tekrarlıyor. Evet, evet diyor baba, o adını söylediğiniz şeye takıldığından beri, oğlum içki içerdi, içkiyi bıraktı, esrar alırdı artık almıyor, önüne gelen kızla yatardı, şimdi evlendi, vurdu kırdı olaylara karışırdı artık uslandı, parasını kumarda harcardı artık tutumlu oldu ve ekliyor, o söylediğiniz şey olsa olsa bir hayat sigortası olmalı!

The thing you called Islam must be a life insurance …

Evet kabul etsek de etmesek de, kâğıt üzerinde değilde bilfiil yaşanan İslam, o mubarakler dine karşı olsalar da olmasalar da Türk halkının ve özellikle gençliğimizin hayat sigortası. İslâmı çökertirsek, atalarımızdan kalan manevi, ahlâki miras çok çabuk eriyip gider, büyük şehirlerimizin sokakları New York sokaklarına döner.

Ciddi olarak sosyo-psikolojik açıdan araştırılması gereken bir başka hadise, cemaatlere katılma nedenleri. Bu yeni sosyal ortamda ruhsağlığı açısından neler oluşuyor, meselâ bu manevi eğitim esnasında, psikosomatik rahatsızlıkların seyri nedir ? Yine bu konu ile ilgili ilginç bir örnek Japonya’dan. Japonya’da kronik bir mide hastalığından muzdarib bir iş adamı Morita terapisi sonunda sağlığına kavuştuğunda, hayatını Morita terapisini tanıtmaya adıyor ve bir vakıf kuruyor.

Evet muhterem meslekdaşlarım, heyecan veren yeni bir dönemin eşiğindeyiz, acı çeken insana olan yaklaşımımıza, kendi öz kültürümüzden esinlenerek yeni boyutlar katabiliriz. Belki de uçurumun kenarına gelmiş insanlığa, psikohijyenini arındırmak için yeni metodlar sunabiliriz, Japonlar yaptılarsa, biz tüm bu manevi zenginlik içersinde niçin geri kalalım ? Biz insan ruhu ile muhattab olma ayrıcalığına sahibiz, insanın en kutsal boyutu ile temas halindeyiz, bu ayrıcalık çok yüce bir sorumluluktur. Lütfen karşılaştığınız sözünü ettiğimiz vakaları bu sitede oluşturacağımız, olağanüstü manevi yaşantılar bölümünde yayınlayalım ve aramızda tartışalım. Burada sizden bir istirhamım olacak, vakaları anonim olarak yayınlayacak olmamıza rağmen, kişiden yine de izin alın, çünkü bu tip yaşantılar mahrem ve kutsaldır.

Rabbimiz hatalarımızı bağışlasın, sorumluluk bilincimizi (takva ) arttırsın, insan olmanın sırrına bizleri yaklaştırsın ve varoluş tarzı ne olursa olsun, acı çeken o insanın karşısında saygı ile durmayı nasîb eylesin.

KAYNAKLAR

1) Is analytical psychology a religion ? In statu nascendi.
Sonu Shamdasani, London.
Journal of Analytical Psychology, 1999, 44, 539-545
2) From Spritual Emergency to Spritual Problem :
The Transpersonal Roots of the New DSM-IV Category.
D.Lukoff, F.Lu, R.Turner
www.sonoma.edu/psychology/os2db/lukoffl.html
3) idem 2 Sayfa 16
4) Sprituality and Religion in Canadian Psychiatric Residency Training
A.D Grabovac, MD, S.Ganesan
Can J Psychiatry, Vol 48, No 3, April 2003
5) idem 4
6) idem 2
7) idem 4

http://www.benotesi.com/query.php?page= ... etay&id=22


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye