Endülüs: Cennet Gibi Bir ‘Vatan’ın Kaybedilişi
-Endülüs Deneyimi Anadolu’da Tekrarlanabilir mi?-
Dr. Hayati BİCEatahayati@gmail.com 22 Aralık 2011
Ankara’nın seçkin kültür odaklarından Kurtuba Kitap-Kahve tarafından gönderilen bir davet mesajı ile, Endülüs dostu Dr. Mehmet Sılay’ın oluşturduğu gruba dahil olarak 7-11 Aralık 2011 günlerinde İspanya’nın Endülüs topraklarında kültürel maksatlı bir gezi yaptım. Birkaç yazı ile Endülüs gezisi izlenimlerimi paylaşmak istedim.
Lise tarih kitaplarımdan Endülüs hakkında aklımda kalan, ilk Müslüman devletlerinden birisinin “Endülüs Emevi Devleti” olduğu idi. Daha sonra edindiğim bilgilerle, yaklaşık 800 yüzyıl müslümanların egemenliğinde kalmış olan Endülüs topraklarının nasıl kaybedildiğini bu bilgileri edindiğim günden bu yana merak ediyordum. Bu merakım, Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı D. Mehmed Doğan’ın Türkendülüsiye kitabı[1] ile Anadolu topraklarında da benzer bir geri çekilmenin söz konusu olabileceği konusunda emperyalist Haçlı zihniyetinin hesapları noktasında bir kaygıya dönüşmüştü.
İşte bu duygu ve düşünceler ile turistik bir gezi grubunda paylaşılması asla mümkün olmayan güzel anları paylaştığım yaklaşık 50 kişilik bir grup ile Endülüs yolculuğuna başladım. Yolculuğun başlangıçında havaalanında buluştuğumuz Dr. Mehmet Sılay’ın önceki Endülüs gezilerindeki izlenimlerini ve Endülüs tarihi hakkındaki derlemelerini içeren “Endülüs Çağırıyor” adlı kitabı da [2] yolculuğumuz süresince elimden düşmedi.
Endülüs gezisine başlamadan önce bilgilenmek için bu konuda çalışma yapan az sayıdaki değerli isimlerden Dr. Lütfi Şeyban tarafından Endülüs hakkında kaleme alınmış olan Reconquista (Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri) isimli eserini [3] okumuştum. Geziye hazırlık noktasında 2007 yılı sayılarından birisini “Yitik Medeniyet Endülüs” kapağı ile Endülüs’e ayıran Kültür dergisi de [4] çok faydalı oldu. Bu iki kaynaktan yararlanarak Endülüs ve Endülüs tarihi hakkında kısa da olsa bir bilgilendirmenin gerekli olduğunu biliyorum. (Sözün burasında Endülüs gezisi yazılarımda kullandığım tarihî bilgilerin, temelde bu kaynaklara dayandığını belirtmeliyim.)
Türkistan Üzerine Sohbet Ederek Endülüs’e Varış
Özel bir havayolu şirketinin uçağı Türkiye’den Endülüs’e giden üç ayrı gezi ekibini biraraya getirerek yaklaşık 4,5 saatlik bir uçuşla İspanya’nın Sevilla (İslâmî dönemde İşbiliyye) havaalanına indiğimizde -tevâfuken yan yana düştüğümüz- Ali Dadan ile yolboyu sürdürdüğümüz sohbeti henüz noktalamıştık. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi’nin Orta Asya’nın İslamlaşma dönemi hakkında doktora çalışması yapan Dadan, özellikle Orta Asya’nın İslamlaşma sürecinde ismi şiddetli tartışmalara konu olmuş olan Kuteybe ibn Müslim hakkında önemli bilgiler verdi. Ben de Türkistan’da yaşadığım süreçte edindiğim bilgi ve izlenimlerimi kendisi ile paylaştım.
“Endülüs” Denildiğinde Akla Gelenler
Türkçe söylenişi Endülüs olarak yaygınlaşmışsa da, Arapça’da “Endelüs” olarak yazılır. Batı dillerinde ise Al-Andalus, Andalus, Andalusia ve Andalucia olarak kaydedilir. Bugünkü İspanya’nın güneyindeki otonom bölge de Andalucia olarak adlandırılmıştır.
Endülüs Yarımadası olarak da adlandırılması mümkün olan bu yarımada üzerinde, Endülüs veya Endülüs Devleti teriminin kapsamında olarak bugün İspanya, Portekiz ve Güney Fransa bulunmaktaydı. Bugünkü İspanya’da Endülüs Özerk bölgesi olarak tanımlanan bölge 87,268 km²'lik yüzölçümü ile İspanya' nın % 17,84'ünü teşkil eder. Bölgede yaşayan insan sayısı 8.285.692 olup nüfus bakımından İspanya'nın en büyük özerk bölgesidir. Bölgedeki başlıca şehirler Almería, Cadiz, Cordoba (Kurtuba), Granada (Gırnata), Huelva, Jaén, Málaga ve bölgenin başkenti olan Sevilla (İşbiliyye)’dir.
Endülüs, ilk İslam fetihleri sürecinde Kuzey Afrika’yı fethedildikten sonra yapılan bir çıkartma ile kısa zamanda nerdeyse tamamını ele geçirdikleri İberya Yarımadası’nın müslümanlar tarafından benimsenen coğrafya ve devlet adıdır. Endülüs, kendine has coğrafî, siyasî, sosyal ve kültürel özellikleriyle İslam ve Avrupa tarihi içerisinde apayrı bir yeri ve önemi olan bir bölgedir. Yeryüzündeki üç büyük semavî din mensubu toplulukların, aynı çatı altında bir arada yaşamalarından meydana gelen ortak bir kültür bölgesidir. Burası, Doğu-Batı mücâdelesinin Haçlı Seferlerine dönüşmesinin düşünce kaynağı ve Haçlı Seferlerinin ilk cephesi olmuş, Avrupa Hıristiyanlarının neredeyse topyekûn birleşerek gerçekleştirdikleri Haçlı saldırıları karşısında yüzyıllarca ayakta kalmayı başarmış bir Müslüman devletidir.
İlk Fetihler ve Endülüs Devleti’nin Kuruluşu
Müslümanlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlayan devletleşme sürecini kısa sürede bir dünya devleti olma yolunda ilerleyerek sürdürmüşlerdi. Cihad farzını yerine getirirken başlayan fetih hareketleri sonucunda Irak, İran, Suriye, Filistin ve Mısır daha ilk iki halîfe Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer zamanında (632-644) İslâm ile tanışmıştı.
Fetih süreci ilk yüzyıl boyu hızlanarak sürdü ve sırasıyla Trablusgarb (647), Kıbrıs (649, 653), Hind sınırına kadar olan bölge (650-652) ve Rodos Adası (653) fethedildi. Sicilya çıkarması (668); Kuzey batı Afrika'nın Ukbe b. Nâfi tarafından fethi ve Kayrevan'ın kurulması (670), komutan Hassân b. Nu'mân tarafından Kuzey Afrika'nın yeniden fethi ve Tunus şehrinin kurulması (698), Kuzey batı Afrika'nın Emevi halîfesi Abdülmelik b. Mervân zamanında Musâ bin Nusayr tarafından tam bir vilâyet olarak İslam devletine bağlanması (705) sağlanmış ve Müslümanların Tarîf b. Mâlik ile ilk İspanya çıkarması (710) bu sürecin önemli dönüm noktalarıdır.
İspanya ya da İberya Yarımadası'nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkîl eder. Emevîler'in Kuzey Afrika Vâlisi Musâ b. Nusayr'ın, Halîfe Velîd b. Abdülmelik'ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya'nın Güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamış oldu. Musâ bin Nusayr, Tarîf'e (Cezîretü Tarîf, Tarifa, Isla de la Palomas) yapılan bu küçük çıkarmadan olumlu sonuç alınınca fetih hazırlıklarını yaptı ve İspanya'yı fethe yolladığı, Berberî âzâtlısı Târık b. Ziyad komutasındaki 7000 asker gücüne sâhip ordu, 27 Nisan 711 günkü tarihî çıkartma ile dört yıl sürecek fetih sürecini başlattı.
Bu sırada İspanya'da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle nerdeyse gücünü yitirmiş durumdaydı. Emevi ordusu kolaylıkla İspanya'ya geçti. Vizigotlar ile arası bozuk olan Kuzey Afrika kıyılarındaki Sebte Vâlisi Julianos'un özellikle çıkartmada kullanılacak gemilerin temini noktasındaki yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.
20 yıl kadar kısa bir sürede İspanya'nın büyük kısmını, bugünkü Portekiz de dahil olmak üzere fetheden müslümanlar, ilerlemelerini sürdürerek Pirene Dağları'nı aştılar, bugünkü Fransız topraklarına girdiler. Frank ordusuyla Poitiers (Puvatya) denilen yerde yapılan savaşta (732) her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Müslümanlar geri çekildiler. Büyük kayıplar veren Franklar da geri çekilen müslümanları izleyemedi. Poitiers (Puvatya) Savaşı, İslam ve Avrupa tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. İslam orduları bu savaşta kesin bir zafer kazanabilselerdi, İslam Avrupa'da batı yönünden de fetihlerini sürdürebilecekti.
711 Yılında Târık b. Ziyad ile başlayan ve Emeviler’in Kuzey Afrika Eyaleti Valisi Musâ b. Nusayr’ın eliyle tamamlanan İspanya’nın fethi ile, 711 Yılından 1492’ye kadar 781 yıl yaşayan Endülüs İslam Devleti, değişik siyasi devrelerden geçerek ömrünü tamamlamıştır: 1. Fetih ve Valiler Dönemi (27 Nisan 711-756), 2. Endülüs Emevileri Dönemi (756-1031), 3. Mülükü’t-Tavaif Dünemi (Beylikler, 1031-1090), 4. Endülüs’te Murabıtlar Dönemi (1090-1147), 5. Endülüs’te Muvahhidler Dönemi (1150-1238), 6. Garnata’da (veya Gırnata, Granada) Nasrîler Dönemi (1238-1492).
Siyasi hayatı 711 ile 1492 yılları arasını kapsayan Endülüs Devleti, farklı dillerdeki literatürde el-Endelüs el-İslâmiyye, İsbanya el-İslâmiyye, Espana Musulmana ve Islamic Spain olarak adlandırılır.
Târık Bin Ziyad’ın Sadık Rüyası ve Tarihî Nutku
Endülüs adı anıldığında ismi ilk akla gelen kimdir denilse, yanıtın ‘Târık bin Ziyad’ olacağı kesindir. Endülüs gezimizin ilk durağı, iyi bir başlangıç olarak Târık bin Ziyad komutasındaki İslam ordularının çıkartma yaptığı sahiller ve ismini 710 yılında İslam fethine kapı aralayan keşif çıkartmasını yapan Tarîf b. Mâlik’ten alan Tarifa kasabası oldu.
Vali Musâ bin Nusayr, Müslümanların müttefiki Septe kontunun emrine verdiği gemilerle yedi bin kişilik bir İslam ordusunu komutasına verip İber yarımadasına gönderdiği Berberi kökenli bir müslüman olan Târık bin Ziyad karakteri, azmi ve iradesiyle devlet içinde kendini kanıtlamış bir kahramandı. Emrindeki üçyüz Arap asker dışında, fetih ordusunun tamamı Kuzey Afrika kökenli yerli halk olan Berberilerden oluşuyordu.
İslam ordusu gemilerle Akdeniz’e açıldığı sırada yani İber yarımadasına doğru seyir halindeyken Târık bin Ziyad, geminin güvertesinde hafif bir uykuya daldı. Rüyasında Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’i gördü.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) yanında dört halifesi olduğu halde su üzerinde yürüyerek gemilerin yanı sıra karşı sahile birlikte geçiyorlardı. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidin (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) efendilerimiz (r.a.) de zırhlarını giymiş, kılıçlarını kuşanmış ve yaylarını germiş olarak savaşa hazır bir şekilde beraberinde bulunuyorlardı. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz, Târık Bin Ziyad’ın yanına yaklaştı; işaret parmağını doğrultarak O’na ismiyle seslendi: “Ey Târık, yoluna devam et! Maiyetindeki askerlere daima iyi davran ve gayrımüslimlerle yaptığın anlaşmalara sadık ol!” [5]
Bu rüyasını “fetih müjdesi” olarak algılayan Târık b. Ziyad İspanya kıyılarına yaklaştıkça düşman üzerine atılmak için kendisini tutamaz haldeydi. Tarifa olarak anılan kasabanın rüzgar enerjisi ile çalışan Avrupa’nın en gelişmiş rüzgar santrallarının elektrik tribünleri ile donatılmış tepelerinden, yemyeşil yamaçlardan Cebel-i Târık kayalığını, Cebel-i Târık boğazını seyrederken hep Târık bin Ziyad’ı düşündüm. (Bkz. FOTOGALERİ)
Etkili konuşan, güçlü bir hatip olan Târık, gemiler mücahidleri kıyıya indirir indirmez, -bazı yaygın ama zayıf olduğu tarihçilerin ortak kanaati olan anlatıya göre mücahidlerin boşalttığı gemileri yaktırıp [6] geri dönüş ümidi bırakmadığı- ordusunu bugün Târık kayası olarak bilinen sarp kayalık önünde topladı ve rüyasından aldığı manevi desteğinde ateşlemesi ile tarihe geçen nutkunu söylemişti:
“Ey insanlar!
Ey Mücahidler!
Kaçılacak yer neresi?
Arkanızda deniz, önünüzde düşman!
Sizin için sabır ve doğruluktan başka çare yok! Bilesiniz ki, siz bu adada oburlar sofrasındaki yetimlerden daha zayıfsınız!
Düşmanınız sizi ordusu ve silahlarıyla karşıladı. Erzâkı da bol. Sizin ise kılıçdan başka ağırlığınız, düşmanın elinden alacağınızdan başka yiyeceğiniz yok. Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse, kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da, halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü âkıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapın.
Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirerek zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki, ben sizi, kendimin selâmette olduğu bir meseleye karşı ikaz etmedim. Aynı şekilde, içinde satılan en ucuz mal insan canı olan bir planı, kendim bunun dışında kalarak da gerçekleştirmeye teşvik etmedim. Bilakis, işte en önce kendim başlıyorum.
Bilesiniz ki, daha zor olana azıcık sabrederseniz daha lezzetli olan refahtan daha uzun süre istifade edersiniz.. Biliniz ki, sizi çağırdığım şeye ilk uyan benim! Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyin. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.
Bu ülkenin inci-mercan içindeki uzun elbiselerini yerlerde sürüyen ve altın tellerle dokunmuş hülleler giyen Yunan kızlarıyla dolu olduğunu duymuşsunuzdur. Emîru’l-Mü’minîn Velid b. Abdülmelik, kahraman askerleri içinden sizleri seçti ve bu ülkenin krallarına damat olmanızı istedi. Çünkü, sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza, sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin Îlâ-yı Kelimetullah olduğuna, bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur.
Böylelikle, İslam'ı bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamını size bırakmaya söz vermiştir. Allah yardımcımız olsun! İki cihanda sizin bahadırlığınız hep hatırlanacaktır.
Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki, iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Roderik (Rodrigo) denilen azgına hücum edip inşâAllah onu öldüreceğim.
Siz de benimle birlikte saldırın!
Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem, sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itâat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten âciz değilsiniz. Eğer ona erişemeden ölürsem, benim bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine doğru yüklenin. Onu öldürerek bu ülkenin fethini tamamlayın. Çünkü düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.”
İşte bu tarihî nutkun söylediği kıyıları ziyaretimiz sırasında etrafta olta ile balık tutma derdinde birkaç İspanyol dışında bizim gezi grubumuzdan başka kimsecikler yoktu. Hava açık olduğu için karşıdaki Fas sahillerinde uzanan Atlas sıradağlarını seyrederken Târık Bin Ziyad’ın rüyasını ve askerlerinin en önünde gemiden kıyıya atlarken yaşadığı heyecanını hissetmek/hissettirmek isterdim. Elimden gelen sadece Îlâ-yı Kelimetullah için hayatlarını hiçe sayan 27 Nisan 711 gününün kahramanlarına 1400 yıl sonra bir Fatiha yollamak olabildi.
***
Tarık bin Ziyad’ın fetih ordularının çıkartma yaptığı kıyılarda dolaşırken aklım hep D. Mehmed Doğan’ın Türkendülüsiye kitabındaki bir uyarıda idi. Cebel-i Tarık ziyaretinden sonra gittiğimiz Endülüs’ün Marbella adlı sahil şehrinde Suud Hanedanı’ndan Salman bin Abdulaziz el-Suud’a tahsis edilen binlerce dönümlük arazide yapılan sarayın bölgeye getirdiği ekonomik faaliyet [7] sonucu “Marbella’ya Yağan Suud Krallığı Bereketi” hatırına yapımına izin verilen minareli camide kıldığımız namaz dahi bu uyarıyı unutmamı sağlayamadı:
“Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfür ülkesinde uşak!..
Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?”
(Sonraki Bölüm: Kurtuba Camii’nde Sergilenen Hıristiyan Saldırganlığı)
-------------------------------------------------
[1] Türkendülüsiye kitabının yazarı D. Mehmed Doğan’a Endülüs’ü görüp görmediğini sorduğumda aldığım yanıt beni şaşırttı: Türkendülüsiye kitabını yazarak Endülüs ile Türkiye arasındaki benzerlikleri göstererek –bence- çok önemli tesbitlerde ve tarihî uyarılarda bulunan D. Mehmed Doğan henüz Endülüs’ü görmemişti. Kendisine ortak dostumuz Mehmed Sılay’ın bir Endülüs gezisine mutlaka katılmasını tavsiye etmiştim, yaptığımız gezi sonrası bunun kendisi için farz-ı kifaye kadar önemli olduğunu tekrar hatırlatıyorum.
D. Mehmet Doğan, Türkendülüsiye 'Hilal Operasyonu', Kitabevi, İstanbul, 1998.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default ... a=97948156[2] Mehmet Sılay, Endülüs Çağırıyor, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2011.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default ... a=97948388[3] Lütfi Şeyban, Reconquista (Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri), İz Yayıncılık, İstanbul, 2003.
http://www.kitapyurdu.com/yayinevi/default.asp?id=81[4] “Yitik Medeniyet Endülüs”, Kültür Dergisi (Endülüs Özel Sayısı), Sonbahar-2007, İstanbul.
[5] Dr. Mehmet Sılay’ın ifadesine göre bu rüya, Ziya Paşa’ya izafe edilen, ancak Fransız yazar Viardot’un eseri olan “Endülüs Tarihi”nde yer almaktadır. Kitabın Türkçeye çevirisini Ethem Paşa başlatmış, kaldığı yerden Ziya Paşa tamamlamış ve Ziya Paşa'nın ölümünden sonra 1882 yılında basılabilmiştir.
[6] Tarık bin Ziyad’ın gemileri yaktırması rivayeti, yazılı kaynaklarda ilk kez müslümanların İspanya kıyılarına çıkartma yapmasından 300 yıl sonra kayda girdiğinden güvenilmez olarak kabul edilmektedir. “Gemileri yakmak” deyiminin yaygınlaştırdığı bu rivayeti, müslümanların cihad aşkını “ölüm korkusu”na bağlayan Batılı oryantalistlerin bir uydurması olarak kabul edenler de vardır. Bkz.: Balil `Abdul-Karim , “Did Tariq Ibn Ziyad burn his ships?”,
http://en.alukah.net/Thoughts_Knowledge/0/412/[7] Gezi esnasında günümüz İspanyası hakkında çok önemli bilgiler veren rehberimizin söylediğine göre Suud kraliyet ailesi bölgeye geldiğinde, malikânelerinin bulunduğu turistik Marbella şehrinde günlük ek ekonomik işlem 150.000 Euro’yu bulmaktadır ki bunun beşbin normal turistin harcamasına denk olduğu hesaplanmıştır. Suud ailesinin bölgeye geldiği tarihte şehrin hastanesinin bir katının kral ailesinin ihtiyaçları için kapatılması da, benim için ilginç bir bilgi oldu.
ENDÜLÜS FOTOGRAFLARININ TAMAMI BURADA:
http://www.flickr.com/photos/yesevi/set ... 428164233/