Sekr ve Sahv
Abdurrahman Candan
Altınoluk 2010 - Mayis, Sayı: 291, Sayfa: 040
Seyr u süluk yolundaki manevi lezzetler bazen saliki manevi sarhoşluk dediğimiz sekr haline sokabilmektedir. Özellikle Bâyezîd-i Bistâmi, Hallac-ı Mansur gibi sekr ehli tasavvuf büyükleri şatahat (Şeriata zıd görünen) sözleri ile daima tartışma konusu olmuşlardır. Acaba bu tür hallere Nakşîlik nasıl bakmaktadır? Bilindiği üzere Nakşîlik daha çok sahv haline yani manevi ayıklığa önem verir ve saliklerinden manevi cezbeleri hazmetmelerini ve bunları başkalarını rahatsız edecek şekilde dışarı yansıtmamalarını tavsiye eder. İmam Rabbanî 95. mektubunda bu konuyu detaylı şekilde ele alır. Bazı sûfîlerin sekr halindeki şatahatlarından örnekler vererek bunları değerlendirir. İmam’a göre hem sekr hem de sahv büyük bir manevi kemâlâtın göstergesidir. Bir farkla ki sekr halinin kaynağı velâyet, sahv halinin kaynağı ise nübüvvettir. Bu sebeple sahv hali sekr halinden daha üstündür. Zira her nebi aynı zamanda veli iken her veli bir nebi değildir:
Bilmek gerekir ki sekr halinde ortaya çıkan şeyler velâyet makamından bir parçadır. Hâlbuki sahv hali nübüvvet makamı ile ilgilidir, nebevî yolda gidenlerin büyükleri, peygamberelere tam olarak uydukları için onların sahvından pay alırlar.
Bistâmiyye denilen büyükler, sekrin sahvdan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Bunun için, şeyh Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.), Benim bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından daha yüksektir” demiştir. Kendi bayrağı velâyet bayrağıdır. Muhammed aleyhisselâmın bayrağı nübüvvet bayrağıdır. Velâyet bayrağı sekre dönük, Peygamberlik bayrağı ise sahva yönelik olduğu için o sekri üstün tutmuştur. Bu kabilden olarak bazı sufiler velilik nübüvvetten daha üstündür demişlerdir. Zira onlar velâyette teveccühün Hakk’a, nübüvvette ise teveccühün insanlardan yana olduğunu görmüşlerdir. Hakk’a karşı olanın, insanlara karşı olanlardan daha üstün olacağı açıktır. Bazı sufiler de, bu sözü çevirerek, ‘Bir Peygamberin velâyeti, kendi nübüvvetinden daha üstündür’ demişlerdir. Bu fakîre göre, bu sözlerin hepsi, doğru olmaktan çok uzaktır. (95. Mektup)
İmam Rabbanî’ye göre bu tür sözlerin yanlışlığı şuradadır ki her ne kadar nebilerin teveccühü halka yönelik olsa da bu yöneliş ancak onların zahirleri iledir. Peygamberlerin batınları daima Hakk ile beraberdir. Ancak gafillerin bütün yönelişi halkadır. Peygamberlerin halk ile beraber olması onları irşad içindir kendi nefsanî menfaatleri için değildir.
Peygamberler, bütün varlıkların en üstünleridir. Nimetlerin en üstünü onlara verilmiştir. Velâyet, nübüvvetin bir parçasıdır. Nübüvvet bir bütündür ve velâyeti içine alır. Bunun için nübüvvet, her velâyetten daha üstündür. İster Peygamberin velâyeti olsun, ister velînin velâyeti olsun! Bundan dolayı da, sahv sekrden daha üstün, daha kıymetlidir. Velâyet nübüvvetin içinde bulunduğu gibi, sekr de sahvın içindedir. Onun bir parçasıdır. (95. Mektup)
İmam’a göre nasıl ki nübüvvet velâyeti içine alıyorsa aynı şekilde sahv hali de sekri içine alır, yani bir insanın sahv halinde olması için her tür manevi cezbelere açık halde bulunması ama bunların altında kalmaması gerekir. Yoksa kalbi maneviyata soğuk insanların duygusuzluğunu sahv zannetmek bir hatadır. Bu durum bir sema halinde cezbeye kapılmayıp sükûnetini koruyan Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin bu durumuna teaccüb eden diğer şeyhlere “dağları duruyor görürsün ama onlar hareket halindedir” ayetini okuyarak cevap vermesine benzer.
Avamda bulunan sekrsiz sahv, sözümüzün dışındadır. Öyle sahvın üstün olduğunu söylemek, saçmalamak olur. İçinde sekr bulunan sahvın sekrden dahâ üstün olduğu meydândadır. (95. Mektup)
Başka bir deyişle İmam’a göre sekri olmayanın sahvı da makbul değildir. Yani hiçbir ilahi cezbeye ve tecelliye mazhar olmamış bir müridin sahv ehli olarak övünmesi boşunadır. İmam’a göre sahv halinin üstün olmasının en önemli sebebi şer’i bilgilerin tümünün nübüvvet yani sahv mertebesinden bize gelmiş olmasındandır. Bunun dışında bazı sufilerden sekr halinde ilhami bazı bilgiler zuhur etmiş ise bu onların kendilerini ilgilendirir. Bu tür sufiler gerçekten sekr halinde iseler sözlerinde mazurdurlar, sorguya çekilmez ve muaheze edilmezler. Ama onların ilhamlarına uyanlar, yaptıklarından dolayı mazur görülemezler.
Nakşî büyükleri sekir halindeki tehlikeleri bildikleri için eğitim metotlarında bu tür halleri daha kolay ortaya çıkaran musiki veya cehri zikir gibi uygulamalara yer vermezler. Zira bu tür araçlarla elde edilen cezbeler kontrol edilmez ise saliki yanlış sözlere ve hatta şeriat dışı hallere götürebilir. Yoksa İmam Rabbanî maneviyat sarhoşluğuna kendisinin de tutulduğunu ama böyle zamanlarda sorulara cevap vermediğini belirtmektedir. Zaten o sahvın yani aygınlığın ancak sekr halini gerektirecek hallerden sonra görülürse makbul olduğunu söylemektedir. İmam’a göre Nakşîliğe sıddikiyye sıddiklik yolu denmesinin sebebi sadece silsilesinde Hz. Ebu Bekir’in (r.a) olmasından değil onların sahv halini muhafaza etmelerindendir. İmam şöyle der:
“Bâtınî marifetlerin şer’î bilgilerle, tam uygun olduğu makam, Sıddîklık makamıdır ki, velâyet derecelerinin en üstünüdür. Bu makamdaki marifetler, şeriattan kıl kadar ayrı olmaz. Sıddîklık makamı üstünde, yalnız nübüvvet makamı vardır. Peygambere vahy ile gönderilen ilimler, Sıddîklere ilham ile bildirilmektedir. Bu iki ilm arasındaki fark vahy ile ilham arasındaki fark kadardır. O hâlde, bunlar arasında nasıl bir zıtlık olabilir ki. Sıddîklik makamının altındaki makamların hepsinde az çok, sekr (manevi sarhoşluk ve dalgınlık) vardır. Sekrsiz olan, tam uyanıklık, yalnız Sıddîklik makamındadır. Peygamberlik ile Sıddîklik bilgileri arasında, ikinci bir fark da, vahyin şüphesiz kesin doğru olmasında yatar. İlham ise, zan iledir. Çünkü vahy melek ile gelir. Melek, ma’sûmdur, öyle yaratılmıştır ki, yanlışlık yapamaz. Her ne kadar ilhama mazhar olan kalp, âlem-i emirden olup, yüce bir mertebeye sahip ise de, akıl ve nefs ile birlikte bulunduğu için, (onların kötü tesiri ile) yanılabilir.” (41. Mektup)
Böylece İmam Rabbanî Nakşîliğin sekr ehline karşı tutumunu vuzuha kavuşturmuş, gerçek sekr ehlini hallerinde mazur görerek onlara ihtiram göstermiş ama uyulması gerekenlerin sahv ehli veliler olduğunu söyleyerek maneviyat yolunda dengeyi korumaya çalışmıştır. Bu durumda İmam Rabbanî’yi kendine örnek alanlar sekr ehli sufilere dil uzatmamalı ama onları taklitten de kaçmalıdır.
Bilhassa günümüzde bazılarının tasavvuf adına sarhoşluk içeren sözlerle ortaya çıkması, şeriatı yaşamadan hakikat boyutunda ayağı yere basmayan laflar etmesi, hem kendilerini hem de başkalarını kandırmaktan başka bir şey değildir.
Namaz gibi İslam’ın en temel rüknünü yerine getirmediği halde Bayezid-i Bistâmi veya Mevlana gibi cezbeli sözler söylemek hem o büyük Allah dostlarına hem de tasavvufa haksızlık yapmak demektir.
Rabbimiz hepimizi bu tür hatalardan muhafaza buyursun.
|