33. HÜZÜN YILINDAN SONRA
Hüzün yılından sonraki yıl Hac zamanı, Haziran'in başına denk gelmişti; Kurban Bayramında Peygamber (s.a.v.) hacıların üç gün kamp kurduğu Mina vadisine gitti. Yıllardan beri çadırların yanma gidip kendisini dinleyenlere Hak dini tebliğ etmeyi ve Kur'an'dan bölümler okumayı adet edinmişti. Mina'nın Mekke'ye en yakın noktası, yolun kutsal şehir doğrultusunda tepelere doğru yükseldiği Kâ'be'dir. O yıl Peygamber (s.a.v.) Akabe'de Hazrec kabilesinden altı adamla karşılaştı. Hiçbirini tanımıyordu, fakat adamlar onu ve peygamberlik iddiasını duymuşlardı. Onlara kim olduğunu söyler söylemez altı adamın gözleri de ilgiyle parladı ve onu dikkatle dinlediler. Onlardan herbiri Yesrib'deki komşuları yahudilerin tehdidini biliyordu : «Bir peygamber gönderilmek üzere.. Biz ona uyacağız ve sizi Ad ve İrem kavimleri gibi yerle bir edeceğiz». Peygamber (s.a.v.) konuşmasını bitirince birbirlerine : «Bu gerçekten yahudilerin bize söyledikleri Peygamber. Ona ilk ulaşanların, yahudiler olmasına izin vermeyelim» dediler. Birkaç soru sorup cevap aldıktan sonra, altısı da. Allah'a ve Peygamberine inandıklarını söylediler ve onlara öğretilen İslâm kurallarını uygulayacaklarına söz verdiler. «Biz halkımızdan ayrılacağız» dediler, «çünkü düşmanlık ve kötülükte onlar gibi azgını yök. Belki de senin sayende Allah onları birleştirir ve barış gönderir. Şimdi onlara gideceğiz ve senin dinine uymaları için onlara yol gösterecegiz. Eğer Allah senin sayende onların birleşmesini sağlarsa, sizden daha güçlü bir topluluk bulunmaz.»[1]
Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir (r.)'in Beni Cuman'h-lar arasındaki evini düzenli olarak ziyarete devam ediyordu. Bu ziyaretler, Ebu Bekir'in en küçük kızı Aişe frJ'nin hatıralarının bir bölümünü oluşturuyordu. O, anne ve babasının müsluman olmadığı ve Peygamber (s.a.v.) 'in onları her gün ziyaret etmediği bir zamanı hatırlamıyordu.
Hadiee (r.)'nîn ölümünü takip eden aynı yıl Peygamber Cs.a.v.) rüyasında bir adamın, bir ipek parçasına sarılı başka birini taşıdığını gördü. Adam ona: «Bu senin zevcen, onun örtüsünü aç» dedi. Peygamber (s.a.v.) ipek örtüyü kaldırdığında Aişe'yİ gördü. Fakat Aişe sadece altı yaşındaydı, kendisi ise elliyi geçmişti. Yanısıra, Ebu Bekir kızını Mut'im'İn oğlu Cebeyre vermek için söz vermişti. Peygamber (s.a.v.) kendi kendine: «Eğer bu Allah'tan gelen bir emir ise, tekrar gelir» dedi[2]. Birkaç gece sonra uyurken, bir meleğin aynı ipek yığınını taşıdığını gördü, bu kez kendisi meleğe: «Onu bana göster» dedi. Melek ipeği kaldırdı ve yine Aişe'yi gördü. Peygamber (s.a.v.) yine : «Eğer Allah'tan ise, bunu tekrar gösterir,» dedi[3].
Bu rüyaları kimseye, hatta Ebu Bekr (r.)'e bile anlatmadı. Fakat aynı haberi te'kit eden üçüncü bir olay daha oldu. Hadiee (r.)'nin vefatından beri Osman îbn Ma'zun'-un zevcesi Havle Peygamber (s.a.v.)'in ev ihtiyaçlarına yardım ediyordu. Bir gün yine Peygamber (s.a.vJ 'in evindeyken onun evlenmesi gerektiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) ona kiminle evleneceğini sorduğunda ise: «Ya Ebu Bekir'in kızı Aişe, ya da Ze'meh'in kızı Şevde ile.» ceva-bmi verdi. Süheyl'in [4]yengesi ve kuzeni olan Şevde otuz yaşlarında bir duldu. İlk kocası, Süheyl'in kardeşi Sekran onu da Habeşistan'a birlikte götürmüştü. Onlar Mekke'ye ilk dönenler arasındaydılar. Dönüşlerinden kısa bir süre sonra Sekran ölmüştü.
Peygamber (s.a.v.) Havle'den teklif ettiği iki gelinle de evlilik girişimlerinde bulunmasını istedi. Sevde'nin cevabı : «Hizmetindeyim, ey Allah'ın Rasulü» oldu. Peygamber (s.a.v.) ona: «Sana evlilikte vekil olacak bir adam seç» diye haber gönderdi. Şevde, Habeşistan'dan dönen, "kayını Hâtib'i seçti ve Hâtib onu evlendirdi.
O sırada Ebu Bekir (r.) de Mut'im'i Aişe'den vazgeçmeye kolaylıkla ikna etmişti ve Aişe de Sevde'den birkaç ay sonra Peygamber'in eşi oldu. Nikâh sırasında Aişe yoktu, nikâh akdi Peygamber (s.a.v.)'le babası arasında yapıldı. Aişe daha sonraları konumunda bir değişiklik olduğunu, bir gün evin yakınında arkadaşlarıyla oynarken annesinin elinden tutup içeriye soktuğu zaman anladığını anlatmıştır. Annesi ona artık sokakta oynamamasını, bunun yerine arkadaşlarının ona gelmesini söyledi. Aişe (r.), annesi ona hemen evlendiğini söylememesine rağmen, durumu tahmin ediyordu; ve sokak yerine bahçe duvarları arasında oynamaktan başka yaşamı, eskisi gibi devam etti.
Bu sırada Ebu Bekir, evinin önüne küçük bir mescid yapmak istedi. Mescid, etrafı duvarlarla kaplı, üstü açık bir yapıydı. Ebu Bekir orada namaz kılar, Kur'an okurdu. Fakat duvarlar yeteri kadar yüksek olmadığı için çoğunlukla bir grup adam onu Kur'an okurken seyredip dinler ve okuduğu vahyin etkisiyle derinleşen kişiliğini farke-derdi. Ümeyye Ebu Bekir'in neden olduğu ihtidaların artacağından korkuyordu. Onun teklifi üzerine Kureyş liderleri İbn ed-Duğunne'ye bir mesai gönderdiler, ve koruma şartlarına Ebu Bekir'in uymadığını, mescidin duvarlarının evden bir bölüm sayılamayacak denli alçak olduğunu haber verdiler. «Eğer Rabbine duvarlar arasında ibadet edecekse, bırakın yapsın» dediler «fakat eğer açıktan ibadet etmek istiyorsa korumanı onun üzerinden kaldır». Ebu Bekir mescidinden vazgeçmek istemiyordu, bu yüzden tbn ed-Duğunne ile yaptığı anlaşmayı resmen bozdu : «Allah'ın koruması bana yeter» dedi.
İşte o gün Peygamber (s.a.v.) ona ve diğer mü'minlere şu haberi verdi:
«Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi; İki kaya bloku arasında suyu bol ve hurma ağaçlarıyla dolu bir yer gördüm.»[5]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] I. I. 287. [2] B. X cı, 20. [3] A.g.e. [4] Bak. böl. XXIV. [5] xxxvn, 7.
34. YESRİB’İN CEVABÎ
«Düşmanlık-ve kötülükle yoğrulmuş». Halklarım böyle tanımlarken, altı yeni müslüman abartma yapmıyoriar-lardı. îç savaşın dördüncü çatışması olan Buas, bu vab[1]«-ti ortadan kaldırıp barış getirmemiş, savaşa sadece belli bir süre için ara vermeye yol açmıştı. Bu uzun süren: çatışmalar ve şiddetin gün geçtikçe artması ve düşünebilan adamları, bu sorunun sadece ortak bir başkanla, Karay'ın Kureyş'i birleştirdiği gibi kendilerini birleştirecek adamla çözülebileceğini düşünmeye itmişti. Vahanın gelenlerinden biri olan Abdullah îbn Übey'e, çoğu kişi, muhtemel kral gözüyle bakıyordu. O son çatışmada Eva'e karşı savaşmamış, çatışmadan hemen önce adamlarını geri çekmişti. Bununla birlikte o yine de bir Hazreçliydi; ve Evslilerin kendi kabilelerinden olmayan bir kralı kabul edip etmeyecekleri şüpheliydi.
Hazreçli altı adam, İslam'ın mesajını kendilerini dinleyen herkese ilettiler. Ertesi yaz, M.S. 621'de, beş tanesi tekrar Hacca geldiler. Beraberlerinde İkisi Eva'Ii yedi kişi daha getirdiler. Akabe'de, bu oniki adam Peygamber*biat ettiler*. Bu biat birinci Akabe Biati olarak bilinir. İçlerinden biri şöyle anlattı: «tik Akabe'de geceleyin Feygan-ber'e biat ettik, Allah'a ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı dürmeyeceğimize[2], iftira etmeyeceğimize ve haktan ayrılmadıkça ona itaat edeceğimize söz verdik. O da bize şöyle dedi: «Eğer bu söze uyarsanız, Cennet sizindir; bu günahlardan bazılarını işlerseniz ve bu dünyada cezasını çekerseniz, bu ceza onlara kefaret olur. Fakat bu biati Mahşer gününe dek ta'dil ederseniz, o zaman cezalandırmak veya affetmek Allah'a kalmıştır»[3]
Yesrib'li müslümanlar tekrar Yesrib'e doğru yola çıkarken, ' Peygamber (s.a.v.) onlarla birlikte, Habeşistan'dan yeni dönen, Abdu'd-Dar sülalesinden Mus'ab'ı da onlarla birlikte gönderdi. Mus'ab (r.) onlara Kur'an okuyacak ve dini emirleri öğretecekti. Mus'ab önceki yıl Müslüman olan altı kişiden biri olan Es'ad îbn Zürare'nin evine misafir oldu. Mus'ab aynı zamanda namazlarda da imam olacaktı, çünkü müslüman olmalarına rağmen ne Evs'ten ne de Hazreç'ten diğerlerine Önderlik edecek kadar bilgili kimse yoktu.
Kayle'nin iki oğlunun soyundan gelenler arasındaki rekabet yıllardan beri sürüyordu. Bununla birlikte iki kabile arasında evlilikler meydana geliyordu. Bunun bir sonucu olarak, Mus'ab'ın Hazreç'li ev sahibi Es'ad, Evs'in kollarından birinin başkanı olan Sa'd Îbn Muaz'm kuzeni oluyordu. Sa'd yeni dine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu yüzden, kuzeni Es'ad'la birlikte Musab ve bir grup müslu-manı bir gün kendi kabilesinin topraklarından olan bjr bahçede oturmuş, sohbet ediyor görünce sadece kızmakla kalmadı, Es'ad kuzeni olduğu için utandı da. Kendisi bir kötülük yapmak istememesine rağmen bu tür etkinliklere bir son vermek istediği için kendinden sonra kabilesinin en etkili adamı olan Useyd'e, gitti ve : «Bizim topraklarımıza, zayıflarımızı kandırmak için gelen şu iki adama git», -şüphesiz bunları söylerken, Yesrib'den ilk müslüman olan ve şimdi hayatta olmayan kardeşi îlyas (r.)'i düşünüyordu [4]«Onları buradan çıkar ve bizim toprakiarmııza gir-meyi onlara yasakla. Eğer Es'ad akrabam olmasaydı bu yükü sana yüklemezdim. Fakat o benim annemin kizkar-deşinin oğlu, bu yüzden ona bir şey yapamam». Useyd mızrağını aldı, onların yanına gitti ve takınabildiği en sert ifade ile: «İkinizi buraya, zayıfları kandırmaya getiren sebep ne? Eğer hayatta kalmak istiyorsanız buradan gidin» dedi. Mus'ab ona baktı ve çok yumuşak bir tonda: «Neden oturup, benim söylediklerimi dinlemiyorsun? Dinledikten sonra, hoşuna giderse kabul eder, gitmezse kabul etmezsin» dedi. Peygamber (s.a.v.)'in elçisinin görünüşünden ve davranışından hoşlanan Useyd: «Doğru bir söz» dedi ve mızrağını yere dayayarak onların yanma oturdu. Mus'ab ona islâm'ı anlattı ve Kur'an okudu; Useyd'in yüzündeki ifade değişti. Onun yüzündeki aydınlık ve yumuşamadan etrafındakiler onun müslüman olduğunu anladılar. Mus'ab (r.) bitirdiğinde: «Bu sözler ne kadar güzel ve harika!* dedi. «Bu dine girmek isteyince ne yapılır?» diye sordu Ona, kendisini temizlemek için baştan ayağa yıkaması ve elbiselerini temizlemesi gerektiğini söylediler. Oturdukları bahçede bir kuyu vardı. Useyd kuyudan su ahp yıkandı, elbiselerini temizledi ve Allah'tan başka ilah yoktur. Mu-hammed (s.a.v.) Allah'ın Rasulüdür diye şehadet etti. Ona nasıl namaz kılınacağını gösterdiler, o da namaz kıldı. Daha sonra: «Arkamda öyle bir adam var ki o size uyarsa, tüm halkı ona uyar. Şimdi onu size göndereceğim.» dedi. Kabilesinden adamların yanma döndü. O yanlarına varmadan, onlar Useyd'in değiştiğini anlamışlardı. «Ne yaptın?» dedi Sa'd. Useyd: «îki adamla da konuştum ve Tanrıya andolsun onlarda bir zarar görmedim. Onların devam etmesine izin verdim, onlar da: İstediğiniz gibi yapacağız' dediler», dedi- «Gördüğüm kadarıyla senden fayda yok» diyen Sa'd mızrağı onun elinden aldı ve hâlâ bahçede sakince oturan müslümanlara doğru gitti. Kuzeni Es'ad'ı azarladı ve onu akrabalığını kötüye kullanmakla suçladı. Fakat Mus'ab (r.) araya girdi ve Useyd'e söyledikle-rini ona da söyledi. Bunun üzerine Sa'd onu dinlemeyi kabul etti. Sonuç ayi-i Useyd'inki gibiydi.
Sa'd namaz kıldıktan sonra, Useyd ve beraberindekilerle halkın toplu olduğu meclise gitti. Sa'd onlara hitap etti ve: «Sizin aranızda benim konumum nedir?» diye sordu. Onlar: «Sen bizim başkanimızsin, aramızda en adaletli ve liderliğe en uygun olansın» dediler. «O halde» dedi Sa'd, «Allah'a ve Rasulüne inanmadıkça aranızdan hiç bir erkek ve kadınla konuşmayacağıma yemin ediyorum». Akşam olmadan onun kabilesinden müslüman olmayan bir tek kişi kalmamıştı.
Mus'ab (r.) on bir ay kadar Es'adla kaldı ve İslam'a girenlerin çoğu bu dönemde girdiler. Hac zamanı yaklaştığında Mus'ab Evs ve Hazreç'in çeşitli boylarında neler olduğunu Peygamber (s.a.v.)'e haber vermek için Mekke'ye döndü.
Peygamber (s.a.v.) kendisine gösterilen, iki kaya yığını arasındaki sulak ülkenin Yesrifa olduğunu ve bu kez kendisinin de göçedenler arasında olacağını biliyordu. Mu-hainmed (s.a.v.) Mekke'de çok az insana, yengesi Ümm El-Fadl ve müslüman olmadığı halde onu ele vermeyen v sırlarını saklayan amcası Abbas kadar güvenirdi. Bu yüzden ikisine, Yesrib'e yerleşip orada yaşamak istediğini, ve bunun Hac döneminde gelecek olan delegeye bağlı oldu ğunu anlattı. Bunu duyan Abbas, yeğeniyle birlikte delegelerin yanma gitmenin kendisi için bir görev olduğunu söyledi, Peygamber (s.a.v.) de bunu kabul etti.
Mus'ab Yesrib'li müslümanlardan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, aralarında anlaştıkları üzere, 73 erkek ve 8 kadından oluşan bir müslüman grup Peygamber (s.a.v.) '-le anlaşmak üzere Hac yolculuğuna çıktılar. Onların liderlerinden biri Hazreç'Ii bir lider olan Berâ idi. Yolculuğun ilk günlerinden itibaren onu bir düşüncedir almıştı. Onlar Mekke'ye Allah'ın Ev'i Kâ'benin bulunduğu ve tüm Arabistanın hac merkezi olan çehre doğru yol alıyorlardı; aynı zamanda orada Peygamber (s.a.v.) vardı ve Kur'an ilk olarak orada indirilmişti, bu yüzden gönülleri o yana doğru meylediyordu. Böyle olduğu halde namaz vakti gelince oraya sırt çevirip kuzeye, Suriye'ye dönmek doğru muydu? Bu sadece bir düşünceden öte gitmeyebilirdi, çünkü Berâ'nın birkaç aylık ömrü kalmıştı ve ölüme yaklaşan kişilerin çoğunlukla önsezileri kuvvetli olurdu. Her ne ise Berâ düşündüklerini arkadaşlarına anlattı, onlar da Peygamber (s.a.v.)'in Suriye, yani Kudüs'e doğru namaz kıldığını ve ondan farklı davranmak istemediklerini söylediler. Berâ: «Ben Kâ'be'ye doğru namaz kılacağım» dedi ve yolculuk boyunca öyle yaptı, diğerleri yine Kudüs'e yönelerek namaz kılmaya devam ettiler. Onunla boşu boşuna tartışmadılar. Yalnız, Mekke'ye vardıklarında Berâ' şüphe duymaya başladı ve Yesrib'in ileri gelen şairlerinden olan Hazreç'li Ka'b İbn Melik'e: «Ey kardeşimin oğlu, Allah'ın Rasulüne gidelim ve benim yolda yaptığım şey hakkında ona danışalım, çünkü ben sizin, bana karşı olduğunuzu hissediyorum» dedi. Bunun üzerine rastladıkları Mekke'li bir adama, henüz hiç görmedikleri Peygamber (s.a.v.) 'i nerede bulabileceklerini sordular. Adam : «Amcası Abbas'ı tanıyor musunuz?» dedi, onlar da tanıdıklarını söylediler, çünkü Abbas sık sık Yesrib'e gelirdi. Adam : «Mescid'e girin, Abbas'ın yanında oturan odur* dedi. Peygamber ıs.a.v.)'in yanına gittiler, o fiera'nın sorusuna şu cevabı verdi: «Senin bir yönün vardı, onu korumalıydın». Bu söz birçok anlama çekilebilirdi, fakat Berâ' Peygamber (s.a.v,)'in yaptığı gibi namazda yönünü tekrar Kudüs'e çevirmeye başladı.
Mekke'ye aralarında Yesrib'Îİ putperestlerin de bulunduğu bir kervanla yolcuıuK ettiler. Putperestlerden. biri, Beni Salime'nin lideri ve çok etkili bir adam olan Haz-reç'îî Ebu Cabir Abdullah Ibn Amr, yolculuk sırasında Mina'da müslüman oldu. Peygamberle daha önceki gibi Akabe'de Hacc'ı takip eden iki geceden sonraki gece giz-Îicö buluşmayı kararlaştırmışlardı. İçlerinden biri o geceyi şöyle anlatıyor: «O gece kervandaki diğer adamlarla birlikte gecenin üçte biri geçene dek uyuduk. Daha sonra yavaşça kalktık ve kaya kuşu kadar sessiz bir şekilde hepimiz Akabe yakınında toplandık. Orada Allah'ın Rasulü gelene dek bekledik, onunla birlikte hâlâ atalarının dinine uyan amcası Abbas da gelmişti. Müslüman olmamasına rağmen Abbas, yeğenini güvenilir ellere teslim etmek istiyordu. Peygamber (s.a.v.) oturduktan sonra ilk önce Abbas konuştu : «Ey Hazreçliler, -Araplar Evs ve Hazreç'e böyle hitap ederlerdi- Muhammed (s.a.v.)'in bizim aramızda ne kadar itibarlı olduğunu ve onu nasıl koruyup, ona kabilesi ve ailesi içinde şerefli ve saygın bir kişi olarak davrandığımızı biliyorsunuz. Buna rağmen O, sizi seçti ve sizinle birlikte olmak istiyor. Bu nedenle, eğer ona verdiği niz sözü tutmaya ve onu karşı çıkanlardan korumaya söz veriyorsanız, alın, bu yük sizindir. Fakat o size geldikten sonra onu ele vereceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdiden bırakın». «Söylediklerini duyduk» dediler, «Fakat ey Allah'ın Rasulü, sen konuş; kendin ve Rabbin adına istediğini seç».
Kur'an okuyup, islâm ve Allah'la ilgili bazı bilgiler söyledikten sonra Peygamber (s.a.v.) : «Bu anlaşmayı şu şartla yapıyorum. Bana verdiğiniz sözden sonra beni eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız dedi. Berâ' (r.) kalktı. Peygamber'in elini tuttu ve: «Seni Hakla gönderen Allah'a yemin olsun ki, seni, onları koruduğumuz gibi koruyacağız. Ey Allah'ın Rasulü, biatimizi kabul et, çünkü biz savaşçı ve babadan oğula geçen silahlara sahip bir topluluğuz» dedi. Evs'li bir adam onun sözünü keserek şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, bizim diğer topluluklarla da bağlarımız var», -Yahudileri kasdediyor-du- «onlara galip gelmek istiyoruz. Ya biz sana biat eder, Allah da sana zafer verirse, sen kendi halkına dönüp bizi bırakırsan?». Peygamber gülümsedi: «Hayır, siz benimsi-niz, ben de sizinim. Sizin savaştığınızla savaşır, barıştığınızla barışırım» dedi.
Daha sonra şöyle dedi: «Bana aranızdan grubun işlerine bakacak oniki lider seçin». Bunun üzerine dokuzu Hazreç'li, üçü Evs'li oniki lider seçtiler. Adamların altmış ikisi ve iki kadın da Hazreç'li olduğu için Hazreç'li liderler çoğunluktaydı. Hazreç'li dokuz liderden ikisi Es'ad ve Berâ' idi; Evs'li üç liderden biri ise Sa'd îbn Muazm vekili olarak gösterdiği Useyd'di. .
Topluluk teker teker biat etmeye hazırlanırken, önceki yıl biat eden oniki kişiden biri olan Hazreç'li bir adam : «Hazreç'liler, bu adama biat etmenin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?» dedi. Onlar: «Biliyoruz» dediler, adam onları duymazdan gelerek devam etti: «Siz siyah, kırmızı[5], tüm insanlara savaş açmaya söz veriyorsunuz. Bu yüzden eğer mallarınız eksildiğinde ve bazılarınız öldürüldüğünde, onu terkedeceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdi bırakın. Çünkü onu o zaman terkederseniz, bu dünyada da ahirette de utanç duymanıza sebep olur. Fakat eğer sözünüzden dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız, onu alın, çünkü Tanrı'ya andolsun bu, hem dünya hem de ahiret için kurtuluştur» . «Mallarımız elimizden gitse de, öldürülsek de onu kabul ediyoruz. Ya Resulullah, eğer bu sözümüzü yerine getirirsek bizim için ne var?» dediler. Peygamber: «Cennet», dedi, onlar da: «O halde elini bize uzat» dediler, elini tutup biat ettiler.
Şeytan o sırada Akabe'nin tepesinde onları gözlüyor ve dinliyordu; kendisini tutamaymca Muzammam (zemmedilen, suçlanan) diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber (s.a.v.) bağıranın Şeytan olduğunu biliyordu, ona şöyle cevap verdi: «Ey Allah'ın düşmanı, sana fırsat vermeyeceğim».
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ona bağlı kalacaklarına söz verdiler. Çev.) [2] Burada Arabistan'da yaygın olan kız çocuklarım diri diri toprağa gömme adeti kasdediliyor, [3] 1.1. 289. [4] Bak. böl. XIX. [5] Bu, tüm insanlar anlamına gelir. Akabe'deki bu ikinci biat-tan sonra ilk Akabe biati «kadınlar biati- diye anılmaya başlamıştır. Savaş görevlerinden bahsetmediği için sadece kadınlar için böyle kullanılmaya devam etmiştir.
35. GÖÇLER
Peygamber (s.a.v.), Mekke'deki müslümanları Yesrıb'e hicret etmeye teşvik ediyordu. Müslümanlardan biri, daha önce oraya hicret etmişti. Ebu Talib'in ölümü, yeğeni Ebu Seleme'nin koruyucusuz kalmasına neden olmuştu. Bu yüzden Ebu Seleme, karısını ve küçük oğullan Seleme'yi bir deveye bindirdi ve kendisi yürüyerek Yesrib'e yola çıktı. Fakat Ümmü Seleme, Mahzum'un diğer kolundan, yani Beni el-Muğireden'di ve Ebu Cehil'in kuzeni oluyordu. Ailesinden bazıları onları takip ettiler ve devenin ipini Efc Seleme'nin elinden aldılar. Ebu Seleme karşı çıkmanın anlamsız olduğunu bildiği için karısına onlarla birlikte gitmesini söyledi. Daha sonra onu almak için bir yol bulacaktı. Fakat Mahzumlu'lann diğer kolu, yani Ebu Seleme'nin akrabaları bu olayı duyunca çok kızdılar ve çocuğun kendi vesayetleri altında olması gerektiğini söylediler. Böylece tüm kabile onlara merhamet edip, çocuk ve annesini, Ebu Seleme'ye gönderene dek ayrı kaldılar. Ümmü Seleme yanında sadece Seleme ile birlikte deve ile yola çıktı. Yaklaşık altı mil sonra, o zaman henüz Müslüman olmayan, Abdu'd-Dar kabilesinden Osman îbn Talha ile karşılaştılar o, yol boyunca çocukla annesine arkadaş oldu. Ebu Seleme'nin, Yesrib'in en güney noktasında olan ve «iki grup kaya bloğundan» birinin bulunduğu Küba'da olduğunu duymuşlardı. Hurma bahçelerini görünce Osman, Ümmü Seleme'ye : «Kocan bu şehirde, selametle git.» dedi ve kendibi tekrar Mekke'ye döndü. Ümmü Seleme onun bu yardımını hiç unutmadı ve onu nazikliğinden dolayı hep övdü.
İkinci Akabe biatmdan sonra Kureyşli müslümanlar yavaş yavaş hicret etmeye başladıl u*. İlk gidenler arasında Peygamber (s.a.v.)'in kuzenlerinden bazıları, Cahş ve Umeyye'nin oğullan ve kızları, Abdullah, kör olan kardeşi Ebu Ahmed ve Zeyneb ile Hanne adında iki kızkardeşleri vardı. Onlarla birlikte, uzun yıllardan beri Abdu'ş-Şems'in müttefiki olan bir çok Beni Esed'li de gitti. Hamza ve Zeyd bir süre için eşlerini Mekke'de bırakıp gittiler. Fakat Osman (r), Ruk iye (r.)'yi ve Ömer fr ) de karısı Zeyneb'i, kjzları Hafsa ir.) ve oğullan Abdullah (r)'ı yanma alarak gittiler. Hafsa'nın kocası Sehm kabilesinden Huneys de onlarla bırliktevdi. Ebu Seleme'nîn üvey kardeşi Ebu Sabra, Süheyl'in kı/ı oian karısı Ümmü Gülsümle birlikte gitmişti. Peygamber'in genç kuzenlerinden olan Tulayb ve Zübeyr de gidenler arasındaydı.
Ebu Bekir ve Ali dışında tüm müslümanlar hicret edince, Ebu Bekir fr.) Peygamber (s av )'den hicret etmek için istedi. Peygamber (s.a.v.) ona «Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş verir» dedi. Ebu Bekir (r.), Peygamber Cs.a.v.) 'i beklemesi gerektiğini anladı ve iki devesinin akasya yapraklanyla beslenmesi için adamlarına emir verdi.
Kureyşliler hicret edenleri durdurabilmek ıçm ellerinden geleni yaptılar. Süheyl'in diğer kızı da, daha önce Habeşistan'a gittiği gibi kocası Ebu Huzeyfe ile Yesrib'e gitmişti. Fakat Süheyl, bu kez oğlu Abdullah'ı kaçırmamak içm gözünü ondan ayırmıyordu. Daha önce Habeşistan'a hicret eden, Sehm'lı lider As'ın oğlu Hişam'm başına da aynı şey gelmişti. Kureyşliler tarafından Necaşi'yl muslu-inanlara karşı kışkırtmak için gönderilen adam onun üvey kardeşi Amr'di; Hişam'm teyzesinin oğlu Ömer, Yesrib'e birlikte gitmeyi planlamıştı. Mekke'den ayrı ayrı çıkacaklar ve şehrin on mil kadar kuzeyinde Edat dikenliğinde buluşacaklardı. Mahzun'lu Ayyaş da onlarla yolculuk edecekti; fakat kararlaştırılan saatte Hişam gelmedi. Bunun üzerine kararlaştırdıkları üzere Hişam'ı beklemeden, Ömer ve ailesi Ayyaş'la yola koyuldular. Hişam'ın babası ve kardeşleri bu plânı öğrenmişler ve onu zorla Mekke'de tutmuşlardı. Ona o kadar çok işkence etmişlerdi ki, sonunda onu islam'dan döndüğünü açıklamaya ikna ettiler.
Ayyaş ise Ömer'le birlikte Yesrib'e varmıştı. Fakat onun üvey kardeşleri Ebu Cehil ve Haris onu takip ettiler ve annelerinin onu görene dek saçlarını taramamaya ve güneşin altında oturmaya yemin ettiğini haber verdiler. Ayyaş buna çok üzüldü, fakat Ömer ona: «Onlar seni dininden döndürmekten başka birşey istemiyorlar; çünkü Allah'a andolsun ki eğer bitler anneni rahatsız ederse saçını tarar, güneş onu kavurmaya başladığında ise gölgeye sığınır» dedi. Fakat Ayyaş dinlemiyordu; Mekke'ye dönüp annesinin yeminini bozması gerektiğine inanıyordu. Aynı zamanda Mekke'de bıraktığı parasını da almak istiyordu. Fakat Ömer (r.)'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra Ebu CehiJ' ve Haris ona saldırdılar, ellerini ve ayaklarını bağlayıp şehre bir esir gibi getirdiler: «Ey Mekke'liler, bizim kendi akılsızlarımıza yaptığımızı, siz de kendinizinkilere yapın» diye bağırdılar. Hi&am gibi Ayyaş da işkence sonucu îslam'dan döndüğünü açıkladı, fakat ikisi için de bu son değildi. Kısa bir süre sonra bunun affedilmeyecek bir suç olduğunun farkına vardılar. Ömer de aynı fikirdeydi Fakat bir süre sonra şu âyet ı zil oldu:
«De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kutlarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır esirgeyendir. Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbİnize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım da edilmez». (Zümer: 53-54).
Ömer bu âyetleri bir kâğıda yazdı ve onları Hişam'a göndermenin bir yolunu buldu. Hişam şöyle dedi: «O yazı bana geldiğinde gözlerime iyice yaklaştırdım, sonra uzak-laştırdım, fakat 'Allah'ım, onu anlamama yardım et' diyene kadar ne yazdığını anlayamadım. Daha sonra Allah onu benim kalbime yerleştirdi ve onun bizim söylediklerimiz ve bize söylenenler için nazil olduğunu anladım». Hi-şam bu âyetleri Ayyaş'a gösterdi, ikisi de tekrar İslam'a girdiler ve kaçmak için bir fırsat beklemeye başladılar.
36 BÎR SUİKAST
Hişam ve Ayyaş'm İslam'dan döndüklerini açıklamaları, sürekli akan göçleri durduramadığı için ezilen Ku-reyş'in kazandığı küçük bir zaferdi. Artık Mekke'deki büyük evlerden bazıları sahipsizdi; diğerlerinde ise birkaç yaşlıdan başka kimse kalmamıştı. Sadece on yû kadar önce, çok zengin ve ahenkli görünen şehri bir" tek adam değiştirmişti. Fakat bu tür gelip geçici üzüntü ve eseflerin yanısıra Mekkeliler, kuzeyde, dinleriyle çatışınca hiç bir akrabalık bağını tanımayan bu insanların toplandığı Yes-rib'de, kendileri İçin büyük bir tehlikenin geliştiğinin farkındaydılar. Peygamber Cs.a.vJ'in: «Ey KureysJiler, sizi yerle bir edeceğim* sözünü unutmuyor ve görünürde hiç korkulacak bir şey yokken korkuyorlardı. Gözlerini onun üzerinden hiç ayırmadıkları halde O, Yesrib'e kaçmanın bir yolunu bulmuş ve artık bu söz sadece bir tehdit olmaktan çıkmıştı.
Peygamber (s.a.v.)'in koruyucusu Mut'îm'in oimesı meydanı onlara bıraktı, meydanı daha da temizlemek için. Kureyş liderleri mecliste toplandığında Ebu Leheb orada bulunmadı. Uzun tartışmalardan sonra, -bazılarının isteksiz olmasına rağmen- Ebu Cehil'in bu tehlikeyi kökten halletmek için öne sürdüğü plân kabul edildi. Her kabile, r lı, güvenilir ve silahlandırılmış bir genç seçecek ve bu ; çilen adamlar aynı anda Muhammed (s.a.v.)'e sa'dıracak-lardı. Hepsi onun kanını akıtacak, böylenB de hiç bir kabile tek basma cinayetten sorumlu tutulmayacaktı. Çünkü Beni Haşim, bütün Kureyşli kabilelerle uğraşamazdı, onların öne sürdüğü diyeti de ödeye rdi. .Böylece bütün kabi' îeler, yaşadığı sürece kendiler: rahat vermeyecek olan bu adamdan kurtulacaklardı.
Cebrail fa.s.), Peygamber (s.a.v.)'e gelmiş ve ne yapması gerektiğini söylemişti, öğle vakti, ziyaret için uygun olmayan bu vakitte, Peygamber (s.a.v.) doğruca Ebu Bekir (r.)'in evine gitti. Ebu Bekir onu kapıda görür-görmez önemli bir oîay olduğunu anladı. Peygamber (s.a.v.) geldiğinde, Aişe ve ablası Esma babalarının yanındaydılar. Peygamber ts.a.v.) : «Allah, bu şehirden ayrılıp, hicret etmem için izin verdi» dedi. Ebu Bekir: «Benimle mi?» diye sordu. «Evet, seninle» dedi Peygamber (s.a.v.). Aişe o zaman yedi yaşındaydı. Daha sonraları şöyle derdi: «O güne dek, Ebu Bekir'in bu sözleri duyduğunda ağladığı gibi, bir kişinin sevinçten ağlayabileceğin! bilmiyordum.
Plânlarını yaptıktan sonra Peygamber (s.a.v.) evine döndü ve Ali fr.)'ye Yeszib'o gideceğini, onun kendisindeki emanetleri sahiplerine verinceye kadar Mekke'de kalması gerektiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) hâlâ «el-Emîn» deniyordu ve kafirler bile hiç kimseye güvenmedikleri mallarını ona emanet ediyorlardı. Peygamber (s.a.v.), Ali'ye, Kureyşlilerin kendisine suikast hazırladıklarını Cebrail'in haber verdiğini de söyledi.
Onu öldürmek için seçilen genç adamlar, geceleyin onun evinin dışında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Fakat sayılarının tamamlanmasını beklerken evden kadın sesleri Şevde, Ümmü Eymen, Ümmü Gülsüm ve Fatuna'nın seslerini duydular. Bu, onların düşünmesine sebep oldu, içlerinden biri, eğer eve tırmanıp girerlerse, kadınların gizliliğine saldırdıkları için tüm Arabistan'da kötü anılacakların] söyledi. Bu yüzden kurbanlarının, her sabah «uleti olduğu üzere dışarı çıkmasını beklemeye karar verdiler.
Peygamber (s.a.v.) ve Ali (r.) onların varlığından haberdardılar; Peygamber (s.a.v.) her zaman üstünde uyuduğu Örtüyü Ali'ye verdi ve: «Benim yatağıma yat ve benim bu yeşil Hadrâmi örtüme bürûn. Uyu, sana onlardan bir zarar gelmeyecek» dedi. Daha sonra Ya-sin diye başlayan sureyi okumaya başladı.
«Biz onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler». (Yasin: 9).
Âyetine gelince evden çıktı. Allah onların görmesini engelledi ve Peygamber (s.a.v.) aralarından geçti gitti.
Karşı taraftan bir adam geliyordu, Peygamber (s.a.v.)'i farketti. Biraz sonra Peygamber (s.a.v.)'in evinin yanından geçerken kapının önünde yığılan gençleri görünce, onlara Muhammed (s.a.v.) 'İ arıyorlarsa, onun evde olmadığını, kısa bir süre önce dışarı çıktığını söyledi. «Bu nasıl olur?» diye düşündüler. Suikastçılardan biri erken gelmiş ve arkadaşlarını beklerken Peygamber Cs.a.v.)'in içeri girdiğini görmüştü. Hepsi, oradan kimsenin ayrılmadığından da emindiler. Fakat yine de şüpheye düştüler; içlerinden biri Peygamber (s.a.v.)'in yattığı yeri biliyordu, pencereden baktı ve Peygamber (s.a.v.)'in örtüsüne sarınmış birinin uyuduğunu gördü. Arkadaşlarını Peygamber'in hâlA orada olduğu konusunda ikna etti. Fakat şafak vakti Ali Cr.) kalktı ve hâlâ örtüye sarılı bir halde dışarı çıktı. Onun kim olduğunu görünce, kandırıldıklarından şüphelendiler. Biraz daha beklediler; geçen Safer ayından kalan ince hilâl doğudaki tepelere yükselmişti. Ve aydınlık çıktıkça rengi soluyordu. Hâlâ Peygamber (s.a.v.)'den bir işaret yoktu; ani bir dürtüyle, herbirinin alarm vermek için kendi kabilesine gitmesi gerektiğine karar verdiler.
37. Hicret
O sırada Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir (r.)'e gitti ve vakit kaybetmeden evin arka penceresinden eğerli halde bekleyen iki devenin yanına çıktılar. Peygamber (s.a.v.) birine bindi, diğerine de Ebu Bekir bindi. Oğlu Abdullah'ı ise arkasına bindirdi. Daha önceden plânladıkları şekilde, Yemen'e giden yol üzerinde ve güneyde olan Sevr dağındaki bir mağaraya doğru yöneldiler. Çünkü Mekke'de Peygamber (s.a.vj 'İn yokluğu anlaşılır anlaşılmaz, tüm kuzey yollarına gözcüler ve takipçiler gönderileceğini biliyorlardı. Mekke'nin biraz dışına çıkınca Peygamber (s.a.v.) devesini durdurdu ve arkasına bakarak: «Allah'ın yeryüzünde, sen, bana ve Allah'a en sevgili yersin ve halkım beni senden çıkarmasaydı senden ayrılmazdım» dedi.
Ebu Bekir (r.)'in köle olarak aldığı, sonradan azad ettiği çoban Amir îbn Fuheyre sürüsüyle onların izlerini kapatmak için arkalarından geliyordu. Mağaraya vardıklarında Ebu Bekir, oğlunu develerle birlikte eve geri gönderdi ve ona ertesi gün Peygamberin yokluğu farkedilin-ce neler konuşulduğunu dinlemesini ve ertesi gece haber getirmesini söyledi. Amir, koyunlarını gündüz her zamanki gibi diğer çobanlarla otlatacak, akşam olduğunda ise Mekke ile Sevr arasında Abdullah'ın izlerini kapatmak için dolaştıracaktı.
Ertesi gece Abdullah ve kardeşi Esma mağaraya, onlara yemek getirdiler. Verdikleri haber şuydu Muhammed (s.a.v.)'ı yakalayıp getirene yuz deve ödül verilecekti. Atlılar Mekke'den Yesrib'e giden tûîn yollan, ikisini de birlikte yakalamak için araştırıyorlardı. Ebu Bekir de yok olduğu için ikisinin beraber gittiğini tahmin ediyorlardı.
Fakat Abdullah'ın belki de bilmediği başka bir grup, onun Mekke dışındaki mağaralardan birinde olabileceğim düşünüyordu. Yanısıra, cöl Arapları iyi iz sürerlerdi: sıradan bir bedevi arkasından bir koyun sürüsü takip etse bile, küçük izler arasındaki büyük izleri farkederek oradan iki veya üç deve geçtiğini bile anlayabilirdi. Kaçanların güneyde bir yerde olmaları muhtemel değildi, fakat bu kadar büyük bir ödül için her yol denenebilirdi, ve Sevr'e giden yolda koyun izleri arasındaki deve izleri de anlaşılabilirdi.
Üçüncü gün dağın sessizliğini, kaya güvercini olduklarını tahmin ettikleri, iki kuşun kanat çırpışlarından ve ötmelerinden çıkan sesler bozdu. Kısa bir sure sonra derinden gelen, fakat sanki dağa tırmanan birileri varmış gibi gittikçe yükselen insan sesleri duydular. Fakat hava kararmcaya kadar Abdullah'ı beklemiyorlardı ve güneşin batmasına daha be'li bir vakit vardı. Buna rağmen mağa ra normalden daha az ışıktı. Artık sesler uzaktan gelmiyordu, en azından beş veya altı adam gittikçe yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir'e baktı ve : «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir» dedi. (Tev-bo: 40).
Daha sonra şunu ekledi «Üçüncüleri Allah olan iki kışi« (B. LVIT, 5). Artık yaklaşan ve duran ayak seslerini duyabiliyorlardı: adamlar mağaranın dışındaydilar Hep si de kararlı bir şekilde mağaraya girmeye gerek olmadı ğını, çünkü orada kimsenin bulunamayacağım söylediler Daha sonra geldikleri yoldan geri döndüler.
Uzaklaşan ayak sesleri duyulmaya başlayınca, Peygan ber ve Ebu Bekir (r.) mağaranın ağzına geldiler. Önünde sabahleyin görmedikleri, hemen hemen girişin tümünü kapatan insan boyunda bir akasya ağacı vardı Açık kalar. yeri de bir örümcek, akasya ile mağaranın duvarı arasında ağ Örere!, kapatmıştı. Ağın içinden baktılar, mağaraya girerken adamın ayağını basacağı yere, kayanın çukuruna, bir kaya güvercini yuva yapmıştı ve altında yumurta varmış gibi oturuyordu. Erkek güvercin ise biraz yüksekteki kayaya tünemişti.
Abdullah ve kardeşinin seisini bekledikleri saatte duyunca, kendilerini koruyan ağı kibarca kaldırdılar ve güvercini ürkütmemeye çalışarak onları karşılamaya gittiler. Amir de onlarla birlikteydi, fakat bu kez sürüsü yoktu. Amir, Ebu Bekir'in yolculuk için seçtiği develeri emanet ettiği bedeviyi getirmişti. Bedevi henüz müslüman olmamıştı, fakat sırlarını gizleyeceğine güvenilebilirdi. Bu adam onları Yesrib'e sadece gerçek bir çöl adamının bilebileceği yollardan götürecekti. Bedevi onları iki dağ arasındaki vadide, yanında Ebu Bekir'in iki devesi ve kendi için aldığı bir deve ile birlikte bekliyordu. Ebu Bekir, ihtiyaçlarına yardım etmek üzere Amir'i arkasına bindirecekti. Mağaradan çıktılar ve düzlüğe indiler. Esma bir çanta dolusu yiyecek getirmişti, fakat ip getirmeyi unutmuştu Bu yüzden kuşağını çıkardı, ikiye yırttı ve birini babasının semerine çantayı bağlamakta kullandı, diğerini de kendine ayırdı. Bu olaydan sonra ona «iki kuşaklı» adı verildi.
Ebu Bekir (r.), Peygamber (s.a.v.)'e develerin en iyisine binmesi için verdiğinde, O: «Ben benim olmayan deveyle gitmem» dedi. Ebu Bekir: «Fakat o senin, ey Allah'ın Rasulü» dedi. "Hayır» dedi Peygamber (s.a.v.), «Onun için kaç para ödertin?» Ebu Bekir söyledi, Peygamber (s.a.v.) «Deveyi o fiyattan alıyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.) daha önce birçok kez ondan hediye kabul ettiği halde, bu özel bir durum olduğu için Ebu Bekir (r.) hediye etmekte ısrar etmedi. Bu durum Rasulün hicretiydi, Allah rızası için yurdundan tüm bağlarını koparmasıydı. Bu nedenle hicret, yani yaptığı fedakârlık, sadece kendinin olmalı ve başkalarıyla paylaşılmamalıydı. Bu olayın bir parçası olduğu için binek de kendinin olmalıydı. Hicret ettiği sırada aldığı devenin adı Kesva' idi ve o günden sonra en sevdiği devesi olarak kaldı.
Rehberleri onlan Mekke'den biraz doğuya, biraz güneye doğru götürdü, sonunda Kızıl Deniz'e ulaştılar. Yesrib, Mekke'nin kuzeyindeydi, fakat sadece o noktadan kuzeye yönelebilirlerdi. Sahil yolu kuzey batıya gidiyordu. Birkaç gün bu yolu takip ettiler. îlk akşamlarından birinde, Nabi çölünde su ararken Rabiul-Evvel ay'ının hilalini gördüler. Peygamber (s.a.v.) yem Ay'ı görünce: «Ey iyilik ve rehberlik hilâli, imanım seni Yaratana'dır»[1].
Bir sabah, karşı taraftan küçük bir kervanın geldiğini görerek şaşırdılar ve korktular. Fakat onun, devesine yüklediği elbise ve diğer ticari eşyalarla Suriye'den dönen, Ebu Bekir'in kuzeni Talha olduğunu görünce, şaşkınlıkları sevince dönüştü. Talha, gelirken Yesrib'e uğramıştı, mallarını Mekke'de satar-satmaz hemen geri dönmeyi düşünüyordu. Yesrib'de Peygamber (s.a.v.)'in gelişinin büyük bir merakla beklendiğini haber verdi ve veda etmeden önce onlara, zengin Kureyşlilere satmayı planladığı beyaz Suriye elbiseleri hediye etti.
Talha'yla karşılaştıktan kısa bir süre sonra kuzeye doğru yöneldiler, sahilin biraz içinden ilerleyerek kuzey doğuya döndüler; artık yönleri direkt olarak Yesrib'e dönüktü. Yolculuğun belli bir zamanında Peygamber vahiy geldi.-
«Hiç şüphesiz, sana Kuranı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir» (Kasas: 85).
Mağaradan ayrılışlarının onikinci günü, şafakta Akik ovasına vardılar ve diğer taraftaki tepeye tırmandılar. Tepenin en yüksek yerine ulaşmadan önce güneş yükseldi ve sıcak artmaya başladı. Diğer günlerde sıcağın en yüksek dereceye ulaştığı zamanlarda dinleniyor, yolculuk etmiyorlardı. Fakat bu son tepeyi, durmadan aşmaya karar verdiler. Tepeye ulaşıp vadiyi gördüklerinde ise durmak istemediler. Peygamber (s.a.v.)'in rüyasında gördüğü «İki grup kara kaya yığını arasındaki suyu bol yer» önlerinde uzanıyordu. Koyu yeşil hurma bahçeleri ve açık yeşil bostanlar, bulundukları noktadan yürüyerek üç mil aşağıda gözler önüne serilmişti. ,
Yeşilliğin en yakın noktası, hicret edenlerin ilk durağı olan ve bazılarının hâlâ orada bulunduğu Küba idi. Peygamber Cs.a.v.) rehbere: «Bizi Kuba'daki Beni Amr'a götür, şehre götürme» dedi. Vadinin en kalabalık yerleşim merkezi bu adla (şehir) tanınırdı. O zamandan sonra bu şehir tüm Arabistan'da ve her yerde el-Medina, Medine olarak anılmaya başlandı.
Günlerce önce, Mekke'de Peygamber (s.a.v.)'in kaybolduğu ve onu bulana verilecek ödülün haberi vahaya ulaşmıştı. Kübalılar, onun gelme vakti geciktiği için her gün bekliyorlardı. Bu yüzden her sabah, namazdan sonra Beni Amir'den birkaç adam, başka kabilelerden adamlarla ve Mekke'den hicret eden fakat henüz Medine'ye girmemiş olan muhacirlerden bir kısmıyla yola çıkıyor ve onu arıyorlardı. Tarlaları, hurma bahçelerini geçip kayalık bölgeye varıyorlar ve sıcak bastırana dek yolu gözlüyorlar, daha sonra tekrar evlerine dönüyorlardı. O sabah da gitmişler, fakat dört yolcu kayalıklardan inmeye başladığında geri dönmüşlerdi. Artık gözler bekleyişle o yöne bakmıyordu; fakat Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir (r.)'in yeni, beyaz elbiseleri, arkadaki mavimsi kaya zemininde daha da belirginleşerek, güneşten parlıyordu. O sırada evinin çatısında olan bir yahudi onları gördü. Onların kim olduğunu hemen anladı, çünkü Kuba'lı yahudiler, komşularının neden her sabah şehrin dışına çıkıp birşeyler araştırdığım sormuşlar ve nedenini öğrenmişlerdi. Bu yüzden yüksek sesle bağırdı: «Kayle'nin oğulları, o geldi, o geldi!» Çağrıyı duyan çocuk, kadın ve adamlar evlerinden fırladılar. Bir kez daha yeşillikten geçip kayalığa doğru gitti ler. Fakat fazla ilerlemelerine gerek yoktu. Çünkü o zamana kadar yolcular ilk hurma bahçesinin yanma ulaş- . O, her yönüyle coşku dolu bir öğlendi. Peygamber (silv.) onlara şöyle hitap etti* «Ey insanlar, birbirinizi ba nşla selamlayın, açları doyurun; akrabalık bağlarına saygı gösterin, herkes uyurken namaz kılın. Böylece selam içinde Cennet'e gireceksiniz»[2]
Peygamber (s.a.v.)'tn daha önce Hamza (r.) ve Zeyd (r,)'i de misafir eden yaşlı bir Küba'iı olan Gülsüm'ün evinde kalmasına karar verildi. Gülsüm'ün kabilesi olan Beni Aznr, Evs'üî bir koluna mensubtu. Bu yüzden, iki Yesrib'li kabilenin de misafirperverliği paylaşması için Ebu Bekir, Medine'ye biraz daha yakın olan Sunh köyündeki bir Haz-reçli de kaldı. Bir veya iki gün sonra AH (rJ, Mekke'den geldi ve Peygamber (s.a.v.)'in kaldığı evde misafir oldu Emanet edilen mallan sahiplerine geri vermesi üç gününü almıştı.
Peygamber (s.a.v.)'i selamlamaya pek çok kişi geliyordu. Bunların arasında iyi niyetten değil meraktan geler Medine'li yahudüer de vardı. Fakat üçüncü veya ikinci akşam, görünüşü diğerlerinden, farklı olan ve ne araba ne de yahudiye benzemeyen bir adam geldi. Adı Selman olan bu adam, İsfahan'a yakın Ceyy köyünden, Iran'h ateşe tapan bir ailenin çocuğuydu, fakat çok gençken hıristiyan olmuş ve Suriye'ye gitmişti. Orada bir aziz rahibe bağlanmıştı: bu rahip ölüm döşeğinde ona kendisi gibi yaşlı fakat çok iyi bir adam olan Musul rahibine gitmesini söylemişti. Selman Irak'ın kuzeyine doğru yola koyulmuştu. Bu onun için bir dizi yaşlı hıristiyan rahibe bağlanmanın başlangıcını oluşturuyordu. Bu rahiplerin sonuncusu, yine ölüm döşeğinde ona bir peygamberin gelmek üzere oldu-ğuûü söylemişti; -O, İbrahim'in dini ile gönderilecek ve Arabistan'da ortaya çıkacak, kendi yurdundan hicret edip iki kaya yığını arasındaki hurma ağaçlarıyla dolu ülkeye gidecek. Onun belirtileri şunlardır: Hediye kabul edece!; fakat sadaka olarak verileni almayacak; ve iki kürek kemiği arasında Peygamberlik mührü olacaktır». Selman. peygamber (s.a.v.) 'in memleketine gitmeye karar vermiş ve Kalk kabilesinden tüccarlara, kendisini Arabistan'a götürmeleri için ödemede bulunmuştu. Fakat Kızıl Deniz'in kuzeyindeki Akabe Körfezi'nin yakınında yer alan Vadi'I-Ku-ra'ya geldiklerinde tüccarlar onu bir yahudiye köle olarak satmışlardı. O, Vadi'l-Kura'daki hurma ağaçlarını görünce beklediği yerin burası olduğunu zannetmişti, fakat yine de şüphe içindeydi. Kısa bir süre sonra yahudi onu, Medine'deki Beni Kurayza kabilesinden olan kuzenine satmıştı. Selman, Medine'yi görür görmez, Peygamber (s.a.v.) '-in hicret edeceği yerin burası olduğunu anlamıştı.
Selman'm yeni sahibinin Küba'da da bir kuzeni vardı; ve Peygamber (s.a.v.)'in vardığı haberini bu yahudi Medine'ye getirmişti. Yahudi kuzenini bir hurma ağacının altında oturur buldu, ağacın üstünde çalışan Selman adamın şöyle dediğini duydv : «Allah Kayle oğullarının belâsını versin! Onlar şimcıi de Küba'da Mekke'den gelen bir adamın etrafında toplandılar. Onun bir Peygamber olduğuna inanıyorlar». Bu son sözler, Selman'ın ümitlerinin gerçekleştiğini gösteriyordu. Selman o kadar heyecanlanmıştı ki bütün vücudu titriyordu. Ağaçtan düşeceğinden korktu ve aşağı indi; yahudiye peygamberle ilgili sorular sormaya başladı. Fakat sahibi ona kızdı ve ağaca çıkıp çalışmasını emretti. Selman o akşam yanma biriktirdiği bir parça yiyeceği alarak kaçtı ve Küba'ya gitti. Peygamber (s,a.v.) eski ve yeni sahabeleriyle oturuyordu. Selman, onun Peygamber (s.a.v.) olduğundan emindi, fakat bununla birlikte yaklaştı ve elindeki yiyeceği bir sadaka olarak verdiğini söyleyerek onlara uzattı. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına yemelerim söyledi, fakat kendisi yemedi. Selman bir gün Peygamberlik mührünü görmeyi ümit ediyordu, fakat şimdilik Peygamber (s.a.v.) 'i görmek ve söylediklerini duymak yeterliydi. Medine'ye sevinç ve şükür içinde döndü.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] A. H. V, 320. 174 [2] I. S. I/l, 159.
|