O yazılardaki üslubunu biraz sert bulmakla beraber, Allah selamet versin, Ebubekir Sifil hocanın, bir gruptan zuhur eden "Hatemu'l Evliyalık" davası hakkında çıkmış tedkikata dayalı bir dizi yazısı vardır. Milli Gazete’de yayınlanmıştır. Nitekim yazı dizisi sonunda Sifil hoca üslubunun biraz sert kaçmış olabileceğini ifade ile mazeret bildirmiştir. Şöyle bir soru ile o yazıları kaleme almış idi:
Soru:
… mensupları Mehdi As.’dan önce Hatemü’l Evliya (Velilerin Mührü, Sonu) ismiyle bir zatın zuhur edeceğini, bu zatın Evliyaullahın sonuncusu olacağını; Efendimiz aleyhisselatu vesselam nasıl Nebiliği mühürleyip bitirdiyse bu zatın da veliliği bitirip mühürleyeceğini iddia ediyorlar. Bu hususta Hakim et-Tirmizi ve Muhyiddin İbnu Arabi’nin eselerini referans gösteriyorlar. Söylediklerinin bir kısmı şöyle:
“Hazret-i Mehdi’nin faziletini herkes biliyor, fakat Hatem-i Veli’yi kimse bilmez. İnsan hafsalası almaz, ilmi de yetmez. Yalnız bu hususta gerek Hadis-i Şerif’lerle, gerek geçmişte yaşamış Evliyaullahtan bazı zevat-ı kiram’ın beyanlarını arz etmekle Müslümanları tenvir etmiş ve hakikati duyurmuş olacağız. Çünkü ahir zamanda geleceği haber verilen Hatem-i veli ve Bayraklılar Ashabı hakkında bazı Hadis-i Şerif’ler ve şu ana göre kırk kadar Evliyaullahın ifşaatları elimizde mevcuttur.
“Bayraklılar Ashabı” ve Başlarındaki Zatın Vasıfları:
Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” (Suyuti, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fi Ahbari’l-Mehdi; Carullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
1. Batıda doğması: Doğum yerim Yugoslavya’nın Yenipazar şehridir.
2. Kinde Kabilesi’nden olması: Dedemiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin neslinden olan Şeyh … Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri, Medine-i Münevvere’nin şeyhi idi. Bir sebeble geçici olarak …’nın … şehrine geldiğinde orada vefat etmiş, daha sonra torunları Medine-i Münevvere’ye değil de Türkiye’ye gelmişlerdir. … yılından beri Türkiye’de bulunmaktayız.
Muhyiddin İbn’ül-Arabi -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütuhatü’l-Mekkiyye”nin 18. Bab’ında yer alan bir ifşaatında, bu Hatem-i Velayet’in Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir. Buyururlar ki: “Velayet-i Muhammedi’nin Hatem’i bu Arap soyundan bir kişidedir ki o bu milletin en asillerinden bir zattır.” (s. 214)
3. Ayağının sakat olması: Gerçekten de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin buyurduğu şekilde sağ ayağım sakattır.
4. Bayraklıların başına geçmesi: İkinci bin yılın fazileti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu Hadis-i şerif’i ile tarif ettiği Bayraklıların çıkması ile başlıyor. Bayraklıların başına geçmesinden murad; Allah Teala bu fakiri ilk olarak iman kurtarma cihadına koymuştur…”
Soru budur.
Sifil Hoca, bu soru üzerine yazılarını kaleme almıştır. Şimdi o cevaplarından (yazılardan) konuyla asıl ilgili olanlarını özetleyelim de sayfa sayfa bütün yazıları verip uzun etmiş olmayalım. Yazı dizisinin ilk yayınlandığı gün Milli Gazete - 10 Temmuz 2006’dır. Ebubekir Sifil hoca:
1- Ayet ve Hadislerin hangi vesileyle zuhur ettiğine bizzat şahitlik etmiş olan Sahabe efendilerimiz dışında, birilerinin, “Şu Ayette/veya Hadiste anlatılan kişi benim” demesi güzel ve doğru değildir. Mesela Veysel Karani Hz., Efendimiz aleyhisselatu vesselam tarafından ayan-beyan haber verildiği halde kendisini sürekli gizlemeye çalışmıştır. Bazı hadislerde geçen “Farslılardan bir kişi” ibaresini İmam Ebu Hanife üstüne alınmamış, İmam eş-Şafii de Hadis-i Şerifte “Kureyş alimi” diye övülen kişinin kendisi olduğunu asla ileri sürmemişti. Örnekleri çoğaltmak mümkün...
2- “Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” Sözü Peygamber Efendimizin ağzından bir söz olmadığı gibi, Sahabe’den birine ait de değildir. Yahudi iken Hz. Ebu Bekr veya Hz. Ömer (r.anhuma) döneminde Müslüman olmuş tabiinden Ka’b el-Ahbar’ın sözüdür.
Bu rivayeti zikreden Nu’aym b. Hammad (Kitabu’l-Fiten, 205), ve ondan naklen aktaran es-Suyuti (el-Arfu’l-Verdi, “el-Havi” içinde, II, 144) bu sözü Efendimiz (s.a.v)’e dayandırmamışlar; açıkça sadece Ka’b el-Ahbar’a izafe etmişlerdir. Ka’b el-Ahbar Tabiun’dan sayılır
3- Bu rivayeti nakleden Ebu Nu’aym hicri 229 yılında vefat etmiştir. Ka’b el-Ahbar ise Hz. Osman (r.a)’ın hilafetinin sonlarına doğru (yani hicri 35 yılından önce) vefat etmiştir. Dolayısıyla Nu’aym b. Hammad ile Ka’b el-Ahbar arasında 194 yıl bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin senedinde ise Nu’aym b. Hammad ile Ka’b arasında sadece iki ravi yer alıyor. Adı geçen eserinde Nu’aym b. Hammad’ın Ka’b’dan başka rivayetleri de vardır ve ikisi arasındaki ravi zinciri en az üç halkadan oluşmaktadır. Dolayısıyla burada Ka’b’a kadar olan senedin kesintisiz olması için arada en az 1 ravi daha bulunmalıdır. Yani senedde (teknik tabiriyle) “inkıta” (kesinti) vardır.
Kısaca: Ka’b’ın diye nakledilen söz, ona kadar kesintisiz bir rivayet zinciriyle ulaşmamaktadır. Dolayısıyla Hadis-i Şerif olmayan bir sözün Ka’b el-Ahbar’a ait olduğu dahi şüphelidir ve bu söz herhangi bir dava için kesin delil olmaz.
4- Farz edelim ki söz gerçekten Ka’b el-Ahbar’a ait olsun ya da Hadis-i Şerif olsun:
Rivayette Kindeli bir adamın, bayrak taşıyan bir gruba liderlik edeceği ve bunun Mehdi As.’ın zuhurunun alameti olacağı söyleniyor. Rivayetin önü de, sonu da bundan ibarettir. Şimdi;
İlkin, zat-ı muhteremin dedesinin Kinde kabilesinden olduğunu nereden bileceğiz? Ortada sadece kendi beyanı vardır. Hüccet gerekir. Aksi halde ayağı topal olan ve bu işlere az-buçuk merakı bulunan herkes, “Benim dedem de Kinde kabilesindendir” ve Hatmu’l Evliya benim diyerek ortaya atılabilir.
“Hatem-i evliya” yani “ahir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu” olduğunu iddia eden Zat-ı muhteremin yaşı seksen civarındadır ve kendisi için emr-i hak vaki olduğunda artık bu Ümmet içinden hiçbir Veli çıkmayacak mıdır yani!
Ve nihayet bu zatın “Hatemu’l evliya” (Velilerin sonu) olacağına dair rivayette hiçbir kayıt yoktur. Esasen “Velilik” mertebesinin herhangi bir Zat ile son bulmasının –nass bulunması dışında– ne aklen, ne de naklen tatmin edici bir izahı yoktur. Bu din yaşanmaya devam ettikçe elbette Veliler de mevcut olmaya devam edecektir…
5- “Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” Peki, bu söz hatem-i evliyaya (Velilerin sonuncusuna) nasıl delalet ediyor? Neresinde Hatemu’l Evliyaya işaret var?
Peki, bu rivayette geçen “topal adam” ve “bayraklıların” çıkışları “hayır” mıdır, “şer” midir? Batı tarafından gelip nereye gidecekler ve ne yapacaklar? Bunlar ve benzeri soruların “meskutun anh” (söylenmeden) geçildiği bir sözün “hatem-i evliya”yı gösterdiği iddia edebilmek bu kadar kolay olmamalı.
Öte yandan bizzat kendilerinin de muhtelif yerlerde Hakim ve İbn Mace’den aktardıkları rivayetler –ki Hadis musannefatının ilgili bölümlerinde daha fazlası görülebilir– Mehdi As.'dan hemen önce zuhur edecek olan “siyah bayraklılardan” da söz edilmektedir.
Ka’b el-Ahbar’ın batıdan çıkacağını söylediği nakledilen rivayette geçen “bayraklılar”, doğu tarafından çıkacak olan “siyah bayraklılar” ile aynı zümre olmayabilir. Muhtemeldir. Bununla beraber, “siyah bayraklılardan” bahseden rivayetlerin muhtevasına bakıldığında asıl olarak bunların Mehdi (a.s)’ın zuhurunun öncüleri olduğu görülüyor.
Dolayısıyla “topal adam”ın liderliğinde batıdan çıkacak olan ve bayraklarının rengi belirtilmemiş bulunan kimselerin “kötü adamlar” olması da kuvvetle muhtemeldir. Nitekim aynı söz, Ebu Amr ed-Dani’nin es-Sünenu’l-Varide fi’l-Fiten’inde (IV, 913-4) –yine Ka’b’dan olmak üzere– şöyle naklediliyor: “Mehdi’nin çıkışının alameti, batı tarafından gelecek olan, başlarında Kinde’den topal bir adamın bulunduğu bayrak(lı)lardır. Batılılar Mısır’a galip geldiğinde, o gün Şamlılar için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen, “Şamlılar helak olduğunda ümmetimde hayır yoktur” (Nu’aym b. Hammad, Kitabu’l-Fiten, 136) rivayeti ile birlikte düşünüldüğünde Batı’dan gelecek olanların “kötü adamlar” olabileceği ihtimali artmaktadır.
6- Ka’b el-Ahbar hakkında İbn Hacer ve el-Kevseri’nin tesbitlerini de kısaca aktarmak gerekir:
İbn Hacer: İmam el-Buhari’den naklen: Hz. Mu’aviye (r.a) Kureyşli bir topluluktan söz ederken Ka’b’ı da zikretmiş ve şöyle demiştir: “Her ne kadar Ehl-i Kitap’tan rivayette bulunan şu muhaddislerin en doğru sözlüsü idiyse de, kendisini yalanla imtihan ederdik.” (Tehzibu’t-Tehzib, VIII, 394.)
İbn Kesir: Hz. Mu’aviye (r.a)’ın İmam el-Buhari tarafından nakledilen sözü üzerine: “Bunun anlamı şudur: Ka’b’dan, lügat anlamıyla ve kasdi olmaksızın yalan sadır olurdu. Çünkü o, haklarında hüsn-ü zan beslediği (İsraili) kitaplardan nakiller yapardı. Oysa bu kitaplarda uydurma ve düzmece şeyler vardı…” (Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, III, 416.) demiştir.
El-Kevseri: “Ka’b el-Ahbar ve İsrailiyat” başlıklı makalesinde Ka’b’ın durumuyla ilgili bir hayli nakil yaptıktan sonra şöyle der: “Bu kısa malumattan ortaya çıkan odur ki kendisinden İbn Ömer, İbn Abbas ve Ebu Hureyre’nin bazı rivayetleri bulunmakla birlikte Hz. Ömer, Hz. Huzeyfe, Hz. Ebu Zerr, Hz. İbn Abbas, Hz. Avf b. Malik ve Hz. Mu’aviye (Allah hepsinden razı olsun) Ka’b’a tam anlamıyla güveniyor değillerdi…” (Makalat, 39.) Ka’b hakkında başka önemli tesbitler için Makalat’a bakılmalıdır.
ez-Zehebi de Ka’b için: “Hz. Ömer (r.a) döneminde Yemen’den Medine’ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Ashabının meclislerinde bulundu. Onlara İsraili kitaplardan nakiller yapardı…” (Siyeru A’lami’n-Nübela, III, 489)
Görülüyor ki Ka’b el-Ahbar, “Yeryüzünde tek karış toprak yoktur ki Allah Teala orada kıyamete kadar cereyan edecek hadiseleri Musa (a.s)’a indirdiği Tevrat’ta zikretmiş olmasın” (İbn Abdilberr, el-İsti’ab, III, 1287; İbn Hacer, el-İsabe, V, 465) diyen İsrailiyat (Yahudi kaynakları) nakilcilerinden birisidir.
Kısaca, Ka’b el-Ahbar, Hz. Peygamber (s.a.v) adına yalan uydurmama anlamında şahsında güvenilir bir tabiindir. Fakat öyle inandığı için doğru söz ile uydurma ve bozuk sözü birbirinden tefrik etmeden (ayırmadan) Yahudi kaynaklarından aktarmalar yapması onu “bağlayıcı dini kaynak” hüviyetinden uzaklaştırmıştır. Bu ifade, bir tabiini “küçük görmek” değildir. Ka’b el-Ahbar’ın “Efendimiz (s.a.v)’e nisbet etmeksizin” kendinden verdiği bir haberi “nass” (kesin bir kural, mutlak bir haber) seviyesine çıkarmak, usulen de asla doğru değildir.
7- Mürsel hadis, esas mahreç (kaynak) olan Sahabi zikredilmeden Sahabi veya Tabii ravinin, Efendimiz (s.a.v)’den bizzat işitmediği halde işitmiş gibi naklettiği hadistir. Dikkat edilmesi gereken husus, “irsal” yapan (aktaran) söz konusu ravinin, “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu” tarzında bir ifade kullanmış, rivayeti O’na izafe etmiş olmasıdır.
Tabiun kuşağına mensup birisinin (mesela Ka’b’ın), Hz. Peygamber (s.a.v)’e isnad ve izafe etmediği, dolayısıyla “kendisine ait” olarak görülmesi gereken bir sözüne “mürsel hadis” dendiğini söyleyen bir tek kaynak yoktur. Malum sözün “mürsel hadis” olarak nitelendirilebilmesi için, Ka’b el-Ahbar tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e izafe edilmiş olması gerekirdi. O söz Ka’b el-Ahbar’ın kendi sözü olarak nakledilmiştir ve bu haliyle “mürsel hadis” değil, “maktu hadis”tir.
Alimlerin de –yine usül kitaplarında yer aldığı gibi– mürsel hadisin makbuliyeti konusunda öngördükleri bir şart vardır: İrsal yapan ravinin, sadece sika (güvenilir) ravilerden rivayet alan birisi olması. İşte bu şart Ka’b el-Ahbar’da mevcut değildir. Zira onun ayırım yapmadan Yahudi kaynaklardan naklettiği ortadadır.
Nüzhetu’n-Nazar ve şerhlerinde de görülebileceği gibi, hem sika (güvenilir) kimselerden hem de sika olmayanlardan irsal yapan ravinin rivayetinin kabul edilmeyeceği konusunda Hanefiler ve Malikiler ittifak halindedir. (Mürsel hadis konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler için el-Alai’nin Cami’u’t-Tahsil’i bulunmaz bir kaynaktır.)
Tekraren belirtmek lazım, bu söylenenler Ka’b el-Ahbar’ın “mürsel” rivayetleri için geçerlidir. “Bayraklılar ve topal adam” rivayeti ise “mürsel” değil, “maktu”dur; yani Ka’b’ın kendi sözü olup Resulullah Efendimize izafe edilmemiştir. Hem Nu'aym b. Hammâd'ın Kitâbu'l-Fiten'inde, hem Ebû Amr ed-Dânî'nin es-Sünenu'l-Vâride fi'l-Fiten'inde, hem de daha sonraki kaynaklarda mezkûr sözün Ka'b tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)'e nisbet edildiğini söyleyen yoktur. Ka'b el-Ahbâr, bizzat bu sözünü Resulullah Efendimiz'e ait bir söz olarak göstermediği halde o söze ısrarla Hadis-i Şerif demek Ka'b'a da bir iftira, ondan nakleden ulemaya da bir iftiradır.
İmam-ı Suyuti -rahmetullahi aleyh- Hazretleri gibi büyük bir muhaddisin el-Arfu’l-Verdi isimli risalesine, 'Bu, Mehdi konusunda varit olmuş hadis ve eserleri (asar) topladığım bir cüzdür' sözleriyle başladığını, dolayısıyla bu risalede yer alan rivayetlerin tamamının bizzat Hz. Resulullahın sözü olmadığını bizzat müellifinin söylediğini de kaçırmamamız lazım.
Burada geçen “asar” tabirinin merfu hadisler dışındaki rivayetleri anlattığı, bilhassa Sahabi sözü (mevkuf hadis) ve Tabii sözü (maktu hadis) hakkında kullanıldığı da malumdur.
Mesela, İbn Hacer el-Heytemî, el-Kavlu'l-Muhtasar'da, Mehdi ve zuhur alametleriyle ilgili merfu hadisleri birinci, Sahabe sözlerini ikinci ve Tabiun ve Tebe-i Tabiîn sözlerini de üçüncü babda zikretmiştir. Ka'b'ın sözü de bu üçüncü babda yer almıştır.
İkdu'd-Dürer sahibi Yusuf b. Yahya'nın da orada "Kinde'li topal adam" rivayetinin Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait bir "merfu hadis" olduğu söylediği doğru değildir. Söz konusu rivayete, Mehdi öncesi vuku bulacak hadiseler meyanında tabii ki Ka'b'ın sözü olarak değinilmiştir, o kadar.
8- Sahabe veya Tabiun'dan birisinin, içtihada açık olmayan bir meselede söylediği söz Usul kitaplarında ve Hadis şerhlerinde "hükmen merfu" olarak nitelendirilir. Efendimiz (s.a.v)'e açıkça izafe edilmediği halde bu söze "merfu" hükmü verilmesi, Efendimiz (s.a.v)'den başkasından alınmış olabileceğini gösteren bir delil veya karine bulunmaması durumuyla sınırlıdır.
Bunun merfu hadis hükmünde olmasının sebebi şudur: İçtihada açık olmayan bir meselede söz söyleyen kişiye o konuda birisinin bilgi vermiş olması gerekir. Sahabî ise ya Hz. Peygamber (s.a.v)'den, ya da bazı kadim kitaplardan bilgi almıştır. Söz konusu sahabî, bu kitaplardan bilgi alan birisi değilse, naklettiği bilgiyi Hz. Peygamber (s.a.v)'den aldığı taayyun eder… (el-Fer'u'l-Esîs, Yusuf Ağa Kitaplığı, Konya, no: 626, 49a-b) Bu kaideyi Tabiun kuşağına uygulayacak olursak şunu söylemek durumundayız: Tabiun'dan birisinin, içtihada açık olmayan bir konuda söylediği bir sözün Efendimiz (s.a.v)'e ait olarak kabul edilebilmesi için, o kişinin, Sahabe veya güvenilir Tabiun dışında bir kaynaktan bilgi alan birisi olmaması gerekir. Hükmen merfu olarak dahi Ka’b’ın sözüne ihtiyatla yaklaşmak gerekir.
Ka'b el-Ahbâr'dan bir tek senedle gelen ve şahid veya mütabii de olmayan "bayraklılar ve topal adam" rivayetinin "mütevatir haber" olduğunu söylemek de doğru değildir. Hatemu’l Evliya iddiasının taraflarınca zikredilen müelliflerin hiç birisi Ka'b el-Ahbâr'ın bu sözünün mütevatir olduğunu da söylememişlerdir. Sadece Ikdu'd-Dürer sahibi Yusuf b. Yahya, Mehdi As. öncesinde vuku bulacak fitne, olay ve delaletleri anlatan haberlerin mütevatir olduğunu söylemiştir ki bundan, Ka'b el-Ahbâr'a ait sözün tevatürünün söylendiği anlamı çıkmaz. Bu ifade, tek bir sözü değil, Mehdi As. öncesi birtakım büyük fitneler, olaylar ve karışıklıklar çıkacağını anlatan rivayetlerin tevatürünü kasdetmektedir.
Bütün bunlar, Ka'b el-Ahbâr'ın senedi arızalı bir sözünü öne çıkarıp sonra da hiç alakası olmadığı halde o sözden Hatemu'l-Evliyalık kotarıldığı hakikatini değiştirmeyen usül tartışmalarıdır. (Tekrar bakınız, yukarıda madde 4) Çünkü, Ka’bın sözünde Hatemu'l-Evliya ile ilgili en küçük bir ima dahi yoktur. Esasen Hatemu'l-Evliya meselesi el-Hakîmu't-Tirmizî'den önce dile getirilmiş bir husus değildir. Konu hakkında eser verenler arasında Ka'b el-Ahbâr'ın sözünün Hatemu'l-Evliya'yı anlattığını, Hatemu'l-Evliya'nın Kinde kabilesine mensup topal birisi olacağını söyleyen kimse de yoktur.
Bu söz Hatemu'l-Evliya'yı anlatsaydı ve onun tayininde belirleyici olsaydı, başta İbn Arabî olmak üzere kendisinin veya başkasının Hatemu'l-Evliya olduğunu söyleyenler bunu mutlak surette dikkate alırdı.
Keza Hatemu'l-Evliya'nın özelliklerini zikredenler arasında, onun ayağının topal olacağını söyleyen birisinin bulunduğu da meçhulümüzdür.
9- Mehdi As. öncesi vuku bulacak olaylara el-Berzencî'nin kurgulaması ile bakılacak olursa Şam'dan çıkacak olan Süfyanî ile, aynı dönemde Batı'dan "topal adam" (A'rac), Arap Yarımadası'ndan "kızıl" (Asheb) ve Mısır'dan "alacalı" (Ebka') çıkacak, aralarında şiddetli savaşlar olacaktır. (Bkz. el-İşâ'a, 92.) Bu anlatıma göre Kindeli topal adam, tıpkı diğerleri ("kızıl" ve "alacalı") gibi, savaşan bir grubun liderinden başka bir şey değildir.
Yine Ka'b'a göre bu topal adam batı tarafından gelecek ve Mısır'ı ele geçirecektir. Yani –ille de itibar edilecekse– Ka'b'ın sözü, batı tarafından gelip Mısır'ı istila edecek muharip bir topluluğu anlatmakta ve başlarında da Kindeli topal bir adam bulunacağını belirtmektedir.
|