Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 16.04.10, 16:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Tecellîyât İsimli Eseri
Ve Tasavvufta Ruhî Tecrübelerin Aktarılması Geleneği

DOÇ.DR.NECDET TOSUN

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Giriş:


Tasavvuf literatüründe “tecellî” iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi “Al¬lah’ın farklı yollarla varlığını göstermesi ve izhâr etmesi”; ikincisi ise “sûfînin kalbine gaybdan bazı bilgilerin gelmesi” anlamındadır. Hüdâyî’nin Tecelliyât isimli eseri, ikinci anlamdaki tecellîleri konu edinmiştir. Bu eserde Hüdâyî 1011-1018 (1602-1609) yılları arasında, çoğunlukla uyanık halde iken bir ken¬dinden geçme esnâsında yaşadığı mistik deneyimleri (ruhî tecrübeleri) kaydet¬miştir. Bu deneyimler: a) Gâibden ses duyma, b) Bazı şeyler görme, şeklinde iki¬ye ayrılabilir. Yaşanan deneyimler genellikle ruhânî mirâc yapmak, farklı renk¬lerde nur görmek ya da kendisine hil‘at (elbise, cübbe), tâc veya altın kılıç gibi nesnelerin hediye edilmesi şeklindedir. Bu hediyelerden bazılarının sembolik anlamlar taşıdığı da muhakkaktır.

Tasavvuf tarihinde bazı sûfîler mânevî hâllerini ve keşflerini gizlemiş, bazıları ise bunları anlatmayı ve yazmayı tercih etmiştir. Hüdâyî yaşadığı mânevî hâlle¬ri yazarak Celvetiyye ekolünde “tecellîlerin yazılması” geleneğini başlatmış, kendisinden sonra bir çok Celvetî mensubu yaşadıklarını kaleme almıştır. Hü¬dâyî ile aynı asırda Hindistan’da yaşayan İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî de tasavvuf yolunda yaşadığı hâlleri eserlerinde genişçe anlatmış, kendisinden sonra onun yolunu izleyen bir çok Müceddidî mensubu bu geleneği sürdürerek mânevî hâllerini kayda geçirmiştir.

Tasavvuf literatüründe önemli bir yeri olan “Tecelliyât” türü eserler sâdece tasavvuf araştırmacıları için değil, aynı zamanda din psikolojisi ve parapsikoloji sahalarında araştırma yapanlara da önemli malzemeler sunacak niteliktedir. Ay¬rıca tasavvufî düşüncenin oluşum ve gelişiminde sûfîlerin tecellî yoluyla edindikleri bilgilerin önemli bir rol oynadığı muhakkaktır.

Tecellî Kavramı:

Sözlükte “tecellî” hem belirme, görünme, ortaya çıkma, hem de belirti ve görün¬tü anlamına gelir. Tecellî kavramı tasavvufî eserlerde bazan “Allah’ın Zât veya sıfatları ile belirmesi, kullarına görünmesi ve varlığını izhâr etmesi” anlamında, bazan da “sâlikin gönlüne gaybdan ses veya görüntü yoluyla bilgilerin gelmesi” anlamda kullanılmıştır. Tasavvufun ilk dönemlerinde yazılan klasik eserlerde sâlike bilgi getiren tecellîleri ifâde etmek için daha ziyâde levâih, tavâli‘, levâmi‘, ilhâm, hâtır-ı Hakk, vârid (çoğulu: vâridât), müşâhede ve keşf gibi kavramlar kullanılmıştır. Zamanla tecellî (çoğulu: tecelliyât) kavramının da bunlara ek¬lendiği anlaşılmaktadır. “Keşf” dendiğinde daha ziyâde görüntü, “ilhâm” dendi¬ğinde ise daha çok ses ya da gönle doğma yoluyla gelen bilgiler kastedilmekte¬dir.

Tecellîlerin (Rûhî Tecrübelerin) Yazıya Aktarılması:

İlk asırlarda sûfîlerin, keşf ve ilhâm gibi rûhî tecrübelerini kaleme almaktan ka¬çındıkları görülmektedir. Bu dönemde bazı sûfîler havâtır konusuna temâs et¬miş ancak genel bilgiler vermekle ve tehlikeli havâtıra karşı mürîdleri uyarmak¬la yetinmişlerdir. Onlar, mânevî hâlleri ve tecellîleri yazmanın gösteriş ve riyâ olacağını düşünerek bunu yapmaktan kaçınmış olmalıdırlar. Ancak hicrî VI. yüzyıldan sonra bazı sûfîler rûhî tecrübelerini ciddî manâda kaleme almaya baş¬lamışlardır. Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) el-Munkızü mine’d-dalâl isimli eserinde az da olsa izleri görülmeye başlanan bu gelenek, Rûzbihân Baklî’nin (ö. 606/1209) Keşfü’l-esrâr’ı ve Necmeddîn Kübrâ’nın (ö. 618/1221) Fevâihu’l-cemâl ve fevâtihu’l-celâl isimli eseriyle ilk güzel örneklerini vermiştir1

Necmeddîn Kübrâ seher vakti halvette zikir ile meşgûlken meleklerin tesbîh ve istiğfârını işittiğini nakleder.2
Yine birgün gaybet hâline girip kendinden geçtiği¬ni, sonra yükselip doğan bir güneşin önüne getirildiğini ve güneşe yaklaştığını ifâde eder3.

Kübrâ, zikirde istiğrâk hâline ulaşınca, mevcûdâtın her zerresinden borazan, davul sesi ve su şırıltısı gibi zikir sesleri duyduğunu da kaydetmiştir4.

Necmeddîn Kübrâ ile aynı asırda yaşayan Şihâbeddîn Sühreverdî (ö. 632/1234) Avârifu’l-ma‘ârif isimli eserinde kendi ulaştığı tecellîlere pek yer vermemiş ise de, keşf ve ilhâmın anlaşılması ve yorumlanması yolunda önemli bilgiler aktarmıştır. Şu şözler ona âittir: “Keşf, bazan görerek, bazan da duyarak olur. Bazan içten duyar, bazan da dışarıdan ve hâtiften bir nidâ olarak işitir”5.

“Bazan bu mükâşefelerden hiçbirine sâhip olmayan kimse, bunların üstünde bir mevki elde eder. Çünkü bu tür mükâşefelerin hepsi yakîn duygusunu takviye içindir. Hâlis yakîn duygusunu elde edenin böyle şeylere ihtiyâcı kalmaz”6.

Sühreverdî, duyulan her sesin veya gönle doğan her bilginin doğru olmayabileceği söyleyip havâtırı altı kısma ayırmıştır: 1. Nefsten gelen havâtır (hevâcis), 2. Hakk’tan gelen havâtır, 3. Şeytan’dan gelen havâtır (visvâs), 4. Melekten gelen havâtır (il¬hâm), 5. Aklın havâtırı, 6. Yakîn havâtırı7.

Sûfîlerin yaşadığı rûhî tecrübelerden biri de mânevî mi‘râcdır. Seyr u sülûk, insanın varlık mertebelerindeki seyahati olup bir yükseliş (urûc) ve inişten (nüzûl) oluşur. Tasavvufî eserlerdeki “yükseliş” ve “iniş” tâbirleri esâsen mecâzîdir. Zîrâ Allah, yönden ve mekândan münezzehtir. Terminoloji darlığından dolayı bunlar kullanılagelmiştir. Birçok sûfî kendi rûhî mi‘râcı ve bu mi‘râc esnâsındaki müşâhedeleri hakkında az ya da çok bilgi vermiştir.

Bâyezîd Bistâmî (ö. 234/848), Senâî Gaznevî (ö. 525/1131), Ferîdeddîn Attâr (ö. 618/1221), İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), Alâüddevle Simnânî (ö. 736/1336) ve İmâm-ı Rabbânî lakabıyla bilinen Ahmed Sirhindî (ö. 1034/1624) bunlardandır8.

Sûfîler tecellîlere çoğunlukla, rûhun hassaslaştığı ortamlarda, halvet ve erbaîn adı verilen inzivâ dönemleri ile zikir ve günlük evrâdı icrâ ederken ulaşmış iseler de, esâsen bunun muayyen bir vakti yoktur.

Bazı sûfîler nâil oldukları tecellîleri yazmaktan kaçınmış ise de, bazıları, mürîdleri teşvik ve tahdîs-i ni‘met için bunları kaleme almıştır. Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Tecelliyât isimli eseri de ilhâm ve keşf yoluyla gelen bilgileri ihtivâ etmek¬te olup, tecellîyât türü eserlerin en güzel örneklerinden biridir.

Hüdâyî’nin Tecelliyât’ı:

Hüdâyî’nin Tecelliyât isimli eseri Arapça’dır. Bu Arapça eser henüz yayınlanmamış olup kütüphânelerde birçok yazma nüshaları vardır9. İsmâil Hakkı Bursevî’ye göre, Hüdâyî bu eserini vefâtına kadar gizlemiş, vefâtından sonra mürîdle-ri tarafından bulunup çoğaltılmıştır10. Eser, Osmanlı döneminde Türkçe’ye çevrilmiş ise de, bu tercüme yazma hâlindedir, henüz neşredilmemiştir11. Tercüme¬yi yapan kişinin, Hüdâyî’nin mürîdlerinden olup onun bazı eserlerini tercüme eden Mehmed Muizzüddîn Celvetî (ö. 1033/1623’ten sonra) olduğu anlaşılmaktadır12. Tecelliyât’ı açıklayıcı mâhiyette iki ayrı şerh yapılmıştır. Birisi Celvetiyye’den Hasan b. Abdurrahîm Aksarâyî Rızâî’nin Tecelliyât-ı Hüdâyî’nin Nazmen Şerhi ismini taşıyan eseri olup Türkçe’dir13. Diğeri Abdülganî Nâblusî’nin (ö. 1143/1731) Leme‘âtü’l-berkı’n-necdî şerhu Tecelliyâtı Mahmud Efendî isimli eseridir ve Arapça’dır14. Bu şerhler de henüz yazma hâlindedir.

Azîz Mahmud Hüdâyî Tecelliyât isimli eserinde kalbine doğan ilhamları, gâibden duyduğu sesleri ve kalp gözüyle gördüğü olayları (müşâhedeleri) ay, gün ve sene belirterek kaydetmiştir. Hüdâyî, gördüğü rüyaları Vâkı‘ât isimli eserinde kaydetmiş, Tecelliyât’ta ise çoğunlukla uyanık iken nâil olduğu ilhâm ve keşflere yer vermiştir. Bu ilhâm ve keşflerden bir kısmı gâibden ses duymak, bir kıs¬mı da bazı şeyleri görmek şeklindedir.

Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Tecelliyat adlı eserinden bir kesit

Duyduğu seslere örnek olarak şunlar zikredilebilir:

Hüdâyî, hicrî 1112 senesi Receb ayında “Yâ şefîa’l-müznibîn” (Ey günahkârların şefâatçisi!) diye bir nidâ duymuştur15.

Muharrem’in 9. günü kendisine işâret edilerek: “Bu zamânın kutbü’l-âfâkı bunlardır” diye hitâb edilmiştir.

Şa‘bân ayının 6. günü kendisine: “Hak Teâlâ sana selâm eyledi” diye hitâb gelmiştir16.

Zilhicce’nin 11. günü: “Eleysallâhü bi kâfin abdeh, kulumuzun bütün işlerine biz kifâyet edip her hâlini gözetiriz” diye nidâ gelmiştir17.

Muharrem’in 23. günü şöyle bir hitâb gelmiştir: “Kişinin zâhirini ıslâha çalışması Hz. Mûsâ’nın yoludur, bâtınını ıslâha çalışması Hz. Îsâ’nın yoludur. Her iki yönünü de ıslâh için çalışması Hz. Muhammed’in yoludur”18.

Zilka‘de’nin 19. günü şu nidâ gelmiştir: “Saâdete ulaşmak, zahmet ve meşakkat çekip sabretmekle olur”19.

Kalp gözüyle gördüğü olaylardan bazıları ise şunlardır:

A. Bir şahsı görmesi:

Hüdâyî, 1012 senesi Receb ayının 18’inde Hz. Peygamber’i görmüş, Peygamber Efendimiz ona: “Bizim vârisimizsin” buyurmuştur20.

Aynı sene Rabîulevvel’in 29. günü dervişlerle sohbet ederken Hz. Peygamber Hüdâyî’ye görünüp oturduğu seccâdenin üzerine gelmiştir21.

Muharrem’in 24. günü Cuma namazının son sünnetini kılarken Bâyezîd Bistâmî’nin genç bir insan sûretinde gelip mecliste oturduğunu görmüştür22.

Cemâziyelûlâ ayında Hüdâyî mihrapta otururken ve dervişler zikrederken kalp gözünden perdeler kalkmış, Hz. Peygamber’in mazhar-ı zât-ı rabbânî ve câmi-i cemî-i esmâ ve sıfât olduğu (yani bütün ilâhî isim ve sıfatlara sâhip olduğu) keşf olunmuştur23.

B. Bir nur görmesi:

Şa‘bân ayının bir pazar günü yatsı namazının son sünnetinde kendisini yeşil bir nûrun kapladığını görmüştür24.
1012 senesi Şa‘bân ayının19. Çarşamba günü akşam ile yatsı arasında önce siyah bir nur, sonra yeşil bir nur görmüştür25.

C. Bir hediye alması:

Ramazan’ın 29. günü kendisine mânen âlemler kadar geniş bir halı hediye edilmiştir26.

Bir ara dervişlerle tevhîd zikri icrâ ederken Hüdâyî’ye mânen bir hil‘at (cübbe) giydirilmiştir27.

Bir Çarşamba gecesi temcîd vaktinde Hz. Peygamber Hüdâyî’ye bir tâc giydirmiştir28.

Zilhicce’nin 5. günü kendisine lezzetli bir şerbet ikrâm edilmiştir29. Tecelliyât’ı şerheden Nâblusî’ye göre bu, tevhîd-i hâlis şerbetidir ve insanı mâsivâ kirleri ile perdelerden temizler. Nitekim âyet-i kerîmede: Rabbleri onlara tertemiz şerbet içirdi” (el-İnsân, 76/21) buyurulmuştur30.

Şa‘bân ayında bir cuma günü toplu zikir esnâsında tarîkat ehlinin tâcları Hüdâyî’ye gösterilmiş ve hangisini iste¬diği sorulmuş, o Hz. Peygamber’in tâcını yani sarığını tercih etmiştir31.

Rabîulev-vel’in 29. günü murâkabe esnâsında kendisine bir miktar yağ getirilmiş ve: “Bu, Hz. Peygamber’in kullandığı yağdır” diye hitâb edilmiştir32.

Cemâziyelevvel’in 5. Cuma günü Hak Teâlâ tarafından Hüdâyî’ye selâmet, saâdet ve şeref cübbesi hediye edilmiştir33.

Cemâziyelâhire’nin 6. Çarşamba günü altın süslemeli olup asılı duran bir kılıç kendisine hediye edilmiştir34. Nâblusî’ye göre bu kılıç, hem Allah Teâlâ hem de kullar ile ilişkilerde doğruluk ve samimiyetin sembolüdür35.

D. Mânevî mi‘râc yapması:

Hüdâyî, bir Pazar gecesi mânevî mi‘râc yapmış, Hak Teâlâ ona “Yâ Abdullah” (Ey Allah’ın kulu) diye hitâb etmiştir36. Cemâziyelâhir’in 22. günü yine rûhânî mi‘râc yaşamıştır37 Zilka‘de’nin 23. günü Hak Teâlâ’ya vâsıl olmuş, sonra kulla¬rı Hakk’a irşâd için geri dönmeye (rucû) izin istemiştir38. 1014 senesi Cemâziye¬lâhir’in 22. günü de rûhânî bir mi‘râc yaşamıştır39.

Celvetiyye’de Tecelliyâtı Yazma Geleneği:

Azîz Mahmud Hüdâyî’nin, tasavvuf yolunda kavuştuğu tecellîleri bir kitap hâlin¬de derlemiş olması, onun tâkipçileri olan bazı Celvetîler için örnek teşkil etmiş olmalıdır. Çünkü Hüdâyî’den sonra başka Celvetiyye mensuplarının da tecellîlerini kaleme aldığı görülmektedir. Fenâî mahlasıyla şiirler yazan Ehl-i Cennet Mehmed Efendi’nin (ö. 1075/1664) Tecelliyât40 ve Mustafa Devâtî’nin (ö. 1070/1659) Tuhfetü’s-sûfiyyîn41 gibi eserleri ile İsmâil Hakkı Bursevî’nin (ö. 1137/1725) Vâridât-ı Hakkıyye başta olmak üzere birçok eseri42, Hüdâyî’den sonra Celvetiyye’de tecelliyâtı yazmanın âdetâ bir gelenek olduğunu îmâ etmektedir.

Mustafa Devâtî’nin Tuhfetü’s-sûfiyyîn isimli eserinden birkaç örnek verilirse, bu eserin, Hüdâyî’nin Tecelliyât’ı ile konu yönünden benzerliği daha iyi anlaşılacaktır. Devâtî şöyle diyor: “Bir gün tekkemden çıkınca bahçedeki taş parçalarını gördüm. Bahçeyi temizleyen dedeye: Niçin şu bahçeyi bir güzel tımar eylemezsin? dedim. O anda Hak tarafından kalbime şu ilhâm geldi: Ey fülân oğlu fülân! Dışarıdaki bahçeye bakacağına yürü git vücûdunun bahçesini temizle”43.

“Bir gün gönlüm Allah’a yönelmiş olarak otururken Lâ ilâhe illallâh dedim. Yerden semâya kadar bir direk peydâ oldu. Ey Allâh’ım, bu ne hikmettir? diye sor¬dum. Şöyle bir cevap geldi: Bu direk Sırât Köprüsü gibidir. Bütün uzuvlarını zapt eyleyen, kontrol altında tutan kulum bu budaksız direğe merdivensiz olarak çıkar. Yani kelime-i tevhîdi söyleyen kimse dünyada iken Sırât Köprüsü’nü geçer”44.

Bir gün gayb âlemine nazar edip Rasûl-i Ekrem Efendimizi gördüm. Fakîre buyurdular ki: Ârifler canım gibidir, âşıklar oğlum gibidir, ümmetim de gözüm gibidir”45.

“Bir gün Lâilâhe illallâh dedim. Nurdan bir deryâ gördüm. Hemen bu deryanın içine daldım. Sonunda büyük bir câmi gördüm. Câminin kapısına yaklaştım. Orada bu fakîre bir yay ile üç ok ve bir kitap verdiler. Bunlar nedir? diye sordum. Bu yay Allah Teâlâ’nın kudret yayıdır. Bu oklar şerîat, mârifet ve hakîkattir. Bu kitap da bu makâmın mânâsını açıklar, cevâbını aldım”46.

Celvetiyye’deki tecellîleri kaydetme geleneğinin bir benzeri de, Hindistan’daki Nakşbendiyye-Müceddidiyye tarîkatında görülmektedir. İmâm-ı Rabbânî Ah-med Sirhindî (ö. 1034/1624), tasavvuf yolunda nâil olduğu tecellîleri, tahdîs-i nimet yani Allah’ın bu lütfunu zikretmek ve yeni mürîdlere şevk vermek için yazılı ve sözlü olarak aktarmıştır47. Ahmed Sirhindî’nin keşf ve rûhî tecrübelerini genişçe yazması, sonraki bazı Müceddidîler için örnek teşkîl etmiş, onlar da bazı tecrübelerini aktarmışlardır.

Ahmed Sirhindî’nin oğlu Muhammed Ma‘sûm hacca gittiğinde Hicâz’da nâil olduğu ilhâm ve keşfleri anlatmış, onun anlattıklarını oğlu Muhammed Ubeydullah Hasenâtü’l-Haremeyn adıyla derleyip kitap hâline getirmiştir48.

Ahmed Sirhindî’nin diğer oğlu Muhammed Sa‘îd’in Hicâz’daki ilhâm ve keşfleri de onun oğlu Abdülehad Vahdet Sirhindî tarafından Letâifü’l-Medîne adıyla derlenmiştir49.

Şâh Veliyyullah Dihlevî ise ilhâm ve keşf-lerini Füyûzu’l-Haremeyn isimli eserinde bizzat kendisi kaleme almıştır50. Binâenaleyh, Hüdâyî’den sonra Anadolu’daki Celvetiyye’de görülen tecelliyâtı yazma geleneğinin bir benzeri, aynı asırlarda Hindistan’daki Müceddidiyye eko¬lünde de görülmektedir.

Netîce olarak, tecelliyât türü eserler, ilâhiyat fakültelerinin tasavvuf bölümündeki akademisyenler tarafından ciddî bir araştırmaya tâbî tutulmalıdır. Çünkü tasavvuf düşüncesinin (felsefesinin) oluşumunda sûfîlerin ulaştığı tecellîler ve bu yolla edindiği bilgiler önemli bir rol oynar.

Öte yandan bu tür eserler sâdece tasavvuf araştırmacıları için değil, aynı zamanda din psikolojisi ve parapsikoloji sahalarında araştırma yapanlar için de önemli malzemeler ve ip uçları sağlayacak niteliktedir. Zîrâ sûfîlerin keşf, ilhâm, gâibden ses duyma ve mânevî mi‘râc gibi kavramlarla ifâde ettikleri hâller için parapsikologlar duru görü, duru işitme, astral seyahat gibi tâbirler kullanmakta, yani aynı konuyu incelemektedirler.

DİPNOTLAR

1 Keşfü’l-esrâr ’ın metni Nazif Hoca tarafından yayınlanmıştır: Nazif Hoca, Rûzbihân al-Baklî ve Ki-
tâb Kaşf al-Asrâr’ı ile Farsça Bazı Şiirleri, İstanbul 1971. Fevâihu’l-cemâl’in metni Fritz Meier ta¬
rafından Die Fawaih al-Gamal wa Fawatih al-Galal adıyla yayınlanmış (Wiesbaden 1957), Musta¬
fa kara tarafından da Türkçe’ye çevrilmiştir (Tasavvufî Hayat içinde, İstanbul 1980, s. 91-161).
2 Necmeddîn Kübrâ, Tasavvufî Hayat, s. 99-100.
3 Kübrâ, ae, s. 112.
4 Necmeddîn Kübrâ, Tasavvufî Hayat, s. 107-108.
5 Şihâbeddîn Sühreverdî, Avârifu’l-ma‘ârif, Beyrût 1966, s. 217.
6 Sühreverdî, ae, s. 219.
7 Sühreverdî, ae, s. 462, 466. Buna benzer tasnişer Sühreverdî’den önceki sûfîlerce de yapılmış¬
tır. Bk. Ebû Tâlib Mekkî, Kûtü’l-kulûb, Kâhire 1310, I, 114-117; İmâm Gazâlî, Ravzatü’t-tâlibîn, Mı-
sır 1344, s. 212-215.
8 Bistâmî’nin mi‘râcı için bk. Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‘, s. 464, 468; Muhammed b. Ali es-
Sehlegî, Kitâbu’n-Nûr min kelimâti Ebî [Yezîd] Tayfûr, Abdurrahmân Bedevî, Şatahâtü’s-sûfiyye,
Kuveyt 1978 içinde, s. 111, 149, 175-178.
Senâî Gaznevî’nin mi‘râcı için bk. Senâî Gaznevî, Seyru’l-ibâd ile’l-meâd, Mesnevîhâ-yı Hakîm-i Senâî (nşr. M.Takî Müderris-i Razavî), Tahran 1348 hş.içinde, s. 179-233;
Ferîdeddîn Attâr’ın mi‘râcı için bk. Ferîdeddîn Attâr, Musîbetnâme (nşr. Visâl Nûrânî), Tahran 1338 hş. İbnü’l-Arabî’nin mi‘râcı için bk.
İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye,Beyrût ts., III, 345-354 (bâb: 367); a.mlf., Kitâbu’l-İsrâ ile’l-makâmi’l-esrâ, Resâilü İbni’l-Arabî,Haydarâbâd-Dekken 1948 içinde.
Alâüddevle Simnânî’nin mi‘râcı için bk. Alâüddevle Simnânî,Sirru bâli’l-bâl li-zevi’l-hâl, Musannefât-ı Fârsî-yi Alâüddevle-i Simnânî (nşr. N.M. Herevî), Tahran 1369 hş./1990 içinde, s. 128-140 vd.
İmâm-ı Rabbânî’nin mi‘râcı için bk. Necdet Tosun, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî: Hayatı, Eserleri, Tasavvufî Görüşleri, İstanbul 2005, s. 65-77.
9 Eserin Arapça aslının nüshaları: Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2065/6; Süleymaniye
Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2372/3, 3670/2; Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 332/12; Süleymaniye Ktp, Hekimoğlu, nr. 446/2; Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 417/2; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1134; Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 271/9.
10 İsmâil Hakkı Bursevî, Kitâbü’n-Netîce (nşr. Ali Namlı-İmdat Yavaş), İstanbul 1997, II, 217.
11 Eserin Osmanlıca tercümesinin nüshaları: İstanbul Ün. Ktp., TY, 801/3; Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 593/3; Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3119/2; İstanbul Belediye Ktp., M.Cevdet, K 412.
12 Muizzeddîn Celvetî hakkında bk. Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellişeri, İstanbul 1333, I, 164; H.
Kâmil Yılmaz, Azîz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, İstanbul, Erkam Yayınları 1982, s.
13 Hasan b. Abdurrahmân Aksarâyî Rızâî, Tecelliyât-ı Hüdâyî’nin Nazmen Şerhi, Süleymaniye
Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3347, vr. 43-71. Müellif için bk. Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 22;
Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf: Sûfîler, Devlet ve Ulemâ, İstanbul 2001, s. 373-374.
14 Nâblusî’nin şerhinin yazma nüshaları: Hacı Selim Ağa Ktp, Hüdâyî, nr. 261 (122 varak); nr. 263
(95 varak); Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 259 (56 varak); Süleymaniye Ktp., Reîsü’l-küttâb,
nr. 471 (84 varak); Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 715 (98 varak); Süleymaniye Ktp., Esad,
nr. 1510 (84 varak); Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 298 (97 varak); Topkapı Sarayı Müze¬
si Ktp., Revan Köşkü, nr. 467 (89 varak); İstanbul Ün. Ktp., AY, 2447.
15 Azîz Mahmud Hüdâyî, Tecelliyât (trc. Mu‘izzeddîn Celvetî), Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr.593, vr. 131b.
16 Hüdâyî, ae, vr. 133a.
17 Hüdâyî, ae, vr. 133b.
18 Hüdâyî, ae, vr. 135a.
19 Hüdâyî, ae, vr. 136a.
20 Hüdâyî, ae, vr. 131b.
21 Hüdâyî, ae, vr. 131b.
22 Hüdâyî, ae, vr. 136a.
23 Hüdâyî, ae, vr. 133b-134a, 138b.
24 Hüdâyî, ae, vr. 134a.
25 Hüdâyî, ae, vr. 138a.
26 Hüdâyî, ae, vr. 132a.
27 Hüdâyî, ae, vr. 132b.
28 Hüdâyî, ae, vr. 133a-b.
29 Hüdâyî, ae, vr. 133b.
30 Abdülganî Nâblusî, Leme‘âtü’l-berkı’n-necdî şerhu Tecelliyâtı Mahmud Efendî, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 263, vr. 32b.
31 Hüdâyî, ae, 134a, 138a.
32 Hüdâyî, ae, vr. 134a-b.
33 Hüdâyî, ae, vr. 136b.
34 Hüdâyî, ae, vr. 136b.
35 Nâblusî, age, vr. 35a.
36 Hüdâyî, ae, vr. 132a.
37 Hüdâyî, ae, vr. 133a.
38 Hüdâyî, ae, vr. 133b.
39 Hüdâyî, ae, vr. 137a.
40 Fenâî Mehmed Efendi, Tecelliyât, İstanbul Belediye Ktp., O. Ergin Yzm., nr. 314/11, vr. 76b-84a;
Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3347, vr. 152-159.
41 Mustafa Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn, İstanbul Belediye Ktp., Belediye bölümü, nr. 438, vr. 32b-
48b; Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 585, vr. 1b-20a. Osmanlı Türkçesi ile yazılan bu eser, tarafımızdan günümüz Türkçesi’ne göre sâdeleştirilerek yayınlanmıştır: Şeyh Mustafa Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn (Sûfîlere Hediye), hzr. Necdet Tosun, İstanbul 1998.
42 Bursevî’nin vâridât ve tecelliyât türü eserlerinin bir listesi için bk. Ali Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî: Hayatı, Eserleri, Tarîkat Anlayışı, İstanbul 2001, s. 217-218.
43 Şeyh Mustafa Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn (Sûfîlere Hediye), s. 48.
44 Devâtî, ae, s. 53-54.
45 Devâtî, ae, s. 61.
46 Devâtî, ae, s. 68.
47 Ahmed Sirhindî’nin tecelliyât ve mükâşefâtı onun eserlerinde dağınık olarak mevcuttur. Mürîdlerinden Bedreddîn Sirhindî ise bunlardan bazısını Hazarâtü’l-kuds isimli eserinde müstakil bir bölümde toplamıştır. Bk. Bedreddîn Sirhindî, Hazarâtü’l-kuds (nşr. Mahbûb İlâhî), Lahor 1971, II, 93-112; ayrıca bk. Necdet Tosun, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî: Hayatı, Eserleri, Tasavvufî Görüşleri, İstanbul 2005.
48 Muhammed Ubeydullah (drl.), Hasenâtü’l-Haremeyn (Frs. trc. Muhammed Şâkir, nşr. Muhammed İkbâl Müceddidî), Lahor 1981. Bu eser, Yevâkîtü’l-Haremeyn ve Risâle-i Yâkûtiyye gibi isimlerle de bilinir.
49 Abdülehad Vahdet Sirhindî, Letâifü’l-Medîne (nşr. M. İkbâl Müceddidî), Lahor 2004.
50 Şâh Veliyyullah Dihlevî, Füyûzu’l-Haremeyn (nşr. Seyyid Zahîruddîn), Delhi 1308. Arapça metin ve Urduca tercüme beraber yayınlanmıştır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hüdâyî Tecellîyât
MesajGönderilme zamanı: 16.04.10, 21:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Teşekkürler.Güzel bir konu.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hüdâyî Tecellîyât
MesajGönderilme zamanı: 18.04.10, 00:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
bundan tatlı muhabbet olur mu yahu.. yeme de yanında yat..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hüdâyî Tecellîyât
MesajGönderilme zamanı: 19.04.10, 09:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Sadreddin Konevî k.s. halifesi Mueyyidüddin Cendi k.s.'un halvette yaşadığı manevi halleri ve miracı da asıl adı "Nefhatu'l Ruh" olan ve "Vuslat Yolu" adı ile İnsan yayınları arasında çıkan değerli kitabında kayıtlıdır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hüdâyî Tecellîyât
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 02:03 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
inananlar nüfus ve suret itibarıyla pek çoktur.. inandığı gibi dosdoğru yaşayanlar ise pek azdır..
inandıkları Dini görecek (keşf u ihsan edecek) derecede "yaşayanlar" ise azın azın pek azıdır..

aslında Tecelliyat konusu bize "peşin Cennetler" vaad ediyor.. Dini, azizler yolunda hüdâicesine bir ciddiyetle Yaşamanın "alçak" dünyada ki semeresi bu ise âhirette ki neticelerinin "Ne" olabileceğini akıl ve hayal bile edemezsiniz..

mevlana imam-ı Rabbani hz. (ks.) uruc ve nüzul esnasında mazhar olduğu azametli müşahedeleri anlatırken bir yerde adına "Ne" dediği bir makamdan bahsediyordu.. (yani Allahu a'lem) o güzelliği o derinliği o inceliği "Ne" anlamak (idrak ve istiab etmek) "Ne" de anlatmak (kelimelerden kalıblara döküm etmek) mümkün değil..

tevhid-i Zat ve tecelli-i Berki'ye müstağrak olanların işaretleri bile munkatı' oldu; "Ne ne ne ne neee......?" Allah Allah !.......

hatıra şöyle geldi: (Allahu a'lem) ahirette ki Cennetler dahi ilmel-yakin aynel yakin ve hakkal-yakin ile mukabil ve münasebettar olsa gerek...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 26.04.10, 14:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Konunun başlığını

İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-

olarak değiştirdim. Manevi tecelliyat dün de bu mecrada seyrederdi bugün de öyledir...

Manevi tecellilere mazhar olmuş Hakk erenlerine muhatab olamayan ancak "tasavvuf" diye bir acîb "şey"in ; latîf bir "meslek"in bir varlığından bir şekilde haberdar olan bazı insanlar İslâm'ın akıl verasındaki (akılötesi demek isterim) hakikatlerini anlamakta zorlanıyorlar.

Bir kısmı bu zorlanma ile "külliyen yok sayma" cihetine giderken bir kısmı da "bu tür tecelliyat sadece mazide kalmış arkeolojik yaşantılar"dır zannına kapılmakta.

İyi niyetlki bazı akademisyenleri ki aralarında ilahiyatçılar da mevcut "mazide kalmış arkeolojik yaşantılar" kanaatindedir ve bir kısmı nezaketen bu kanaatini serdetmez, kendine saklar.

Biraz konuşursanız anlarsınız ki onlar da "maneviyat çeşmesi"nin bu zamanda "akmaz" olduğunu sanır.

O nedenle bu tür "tasavvufî -ve fakat "akılötesi" görünen- tecelliyat"ı sürekli gündeme almak gerek...

Gönüller çoraklaşmasın ya Hu...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 27.04.10, 02:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
hay Allah razı olsun hocam, ne güzel tesbit etmişsiniz.. :)

fakir der ki: "mürid uçmaz Şeyh uçurur".. malumunuz, bu sözün tersi ta'riz için söylenir (kerameti kendinden menkul şeyhleri konu alarak).. fakirin sözü ise hakiki şeyhlere matuftur..(Allah sırlarını kutsasın)..

yani şu uçmağa (uruca) kadir olamayan [ebrar nev'i] müridler var ya; bunlar tasarruf sahibi Şeyhin destur ve emanıyla öyle bir uçar ki kendileri de bu işe şaşıp kalırlar..

bizim uçmaktan maksadımız ayakların yerden kesilmesi değil kalbin kanatlanmasıdır.. prof. ve doç.lar cemaatının hakiki Kamillerle irtibat ve muameleleri mefkud olduğu için bu konuları istib'ad ediyorlar..

kendim etmedim ama bi edelim inşaAllah: denemesi bedava..

ne edelim?..

(mesela) 40 gün boyunca gece 2.5 gündüz 2.5 toplam 5 saat bir Kamil şeyha rabıta ve vukuf-i kalb üzere "Allah Allah Allah....." diyelim.. bu, beher yevm (en az) 50.000 ism-i Celal eder....

görelim bakalım;
ondan sonra neler oluyor ?..

insan odun kaya mermer olsa Uyanır ha!..

hakiki şeyhler (ks.hum) kibrit-i ahmer gibidir;
o bir nesneye mess ettiği zaman onun tılsımı toprağı bile altına çevirir..

yalan yok ey gönül: denemesi bedava..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 28.04.10, 11:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
denemesi bedava da kafayı yiyenleri size havale ederiz sona :D
herkes kaldırabilirmi beher yevm 50 000 ismi celali.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 28.04.10, 11:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Kudsî yazdı:

kendim etmedim ama bi edelim inşaAllah: denemesi bedava..

ne edelim?..

(mesela) 40 gün boyunca gece 2.5 gündüz 2.5 toplam 5 saat bir Kamil şeyha rabıta ve vukuf-i kalb üzere "Allah Allah Allah....." diyelim.. bu, beher yevm (en az) 50.000 ism-i Celal eder....



Aziz kardaş; şu tavsiyene şu şartı koyman lazım: Abdestli bulunmağa gayret ile farz namazlarını edaya hassasiyet kesbettikten sonra... (Miftahu'l Kulûb müellifi şartıdır)

( On line biat konusunda izin istendiğinde Hz. Şeyh Nazım el-Hakkanî k.s. şunu buyurdular:

" Kebairden kaçınarak farz-ı aynleri yapan birisi kim olursa olsun 40 gün şu kısa dersi yapsın... Gerisine karışmasın."

Bkz. viewtopic.php?f=146&t=3392

Resim


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlahî Tecellîyât Nasıl Gerçekleşir? -Dün / Bugün-
MesajGönderilme zamanı: 28.04.10, 15:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
:) :D aslında bu işi hem cemaatı hem riyazeti ile beraber yapmak lazımdır "yalnızca 40 gün".. sonra mı: gerisine karışma.. bu fakir 15 gün denedim (tecrübe ettim) meydana gelebilecek müşahedeleri arz edeyim: mesela bir türbeye girdiğiniz zaman sarıklı sandukalar kalkıp üzerinize gelecek gibi olur.. kalbinizin yağı yanar incelir çok hassaslaşır öyle bir hal gelir ki içmeden sarhoş olursunuz.. çalmadan oynamalar (deprenmeler) başlar.. vakt (-ı hal) size hükmeder; artık ağlamak ahh etmek en leziz taamlardan ve cimadan daha sevgili hale gelir.. işte o demlerde (kopmalarda) Şeyhinizin tasarruf ve bereketi ile Hızır As'ı müşahede edebilirsiniz; bu gayet de normal bir şey olur (Hz.Hızır her hangi bir surette) gelir size bir takım şeyler söyleyebilir.. nazar eder.. [bizim cemaattan bir büyüğümüz dedemiz vardır: bir gün diyor camide cemaatla namaz kılarken: ağlıyorum... (ağlamadan namaz kıldığını hiç görmedim zaten) İmam selam verene kadar bu hal devam etti selam verdiğimiz anda namazı yanımda kılan bir zat döndü bana dedi ki: "niye ağlıyorsun? nedir senin derdin?.." dedim ki: "Anamı kaybettim o yüzdendir derdim.." dedi ki: "Gel seni Anana götüreyim.." sonra döndüm.. bir daha baktım yanımda yok..]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye