27. Bölüm: Rızâ Makâmı:
Bu fakîri, tasavvuf yoluna girdikten oniki sene sonra rızâ makâmına eriştirdiler. Önce nefsini itmi’nâna (huzur ve istikrâra) kavuşturdular, sonra zamanla ve sırf Allah’ın lütfu ile bu saâdete yükselttiler. Hak Teâlâ’nın rızâsından bir ışık parlayıncaya kadar bu nimet ile şereflenmemiş idi. Nefs-i mutmainne Rabb’inden râzı oldu, Rabb’i de ondan râzı oldu.
Bundan dolayı Allah Teâlâ’ya bol bol, en güzel, sevdiği ve râzı olduğu şekilde hamd ederim. Lâyık oldukları şekilde salât ve selâm da elçisi Hz. Muhammed’e ve âilesine.
Eğer “Nefs Mevlâ’sından râzı olunca duâ etmenin ve belânın kaldırılmasını istemenin anlamı nedir?” diye sorulursa şöyle cevap veririz: Hak Teâlâ’nın fiilinden râzı olmak, Onun kullarından da râzı olmayı gerektirmez. Hattâ çoğu zaman kulların yaptıklarına râzı olmak çirkin bir iş olur. Meselâ kulların küfür ve isyânı gibi.
O hâlde (hayrı da şerri de yaratan Allah olduğu için) çirkin fiilin yaratılmasına râzı olmak, ancak o çirkin işin kendisini (ve kullar tarafından işlenmesini) kötü bilmek ve ondan râzı olmamak gerekir.
Mâdem ki Cenâb-ı Hak çirkinin kendisinden râzı olmuyor, kul nasıl râzı olabilir? Aksine kul bu konuda şiddet ve sert durmakla görevlidir. O halde kulların yaptığını çirkin görmek, fiilin (Allah tarafından) yaratılmasına râzı olmaya aykırı bir durum değildir. Bu sebeple belânın yok olmasını talep etmek güzel bir anlam taşır.
Fiilden râzı olmak ile mef‘ûlü (yapılan işi) çirkin görmek arasındaki farkı anlayamayan bir grup (sûfî) rızânın oluşmasından sonra çirkin görmenin var olması konusunda sıkıntıya düşmüşler, bu problemi gidermek için zorlanmışlar ve şöyle demişlerdir: Çirkin görmek “rızâ hâli”ne aykırıdır, “rızâ makâmı”na değil.
Doğrusu ise, benim Allah’ın ilhâmı ile açıkladığımdır.
Doğru yola uyanlara selâm olsun.
|