Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 84 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1 ... 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 05.03.09, 09:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Allah’ın Güç Ve Azabına Karşı Devamlı Sorumluluk Bilincinde Olmak

Bu bölümdeki yedi ayet ve onaltı hadis-i şeriften Allah’a verilen kulluk sözü tutulursa Allah ta cennete sokma sözünü tutacağını, Rabbimizin azabı ve yakalamasının pek şiddetli olduğunu ve Allah’ın izni olmadan kimsenin bile konuşamayacağını, herkesin en yakını olan kimselerden bile o gün kaçacağını, emziren kadın bile o gün emzirdiği çocuğunu bırakacağını, Rablerine karşı devamlı korkanlara iki cennet bahşedileceğini, cennetliklerin cennetlerinden konuşacaklarını, Yaradılışın ana karnında oluşumuna kadar denilen yazgının da çok öncelerden yazıldığını, cehennemi çeken yetmiş bin dizgin ve yetmiş bin melek olduğunu, cehennemde azabı en hafif olan kimsenin durumunu, cehennem ateşinin insanları nasıl kuşatacağını, mahşerdeki ter oranının kişilere göre durumunu, Rasulullah’ın bildiğini bilsek az güler çok ağlardık gerçeğini, cehennemin dibine yetmiş yılda ulaşılabileceğini, Rabbimizin kıyamette hepimizle konuşacağını, yarım hurma ile de olsa cehennemden korunmamız gerektiğini, gökyüzünde sayısız melekler olduğunu, kıyamette herkesin tüketilen ömürden elde edilen ilimden, elde edilen malın nerede kazanılıp nerede harcanıldığından, vücudun nerelerde yıpratıldığından sorguya çekileceğini, yine o kıyamet gününde yer yüzünün her türlü haberleri vermek suretiyle şahitlik yapacağını, İsrafil’in sura üfürme vaktinin çok yaklaştığını, Allah’ın azabından korkan kimsenin geceleri ibadetle yol alması gerektiği böylece de cenneti elde edeceğini, insanların kıyamet günü çırılçıplak ve sünnetsiz haşrolacaklarını ve günün dehşetinden dolayı birbirine bile bakamayacaklarını öğreneceğiz. [1]

“... Ey insanlar yalnızca bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın.” (Bakara: 2/40)

“Şüphesiz Rabbinin yakalaması son derece çetindir.” (Büruc: 85/12)

“İşte senin Rabbin varoluş gayesine aykırı hareket eden kentlerin toplumlarını böylece kıskıvrak yakalayıverir. Şüphesiz ki onun yakalaması çok şiddetli ve çok zorludur. Gerçek şu ki, bütün bu anlatılanlarda ahiret azabından korkanlar için apaçık bir ders ve uyarı vardır. O gün ki bütün insanlık bir araya gelecektir ve o gün her şey tüm açıklığıyla ortaya konacaktır. O günü ancak bizim bildiğimiz bir vakte kadar geciktiririz. O gün gelince Allah’ın izni olmaksızın kimse konuşamayacaktır. O gün bir araya getirilenlerden kimileri felakete uğramış üzüntülü ve mutsuz, kimileri de mutlu ve sevinçli olacaklardır. O gün mutsuz olanlar dünyadayken yaptıklarından dolayı ateşte yaşayacaklar ve orada ah çekip inleyeceklerdir.” (Hud: 11/102-106)

“Allah ancak kendisine karşı dikkatli olmanızı ister.” (Al-i İmran: 3/28)

“O gün kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün her kişinin kendine yetecek bir derdi ve meşguliyeti vardır.” (Abese: 80/34-37)

“Ey İnsanlar Rabbinize karşı sorumluluk bilinci taşıyın. Çünkü son saatin sarsıntısı gerçekten korkunç olacak. Onu gördüğünüz gün emziren analar çocuklarını bırakıp unutacaklar ve her gebe kadın da vakitsiz doğuracaktır. İnsanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi alıklaşmış göreceksin. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Hacc: 22/1-2)

“Hesap vermek için Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kula iki cennet vardır.” (Rahman: 55/46)

“Cennetlikler birbirlerine dönüp sorarlar ve derler ki “Bakın dünyada iken çoluk çocuğumuzun arasında yaşarken Allah’ın bizden razı olmayacağını düşünerek sonumuzdan korku içindeydik. Allah bize bol bol lütufta bulundu da ta iliklere işleyen cehennem azabından korudu. Biz bundan önce dünyada da O’na yalvarıp ibadet ederdik. Çünkü o iyiliği bol ve rahmeti geniştir.” (Tur: 52/25-28)


397. İbni Mes’ûd radıyallahu anh dedi ki :
Bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdîk ve kabul edilmiş olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi ve şöyle buyurdu :
“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı hâline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olacağını yazmakla emrolunur.”
Abdullah İbni Mes’ûd der ki: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemîn ederim ki, sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesâfe kalır da, sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesâfe kalır; sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devâm eder de, neticede cennete girer.[2]
* Herkesin yazgısı boynunda asılıdır. “Her insanın kuşunu (amelini) boynuna astık. Kıyamet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki, ona açılmış olarak kavuşacaktır. (Kendisine) “Oku kitabını! Hesaba çekici olarak bugün nefsin sana yeter!” denilecektir (İsra: 17/13-14) Hiç kimse yaptığı iyi amellere güvenmemeli, yaptığı kötülükler sebebiyle de Allah’dan ümit kesmemelidir. Kişinin dünyadaki son haline göre muamele yapılır. Bizler ölümün bizi müslüman olarak yakalaması için hep müslümanca yaşamalı ve müslüman olarak can vermeliyiz. İyi ve hayırlı amellere ağırlık vermeli kötü ve çirkin işlerden uzak durmalıyız. [3]

398. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin dizgini ve her bir dizgini çeken yetmiş bin de melek vardır.”[4]
* Hesap gününde cennet ve cehennem de hazır bulunacaktır. Fecr: 89/23, Kaf: 50/31. [5]

399. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“Şüphesiz kıyamet gününde cehennemliklerin azâbı en hafif olanı, ayaklarının altına iki kor konulup da bu sebeple beyni kaynayan kişidir. Oysa o, hiç kimsenin kendisinden daha şiddetli azâb gördüğünü zannetmez. Halbuki kendisi, cehennemliklerin azâbı en hafif olanıdır.”[6]
* Herkes kendi derdine düştüğü için başkasının ne halde olduğunu bilmez. Herkes kendi azabını en şiddetli sanır. Cehennem azabı haktır ve derece derecedir. [7]

400. Semüre İbni Cündeb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennem ateşi, cehennem ehlinin bazısının topuklarına, bazısının dizlerine, bazısının kuşak yerlerine, bazısının da köprücük kemiklerine kadar çıkar.”[8]
* Cehennem azabı insanları yiyip tüketecek bir azab değildir. Yanma işi devam ederken cennetlikler cehennemlikleri, cehennemlikler de cennetlikleri görecek ve tanıyacaklardır. (Bkz. Nisa. 4/56, Araf: 7/44) [9]

401. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlar, âlemlerin Rabbi huzurunda hesap vermek üzere kabirlerinden kalkarlar. Onlardan bazıları kulaklarının yarısına kadar ter içindedirler.”[10]
* İnsanlar hesaplarının zorluğu sebebiyle hissettikleri büyük sıkıntı, güneşin ve cehennemin yakıcı sıcaklığıyla o derece terlerler ki dünyadaki yaşayışlarına göre değişik sıkıntılara girerler çünkü o günün sıkıntıları çok büyüktür. [11]

402. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere benzerini hiç duymadığım bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
“Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” Bunun üzerine Resûlullah’ın ashâbı yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladılar.[12]
Müslim’in rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbının durumuyla ilgili bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı:
“Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurdu. Resûlullah’ın ashâbına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar.[13]
* Tevbe: 9/82. Ayette olduğu gibi mü’minler cehennem manzaralarını çok hatırlayıp az gülmeli ve çok ağlamalıdır. Miraç gecesinde pek çok değişik ahiret manzaraları gören peygamberimiz (s.a.v.) böyle söylemiş, böylece bizleri gafletten uzak durmaya teşvik etmiştir. [14]

403. Mikdâd radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.”
Hadisi Mikdâd’tan rivayet eden Süleym İbni Âmir:
Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah mil ile yeryüzündeki mesafe ölçüsünü mü yoksa göze sürme çekmek için kullanılan mili mi kastetti bilmiyorum, demiştir. Resûl–i Ekrem:
“İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Onlardan bir kısmı topuklarına, bir kısmı dizlerine, bazıları kuşak yerlerine kadar ter içinde kalır; bazılarının da ter âdeta ağızlarına gem vurur” buyurarak eliyle ağzına işaret etti.[15]
* Ahiretin ne derece dehşetli oluşuna bir tablo daha... [16]

404. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar o kadar terlerler ki, onların teri yerin yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına âdetâ gem vurur da tâ kulaklarına kadar çıkar.”[17]
* Değişik bir ahiret manzarası daha... [18]

405. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikteydik. O sırada düşen bir şeyin gümbürtüsünü duyduk. Bunun üzerine:
– “Bu gümbürtünün ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Resul–i Ekrem Efendimiz:
– “Bu, yetmiş sene önce cehenneme atılmış olan bir taştır. O, şimdiye kadar cehennemde yuvarlanıp yol alıyordu, nihayet onun dibine ulaştı; siz onun gümbürtüsünü işittiniz” buyurdu.[19]
* Aynen bu hadiste olduğu gibi ashap bazı fevkalade hadiselere de şahid olmuşlardı. Mesciddeki kütüğün inlemesi, peygamberimizin elindeki çakıl taşlarının tesbihlerinin duyulması gibi burada da cehennemin derinliği anlatılmış olmaktadır.[20]

406. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın, her birinizle konuşacaktır. Kişi sağına bakar, önceden gönderdiği iyi işleri görür; soluna bakar vaktiyle yaptığı kötü işleri görür. Önüne bakar, önünde sadece cehennemi görür. Yarım hurma ile de olsa cehennemden korununuz.”[21]

407. Ebu Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor ve biliyorum. Gök yüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp inlemekte de haklı idi. Gökyüzünde, alnını Allah’a secde için koymuş bir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi sizler bilmiş olsaydınız az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan da zevk almazdınız. Yüksek sesle Allah’a yalvararak yollara ve kırlara çıkardınız.”[22]

408. Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd el–Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.”[23]
* Burada sayılanlar sorulacak olanların en önemlileridir, kişi her türlü nimetten sorguya çekilecektir. Dolayısıyla mal mülk helal yoldan kazanılmalı, haramlardan sakınmak suretiyle sağlık ve sıhhatimizi korumalıyız. Bu dünyada haramlardan sakınmak suretiyle sıhhatimizi, dolayısıyla ahirette de cehennemden vücudumuzu korumuş olmalıyız. [24]

409. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte o gün yer haberlerini söyler” (Zelzele: 99/4) âyetini okudu, sonra:
– “Yerin haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Sahâbe:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
– “Onun haberleri, her erkek ve kadının yeryüzünde neler yaptığına şâhitlik ederek, sen şu günde şöyle yapmıştın, demesidir. İşte yerin haberleri budur” buyurdu.[25]
* Allah izin verirse dağlar, taşlar, ağaçlar her şey konuşacak ve gereken haberleri verecektir. [26]

410. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûr sahibi boruyu ağzına koymuş, ne zaman üflemekle emrolunursa hemen üfleyeceği ânın iznini bekleyip durmakta iken ben nasıl sevinebilirim?” Bu haber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah:
“Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyiniz” buyurdu.[27]
* Bu dua her türlü dehşet ve tehlikeli anlarda yapılmalıdır. [28]

411. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Korkan kimse, geceleyin yol alır. Gece yol alan kimse de varacağı yere ulaşır. İyi biliniz ki, Allah’ın metâı çok pahalıdır. İyi biliniz ki, Allah’ın metâı cennettir.”[29]
* Günahtan ve azaptan korkmak müslümanın vazifesidir. Mü’min canını ve malını Allah için feda etmeye daima hazır olmalıdır. [30]

412. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz:
– “Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir” buyurdu.
Bir başka rivayette:
“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu.[31]
* Abese: 80/37 ayetinde olduğu gibi ahirette insanlar, doğdukları hal üzere haşrolacaklar ve sıkıntı ve dehşetten birbirlerine bakacak halleri bile olamayacaklardır. [32]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 145.
[2] Buhârî, Bed’ü’l–halk 6, Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbni Mâce, Mukaddime 10.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[4] Müslim, Cennet 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 1.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[6] Buhârî, Enbiyâ 1, Rikak 51; Müslim, Îmân 362–364. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 12.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[8] Müslim, Cennet 33.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[10] Buhârî, Rikak 47, Tefsîru sûre 83; Müslim, Cennet 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 2, Tefsîru sûre (83); İbni Mâce, Zühd 33.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[12] Buhârî, Tefsîru sûre (5), 12; Müslim, Fezâil 134.
448’de tekrar gelecektir.
[13] Müslim, Fezâil 134.
[14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[15] Müslim, Cennet 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 6.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[17] Buhârî, Rikak 47; Müslim, Cennet 61.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[19] Müslim, Cennet 31.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[21] Buhârî, Zekât 9; Müslim, Zekât 67. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıb 25, Tevhîd, 24, 36; Tirmizî, Kıyamet 1; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28.
Bu hadis 139’da geçmişti. İleride 546 ve 693’de tekrar gelecek, açıklama orada verilecektir.
[22] Tirmizî, Zühd 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 19.
402’deki açıklamaya bakınız.
[23] Tirmizî, Kıyamet 1.
[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[25] Tirmizî, Kıyamet 7.
[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[27] Tirmizî, Kıyamet 8; Tefsîru sûre (39).
[28] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[29] Tirmizî, Kıyamat 18.
[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[31] Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56, 59. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsîru sûre (5), 14; Tirmizî, Kıyamet 3, Tefsîru sûre (80), 2; Nesâî, Cenâiz 118–119; İbni Mâce, Zühd 33.
[32] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 150.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 09:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Allah’ın Rahmetini Ümid Etmek

Bu bölümdeki dört ayet ve yirmi sekiz hadis-i şeriften Allah’ın bağışlayıcı ve affedici olduğunu, ancak kafirleri, yalanlayıp yüz çevirenleri cezalandıracağını, rahmetinin her şeyi kapsadığını, gerçekten inanılması gerekenlere, inananlara Allah’ın cehennemi haram kılacağını, Allah’a ortak koşmaksızın dünya dolusu günahla varılsa bile Allah’ın hepsini bağışlayacağını, sevaplara bire on, günahlara bire bir verileceğini, cennete girip cehennemden uzak olmanın tek çaresinin şirke düşmemek olduğunu, Allah’a ve Rasulüne gerçekten inanan kimselere cehennemin haram kılınacağını, sırf Allah rızasını isteyerek kelime-i tevhide göre yaşayanlara cehennemin haram kılındığını, Allah’ın kullarına şefkatinin kadının yavrusuna şefkatinden daha çok olduğunu, Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiğini, rahmetini yüz parçaya ayırıp birini yeryüzüne gönderdiğini bu sebeple yeryüzünde insanların ve hayvanların yavrularına ve birbirlerine merhamet ettiklerini, kulun günahkar ve hata işleyebileceğini, Allah’ın da daima bağışlayıcı olduğunu, insanlar hiç günah işlememiş olsalardı Allah onları yok edip yerlerine günah işleyip bağışlanma talebinde bulunan kimseleri getireceğini ve bağışlayacağını, Allah’tan başka ilah tanımayanın mutlaka cennete gireceğini, Allah’ın kulları üzerindeki hakkının onların sadece Allah’a kulluk etmeleri, kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayanlara azap etmemesi olduğunu, Mü’minin yaptığı iyilikler karşılığında Allah tarafından hem dünyada hem de ahirette mükafatlandırılacağını, kafirin ise dünyada rızıklandırılıp fakat ahirette mükafat olarak hiçbir şeyinin kalmayacağını, beş vakit namazın kişinin günde beş sefer yıkandığı bir ırmağa benzediğini, cenaze namazında Allah’a şirk koşmayan 40 kişi bulunursa Allah’ın o kimseyi bağışlayacağını, müslümanların mutlaka cennete gireceklerini, kıyamette her müslümana kurtuluş fidyesi olarak bir yahudi ve hıristiyan verileceğini, kıyamette dağlar gibi günahlarla gelen mü’minlerin de mutlak affedileceğini, dünyada Allah tarafından örtülen günahların ahirette bağışlanacağını, her vakit kılınan namazın ikisi arasındaki küçük günahlara keffaret olacağını ve silip süpüreceğini, Allah’ın kulunun yiyip içmesinden sonra hamdetmesini sevdiğini, rahmet kapısının gece gündüz daima açık bulunduğunu, Allah’ın peygamberlere ve ümmetlerine geçerli olan sünnetini öğreneceğiz. [1]


“De ki, Allah şöyle buyuruyor: “Ey nefislerine uyup ta sınırlarımı aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahlarınızı bağışlar, şüphesiz ki o çok bağışlayan ve çok acıyandır.” (Zümer: 39/53)

“Allah’tan gelene gerçekleri örtbas etmelerinden dolayı o kafirleri böylece cezalandırdık. Biz bizden gelen gerçekleri örtbas edenlerden başkasını hiç cezalandırır mıyız?” (Sebe: 34/17)

“Bize vahyedilerek bildirildi ki: Allah’ın azabı peygamberleri yalan sayıp onlara sırt çevirenlere erişir.” (Taha: 20/48)

“Allah: “Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyurur.” (Araf: 7/156)


413. Ubâde İbni’s–Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar.”[2]
Müslim’in bir başka rivâyetinde[3];
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın resûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyurulmaktadır.
* Böylece söyleyip hayatını da bu doğrultuda yaşamak şartıyla... Değilse sadece iman ettim demekle iş bitmiyor, ameli salih dediğimiz yaşama tarzı da imanla beraber mutlaka olmalıdır. İsa’yı tanımakla Nisa: 4/171-172 de olduğu gibi olmalıdır. [4]

414. Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Kim bir hayır işlerse, ona onun on misli vardır veya daha da artırırım. Kim bir kötülük işlerse, ona da onun misli vardır. Ya da tamamen affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım; kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım. Kim bana hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla dünya dolusu günahla gelirse, ben kendisini o kadar mağfiretle karşılarım.”[5]
* Allah kulunun ibadetlerine en az on katıyla başlıyarak 700 ve 30.000’e varan nispetlerde sevap verir. Şirke düşmediği sürece kişi Allah’ın rahmetinden ümid kesmemelidir. Çünkü Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Allah kullarının ümidlerini boşa çıkarmaz. (Bkz. En’am: 6/160, Bakara: 2/261, Kadr: 97/3) [6]

415. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bedevî geldi ve:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kişinin cennete veya cehenneme girmesini gerektiren iki etken nedir? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah’a şirk koşarak ölen de cehennemi boylar” buyurdu.[7]
* Tevhid (bir olan Allah’a inanma) inancı ve Allah’ın yanısıra başka şahıs ve nesnelere de ilahlık yakıştırarak yaşanan müşrikliğin sonucu... [8]

416. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, (bir sefer esnâsında) terkisine aldığı Muâz’a hitâben üç defa:
– “Ey Muâz!” diye seslenmiş, o da her defasında:
– Buyur, ey Allah’ın Resûlü! emrine âmâdeyim, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Kim Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna içinden gelerek şehâdet ederse, Allah onu cehenneme haram kılar” buyurmuştur. Muâz:
– Bu müjdeyi müslümanlara haber vereyim de sevinsinler mi, ey Allah’ın Resûlü? diye izin istemiş; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “O zaman onlar buna güvenir (hayırlı işler yapmakta) tembel davranırlar” buyurmuştur.
Muâz (İbni Cebel) böylesi bir bilgiyi gizleme günahından sıyrılmak için onu vefatına yakın bir zamanda haber vermiştir.[9]
* Bu tür müjdelere güvenip ameli salih yapmama endişesinden dolayı peygamberimiz haber verilmesine müsaade etmemiş imanla ameli salih’in mutlaka birlikte olması gerektiğini vurgulamıştır. [10]

417. Ebû Hüreyre veya Ebû Said el–Hudrî radıyallahu anhümâ – burada râvi, hadisin bu iki sahâbîden hangisinden rivâyet edildiğinde tereddüt etmiştir. Sahâbîlerin hepsi de âdil olduğu için sahâbînin kimliği hakkındaki tereddüt hadisin sıhhatine zarar vermez– şöyle dedi:
Tebük Gazvesi’nde şiddetli açlık çektikleri için sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! İzin verseniz de develerimizi kesip yesek ve iç yağı elde etsek? dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Peki öyle yapın!” buyurdu. Derken Ömer radıyallahu anh geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Eğer sen develeri kesmelerine izin verirsen, orduda binek azalır. Fakat (isterseniz), onlara ellerinde bulunan azıklarını getirmelerini emrediniz ve sonra da ona bereket vermesi için Allah’a dua ediniz. Umulur ki Allah, bereket ihsan eder.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Peki öyle yapalım!” buyurdu ve deriden bir yaygı getirtip serdirdi. Sonra da elde mevcut erzakın getirilmesini emretti.
Askerlerden kimi bir avuç darı, kimi bir avuç hurma ve kimi de ekmek parçacıkları getirdi. Yaygı üzerinde gerçekten pek az bir şey birikmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bereket vermesi için Allah’a dua etti ve sonra:
– “Kaplarınızı getirip bundan alınız!” buyurdu. Askerler kaplarını doldurdular. Öylesine ki doldurulmadık bir tek kap bırakmadılar. Sonra da doyuncaya kadar yediler yine de bir hayli yiyecek arttı.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın resûlü olduğuma şehâdet ederim. Allah’ın birliğine ve Muhammed’in peygamberliğine şeksiz süphesiz inanmış olarak Allah’a kavuşmayan kimse, cennet(e girmek)ten mutlaka alıkonur.”[11]
* Müslüman en sıkıntılı anlarda bile Allah tarafından bir çıkış yolu verilebileceği ümidi içinde olması gerekir. [12]

418. Bedir Gazvesi’ne katılmış sahâbîlerden İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Kendi kabilem olan Sâlim oğullarına imamlık yapıyordum. Benim (evim)le onlar arasında bir vâdi bulunuyordu. Yağmur yağdığı zaman o vâdiyi geçip mescidlerine gitmek benim için çok güçleşiyordu. Bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve şöyle dedim:
– Ey Allah’ın Resûlü! Gözlerim iyi seçmiyor. Onlarla benim aramdaki vâdinin deresi yağmur yağdığı zaman taşıyor, benim için onu geçmek çok güçleşiyor. Binaenaleyh evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız, Ben sizin namaz kıldığınız yeri namazgâh edinmek istiyorum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “(İnşallah) bu isteğini yerine getiririm” buyurdu.
Ertesi sabah, güneş yükseldiği bir vakitte, Ebû Bekr ile birlikte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana geldi. İçeri girmek için izin istedi, verdim. İçeri girdi, daha oturmadan:
– “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem orada tekbir alıp namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rek’at namaz kıldırdı sonra selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazı bitirince Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem’i, kendisi için hazırlanmış olan hazireyi yemesi için alıkoyduk. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizde olduğunu duyan mahalle halkının erkeklerinden bir grup geldi. Evde epeyce insan toplandı. İçlerinden biri:
– Mâlik (İbni Duhşum) ne yaptı? Onu göremiyorum, dedi. Bir başkası:
– O, Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, derhal müdâhale ederek:
– “Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah’ın rızâsını dileyerek lâ ilâhe illallah diyor” buyurdu.
Bunun üzerine adam:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Ancak biz, Allah’a yemin olsun ki, kendisini münâfıkları sever ve onlarla düşer–kalkar olarak görüyoruz, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Allah Teâlâ, rızâsını umarak lâ ilâhe illallah diyen kimseyi cehenneme haram kılmıştır.”[13]
* Gözü görmeyen kimse de imamlık yapabilir. Cemaatle de nafile namaz kılınabilir. Ev sahibinin izni ile misafir imamlık yapabilir. Haksız yere tenkid edilen ve ithamda bulunulan bir kimseyi de savunmak gerekir. Herhangi sebeple olursa olsun Allah’dan asla ümid kesilmez. [14]

419. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
“(Bir keresinde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubunu getirdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çevresindekilere (o kadını işaretle):
– “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?”diye sordu.
– Aslâ, atmaz! dedik.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.[15]
* Allah’ın Rasulü yaşanan ve bilinen gerçekleri örnek getirmek suretiyle daha kolay anlaşılmasını temin etmiş oluyor. Allah kullarına herkesten daha merhametlidir. [16]

420. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına, “Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir” diye yazmıştır.”
Bir rivâyette[17] “Rahmetim gadabıma üstün geldi”; bir başka rivayette de[18] “Rahmetim gadabımı aştı” ifadeleri yer almıştır.[19]
* Zümer: 39/53’de belirtildiği gibi Rabbimizden ümid kesmemeliyiz, çünkü onun rahmeti herşeyi kuşatmıştır. [20]

421. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Doksan dokuz parçasını kendi katında alıkoymuş, birini yeryüzüne indirmiştir. İşte varlıklar bu bir parça rahmet sebebiyle biribirlerine acırlar. Hatta hayvanlar, yavrusunun üzerine basacağı endişesiyle ayağını çekip kaldırır.”
Bir başka rivâyette[21] şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek için yanında alıkoymuştur.”[22]
Müslim’in Selmân–ı Fârisî’den naklettiği bir başka hadiste[23], Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bu rahmetten bir tanesi sebebiyle varlıklar birbirlerine merhamet ederler. Doksan dokuzu ise, kıyamet gününe alıkonmuştur.”
Yine Müslim’deki bir başka rivâyette[24] Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz rahmet halketmiştir. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak enginliğe sahiptir. Bunlardan sadece bir rahmeti yeryüzüne indirmiştir. İşte anne yavrusuna bu sâyede şefkat gösterir. Yabani hayvanlar ve kuşlar bunun sonucu olarak birbirlerine merhamet ederler. Allah Teâlâ kıyamette bu biri doksan dokuza katarak rahmetini yüze tamamlayacaktır.”
* Merhameti bol olan Rabbimizin bağışını kazanmak için hep ümid içinde olmak gerekir. Çünkü o merhametlilerin en merhametlisidir. [25]

422. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Tebâreke ve Teâlâ’dan naklederek şöyle buyurmuştur:
Bir kul bir günah işledi de “Allahım, günâhımı bağışla” dedi mi, Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve (fakat) günahı bağışlayacak veya bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi” der.
Sonra kul tekrar günâh işledi de “ Rabbim, günâhımı bağışla” dedi mi, Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve (fakat) günahı bağışlayacak veya bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi” der.
Sonra kul tekrar günah işledi de “Rabbim, günahımı bağışla” dedi mi Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve fakat günahı bağışlayacak veya bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi. Ben kulumu affettim, artık dilediğini yapsın” buyurur.[26]

423. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.”[27]

424. Ebû Eyyûb Halid İbni Zeyd radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.”[28]

425. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Aramızda Ebû Bekir, Ömer ve bir kaç kişi daha bulunduğu halde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk. Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp aramızdan ayrıldı. Dönmesi gecikince bir şey mi oldu diye endişelendik. Bu endişeyi ilk duyan bendim. Kalktım ve onu aramaya başladım. Neticede, Medineliler’e ait bir bahçeye geldim. – Ebû Hüreyre olayı baştan sona anlattı–. En sonunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine şöyle buyurduğunu haber verdi:
“Git, bu bostanın dışında, Allah’dan başka ilâh olmadığına gönülden inanıp şehâdet getiren kime rastlarsan, ona cennetlik olduğu müjdesini ver!”[29]

426. Abdullah İbni Amr İbni’l–Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın, İbrahim alehisselâm hakkındaki:
“Rabbim, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir” (İbrâhim: 14/36) âyetini ve Îsâ aleyhisselâm’ın:
“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin” meâlindeki sözünü (Mâide: 5/118) okudu, ellerini kaldırdı ve:
“Allahım, ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye dua etti ve ağladı.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“Ey Cebrâil! – Rabbin herşeyi daha iyi bilir ya – git, Muhammed’e niçin ağladığını sor, buyurdu. Cebrâil geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ümmeti için duyduğu endişeden dolayı ağladığını söyledi. Zaten Allah her şeyi en iyi bilendir. (Cebrâil’in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allah Teâlâ:
“Ey Cebrâil! Muhammed’e git ve ona şu sözümüzü ilet” buyurdu:
“Ümmetin konusunda seni razı edeceğiz ve seni asla üzmeyeceğiz.”[30]
* İnşaallah Allah’ın razı olduğu kullarından oluruz ve Allah’ın bize vereceği cennetlerde nimetler içinde yaşarız. [31]

427. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben, merkeb üzerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in terkisinde idim. Hz. Peygamber:
– “Ey Muâz! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” buyurdu. Ben:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak tutmayan(lar)a azâb etmemesidir” buyurdu. Ben hemen:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedim.
– “Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler” buyurdu.[32]

428. Berâ İbni Âzib radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Kur’ân–ı Kerîmdeki “Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır.” (İbrâhim: 14/27) âyetinin delâlet ettiği mânâdır.”[33]
* Kabir azabı haktır, ahiretteki cehennem azabından önce dünyada da kabir azabı gerçekleşmektedir. Tevbe: 9/101, Mü’min: 40/45’de anlatıldığı gibi yine Aişe validemiz bir yahudi kadınından kabir azabının olduğunu öğrenmiş ve Rasulullah’tan da teyidi almıştır.[34] Kabir azabından önce de azab edileceği de yine En’am: 6/93 ve Muhammed: 47/27 de belirtilmektedir. [35]

429. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.”[36]
Bir rivâyete göre de[37] Resûl–i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”

430. Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Beş vakit namaz, herhangi birinizin kapısı önünden gürül gürül akan ve içinde günde beş defa yıkandığı ırmağa benzer.”[38]
* Görülen kirler yıkanmakla temizlenir, manevi kirler, günahlar ise beş vakit namaz ve diğer ibadetlerle temizlenir. (130 nolu hadise bkz) Nisa: 4/31’de de büyüklerden sakınılırsa küçüklerin bu gibi vesilelerle bağışlanacağı anlatılmaktadır. [39]

431. İbni Abbas radıyallahu anhümâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim” demiştir:
“Hangi müslümanın cenâzesinde Allah’a şirk koşmamış kırk kişi hazır bulunup namazını kılarsa, Allah, onların ölü hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”[40]
* Cenaze namazına iştirak edecek Allah’a şirk koşmamış 40 kişi başka bir rivayetle yüz kişinin cenaze hakkındaki şefaatlerinin kabul edileceği haberi verilmektedir. [41]

432. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Deriden yapılmış bir çadır içinde kırk kadar kişi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunuyorduk. Hz. Peygamber bize:
– “Siz cennetliklerin dörtte biri olmaya razı mısınız?” diye sordu. Biz:
– Evet, dedik. Hz. Peygamber:
– “Cennetliklerin üçte biri olmaya razı mısınız?” buyurdu. Biz:
– Evet, dedik.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Muhammed’in canı, kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki ben, sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı umarım; çünkü cennete müslüman olmayan kimse giremez. Siz, müşriklere nisbetle kara öküzün derisindeki beyaz benek ya da kırmızı (beyaz) öküzün derisindeki siyah benek gibisiniz.” buyurdu.[42]
* Öküz derisindeki benek benzetmesi Muhammed ümmetinin dünyadaki müşriklere oranıdır. Müşriklerin sayısının mü’minlerden çok fazla olduğu görülmektedir. Müslüman büyük bir umutla cenneti ümid etmelidir. [43]

433. Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü Allah, her müslümana bir yahudi veya hıristiyan verir ve Bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir buyurur.”[44]
Müslim’in yine Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den bir başka rivayetinde[45], Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü bazı müslümanlar dağlar kadar günahlarla gelir, Allah da onları affeder.”
* Ne büyük lütuf... ne büyük merhamet... Günahın çokluğu müslümanı ümidsizliğe düşürmemelidir. [46]

434. İbni Ömer radıyallahu anhümâ “Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim” demiştir:
Mü’min kıyamet günü Rabbinin lutuf ve keremine o kadar yakın olur ki, Allah onu halktan gizler ve günahlarını itiraf ettirir:
– Şu günahını biliyor musun, şu günahını biliyor musun? der. Mü’min:
– Biliyorum yâ Rab, der. Cenâb–ı Hak da:
– “Ben bu günah(ların)ı dünyada örtmüş gizlemiştim, bugün de bağışlıyorum” buyurur.
Bunun üzerine o kimseye iyiliklerinin kaydedildiği defter verilir.[47]

435. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir kadını öpmüş olan bir kişi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek olayı anlattı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Gerçekten iyilikler, kötülükleri silip süpürür” (Hûd: 11/114) âyetini indirdi. O kişi:
– Ey Allahın Resûlü! Bu hüküm bana mı aittir? dedi. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bütün ümmetime aittir” buyurdu.[48]

436. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve:
– Ey Allah’ın Resûlü! Ben cezayı gerektiren bir iş işledim, cezâmı ver! dedi.
Tam o sırada namaz vaktiydi. Adam, Resûlullah ile birlikte namazı kıldı. Namazdan sonra:
– Ey Allah’ın Resûlü! Ben cezayı gerektiren bir iş yaptım, cezamı ver! dedi.
Hz. Peygamber:
– “Sen bizimle birlikte namaz kıldın mı?” buyurdu. Adam:
– Evet, dedi. Hz. Peygamber de:
– “Öyleyse sen affolundun” buyurdu.[49]
* Abdest, namaz gibi günlük ibadetler işlenen küçük günahlara keffarettir. Belli bir ceza tayin edilmemiş suçlar yapılacak iyilik ve sevaplarla ortadan kaldırılabilir. Hud: 11/114’de olduğu gibi belli bir olay vesilesiyle vahyolmuş hükümler aynı türden olayların tamamı için geçerlidir. Başka bir ifadeyle sebebin özel olması hükmün genel olmasına engel değildir. [50]

437. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”[51]

438. Ebû Musâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Azîz ve celîl olan Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için gece rahmet kapısını açık tutar; gece günah işleyenin tövbesini kabul etmek için gündüz rahmet kapısını açık tutar. Bu uygulama güneş batıdan doğuncaya kadar böylece devam eder.”[52]
* Allah günahları affetmeyi, tevbeleri kabul etmeyi sever. Tevbe kapısı güneşin batıdan doğmasına yani kıyamete kadar açıktır. [53]

439. Ebû Necîh Amr İbni Abese es–Sülemî radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Câhiliye devrindeyken, halkın sapıklık üzere bulunduğunu ve doğru bir yolda olmadığını biliyordum. Çünkü onlar putlara tapıyorlardı. Derken Mekke’de bir kişinin önemli haberler verdiğini duydum. Bineğime atlayıp derhal o zâta geldim. Bir de baktım, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gizlenmiş, Mekkeliler onun aleyhinde cür’etkar bir vaziyette… Onunla görüşmenin yolunu aradım, Mekke’de kendisine ulaştım ve:
– Sen kimsin, necisin? dedim.
– “Ben peygamberim” cevabını verdi.
– Peygamber ne demek? dedim.
– “Beni Allah gönderdi” dedi.
– Ne ile gönderdi seni? dedim.
– “Hısım ve akrabanın gözetilmesi, putların kırılması, Allah’ın bir bilinmesi, O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması vazifesiyle gönderdi” buyurdu.
– Sana bu konuda yardımcı olacak yanında kim var? dedim.
– “Hür bir erkek ve bir köle” cevabını verdi. O gün yanında müminlerden sadece Ebû Bekir ile Bilâl vardı. Ben:
– Sana ben de tâbî olup yardım etmek için yanında kalmak istiyorum, dedim.
– “Sen bugün, bu dediğini yapamazsın. Benim halimi ve ortalığın durumunu görmüyor musun? Şimdi sen ailene dön. Ne zaman benim meydana çıktığımı duyarsan, yanıma gel” buyurdu.
Ben ailemin yanına döndüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret etti. Ben hâlâ ailemin yanındaydım. Onun Medine’ye gelişini bekliyor ve haberlerini almaya gayret ediyordum. Derken Medinelilerden bir kaç kişi yanıma geldi.
– Medineye gelen o zât ne yaptı? diye sordum.
– Halk ona koşuyor; kavmi onu öldürmek istemiş, başaramamış, cevabını verdiler.
Bunun üzerine Medine’ye gelip Peygamber’in huzuruna çıktım ve:
– Ey Allahın Resûlü, beni tanıdınız mı? dedim.
– “Evet, Mekke’de sen benimle görüşmüştün” buyurdu.
– Evet, cevabını verdim. Sonra da:
– Ya Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiği ve benim bilmediğim şeyleri bana öğret; bana namazı öğret! dedim.
– “Sabah namazını kıl. Sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılma. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından (tepesinden) doğar. Kâfirler de ona o zaman secde ederler. Sonra dikilmiş mızrağın gölgesi azalıp bitinceye kadar (nâfile olmak üzere) namaz kıl. Çünkü namaz isbatlı şahitlidir. Sonra namaza ara ver. Çünkü o vakit cehennem kızdırılır. Sonra gölge döndüğü zaman öğle namazını kıl. Çünkü namaz isbatlı şahitlidir. Onu İkindiye kadar kılmaya devam et. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar namaza ara ver; çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından (tepesinden) batar, kâfirler de o zaman güneşe secde ederler” buyurdu. Ben:
– Yâ Nebiyyallah! Bana abdestten de bahset, dedim.
– “İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından akar gider. Sonra başını meshederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer (böylece abdest alan) bu adam, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü tam anlamıyla Allah’a bağlarsa, mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur” buyurdu.
Amr İbni Abese bu hadisi, sahâbî Ebû Ümâme’ye haber vermiş. Ebû Ümâme:
– Ey Amr, bir işten dolayı şu kişiye verilen büyük mükâfat konusundaki sözlerini iyi düşün, ikâzında bulunmuştur. Bunun üzerine Amr:
– Ey Ebû Ümâme! Yaşım ilerledi, kemiklerim zayıfladı, ecelim yaklaştı. Ne Allah’a ne de Resûlullah’a yalan söyleme ihtiyacındayım. Ben bu hadisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir, iki, üç hatta yedi kere işitmemiş olsaydım aslâ rivâyet etmezdim. Bu hadisi ben, Resûlullah’dan bundan da fazla duymuş bulunmaktayım” demiştir.[54]

440. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, bir ümmete rahmetle muamele etmek isterse, o ümmetin peygamberini onlardan önce öldürür. Onu, kendileri için âhirette öncü ve kılavuz yapar. Allah Teâlâ, bir ümmeti de helâk etmek isteyince, daha peygamberleri sağ iken o millete azâbeder, onun gözü önünde onları mahveder. Peygamberi yalanlayıp emrine karşı gelmeleri yüzünden onları helâk etmek suretiyle peygamberini de memnun ve teselli eder.”[55]
* Son peygamber ümmeti için ahirette de öncü ve rehberdir. Peygamberimizin ümmetinden önce ahirete intikal etmesi Allah’ın bu topluma rahmetle muamele etmek istediğini bildirir. Bu da müslümanlar için başka bir ümid kaynağıdır. Çünkü peygamberlerinin gözü önünde helak edilen ümmetlerin bağışlanması düşünülemez. [56]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 150.
[2] Buhârî, Enbiyâ 47; Müslim, Îmân 46.
[3] Îmân 47.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[5] Müslim, Zikir 22.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[7] Müslim, Îmân 151.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[9] Buhârî, İlim 49; Müslim, Îmân 53.
427’de tekrar gelecektir
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 152.
[11] Müslim, Îmân 45.
[12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 152.
[13] Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et’ime 15, Rikak 6, İstitâbetü’l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü’s–sahâbe 178. Ayrıca bk. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8.
1530’da kısa olarak bir daha gelecek
[14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[15] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[17] Buhârî, Bed’ü’l–halk 1.
[18] Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 15.
[19] Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bed’ü’l–halk 1; Müslim, Tevbe l4–l6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 35.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[21] Müslim, Tevbe 19.
[22] Buhârî, Edeb 19; Müslim, Tevbe 17, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 35.
[23] Tevbe, 20.
[24] Tevbe, 21.
[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 154.
[26] Buhârî, Tevhîd 35; Müslim, Tevbe 29.
[27] Müslim, Tevbe 11.
1873’de tekrar gelecek açıklama orada verilecektir.
[28] Müslim, Tevbe 10.
13-25 arası hadislere ve 222’ye bkz.
[29] Müslim, Îmân 52.
[30] Müslim, Îmân 346.
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 155.
[32] Buhârî, Cihâd 46; Müslim Îmân 48, 49. Ayrıca bk. Buhârî, Libâs 101, İsti’zân 30, Tevhîd 1; Tirmizî, Îmân 18; İbni Mâce, Zühd 35.
416’da geçmişti.
[33] Buhârî, Cenâiz 87, Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet 73.
[34] Buhari, Cenaiz 87, Müslim, Cennet 4.
[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 155.
[36] Müslim, Münâfıkîn 57.
[37] Müslim, Münâfıkîn 56.
[38] Müslim, Mesâcid 284.
1042-1043’de tekrar gelecektir.
[39] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[40] Müslim, Cenâiz 59.
933’de tekrar gelecektir.
[41] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[42] Buhârî, Rikak 45, 46, Enbiyâ 7, Eymân 3, Tefsîru sûre (22), 1; Müslim, Îmân 377. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 13; İbni Mâce, Zühd 34.
[43] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[44] Müslim, Tevbe 49.
[45] Tevbe 51.
[46] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[47] Buhârî, Mezâlim 3, Tefsîru sûre (11), 4, Edeb 60, Tevhîd 36; Müslim Tevbe 52. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 13.
[48] Buhârî, Mevâkît 4; Tefsîru sûre (11), 6; Müslim, Tevbe 39–43. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (11), 6.
1044’de tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[49] Buhârî, Hudûd 27; Müslim, Tevbe 44, 45. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 10.
[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 157.
[51] Müslim, Zikir 89. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 18.
Bu hadis 140’da geçmiş ve 1397’de tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[52] Müslim, Tevbe 31.
Bu hadis 16 numarada geçmişti.
[53] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 157.
[54] Müslim, Müsâfirîn 294.
[55] Müslim, Fezâil 24.
[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 159.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 09:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Allah’tan Rahmetini Ümid Etmek

“Allah salih kuldan bahsederek: “Ben işimi ve durumumu Allah’a bırakıyorum. Muhakkak ki Allah kullarının her halini görür.” İman eden o adamı Allah kavminin kurduğu tüm tuzaklardan korudu...” (Mü’min: 40/44-45)

441. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Azîz ve celîl olan Allah, “Ben, kulumun beni düşündüğü gibiyim; beni andığı (her) yerde, onunlayım (rahmet ve yardımım onunla beraberdir)” buyurmuştur.
Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kulunun tövbe etmesinden dolayı duyduğu hoşnutluk, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür. ” (Nitekim Allah şöyle buyurmuştur):
“Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim.”[1]
Bu, Müslim’in rivâyetlerinden birinin metnidir[2] ve önceki konuda açıklaması geçmiştir[3] Sahihayn’da[4], “kulum beni andığı zaman” şeklinde rivâyet edilmişken burada “beni andığı yerde” diye geçmektedir. Her ikisi de doğrudur, sahihtir.

442. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Vefâtından üç gün önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim:
“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek ölsün.”[5]

443. Enes radıyallahu anh, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Allah Teâlâ:
Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.
Ey âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım” buyurmuştur.[6]
* Müslüman kulun Allah hakkında beslediği kanaat böylesine olmalı ve Allah’ın kendisine merhametle muamele edeceğini bilmelidir ve o şuurda hareket etmelidir. Bu demek değildir ki kul boşu boşuna avunup aldanmamalı, gücü yettiği kadar ibadet ve kulluğuna devam edip Allah’ın rahmetini ümid ederek tam anlamıyla Allah’a hüsnü zan etmelidir. Şirke bulaşmadan yaşamak her türlü mutluluğun başıdır. [7]

[1] Buhârî, Tevhîd 15, 35, 55; Müslim, Tevbe 1, Zikir 2, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 51, Daavât 131; İbni Mâce, Edeb 58.
[2] Tevbe 1.
[3] 414 numaralı hadis.
[4] Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2.
Bu hadisin benzeri 15 ve 414 numarada geçmişti, 1436’da gelecek.
[5] Müslim, Cennet 81, 82. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 13.
[6] Tirmizî, Daavât 98.
1880’de tekrar gelecektir.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 160
.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 09:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Korku İle Ümit Arasında Yaşamak

“Allah’ın önceden kestirilemeyen kurduğu ince tertip ve düzeninden kim kendini güvenlik içinde görebilir? Fakat büyük zararı göze alanlardan başka hiçbir kimse bu tür tertip ve düzenden kendini güvenlik içinde göremez.” (Araf: 7/99)

“Ancak Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden toplumlar O’nun rahmetinden ümidlerini keserler.” (Yusuf: 12/87)

“Bazı yüzlerin mutluluktan parladığı bazı yüzlerin de ızdırap ile karardığı o hesap günü...” (Al-i İmran: 3/106)

“... Doğrusu Rabbin, cezayı çabucak verendir, aynı zamanda da çok acıyan ve bağışlayandır.” (Araf: 7/167)

“Gerçekten hayırlı ve iyi olanlar imanlarında sadık ve samimi olup doğru dürüst işler işleyenler nimet cennetlerindedirler. Kafirler ve günahlara dadananlar ise yakıcı bir ateş içindedirler.” (İnfitar: 82/13-14)

“Artık o zaman iyiliklerinin tartısı ağır basan kendisini mutlu bir hayatın içinde bulacak, kimin de iyiliklerinin tartısı hafif gelirse onun ana kucağı gibi sığınacağı yeri ana yurdu cehennem uçurumu olacaktır.” (Karia: 101/6-9)


444. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Eğer mü’min, Allah’ın azabının nitelik ve niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, O’nun cennetinden asla ümidini kesmezdi.”[1]
* Yani mü’min korku ile ümid arasında yaşamalıdır. Allah’ın rahmeti yanı sıra gazabı da vardır. [2]

445. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ölü tabuta konulup da insanlar (veya erkekler) onu omuzladığı zaman, eğer iyi bir kişi ise “Beni çabuk götürünüz, beni çabuk götürünüz!” diye seslenir. Eğer iyi olmayan biri ise, “Eyvah!. Bu tabutu nereye götürüyorsunuz?” der. O cenâzenin sesini insandan başka her şey duyar. Eğer insan bu sesi duysaydı, bayılırdı.”[3]
* Gelecek hakkında önceden uyarılmış olmak müslümanlar için büyük bir şanstır. [4]

446. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.”[5]
* Kişi imanı tercih edip müslüman olmak suretiyle cenneti elde edebileceği gibi, kişi yıllarca müslüman olarak yaşayıp söyleyeceği bir söz veya yapacağı bir hareketle şirke küfre düşebileceğinden sürekli olarak söylediklerine ve yaptıklarına dikkat etmek zorundadır. Çünkü yapacağı iyi bir hareket, davranış ve sözle Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanıp o halde vefat ederek cennete ulaşan nice kimseler olduğu gibi bir söz bir davranışla cehennemi boylayan nicelerini de tarih bize göstermektedir. [6]

[1] Müslim, Tevbe 23.
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 160.
[3] Buhârî, Cenâiz 50, 53, 90. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 44.
942’de tekrar gelecektir.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.
[5] Buhârî, Rikak 29.
Bu hadis 105 numarada geçmişti.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 14:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Dini Heyecan Ve Ahiret Endişesinden Dolayı Ağlamak Ve Ağlamanın Değeri

Bu bölümdeki iki ayet ve on hadis-i şeriften; mü’minlerin Kur’an okunurken ağlayarak secdeye kapandıklarını, kişinin günahlarından dolayı gözyaşı dökerek ağlaması gerektiğini, Rasulullah (s.a.v.)’in ashabından Kur’an okumasını isteyip dinleyince ağladığını, gerçekten; Peygamber (s.a.v.)’in bildiğini bilsek az güler çok ağlardık gerçeğini, Allah korkusuyla gözyaşı dökenin süt memeye girmedikçe cehenneme girmeyeceğini, cihad tozu ile cehennem dumanının bir araya gelmeyeceğini, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde barınacaklardan birinin de tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kimse olduğunu, Rasulullah namaz kılarken kaynayan su sesi gibi ağladığını, isminin Allah tarafından anıldığını duyan Übey ibni Ka’b’ın duygulanarak ağladığını, Ümmü Eymen’in vahyin kesildiğine ağladığını, Ebu Bekir (r.a.)’ın Kur’an okurken kendini tutamayıp ağladığını, oruçlu olan Abdurrahman ibni Avf’a yemek getirilince yemek çeşidine bakıp eski kıtlık dönemlerini ve şehidlerin durumunu hatırlayıp iyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin olmasın diye iftar yemeğini yemediğini öğreneceğiz. [1]

“İşte böyle deyip ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar da Kur’anı dinleyişleri onların gönül alçaklığını ve itaatlerini artırır.” (İsra: 17/109)

“Siz bu Kur’anı ve haberlerini mi tuhaf buluyorsunuz, ağlayacağınız yere gülüyorsunuz.” (Necm: 53/59-60)


447. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bana Kur’an oku!” buyurdu. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana Kur’an okuyayım? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kur’an’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım” buyurdu.
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okumaya başladım.” “Her ümmetten bir şâhit getirip seni de bütün bunlara şâhit tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete (Nisâ: 4/41) geldiğimde:
– “Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu.[2]

* Kur’an okuyan herkes okuduğu bölümü anlamalı ve her namazda ve diğer zamanlarda okuduğu kısmı anlamalıdır ki Kur’an’ın niçin indiği ve gayesinin ne olduğu ortaya çıkarmış olsun. (Bunun için bkz. Alak: 96/1-5 ve ileride gelecek olan 1001 numaralı hadisten sonraki makale) [3]

448. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve şöyle buyurdu:
“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.”
Enes, bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar, demiştir.[4]

449. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez.”[5]
* Bir işin asla mümkün olmayacağını belirtmek için böyle örnekler verilir. Araf: 7/40’da olduğu gibi cimrilikle imanın bir arada bulunmayacağı gibi Haşr: 59/9’da olduğu gibi Allah korkusundan dolayı ağlamak da değerli bir ameldir. [6]

450. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip birliktelikleri ve ayrılıkları Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr–i meşru davetine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”[7]

451. Abdullah İbni Şıhhîr radıyallahu anh şöyle demiştir:
Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.[8]
* Namazda bile okuduğu Kur’an’ın içerisindeki cennet ve cehennem manzaralarına karşı ağlayan son peygamber, son örnek şahsiyet... [9]

452. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh’e hitaben şöyle buyurmuştur:
– “Allah Teâlâ, lem yekünillezine keferû suresini sana okumamı bana emretti.”
Übey İbni Kâ’b:
– Allah benim ismimi andı mı? dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
– “Evet,” buyurdu.
Übey İbni Kâ’b duygulanarak ağladı.[10]
Müslim’in bir başka rivâyetinde[11] “Übey ağlamaya başladı” ifadesi yer almaktadır.

453. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefâtından sonra Ebû Bekir, Ömer’e:
Kalk, Ümmü Eymen radıyallahu anhâ’ya gidelim, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi biz de onu ziyâret edelim, dedi.
Yanına vardıklarında Ümmü Eymen ağladı. Onlar:
– Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? dediler. Ümmü Eymen:
– Ben onun için ağlamıyorum. Ben Allah katındaki nimetlerin Peygamber aleyhisselâm için elbette daha hayırlı olduğunu biliyorum. Ben, vahyin kesilmiş olmasından dolayı ağlıyorum, dedi; Ebû Bekir ve Ömer’i de duygulandırdı. Ümmü Eymen ile birlikte onlar da ağlamaya başladılar.[12]
* Fazilet sahibi kişileri ziyaret etmek islami edeb gereğidir. Dostluk, dostların dostlarını arayıp sormayı gerektirir. Hadis-i şerif Ebubekir ve Ömer’in tevazu ve faziletlerini Ümmü Eymen’in de takdire şayan olgunluğunu göstermektedir. [13]

454. Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı ağırlaşınca kendisine, namaz(ı kimin kıldırmasını istediği) soruldu:
– “Ebû Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın!” buyurdu.
Bunun üzerine Âişe radıyallahu anhâ:
– Ebû Bekir yufka yüreklidir. Kur’an okurken kendisini tutamaz, ağlar. (Başkasına emretseniz). dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Söyleyin Ebû Bekir’e, namazı kıldırsın!” buyurdu.[14]

455. İbrahim İbni Abdurrahman İbni Avf’dan rivayet edildiğine göre, oruçlu olduğu bir gün Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anh’ın önüne (mükellef bir iftar) sofrası getirdiler. O (sofraya şöyle bir baktı ve sonra) şunları söyledi:
Mus’ab İbni Umeyr Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O benden daha iyi idi. Ama kefen olarak bir kaftandan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık olarak her şey önümüze kondu –ya da dünyalık olarak her şey bize verildi– (Şimdi bunca nimetler önüme getiriliyor). İyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz, deyip ağlamaya başladı. Hatta iftar yemeğini de yemedi, terketti.[15]
* Eldeki nimetlerin şükrünü yerine getirip geçmişi unutmamak gerekir. Kazanılan nimetlerin birer peşin ödül olup olmadıklarını merak edip ona göre davranışları ayarlamak gerekir. (Bkz. Ahkaf: 46/20) [16]

456. Ebû Ümâme Suday İbni Aclân el–Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah katında hiçbir şey, iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusuyla akıtılan gözyaşı damlası ve Allah yolunda dökülen kan damlası. İki iz ise, Allah yolunda çarpışırken alınan yara izi ve Allah’ın emrettiği farzlardan birini yerine getirmekten kalan kulluk izidir.”[17]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.
[2] Buhârî, Tefsîru sûre (4), 9, Fezâilü’l–Kur’ân 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 13; Tirmizî, Tefsir 5.
1008’de tekrar gelecektir.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[4] Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil 134. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd 19.
402’de geçmiş gerekli açıklama orada verilmişti.
[5] Tirmizî, Fezâilu’l–cihâd 8; Zühd 9. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[7] Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2.
377’de geçmişti, 659’da tekrar gelecektir.
[8] Ebû Dâvûd, Salât 158. Ayrıca bk. Nesâî, Sehv 18.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[10] Buhârî, Menâkıbu’l–ensâr16, Tefsîru sûre (98), 1, 3; Müslim, Müsâfirîn 246.
[11] Müsâfirîn 245.
[12] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 103. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 65.
361’de geçmişti.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 163.
[14] Buhârî, Ezân 39; Müslim, Salât 94.
[15] Buhârî, Cenâiz 27, Meğazî 26.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 163.
[17] Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 26.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 14:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Zühdün Üstünlüğü

(Dünyaya Karşı Zühdün Fazileti Dünyalığa Düşkünlüğü Azaltmaya Teşvik
Dünyada İhtiyaçtan Fazlasına Sarılmamanın Gerekliliği Ve Fakirliğin Üstünlüğü)



Bu bölümdeki 7 ayet ve 34 hadis-i şeriften; dünya hayatının geçici fani ve çok kısa oyun, eğlence, süs, aldatıcı bir geçimlilikten ibaret olduğunu, dünyanın değişik görüntü, eşya ve her şeyiyle insanlara yaldızlı ve yakışıklı gösterildiğini, esas varılacak güzel yerin ahirette cennet olacağını, dünya hayatı ve şeytanın aldatmacasına aldanılmaması gerektiğini, çokluk kuruntusunun insanları oyalayıp ahiret hazırlığını unutturduğunu, Rasulullah’ın biz ümmeti için fakirlikten korkmadığını, fakat dünyalık nimetler içerisinde boğulup kaybolup gideceğimizden korktuğunu, dünyanın tatlı ve manzarasının hoş olduğunu, Allah’ın bizi bu dünyaya imtihan için gönderdiğini, dünyanın ve kadınların saptırmalarından korunmamız gerektiğini, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu, ölen kimseyi malı, çoluk çocuğu ve amelinin takip ettiğini, mal ve çoluk çocuğunun geri dönüp ölünün ameliyle başbaşa kaldığını, ahiretteki azap karşısında kişinin dünyada rahat ve huzur görmediğini söylemesini, dünyada sıkıntı çekenin de ahirette cenneti görünce hiçbir sıkıntı çekmediğini beyan edeceğini, ahiretteki imkan ve nimetlerin dünyadakine göre durumunun parmağın denize daldırılmasındaki bulaşan su kadar olduğunu, Allah katında dünyanın bir oğlak ölüsü kadar bile değerli olmadığını, Rasulullah’ın Uhud dağı kadar altını olsa hemen dağıtacağını, dünyada varlığı çok olanların ahirette sevabı az olanlar olduğunu, infak ve tasadduk edenlerin bunun dışında olduğunu, Allah’a ortak koşmaksızın ölenin zina da etse hırsızlık ta etse, mutlaka cennete gireceğini, yaşantı konusunda; şartları kendimizden daha düşük olanlara bakmamız gerektiğini, üstün olanlara bakılırsa hemen ardından bir de düşük seviyede olanlara bakılması gerektiğini, altın, gümüş ve kumaşa kul olanların helak olduklarını, Ehli Suffe denilen sahabenin giyim kuşamlarının neden ibaret olduğunu, dünyanın mü’minin zindanı kafirin cenneti olduğunu, dünyada yolcu ve garib gibi olunması gerektiğini, dünyalıklardan yüz çevirince bizi Allah’ın seveceğini, insanların elinde olandan yüz çevirince de bizi insanların seveceğini, Rasulullah’ın günler boyu yiyecek bulamayıp açlıktan kıvrandığını, peygamberimizin hanımlarının kıt kanaat geçindiklerini, Rasulullah (s.a.v.)’in bıraktığı miras mallarını, ashabın kefen bile bulamadan kabirlere konulduklarını, Allah’ın yanında dünyanın sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı kafirlere bir yudum su bile içirmeyeceğini, dünyanın değersiz ve kıymetsiz olduğunu, Allah’ı anma ve dini öğrenme işlerinin bundan müstesna olduğunu, fazla gayrimenkul edinerek dünyaya bağlanmamak gerektiğini, ecelin bir binayı tamir etmekten bile daha yakın olacağını, ahir zaman ümmetinin imtihanının mal olduğunu, Adem oğlunun oturacağı ev, giyeceği elbise ve ekmekle su kabından başka bir hakkı olmadığını, Adem oğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sadaka olarak verdiğinden başka malının olmadığını, Allah Rasulünü seven kimseye fakirliğin selden daha çabuk ulaşabileceğini, bir koyun sürüsüne salınmış iki aç kurdun sürüye verdiği zararın mal ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük olmadığını, müslümanın dünyadaki durumunun ağaç altında istirahat edip yoluna devam eden kimsenin durumu gibi olduğunu, fakirlerin cennete zenginlerden beş yüz sene önce gireceklerini, cennetin çoğunluğunun fakirlerden olduğunu, cehennemin çoğunluğunun ise kadınlardan oluştuğunu, Allah’tan başka her şeyin yok olacağını, dünya ve içindekilerinin yok olacağını öğreneceğiz[1]


“Dünya hayatının örneği tıpkı şuna benzer: Gökten indirdiğimiz su sebebiyle insan ve hayvanların yediği yeryüzündeki bitkiler onunla birbirine karışır ta ki yeryüzü bütün güzelliklerini takınıp süslendiği, yeryüzü ehli de kendilerini onun ürününü biçip toplamaya güç yetireceklerini zannettikleri bir sırada geceleyin ve gündüzün o yere emrimiz gelir de sanki bir gün önce o hiç bitkisiyle süslenip zengin olmamış gibi onu kökünden biçilmiş yapıverdik, süs ve zenginliğini yok ettik. İşte biz düşünen bir toplum için ayetleri böyle geniş geniş açıklıyoruz.” (Yunus: 10/24)

“Onlara örnek olarak anlat: Dünya hayatı gökten yağdırdığımız yağmura benzer ki onunla yeryüzünün bitkileri büyüyüp birbirine karışır derken çok geçmeden bu canlılık ve çeşitlilik rüzgarın savurup götürdüğü çer çöpe döner. Allah’ın gücü her şeye yeter. Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir. Edebi ve sürekli olan dürüst ve erdemli davranışlar ise karşılığı bakımından Rabbinin katında daha değerli ve bir ümid kaynağı olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf: 18/45-46)
“Bilin ki ey insanlar bu dünya hayatı ve yaşantısı sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve bir süs ve aranızda bir övünme ve böbürlenme aracıdır. Mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu dünyanın durumu hayat getiren yağmurun hikayesine benzer. Yağmurun yeşerttiği bitki toprağı ekenlere sevinç verir ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonra kül ufak olmuş dağılıp gitmiştir. Ve ahirette ise Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler için çetin bir azap, itaat edenler için ise bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı bir geçimlik ve yararlanmadan ibarettir.” (Hadid: 57/20)

“Kadınlara, çocuklara altın ve gümüş cinsinden birikmiş hazinelere soylu atlara, sığırlara ve arazilere yönelik dünyevi zevkler insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatının geçici şeyleridir. Ama hedeflerin en güzeli Allah katında olandır.” (Al-i İmran: 3/14)

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah’ın her konudaki verdiği söz gerçektir ve mutlaka gerçekleşecektir. O halde dünya hayatı nimet ve süsleriyle sizi ahiret hayatından alıkoyup aldatmasın. Çok aldatıcı olan şeytan da sakın sizi aldatıp Allah’ın lütuf ve bağışlamasına ümidlendirmesin.” (Fatır: 35/5)

“Aç gözlülük saplantısı içinde mal mülk çokluğuyla övünmek oyaladı sizleri. Öyle ki mezarlarınıza girinceye kadar bu oyalanmaya devam ettiniz veya çokluk için mezarları bile soymaya kalktınız. Ama zamanı geldiğinde bunların boş olduğunu anlıyacaksınız. İş öyle değil ama zamanı geldiğinde ahirette azapla karşılaşınca daha iyi bilip anlıyacaksınız. Hayır Hayır kesin bir bilgiyle yaptıklarınızın ne kazandırdığını bir bilseydiniz.” (Tekasür: 102/1-5)

“Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, işte asıl hayat odur. Keşke bu gerçeği tüm insanlar bilselerdi.” (Ankebut: 29/64)


457. “Allah korkusundan ağlamak” konusuyla ilgili pek çok hadis bulunmaktadır. Meselâ, bid’atlardan sakındırma konusunda geçen İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh’ın, “ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan bir va’z ve nasihatta bulundu” anlamındaki rivayeti bunlardandır.

458. Amr İbni Avf el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde İbnü’l–Cerrâh radıyallahu anh’i cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kılmak üzere geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar önüne durdular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve:
– “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu zannediyorum?” dedi. Ensar:
– Evet, yâ Resûlallah! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
– “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular.[2]
* İnsan zengin bile olsa zühd ve tevazu içinde yaşamalı dünya malına kapılıp kalmamalıdır. Zenginliğin sorumluluğu fakirlikten ağırdır. [3]

459. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minbere oturmuş biz de onun etrafına oturmuştuk. Resûlullah şöyle buyurdu:
“Benden sonra size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.”[4]
* 20. Asrın insanını tek aldatan dünya nimetleri ve dünya saltanatıdır. Dolayısıyla bu dünya ve içindekiler İnsanlığı devamlı aldatıp ahiret amellerinden geri bırakmaktadır. [5]

460. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O halde dünyadan sakının ve kadınlardan korunun.”[6]
* Kadınlar da tıpkı dünya gibi çekici ve saptırıcıdır. Pek çok kavgaların, kan dökmelerin bela ve musibetlere uğramanın sebeplerinden biri de kadındır dolayısıyla kadın erkek ilişkilerini islama göre ayarlamalıdır ki rahat ve huzura kavuşulsun. [7]

461. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.”[8]
* Dünya hayatı geçici olup imtihan için burada bulunmaktayız. Gerçek ve ebedi olan hayat ise ahiret hayatı olup bu dünyada ahireti kazanmaya çalışmalıyız. [9]

462. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.”[10]
* Öyleyse bizimle birlikte olacak amellere ağırlık verip bizi cennete götürecek, cehennemden uzaklaştıracak hayırlı işlerimizle ahiretteki cenneti elde etme yolunda olmalıyız yani arzu ve emellerimizi değil amellerimizi arttırmalıyız. [11]

463. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:
– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:
– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir kere daldırılır. Ona da:
– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:
– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”[12]
* Cehennemde rahat ve mutluluk olmayacağı gibi cennette de yokluk ve yoksulluk, yorgunluk ve sıkıntı olmayacaktır. Cehennem azabı o kadar korkunç ve dehşetlidir ki kişi girer girmez tüm gördüğü iyilik ve rahatlıkları unutuverecektir. Cennette o kadar tatlı ve zevkli bir yerdir ki oraya giren dünyadaki tüm sıkıntılarını unutuverecektir. [13]

464. Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”[14]
* Ebedi olan ahiret hayatının dünya ile kıyası (büyüklük ve nimet bakımından) kabul edilmeyecek kadar farklıdır. [15]

465. Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün pazar yerine uğradı. Etrafında ashâbı da vardı. Resûlullah, küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladı. Onun kulağından tutarak:
– “Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” buyurdu. Ashâb:
– Daha az para ile de olsa biz almayız, onu ne yapalım ki, dediler!. Sonra Resûl–i Ekrem:
– “Size bedava verilse ister misiniz?” diye sordu. Onlar:
– Allah’a yemin ederiz ki, o diri bile olsa, kulaksız olduğu için kusurludur. Ölüsünü ne yapalım? diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah:
– “Allah’a yemin ederim ki, Allah’a göre dünya, önünüzdeki şu ölü oğlaktan daha değersizdir” buyurdu.[16]

466. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle demiştir:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte Medine’nin Harra mevkiinde yürüyordum. Derken Uhud dağı karşımıza çıkıverdi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
– “Ey Ebû Zer!” dedi. Ben:
– Buyur yâ Resûlallah! Emrine âmâdeyim, dedim. Resûlullah:
“Yanımda şu Uhud dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar bulunarak üç gün geçmesini istemem. –Resulullah, önüne, sağına, soluna ve arkasına elleriyle verme işareti yaparak–yanımda bulunanı Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim” buyurdu. Sonra yoluna devam etti ve:
“Dünyada varlığı çok olanlar âhirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle verenler müstesnadır. Fakat onlar da ne kadar azdır” buyurdu. Sonra da bana:
“Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma” diye tenbih ederek gecenin karanlığında yürüyüp gözden kayboldu. Yüksek bir ses işittim bir kimsenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e saldırmasından korktum. Onun yanına varmak istedim, fakat “Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma” buyruğunu hatırlayarak yerimden ayrılmadım. Resûl–i Ekrem yanıma gelince:
– Bir ses işittim ve ondan korktum, diye duyduğum sesten bahsettim. Hz. Peygamber:
– “Sen o sesi duydun mu?” diye sordu. Ben:
– Evet, diye cevap verdim. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– “O gelen Cebrâil idi; bana ümmetinden Allah’a ortak koşmayarak ölen kimse Cennet’e girer, dedi.” Ben:
– Zina edip hırsızlık yapsa da mı? dedim. Resûl–i Ekrem:
– “Zina da etse, hırsızlık da yapsa neticede cennete girer” buyurdular.[17]
* Allah’a şirk dışında tüm günahlar ya bağışlanır ya da cezası çekilerek cennete girilir. [18]

467. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Eğer Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için sakladığım dışında, ondan yanımda bir miktar bulunduğu halde üzerimden üç gece bile geçmemesi beni sevindirir.”[19]
* Müslüman kul borcuna karşı duyarlı olmalı ve çok dikkat etmelidir. Borçlanmamalı, eğer borçlandıysa onu da gününde ödemelidir. [20]

468. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.”[21]
Buhârî’nin rivayeti şöyledir:
“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.”[22]
* Müslüman ekonomik açıdan daima kendinden aşağıda olanlara bakmalı, ibadet ve kullukta ise kendisinden önde olanlara bakıp onlara ulaşmaya çalışmalıdır. [23]

469. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Altın, gümüş, kumaş ve abaya kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.”[24]
* Altın, gümüş, kumaş vs. şeylere aşırı düşkün olup onlara taparcasına bağlanmak lüks ve kapitalistçe bağımlılık insanı helak eder, ahiretini perişan eder. [25]

470. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Suffe ehlinden yetmiş kişiyi gördüm. Onlardan bir tek kişinin bile üzerinde bütün vücudunu örtecek bir elbise yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izâr ya da belden yukarı giyilen bir kisâ vardı. Elbiselerini boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de, avret yerinin görülmemesi için elbisesini eliyle toplardı.[26]

471. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir.”[27]
* Mü’min başına gelen sıkıntı ve üzüntülerden dolayı daima bu hadisi hatırlayıp ahireti kazanmaya çalışmalıdır. Kafirlere özenerek dünyanın geçici eğlence ve zevklerine dalmak insanın ebedi hayatını perişan eder. [28]

472. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki omuzumu tuttu ve:
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.[29]
* Yolcu ve garip demek çoluk çocuğundan ve memleketinden uzak kimse demektir. Dolayısıyla müslüman dünyaya ve insanlara aşırı meyledip bağlanmaması gerektiğini, tükenmez arzularının esiri olmaması ve Allah’a kulluk ve taatte her anını sıhhat, sağlık ve hayatını değerlendirmeyi iyi bilmelidir denmektedir. Allah Rasulünün tavsiyesi ardından hadisi rivayet eden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın ne zaman öleceğin belli olmaz. Sabahın işini akşama, akşamın işini sabaha bırakma diyerek boş hayallere kapılmadan ahiretin tedbirini vaktiyle almanın gerekliliğini vurgulamaktadır. [30]

473. Ebü’l–Abbâs Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.[31]
* Gerçek akıl sahibi düşünen kimse biraz düşünürse çok iyi anlar ki insanların ve Allah’ın sevgisi bu iki yoldan geçermiş. Fazla izaha gerek yok. [32]

474. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh, insanların dünyalıklardan elde ettiklerinden bahsetti ve:
Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gün boyu açlıktan kıvranıp, karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm, dedi.[33]

475. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefât etmişti. O sırada benim evimin rafında, bir parça arpadan başka bir canlının yiyeceği hiçbir şey yoktu. Ben ondan uzun süre yedim. Sonra ölçtüm de tükeniverdi.[34]
* Bitiverecek endişesiyle evdeki yiyecek ve gıda maddelerini ölçüp hesaplamak tevekküle engel olabileceğinden bereketi giderir ve çabucak tükeniverir. [35]

476. Mü’minlerin annesi Cüveyriye binti Hâris’in erkek kardeşi Amr İbni Hâris radıyallahu anhumâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde, geride, bindiği beyaz katırı, silahı, yolcular için vakfettiği arazi dışında, ne altın, ne gümüş, ne köle, ne câriye ve ne de başka bir şey bıraktı.[36]
* Vefatı anında arkada bıraktıkları peygamberimizin hayatının nasıl geçtiğinin göstergesidir. İşte bu miras olarak bırakılan şeyler hayatın devamı için zaruri olan şeylerdir. [37]

477. Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmayı arzu ederek, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Medine’ye hicret ettik. Allah’ın ecrimizi vereceği kesinleşti. Bizden bazıları ecrinden hiçbir şey yemeden vefat etti. Onlardan biri de Mus’ab İbni Umeyr radıyallahu anh’dir. O, Uhud günü şehit edilmişti. Arkada, yünden yapılmış çizgili bir kaftan bıraktı. O kaftanla başını örttüğümüzde ayakları açılıyor, ayaklarını örttüğümüzde de başı açıkta kalıyordu. Neticede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başını örtmemizi, ayaklarına da bir miktar Mekke ayrığı koymamızı emretti. Bizden bazılarının da hicretinin meyvesi olgunlaşmış ve onu devşirmiştir.[38]
* Tüm sahabi yaptığımız iyiliklerin bize dünyada peşin verilmesinden korkuyoruz diyerek endişelerini dile getirmişler ve o şekilde yaşamışlardır. (Bkz. Ahkaf: 46/20) [39]

478. Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”[40]
* Dünya ve dünyalıkların Allah katında ne derece kıymetsiz olduğu bildirilen bu hadis bizim de aynı şekilde olmamızı istemektedir. (Bkz. Zuhruf: 43/33, Hıcr: 15/88, Taha: 20/131) [41]

479. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Dünyada olan mal mülk de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâlâ’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.”[42]
* Müslümanı Allah’tan ve Allah’a yakın olmaktan uzaklaştıran dünya ve dünyalık şeylerin lanetlenmesi caizdir. Sadece Allah’ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma ve bilginin üstünlüğü bu lanetleme dışında tutulmuştur. İlim, bilgi öğrenme, öğretme ve islamı öğrenmenin kıymeti dünyalık hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar kıymetli ve değerlidir. Müslümanın yapacağı bu dünyada dinini öğrenmek için daima ya öğrenici ya da öğretici durumda olmalıdır. Dolayısıyla Kur’an’ı ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetini içeren kitaplar olan hadis kitaplarını bol bol okumalı ki müslümanın hayatı onlara göre şekillensin. Bu konuda 1001 numaralı hadis-i şerifin sonundaki makaleyi tekrar gözden geçirelim. [43]

480. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Çiftlik ve akar edinerek dünyaya rağbet etmeyiniz.”[44]
* Müslümanı dünyaya bağlıyacak ve aşırı meşgul edip ahiretten uzaklaştıracak her şeye rağbet edilmemesi gerekir, bu davranış hoş görülmemiştir. Helal yoldan kazanca teşvik vardır. [45]

481. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza uğramıştı.
– “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:
– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:
– “Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdular.[46]
* Kalıcı olmadığımız bu dünyadaki evimizi tamir ediyorsak; ecelin nasıl ve ne zaman geleceği belli olmadığı için bu dünyaya aşırı bel bağlayıp ahirette cenneti elde edecek amelleri ihmal etmememiz bize tavsiye ediliyor. [47]

482. Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır.”[48]
* Dünya malı biz müslümanların imtihan vesilesi olduğuna göre, bu imtihan vasıtası bizi dinimizi öğrenme ve ahiretimizi kazanmaya vesile olacak amelleri yapmamıza engel olursa Allah korusun ahiretimizi perişan ederiz. (bkz. Enbiya: 21/35, Al-i İmran: 3/186, Bakara: 2/155, Araf: 7/168, Kehf: 18/7, Mülk: 67/2, Enfal: 8/17) [49]

483. Ebû Amr –ki Ebû Abdullah ve Ebû Leylâ da denilir– Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âdem oğlunun şunlar dışında bir hakkı yoktur: Oturacağı ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek ile su koyacak kap.”[50]
* Zaruret ve zaruri ihtiyaçların sayıldığı bu hadis-i şerife göre ev, elbise ve kap kacak dışında kullanmakta olduğumuz pek çok alet ve eşyanın alımı ve bedelini ödemede ne zorluklarla karşılaştığımız meydanda. Depremzedelerin çadırdaki eşyaları ve bizim eşyalarımız... bak ve kıyasla... zaruret ve ihtiyaç neymiş iyi tesbit et. [51]

484. Abdullah İbni Şihhîr radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiştim. O, “Elhâkümü’t–tekâsür” sûresini okuyordu. Sûreyi okuyup bitirince şöyle buyurdu:
“Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın mı var ki?”[52]
* Yediğimiz, giydiğimiz ve verdiğimiz sadakalar bizim; diğer kasadaki kesedeki raftaki ve tüm ev eşyaları bizden sonraya kalan varislerindir. Öyleyse ne için ve kimin için çalıştığımıza bir bakalım ve iyi düşünerek yaşayalım. [53]

485. Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedi. Resûlullah o kişiye:
– “Sen ne söylediğini iyi düşün?” buyurdu. Adam:
– Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Eğer beni seviyorsan, o halde fakirliğe karşı kendine bir zırh hazırla. Çünkü fakirlik, beni sevene yüksekten inen bir selden daha çabuk ulaşır” buyurdu.[54]
* Peygamberi seven o gibi olmaya çalışandır. O gibi olanın da bıraktığı mirası (475’de okuduk) öyle olmalı. Eline geçen her şeyi Allah’ın rızasını kazanmak için dağıtıvermelidir. Böylece de fakirlik sel gibi hızlıca onu yakalar. Medine döneminde harblerden pek çok ganimetler gelmesine, bu günkü değerle tirilyonlar eline geçmesine rağmen hemen dağıtıp hiç birini bırakmamıştır. [55]

486. Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.”[56]
* Mal ve servete gömülmüş nice din tacirlerini bu hadis ne güzel açıklar. Dinini ticaretine araç yapan kimse müslüman sayılamaz. Din perdesi arkasına saklanıp işlerini yürüten sahtekarlar her dönemde bulunagelmiş; bilhassa asrımızda.... [57]

487. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:
–Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular.[58]
* Dünyaya ne derece bağlanacağımıza en özlü biçimde bu hadiste yer verilmiş, düşünüp anlayana... [59]

488. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz sene önce girerler.”[60]
* Seneler konusunda Kur’an’daki Hac: 22/47, Secde: 32/5, Meariç: 70/4 ayetlerin tefsirine bakılmalıdır. Kıyamet günü fakirlerin hesabı zenginlere göre daha kolay olacaktır. [61]

489. İbni Abbâs ve İmrân İbni Husayn radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cenneti yakından tanıdım; orada bulunanların çoğunluğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehennemi de yakından tanıdım; orada bulunanların çoğunluğunun da kadınlar olduğunu gördüm.”[62]
* Toplumda içki ve kadın her türlü kötülüğün ana malzemesidir. Dolayısıyla cehennemin çoğunluğu da kadınlardan oluşmuş oluyor. [63]

490. Üsâme İbni Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğunluğu dünyada bir şeyleri bulunmayan yoksullardı. Varlıklı kimseler ise, hesaba çekilmek üzere alıkonulmuşlardı. Şu kadar var ki, onlardan cehennemlik olanların cehenneme sevkedilmeleri emrolunmuştu. ”[64]
* Zenginlik ve fakirlik ikisi de imtihan vesilesi olan birer unsurdur. Zenginlik çoğunlukla insanı azdırır ve kişiyi orta yoldan alıkor. Fakir haline şükreder ve sabrederse ve Allahın rızasını kazanmaya çalışırsa cenneti elde edebilir. [65]

491. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şâirlerin söylediği sözlerin en doğrusu, Lebîd’in şu sözüdür: Biliniz ki, Allah’tan başka her şey yok olacaktır.”[66]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 164.
[2] Buhârî, Rikak 7; Müslim, Zühd 6. Ayrıca bk. Buhârî, Cizye 1, Meğâzî 12; Tirmizî, Kıyamet 28; İbni Mâce, Fiten 18.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[4] Buhârî, Zekât 47, Cihâd 37; Müslim, Zekât 121–123. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 81; İbni Mâce, Fiten l8.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[6] Müslim, Zikr 99.
Bu hadis 70 numarada geçmişti bir benzeri ise 290 numaradadır.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[8] Buhârî, Rikak 1, Cihâd 33, 110, Menâkibu’l–ensâr 9, Megâzî 29; Müslim, Cihâd 126, 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 55; İbni Mâce, Mesâcid 3.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[10] Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52.
Bu hadis 104 numarada geçmişti ve gerekli açıklama orada verilmişti.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[12] Müslim, Münâfikîn 55.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 167.
[14] Müslim, Cennet 55.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 167.
[16] Müslim, Zühd 2.
[17] Buhârî, İstikrâz 3, Rikak 14; Müslim, Zekât 32.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[19] Buhârî, Temennî 2, İsti’zân 30, Rikak l4; Müslim, Zekât 31. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 8.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[21] Müslim, Zühd 9. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 58, Libâs 38; İbni Mâce, Zühd 9.
[22] Buhârî, Rikak 30. Ayrıca bk. Müslim, Zühd 8.
[23] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[24] Buhârî, Rikak 10. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 70; İbni Mâce, Zühd 8.
[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[26] Buhârî, Salât 58.
506’da tekrar gelecek açıklama orada verilecek.
[27] Müslim, Zühd 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd l6; İbni Mâce, Zühd 3.
[28] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[29] Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.
574’de tekrar gelecektir.
[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[31] İbni Mâce, Zühd 1.
[32] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[33] Müslim, Zühd 36. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 10.
495’de gelecektir.
[34] Buhârî, Humus 3, Rikak 16; Müslim, Zühd 27. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49.
[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[36] Buhârî, Vasâyâ 1, Cihâd 61, 86, Humus 3, Megâzî 83. Ayrıca bk. Nesâî, İhbâs 1.
[37] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[38] Buhârî, Cenâiz 27, Menâkıbu’l–ensâr 45, Megâzî 17, 26, Rikâk 16; Müslim, Cenâiz 44. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 40.
[39] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[40] Tirmizî, Zühd 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.
[41] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[42] Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.
1385’de tekrar gelecektir.
[43] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[44] Tirmizî, Zühd 20. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 377, 426, 443.
[45] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[46] Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25.
[47] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[48] Tirmizî, Zühd 26.
[49] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[50] Tirmizî, Zühd 30.
[51] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[52] Müslim, Zühd 3–4. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 31, Tefsîru sûre (102) 1; Nesâî, Vesâyâ 1.
[53] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[54] Tirmizî, Zühd 36.
[55] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[56] Tirmizî, Zühd 43.
[57] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[58] Tirmizî, Zühd 44.
[59] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[60] Tirmizî, Zühd 37. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 6.
[61] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[62] Buhârî, Nikâh 88, Rikak l6, 5l, Bed’ü’l–halk 8; Müslim, Zikr 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 11.
[63] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[64] Buhârî, Nikâh 87, Rikak 51; Müslim, Zikr 93.
260 da geçmişti.
[65] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[66] Buhârî, Menâkıbu’l–ensâr 26, Edeb 90, Rikak 29; Müslim, Birr 2–6. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 70; İbni Mâce, Edeb 41.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 14:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Açlık Ve Sade Yaşamanın Üstünlüğü


Bu bölümdeki dört ayet ve otuzbir hadis-i şeriften sonradan gelecek toplumların nefislerinin arzu ve heveslerine uyup ceza çekeceklerini, Karun isimli zenginin dünyayı tercih edip akıbetinin ne olduğunu, bu dünyadaki verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğimizi, kim ki dünyayı istedi ona hemen verileceğini ahirette ise kınanma olarak cehenneme gireceğini, Rasulullah ve aile efradının üç gün arka arkaya buğday ve arpa ekmeğiyle karınlarını doyurmadıklarını, yine birkaç ay evde ocak yanmayıp sadece su ve hurma ile günlerini geçirdiklerini, Rasulullah’ın masa ve yükseltilmiş sofralarda yemek yemediğini, çoğu zaman karnını doyuracak adi bir hurma bile bulamadığını, Rasulullah (s.a.v.)’in bir ömür boyu elenmiş un görmediğini, açlıktan Rasulullah, Ebubekir ve Ömer’in geceleyin dışarıya çıkıp bir sahabiye misafir olduklarını, ashabın ne büyük kıtlıklar çekip sonradan birer şehre vali olduklarını, Rasulullah’ın içerisinde vefat ettiği elbisesinin şeklini, harblerde ağaç yaprağı yiyip başka yiyecekleri olmadığını, Rasulullah (s.a.v.)’in ailelerine yetecek kadar rızık ve azık için dua ettiğini, Ebu Hüreyre’nin açlıktan bayılıp ne durumlara girdiğini, Rasulullah’ın otuz ölçek arpa karşılığında zırhını bir yahudiye rehin verdiğini, dokuz hane olan Rasulullah’ın evlerinin bir ölçek yiyecek bulamadan sabahlayıp akşamladıklarını, yine yokluktan giyecek elbise ayakkabı bulamayan ashabın durumlarını, Rasulullah’ın yatağının durumunu, asrı saadetten sonraki dönemlerde insanların ne hale geleceklerini, ihtiyaç fazlasının infak edilmesi gerektiğini harcamaya bakmakla yükümlü olunanlardan başlanacağını, çok büyük nimetler içinde yüzdüğümüzü, kanaatkar müslümanın kurtuluşa ereceğini ve bu dünyada da mutlu olduğunu, Rasulullah (s.a.v.)in birkaç gün üstüste aç gecelediğini, namaz kılarken açlık ve takatsızlıktan bayılıp düşenlere ne gibi müjdeler verildiğini, mideden daha tehlikeli bir kap olmadığını ve yemek yeme şeklinin nasıl olması gerektiğini, sade hayat sürdürmenin imandan olduğunu, Allah’ın savaşa giden ashaba anber balığı ikram edişini, hendek savasındaki erzak çoğalması mucizesini, yine bir başka yemek çoğalma mucizesini öğreneceğiz. [1]


“Onların ardından öyle nesiller geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. Ancak pişman olup Allah’a yönelen, iman edip doğru ve dürüst işler işleyenler cennete girerler ve hiçbir haksızlığa uğramazlar.” (Meryem: 19/59-60)

“Kârûn, görkem ve debdebesi içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatına gözünü dikenler: “Ne olurdu bize de, Kârûn’a verilenin bir benzeri verilseydi, şüphe yok ki, o ne zengin, ne büyük devlet sahibiymiş!” dediler. Kendilerine vahiyden bilgi verilen ise: Yazıklar olsun size, iman edip doğru dürüst işler yapanlar için Allah’ın mükafatı daha hayırlıdır. Bu mükafata da, ancak her türlü güçlüklere göğüs gerebilenler kavuşabilir.” (Kasas: 28/79-80)

“Sonra o gün size verilen tüm nimetlerden iğneden ipliğe mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür: 102/8)

“Her kim bu çarçabuk geçen dünya hayatını ve içindekileri tercih ederse, ona dilediğimiz kadarını verir sonrada onu kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız.” (İsra: 17/18)


492. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ailesi, onun vefât ettiği ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı.[2]
Müslim’in bir rivayeti şöyledir:
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in aile efradı, Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.[3]
* Rasulullah sabrı ve şükrü yerine getirecek derecede bir hayat yaşamış olup lüks ve konfor içinde yaşamamıştır. İsraflı bir hayatı hiç olmamıştır. Çünkü israfçılar ve savurganlık yapanlar şeytanın kardeşleridir. İsra: 17/27 ayetinde olduğu gibi. [4]

493. Urve’nin Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet ettiğine göre o:
Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilâli, sonra diğerini, sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı, demişti. Ben:
– Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi? dedim. Teyzem:
– İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ensardan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi; o da bize içirirdi, dedi.[5]
* Peygamber evi ve mutfağı ile evlerimiz ve mutfaklarımızı kıyas yapıp düşünelim. [6]

494. Ebu Saîd el–Makbürî’nin Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Ebû Hüreyre, önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Topluluk kendisini davet etti; fakat o yemek istemedi ve:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan çıkıp gitti, dedi.[7]
* Peygamberimizin az yeme ve açlık hatırasına hürmeten Ebu Hureyre (r.a.) o hatırayı yâdetmiş ve yememiştir. [8]

495. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vefâtına kadar kibir sofrası üzerinde yemek yemedi. Yine o, vefât edinceye kadar katıksız undan yapılmış ekmek de yemedi.
Buhârî’nin bir rivayeti şöyledir:
Hz. Peygamber, kızartılmış bir koyunu gözüyle hiç görmedi.[9]
* Lüks israf ve kibirli kimselerin gösteriş merakı olan insanların arasında yaygın olan masa veya yüksek ayaklı sini üzerinde yemek yememiştir. Çünkü o müstekbirleri ve kafirleri taklitten sakınır ve ümmetinin de sakınmasını isterdi. Mütevazi bir hayatı tercihlerinden ve o gün Mekke ve Medine’de lüks sayılan elenmiş undan yapılmış ekmek de yememiştir. Kendisi ve aile efradı için özel kızartılmış koyun da yememiştir. Başka kimseler yanında yediği rivayetleri de vardır. [10]

496. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben, Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm.[11]
* Dünya ve dünyanın nimetlerine aşırı bağlanıp kalmayan peygamberimiz, hanımlarında bir kısmına yiyecek ne var diye sorar hiçbir şey yok dediklerinde de oruca niyet ederdi. Bu sebeple pek çok günler gıda maddesi ve hurma bile bulamadığı çok olurdu. Hadisimiz bu gerçeği bize duyurmaktadır. [12]

497. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiği andan vefat ettirdiği zamana kadar elekten elenmiş has un görmedi. Sehl’e:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında siz elek kullanır mıydınız? diye soruldu. Sehl:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın kendisini peygamber gönderdiği andan vefât ettirdiği ana kadar elek de görmedi, dedi. Sehl İbni Sa’d’a:
– Elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz? denildi. O:
– Biz arpayı öğütür ve savururduk. Kepeğin uçanı uçardı; kalanını da ıslatıp hamur yapardık, dedi.[13]
* İslam toplumunda eleğin icadı veya kullanımı asrı saadete kadar uzanıyor. Dolayısıyla peygamberimizin o gün lüks özlemi içinde olmayan mütevazi hayatı tercih ettiği sergilenmiş oluyor. [14]

498. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün –veya bir gece– evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ oradalar. Onlara:
– “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar:
– Açlık, yâ Resûlallah, dediler!. Peygamberimiz:
“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı; haydi kalkınız” buyurdu. İkisi de kalkıp, Resûl–i Ekrem’le birlikte ensârdan birinin evine geldiler. Fakat o zât da evinde değildi. Ama hanımı Resûlullah’ı görünce:
– Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Falan nerede?” diye sordu. Kadın:
– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada evin sahibi olan Medine’li sahâbî geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve iki arkadaşına baktıktan sonra:
– Allah’a hamdolsun, bugün, hiç kimse misafir yönünden benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip onlara içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:
– Buyurun, yiyiniz, dedi ve eline bıçak aldı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
– “Sağılan hayvanlara sakın dokunma”, dedi. Ev sahibi onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ’ya şöyle dedi:
– “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz” buyurdu.[15]
* 494 numaralı hadiste belirtildiği gibi kendisi aile efradı içinde özel olarak kızartılmış kuzu görmediği fakat çok nadir olarak başka dostları ve ashabı yanında yediği gerçektir. Açlıklarını kimseye söylemeyen ve gezinti için çıktıklarında birbirinden haberdar olan üç arkadaş üç sevgili ahlakları birbirine benzeyen bu kişiler şahsi ihtiyaç ve hallerini başkalarından gizlemeyi tercih ediyorlar. Misafire ikrama büyük değer veren dinimizin bu hususiyetini ev sahibi olan Ebul Heysem Malik ibn-i Tayyihan’da görmekteyiz. Fakat sonunda verilen tüm nimetlerden sorumluyuz ve sorguya çekileceğiz. (Bkz. Tekasür: 102/1-8) [16]

499. Hâlid İbni Ömer el–Adevî şöyle dedi:
Basra Emîri olan Utbe İbni Gazvân bize bir konuşma yaptı. Önce Allah’a hamd ve senâda bulundu. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
Şüphesiz dünya geçici olduğunu bildirdi ve durmaksızın arkasını dönüp gitmektedir. Ondan kalan, sahibinin içip de kabın dibinde bıraktığı kalıntı su kadar bir miktardır. Siz bu dünyadan, gelip geçici olmayan bir diyara taşınacaksınız. Oraya hayırlı, iyi ve güzel işlerinizle taşınmaya çalışınız. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin kenarından atılan bir taş, yetmiş sene yol alıp yine de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim ki, cehennem mutlaka doldurulacaktır. Siz buna şaşırdınız mı? Yine bize anlatıldığına göre, cennetin kapılarının iki kanadı arasında kırk senelik mesafe vardır. Cennette öyle bir gün gelecek ki, yoğunluktan kapısına kadar dolacaktır. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte olan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Bizim ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Bu yüzden dudaklarımız yara olmuştu. Ben giyecek bir örtü bulmuştum da ikiye bölüp Sa’d İbni Mâlik’le paylaşmıştık. Yarısını ben, diğer yarısını da Sa’d beline dolamıştı. Bugün her birimiz bir şehre vâli olmuş bulunmaktayız. Ben, kendimi büyük görüp de Allah katında küçük olmaktan Cenâb–ı Hakk’a sığınırım.[17]
* Yöneticiler geçmiş günlerini de hatırlatarak başkalarına nasihat edebilirler. [18]

500. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Âişe radıyallahu anhâ bize bir omuz örtüsü ile kalın bir peştemal çıkardı ve:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ikisi arasında vefât etti, dedi.[19]
* Yiyeceklerde olduğu gibi giyeceklerde de israftan uzak durup azla yetinen bir peygamber örnek alınmaya değer. [20]

501. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:
Allah yolunda ok atan arapların ilki benim. Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte harbederdik de, şu bildiğiniz Huble ve Semür ağacı yapraklarından başka yiyeceğimiz olmazdı. Hatta bu ağaç yapraklarını yediğimiz için, tıpkı koyununki gibi birbirine karışmayacak şekilde abdest bozardık.[21]
* Peygamberimiz ve ashabı çok büyük sıkıntılara göğüs gererek zafere ulaşmışlar ve yeryüzü hakimiyetinin müslümanlara geçmesini sağlamışlardır. [22]

502. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.”[23]
* Başkasına muhtaç olmayacak derecede rızk istemek bu hadisdekine uygun bir istektir. Her Müslüman aile efradına yetecek rızk istemek üzere dua edebilir ve edecektir. Bu demektir ki Ya Rabbi beni ve aile efradımı zenginliğin sebep olduğu felaketlerden ve fakirliğin doğuracağı musibetlerden koru. Bizi yolundan ayırma kulluğumuza engel olacak şeylerden bizi muhafaza et demiş oluyoruz. [24]

503. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben bazan açlıktan karnımı yere dayar, bazan da mideme taş bağlardım. Bir gün sahâbîlerin geçtikleri yol üzerine oturmuştum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim yanımdan geçti ve beni görünce gülümsedi. Kalbimden geçeni yüzümden anladı ve:
– “Ebû Hüreyre!” dedi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim. Resûl–i Ekrem:
– “Beni takip et” buyurdu ve yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Hz. Peygamber evine girdi; ben de girmek için izin istedim; izin verdi; içeri girdim. Bir kap içinde süt buldu ve:
– “Bu süt nereden geldi?” diye sordu.
–Falan erkek veya falan kadın onu size hediye etti, dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Suffe ehline git, onları bana çağır” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:
Suffe ehli İslâm konuklarıydı. Onların ne sığınacak aileleri, ne malları, ne de bir kimseleri vardı. Peygamber’e bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şayet gelen bir hediye ise, onlara da gönderir, kendisi de ondan bir parça alır ve böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı. Hz. Peygamber’in Suffe ehlini davet etmesi hoşuma gitmedi. Kendi kendime: Bu süt, Suffe ehli arasında kime yetecek ki! O sütü içmek suretiyle kuvvetlenmeye ben daha çok hak sahibiyim. Oysa onlar geldiğinde Resûlullah bana emreder, ben de onlara veririm; belki de o sütten bana kalmaz. Fakat Allah’ın ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine itaat etmemek de olmaz, dedim. Neticede onlara gittim ve kendilerini davet ettim. Onlar bu daveti kabul ettiler ve içeri girmek için izin istediler, kendilerine izin verildi ve onlar da evde yerlerini aldılar. Hz. Peygamber:
– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Al, onlara ver!” buyurdu. Ben de süt kabını aldım, herkese vermeye başladım. Verdiğim kişi kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı geri veriyor, ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor sonra geri veriyordu. En sonunda kabı Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e verdim. Topluluğun hepsi süte kanmışlardı. Resulullah kabı alıp elinde tuttu ve bana bakıp gülümsedi. Sonra:
– “Ebû Hüreyre!” dedi.
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Bir ben kaldım, bir de sen” buyurdu. Ben:
– Doğru söylediniz, yâ Resûlallah, dedim.
– “Otur da iç” buyurdular. Ben de oturdum ve içtim. Sonra yine:
– “Otur, iç” buyurdu. Yine oturdum ve içtim. Resûl–i Ekrem durmadan:
– “İç, iç” buyuruyordu. Sonunda ben:
– Hayır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, artık içecek yerim kalmadı, dedim.
– “Bana ver” buyurdu. Kabı Resûl–i Ekrem’e verdim, Allah Teâlâ’ya hamdetti, besmele çekti ve kalan sütü kendisi içti.[25]
* Peygamberimiz ashabının fakirlerine karşı son derece merhametli idi ve onlara özel ilgi gösterirdi. [26]

504. Muhammed İbni Sîrîn’den nakledildiğine göre Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in minberi ile Âişe’nin odası arasında bayılıp düştüğümü biliyorum. Biri gelir, beni deli zannederek ayağını boynumun üzerine koyardı. Oysa ben deli değildim ve açlıktan başka da bir derdim yoktu.[27]
* Şahsiyetli müslümana düşen, tüm sıkıntı ve güçlükler karşısında iffetli davranması ve insanlardan bir şey isteme zilletine düşmemesi ve sabretmesidir. [28]

505. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, zırhı otuz ölçek arpa karşılığı bir yahudinin yanında rehin bulunmakta iken vefât etmiştir.[29]
* Peygamberimiz sadece o günün temel gıda maddesi olarak ekmek yaptıkları arpa için borçlanmış ve borcu karşılığında da o yahudiye zırhını rehin bırakmıştı. [30]

506. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, arpa karşılığında zırhını rehin bırakmıştı. Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir arpa ekmeği ve erimiş bayat içyağı götürmüştüm. Onun şöyle buyurduğunu işittim:
“Muhammed ailesi dokuz ev oldukları halde, yanlarında bir ölçek yiyecek bulunmadan sabahlayıp akşamladıkları olur.”[31]
* Mütevazi ve stokçu olmayan bir hayatı yaşayan Peygamber ve hanımları... [32]

507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Suffe ehlinden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya bir izârları ya da boyunlarına bağladıkları bir kisâları vardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de, avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı.[33]
* Mescide bitişik yerde günlerini geçiren ehli Suffe’nin yaşantıları böyle idi. [34]

508. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi.[35]
* Dünyalıkların en azıyla yetinen peygamberimizin yatağı da işte böyleydi. [36]

509. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile oturuyorduk. O sırada ensardan bir kişi gelip kendisine selam verdi, sonra da geri döndü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey ensardan olan kardeş! Kardeşim Sa’d İbni Ubâde nasıl?” diye sordu. O da:
– İyiye gidiyor, cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Sizden kim onu ziyaret edecek?” buyurarak ayağa kalktı. Biz de, on onbeş kişi onunla birlikte kalktık. Ne ayağımızda ayakkabı ve mest, ne başımızda bir giyecek, ne de üstümüzde gömlek vardı. Biz bu çorak arazide yürüyorduk. Nihayet Sa’d’ın yanına geldik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve beraberindeki arkadaşlarının yaklaşması için kavmi onun etrafından geri çekildiler.[37]
* Ashabın fakirlik ve ihtiyaç içinde olmaları üzerlerine düşen vazifeleri yapmaktan onları alıkoymamıştır. [38]

510. İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizin hayırlılarınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır.” İmrân der ki:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sonra onlara yakın olanlardır” sözünü iki defa mı veya üç defa mı söylediğini bilemiyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti:
“Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden şâhitlik istenmediği halde şâhitlik yaparlar; hiyânet ederler de kendilerine güvenilmez; bir adakta bulunurlar fakat yerine getirmezler; onlarda şişmanlık başgösterir.”[39]
* Yeme içmeden başka bir şey düşünülmediği için şişmanlık hastalığı yaygınlaşır bu günlerde olduğu gibi... Ve şişmanlık için zayıflama çayları, ilaçları, aletleri, elbiseleri de bir sektör oluşturur. [40]

511. Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.”[41]
* Mal ve servetin ihtiyaçtan fazla olanını dağıtmak büyük hayırlı işlerdendir. Malın hakkını vermemek cimrilik göstermek haramdır. Çünkü malı elde biriktirirsen sen onun için bir bekçi durumundasın infak edip dağıttığın zaman mal senin olur. [42]

512. Ubeydullah İbni Mihsan el–Ensârî el–Hatmî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir.”[43]
* Ne kadar özlü ve kanaati tarif eden bir hadis. [44]

513. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanâat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”[45]

514. Ebû Muhammed Fedâle İbni Ubeyd el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İslâm’ın dosdoğru yoluna ulaştırılan ve geçimi yeterli olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!”[46]
* Önce müslüman olmak sonra rızkın yeter miktarda olması ve buna kanaat gerçek kurtuluşa ermiş olmanın delilidir. Kafası, gönlü ve midesi selamette olan insandır. Kanaatsizlik sömürgeciliğin temelini oluşturur. [47]

515. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yemek yemeksizin peşpeşe bir kaç gün aç olarak gecelerdi. Ailesi de yiyecek akşam yemeği bulamazdı. Çoğu zaman ekmekleri arpa ekmeği idi.[48]

516. Fedâle İbni Ubeyd şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâba namaz kıldırırken, onlardan bazıları açlığın verdiği takatsızlıktan dolayı ayakta duramayarak düşüp bayılırlardı. Bunlar Suffe ashâbı idi. Çölden gelen Bedevîler: Bunlar deli, derlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onlara:
“Allah Teâlâ’nın yanında sizin için neler hazırlandığını bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz” buyururdu.[49]
* Tüm zorluklara sabredenler neticede Allah katında büyük mükafatları elde ederler. [50]

517. Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.”[51]
* Yemek yeme modeline islamın gerektirdiği usul budur bu gün tüm otoriteler ve doktorlar buna riayet edilse hiç hastalık olmayacağından bahsederler. [52]

518. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe el–Ensârî el–Hârisî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı onun yanında dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.”[53]
* Yeme içme giyim kuşam ve tüm ev eşyaları konumunda azıyla iktifa edip sade yaşamak islamın prensiplerinden biridir. Peygamberimiz ve ashabının ve ondan sonraki insanların yaşantılarını okuduğumuzda varlık içinde olmalarına rağmen sade yaşamışlar lükse ve israfa hayatlarında yer vermemişlerdir. [54]

519. Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde radıyallahu anh’ı başımıza kumandan tayin ederek, Kureyş kervanının karşısına çıkmak üzere bizi gönderdi. Bize azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka bir şey bulamamıştı. Ebû Ubeyde hurmayı bize tane tane veriyordu. Dinleyenlerden biri:
– O hurmalarla nasıl geçinebiliyordunuz? diye sordu. Câbir:
– Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su içerdik, o gün geceye kadar bize yeterdi. Sopalarımızla ağaç yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik, dedi. Sonra da sözüne şöyle devam etti: Biz deniz sahili boyunca yürüdük. Sahil boyunda önümüze büyük kum tepesi gibi bir şey çıktı. Onun yanına kadar geldik, bir de baktık ki, Anber denilen bir balık. Ebû Ubeyde:
– Bu, ölü bir hayvandır, (yenilmez) dedi. Sonra da: Hayır, bizler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz son derece zorda kalmış bulunuyorsunuz, o halde yiyiniz, dedi. Biz üç yüz kişi idik ve bir ay süreyle onun etinden yiyerek orada kaldık, hatta kilo da aldık. Balığın göz çukurundan testilerle yağ aldığımızı biliyorum. Biz ondan öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebû Ubeyde bizden onüç kişiyi alıp onun göz çukuruna oturttu, onun kaburga kemiklerinden birini de alıp dikti. Sonra yanımızdaki en büyük deveyi semerledi ve deve ile kaburga kemiğinin altından geçti. Balığın etinden pastırma da yaptık. Medine’ye gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gidip olup bitenleri anlattık. Resûl–i Ekrem:
“O, Allah’ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Onun etinden yanınızda bir miktar var mı, bize de yedirseniz?” buyurdu. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ondan bir parça gönderdik, o da yedi.[55]
* Peygamberimizin ashabı her türlü sıkıntıya karşı çok tahammüllü idiler. [56]

520. Esmâ Binti Yezîd radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gömleğinin kolu bileğine kadardı.[57]

521. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz Hendek Savaşı gününde siper kazıyorduk. Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahâbîler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip:
– Siperde önümüze bu kaya çıktı, dediler. Resûl–i Ekrem:
“Ben hendeğe ineceğim” buyurdu, sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Biz üç gün müddetle yiyecek hiçbir şey tatmaksızın orada kalmıştık. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu, o kaya un ufak olup kum yığınına döndü. Ben:
– Yâ Resûlallah! Eve gitmeme izin veriniz, dedim. Evde eşime:
– Ben, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i dayanılmayacak bir halde gördüm, yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordum. Eşim:
– Biraz arpa ile bir de oğlak var, dedi. Ben oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Sonra ben, ekmek pişmekte, tencere de taşlar üzerinde kaynamakta iken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim.
– Ey Allah’ın Resûlü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle birlikte bize gidelim, dedim. Resûl–i Ekrem:
– “O yemek ne kadar?” diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:
– “Ooo! Hem çok, hem güzel. Hanımına söyle de, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!” buyurdu. Sonra ashâba:
– “Kalkınız” dedi, muhacirler ve ensar hep birlikte kalktılar. Ben telaşla eşimin yanına varıp:
– Vay başımıza gelenler! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında muhacirler, ensâr ve beraberlerinde olanlarla birlikte geldi, dedim. Karım:
– Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu? dedi, ben:
– Evet, dedim.
Resûl–i Ekrem sahâbîlere:
– “Giriniz, birbirinizi sıkıştırmayınız” buyurdu. Resûl–i Ekrem ekmeği koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapıyor, ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynını yapıyordu. Onların hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir miktar yiyecek arttı. Resûl–i Ekrem karıma:
– “Bunu ye, konu komşuya da hediye et, çünkü insanları açlık perişan etti” buyurdu.[58]
Bir başka rivayette Câbir şöyle demiştir:
Hendek kazıldığı zaman ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’de açlık gördüm. Hemen eşimin yanına dönüp:
– Yanında bir şey var mı? Çünkü ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çok acıktığını gördüm, dedim. Eşim bana içinde bir ölçek arpa olan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir de besili kuzucuğumuz vardı. Hemen ben onu kestim, arpayı da eşim öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar, o da işini bitirmişti. Eti parçalayıp tencereye koydum. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına dönerken eşim bana:
– Sakın beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve yanındakilere rezil etme, dedi! Bu sebeple Resûl–i Ekrem’e durumu gizlice söyleyerek:
– Yâ Resûlallah! Küçük bir kuzumuz vardı onu kestik, bir ölçek de arpa öğüttüm. Bir kaç kişi birlikte buyurunuz, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Hendek ehli! Câbir bir ziyafet hazırlamış, haydi buyurun!” diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana dönerek:
“Ben gelinceye kadar sakın tencerenizi ateşten indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın” buyurdu. Ben eve geldim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de halkın önünden geldi. Ben eşimin yanına varınca bana:
– Ah seni seni, dedi. Ben de:
– Senin bana söylediğini aynen yaptım, dedim. Eşim hamuru çıkardı. Resûl–i Ekrem ona püfledi ve bereketli olması için dua etti; sonra tenceremize yönelip ona da püfledi ve bereketlenmesi için dua etti. Sonra da karıma:
“Bir ekmekçi hanım çağır da seninle beraber ekmek yapsın. Tencerenizden yemeği kepçe ile al, onu ateşten de indirmeyiniz” buyurdu. Gelenler bin kişi idiler. Allah’a yemin ederim böyle. Güzelce yediler, hatta kalanı bırakıp gittiler. Tenceremiz eksilmeden kaynıyor, azalmayan hamurumuzdan da iki hanım tarafından sürekli ekmek yapılıyordu.[59]
* Ashabına yaptırdığı her işte Rasulullah (s.a.v.)de ortak olurdu yokluk ve kıtlık zamanlarında yapılan davet ve ikram daha faziletli olup Ashabın şahid olduğu bir mucize de burada yemeğin artması ve o kadar kişiye yetmesidir. [60]

522. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
(Üvey babam) Ebû Talha, (annem) Ümmü Süleym’e:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sesi kulağıma pek zayıf geldi; kendisinin aç olduğunu da biliyorum. Yanında yiyecek bir şey var mı? dedi. Ümmü Süleym:
– Evet, var dedi ve arpa ekmeğinden yapılmış bir kaç çörek çıkardı. Sonra kendisine ait bir başörtüsü aldı; onun bir tarafına çörekleri sarıp dürdü ve elbisemin altına yerleştirdi. Örtünün bir kısmını da belime sardı, sonra beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ben ekmeği götürdüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i mescidde, cemaatle birlikte otururken buldum. Ben de yanlarında ayakta durdum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Seni Ebû Talha mı gönderdi?” buyurdu. Ben:
– Evet, dedim.
– “Yemek için mi?” buyurdu.
– Evet, diye cevap verdim. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem yanında bulunanlara:
– “Kalkınız” buyurdu, onlar da kalkıp yürüdüler, ben önlerinden yürüdüm. Ebû Talha’ya gelerek durumu bildirdim. Bunun üzerine Ebû Talha:
– Ey Ümmü Süleym! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cemaatle birlikte geldi, oysa bizim yanımızda onları doyuracak bir şey yok? dedi. Ümmü Süleym:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Ebû Talha da hemen gidip Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i karşıladı. Resûl–i Ekrem, Ebû Talha ile birlikte geldi ve eve girdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Ümmü Süleym! Yanında olanları getir” buyurdu. O da bu ekmeği getirdi. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem emredip ekmekleri parçalattı. Ümmü Süleym, yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onun içine Allah’ın söylemesini dilediği duayı okudu. Bundan sonra:
– “On kişiye izin ver!” buyurdu. Ebû Talha on kişiye izin verdi, onlar doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Resûl–i Ekrem:
– “On kişiye daha izin ver!” buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi, onlar da yiyip çıktılar. Hz. Peygamber:
– “Bir on kişiye daha izin ver!” buyurdu. Neticede cemaatin hepsi yiyip doydular. Bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi.[61]

Bir rivayet de şöyledir:
On kişi durmadan giriyor, on kişi de çıkıyordu. Neticede onlardan içeri girip karnını doyurmayan hiç kimse kalmadı. Sonra Ebû Talha sofrayı yeniden düzenledi. Bir de ne görsün, yemekler sanki cemaatin yemeğe başladığı andaki gibi duruyordu.[62]
Bir başka rivayet de şöyledir:
Onar onar yediler. Seksen kişiye böyle yaptılar. Sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile ev sahipleri yediler. Yine de artanını bıraktılar.[63]
Başka bir rivayet şöyledir:
Sonra komşularına yetecek kadarını artırdılar.[64]
Enes bir rivayetinde şöyle demiştir:
Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiştim. Kendisini ashâbı ile otururken buldum. Karnına bir sargı sarmıştı. Ashâbından bazılarına:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem karnını niçin sardı? diye sordum. Onlar:
– Açlıktan, diye cevap verdiler. Bunun üzerine, annem Ümmü Süleym Binti Milhân’ın eşi Ebû Talha’ya gittim ve:
– Ey babacığım! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i karnını bir sargı ile bağlamış vaziyette gördüm. Ashâbından bazılarına bunun sebebini sordum, açlıktan olduğunu söylediler, dedim. Ebû Talha annemin yanına girdi ve:
– Yiyecek bir şey var mı? diye sordu. Annem de:
– Evet, evde bir parça ekmek ve bir kaç hurma var. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize tek başına gelirse, kendisini doyururuz. Eğer onunla birlikte başkası da gelirse, onlara az gelir, dedi. Enes hadisin tamamını zikretti.[65]

* Ashabın şahid olduğu pek çok mucizelerden biri de işte budur. Peygamberler ve etrafındaki ümmeti pek çok değişik sıkıntılarla imtihan olmuşlar ve bu imtihanlardan başarıyla çıkmışlardır. Sahabe ellerinde bulunanları bulunmayanlarla paylaşırlardı. [66]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 173.
[2] Buhârî, Eymân 22; Müslim, Zühd 22. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ıme 23, 27; Nesâî, Dahâyâ 37; İbni Mâce, Et’ıme 48, 49.
[3] Müslim, Zühd 20. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 17.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[5] Buhârî, Hibe 1; Rikak 17; Müslim, Zühd 28.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[7] Buhârî, Et’ıme 23.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[9] Buhârî, Et’ıme 8, Rikak 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ıme 1, Zühd 38; İbni Mâce, Et’ıme 20.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[11] Müslim, Zühd 34, 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 10.
[12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[13] Buhârî, Et’ıme 23.
[14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.
[15] Müslim, Eşribe 140.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.
[17] Müslim, Zühd 14.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[19] Buhârî, Humus 5; Libas 19; Müslim, Libâs 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 5; Tirmizî, Libâs 10; İbni Mace, Libâs 1.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[21] Buhârî, Et’ıme 23, Rikak 17; Müslim, Zühd 12–13. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 12.
[22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[23] Buhârî, Rikak 17; Müslim, Zühd 18, l9. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 38.
[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[25] Buhârî, Rikak 17.
[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[27] Buhârî, İ’tisâm 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39.
[28] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[29] Buhârî, Cihâd 89, Megâzî 86; Müslim, Müsâkât 124–126. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7; Nesâî, Büyû 58, 83; İbni Mâce, Rühûn 1.
[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[31] Buhârî, Büyû 14, Rehin 1, Meğâzî 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7.
[32] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[33] Buhârî, Salât 58.
[34] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[35] Buhârî, Rikak 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 42; Tirmizî, Libâs 27; İbni Mâce, Zühd 11.
[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[37] Müslim, Cenâiz 13.
[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[39] Buhârî, Şehâdât 9, Fezâilu ashâbi’n–Nebî 1, Rikak 7, Eymân 10, 27; Müslim, Fezâilu’s–sahâbe 214. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 45, Şehâdât 4, Menâkıb 56; İbni Mâce, Ahkâm 27.
[40] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[41] Tirmizî, Zekât 32. Ayrıca bk. Müslim, Zekât 97.
[42] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[43] Tirmizî, Zühd 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9.
[44] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[45] Müslim, Zekât 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35; İbni Mâce, Zühd 9.
[46] Tirmizî, Zühd 35.
[47] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[48] Tirmizî, Zühd 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49.
[49] Tirmizî, Zühd 39.
[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[51] Tirmizî, Zühd 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 50.
[52] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[53] Ebû Dâvûd, Tereccül 2. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 4.
[54] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[55] Müslim, Sayd 17.
[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 180.
[57] Ebû Dâvûd, Libâs 3; Tirmizî, Libâs 27.
[58] Buhârî, Megâzî 29.
[59] Müslim, Eşribe 141.
[60] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 181.
[61] Buhârî, Menâkıb 25; Müslim, Eşribe 142.
[62] Müslim, Eşribe 143.
[63] Müslim, Eşribe 143.
[64] Müslim, Eşribe 143.
[65] Müslim, Eşribe 143.
[66] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 182.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 12.03.09, 09:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Kanaat Tok Gözlülük Ve Orta Yolu Seçmek

(Kanaat, Tok Gözlülük, Geçimde Orta Yolu Seçmek, İnfâk Etmek Ve Zorda Kalmadıkça Dilenmeyi Kötülemek)


Bu bölümdeki dört ayet ve on altı hadisten, her canlının rızkının Allah’a aid olduğunu, sadakanın kimlere verileceğini, cimrilik ve israfcılığın ikisinin de kötü olduğunu, orta yolu tutmak gerektiğini, insanlar ve cinlerin sadece kulluk ve ibadet için yaratıldıklarını, bu yüzden Allah’ın insan ve cinler topluluğundan hiçbir rızık istemeyip sadece kulluk istediğini, gerçek zenginliğin mal çokluğu ile olmayıp gönül zenginliğiyle olacağını, müslüman, geçimi yeterli kanaatkar kimsenin kurtulduğunu, dünya malını hırs göstermeksizin elde edene bereket verileceğini, göz dikerek hırs ile alınırsa bereketi olmayacağını, Rasulullah (s.a.v.)’in ve ashabının savaşlarda ne sıkıntılar çektiklerini, kanaatkar olmanın iyi olduğunu, istemekten sakınanları Allah’ın iffetli kıldığını, halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allah’ın insanlara muhtaç olmaktan kurtardığını, dilenmemek gerektiğini, zorla alınan şeylerde bereket olmadığını, dilenciliğin ne kadar kötü olduğunu, veren elin alan elden üstün olduğunu, mal biriktirmek için dilenen kimsenin kor istemiş olduğunu, dilenmenin yüz karası olduğunu kişinin dilenmekle kendisini lekelediğini, ihtiyacını insanlara açanın ihtiyacının kapanmayacağını, ihtiyacını Allah’a açanın ise Allah’ın rızık vermesiyle ödüllendirileceğini, bir şey istememeye söz verilirse cennetin garanti edildiğini, dilenmenin kimlere helal olduğunu, miskin ve yoksul kime denir? Onları öğrenmiş olacağız. [1]


“Yer yüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud: 11/6)

“Sadakalarınızı şu fakirlere verin ki, Allah yolunda savaş için bedenî ve fikrî çabalarıyla kapanıp kalmışlardır. Yer yüzünde rızık aramak için çıkıp dolaşamazlar. Onlar yüz suyu dökmediklerinden; durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları görünce yüzlerinden tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek, insanlardan istemezler. Onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara: 2/273)

“Ve onlar ki, harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar.” (Furkan: 25/67)

“Ve iyi bilin ki, ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ve ben onlardan ne rızık istiyorum, ne de beni doyurmalarını.” (Zariyat: 51/56-57)


523. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”[2]
* Maddi beklentilerin esiri olmamak için gönül tokluğu gereklidir. Dünya elimizde olmalı ama kalbimize girmemelidir. Gönlü tok olmayan ne kadar zengin olursa olsun fakirdir. Mal kazanma hırsı insanı sınır tanımazlığa götürür. [3]

524. Abdullah İbni Amr radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”[4]

525. Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den (mal) istedim, verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Sonra şöyle buyurdu:
– “Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren ) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.”
Hakîm diyor ki, bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim, dedim.
Gün geldi, Hz. Ebû Bekir, Hakîm’i kendisine ganimet malından hisse vermek için çağırdı. Fakat Hakîm, onu almaktan uzak durdu. Daha sonra Hz. Ömer, kendisini bir şeyler vermek için davet etti. Hakîm yine kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer:
– Ey müslümanlar! Sizi Hakîm’e şahit tutuyorum. Ben kendisine şu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, fakat o almak istemiyor, dedi.
Netice itibariyle Hakîm, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi.[5]
* İstememek en büyük fazilettir. Başkalarının ellerindekine göz dikmek müslümana yakışmayan düşük bir tavırdır. [6]

526. Ebû Bürde’den, Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Altı kişilik bir grup olarak biz nöbetleşe bir deveye biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım düşmüştü. Ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Ayaklarımıza böyle bez parçaları bağladığımız için o savaşa Zâtürrikâ’ ismi verildi.
Ebû Bürde diyor ki; “Ebû Mûsâ bunları söyledi sonra da yaptığından hoşlanmadı ve; “Bunları söylemekle hiç de iyi etmedim” diye pişmanlığını dile getirdi.
Ebû Bürde, Ebû Mûsâ’nın bu tavrını, “Herhalde o bunu, yaptığı bir yiğitliği ifşâ etmiş olduğu için hoş görmedi” diye yorumladı.[7]
* Ashap ne zor şartlar altında ve büyük fedakarlıklarla İslam’a hizmet etmişlerdir. Mal ve mülke karşı tok gözlü olmak gerektiği gibi şan ve şöhrete karşı da tenezzül etmemek gerekir. [8]

527. Amr İbni Tağlib radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ganimet malları – ya da esirler– getirilmişti. O bunları kimine verip kimine vermemek suretiyle dağıtmıştı. Mal vermediği kişilerin ileri geri söylendikleri kendisine ulaşınca, Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, ben kimilerine veriyor, kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler, verdiklerimden bence daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin kalbinde sabırsızlık ve tama’ gördüğüm için veririm. Bazı kimseleri de, Allah’ın kalblerinde yarattığı kanaat ve hayırla baş başa bırakırım. Amr İbni Tağlib de bunlardan biridir.”
Amr İbni Tağlib der ki, “Vallahi Hz. Peygamber’in hakkımda söylediği bu söz, benim için bütün dünyaya bedeldir.”[9]
* Kanaat en büyük zenginliktir. [10]

528. Hakîm İbni Hizâm radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üstteki el, alttaki elden daha hayırlıdır. Harcamaya, geçimini üstlendiklerinden başla! Sadakanın iyisi, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Dilenmekten sakınmak isteyenleri, Allah iffetli kılar. Halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allah, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.”[11]

529. Ebû Abdurrahman Muâviye İbni Ebû Süfyân Sahr İbni Harb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dilenmekte ısrar etmeyiniz. Allah’a yemin ederim ki, sizden biri benden bir şey ister de, hoşuma gitmemesine rağmen, benden bir şey koparırsa, verdiğim malın bereketini görmez.”[12]
* Israrla dilenerek elde edilen malın kimseye hayrı olmaz. İstemeden verileni almak sakıncalı değildir. [13]

530. Ebû Abdurrahman Avf İbni Mâlik el–Eşca’î radıyallah anh şöyle dedi:
Biz dokuz, veya sekiz yahut yedi kişilik bir grub Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyorduk. Bize:
– “Allah’ın elçisine bîat etmez misiniz?” buyurdu. Oysa biz, yeni bîat etmiştik. Bu sebeple:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya! dedik. Sonra tekrar:
– “Allah’ın elçisine bîat etmeyecek misiniz?” buyurdu.
Bu defa bîat için ellerimizi uzatarak:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat etmiştik. Şimdi ne üzerine bîat edeceğiz? dedik.
– “Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek – sesini alçaltarak bir cümle söyledi ve – kimseden bir şey istememek üzere bîat edeceksiniz!” buyurdu.
Avf İbni Mâlik diyor ki: Yemin ederim ki bu gruptan bazılarını görürdüm; kamçısı yere düşerdi de kimseden onu kendisine vermesini istemezdi.[14]
* Peygamberimiz ashabını istememeye alıştırmıştır. Gerçek müslüman kendi yağıyla kavrulup kimseden bir şey beklemeyen kimsedir. [15]

531. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İçinizden birilerinin, yüzünde bir parça et bile kalmamış olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkacağı güne kadar dilencilik aranızda sürüp gidecektir.”[16]
* Dilenciliği sanat haline getirenlerin kıyamet gününde hiçbir itibarı olmayacaktır ve yüz karası olacaktır. İslam ve insan onuru dilenmeye manidir. [17]

532. Yine İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minber üzerinde iken sadaka vermekten, dilenmeyip iffetli yaşamaktan bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır. Üstteki el, veren; alttaki el ise, dilenip alan eldir.”[18]
* Fakir dilenmemeli, yardım yerine iş istemelidir. [19]

533. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mal biriktirmek için dilenen, gerçekte kor istiyor demektir. Artık ister az, ister çok dilensin.”[20]
* Mal biriktirmek için dilenmek ateş toplamak demektir. Peygamberimiz dilenciliği şiddetle yasaklamıştır. Müslüman izzet ve şerefini korumalıdır. [21]

534. Semüre İbni Cündeb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dilenmek, yüz karasıdır. Kişi dilenmek suretiyle kendi yüzünü lekeler. Sadece devlet başkanından hakkını istemesi ya da zaruret sebebiyle dilenmek böyle değildir.”[22]
* Zaruret derecesindeki sıkıntıyı atlatmak için bir sefere mahsus istemek mahzurlu değildir. Dilencilik yüz karasıdır. [23]

535. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim ihtiyaç içine düşer de bunu insanlara açarsa, ihtiyacı kapanmaz. Kim de ihtiyacını Allah’a arzederse, Allah’ın, hemen veya ileride o kimseye rızık vermesi umulur.”[24]
* Bu hususta Nisa: 4/32, Yunus: 10/107, Talak: 65/2-3 ayetlerine bakınız. Allah’a tam güven beslemek lazımdır. Dua kulluğun gereği ve özüdür. Kişi her şeyi Allah’tan istemelidir. Bkz Fatiha: 1/5. [25]

536. Sevbân radıyallahu anh şöyle dedi:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kim bana, halktan hiçbir şey dilenmeyeceğine dair söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim” buyurdu. Bunun üzerine
– Ben söz veriyorum, dedim.
Râvi diyor ki, Sevbân hiç kimseden hiçbir şey istemiyordu.[26]
* Halktan hiçbir şey istemeyen cennete girmeye hak kazanır. Sevban bu konuda örnek olan bir sahabidir. [27]

537. Ebû Bişr Kabîsa İbni’l–Muhârik radıyallahu anh şöyle dedi:
Yüklendiğim bir kefâlet borcu yüzünden Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e başvurdum. Bana;
– “Bekle biraz. Sadaka malı gelsin, ondan sana verilmesini emrederiz!” dedi. Sonra da şöyle buyurdu:
– “Ey Kabîsa! Dilenmek yalnızca üç kişi için helâldir:
Kefâlet üstlenen kişi ki, borcunu ödeyinceye kadar dilenmesi helâldir. Sonra dilenmekten vazgeçer.
Bütün mal varlığını yok eden büyük bir felâkete uğramış kişinin geçimini yoluna koyacak kadar –yahut ihtiyacını giderecek kadar– dilenmesi helâldir.
Hakkında, kendisini tanıyanlardan aklı başında üç kişinin “filan fakir düştü” diyecekleri kadar fakr u zarûrete uğramış kişinin geçimini temin edecek kadar dilenmesi helâldir. Ey Kabîsa! Bu hallerin dışında dilenmek haramdır, dilenen haram yemiş olur.”[28]
* Bu üç şık dışında istemek, dilenmek haramdır. Zenginler dilenen kimseleri o işten vazgeçirmek durumunda olmalılar. Yüksek meblağlar verip o kişinin dilenciliğine son vermelidirler. [29]

538. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Miskin, bir iki lokma veya bir iki hurma için kapı kapı dolaşan kimse değildir. Asıl miskin, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi bulunmadığı halde, durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilemeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen kimsedir.”[30]
* Utandığı için iffetli davranıp kimseye el açmayan fakir, üstün sıfatlı insandır. Sadaka ve yardımları ehline vermeye çalışmak gerekir. [31]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 183.
[2] Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 183.
[4] Müslim, Zekât 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35.
[5] Buhârî, Vasâyâ 9, Cihâd 27, Zekât 47, 50, Humus 19, Rikak 7, 11; Müslim, Zekât 96. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 26, Zühd 41; Nesâî, Zekât 50, 80, 93; İbni Mâce, Fiten 19.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[7] Buhârî, Meğazî 31; Müslim, Cihâd 149.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[9] Buhârî, Cum’a 29, Humus 19, Tevhîd 49.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[11] Buhârî, Zekât 18, Vasâyâ 9, Nafakât 2; Müslim, Zekât 95. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 39; Nesâî, Zekât 53, 60.
298’de geçmiş, açıklama orada verilmişti.
[12] Müslim, Zekât 99.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[14] Müslim, Zekât 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 27; Nesâî, Salât 5; Bîat 18; İbni Mâce, Cihâd 41.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[16] Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, 104.
[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[18] Buhârî, Zekât 18, 50; Müslim, Zekât 94, 95, 96, 97, 106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28. Tirmizî, Zühd 32, Kıyâmet 39; Nesâî, Zekât 50, 52, 53, 93.
[19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[20] Müslim, Zekât 105. Ayrıca bk. İbn Mâce, Zekât 25.
[21] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[22] Tirmizî, Zekât 38. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 93.
[23] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[24] Ebû Dâvûd, Zekât 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 18.
[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[26] Ebu Davud, Zekat 27.
[27] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[28] Müslim, Zekât 109. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 26; Tirmizî, zekât 23; Nesâî, Zekât 80.
[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[30] Buhârî, Zekât 25; Tefsîru sûre (2) 18; Müslim, Zekât 101, 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 76.
266’da geçmişti.
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 187.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 12.03.09, 09:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Elinin Emeğiyle Geçinip Kimseden Bir Şey İstememek

(Elinin Emeğiyle Geçinerek İffetli Yaşamayı Ve Hiç Kimseden Bir Şey Dilenmemeyi Teşvik)


“Ve Cuma namazı kılınıp bittiğinde, yeryüzüne serbestçe dağılın ve Allah’ın lütfundan rızkınızı aramaya devam edin ve Allah’ı namaz dışında da daima hatırlayın ki, gerçek mutluluğa erişebilesiniz.” (Cuma: 62/10)


540. Ebû Abdullah Zübeyr İbni’l–Avvâm radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması ve Allah’ın bu sebeple onun yüzsuyunu koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden çok hayırlıdır.”[1]

541. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. O da ya verir, yahud vermez.”[2]

542. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Davud aleyhisselâm ancak elinin emeğiyle kazandığını yerdi.”[3]

543. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zekeriyyâ aleyhisselâm marangozdu.”[4]

544. Mikdâm İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.”[5]
* Yüz karası dilencilik asla yapılmamalı, kişi kendi elinin emeğiyle geçinip başkasından bir şey istememeye çalışmalıdır. Başkalarının eline bakarak onlardan isteyerek yaşamayı Rasulullah 538. hadiste yasaklamıştır. [6]


[1] Buhârî, Zekât 50, 53; Büyû‘ 15, Müsâkât 13. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 85; İbni Mâce, Zekât 25.
[2] Buhârî, Zekât 50, 53; Müslim, Zekât 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28.
[3] Buhârî, Büyû’ 15.
[4] Müslim, Fezâil 169. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticârât 5.
[5] Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ 37.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 188.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 12.03.09, 09:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Cömertlik Ve Hayır Yollarına Harcamak

Bu bölümdeki üç ayet ve on dokuz hadis-i şeriften; hayra ne harcanırsa Allah’ın yerine yenisini vereceğini ve karşılığının da sevap olarak eksiksiz verileceğini, yaptığımız her hayrı Allah’ın bildiğini, Allah yolunda malını harcayan kimseye gıpta edilip imrenilebileceğini, kendi malımızın hangisi mirasçıların malının hangisi olduğunu, yarım hurma ile de olsa ateşten korunma gerektiğini, Rasulullah’tan ne istenirse asla yok demediğini, Yeryüzüne inen iki meleğin, her gün nasıl dua ettiklerini, Ey insan oğlu ver ki sana da verilsin gerçeğini, tanıdık tanımadık herkese yedirip içirmenin hayırlı amellerden olduğunu, kırk iyilikten birinin de sütünü sağıp içmesi için ödünç keçi vermek olduğunu, ihtiyaçtan fazla olanın sadaka olarak verilmesinin iyi olduğunu, Rasulullah (s.a.v.)’in ne varsa herşeyi verip dağıttığını, ve bu işte ırk, meslek, meşreb gözetmediğini; Huneyn ganimetlerini dağıtırken Rasulullah (s.a.v.)’in söylediği sözlerini, Sadaka vermenin malı eksiltmeyeceğini, kulun insanların hatasını bağışlamasıyla Allah tarafından şerefinin artırılacağını, Uğradığı haksızlıklara sabredenin de şerefinin artırılacağını dilenme kapısını açana Allah’ın fakirlik kapısı açacağını, Dünyadaki dört kısım insan ve hususiyetlerini, sadaka olarak verdiklerimizin bizim malımız olduğunu, cüzdanın ağzını sıkmamanın gerekliliğini değilse Allah’ın da sıkarak vereceğini, Cimri ile cömert kişinin neye ve nasıl benzetildiğini helâlinden yapılan hayır ve teberruların Allah katında sevapça çok büyütüleceğini, cömert olan kimseye Allah’ın özel muamele ederek mal ve servet verdiğini öğreneceğiz. [1]


“... Siz Allah rızası için, başkalarına ne harcarsanız, onun yerini daima doldurur.” (Sebe’: 34/39)
“... Ve Allah’ın rızasını kazanmak için harcamanız şartıyla başkalarına her ne iyilik yaparsanız, bu kendi yararınızadır. Çünkü yapacağınız her iyilik size olduğu gibi geri dönecek ve size de hiçbir şekilde haksızlık edilmeyecektir.” (Bakara: 2/272)

“... Hayırdan her ne iyilik yapar harcamada bulunursanız doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara: 2/273)


545. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ancak iki kişiye gıbta edilir:
Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse.
Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”[2]
* Bu hadisi açıklamaya girmezden önce Kuran’da Hased kelimesiyle ifade edilen Nisa: 4/54, Bakara: 2/109, Feth: 48/15, Felak: 113/5 ayetleri ve Kalem: 68/51’de de yüzlikûneke ifadesiyle hasedin daha hınçlı ve kapsamlısıyla ifade edildiğine ve pek çok hadis-i şeriflerin bu konuda bize bildirdiklerine göre: Hased yani çekememezlik, yani yapılan iyi hareket ve davranışlara karşı olup kin kusmak o nimetin o kimseden yok olmasını istemek gibi tutumlar ancak; iman üzere olup, iyilikler yaparak güzel örnek olanlara yapılıyor. Dolayısıyla bu hadis-i şerifte de iki iyilikten bahsediliyor ve bu iyilikleri yapanlar karşı güçler tarafından daima hased edilebilecek hareketleri yapıyorlar demektir. Bu yüzden bu tip kimseler böyle şerleri dokunacak kimselerden çekinmeli, dikkatli olmalı ve Allah’a sığınmalıdırlar. Hadisimiz bize bu gerçeği anlatmış oluyor. [3]

546. Yine İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına:
– “Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha sevimlidir?” diye sordu. Onlar:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hepimiz malımızı herşeyden fazla severiz, dediler.
Hz. Peygamber de:
– “Kişinin kendi malı hayır yaparak önceden gönderdiği, mirasçısının malı ise, harcamayıp geriye bıraktığıdır!” buyurdu.[4]
* Öyleyse kendi malımızın ne olduğunu bilmeli ve onu artırmaya gayret etmelidir. Değilse başkalarının mallarıyla oyalanmamalıyız. [5]

547. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!”[6]

548. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şey istendiği zaman asla “yok” demezdi.[7]
* Yani kimseyi reddetmez varsa verir yoksa hayır demez sükut ederdi. [8]

549. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, âlâ şöyle buyurdu:
“Her sabah iki melek iner. Biri:
– Ya Rabb!. Cimrilik edene malının karşılığını (halef) ver, der. Diğeri de:
– Ya Rabb!. Cimrilik edenin malını telef et, diye dua eder.”[9]

550. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir:
“Ey âdemoğlu! (Allah için) infak et ki, sana da infak olunsun!”[10]
* Ey kulum sen ver ben de sana vereyim demekle Rabbimiz, yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağını bildirir. [11]

551. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre bir kimse Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır? diye sordu. Hz. Peygamber de:
– “Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir” buyurdu.[12]
* Yemek ikramı ve selamı yayma işi hayır yapmakta iki önemli adımdır. İnsanlar arası sosyal ilişkilerde bu iki hareket çok olumlu neticelerin elde edilmesini sağlar, kimseyi ayırdetmeksizin selam vermek ve yemek yedirmek cömertlik ve iyilikseverliğin en alt sınırıdır. Müslüman ayırdetmeksizin herkese iyilik yapmak durumundadır. Toplumda sıcak ilişkilerin bu vasıtalarla kurulmasına öncülük etmelidir. [13]

552. Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kırk iyilik vardır. Bunların en üstünü, birisine sağıp sütünden faydalanması için ödünç olarak sütlü bir keçi vermektir. Kim, sevâbını umarak ve mükâfâtını Allah’ın vereceğine inanarak bu kırk hayırdan birini işlerse, Allah Teâlâ onu bu sebeple cennete koyar.”[14]

553. Ebû Ümâme Suday İbni Aclân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden üstündür (unutma).”[15]

554. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen bir adama iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü verdi… Adam kabilesine dönünce:
– Ey milletim! (Koşun) müslüman olun. Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikrâm ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.
(Hadisin râvisi Enes diyor ki), kimileri sırf dünyalık elde etmek için müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden müslümanlık onların gözünde, dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha değerli hale gelirdi.[16]
* Zekat, ganimet gibi devlet gelirlerini insanların gönüllerini islama ısındırmak için harcamanın neticeleri ne güzel sonuçlar doğuruyor. [17]

555. Ömer radıyallahu anh şöyle dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mal taksim etti. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kendilerine mal verdiğiniz şu kimselerden başkaları o mala daha layıktır!” dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Onlar beni iki durumla karşı karşıya bıraktılar: Ya çirkin sözlerle benden mal isteyecekler, vereceğim. Ya da vermeyeceğim bu defa da beni cimrilikle suçlayacaklar. Ben cimri değilim” buyurdu.[18]
* Kaba saba cahil kimseleri idare etmek ve onların kabalıklarını önlemek için tedbir alıp ikramda bulunmak uygundur. Bazen kişilere ikram layık olduklarından değil kötülüklerinden korunmak için de yapılabilir. [19]

556. Cübeyr İbni Mut’im radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Gazvesi’nden dönüşte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yürürken bedevi arablar ganimetin taksimini ısrarla istemeye başladılar. Neticede Hz. Peygamber’i Semüre ağacının altında durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devesini durdurup:
“Cübbemi verin bana! Şayet şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdu.[20]
* Ne cömert ve ne âdil insan, taşlar arasındaki yakut ve mercan gibi. [21]

557. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkca Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.”[22]
* Allah rızası için sarfedilen sadaka malı noksanlaştırmaz bilakis bereketlendirir. [23]

558. Ebû Kebşe Amr İbni Sa’d el–Enmârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlemiştir:
“Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; iyi belleyiniz!
Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.
Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini arttırır.
Dilenme kapısını açan kimseye Allah, fakirlik kapısını açar. (Veya buna benzer bir cümle söyledi).
“Yine size bir söz daha söyleyeceğim, onu da iyi belleyiniz” dedi ve şöyle buyurdu:
“Dünyada dört kısım insan vardır:
(Birincisi) Allah’ın kendisine mal ve ilim verdiği kimsedir. Bu kişi Allah’a karşı saygılı davranır, hısımlarını görüp gözetir, o maldaki Allah’ın hakkını yerine getirir. Bu, en üst derecedir.
(İkincisi), Allah’ın kendisine ilim verip mal vermediği iyi niyetli kimsedir. O, iyi niyetle, “Eğer malım olsaydı ben de falan adam gibi davranırdım” der. Bu, iyi niyetinin karşılığını görür. İkisinin sevabı eşittir.
(Üçüncüsü), Allah’ın mal verip ilim vermediği kimsedir. O bilgisizliği yüzünden malını gelişi güzel harcar, Allah’a karşı sorumlu davranmaz, hısımlarını görüp gözetmez, o malda Allah’ın hakkı olduğunu idrak etmez. Böylesi kişi, en kötü durumdadır.
(Dördüncüsü), Allah’ın ne mal ne de ilim verdiği kimsedir. Bu kişi der ki, “Eğer malım olsaydı, ben de falan gibi yer–içerdim”. Bu da niyetinin karşılığını görür. Binaenaleyh bu iki kişinin vebâli eşittir. ”[24]

559. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûl–i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir ara:
– “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Aişe:
– Sadece bir kürek kemiği kaldı, cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber;
– “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu.[25]
* Bizim olan mal elimizle dağıttığımızdır mealindeki 545 numaralı hadise müracaat. [26]

560. Esmâ Binti Ebû Bekir radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Esmâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:
– “Kesenin ağzını sıkma! Allah da sana sıkarak verir!”
Bir rivayette[27] şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“İnfak et sayıp durma, Allah da sana karşı nimetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.”[28]
* Cimrilik mahrumiyet sebebidir. İkram ve infak edene Allah bol bol verir. [29]

561. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz.”[30]
* Cömert kimse içinde bir sıkıntı duymadan verebilir. Cimri ise elini kıpırdatmayacak derecede kendisini sıkıntı ve baskı altında hisseder ve iyilik yapmayı vermeyi başaramaz. Cömertlik bu dünyada ve öteki dünyada huzur demektir. [31]

562. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, – ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez – Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.”[32]
* Allah helal maldan verilen sadaka ve hayırları kabul eder. Değeri ne kadar az da olsa Allah katında geçerlidir ve Allah kabul ettiği sadakayı tahmin ve tasavvurların ötesinde büyütür. Bir dağ gibi hatta daha fazla büyüterek kulunun sevabını artırır. [33]

563. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Sahrada yolculuk yapmakta olan adamın biri, yolculuk esnâsında, bulut içinden “falanın bahçesini sula!” diye bir ses duydu. Bunun üzerine o bulut, kara taşlık bir yere saptı ve oraya suyunu boşalttı. Adam derelerden birinin o suyun tamamını topladığını hayretle gördü ve suyu takip etti. Bir de baktı ki, adamın biri bahçesinde elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirip bahçesini suluyor. Ona:
– Ey Allahın kulu! Adın nedir? diye sordu.
Adam, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi, peşinden de:
– Ey Allahın kulu! Adımı niçin soruyorsun? dedi. O da:
– Ben şu suyu yağdıran buluttan, “senin adını vererek falanın bahçesini sula!” diye bir ses duymuştum da onun için soruyorum. Sen ne yapıyorsun ki bu lutfa mazhar oluyorsun? dedi. Bahçe sahibi:
– Madem ki merak ediyorsun söyliyeyim; “Ben bu bahçenin ürününü hesap ederim; üçte birini sadaka olarak dağıtırım, üçte birini çoluk–çocuğumla birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım” dedi.[34]
* Allah rızasını kazanmak için yapılan her türlü harcama en olumsuz ortamlarda bile olsa ihsan ve lütuf sebebidir. Allah, infak eden, malını Allah rızası için dağıtan kullarını ikramıyla ödüllendirir. İyilik eden mükafatını görür, mahrumiyet çekmez. [35]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 188.
[2] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268.
571 – 997 – 1378’de tekrar gelecektir.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[4] Buhârî, Rikak 12.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[6] Buhârî, Zekât 9, 10, Menâkıb 25, Rikak 49, 51, Edeb 34, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66–68. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63, 64; İbni Mâce, Mukaddime 13; Zekât 28.
Bu hadis önceden 139 ve 406’da geçmişti. 693’de tekrar gelecek ve gerekli açıklama orada verilecektir.
[7] Buhârî, Edeb 39; Müslim, Fezâil 56.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[9] Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57.
297’de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[10] Buhâri, Tefsîru sûre (11) 2; Nefekât 1; Tevhid 35; Müslim, Zekât 36, 37. Ayrıca bk. İbni Mâce, Keffârât 15.
[11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[12] Buhârî, Îmân 6, 20; İsti’zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 12; İbni Mâce, Et’ime 1.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 190.
[14] Buhârî, Hibe 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 42.
138’de geçmiş gerekli açıklama orada verilmişti.
[15] Müslim, Zekât 97. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 32.
510’da geçmiş, açıklama orada verilmişti.
[16] Müslim, Fezâil 57–58.
[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 190.
[18] Müslim, Zekât 127.
[19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[20] Buhârî, Cihâd 24, Humus 19.
[21] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[22] Müslim, Birr 69. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 82.
[23] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[24] Tirmizî, Zühd 17.
[25] Tirmizî, Sıfatu’l–kıyâme 35.
[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[27] Müslim, Zekât 88.
[28] Buhârî, Zekât 21; Müslim, Zekât 88. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd. Zekât 46; Tirmizî, Birr 40; Nesâî, Zekât 62.
[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[30] Buhârî, Cihâd 89; Zekât 28, Talâk 24; Libâs 9; Müslim, Zekât 76–77. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 61.
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[32] Buhârî, Zekât 8; Tevhîd 23; Müslim, Zekât 63, 64. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28, Nesâî, Zekât 48; İbni Mâce, Zekât 28.
[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[34] Müslim, Zühd 45.
[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 193.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 84 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1 ... 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye