Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 84 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6 ... 9  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 12.01.09, 14:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Hayır Ve İyiliklere Öncülük Etmek

Bu bölümdeki dört ayet ve dört hadis-i şeriften insanların Rablerinin sistemine güzel öğütlerle davet edilmesi gerektiğini iyilik ve Allah’a karşı sorumluluk bilincinde yardımlaşılması gerektiğini, insanları iyiliğe çağıracak ekipler kurulması gerektiğini, bir iyiliğe öncülük edenin o iyiliği yapanlar gibi sevap kazanacağını, kötülük için çığır açanlara da aynı şekilde günah yükleneceğini, bir müslümanın vasıtasıyla bir kimsenin doğru yolu bulmasının vadiler dolusu develerden daha hayırlı bir iş olacağını herkesin gerçek niyetine göre ecir ve mükafat alacağını öğreneceğiz. [1]

“... Rabbinin yoluna çağırmaya devam et...” (Kasas: 28/87)

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır...” (Nahl: 16/125)

“... İyi ve güzel olan şeylerde ve yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmada yardımlaşın...” (Maide: 5/2)

“İçinizde iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı emreden bir topluluk çıksın...” (Al-i İmran: 3/104)


175. Bedir ehlinden ve ensardan olan Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”[2]

176. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”[3]
* Hayra kılavuz olmak söz, iş, işaret ve her türlü şekilde olabilir. Şerre, kötülüğe, sapıklığa kılavuzluk ta yine her türlü şekilde olabilir. Bugün basın, yayın, TV kanallarıyla bunun açık örneklerini görüyoruz.
Kur’an ve peygamberimizin sahih sünneti insanlığı hayra iyiliğe dünya ve ahiret saadetine çağırır. Bu ikisinin dışındaki tüm şeytani güçler ise insanlığı sapıklığa kötülüğe ve bozguncu olmaya çağırırlar. Biz müslümanlar olarak hangi konumda olursak olalım, alim, abid, memur, işçi, hoca, talebe, fakir, zengin daima insanların iyiliğine ve hayırlarına koşmak durumundayız bu konuda bize şu ayetler emir vermekle ve yapacağımız işi tarif etmektedir. Araf: 7/157, Tevbe: 9/71, Lokman: 31/17, Al-i İmran: 3/110, Nahl: 16/90. [4]

177. Ebü’l–Abbâs Sehl İbn Sa’d es–Sâidî radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Hayber Gazvesi gününde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasib edeceği, Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği bir kişiye vereceğim.”
Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, sancağın kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna koştular. Peygamber Efendimiz:
– “Ali İbni Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! O gözlerinden rahatsız, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Ona haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Ali derhal getirildi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun gözlerini tükürüğüyle tedavi ederek kendisine dua etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Peygamber sancağı ona verdi. Ali:
– Ya Resûlallah! Onlar da bizim gibi mü’min oluncaya kadar mı savaşacağım? dedi. Resûl–i Ekrem:
“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmakdan daha hayırlıdır” buyurdu.[5]

178. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı şöyle dedi:
–Ey Allah’ın Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum, fakat harb için gerekli olan malzemelerim yok. Hz. Peygamber:
– “Filan kişiye git; o harbe gitmek üzere hazırlanmıştı, fakat hastalandı” buyurdu. Delikanlı o kişiye gitti ve:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana selam ediyor ve harb için hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor, dedi. Bunun üzerine adam hanımına:
– Hanım! Hazırladığım harb malzemelerinin hepsini bu delikanlıya ver; onlardan hiçbir şey geriye bırakma. Allah hakkı için, onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete nâil olalım, dedi.[6]

* Medinede ilk dönemlerde muhacir denilen Mekke’den gelenler, tüm varlıklarını Mekke’de bırakmışlar, Medineliler de ziraatle uğraşıp ancak kendi kendilerini idare edecek durumda idiler. Sonraki yıllarda İslam coğrafyasının gelişmesi sonucu mal varlıkları çoğalan müslümanlar ilk zamanlarda cihad için kendi imkanlarıyla harp hazırlıklarını bile yapamayacak kadar fakir idiler. Çünkü İslam devletinin bu yönde yeterli bütçesi teşekkül etmemişti. Gücü yetmeyenler zengin sahabiler tarafından binit ve techizat temin edilerek harbe hazırlanır veya bu hadiste görüldüğü üzere mazereti olup savaşa katılamayanlara gönderilirdi. Böylece her iki kimse de alacakları sevapta ortak olurlardı. [7]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 71
[2] Müslim, İmâre 133. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14.
[3] Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 72
[5] Buhârî, Fezâilü’s–sahâbe 9; Müslim, Fezâliü’s–sahâbe 34.
Bu hadis 94 numarada geçmişti, açıklama orada verilmişti.
[6] Müslim, İmâre 134.
1309’da tekrar gelecektir.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 73

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 12.01.09, 15:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
İyilik Ve Hayırlarda Yardımlaşma

“... İyi ve güzel olan şeylerde ve yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmada yardımlaşın...” (Maide: 5/2)

“İnsanların tek sermayesi olan zaman birimine andolsun ki, Allah’ın gösterdiği yolda yürümeyen tüm insanlar mutlaka zarardadır. Ancak inanarak doğru dürüst işler yapanlar, birbirlerine hakdan gelen gerçekleri ve her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı dirençli olmayı tavsiye edenler bu ziyandan kurtulmuşlardır.” (Asr 103/1-3)


* İmam Şafii: “İnsanların çoğu bu sureyi düşünmede gafildirler”, demiştir. [1]

179. Ebû Abdurrahman Zeyd İbni Hâlid el–Cühenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi techiz eder, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, âdeta cihada gitmiş gibi sevab kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan kimse de sanki cihad yapmış gibi sevap kazanır.”[2]

180. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hüzeyl kabilesinin Lihyânoğulları üzerine ordu sevketmek istedi. Bu sebeple şöyle buyurdu:
“İki kişiden biri cihada gitsin. Kazanılacak sevap ikisi arasında ortaktır.”[3]

181. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ravha mevkiinde bir deve kervanına rastladı ve:
– “Sizler kimlersiniz?” dedi. Onlar:
– Biz müslümanlarız, sen kimsin? diye sordular.
Peygamber efendimiz:
– “Ben Allah’ın Resulüyüm” dedi. İçlerinden bir kadın, küçük bir çocuğu Peygamberimiz’e doğru kaldırarak:
– Bu çocuğun haccı olur mu? diye sordu. Resûlullah Efendimiz:
– “Evet, ayrıca sana da sevap vardır” buyurdu.[4]
* Memleketimizde pek rağbet görmeyen bu adet şu anda diğer İslam memleketlerindeki müslümanlar tarafından tatbik edilmektedir. Üzerine hac farz olmayan çocuklara da hac yaptırılabilir, aynı sevap anne ve babasına da verilir. [5]

182. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendisine emredileni tamı tamına, eksiksiz olarak ve gönül hoşluğu ile yerine getirip verilmesi istenilen kişiye veren güvenilir müslüman kasadar, sadaka veren iki kişiden biridir.”[6]
Bir rivayette: “Emredileni veren” şeklindedir.

* Her konuda olduğu gibi sadaka ve zekat dağıtma konusunda da müslümanların birbirlerini vekil tayin etmeleri caizdir. Alışkanlık haline getirmemek şartıyla bazı zaruretler halinde bu vekalet caizdir. Esasen herkes bu işi kendisi yapmalıdır. Çünkü zenginlik nimeti verilen kimse fakiri de arayıp bularak zekat ve sadakasını bizzat kendisi vererek Allah’ın o nimetini verme zevkini de tadacaktır. Ben verilecek yeri bilemem, bulamam demek mazeret olmaz, onu da bilmek ve bulmak mecburiyetindeyiz. Bu da bir görevdir hem de zevkli bir görev. Böylece sevapta ortaklık mutlak eşitliği de gerektirmiyor, sevabın aslında ortaklık esas olmuş oluyor. [7]

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 73
[2] Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135–136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 20; Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 6; Nesâî, Cihâd 44.
1307’de tekrar gelecektir.
[3] Müslim, İmâre 137.
1310’da tekrar gelecek açıklama orada verilecektir.
[4] Müslim, Hac 409. Ayrıca bk. Ebu Dâvûd, Menâsik 7.
1283’de gelecektir.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74
[6] Buhârî, Vekâlet 16; Müslim, Zekât 79. Ayrıca bk. Buhârî, Zekât 25, İcâre 1; Nesâî, Zekât 57, 67.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 19.01.09, 09:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Nasihat İkaz Ve Hatırlatma

“ Bütün mü’minler kardeştirler.” (Hucurat: 49/10)

“Allah Nuh (a.s.)’dan haber vererek şöyle buyuruyor: “... Ben size öğütler veriyorum.” (Araf: 7/62)
“... Size dürüst ve güvenilir öğütler veriyorum.” (Araf: 7/68)



183. Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed–Dârî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :
“Din nasihattır” buyurdu. Biz kendisine:
– Kimin için nasihattır? dedik. Peygamber Efendimiz:
– “Allah, Kitabı, Resûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattır” buyurdu.[1]
* Nasihat: Öğüt vermek iyi ve hayırlı işlere davet edip kötü ve şerli işlerden yasaklamak demektir. Yani nasihat, dinin temeli ve direği demektir. Yani din ve İslam ile nasihat bir yönden aynı anlamdadırlar.
Hac Arafattır hadisinde de, Haccın ana temel esası ve şartının Arafatta durmak olduğu bildirildiği gibi. Bu hadis de az sözle çok mana ifade edilen hadislerdendir. Hadis-i şerifi ana hatlarıyla açıklayacak olursak:
Allah için demek, önce Allah’a, kendisine nasıl iman edilmesi gerektiğini kitabında ve elçisi vasıtasıyla nasıl bildirmişse ve kendisini nasıl tanıtmışsa o şekilde tanımak ve hayatını bu inanç ve yaşantı üzere devam ettirip son nefesini de bu inanç ve yaşantı üzere vermek demektir. Değilse sadece iman ettim demekle bu iş bitmez Ankebut: 29/2 ‘de olduğu gibi.
Allah’ın kitabı için: öncelikle Allah’ı tanıyıp bilen kimsenin ikinci olarak onun gönderdiği kitaba ve önceki geçen kitapların bozulmamış şekline de inanması gerekir. Kitabında, kitabını tanıttığı şekilde inanıp, kitabı o şekilde kabul edip hayat tarzı olan kitaba göre yaşamak ve aileden başlayarak toplumun da bu kitabın hayat tarzına göre yaşamasını temin edecek gayretin içinde olmak demektir. Bunu daha iyi anlamak için şu ayetlere bakınız. Alak: 96/1-5, Neml: 27/92, Fatır: 35/29, Zümer: 39/71, Bakara: 2/121, Araf: 7/175, Enfal: 8/2, Hac: 22/72, Mü’minun: 23/66-67.
Allah’ın Rasulü için: Sadece Allah ve Kitabını tanımak kâfi değildir. O’nun gönderdiği son peygambere de inanılması ve sünnetine uyulması da gerekir. Nisa: 4/80 ve Al-i İmran: 3/31, 32, 132, Nisa: 4/59, 80, Muhammed: 47/33, Mücadele: 58/13, Teğabün: 64/12, 16, belirtildiği gibi. Yani gönderilen kitabın nasıl yaşanacağını bizzat hayatında gösteren peygamber gibi olmak için.
Mü’minlerin yöneticileri için: Mü’minleri yöneten, idare eden, emir ve komuta yetkisi kendinde olan ve mü’min olan kimselere de itaat edilip sözlerinin dinlenmesi de Nisa: 4/59’da beyan edilmiştir. Bu tip şahsiyetlerden dürüst olup adil davranmalarını istemek hakkımızdır. Namaz kıldıkları sürece itaat edebiliriz. Alimler ve amirler diyebileceğimiz bu gruba da hatırlatma ve ikaz görevimizdir. Tirmizi Beyat 37’de “En büyük cihad zalim idareciye karşı hakkı söylemektir”, hadisi bize bunu emreder.
Tüm müslümanlar için: İslam Dininin tüm emir ve yasaklarını İslam ümmeti diyebileceğimiz halkın her birimine ulaştırılması da bir görevdir. Yani toplum, dinini öğrenmek için bir gayretin içine girmeli, meslek ve konumu ne olursa olsun herkes dinini, kitabını, peygamberini tanıyıp, öğrenip müslümanca yaşamak mecburiyetindedir. [2]

184. Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e namazı tam olarak kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, her müslümana nasihat etmek üzere biat ettim.[3]
* Bugünkü müslümanlar da aynen Cerir İbn-i Abdullah gibi olmalı her an ve her zamanda mü’minlerin her kesimine nasihat etmeli, bunu bir vazife bilmelidir. Değilse İslami kardeşlik ve İslam ümmetinin kurulması mümkün olmaz. Cerir, İslam’ın temel esaslarından ve kendisince en önemli kabul ettiği üç hususu burada zikretmiştir ki, biri bedeni, biri mali, üçüncüsü ise hem beden hem de mal ile yapılabilecek bir vazife ve ibadet türüdür. [4]

185. Enes radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[5]
* Bu hadis gerçek İslam kardeşliğinin ne derece ileri seviyede olduğunun bir göstergesidir. Mü’min, kardeşi için daima hayır ve bereketler istemeli, onun adına hayır duada bulunmalıdır ki bu ahlak onun imanının gerçek olgunluğa eriştiğinin bir göstergesidir. Gerçek müslüman kendisi için arzu ettiği şeyleri din kardeşi için de arzu etmelidir. Hased ve kıskançlık yapmamalıdır. Mü’minler için istediğimiz hayırlı şeylerde bir bakıma dinde nasihattan sayılır. Ben cennete gireyim kardeşim de girsin, ben sevap kazanayım kardeşim de kazansın, ben iyi olayım kardeşim de iyi olsun, gibi. [6]

[1] Müslim, Îmân 95. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41.
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75
[3] Buhârî, Îmân 42, Mevâkît 3, Zekât 2; Müslim, Îmân 97–98. Ayrıca bk. Nesâi, Bey’at 6, 17.
1214’de tekrar gelecektir.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75
[5] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9.
238’de tekrar gelecektir.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 19.01.09, 09:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
İslamın İyi Dediklerini Emretmek, Kötü Dediklerinden Sakındırmak

Bu bölümdeki 8 ayet ve ondört hadis-i şeriften; müslümanlar içerisinden bir grubun mutlaka bu görevi üstlenmesi gerektiğini, en hayırlı ümmetin vasıflarının bu olduğunu, iyilikleri emredip affetmeyi prensip haline getirip cahillerden uzak durulması gerektiğini, müslümanların erkek ve kadın daima bu görevlerine devam edeceklerini, önceki toplumlarda bu görevi yaşamayanlara lanet edildiğini, gerçek ve doğruların Rabbimizden olduğunu, dileyenin iman edip dileyenin inkar ettiğini, emrolunduğumuz islami hüküm ve bilgileri beyinleri çatlatırcasına duyurmamız gerektiğini, kötülükten sakındıranların kurtulduklarını, bu işi yapmayan ve kötülüklere batıp gidenlerin azaplandırıldığını, kötülük gören kimsenin gücü doğrultusunda eliyle, diliyle değiştirmesi gerektiğini bunlara gücü yetmeyenin kalbiyle buğzetmesi gerektiğini, bunun da imanın en zayıf derecesi olduğunu, cihadın el ile, dil ile, kalb ile olabileceğini, cihad fikri ve şuuru olmayan kimsede hardal ağırlığı kadar imanın olmadığını, küfür sayılacak bir işi işlemedikleri sürece idarecileri dinleyip itaat edeceğimizi, geminin alt katındakilerin su almak için üsttekileri rahatsız etmemek için geminin tabanına bir delik açarak bu ihtiyaçlarını gidermelerine üst kattakiler engel olmazlarsa hepsinin birden boğulacaklarını, dine uygun olmayan işler yapan idarecilere engel olmaya çalışanların kurtuluşa ereceklerini, namaz kıldıkları sürece onlara savaş açılamayacağını, kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit insanların topyekün helak olacaklarını, yollarda oturmamak gerektiğini oturmak mecburiyeti varsa yolun hakkı olan gözü haramlardan korumak gerektiğini selam almak, kimseye eziyet etmemek, kötülüklerden sakındırma vazifesini yerine getirmek gerektiğini, haram kılınan bir şeyden başka yönlerden istifade edilebileceğini, en kötü yöneticinin insanlara katı ve kaba davrananlar olduğunu, Allah ve Rasulunun iyi dediklerini emretmek, kötü dediklerinden sakındırmanın bir vazife olduğunu, yapılmadığı takdirde azabın gerçekleşeceğini, en faziletli cihadın zalim hükümdara karşı hakkı söylemek olduğunu, İsrail oğullarında dinden sapmanın nasıl ve ne şekilde olduğunu, doğru yolda olduğumuz sürece sapıtanların bize zarar veremiyeceklerini öğreneceğiz. [1]

“İçinizden iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı emreden bir topluluk çıksın. İşte gerçek kurtuluşa kavuşanlar onlardır.” (Al-i İmran: 3/104)

“Siz müslümanlar insanlığın iyiliği için çıkarılmış bir topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan insanları alıkorsunuz.” (Al-i İmran: 3/110)

“Affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla emret, kendini bilmeyen cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199)

“Erkek ve kadın mü’minlere gelince onların birbirlerinin yakını ve dostlarıdır. Hep iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar.” (Tevbe: 9/71)

“Allah’tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan şu İsrailoğulları zaten Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu onların isyan etmeleri ve hak adalet sınırlarını aşmalarından dolayıdır.” (Maide: 5/78)

“De ki: Hak olan bu Kur’an Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen inansın dileyen inkar etsin...” (Kehf: 18/29)

“Artık sen sana emrolunanı açıktan açığa bildir...” (Hicr: 15/94)

“... Biz de kötü eylemleri önlemeye çalışan kimseleri kurtardık. Varoluş gayesine aykırı hareket edenleri, yapmakta oldukları kötülüklerden dolayı şidetli bir azap ile yakaladık.” (Araf: 7/165)


* Maruf: İslamın yani Kur’an ve Sünnetin iyi kabul ettiği Allah’a itaat etmenin içinde saydığı kişiye sevap kazandıran tutum ve davranışların bütünüdür.

*Münker ise Kur’an ve Hadiste iyi sayılmayan Allah’ın ve Rasulünün günah saydığı hoş karşılanmayan şeylerdir.

(Al-i İmran: 3/105)’de olduğu gibi kişi Allah ve peygamber tarafından ortaya konan esasları yok sayıp ayrılığa düşerse büyük bir azaba çarptırılacaktır. Dinin temeli olan farzlardan biri olan marufu emir ve münkerden nehiy her müslümana düşen görevlerdendir. Bu görev yerine getirilirse bir önderin önderliğinde ümmet toplumuna ulaşılır. Ferdî müslüman olarak kalınmaz mutlaka kişi İslam ümmetinin bir parçası olmak zorundadır. Değilse Tevbe: 9/67 hükmüne girmiş oluruz. Halbuki müslüman Tevbe: 9/71’in kapsamına girer ve toplum olarak ta İslam ümmetini teşekkül ettirmeleri için Hac: 22/41 ayetine uymalıdırlar ayrıca Bakara: 2/44 ve Saf: 61/3 ayetleri de unutulmamalıdır. Çünkü bu iş tüm müslümanlara farzı ayndır. [2]


186. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”[3]

* Ayetler bölümünde maruf ve münker’in ne demek olduğu açıklamıştık. Emredilmesi ve yasaklanması gereken hususlar herkesin bildiği ve bilmek mecburiyetinde olduğu meselelerden ise bunda tüm müslümanlar ortaktır. Bu işi yaparken de tebliğ metoduna uygun olarak yapılmalı kibarlık, hoş muamele, yumuşak davranış esas olmalıdır. Kötülüğü el ile değiştirmek demek ona fiili müdahalede bulunmak ve işe el atmak demektir. Şayet kişinin içinde bulunduğu durum ve konum bu şekilde o kötülüğü düzeltmeye kafi gelmiyorsa bunu dili ile söyleyerek yapmalı büyük fitnelere sebep olmamalıdır. Yine bir tehlike yani kargaşa ve fitne olacaksa kalbiyle o şeyden tiksinsin ve uzak dursun denilmekle tebliğ ve ikaz zaman ve zemine göre ayarlanmalıdır. Herkesin çoban olduğu, yönetimi ve idaresini elinde bulundurduğu kimselerden sorumlu olduğu hadisi de gözden uzak tutulmamalıdır. Aile reisi ev halkına bir işyeri idaresinde bulunan oradaki çalışanlara, devleti idare eden de tebaasına karşı, bu konuda gerekli yükümlülüğü vardır. Bu işi yaparken de Allah’ın ve Rasulünün razı olacağı her vasıtayı kullanmak da bir gereklilikdir. [4]

187. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.”[5]
* Bu hadiste de her peygamberin kendilerini dine davet ettikleri insanların hepsinin bir olmadığını öğreniyoruz. Bazısının bizzat o peygamber gibi yaşamayı prensip edinen ve o gibi olan kimselerden çoğunluğunun da Meryem: 19/59’da belirtildiği gibi Allah ve Peygamberler tarafından istenmeyen insanlar olduklarını; bunların düzeltilmesi için elleriyle, dileriyle ve kalbleriyle çaba sarfedenlere mü’min denilebileceğini, değilse hardal tanesi kadar bile imanın olmadığını öğreniyoruz. Bu hadiste cihadın el, dil ve kalble olabileceği de bizlere öğretilmiş oluyor. Şeriatın emirlerine uymayanlarla yapılan mücadele cihad sayılır. Dinin haram, günah, yasak kabul ettiğini kabul etmeyenin imanı yok hükmündedir. Bugün hem müslümanım deyip hem de müslümanca yaşamayan, müslümanlık hayatlarında gözükmeyen kimseleri her türlü vasıta ve imkanlarla düzeltmeye çalışmak ta müslümanların görevleri cümlesindedir. [6]

188. Ebü’l–Velid Ubâde İbni Sâmit radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye, açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah hakkı için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.[7]
* Pek çok hadislerde Ashabın değişik prensipler üzerine biat ettikleri bellidir. Burada da bu değişik şeylere biat edilmiş oluyor. [8]

189. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”[9]
* Günümüzde de İslam adına İslamdan tavizler vererek bazı işler yapanlar aynen bu hadisteki misalde olduğu gibi gemiyi delmekteler fakat diğer müslümanlardan hiçbir tepki ve engelleme de gelmemekte böyle olduğu için batıl ve geçersiz olan şeyler müslümanlar tarafından müslümanca bir hareket ve tavır gibi görülmekte ve sergilenmektedir. Bugün hepimizin yapacağı tek iş, İslamı Kur’an ve hadislerden en güzel şekliyle öğrenip yapılacak ve yapılmayacak işleri o bilgiler doğrultusunda yapmak veya yapmayıp engel olmak şeklinde bir tavır ortaya koymak olacaktır. Böylece İslami isim ve imajlar altında gayri islami işler yapılmamış ve İslam tatmin vasıtası olarak kullanılmamış olacaktır. Bugün batıl bidat, hurafe ve haram olan pek çok şey İslami elbise giydirilerek meşru imiş gibi gösterilmekte ve kimse tarafından hiçbir engelleme olmadığı için yapılıp gitmekte ve kafalarda meşru bir iş gibi kalmaktadır. Kitap ve sünnet gözlüğüyle bakanlar böylece yapılan pek çok gayrimeşru işi bugün İslami isimler altında görebilecektir. Gücümüz yettiğince bunlara engel olunmalıdır. [10]

190. Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse günahdan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa isyan etmiş olur.” Bunun üzerine sahâbe–i kirâm:
– Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler.
Peygamber Efendimiz:
–”Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır” buyurdu.[11]
* Müslüman idareci ve başkana karşı yapılacak tutum bu hadiste böylece özetlenmiş oluyor. Müslüman bozguncu değildir, ıslah edicidir. Hadisi tekrar okumak kafidir, fazla söze hacet yoktur. [12]

191. Mü’minlerin annesi, Ümmü’l–Hakem Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ’ nın anlattığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, korkudan titreyerek onun yanına girdi ve:
“Allah’dan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz, dedim? Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet” buyurdu.[13]

192. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu. Sahâbîler:
– Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
–”Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Bunun üzerine:
– Yolun hakkı nedir ki, ya Resûlallah? diye sordular. Peygamberimiz:
–”Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek” buyurdular.[14]

193. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın elinde altın bir yüzük gördü, onu çıkardı ve attı. Sonra da şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz ateşten bir köze yönelip, onu eline mi alıyor?” Hz. Peygamber gittikten sonra o adama:
– Yüzüğünü al da ondan uygun bir şekilde faydalan, denildi. Bu kişi ise:
– Hayır Allah’a yemin ederim ki, Allah Resûlü onu attıktan sonra onu ebediyyen almayacağım, dedi.[15]
* Altın ve ipek kullanmak erkeklere haram kılınmış olup zaruri hallerde yani vücudun bir uzvuna (burun, diş vs.) altından ek konulması ve kaplanması tedavi ve tamir niteliği taşıdığından caizdir, süs ve zinet olarak kullanılması haramdır. Yine ipek elbiseyi de savaşta ve uyuz hastalığına yakalanan bir kimsenin kullanması caizdir. Bu hadisten gücü yeten kimsenin kötülüğü eliyle giderebileceğini de öğrenmiş oluyoruz. [16]

194. Ebû Saîd Hasan el–Basrî’den rivayet edildiğine göre, Âiz İbni Amr radıyallahu anh Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girdi ve:
– Ey oğlum! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındaki insanlara karşı katı ve kaba davrananlardır” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma, dedi.
Ubeydullah İbni Ziyâd, Âiz’e:
– Sen otur! Çünkü sen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ in ashabının, unun kepeği gibi döküntü takımındansın, dedi. Âiz İbni Amr:
– Onlar arasında unun kepeği gibi döküntü takımından olan mı var ki? Unun kepeği gibi döküntü takımından olanlar onlardan sonra ve onlar dışındakilerin arasından çıktı, dedi.[17]

195. Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”[18]
* Allah’ın iyi dediklerini emredip kötülüklerden sakındırma görevi yerine getirilmezse Allah mutlaka azabını gönderir, herkes bu işi yapmalıdır. Bakınız bu işi yapmayanların duaları bile kabul edilmiyor. [19]

196. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”[20]

197. Ebû Abdullah Târık İbni Şihâb el–Becelî el–Ahmesî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ayağını özengiye koymuş vaziyette iken, bir adam:
– Hangi cihad daha faziletlidir, diye sordu? Peygamberimiz:
– “Zâlim sultan katında söylenen hak söz” buyurdular.[21]
* 196-197: İslam, insanlığı diriltmek için gelen bir sistemdir. Bu sebeple cihaddaki prensip şudur: Bir kişiyi müslüman edip kurtarmak, binlerce kafiri yok edip ortadan kaldırmaktan daha hayırlıdır. Maide: 5/32’de olduğu gibi. Cihad sadece cephede düşmana karşı yapılan savaş değildir. Cihad gayret etmek demektir. Kişi İslamı yüceltmek ve Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için her ne türlü gayret ederse etsin hepsi cihad kapsamındadır. El, dil, kalem, basın yayın ve pek çok değişik yöntemlerle cihad yapılabilir. Yöneticilere doğru ve adaleti tavsiye etmek de cihadın bir türüdür. [22]

198. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve:
Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl–i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Mâide: 5/77–81).
Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”[23]
Yukarıdaki tercüme Ebû Dâvûd’un metnine aittir. Tirmizî’nin metninin tercümesi ise şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaslandığı yerden doğrulup oturarak:
“Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektir” buyurdular.
* Ne kadar günümüzü yansıtıyor Allah Rasulü (s.a.v.). [24]

199. Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh şöyle dedi:
Ey insanlar! Şüphesiz siz şu âyeti okuyorsunuz:
“Ey inananlar! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemekte olduklarınızı size haber verecektir” (Mâide: 5/105) Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”[25]
* Şahsi ihmallerden doğacak zarar tüm toplumu etkiler, sapık toplumlara gelen felaketler içlerindeki iyi kimseleri de içerisine alır. Çünkü o iyi olanlar toplumu düzeltmek için gerekeni yapmamışlardır. [26]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 76
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77
[3] Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77
[5] Müslim, Îmân 80.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77-78
[7] Buhârî, Ahkâm 42; Müslim, İmâre 41. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78
[9] Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78
[11] Müslim, İmâre 63.
[12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79
[13] Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25; Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9.
Benzeri 2 numarada geçmiş olup izahat verilmişti, yine bir benzeri 1832’de gelecektir.
[14] Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12.
1625 ve 1626’da tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[15] Müslim, Libâs 52.
Yasak giysi ile alakalı 1801’e bakınız.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79
[17] Müslim, İmâre 23.
Benzeri 657’de tekrar gelecektir. Daha iyi anlayabilmek için 654 ve 658 arasındaki hadislere bakınız.
[18] Tirmizî, Fiten 9.
[19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80
[20] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20.
[21] Nesâî, Bey’at 37. Ayrıca bir önceki hadisin kaynaklarına bakınız.
[22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80
[23] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7.
[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81
[25] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20.
[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 19.01.09, 11:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Dinin İyi Dediklerini Emredip Kötü Dediklerinden Sakındırdığı Halde Sözü İle İşi Birbirine Benzemeyenin Cezasının Şiddeti

“Siz kendinizi unutarak diğer insanlara iyilik yapmayı ve erdemli olmayı mı emredersiniz? Hem de ilahi kelamı okuyup duyduğunuz halde; siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız.” (Bakara: 2/44)
“Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında en sevilmeyen şeydir.” (Saff: 61/2-3)

“Allah Şuayp (a.s.)’dan bahsederek şöyle buyuruyor: “Ben size yasakladığım şeyleri kendim yaparak size aykırı davranmak istemiyorum.” (Hud: 11/88)


200. Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”[1]

* Davetçi ve tebliğci yani insanlara doğru yolu göstermekle yükümlü olanlar, önce kendileri doğru yolda ve kurtuluşa ermeliler. Peygamberler gerçek mürşidlerdir. Onların hayatı tetkik edildiğinde görülecek olan şudur: Onlar söylediklerini daima yapagelmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet en güzel örnekler olarak peygamberleri canlı bir tablo olarak bizlere sunar.
Bu hadisten öğrendiğimiz, cehennemdeki azap şekilleri değişik ve kademe kademedir. Bilgisiyle yaşamayanların cezaları böylece daha şiddetlidir. İslamın iyi dediklerini emredip, kötü dediklerinden yasaklayıp kendisi de söylediği gibi olanlar cehennemden kurtulurlar. [2]

[1] Buhârî, Bed’ül–halk 10; Müslim, Zühd 51.
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 82

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Riyazus-Salihîn'den... Emaneti Yerine Getirmek
MesajGönderilme zamanı: 20.01.09, 09:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Emaneti Yerine Getirmek

Bu bölümdeki iki ayet ve dört hadisten, Allah’ın emanetleri ehline teslim etmemizi emrettiğini, Allah’ın emaneti göklere, yere, dağlara sunmuştuk, fakat hiçbirinin kabul etmeyip zalim ve cahil olan insanoğlunun kabul ettiğini, Münafıkın alametinden birinin de emanete hıyanet etmek olduğunu, insanların Kur’an’dan ve sünnetten emaneti öğrendiklerini ve bir gün emanetin ortadan kalkacağını emanet edilecek bir kişi bile bulunmaz hale geleceğini, kalbinde hardal tanesi kadar imanı olmayan kişilere akıllı, cesur denilip güvenilir kimse sayılacağını, mahşerde insanların sırattan nasıl geçeceklerini, sıratın üzerinde bulunan engelleri, cehenneme yuvarlanacak kimseleri, Abdullah ibn-i Zübeyr’in oğluna vasiyeti ve borçlarını ödemesindeki tavsiyelerini öğreneceğiz. [1]

“Gerçekten Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder...” (Nisa: 4/58)

“Gerçek şu ki biz akıl ve irade emanetini göklere, yere ve dağlara sunmuştuk, ama sorumluluğundan korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O emaneti insan üstlendi. Zaten o her zaman kendisine haksızlık etmeye yatkın bir yaratık olup işlerin sonucu hususunda da sağlam bilgiden yoksundur.” (Ahzap: 33/72)


201. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[2]
Bir rivayette: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile” buyurulur.[3]
* Münafık içinden kafir, dışından müslüman görünen kimsedir. Bu hadis ikinci bölümüyle de açıklamaktadır ki, bugün camilerde namaz kıldığı halde yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan ve hainlik yapan kimseler vardır. 1400 sene önce Medine’de peygamber mescidinde de aynı şekilde peygamberimizin ardında namaz kılıp müslümanların kuyusunu kazan Abdullah ibn-i Übey ve benzeri kimselerin olduğu gibi münafık deyince bizlerin dışında başka kimseleri algılamaktayız ve aramızdaki münafıkları görmemekteyiz. “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendisini mü’min zannetse bile” yalan söyleyerek, sözünün bozuk oluşu, sözünden dönerek niyetin bozuk oluşu, hıyanet ederek de davranışın bozuk oluşu kişiyi münafık eder. Münafıklıkta gerçekten kafirlikten beterdir ve ceza yönünden de cehennemde daha berbattır. Nisa: 4/145’de olduğu gibi Müslümana yaraşan odur ki sayılan bu alametleri kendisinde bulundurmamak üzere bir gayretin içine girmek hangi iş ve konumda olursa olsun böyle muamelelere asla yanaşmamak ve inanç yönünden en tehlikeli durum olan münafıklığa düşmemektir. [4]

202. Huzeyfe İbni’l–Yemân radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber bize şunları söyledi:
“Şüphesiz ki emanet, insanların kalblerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’an indi. Bu sayede insanlar Kur’an’dan ve sünnetten emaneti öğrendiler.” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şöyle dedi:
“İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet çekilip alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden emanet alınır; bu defa da ayağının üzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün.” Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde yuvarladı. Sözlerine de şöyle devam etti:
“Neticede insan o hale gelir ki, insanlar alış–veriş yaparlar da, neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle denilir:
“Filan oğulları arasında emin bir adam varmış.” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı bir kişi” denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur. ”
Şüphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alış–veriş yapacağıma aldırmazdım. Çünkü alış–veriş yaptığım kişi müslümansa, dini kendisini benim hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet hıristiyan veya yahudi ise, valisi benim hakkımı vermeye onu sevkederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç kişiyle alış–veriş yapıyorum.[5]
* Kalblerin derinliğine yerleşen emanete riayet hukuku yani Allah’a verilen sözler ve bunun yanısıra da insanlar arası münasebetlerde yerini bulan emanet hukuku; dinin kendisi ve özü olmuş oluyor. Kur’an ve sünnet kültürüne vâkıf olanlar ve vakıf oldukları bilgileri yaşamaya çalışanlar imanı tam ve emanete riayet eden kimselerdir.
Zamanla imanın zayıflaması müslümanların her iş ve ibadette olduğu gibi emanete riayet hususunda da hassasiyetleri kalmayacaktır. Bugün piyasanın her kesiminde (memur, işçi, esnaf, sanatkar)’da bunun getirdiği olumsuz neticeleri görüyoruz.
İnsan kitap ve sünnet bilgisinden yoksun ve gafil olduğu vakit haramlara dalar, günah işler, imanı zayıflar ve kalbi kararır (Müsnet III. 135)’de Emaneti olmayanın imanı da yoktur, hadisiyle peygamberimiz emanetin önem ve büyüklüğünü bize hatırlatmış oluyor.
Kitap ve sünnetle irtibatı kopuk olan veya gafleti olan kimsenin imanı zayıflar Eminliği kaybolur, dini hassasiyeti ve hak hukuka riayeti de yok olur, böylece kalbine işlediği günahlardan dolayı konan nokta ve lekeler çoğalarak kalbi simsiyah kesilir ve o zaman insan hainleşir. Ticaret, alışveriş ve her işde hainlik yapmayan dürüst insan parmakla gösterilecek kadar az olur ve dillere destan olacak kadar şöhret bulur. O gün Huzeyfe alışveriş yapacak kimse bulamadığından bahsediyor. Bugün biz de dürüst ve güvenilir alışveriş yapacak yerler ve kimseler bulamamaktayız. İslami yaşantının ve imanın görüntüleri ahir zamanda daha da zayıflayacağına ve azalacağına hadis-i şerif işaret etmektedir. [6]

203. Huzeyfe ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şanı yüce ve üstün olan Allah, insanları bir araya toplar. Mü’minler ayağa kalkarlar ve cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem aleyhisselâm’a gelirler ve derler ki:
– Ey babamız! Bize cennetin açılmasını iste! Âdem der ki:
– Sizi cennetten çıkaran, babanızın hatasından başka ne ki? Ben bu işin ehli değilim. Siz, Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim’e gidiniz. Bunun üzerine İbrahim’e giderler, o da:
– Ben bu işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan halîl idim. Siz, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuştuğu Mûsâ’ya gidiniz der. Onlar Mûsâ’ya giderler. Mûsâ kendilerine:
– Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah’ın kelimesi ve ruhu olan İsâ’ya gidiniz, der. İsâ’ya geldiklerinde:
– Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık verir. Bunun üzerine onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e giderler. O da hemen ayağa kalkar ve kendisine şefaat için izin verilir. Emanet ve rahim (akrabalık bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Sizin ilk kafileniz şimşek gibi geçer. Ben:
– Annem babam feda olsun, şimşek gibi geçmek nedir? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Şimşeği görmediniz mi? Göz açıp yumacak kadar bir zamanda geçip gidiverir!” buyurdu. Sonrakiler rüzgâr gibi, kuş gibi, koşucular gibi geçerler. Onları amelleri böyle süratli geçirir. Peygamberiniz sırat üzerinde durup şöyle der:
–”Ey Rabbim! Selâmete çıkar, selâmete çıkar. ”
Neticede, kulların amelleri kendilerini sırattan geçirmede âciz kalır. O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir adam oturağı üzerinde sürünerek gelir. Sıratın iki tarafında emrolunduklarını yakalamakla memur asılı çengeller vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da cehenneme yuvarlanır.”
Ebu Hüreyre’nin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derinliktedir.[7]

204. Ebû Hubeyb Abdullah ibni Zübeyr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Cemel vak’ası gününde, (muharebe) durunca (babam) Zübeyr beni çağırdı. Ben de hemen ayağa kalkıp yanına vardım, dedi ki:
– Ey oğulcuğum! Bugün öldürülenler ya zâlim veya mazlumdur. Bana gelince, bugün mazlum olarak öldürüleceğim kanaatindeyim. En büyük düşüncelerimden biri, elbetteki borçlarımdır. Ne dersin, borçlarımızı ödedikten sonra malımızdan geriye birşey kalır mı? Sonra şöyle devam etti:
– Ey oğulcuğum! Malımı sat, borcumu öde. Malının kalanı olursa üçte birini vasiyet etti. Vasiyet ettiğinin üçte birinin de Abdullah’ın çocukları olan torunlarına verilmesini istedi ve:
– Borçları ödedikten sonra malımızdan birşey kalırsa, üçte biri senin oğullarına aittir, dedi.
Hişâm diyor ki:
– Abdullah’ın çocukları, Zübeyr’in Hubeyb ve Abbâd gibi bazı çocuklarının akranı idiler. O gün onun dokuz oğlu ile dokuz kızı bulunuyordu.
Abdullah der ki:
– Borcunu bana vasiyet edip duruyor ve:
– Ey oğulcuğum! Şayet borcumdan bir kısmını ödemekten aciz kalırsan, Mevlâm’dan yardım dile, diyordu. Allah’a yemin ederim ki, ben ne demek istediğini tam anlayamadım ve:
– Babacığım, Mevlân kim? dedim. O:
– Mevlâm, Allah! dedi.
– Allah’a yemin ederim ki, onun borcunu ödemekte sıkıntıya düştükçe:
– Ey Zübeyr’in Mevlâsı! Onun borcunu öde, derdim. Hemen ödeyiverirdi.
Zübeyr’in oğlu Abdullah sözüne devamla der ki:
Zübeyr, altın ve gümüş bırakmadan öldürüldü. Sadece bir bölümü Gâbe’de bulunan arazi bıraktı. Bir de on biri Medine’de, ikisi Basra’da, biri Kûfe’de ve biri de Mısır’da evler bıraktı. Abdullah sözüne şöyle devam etti:
Babamın üzerindeki borçlar şöyle olmuştu: Bir kimse kendisine gelir, ona bir emanet bırakmak ister, babam Zübeyr ise:
– Hayır, emanet olmaz, fakat borç olarak bırak. Çünkü ben onun zayi olmasından korkarım, derdi.
Zübeyr hayatı boyunca ne bir valilik, ne harac toplama memurluğu, ne de başka bir idârî görevde bulunmadı. Sadece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem veya Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte cihada iştirak etti.
Abdullah diyor ki:
Babamın üzerindeki borçları hesapladım, iki milyon iki yüzbin rakamını buldum.
Hakîm İbni Hizâm, Abdullah İbni Zübeyr ile karşılaştı ve:
– Ey kardeşimin oğlu! Kardeşimin borcu ne kadar? diye sordu. Borcu gizledim ve:
– Yüzbin, dedim. Bunun üzerine Hâkim:
– Allah’a yemin ederim ki, malınızın buna yeteceği kanaatinde değilim, dedi. Abdullah:
– İki milyon iki yüzbine ne dersin? deyince, Hâkim:
– Buna güç yetirebileceğinizi zannetmiyorum. Borçtan ödeme yapmakta âciz kalacak olursanız benden yardım isteyin, dedi. Abdullah diyor ki:
Zübeyr, Gâbe mevkiindeki araziyi yüz yetmişbine satın almıştı, Abdullah orayı bir milyon altı yüzbine sattı. Sonra kalktı ve:
– Kimin Zübeyr’de alacağı varsa, Gâbe’de bize gelsin! diye ilan etti. Bunun üzerine Zübeyr’den dörtyüz bin alacaklı olan Abdullah İbni Ca’fer, Zübeyr’in oğlu Abdullah’a geldi ve:
– Dilerseniz alacağımdan vazgeçip bağışlayayım, dedi. Abdullah:
– Hayır, dedi. Bunun üzerine Abdullah İbni Ca’fer:
– Şayet borcunuzdan bir bölümünü te’hir etmek isterseniz, benim alacağımı geri bırakabilirsiniz, dedi. Zübeyr’in oğlu Abdullah:
– Hayır, bunu da istemiyoruz deyince, Abdullah İbni Ca’fer:
– O halde bana araziden bir parça ayırın, dedi. Abdullah İbni Zübeyr de:
– Şuradan şuraya kadar olan arazi senin olsun, dedi.
Abdullah, kalan araziden bir bölümünü de sattı. Babası Zübeyr’in kalan borçlarını ödeyip bitirdi. Araziden dört buçuk sehim de arttı. Abdullah kalkıp Muâviye’nin huzuruna gitti. Orada Amr İbn Osman, Münzir İbni Zübeyr ve İbni Zem’a da vardı. Muâviye, Abdullah İbni Zübeyr’e:
– Gâbe’ye ne kadar değer biçildi? diye sordu. Abdullah:
– Her sehim için yüzbin, dedi. Muâviye:
– Bunlardan ne kadarı kaldı? dedi. Bunun üzerine Münzir İbni Zübeyr:
– Ben ondan bir sehimi yüzbine aldım dedi. Amr İbni Osman :
– Bir sehimini de ben yüzbine aldım dedi. İbni Zem’a:
– Bir sehimini de ben yüzbine aldım, dedi. Muâviye:
– Şimde geriye ne kadar kaldı? diye sordu. Abdullah İbni Zübeyr:
– Bir buçuk sehim, dedi. Muâviye:
– Kalan bir buçuk sehimi de ben yüz ellibine satın aldım, dedi. Abdullah İbni Ca’fer, kendi hissesini Muâviye’ye altı yüzbine sattı.
Abdullah İbni Zübeyr, babasının borçlarını ödeyip bitirince, Zübeyr’in diğer çocukları, Abdullah’a:
– Mirasımızı aramızda taksim et, dediler. Abdullah:
– Allah’a yemin ederim ki, dört sene süreyle hac mevsiminde:
Kimin Zübeyr’de alacağı varsa bize gelsin, borcunu ödeyelim, diye ilan etmedikçe, Zübeyr’in mirasını paylaştırmayacağım, dedi. Dört sene boyunca bu şekilde ilan etti. Dört sene geçince, mirası taksim etti ve (babası Zübeyr’in vasiyeti olan) üçte birini ayırdı. Zübeyr’in dört karısı vardı. Onlardan her birine bir milyon ikiyüzbin düştü. Buna göre Zübeyr’in bütün malı elli milyon iki yüzbin tutmaktadır.[8]
* Bu mevkuf hadis diyeceğimiz kıssada Zübeyr kimseden emanet olarak bir şey almıyor borç olarak alıyor ve borcu da muhafaza ediyor. Böyle bir çarpışma vuku bulunca da oğluna vasiyette bulunuyor, o da babası vefat edince tüm bu borçları (emanetleri) yerli yerince dağıtılmadan mirası bile paylaştırmıyor. Emanete riayette ne kadar hassas davranan bir baba ve oğul örneği... [9]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 82
[2] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107–108. Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Mezâlim 17, Cizye 17, Edeb 69; Tirmizî, Îmân 14.
[3] Müslim Îmân 109.
Benzeri hadis 690 , 1544 ve 1586’da tekrar gelecektir.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 83
[5] Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, Îmân 230. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 83
[7] Müslim, Îmân 329.
Daha geniş bir şekilde 1868’de gelecektir.
[8] Buhârî, Farzü’l–humus 13.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 86

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... Zulmün Haram Oluşu
MesajGönderilme zamanı: 20.01.09, 09:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Zulmün Haram Oluşu

Bu bölümdeki iki ayet ve on dokuz hadis-i şeriften, zalimlerin yani yaratılış maksatları dışında hareket edenlerin hiçbir dostlarının ve sözü dinlenecek hiçbir şefaatçilerinin ve yardımcılarının olmayacağını, zulüm ve cimrilikten sakınmak gerektiğini, kıyamet günü boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısasla hakkının alınacağını, Rasulullah’ın Deccali nasıl tarif ettiğini, müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzının haram olduğunu, bir kara toprağa zulmen sahip olana yedi kat yerin kıyamet günü boynuna geçirileceğini, Allah’ın bu dünyada zalimlere mühlet verdiğini ama yakalayınca da kıskıvrak yakaladığını, mazlumun bedduasından sakınmak gerektiğini, devlet memurlarının aldığı hediyenin rüşvet ve zulüm olduğunu, kul hakkı olan kimselerin kıyamet günü günah ve sevapların takas edilmesi ile ödeştirme yapılacağını, müslümanın elinden, dilinden kimsenin zarar görmeyeceği kimse olduğunu, muhacirin ise Allah’ın yasaklarından uzak olan kimse olduğunu, savaşta elde edilen ganimetten çalan kimselerin cehennemlik olduğunu, veda hutbesinden bir bölümü, yeminle bir müslümanın hakkını yiyen kimseye Allah’ın cennetini haram kılacağını, tahsildarlık yapan bir kimse iğne kadar bile bir şeyi zimmetine geçirirse bunun hıyanet olduğunu, şehitliğin kul borcu dışında her şeye keffaret olduğunu, gerçekten müflis kimsenin kıyamet günü alacaklılarına sevaplarını vererek sevabı tükenen kimse olduğunu, haksız yollarla hüküm veren kimseyi aldatıp başkasının hakkını gasbedenin cehennemlik olduğunu öğreneceğiz. [1]

“... O gün yaratılış gayesi dışında sürdürenler ne bir dost bulacaklar ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.” (Mü’min: 40/18)

“... Yaratılış gayelerine aykırı yaşayanlara hiçbir yardımcı da yoktur.” (Hacc: 22/71)


205. Câbir radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir.”[2]
* Zulmün en güzel tarifı: Yaradılış gayesi dışında yaşamak demektir. Haddi aşmak başkalarının hukukuna tecavüz etmektir. Zulüm kıyamet günü karanlıklarda kalmak demektir. Cimriliğin en şiddetli olanına da şuh denilir ki her işte ve her konumda cimri davranmak demektir. İsra: 17/29 ve 100 ayetlerde bu durum en güzel biçimde açıklanır. İnsanlar cimrileştikçe yeryüzünde fakirle zengin arası açılmış olur bu mesafe çoğaldıkça da zulüm her çeşidiyle toplumlarda görülmeye başlar. Bugünkü toplumlarda olduğu gibi zulme sebeb ve vasıta olmak ta aynen günahtır. Zulüm ve cimrilik dinden sapmanın önde gelen sebeblerindendir.[3]

206. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”[4]
* Bu hadis kıyamet günü hayvanların da mahşer yerine getirileceğine delildir. Tekvir: 81/5 de olduğu gibi yani kıyamet günü her türlü hak, hak sahibine verilecektir. Kendilerine teklif yüklenmeyen hayvanlara böyle adil davranılırsa her hareketinden sorumlu olan insana yapılacak muamelenin ne derece adil olacağı kolayca anlaşılabilir. O gün bu adaleti ve dehşetli manzarayı gören kafirler keşke toprak olsaydık diyecekler. Nebe: 78/40 ayetinde belirtildiği gibi. [5]

207. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem aramızda iken Vedâ haccı’ndan söz ediyorduk, ama Vedâ haccı’nın ne olduğunu bilmiyorduk. Nihayet, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a hamd ve senada bulundu, sonra da deccâldan bahsederek onun hakkında uzunca bilgi verdi. Şunları söyledi:
“Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber, ümmetini deccâl konusunda uyarmıştır. Nuh ve ondan sonraki peygamberler, ümmetlerini bu konuda uyarıp sakındırdılar. Şüphesiz ki o sizin aranızda çıkarsa, onun durumu ve hali size gizli kalmaz. Rabbinizin tek gözü kör olmadığı size gizli kalan, bilmediğiniz bir şey değildir. Deccalin ise, sağ gözü kör olup, sanki salkımından dışarı fırlamış yaş bir üzüm tanesi gibidir. Uyanık olunuz! Allah Teâlâ birbirinizin kanlarını ve mallarını, şu ayınızda bugününüzü haram kıldığı gibi, birbirinize haram kılmıştır. Dikkat ediniz, sizlere tebliğ ettim mi?”
Ashâb–ı kirâm:
– Evet tebliğ ettin, dediler. Peygamberimiz:
–”Allahım! Şahit ol” diye üç defa tekrarladı. Sonra da:
“Size yazık olur, bakınız, sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurup da küffara dönmeyiniz” buyurdular.[6]

208. Âişe radıyallahu anhâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bir karış mikdarı bir yere haksız olarak zulümle sahip olursa, o yerin yedi katı boynuna geçirilir.”[7]
* Bir kimsenin arazisine tecavüz ve malını gasbetmek de en büyük zulümlerdendir. Her zulmün olduğu gibi bunun da kıyamette cezası şiddetlidir. Bugün kırsal kesimlerde çok olarak rastlanan arazi tecavüzleri ve bunun neticesinde ortaya çıkan pek çok kötülük ve kan dökmeleri kırgınlık ve dargınlıkları önlemek için bu işin ahiretteki cezası hatırlatılmış ve ne büyük bir zulüm işlendiği ortaya konulmuştur. [8]

209. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” Sonra şu âyet–i kerîmeyi okudu:
“Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” (Hûd: 11/102)[9]
* Allah kötülüklerinden belki vazgeçerler diye tevbe ederler ve pişmanlık duyarlar diye süre tanır, bazılarının ise cezalarını kıyamete tehir eder. Bunun için bkz. Al-i İmran: 3/178, İbrahim: 14/42, Al-i İmran: 3/196, 197. [10]

210. Muâz radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni (yönetici olarak Yemen’e) gönderdi ve şunları söyledi:
“Sen kitap ehli olan bir topluma gidiyorsun, Onları, Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şahitlik etmeye dâvet et. Eğer onlar, bu dâvete uyup itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine her bir gün ve gecede beş vakit namazı kesin olarak farz kıldığını bildir. Şayet buna da itaat ederlerse, Allah Teâlâ’nın, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere, kendilerine zekâtı mutlak surette farz kıldığını bildir. Buna da itaat edip uydukları takdirde, onların mallarının en gözde ve kıymetli olanlarını almaktan sakın. Mazlumun bedduasını almaktan da son derece çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.”[11]

211. Ebû Humeyd Abdurrahman İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ezd kabilesinden İbni Lütbiyye denilen bir adamı zekât toplamak üzere görevlendirmişti. Bu zât vazifesini yapıp Resûlullah’ın huzuruna gelince:
Şu mallar sizindir, şunlar da bana hediye edilenlerdir, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minberde ayağa kalkdı ve Allah’a hamd ü senâdan sonra şöyle buyurdu:
“Size söyleyeceğime gelince: Allah Teâlâ’nın benim idareme verdiği işlerden birine sizlerden birini görevli tayin ediyorum, sonra da o kişi dönüp geliyor ve bana diyor ki:
Şunlar size ait olanlardır; şunlar da bana hediye edilenler.
Eğer o kişi sözünde doğru ise, babasının veya anasının evinde otursaydı da kendisine hediyesi gelseydi ya! Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz haksız olarak bir şey alırsa, kıyamet gününde o aldığı şeyi yüklenmiş vaziyette Allah’ın huzuruna çıkar. Ben sizden herhangi birinizin, Allah’ın huzuruna böğüren bir deve veya bir inek yahut da meleyen bir koyun yüklenmiş vaziyette mi çıkacağınızı kesinlikle bilemem.”
Sonra Resûlullah koltuklarının altının beyazı görülecek kadar ellerini yukarıya kaldırıp:
“Allahım! Tebliğ ettim mi?” buyurdu.[12]
* Devlet işiyle uğraşanların aldıkları hediyeler de rüşvettir. Adı hediye olsa bile caiz değildir. Rasulullah bu gerçeği ashabına duyurmuş ve sonunda da tebliğ ettim mi diyerek dikkatleri çekmiştir. Yani devlet memurlarının işlerini yaparken alacakları her şey haramdır, ganimetten mal çalmak gibi günahtır. [13]

212. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir. ) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”[14]
* Müslümanın her türlü zulüm ve haksızlıktan uzak durması gerekir. Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse haksızlık ettiği kimselerle bu dünyada helallaşıp hesaplaşmalıdır. Çünkü kıyametteki hesaplaşma sevapların alınması veya günahların karşı tarafa yüklenmesi şeklinde olacaktır. İlahi adalet gereği kıyamette böyle yapılacaktır. [15]

213. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.”[16]
* İnsanoğlunun en çok kullandığı el ve dil ve bunlarla yapılan zararlar ve kötülüklerden uzak durulması emredilen hadisimiz gerçek mümin olma özelliğini bize kazandırmayı hedefliyor. Gerçek fazilet kötülüklerden uzak durmaktır.
* Muhacir ise önce günah ve suçlardan uzak durup müslümanca yaşıyamıyacağı bölgeden yaşayabileceği yere göç etmektir. Kişi hayatı boyunca günah ve kötülüklerden uzak durmak durumundadır. Gerekirse vatanını da terkedecektir. [17]

214. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhüma şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde bazı yükleme hizmetlerini gören ve kendisine Kirkire denilen bir adam vardı. Adam öldü. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“O cehennemdedir” buyurdu.
Sahâbe gelip adamın evindeki eşyalarına baktılar; ganimet malından çaldığı bir abâ buldular.[18]
* Rasulullah (s.a.v.) efendimize Kur’an dışında da vahiy gelmiştir. Bu gaybe dair haberi ile bu kimsenin paylaşılmadan önce ganimet malından bir şey çalması ve bu büyük günahtan dolayı da cehennemlik olması bildiriliyor. Ganimet, İslam devletinin geneline ait bir maldır. Bu genel mala ihanet ve onu çalmak büyük günahlardan olup cezası cehennemdir. [19]

215. Ebû Bekre Nüfey’ İbni Hâris radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekliyle dönmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram olan aydır. Üçü birbiri ardınca gelen, zilkade, zilhicce ve muharremdir. Biri ise cemaziyelâhir ile şâbân arasında bulunan ve Mudar kabilesinin daha çok değer verdiği receb ayıdır. ” Peygamberimiz:
– “Bu hangi aydır?” diye sordu. Biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber sustu. O kadar ki, biz aya başka bir ad vereceğini zannettik.
–”Bu ay zilhicce değil mi?” dedi, biz:
– Evet, dedik.
– “Bu hangi beldedir?” diye sordu, biz:
– Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir süre sustu. Biz, bu şehre başka bir ad vereceğini zannettik:
– “Burası Belde–i Haram (Mekke) değil mi?” dedi, biz:
– Evet, dedik.
– “Bu hangi gün?” diye sordu, biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bir müddet sustu. Öyle ki biz o güne başka bir ad vereceğini zannettik.
– “Bugün kurban günü değil mi?” dedi, biz:
– Evet, diye cevap verdik. Sonra Resulullah sözlerine şöyle devam etti:
“Şüphesiz ki, sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, şeref ve haysiyetiniz, şu gününüzün, şu beldenizin ve şu ayınızın haram olduğu gibi, birbirinize haram kılınmıştır. Rabbinize kavuşacaksınız ve o size amellerinizi soracak. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurarak kâfirlere dönmeyiniz. Dikkat ediniz! Burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsın. Umulur ki, sözlerim kendilerine ulaştırılan bazı kimseler, sözümü işiten bazı kimselerden daha iyi anlayıp koruyabilirler.” Hz. Peygamber, sonra:
– “Dikkat edin, tebliğ ettim mi?” diye sordu, biz:
– Evet, diye cevap verdik. Resûl–i Ekrem:
– “Allahım! Şahit ol” buyurdular.[20]
* Veda haccındaki son hutbede cahiliye döneminin her türlü inanç ve amelleri İslamla ortadan kaldırılmıştır. Birbirinin boynunu vurmak kafir adeti olup müslüman müslümana silah çekemez öldüremez. İslamı tebliğ etmek her müslümanın başta gelen vazifelerindendir. Rasulullah dikkatleri çekmek için veya konunun önemini bildirmek için Tebliğ ettim mi sorusunu sorar ve Allah’ı da şahid tutardı. Bu hutbede de önemli konular anlatılıp aynı şekilde sorulmuştur. [21]

216. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe el–Hârisî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yemin ederek bir müslümanın hakkını alan kimseye, Allah cehennemi vâcip kılar, cenneti de haram eder.”
Bir adam dedi ki:
– Ya Resûlallah! Şayet o küçük ve değersiz bir şey ise?
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Misvak ağacından bir dal bile olsa böyledir” buyurdu.[22]

217. Adî İbni Amîre radıyallahu anh şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in şöyle buyurduğunu duydum:
“Mal tahsili için memur tayin ettiğimiz bir kimse, bizden bir iğneyi veya ondan daha küçük bir şeyi gizlese, bu hıyanet olur ve o şeyi kıyamet günü getirir.”
Bunun üzerine ensardan siyah tenli bir adam ayağa kalktı, –ben sanki onu görüyor gibiyim–:
– Ya Resûlallah! Benden görevlendirmeni geri al, dedi.
Peygamberimiz:
– “Sana ne oldu?” buyurdu. Adam:
– Senin söylediklerini işittim, dedi. Peygamber efendimiz:
– “Ben o sözü şimdi de söylüyorum: Sizden kimi mâlî bir göreve tayin edersek, o malın azını da çoğunu da getirsin. O maldan kendisine verileni alır, yasaklanandan ise vazgeçer.”[23]
* İslami devlette görev almaya düşkün olmamak, ancak vazife verilmişse bunu dürüst biçimde yerine getirmek İslamın önemli kurallarındandır. İslami devlette görevli memur ve işçi ücreti ve maaşı dışında bir şey alma hakkına sahip değildir. [24]

218. Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
Hayber Gazvesi günü idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bir grup geldi ve:
– Falanca şehittir, falanca da şehittir, dediler.
Sonra bir adamın yanından geçtiler:
– Falanca kimse de şehittir, dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayır, ben onu, ganimetten çaldığı bir hırka –veya bir abâ– içinde cehennemde gördüm” buyurdu.[25]
* Ashabın savaşlardaki şehidleri haber vermelerinin sebebi imrenme duygusundandır. Çünkü Ashab Bakara: 2/154 ayetini çok iyi biliyorlar ve o ölümsüzlerden olmayı istiyorlardı. Amme malı ve kul hakkı dışındaki tüm günahlara keffaret olan şehitliğin ne kadar yüce bir makam olduğu bildirilmiştir. [26]

219. Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın arasında ayağa kalkarak, onlara, Allah yolunda cihadın ve Allah’a imanın amellerin en üstünü olduğundan bahsetti. Ashâbdan bir kişi ayağa kalkarak:
– Ya Resûlallah! Eğer ben Allah yolunda öldürülürsem, bu şehitlik benim günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz? diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet, eğer sabrederek, karşılığını sadece Allah’tan umarak, cepheden kaçmaksızın Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur” buyurdu.
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Nasıl demiştin?” diye sordu. Adam:
– Eğer ben Allah yolunda öldürülürsem, bu şehitlik benim günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz? demiştim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Evet, eğer sen sabrederek, ecrini sadece Allah’tan bekleyerek ve cepheden kaçmaksızın, Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” buyurdu.[27]

220. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb:
– Bizim aramızda müflis, parası va malı olmayan kimsedir, dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnâd ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular.[28]
* Gerçek iflas eden dünyada malı, mülkü, serveti, makamı, atı, arabayı kaybeden kimse değildir. Çünkü bu iflas ölümle bitebilir veya tekrar zengin olmakla telafi edilebilir, ama gerçek müflis hadiste bildirilen kimsedir. Çünkü orada o kimse tamamen mahvolmuş ahirete götürdüğü sevap, hayır ve hasenattan hiç bir şeyi kalmamıştır. Çünkü hepsi alacaklıları olan kimselere verilip yetişmeyen yerde de o kimsenin günahları buna yükletilmiştir ki işte gerçek iflas da budur. Allah İslam ümmetini böyle olmaktan muhafaza buyursun, Amin!... [29]

221. Ümmü Seleme radıyallau anhâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben sadece bir beşerim. Sizler bana yargılanmak üzere geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte diğerinizden daha becerikli ve daha üstün anlatımlı olabilir. Ben de dinlediğime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir parça ayırmış olurum.”[30]
* Gerçekten de peygamberimiz bizim gibi bir insandır. İbrahim: 14/11, Kehf: 18/110, Fussılet: 41/6. Her insan gibi peygamberimiz de Allah bildirmedikçe gaybı ve olayların arka planını bilemez ve böylelikle de başkaları gibi görünürdeki hale göre hükmetmesi gerekmektedir. Bunun için şahidlerin ifadesi belgeler, deliller ve yemin gibi esaslara dayanarak hüküm vermekle mükellef kılınmıştır. Peygamberimiz din olarak bir şeyde yanılırsa bu hemen Allah tarafından düzeltilir ve hata üzere bırakılmaz. (Abese: 80/1, En’am: 6/52, Hud: 11/29, Şuara: 26/114’de olduğu gibi) (Ebu Davud Akdiye 7)’de geçen bir hadiste: “Ben bana vahiy indirilmeyen konularda aranızda kendi görüşümle hükmederim.” Peygamberimiz peygamberliği tebliğde haramları işlememekte ve günaha düşmeme de masumdur. Allah tarafından korunmuştur, böyle bir hataya düşerse anında hatası düzeltilir. Ama vahiy nazil olmayan konularda görünüşe göre ve şeriatın gösterdiği kaide ve kurallara göre hüküm verilir. Bu hüküm zahire göre verilmiş uygun ve adil bir hükümdür. Kişi ve şahitler yalan söylemiş, yalan yere yemin etmişler ve sahte belgeler kullanmışlarsa, hüküm veren peygamber bile olsa verdiği hükümde hata etmiştir, denilemez. Böylece haksız yollardan biriyle başkasının hakkını yiyen kimse cehennemi hak eder. [31]

222. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Haram kan dökmediği müddetçe mü’min, Allah’ın rahmetini ummaya devam eder.”[32]
* Nisa: 4/93 ayetinde belirtildiği gibi haksız yere cana kıymak büyük günahlardan olup bu günahı işleyenin yeri cehennemdir. Ama yine de Zümer: 39/53 ve Hıcr: 15/56’da beyan edildiğine göre dinimizde Allah’tan ümid kesme yasaklanmış olup tevbe kapısının daima açık olduğu bildirilmiştir. (13 ve 24 hadisler arasına bilhassa 20 numaralı hadise bakınız. [33]

223. Hamza’nın eşi Havle Binti Sâmir el–Ensârîye radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in şöyle buyurduğunu işittim:
“Şüphesiz ki, haksız olarak Allah’ın malını kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.”[34]
* İslam devletinin hazinesinden veya ganimet mallarından zekat, haraç, cizye gibi gelirlerden haksız yere hangi yollarla olursa olsun elde edilen ve yenilen tüm mallar haramdır, cezası da cehennemdir. Çünkü bunlar kamu malları olup bunlarda toplumun her ferdinin hakkı vardır, dolayısıyle bunlar kul hakkıdır, cezası ise cehennemdir. [35]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 87
[2] Müslim, Birr 56.
İleride 563’te tekrar gelecektir.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 87
[4] Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[6] Buhârî, Meğâzî 77. Bir bölümü için bk. Müslim, Îmân 274, Fiten 100.
Benzeri uzunca 215 ve 698’de gelecektir. Deccalle alakalı 1810-1821 arası hadisler okunmalıdır.
[7] Buhârî, Mezâlim 13, Bed’ül–halk 2; Müslim, Müsâkât 139–142. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 21.
1507’de tekrar gelecektir.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[9] Buhârî, Tefsîru sûre (11); Müslim, Birr 61. Ayrıca bk. Tirmizî Tefsîru sûre (11); İbni Mâce, Fiten 22.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[11] Buhârî, Zekât 41, 63, Meğâzî 60, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29, 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Tirmizî, Zekât 6; Nesâî, Zekât 46; İbni Mâce, Zekât 1.
1077’de tekrar gelecektir.
[12] Buhârî, Hiyel 15, Zekât 3, Hibe 17, Cihâd 189, Eymân 3, Ahkâm 24; Müslim, İmâre 26–27. Ayrıca bk. Ebû Davûd, İmâre 11; Nesâî, Zekât 6.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[14] Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[16] Buhârî, Îmân 4–5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64–65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11.
1567’de tekrar gelecektir.
[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[18] Buhârî, Cihâd 190. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 34.
[19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 90
[20] Buhârî, Hac 132; Müslim, Kasâme 29.
Kısa şekliyle 207’de geçmişti. 698’de daha kısa olarak tekrar gelecektir.
[21] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 90
[22] Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât 30; İbni Mâce, Ahkâm 8.
1715’de tekrar gelecek açıklama orada verilecektir.
[23] Müslim, İmâre 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 5.
[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 91
[25] Müslim, Îmân 182. Ayrıca bk. Dârimî, Siyer 48.
[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 91
[27] Müslim, İmâre 117.
1314’de tekrar gelecek gerekli açıklama orada verilecektir.
[28] Müslim, Birr 59. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.
[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[30] Buhârî, Şehâdât 27, Hıyel 10, Ahkâm 20; Müslim, Akdiye 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 7, Edeb 87; Tirmizî, Ahkâm, 11, 18; Nesâî, Kudât 12, 33; İbni Mâce, Ahkâm 5.
Dava halledilmesine dair 1829’da bir benzeri gelecektir.
[31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[32] Buhârî, Diyât 1.
[33] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[34] Buhârî, Hums 7.
[35] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 21.01.09, 09:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Müslümanların Haklarına Saygı Göstermek

Bu bölümdeki dört ayet ve onsekiz hadis-i şeriften, Allah’ın haram kıldığı şeylere saygıda bulunmanın hayırlı bir iş olduğunu, kim de Allah’ın dininin sembollerine saygı gösterirse bunun dindarlık alameti olduğunu, mü’minlere şefkat kanatları germenin gerekliliğini, bir cana kıyıp öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi günah kazanacağını aksini yapanların da bütün insanları yaşatmış gibi olacağını, birinin rahatsızlığını hepsinin hissetme durumunda olduğunu, üzerinde ve vasıtasında insanlara zarar verici eşyalarla dolaşmanın yasak oluşunu, merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceğini, kalbden merhamet duygusu alınmışsa o kimseye kimsenin bir şey yapamayacağını, insanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah’ın da merhamet etmeyeceğini, insanların hastalık ve ihtiyarlık durumlarına göre ibadetin bile hafif tutulacağını, Rasulullah’ın farz kılınır korkusuyla bazı ibadetleri yapmaktan vazgeçtiğini, ibadetle kişinin kendisine eziyet etmemesi gerektiğini, sorguya çekilenin mutlaka cezalandırılacağını, kim bu dünyada bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah’ın da ahirette o kimsenin bir sıkıntısını gidereceğini, bir kimseye günah olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesinin yeteceğini, haset etmemek müşteri kızıştırmak bir kardeşinin satışı üzerine satış yapmamak, kardeşimizi hakir görüp yardımı kesmemek gerektiğini, kendimiz için arzu ettiğimiz bir şeyi Müslüman kardeşimiz için de arzu etmemiz gerektiğini din kardeşimiz zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım etmemiz gerektiğini, müslümanın müslüman kardeşi üzerindeki haklara riayet etmesi gerektiğini, Rasulullah (s.a.v.)’in yasakladığı bazı şeylerin yapılmaması gerektiğini öğreneceğiz. [1]


“... Her kim Allah’ın mukaddes emirlerine saygı gösterirse bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir.” (Hacc: 22/30)

“İşte bu akılda tutulmalıdır. Kim Allah’ın ibadet için koyduğu alamet sembol ve simgelere uyup saygı gösterirse şüphe yok ki bu inananların kalblerinde bulunan Allah’a karşı duydukları sorumluluk bilincindedir.” (Hacc: 22/32)

“... Mü’minlere kol kanat ger, onları koru.” (Hicr: 15/88)

“... Kim bir kişiyi, daha evvel öldürülen bir kişi karşılığında veya yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarma suçundan ayrı olarak haksızca öldürülürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide: 5/32)



224. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.[2]
* Mü’minler maddi ve manevi her yönden birbirleriyle yardımlaşmaları gerekir ki benzetilen sağlam bina gibi olsunlar. Ferd olarak İslamı yaşamak çok zordur. Ferdler dışarıdan gelen baskılara karşı koyamazlar bu sebeple birlik ve beraberlik içinde olmalı ve İslam cemaat olarak yaşanmalıdır. [3]

225. Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yanında ok varken mescidlerimize veya çarşı–pazarımıza uğrayan kimse, müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi için, okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.”[4]
* Bugün uzun geniş ve havaleli yük yüklenmiş araçlarla trafiği aksatmak veya telefon ve elektrik tellerini koparmak veya ağır giden araçlar veya biçer ve traktör gibi vasıtalarla umuma ait yerleri engellememek de gerekmektedir. [5]

226. Numân İbni Beşir radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[6]

* Tüm ateşli hastalıklar ve şiddetli ağrı ve sancılardan nasıl vücud rahatsız olursa müslümanlar da birbirlerinin rahatsızlıklarından aynen rahatsız olmalı ve o hastalığın tedavisi için gayret etmelidirler. [7]

227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radıyallahu anh’in oğlu Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra İbni Hâbis de Peygamberimiz’in yanında bulunuyordu. Akra:
Benim on tane çocuğum var, onlardan hiç birini öpmedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona hayretle bakıp:
“Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz” buyurdular.[8]

228. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna geldiler ve:
– Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Peygamberimiz:
– “Evet” buyurdu. Onlar:
– Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah sizin kalblerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu.[9]
* Allah’ın vermediği bir şeyi kulların vermesi söz konusu değildir. Merhamet Allah’ın seçkin kullarına verdiği bir fazilettir.[10]

229. Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.”[11]

230. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.”[12]
* Hayatın her bölümünde olduğu cemaatle yapılan ibadetlerde bile görevli imamlara bu talimat verilerek en zayıf olanlara uyulması gereği sistemleştirilmiştir. Tek başına kılınan namazda kişi serbesttir. İstediği kadar uzatabilir.[13]

231. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir işi yapmayı çok istediği halde, onu ahali de yapmaya kalkar da üzerlerine farz kılınır diye korktuğu için, yapmaktan vazgeçerdi.[14]

* Ümmetine ve ashabına merhametten dolayı nafile ibadetlerin bazısını terkederdi çünkü dinde aslolan kolaylaştırmaktır, zorlaştırma değil. [15]

232. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerine acıdığı için, sahâbenin iftar etmeksizin peşpeşe oruç tutmalarını yasakladı. Onlar:
– Fakat sen bunu yapıyorsun, dediklerinde:
– “Ben sizin durumunuzda değilim. Ben, Rabbim beni yedirmiş ve içirmiş vaziyette geceliyorum” buyurdular.[16]

233. Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben, uzatmayı arzu ederek, namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir, onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için, namazı kısa keserim.”[17]
* Tavsiyesiyle örnek olan yüksek şahsiyet örneği peygamberimiz burada da bizzat tatbikatıyla bize örnek oluyor. Bilhassa memurların bulunduğu cami imamları ve otogar ve istasyonlardaki camilerde namaz kıldıran kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken bir husustur. [18]

234. Cündüb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himâyesindedir. Allah, bizzat himâyesinde olan bir konuda sizi sorguya çekmesin. Allah, himâyesindeki bir konudan sorguya çektiği kimseyi cezalandırır, sonra da onu yüzüstü cehenneme atar.”[19]

235. Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[20]

236. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”[21]

237. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. –Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki– Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka müslümana haramdır.”[22]

238. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz. ”[23]

239. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.”
Bir adam:
– Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz:
– “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.[24]
* En büyük zulüm yani yaradılış gayesi dışında yaşamak şirktir. (Lokman: 31/13) öyle olunca tüm insanların kafir, müşrik, münafık olan kimselerin içinde bulundukları durumlardan kurtarılmaları, onlara yardım etmek demektir. [25]

240. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana “yerhamukellah” demek.”[26]
Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.”[27]

241. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı. Bize şunları emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak, aksırana “yerhamükellah” demek, yeminini bozmayıp yemin üzere devam etmek, zulme uğrayana yardım etmek, dâvet edenin dâvetine katılmak, selâmı yaygınlaştırmak. Resûlullah bize şunları da yasakladı: Altın yüzükler veya yüzük takmak, gümüş kaptan su içmek, ipek minder kullanmak, ipekten yapılmış elbise giymek, ince ipek giymek, kalın ipek giymek, hâlis ipek kumaştan elbise giymek.[28]

Müslim’in bir rivâyetinde: Yitiği ilân etmek, ilk yedi şey arasında sayılmıştır.[29]

* Tüm Riyazüs-salihin ve Buhari nüshalarında yasakladıkları şeyler beş olarak sayılmış (Müslim Libas 4)’de geçen birkaç hadisi şerife göre bu iki maddeye 6- Sarı boyalı şeyler giymek, 7- Ruku ve secdede Kur’an okumayı ilave edebiliriz. Altın zinet eşyası erkeklere ve altın, gümüş kaplardan yemek içmek bu dünyada tüm müslümanlara haram kılınmıştır. Çünkü onlar bu dünyada kafirlerin ahirette ise sadece müslümanlara ait olacaktır. Fakat bu dünyada bazı uzuvların tamir ve kaplamasında altının kullanılmasında bir mahzur olmadığı da yine hadis-i şeriflerle belirtilmiştir. [30]


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 93
[2] Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[4] Buhârî, Salât 66, Fiten 7; Müslim, Birr 120–124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 65; Nesâî, Mesâcid 26; İbn Mâce, Edeb 51.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[6] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[8] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12.
229’da bir benzeri geçecek ve 893’de tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[9] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 164. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 3.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[11] Buhârî, Edeb 18, Tevhîd 2; Müslim, Fezâil 66. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 16, Zühd 48.
227’de benzeri geçti, bir benzeri de 893’de gelecektir.
[12] Buhârî, İlim 28, Ezân 62; Müslim, Salât 183–186. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 61; Nesâî, İmâmet 35; İbni Mâce, İkâme 48, 49.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[14] Buhârî, Teheccüd 5; Müslim, Müsâfirîn 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘ 12.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[16] Buhârî, Savm 20, 48; Müslim, Sıyâm 55, 61.
1767’de tekrar gelecektir ve gerekli açıklama orada verilecektir.
[17] Buhârî, Ezân 61, 163. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49.
Bazan namazı uzatmayla alakalı 700 nolu hadise bakınız.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[19] Müslim, Mesâcid 262. Ayrıca bk, Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbn Mâce, Fiten 6.
390 ve 1049’da tekrar gelecek ve gerekli açıklama 390’da verilecektir.
[20] Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.
246’da tekrar gelecektir.
[21] Tirmizî, Birr 18.
1576’da daha kısa olarak benzeri gelecek.
[22] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5 (Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)
[23] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tİrmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9.
185’de geçti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[24] Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68.
[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 96
[26] Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4. Ayrıca bk. İbn Mâce, Cenâiz 1.
895’de tekrar gelecektir.
[27] Müslim, Selâm 5.
[28] Buhârî, Cenâiz 2, Mezâlim 5, Nikâh 71, Eşribe 28; Müslim, Libâs 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 45; Nesâî, Cenâiz 53.
[29] Müslim, Libâs 4.
[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 97

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 09:16 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Müslümanların Ayıplarını Örtmek

“Müminler arasında kötü şeylerin yayılmasından hoşlananlara bu dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap vardır.” (Nur: 24/19)

242. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.”[1]

243. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü halde, sabahleyin kalkıp:
“Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım”, demesi, açık günahlardandır. Oysa o kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.”[2]

244. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir câriye zina eder ve zina yaptığı da kesinleşirse, sahibi ona had cezası uygulasın. Fakat suçunu başına kakmasın. Sonra ikinci defa zina yaparsa, aynı şekilde had uygulasın, ama yine de suçunu yüzüne vurup kötü sözlerle kınamasın. Sonra bu câriye üçüncü defa zina ederse, artık efendisi onu kıldan bir ip bedeline bile olsa satsın.”[3]

245. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna şarap içmiş bir adam getirdiler. Peygamber Efendimiz:
“Ona had vurunuz” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:
Bizden eliyle vuran, ayakkabısıyla vuran ve elbisesiyle vuranlar oldu. Had icra edildikten sonra adam ayrılıp gidince, ashâbdan biri:
– Allah seni kahretsin, rezil etsin, dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Böyle demeyiniz, onun aleyhine şeytana yardım etmeyiniz” buyurdular.[4]


[1] Müslim, Birr 72. Ayrıca bk. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.
[2] Buhârî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52.
[3] Buhârî, Itk 17, Hudûd 35, 36 Büyû’ 66, 110; Müslim, Hudûd 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 32; Tirmizî, Hudûd 8; İbn Mâce, Hudûd 14.
[4] Buhârî, Hudûd 4, 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 35.
1564’de tekrar gelecek, gerekli açıklama 1565’de verilecektir.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Riyazus-Salihîn'den... "İşaretince Amel Edile"...
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 09:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Müslümanların İhtiyaçlarını Karşılamak

“... Ey mü’minler hayır işler işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hacc: 22/77)

246. Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.”[1]

247. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekinet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar. Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.”[2]

* Giderilecek olan sıkıntı ve nefes aldırma dar ve zor durumda olana yardım meselesi İslamca sıkıntı ve darlık olarak kabul edilen şeylerden olmalıdır. Ayet ve hadislerle meşru olarak kabul edilen şeylerden dolayı kişi zor duruma düşerse ve sıkıntıya uğrarsa ona yardım edilebilir. İslamın tasvib etmediği bir şeyden dolayı kişi sıkıntıya düşerse ona yardım edilmesi gerekmez. Belki de yardım eden de aynı günaha iştirak edip cehennemliklerden olabilir. Ölçümüz Kur’an ve hadis olmalı, bu iki ölçünün kabul etmediği hususları yaparak darlığa düşenlere yardım etmemeliyiz. [3]

[1] Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayırca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbn Mâce, Mukaddime 17.
235’de geçmişti.
[2] Müslim, Zikr 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 17.
Kısa bir şekli 1023 ve 1382’de tekrar gelecektir.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 98

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 84 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6 ... 9  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye