Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mektubat-ı Haznevi (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 28.02.11, 12:03 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Mektubat-ı Haznevi (k.s.)

Son asrın Halidî meşayıhından Hz. Şeyh Şeyh Ahmed el-Haznevi (K.S.) tarafından müridlere yazılmış mektuplar...

http://daruledep.blogspot.com/2010/04/h ... vi-ks.html


En son halidi tarafından 28.02.11, 12:08 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mektubat-ı Haznevi (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 28.02.11, 12:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Birinci Mektup

Bazı vâkıaların, yüce manevi makamlara manevi seyri ile ona terettüb eden nübüvvetin, peygamberlik makamının kemâlâtı, kul cüz’i ihtiyari olduğu, kazâ ve kader hakkındaki son tetkik, bu konuda akâid imamlarına ( Rahimehümullah) tâklid etmemiz ( uymamız) lazım olduğu ve bu konu ile ilgili beyana ait validinin ( Kuddise sirruh) halifesi ve katibi Bitlisli Molla Mustafa’ya yazılmıştır.

Alıntı:
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başlarım.

Bütün hamdler, yaptığı işlerden sorumlu olmayan Allah’a mahsustur. Salâtü selâm, bütün âlemlere rahmet için Peygamber olarak gönderilen efendimiz Muhammed’in,, din temellerini teyid eden âl ve ashabının üzerine olsun.

Besmele hamd, salatü selamdan sonra, bu mektûb, alem kutbu kaymakamının (radıyallahü anhüma) perverdesinden (ilim ve amelce nezdinde terbiye görmüş kimseden) doğruluk ve temiz kalb sahibi Seyda’nın ( Kuddise sirruh) sır ve ahfa* manevi makamlarının katibi olan efendimiz Molla Mustafa’yadır. Allah, onu habibi Muhammed El-Mustafa’nın ( ona, al ve ashabına salatü selam olsun!) Yüzüsuyu hürmetleri için, temenni ve dileklerine kavuştursun.

Cevahir ve kıymetli incilerle dolu, ondan muhabbet kokusu duyulan ve ondan iltifat ışığı parlayan şerefli mektubunuz, bu hakir kimseye ulaştı. Dolaysıyla gayet sevindi. Çünkü hatırınıza onun gibi kimsenin gelmesi, muhabbetle ona bir iltifatınız, kendisi için büyük ni’metlerdendir. Velilerin hatırlarına gelmekten daha kıymetli ve âlâ ne gibi bir şey vardır’ Hatta bazı kimseler, bir şiirde:
‘ Benden çirkin sözlerle bahsetmen, eğer beni kötülese de, hatırına geldiğimden dolayı gerçekten beni sevindirmektedir.’
Denildiği üzere, velilerden kendisi hakkında sadır olan sövme ve gıybetlerinden dolayı iftihar etmiştir.

Şüphesiz mektubunuzda zikir edilen konuların izahından, perverdenin kabiliyeti olmayan şeyleri sordunuz. Taşımasına takâtı olmadığı yükleri üzerine yüklediniz. Onların beyanından, birçok merhale uzak olan mes’elelerin cevabını kendisinden istediniz. Bu teklifiniz, ona karşı şiddetli sevginizden olduğunu zan eder; ki onu bu gibi nadir mes’elelere ikaz ettiniz. Ey kardeşim! Kendisi, bu mes’elelerin beyanından uzaktır. Lakin emriniz mucibince, izahları hakkında, aklına geleni söyleyecektir. Şayet mahalli kabule geçerse, son emelidir. Yoksa, ifrat eylediği beyanı için, onu uyarınız.

Perverde, üstad-ı a’zam ( Şeyh Abdurrahman) ile şeyh-i Ekber’den ( Şeyh Fethullah’dan) ( Radıyallahü anhüma) istimdad etmekle, mes’elelerin tahkik yuları kudretinin elinde bulunan, yüce Allah’tan tevfik dileyerek sorduğunuz suallerin cevabına başlar, der ki: Mektûbda yazdığımız üzere, venabınıza tecelli eden göğe yükselip birbiri ardınca toprak unsurunuzun manevi makamlara doğru, seyrine alamettir. Zira Nakşibendi tarikatın sadatın ( uluların) ( Radıyallahü anhüm) nezdinde sabit olduğuna ve te’lif ettikleri kitablarda beyan ettiklerine, bilhassa İmam-ı Rabbani ( Radıyallahü anh) da kendi kitabında beyan eylediğine göre, tasavvuftaki yüksek makamlara, manevi seyr, alem-i emirden (kün fe yekünden) alemül halka ( kainata) gelen beş letaifte münhasır olmayıp, ancak latifelerin manevi seyrleri, tamam olup, makamlarına vasıl olduktan sonra, sıra unsurların seyrine gelir. Vilayet makamının kemalatı, letaifin seyrine terettüp eder. Veliliğin kemalatı, ilahi aşktan gelen tedrici bir şuursuzluk, nübüvvetin kemalatı ise, o aşkın şuursuzluğundan tedricen bir ayrılma haletidir. Allah, size ve perverdeye ulvi makamların manevi seyrini hasıl eylesin.

Vakıada, ulvi makamdan, yükseldiğiniz yere dönmeniz, yükseldiğiniz manevi makamdan dönmeye ve ayrılmaya kabiliyetiniz olduğuna işarettir. Öyle ise, o kabiliyetin zahir olabilmesi için tâat ve ibadete çok çalışmanız gerekir.

Vakıada, karnınızın büyüyüp, onun katiplerle dolu bir çarşı olduğunu ve bazıları mushaf şerhi ve bazıları da evliyaların eserlerini yazdıklarını gördüğünüzü demişsiniz. Bu haletiniz geçmiş zamanda, üstad-ı a’zamın başkalarına, size yazdırmış olduğu mektubların ve size yazdırıp da bitirmesine Allah’ın iradesi olmadığı ve onu tamamlamasına yakınıp çok heves ettiğinizdendir. Demek ki bu vakıa, mezkur haletlere tam bir bağlılığınız ve size katib ismi verilmesine bir alamettir. Hem de mezkur vakıada, mushafların yazıldığından anlaşıldığını göre, şeriatle amelin terk edilmemesine, hatta Kur’an’ın nisbeti hasıl olduğuna ve evliyanın eserlerinin yazılmasından da anlaşıldığı üzere, evliyanın izlerinin takip edilmesine işarettir. Yine onda, geçmiş zamanda işlediğiniz iyi ameller unutulmayıp terk edilmesine, hatta onlara çalışmak için günden güne hasretinizin artmasına işaret vardır.

Mektubda, bazı vakitlerde kul işlediği fiilde hiçbir cüz’î ihtiyari yes olmadığı belki hakiki faili,ancak Allahü teala olduğu, Kur’an Peygamberler ile hasımlarının arasında vaki olan mücadeleden haber vermiş olduğu, halbuki o Allah’ın ezeli kelamı olduğundan dolayı, haber verdiği olayların mutlaka vaki olacağı düşüncesi aklıma gelir diye sormuşsunuz. Hatta, müktulü ve eceli ile öleni öldüren ancak Allahü teala olduğu cihetle bu fiiller nasıl kula isnad edilip de dolaysıyla kul onlara karşı ya mükafatlanır veya cezalandırılır demişsiniz.

Sözünüzün hülasası: bütün vaki olan şeyler, hadiseler, Allahü tealanın kaza ve kaderiyle olup husûlünde kulların hiçbir muhtariyet hakkı olmadığını düşünüyorsunuz. Bu benim için geçici bir halet olmayıp daimi olduğunu da demişsiniz. Burada mektubda dediğiniz şeylerinin hülasası sona erdi.
Ey doğru ve şefkatli, bu geniş olarak izah edilmesi iktiza eder. Şâfii, Hanefi mezhebine mensub alimler ile diğer bütün taifelerin alimleri teker teker bu konudan konuşmuş, hatta bu konu bazı alimlerin helakine, diğer bazılarının kurtuluşuna sebeb olmuştur. Sadi El-Teftezani, Akaid ilmindeki Ömer El-Nesefi kitabının ‘ Kulların ihtiyari fiilleri olup fiilleri tâat ise, sevablanır, masiyet ( günah) ise ona karşı ikablandırılırlar ( cezalandırılırlar)’ metninin şerhinde, demiş ki, Cebriye taifesinin kul için asla fiil olmayıp ondan sadır olan hareketi, cansız mahlukattan sadır olan hareket gibi gayri ihtiyari olarak, onda hiçbir kudreti ve müdahalesi yoktur, dedikleri gibi değildir. bu davaları batıldır. Çünkü insanın iradesi ile kendisinden vaki olan hareketi, irade ve hareketi dışında kendisinden vaki olan hareketi, biribirine mugayır olduklarını, açıkça fark ederiz. Ki birincisi, kulun ihtiyariyesiyle, ikincisi ise, kendisinden gayri ihtiyari olarak, vaki olduğunu anlarız. Teftezani daha sonra demiş ki: ‘ Eğer, Allahü tealanın ilmi, genel olduğu kabul edildikten sonra, yani kendisi ezelden, halkın başına gelecek hadiselerini ve işleyecekleri fiillerini, bildiğine göre, kul, yapacağı fiilinde, mecburiyeti hasıl olması lazımdır. Çünkü ya ezelden Allah’ın ilmi, o fiilin olmasına taalluk etmiştir ki, vücuda gelmesi vacib olur. Veya vaki olmamasına taalluk etmiştir ki, vaki olması mümtenidir. Yani ilmi taalluk etmiş bir şey, ilmine muhalif olsa, cehaletle muttasıf olması lazım gelir. Halbuki yüce Allah, cehaletten münezzehtir. Vacib olan mümteni olan vasıflarla birlikte, kulu için, hiçbir ihtiyari ivasfı yoktur.’ Denilse, bu suale cevaben deriz ki: Allahü teala, ezelden kul ilerde kendi ihtiyarıyla ( arzusuyla) fiili işleyip işlemiyeceğini bilir. Öyle ise bunda itiraz yoktur. Şayet durum böyle ise, kulun işlediği ihtiyari fiili, ya vacib veya mümteni olur. Bu ise ihtiyarilik vasfına aykırıdır denilse, bu suale cevab olarak Hayali ( akaid ilmindeki, Sadi Teftezani’nin mezkur şerhi olan kitabın haşiyesinde), demiş ki: Şüphesiz denilen bu itiraz da diğerleri gibi men edilmiştir. Çünkü ilim malum olan bir şey’e tabidir. Yani mutabakatta asıl malum ( bilinen şey) olup ilim ise, onun bir gölgesi ve hikayesidir. Öyle ise, kulun fiili vacib olmasına, ondan kudret ve serbestliği selb etmesi için ilahi ilminin hiçbir müdahalesi yoktur. Burada Hayali ile, haşiyesi Abdülhakim’den nakl edilen ibareler sona erdi. Zira , kulun kendi ihtiyarıyla işlediği, fiilin vacib olması, onda ihtiyari vasfının muhakkıkidir, muhalifi değildir. Yine mezkur mukaddimedeki itiraz, Bar-i tealanın yaptığı fiilleriyle de, iptal olunur. Çünkü Allah’ın ezeli, ilim ve iradesi, işlediği fiillere de, taalluk eder. Öyle ise, yapacağı fiillerin işlemesi üzerinde vacib olması lazım gelir. İmam-ı Rabbani ( Kuddise sirruh) bu konuyu daha tamam bir beyanla izah ederek buyurmuşlar ki: ‘ Kaza ve kader, kuldan cüz’i ihtiyariyi selbetmez. Çünkü Allahü teala, kul, kendi cüz’i ihtiyariyesiyle o işi, yapacağına veya yapmayacağına hüküm etmiştir. Hülasa Allah’ın kazası ( hükmü), kulda ihtiyari vasfı mevcud olduğuna ve onu isbat etmesine dair bir muhakkıkdır. Ona muhalif değildir. Bari tealadan sadır olan fiiller de, bu cebir davasını iptal eder. Mezkur batıl iddiaya göre, Allah’ın fiili, kazasına nisbetle ya vacib, veya mümteni olması lazımdır. Çünkü ezeli kazası yapacağı fiilin vücuda gelmemesine taalluk etmiş ise, vuku mümteni olur. Binaenaleyh eğer ihtiyari olan fiilin vücubu ( sübutu) fiilin ihtiyariyet vasfına münafi olsaydı, Allahü teala yaptığı fiilinde muhtar ( serbest) olmayıp, mecbur olması gerekirdi. Halbuki bu düşünce küfürdür.’ Burada İmam-ı Rabbani’nin sözleri sona erdi.

Hayali yukarıda geçen Teftezani’nin ‘ ihtiyari vasıf ile beraber olan vücub vasfı, kulda ihtiyari vasfının, ispatçısı olup, ona münafi değildir.’ dedikleri kavlinin beyanında, demiş ki, öyle ise, iradesi ile kuldan sadır olan fiilin, cansızların hareketlerine benzemez. Buradaki beyandan maksad da budur. Fakat kul hiçbir şey’i kendiliğinden icad etmeye kudreti olmadığı için, onda mevcut ihtiyari vasıf da, Allahü tealadan olduğu ve dolaysıyle cebir lazım geldiği düşüncesi, Ebu-El-Hasan El-Eş’arinin mezhebidir. Yani söz konusu olan kulun ihtiyari vasfı, ehl-i sünnetin görüşüne göre, kul hiçbir şey yaratmadığı için ihtiyari vasfı, onun fiili olmayıp, Allahü tealanın yaratığı olduğundan cebr lazım gelmesini, El-Şeyh Ebû-el-Hasan El-Eş’ari de, kabul ederek der ki: kul ihtiyari vasfı için mecburdur. ( Yani hayır ve şerden birisini kendine seçmekte zorunludur. ) Çünkü o, cebri kendisinde peyda eden iradenin mahallidir. Bu cebr ise, mutavassıt olup, kulun fiilerinde hakiki cebri istilzam etmez.
İbrahim El-Beycuri de ( Tuhfet-el mürid) kitabında bu mutavassıt cebre işaret ederek demiş ki: ‘ hülasa kul, işlediği fiilinde az bir te’siri olmayıp, kendisi batında yaptığı fiilinde mecbur, zahirde muhtardır. Buna göre, eğer kul, yapacağı fiilinde, batınca mecbur ise, zahirdeki muhtariyet vasfının, hiçbir manası yoktur. Çünkü çübhesiz, Allahü teala, gelecek zamanda kuldan vaki olacağı fiili ta ezelden bildiği, bilmesi de lazım olduğu, kul onu işleyebilmesi için, onda kudret yaratmış olduğundan, illa vaki olması muhakkaktır, denilse, bu soruya ‘ Allahü teala, yaptığı şeyden sorumlu olamaz*. ‘ diye cevab verilir. İşte bunun için, efendim İbrahim El ‘Düsûki demiş ki: ‘ ( bu hususta) halka hakikat gözü ile bakan kimse, onları mazur bilecek, onlara şeriat gözü ile baksa, onlardan darılacaktır. ‘ Demek ki kul hakikatta mecbur, şekil itibariyle yaptığı fiilde serbesttir.

Sufiyye taifesi ise, cebrin kabul edilmesine çok işaret ederler. Fakat maksadları, haşa zahiri vebirden uzak olup ancak batıni cebirdir. Burada Beycuri’nin dediği sözleri sona erdi.

İbnu Hacer ( El-Haytemi) Hemziye kitabının şerhinde buyuruyor ki ‘ Asi olan kimseye, işlediği günahı kendinden sıyırması, kaza ve kader, onu sevk ettiği günahlardan ötürü, kendini cezalandırmaktan kurtarması için, Allah’a karşı delil olarak getirecek hiçbir özürü yoktur. Çünkü Allahü teala, bu alemde cereyan eden hadiseleri, sebe ve illetlere bağlı olduğuna dair, adetini icra kılıp, sureten onlardan vaki olduğuna nazaran, onlara isnda edilirler. Gerçi hakikatta hepsi, ancak Allah’ın kaza ve kaderiyle olurlar.

Nitekim bu konuya, Allahü teala’nın:‘ ( Siz Bedir savaşında) o kafirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz. Lakin Allah onları öldürdü. ( Ey Resulüm!) Düşmanların gözlerine, bir avuç toprak attın zaman da sen atmadın. Lakin Allah atdı.’*
buyurduğu ayet-i celilesi de delalet edip, zahiren öldürmeyi, Peygamberin ( Sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına ve toprak atmasını da Resulüne isnad etmiş. Fakat, hakiki icad ve yaratmak itibariyle, her iki fiili de, kendilerinden vaki olmadığını buyurmuş, fiilin kuldan vaki olması hususunda her iki makamı da, göz önünde bulundurmamızın, üzerimize vacib olduğuna işaret etmiştir.
Yani kullar, sureten fail oldukları itibariyle medh ve zemm olunmaları için, kendilerinden sadır olan fiilleri, şeklen ve sureten onlara, fakat icad etmesinden kul aciz olup yaratmasında yalnız Allahü teala münferid olduğu için, hakiki olarak Allah’a isnad edelim. Burada İbnu Hacer’in sözleri sona erdi. Bu izahımız Eş’ari’nin re’yine göredir.

Matüridiye taifesine göre, kulun yaptığı fiilinde bir te’siri vardır. Ebul İshak İsferaini, fiil, Cenab-ı Hakk’ın kulda yarattığı hadis olan kudreti, fiilin aslındaki te’siri ve Allah’ın ezeli kudreti te’siriyle hasıl olur. Yani her iki kudretlerin bir aslın üzerinde birleşmelerine cevaz* verip sonra demiş ki: El-Kadi Ebu Bekir El-Bakillani de kulun kudreti, işlediği iyi veya kötü olan fiilin vasfında te’siri olduğuna hüküm etmiştir. Daha sonra, Ebu İshak sözlerine devamla demiş ki, bu zaif kulun fikrine göre, kulun hadis kudreti, fiilin hem aslına hem vasfına te’sir eder. Çünkü vasfına te’siri olup da aslına, yani icadına te’siri olmadığının hiçbir manası yoktur.

İşte, bu izahtan anlaşıldı ki bu husustaki doğru yol, ne Cebriye ne de Kaderiyye taifesinin yollarıdır. İkisinin ortasındaki yoldur. Zira Cebriye taifesi hakikaten ve sureten kul yaptığı fiilinde mecburdur der. Kaderiye taifesinin mezhebi de, kulun fiili icad için, Allah’ın kudreti olmadığını deyip onun icadı için ancak kulun kudretini isbat ederler * . yani ikisinin ortasındaki doğru yol şudur: Sureten fiiller kuldan sadır oldukları nazari itibara alınarak onlara sevab ve azab hükümleri, hakiki mucidi Allahü teala olduğu bakımından onlara ayrı ayrı hükümler taalluk eder. Çünkü bu görüşte ne ifrat ne de tefrit olup açık adalet ve apaçık çıkar yoldur.

Mutezile taifesinin bu konudaki akidelerinden lazım gelen tatil ( Allahü tealanın işlerden muattal kalması ) yeri de yoktur. Çünkü Allahü teala Kur’an-ı Kerim’de kullardan sadır olan bütün fiilleri onlara isnada etmiştir. Buna Alaeddin El-Attar da ( Radıyallahü anh) işaret ederek buyurmuşlar ki: mürid, zahirde Allah’ın yoluna sımsıkı sarılması, batında da kalbini Allaha rabt etmesi gerekir. Yani onu seadete kavuşturacak zahiri sebeleri düşünüp emr olunduğu üzere, o sebeblere çok çalışıp, menhiyattan kendini koruyacaktır. Hü.asa; zahirde kulun, nazari sebeblere hasr olup hakikatdra bütün eşya iş ve gücü hususunda, Allah’a tevekkül edecektir. Şöyle ki, kortuğu şeylerden dolayı vaktinde kapısını kapayıp, atını bağlayacak, ekmek yiyip, su içecek fakat onu, hakikaten koruyan, yemekten doyuran, sudan onu kandıran ancak yüce Allah olduğunu bilecektir.

İşte, bu izahtan anlaşıldığına göre, fiilleri sebeblere bağlanması hakkında varid olan nass, ayet ve hadisler ile, tevekkül edip de bütün işlerin Allah’ havale edilmesi hususunda, rivayet olunan ayet-i kur’aniyye ve hadislerin arasında zahiri çelişme zail olup mana itibariyle açıkça birleşmiş olurlar.
Bil ki, Aliyulkari Mişkatulmesabih adlı kitabın şerhinde beyan ettiğine göre, kaza ve kader, Allahü tealanın sırlarından bir sırrı olup onu ne yakın bir meleğine, ne de halka gönderdiği bir peygamberine bildirmiş, akıl yolu ile de düşünüp ondan bahs etmek caiz değildir. Belki Allahü teala, iki taife olarak halkı yaratmış olduğuna fazilet ile birisini ni’met ve cennet için, diğer bir taifeyi, adaletiyle cehennem için yarattığına itikad edilmesi vacibdir.

Adamın birisi, Ali b. Ebu Talib’den ( Radıyallahü anh) kaderin ne olduğunu sorar. Der ki: bana kaderden haber ver! ( Radıyallahü anh) ona, bu karanlık bir yoldur, onda yürüme! Adam tekrar sorar, o derin bir denizdir, içine dalma! Adam yine suali iade edince, Ali ( Radıyallahü anh) gerçekten o senden saklanmış Allah’ın bir sırrıdır, onu kurcalama! Buyurdu. Burada Aliyülkarinin sözleri sona erdi.

Bundan anlaşıldı ki, kaderin bahsine dalmak, hakkında soru sormak, layık olmayıp hatta bid’at olduğu da denilmiştir. Urvet El-Vüska Hace Ma’sum, Şeyh Ebu Said Ebül-Hayrin rubaiyyatı şerhinde, dediği sözlerinden anlaşılıyor ki, Hak teala subhanehu beliğ hikmetiyle, kamil kudretini, zahiri sebelerin kisveleri altında gizlemiştir. Dolaysiyle bazıları, görüşünü zahiri sebeblerin kisveleri altında gizlemiştir. Dolaysiyle bazıları, görnüşünü zahiri hasr edip, yüce Allah’ın kudretinin hepsini ne de bazısını anlamadılar. Bazıları da, bu husustaki düşüncelerini kaza ve kadere hasr edip parlak islam şeriatinin ahkam ve sebelerinin hikmetlerini faydasız kılıp muattal kıldılar ( onunla amel etmediler). Bu iki taife de doğru yoldan çıkmış, halkı da sapıtmışlardır. Diğer bazı taife ki; anlar Naciye taifesidir. Ne fiillerin sebeblerini ne de şeriat ahkamının muattal olduğuna ve yüce Allah’ın kudreti, zahiri sebebler altında gizlendiğine inanmış her iki şıktan da nasibini almışlardır. Yani, gerçi hiçbir kimse, sebeblerin hikmetine vakıf olmadığı ve musebbebatin vücude gelmesinde esbabın hiçbir müdahalesi olmadığı halde, sebeblerinin fiiller için mutlaka yeterli bir hikmeti olduğunu anlamışlardır.

Beyan ettim bütün bu şeylerle beraber, şerefli sadatımızın ( Radıyallahü anhüm) ( seleflerimizin) yolu olduğu, yolu olduğu üzere, bu hususta onları taklid etmemiz lazımdır. Onlarca, ne tarafa fitmemiz için emr edilmişsek, gider, o tarafa gideceğimize bir fayda terettüp edip etmeyeceğini düşünmeyeceğiz. Üstad-ı a’zam ( El-Şeyh Abdurrahman) buyurdular ki, Seyyid Taha Gavs-i A’zam’a ( El-Seyyid Sıbgatullah’a ) ( Radıyallahü anhüm): ‘ Mürşidim, benden aldığın tarikatı değiştirme!’ diye bana tavsiyede bulundu. Ben de onun buyurduğu gibi sana derim. Gavs-i a’zam üstad-ı a’zama bu tavsiyenin benzeriyle emr eyledi.
İmam-ı Rabbani, El-Mebde’ ve Me’ad risalesinde, buyurdular ki, Sofiler tarikatından, hatta islam dininden, en büyük pay, iyi sıfatlardan başka, kendisinde, taklid yaratılışı ile mürşidine mutabaat cibiliyeti daha ziyade mevcut olan şahıs içindir. Zira bu tarikatın ( Nakşi ) medarı, taklid üzeredir. İşte bu fıtri vasfı, Ebu-Bekir El-Sıddık da ( Radıyallahü anh) diğer vasıflardan daha ziyade olduğu için, hemen tabi olup,doğru yola tabi olanların ilki oldu. Burada kısa olarak İmam-ı Rabbani’nin buyurduğu sözleri sona erdi.

Zaten kaza ve kader hakkında tefekkür edmek, Nakşibendi tarikatında yoktur. Çünkü bu tarikat mensublarının görüşleri, herhangi bir dalalet ve hidayeti düşünmeden hakiki olarak sırf Zat-ı barinin sevgisinde, mecazi olarak da mürşidinin sevgisinde ve rızasının tahsili, muhabbeti için yanıp yakınılmaya hasr edilmiştir. İşte bu tavsiyemi muhafaza et.

Bil ki, Allah’a karşı isyan eden kimse, günahının çokluğundan dolayı, ümidsiz olmaması, salih kişi de işlediği iyi amellerinden dolayı, Allah’ın azabından emin olmaması, belki korku ve reca arasında bulunması, kazanın sırlarındandır.

Allah’ın salatü selam ( rahmetli) Efendimiz Muhammed’in, al ve ashabının üzerine olsun!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mektubat-ı Haznevi (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 15.03.11, 12:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
İkinci Mektup

Bitlisli Mahmud Efendi?ye ( Rahmetullahi aleyh) rahmetli kızının vefatı dolaysıyla taziyesi, hayattakilerin vefat edenlerden ve vefat edenlerin hayatta bulunanlardan edendikleri hisseleri, bilhassa bu tarikat silsilenin mürşidleriden birisine mensub ve tabi oldukları davasında bulunanların üzerine, Allah'ın kazasında razı olmaları vacib olduğunun beyanındadır.

Alıntı:

ALLAH'IN ADIYLA BAŞLARIM
Allah?ın yaratıklarının hayırlısı olan Efendimiz Muhammed Mustafa?ya, temiz ruhlu ehlinden olan al ve ashabına,salatü selam olsun! Besmele ve salatü selamdan sonra, bu mektub, Alem kutbu kaymakamının ( Radıyallahü anhüma) perverdesinden ( nezdinde terbiye görmüş kimseden) eski dost Nahmud efendiyedir. Dünya ve ahirette, şerefi arttırılsın! Kızınınızn vefat haberi perverdeye ulaştı. Allah, ecrinizi büyültsün, ölünüze mağfiret eyleyip, mateminizin sonunu güzelleştirerek, kalblerinize sabır nazil ederek, ailenizden hayatda kalanları, salahat ve fazilet yolu üzere bulundursun! Kardeşim! Ölümden payımız, ibret almaktır. Ondan ibret alıp mujtteiz olan kimse, ölümü, onda gidilir bir yol olup hiçbir kimse ondan kurtulmıyacağını anlar, ona techizat olarak velileri sevmeyi, Allah?ın emirlerine imtisal etmekle nehiylerinden korunmayı hazırlar. İşte bunu yapana ne mutlu. Zarar, ondan ibret almayanadır. Allah?ın rahmetine intikal eden ölünüze, bizdeki payı ona mağfiretle dua etmektir. Allah?ın! Onu afv et, ona rahmet eyle!

Bilhassa siz, üstad-7 a?zamın mutabaatı davasında bulunduğunuz için, yüce Allah?ın yapacağı işe razı olmanız layıktır. Rivayet ediliyor ki: Fudayl Bin El-İyad ( Kaddesallahü sirreh) oğlu ölürken, güldü. Ona, bu durum gülme zamanı değil denildiğinde, gerçekten bu işte Allah?ın rızası olduğunu bilirim. Ben de, yüce Allah?a bu işte muvafakatımı isterim, dedi.

Size yanınızdakilere hususen Molla Hüseyin ile Arife Mustafa?nın şeriatına tabi olan kimseye selam olsun!

Mezkur şeriat sahibine, al ve ashabına ona tabi olana salatü selam ve sena olsun!



Alıntı:
Üçüncü Mektup
Birinci mektubda adı geçen pederinin halifesi Molla Mustafa?ya, ehlullahın ( velilerin )şerefli nazar ve iltifatlarının ve hiçbir şey onlara denk gelmediğinin, muhabbet olayı, büyük zatların nisbetini celb ettiğinin ve Nakşibendi tarikatındaki kimselerin riyazetleri ancak mürşidlerin vefatından sonra olduğunun beyanı hakkındadır.
ALLAHIN ADIYLA BAŞLARIM
Hiçbir varlık yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salatü selam, Allah?ın yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed?in, ( Aleyhisselam ) alinin, sahabesinin üzerine olsun!
Besmele salatü selamdan sonra, bu mektub, Alem kutbu kaymakamının perverdesinden sadakat ve temiz kalbli, muhabbet ve vefa ile muttasıf, sır ve hafinin (*) katibi efendimiz Molla Mustafa?dır. Doğru yoldan meyl eden, layık olan hakikat yolu üzerinde olan kimselerin eteğine sarılan bu köleye, cenabınız iltifatınızdan haber veren sevgili mektubunuz ulaştı. Bu, şükrü eda edilemez, dil ile vasfının beyanı mümkün olmayan bir ni?mettir. Çünkü yapılan amellerin hiç birisi, fazilet bakımından dervişlerin iltifatına mazhar olmaya, hatırlarına gelmeye, denk gelmez denilmiştir. Nasıl muadili olabilecek ki, onların kalbleri, ilahi feyzlerin nazil olduğu mahalli, tecelliyatının konağı, ihsan ve kerametlerin kaynağıdır. Nitekim (Hafız El- Şirazi ) sevgilisi hakkında söylediği farsça bir beyitinin ifadesinin reddi için şairin biri:
?Yanlış söyledin, hata ettin, onun (sevgilinin) kıymetini bilemedin. Belki sevgilinin tek bir bakışının bahasına iki dünyayı, (dünya ve ahireti ) feda ederim demiştir?.
Perverdeye bu iltifatınız yüce Allah?ın halis keremindendir, yoksa kendisi bunun liyakatından uzaktır. Bu, ahirette onun kurtuluşuna ve dervişlerin yolunda süluk etmesine sebep olacağı umulur.
Abdurrahman El- Cami efendimiz (Kaddesallahü sirreh ) buyurmuşlar ki: Bana hasıl olan bütün manevi şeyler, Hace Muhammed Parisa?nın çocukluğumda üzerime vaki olan nazarındadır.
Mektubda, ?ben o dergahın eşiğine aşıkım, şübhesiz kalbim, o mübarek huzurdan yükselen dumana yakınmış ve o diyarın köpeklerinden de ayrılışının ızdırabından elem tutmuş? diye yazmışsınız. Bunların sebebi: Efendim, manevi rütbe ve iyi meziyetinizin artmasındandır. Çünkü, ?Gerçekten muhabbeti celb eden nisbetdir? denilmiştir. Bu durumun alemin Kıblegahı (**) (Seyda) emsalinize iltifat etmiş olduğundan haber verici bir olay olup, akrabalık cihetinden ondan uzak olan mensubu, ona soyca yakından bir kimsesi mesafe itibariyle ondan uzak olan mensubu yakın olan kimsesi gibi iltifatına mazhar olduğuna delalet eder. Geçmiş zamanlarda içinde bulunduğumuz haletten dolayı, nasıl muhabbet ateşiyle kalben yanmayıp yok olmayacaksın ? Üstad- ı A?zam (Radıyallahü anh) buyurdular ki:?Mürşidi hayatta bulundukça Nakşibendi tarikatına mensub olan kimseye riyazet yoktur. Çünkü aşık olan kimse, maşukunun (sevgilisinin) meclisinde iken, duyduğu çeşitli manevi lezzetlerle hatta kendinden geçerek nefsini bile unutur. Riyazet, ancak üstadın dar- ı bekaya irtihalinden sonra hasıl olur. Salik olan kimse, sevgilisine vibalinden sonra, kendisine hasıl olan ayrılık üzüntüsünden nasıl yaşayıp, yemek yer?? Farsça beyit: ?sevgilimden ayrılışım dolayısıyla göksüm yanar. ? (*) Kalbiniz aşk ateşiyle nasıl elemli olmasın ki? Alemin kutbu (Radıyallahü anh ) Nurşin?e yerleştikten sonra, Nurşin alemin kıblegahı, havass ve avam tabakaları için feyzler kaynağı oldu. Hatta toprağının tozu da, kötü nefs ile şeytanın sokmalarına tıryak (panzehir) ilacı gibi oldu.
Sonra, perverde Garzan kazası tarafına gitmek arzusundadır. Dolayısıyla sizden zati ve manevi mededinizi diler. Allah, efendimiz Muhammed?in, al ve ashabının üzerine salat ve selam eylesin!



Alıntı:
Dördüncü Mektup
Bitlisli Molla Abdülaziz?e ( Rahmetullahi aleyh ), Allah?a yakın olan muhabbetin kısımları, tabiiyye ile akliyye olup akli muhabbetin yollarının, salikin üstadına olan muhabbeti, ancak üstadiyyet ve vasıtalık hakkı için lazım olduğunun, tarikattan maksad, Allah?ın zatını sevmekle rızası taleb edilmesinin, salik, kendisine arız olan manevi haletlere iltifatı layık olmayıpbütün himmetini, emr olunduğu şeylerin imtisaline hasr etmesi lazım olduğunun beyanı ile, haletlerden kendisine hasıl olanları büyük bir ni?met bilmesi vacib olduğunun beyanları hakkındadır.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Bütün hamdlar, alemin Rabbına mahsustur. İnsan ve cin nev?ilerin efendisine, al ve ashabının hepsine salatü selam olsun! Bunlardan sonra bu mektub, alem kutbu kaymakamının perverdesinden, Allah yolundaki kardeşi ve dostu Molla Abdülaziz?edir. Allah, onu kendi dostlarının zümresine dahil edip, mukarrabin (Allah?a manen yakın olan zatların ) derecelerindeki, aşk tatlısını kendisine taddırsın!
Muhabbetden yanıp yakılmanızdan, size arız olan haletlerin bazısından bahs edici yüce mektubunuz, perverdeye ulaştı. Ey kardeş1 Tarikattaki muhabbet akliyye ve tabiiyye olarak iki kısma ayrılır. Tabiiyye: Hace Muhammed El- Parisa?nın (Kuddise sirruh ) buyurduğuna göre, yalnız yüce Allah?ın faziletindendir. Lakin Allah?ın mezkur fazileti, ilerde akli muhabbetin beyenında bahsi geleceği üzere, bir çok şeylere terettüp etmektedir.
Akli muhabbet ise, mürid, yüce Allah?ın ve Resulünün (onun ve alinin, ashabının üzerine salatü selamın efdalı olsun! ) haklarında mürşidi hakkında onunla mükellf olunan muhabbetdir. Tasavvuf sadatları (Kaddesallahü sirrehüm ) akli muhabbet için bir çok yollar beyan eylemişlerdir. Onlardan bazıları, A ) Mürid, mürşidinden başkasına hatta nefsine bile kendisine yararlı olacağı ümidiyle, bakmaması. B ) Mürşidinden başka kimselere mesela: kardeşlerine, annesine, çocuğuna hatta nefsinin bile, maneviyatına zararlı olduklarını bilmesi. C ) üstadın vasıtasıyle, ona teslim olup emrine itaat etmesi için, kendisine hasıl olacak menfaatleri ve yüce Allah?a manevi yakınlığını düşünmesidir. İşte bunlarda tefekkür eden kimseye, yüce Allah?ın yardımıyla akli muhabbet hasıl olur. Mürşidi ona emr eylediği şey?in yapmasına devam edip, sohbet ve rabıtasını seçen kimsenin durumuna, Hace Muhammed El- Parisa?nın buyurduğu üzere, yüce Allah?ın faziletiyle, tabii muhabbet de terettüp eder.
Mektubunuzda ?Tarikat?da asıl maksat, müridin mürşidine muhabbetidir. Şayet buna mensubun rızası da terettüp etse, mürid matlubuna kavuşmuş olur. Rızası hasıl olmazsa da, zarar yoktur. ? Diye yazmışsınız. Ey kardeşim! Müridin mürşidine olan muhabbeti, ancak üstadlık, rehberlik cihetinden faydalı olur. Yoksa onda hiç bir fayda yoktur. Nitekim üstad-ı a?zam ( Radıyallahü anh ) buyurdular ki, bil ki: Müridin üstadına olan muhabbeti, üstadiyetinin (rehberliğinin) hakkı içindir. Ebu Yezid El-Bistami (Kuddise sirruh ):?Beni gören ceheneme girmez? dediklerinde, bu kelamının manasını anlamayan kısır fikirli bazı kimseler, bu ne diyor? Kendi nefsini Muhammed?den (ona, aline salatü selamın efdalı olsun. ) daha üstün olduğunu bilir. Çünkü Ebu Cehil onu gördüğü halde cehenneme girecektir. Dediler. Bistami (Kaddesallahü sirreh ) bunu işitince, ?o Muhammed?i Allah?ın resülü olarak görmedi. Onu Ebu Talib?in kardeşinin oğlu bilerek gördü. ? diye buyurdu. Burada üstad-ı a?zamın buyurduğu sözleri sona erdi.
İşte bu izahtan anlaşıldı ki, müridin üstada karşı olan muhabbeti, üstadın zatı için değil, belki kendisi bizi Allah?a kavuşturmak için, bizimle yüce Allah?ın arasında bir rehber olup, muhabbetinden yüce Barinin rızası, ona kavuşması hasıl olması içindir. Üstad bizzat müridin muhbubu sevgilisi olması lazımdır. Diye çokça, ehl-i tasavvufun dedikleri sözlerinden maksadları da budur. Veya üstada muhabbet, Allah?ı sevmekten ayrılmaz veya dedikleri bu sözlerinden anlaşılan hasr, hakiki olmayıp izafidir. Yani, üstadına karşı olan sevgisi, kendisine arız olan haletlere ve nefsani payına nispeten maksud olup hakiki mahbubu olan Allah ve Allah?ın rızasına nisbeten değildir, demektir. Bu beyanın delili Allahü tealanın:
? Resûlüm, şöyle de! Eğer siz Allah?ı seviyorsanız, hemen bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin?* buyurduğu ayet-i celilesidir.
Mektubunuzda, ? Tarikat adabına göre vird çekilmesi esnasında, Allah?ım ancak sen benim maksudumsun, rızan da benim matlubumdur. Denilidiği bu sözün hikmeti, bana müşkildir. Şöyle ki, müridin maksadı zat-ı Bari tealanın muhabbeti ise, mürid niçin zat-ı muhabbeti doğrudan doğruya taleb etmeyip de rızasını taleb eder? Diye yazmışsınız. Ey kardeşim! Yukarıda beyan ettiğim üzere, mürid, Allah?ın rızasını taleb etmesi, kendi nefsani arzusu için değil, mahbub-i hakiki olan Allah için taleb eder. Fakat bu soruya, çünki rızasının aksi olan gadâb vasfında mahbubun aczi ( kızdığı şeyden intikam alma kudreti olmadığına) delalet ettiğinden dolayı, ona rıza taleb edilir, diye verilen cevabdan maksad, mahbub-i hakiki olan zat-ı Bari ise, onu bundan tenzih etmek vacibdir. Mahbub-i mecazi olan mürşid ise bu cevab kabul edilir. Çünki mürşid beşer olduğundan dolayı kurtulamaz.
Bahs ettiğin manevi haletlere gelince, kardeşim. Onlar salike hasıl olsa, ne ala. Olmazlarsa da zararı yoktur. Belki mürdi için, üstadı kendisine emr eylediği şeylerle amel etmesi lazımdır. Kşayet o şekilde yaptığı amellerine manevi bir hal terettüp ederse, onu, üstadın kendisine eylediği nazar ve iltifatından olduğu, bir şey hasıl olmazsa, bu durum kendisi için evla olduğu bilinmelidir ki, üstadı da ona manevi haletin zuhuruna razı olmamıştır. Hülasa olarak, müridin bütün himmet ve gayreti, mürşidi kendisine emr eylediği şeyleri yapmaya hasr etmesi, ve her zaman ibadete çalışması, bir seviyede olması lazımdır. Müride kerametlerin belirmesi, bazen uyanık, bazen de aşktan dolayı kendisinden geçtiği halinde olur. Bu gaybet ( kendinden geçme) hali, uyku hali değil, tasavvufta ona mahv haleti denilir. Ama müridin kalbine hasıl olan te?sir ve aşk haletleri, bazı zamanlarda velevki bir lahza bile olsa, her ikisi de, hakir, kıymetsiz olmayıp belki büyük ni?metlerden sayılmalıdırlar. Zira sevgiliden hediye edilen hakir bir şey, haddi zatında büyüktür. Topraktan yaratılmış ( insan) nerede, vacib teala nerede? Allah, efendimiz Muhammed?e, al ve ashabına salat-ü selam eylesin.



Alıntı:
Beşinci Mektup
Gavs-i a?zam kutubların en büyüğü, El-Şeyh El-Seyyid Sıbğatullah El-Arvasi?nin ( Kaddesallahü sirreh) torunu Şeyh Muhammed Reşid?dir. Gavsın merkadını ve ev halkını ziyaret etmediğine dair dilediği özürü hakkındadır.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Hiçbir varlık yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam mahlukatının en iyisi olan Muhammed?e bütün aline, ensarı ve mühacir olan sahabelerine, ev halkına olsun! Besmele, hamd ü salat ü selamdan sonra, bu mektûb, zelil ve yüce kapı eşiğinin lütfüne muhtaç olan köle tarafından, efendisi ve reisi, iki gözünün nuru, kalbinin kuvveti, gavs-i a?zamın veledi, insan ve cinlerin kutbunun torunu, medar-ı iftiharım. Ona intisab ve itimadım, farsça beyit:
? Cihanda hiç kimse Hafız gibi köleyi, kendine bir köle edinmedi. Çünkü dünyada hiçbir kimse, kendine senin gibi bir kimseyi padişah edinmedi? *.
Aziz efendimiz Muhammed El-Seyyid Reşid efendiyedir.
Şunu arz eder ki: ayrılık müddeti uzayıp, mülakat sevgisinin ateşi alevlenmekle beraber, maniler onu size kavuşmaktan men edip, ne sonbahar, ne de sonradan oraya gelmek mümkün olmadığı için, en hakir bir bedeli olsun diye size bir mektup yazdı. Gerçi o, bedellerin en hakiridir. Fakat su olmayınca abdest için, toprak onun bedeli, güneş batınca çıra onun bedeli olur. Farsça bir mısra:
? Güneşin yerine geçecek çıradan başka çare yoktur? * .
Hem de bu garib hastanın yaralı kalbi o mektubla şifa bulacak. Susamıkş ciğerler onunla kanıp, kalblerinin hararetini, söndürücü haberleri tarafınızdan gelmesine bir vesile olmak gayesiyle yazdı. Mektûb küçüklerden bile olsa, kabul edilmesi şerefli zatların şanıdır. Bundan sonra mezkur köle, sizin ve kapı eşiğinizden bulunan dost ve kardeş ayaklarından öper, parlak himmetinizin lütüflerinden duanızı diler. Allah kainatın en şereflisinin, bütün alinin üzerine salat eylesin!



Alıntı:
Altıncı Mektup
Bu mektub Hazret'in ( Kaddesallahü sirreh) mektublarını derleyen, çekirdeklerin üzerindeki zardan daha zayfı ve aciz olan, Allaeddin?e. Herfangi bir manevi faydanın elden kaçırılması üzerine, çekilen hasret, o manevi faidenin yerine geçmesinin, bazı zikir, rabıta, sohbetin adabının, kendisinin ( Alaeddin?in) görmüş olduğu iki rü?ya tabirinin, müridde ayrılma arzusu galib bulunması layık olduğunun beyanı hakkındadır. Cenab-ı Hak, Resullerin en hayırlısı olan zatın ( aleyhisselam) hürmetine, Alauddin?i Hazret ( Kuddise sirruh) un tabilerinin zümresine ilhak buyursun.
ALLAH'IN ADIYLA BAŞLARIM
Hiçbir şey yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam Allah?ın yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed'in bütün al, ashab, zevce ve zürriyetinin üzerine olsun! Bundan sonra, bu mektub alem kutbu kaymakamının perverdesinden, iki gözünün nuru ve pirinin veledi Molla Alaeddin?edir. Allah, onu güzel yetiştirip, pederinin takip eylediği yolda sabit eylesin! Ramazan ayında buraya gelmekten geri kalmadığınızdan, bu tarafa gelmemekten dolayı hasret çektiğinizden haber veren mektubunuz perverdeye ulaştı. Dolaysıyle gayet sevindi. Çünkü o muhabbetiniz size bir çok manevi faydalar sağlar. Nitekim İmam-ı Rabbani ( radıyallahü anh) buyurdular ki, ? şayet bütün günahları işlemişsen, bununla beraber sadata ( tarikat ulularına), muhabbetin olsa, hiç korkma! Çünkü ömrünün akıbeti iyi olacaktır. Eğer letaifin, arşa kadar yükselip de, sadata muhabbetin yoksa, ulaştığın makamdan kork! Çünkü o yükselme senin için bir istidracdır. ( Azar azar azaba doğru bir yaklaşmadır)?. Bitlis?teki ikametin ise, senin için onda, Allah?ın hayır yaratması umulur. Zira ayrılıktan dolayı, mürşidin hasretinde bulunmak, visalden daha ziyade faydası vardır. Nitekim mürşidimiz üstad-ı azam?a ( Radıyallahü anhüma), bugün teveccüh yapılmadı dediğinde, üstad ( Radıyallahü anh), hasret etmek de tasavvufta onun yerine geçer. Hatta hasret için bazı günlerde teveccühün terkedilmesi layıktır, diye buyurdu.
Lakin oradaki ikametinizden dolayı, ömrünüzün boşuna zayi olduğunu hesaplamakla beraber, manevi ilerlemeniz, zayi olduğu için de, şiddetli hasret çekmeniz lazımdır. Orada geçirecek zamanlarınız, daha önce geçirdiğiniz zamanlar gibi olup, öğle namazından sonra vaktiniz, ziyadesiyle rabıta etmek, mümkün olan her hangi bir vakitte, hasret ve iştiyak ile sohbet etmek ayrı ayrı vakitlerde şevk hasıl olmazsa da, iştiyakla beş binden dokuz bine kadar vird çekmekle geçsin! Beyit:
? Ey arkadaşım! Bu ( Allah?a yakınlık hali) akiktir. Ona hayran değilsen de, karşısında hayran olarak bulun (*)!
Yaptığınız sohbetten maksadın, yanında bulunan arkadaşlarına bir va?z olarak değil, tekellüf de olsa kendi nefsine va?z ettiğinizi düşüneceksin. Sekiz rek?at Duha ( kuşluk) namazı, müekkede ve fayr-ı müekkede olan, Revatibe ( nafile) namazları kılıp, bunların hepsinin yapılmasında maksadın, ona karşı bir sevab düşünmeden, sırf Allah?ın emrine imtisal ettiğiniz düşüncesi olsun.
Hulasa bedeni ibadete, daha sıkıca önem verilecektir.
Hatme etmek için, mescidde oturduğunu, gördüğün rü?yan, mütbeat ve ibadete olan isteğine işarettir. Rü?yada birçok engellerden dolayı hatmeyi tamamlamadığınız ise, hayatınızın artmasına işarettir.
Perverde ile birlikte Tırçong* köyünden gelmenizi ve başka şeyleri sonuna kadar gördüğün ikinci rü?yanın tabiri, şudur: Gördüğün karanlık, dünya hatına köprü, o hayata iltifat edilmeksizin kısa olarak sayılmasına, yolda geri kalmanız, sende firak huyu, vuslat ( sevgiliye kavuşma) huyuna galebe edeceğine işarettir. Firakın galebiyyeti, vuslat arzusu huyundan salik için daha üstün ve daha kamildir. Aynı rü?yanda, yolda yürümek için ateş yaktığının tabiri ise, muhabbet ateşini yakmana işarettir. Çünkü salikte muhabbet ateşi parlamazsa, manevi yüce makamlara giden yolları geçmesi mümkün olamaz.
Perverde, ( Ziyauddin) bütün ev halkınızdan düa diler. Tarikat talimini öğrenmek isteyen kimseye öğret! Bütün mahalle halkına, talebelere selam eder. Şeyh-i A?zamdan, onun ( perverde) için, himmet taleb etmenizi diler. Allah, Efendimiz Muhammed?in, bütün al, ashab ve zürriyet ve zevcelerinin üzerine salat ü selam eylesin!



Alıntı:
Yedinci Mektup
Dünyanın şerefi, ahiretin mezrası için olduğu, yoksa hadd-i zatında dünya, çirkinlerin en çirkini olduğunun, çirkin ve değersizliği akli ve nakli delillerle sabit olduğunun beyanı ile bu konu ile ilgili şeylerin beyanı hakkında. Beşinci mektubda mezkur Gavs-i A?zam ( Kaddesallahü sirreh) in torunu Seyyid Ali?ye yazılmıştır.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Kainatda hiçbir şey yoktur ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, mahlukatının en hayırlısı olan Muhammed?in, bütün alinin,sahabesinin,sevceleri, Ensarı ve Muhacir sahabelerinin üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektub, büyük kapnızın eşiğinin lütfüne muhtaç olan zelil köleden, efendesi, kalbinin neşesi, iki gözünün nuru, kalbinin kuvveti, Gavs-ı azamın torunu Aziz ve muhterem Es-Seyyid Ali Efendi?yedir. O Gavs ki, insan ve cinlerin kutbu, öyle bir kutub ki, bu kölenin medar-ı iftiharı, istinad noktasıdır. ( Farsca şiir):
? Cihanda hiçbir kimse Hafız gibi bir köleyi kendine köle edinmedi. Çünkü, dünyada hiçbir kimse kendine senin gibi bir padişah paşa edinmedi? **
Şunuarz eder ki: sizden ayrılık müddeti uyazıp için vuslat ateşi alevlenince, bununla beraber birçok maniler onu size kavuşmaktan alıkoyup ne sonbahar ne de sonradan oraya gelmesi mümkün olmadığı için, en aşağı bir bedeli de olsa, onun bir bedeli olsun diye size bir mektub yazmaya teşebbüs etti. Nitekim abdest için su bulunmazsa, toprak onun bedeli olur. Güneş batınca, çıra yakılır. ( Farsca bir mısra):
? Güneşin yerine geçecek çıradan başka bir şey yoktur?*
Hem de vatanından uzaklaşan kimsenin yaralı kalbi onunla şifa bulsun, susamış ciğerler, kanayıp kalblerin hararetini söndürücü haberlerin tarafınızdan gelmesine vesile olsun diye size bir mektub yazdı. Küçüklerden bile yazılmışsa da, kabulü, şerefli zatların şanıdır. Şeferli babalarınızın büyük cedlerinizin yollarında sabit olmanızı Allah?tan niyaz ederim. Onlardan efdal olanın üzerine asaleten ve diğerlerinin üzerine, mütbeaten salat ü selam olsun! Allahü teala, dünyayı, size ahiret mezraası kılıp bu kainatın rabbinin rızasının tahsiline sebeb eylemesini dilerim. Beyt:
? Dünya, ahiret mezraası olduğundan dolayı iyidir.
Allah onda hayır işlenmesi için vermiştir. ?
Arz ettiği bu iki fayda dünyada hasıl olur, başkasında değil nitekim farsca bir mısra?da:
? Ey saki! Baki kalan aşk şarabını ver. Zira onu cennetde bulmak istemezsin?, denilmiştir. Hem eğer dünya ahiret için bir mezrea olmasaydı, çirkin şeylerin en çirkini, rezillerin en rezilidir, ve Allah?tan uzaklaşmaya, insanı ahirette faydadan mahrum etmeye, akıl sahibi olanların nezdinde, kıymetli olmayan bir evde insan utançtan baş eymesine sebeb olurdu. nİtekim Fahr-i kainat, ( onun ve ona tabi olanların üzerine salat ü selam olsun) buyurdular ki:
? Dünya ( ahirette) evi olmayan kimselerin evidir. Malı olmayanların maldır, aklı olmayan kimse onu toplar? **.
Yüce Allah katında dünyanın bir sivrisinek kadar kıymeti olsaydı, ondan bir yudum su bile bir kafire vermezdi, onu yarttığı zamandan beri ona rahmet gözü ile bakmadı denilmiştir. Ne ona, ne de mi?metine beka yoktur. Farsca beyit:
? Bu dünyaya gönül bağlama. Fani olan dünya geçer.
İhtiyarlık devresi geldi. Taze gençlik devresi geçecek.?
Güneşin herese apaçık zahir olduğu gibi, dünyanın kötülüğü de malumdur. Eğer dünyanın bir değeri olsaydı, insan ve cinlerin Resûlü, ( Ona, aline salat ü selam olsun!) ona iltifat eder, onun için bir şiy hazırlayacaktı. Gerçi bu sözlerin sizin gibilere söylenmesi ve yazılması uygun değilse de, size karşı yazılmasına ve söylenmesine, cenabınıza olan şiddetli sevgi ve yüce kapınızın eşiğine olan kalbin yakınması sebe oldu. Farsca beyit:
? Eğer nefesim, ( tütsü için kullanılan) buhurdanlık gibi sıcak ise, acayip değildir. Zira aşkın, kalbimde ateş yaktı!?
Allah?a yemin ederim ki, mezkur köle, kendinefsine sevdiği ve temenni eylediği şey?i, venabınız için de sever ve temenni eder. Nasıl temenni ve arzu etmesin ki, kendisi kat?i olarak kadrinizin yükselmesini, onun için bir yükselme, aşağı düşmesi onun için aşağı düşme olduğunu ve halk arasındaki makbuliyyeti varsa, kapı eşiğinizi öptüğünde, ayakkabınızın hatta köpeklerinizin ayakları altındaki tozuna, yüzümü mesh edip tiryak ( panzehir) gibi olan atlarınızın nalının tozunu gözüne sürme gibi çektiğinden olduğunu bilir.
Bundan sonra kapınızın eşiğindekilerin ayaklarından Sulhi ve Abdlullah Haydar?ın iki gözlerinden öper. Ah, ah, ah... diyerek hasret çeker. Allahü teala, efendimiz Muhammed? e ( Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve ashabına salat ü selam eylesin!



Alıntı:
Sekizinci Mektup
Müride layık hatta lazım olan şey, halini mürşidine arz etmesi, veya yazması, cevabını onun yüce görüşüne bırakıp aklına cevaıbın talebi bile vaki olmaması, düşüncesini tarikattan maksud olan emrin imtisaline hasr ederek, manevi yükselme ve haletler, çocukların iknaına sebeb olan ceviz ve üzüm mesabesinde olduklarından dolayı, onlara önem vermemesi, nefsini nakıs ve taksiratlı bilmekten daha üstün manevi bir yükselme olmayıp ( Allah alasını bize nasib eylesin). Amelde çalışıp zat-ı Bariyi taleb etmek ni?metinden daha büyük bir ni?met olmadığı konular hakkında, Hınıs kalesinde mukim Molla İsmail?edir.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Kainatta hiçbir şey yok ki, onu ham ile tesbih etmesin! Salat ü selam, efendimiz Muhammed?e ( allallahü aleyhi ve sellem) bütün al, ashabına, ezvac ve zürriyetine olsun! Bundan sonra, bu mektub, kutbu alem kaymakamının ( Radıyallahü anh) perverdesinden, Allah yolunda ki en yüce kardeşi, molla İsmail?edir. Manevi makamlara yükselmesi artırılsın. Sevgiden haber veren mektubunuz, perverdeye ulaştı. Okuyup içindekilerini anladı. Dolaysıyla gayet sevindi. Çünkü ondan muhabbet, sadatın ( Radıyallahü anhüm) tarikatına iştiyak kokusu duyulur.
Ey kardeş! Ona ( bana) üç mektub gönderip cevab alamadığınızı, dolaysıyla merak ettiğinizi yazıyorsunuz. Bil ki, dünyadaki şeyler, hasıl olmaları bakımından, vakitlerinin rehineleridirler. ( Herşeyin vücud bulması için, özel bir vakit vardır.) belki cevabın tehirdinde, bir hikmet olsa gerek. Mürid halini mürşidine bildirmesi layık olup, cevab ise, mürşidlerin re?yine havale edilir. Şayet cevab verme vakti ise, gecikmeden cevab vereceklerdir. Cevab zamanı değilse de, cevab verip vermemek hakkında, hiçbir şey söylemezler. Onlarca karar verilmiş durum budur. Edeb ve terbiye itibariyle, müridin kalbi kılımaması gerekir. Belki bundan hayır olduğunu ilm-i yakini ( içinde şek ve şübhe olmayan ilim) ile bilmelidir. Mürşidler, bazı vakıalarda ? Bu vakit cevab vermek vakti değildir? derler. Ama bu nadirdir.
İşte bundan anlaşıldı ki, mürid için terbiye ve edeb bakımından, mürşidinden cevab taleb etmeden halini ona arz etmektir. Hatta mürşidi, onun hakkında ihtiyar eylediği şeyde, hayır olduğunu bilecek ve hatta birçok zamanlarda mürşidin sükutu mürid için cevab olur.
Mektubda ? Virdlere devam ettiğim halde, kendimde hiçbir manevi terakki ( yükselme) hissetmeyip, günbegün gerileme hissettiğimden dolayı bana üzüntü hasıl olup, o üzüntünün eseri de bende zahir olur? diye yazmışsın. Ey kardeşim! Hayır, yüce Allah?ın ihtiyar eylediği şeydedir. ( Farsça beyit) :
? Tarikatta salikin önüne gelen her şey, onun için hayırdır. Doğru yol üzerinde bulunan kimse, ey gönül! Doğru yoldan çıkmış değildir.? *
emrin imtisalinden başka, müridin üzerinde hiçbir teklif yoktur. Fayesi bu olup manevi makamlara yükselmesi olmayacaktır. Hayrın, emrin imtisalinde olduğunu bilmelidir. Şayet, kamil bir imtisal yaparsa, haberi olmadan, kendisine terakkinin son derecesi hasıl olmuş olur. Eğer böyle bilmeyip düşünmezse, kendisine terakkiden bir şey hasıl olduğunu hissetse bile, ondan kendisine bir fayda olmayıp, belki idrak ettiği o manevi terakkiden dolayı tehlikeli bir durumdadır.
Sadeddin El-Kaşgari?nin halifesi, Muhammed El-Ruci ( Kuddise sirruhüma) buyurdular ki: Tarikat salikinin maksadı, amel etmekten başka bir şey olmaması gerekir. Çünkü bu dünya evi, Allah?a taat ve ibadet evi olup yapılan iyi amellere karşı verilecek mükafat evi olmadığı muhakkıklar nezdinde sabit olmuştur.
Öyle ise erkek isen, erkeklerin ibadete çalıştıkları gibi çalış! Dünyada yaptığın iyi şeylerin karşılığı, ahirette çoktur. Salike maneviyatta görünen hal, huzur ve keşifler, acele olarak onları taleb eylediği şeyler kabilindendirler. Hatta bu durumu, çocuklar onlarla beslendikleri ceviz ve üzüm mesabesinde olup, çocuklara benzeyen tarikat salikleri onlarla beslenirler. Demek ki: Mürid, amelde gevşeklik etmeden çalışması lazımdır. Taat ve ibadetten başka bir gayeyi düşünse, gevşeklik ile zıddı olan hal kendisinden ayrılmazlar. Bütün bu izahla beraber, perverde, senin bu durumun, yükselmenin ta kendisi olduğunu bilir. Zira müridin maneviyatda son terakkisi, kendi nefsini noksan, kemalatsızlıkla muttasıf olduğunu bilmesidir. Nitekim:
? Nefsini bilen, gerçekten Rabbini de bilmiştir.? denilmiştir. Yani kendi nefsini noksan, kötü ve sırf adem ( yok) olduğunu, kemalattan onun için hiçbir payı olmadığını bilen kimse, şüphesiz Rabbini bilir demektir. Öyle ise, salike ne kadar nefsin çirkinliği ve noksaniyet görşüşü artsa, o nisbette Allah?a manevi yaklaşması da artar. Hatta onda akıl ve tefekkür olsa, yüce Allah?ı taleb etmesi için kendisine izin verildiğine sevinir. Çünkü Allah, yücelik vasfıyla, kul ise, noksaniyetle muttasıf olduğundan, kendisiyle kulun arasında münasebet olmadığı halde, Allah, onu muhabbetine davet etmiştir. Öyle ise, bundan daha büyük ne gibi bir şey vardır. Hangi ni?met daha üstündür? Şirir:
? Evet, bana bir visal hasıl olmadan, aşkta müddeti hayatımın sona ermesine razıyım. Eğer muhabbetime intisabım doğru ise.? *
Üstad-ı a?zam ( Radıyallahü anh): ? İbadete çalışıp, Allah?ı taleb etmekten başka, hiçbir şey kıskanmam? buyurdu. Mürşidimiz de, ( Radıyallahü anh) bu hususta buyurduğunun hülasası şudur: Allah?ı taleb etmek, yolundaki bütün güçlükler ve onun için üzülmek, matlub olup hatta medh edilirler. Lakin müridin sadatlara intisabı dolaysıyle ferahlanmasına, ona ler şeyden daha yüce, daha aziz ve şereflidir.
Sonra perverde size hususi ve umumi olarak da bütün müridlere selam eder. Hatme, sohbet edip, muhabbetin artması için sadatdan istimdat etmelerini tavsiye eder. Allah, efendimiz Muhammed?e, ( Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve ashabına salat ü selam eylesin.



Alıntı:
Dokuzuncu Mektup
Salikin, Allah yolunu şiddetle taleb etmesine, hiçbir şey muadil olmadığı, kuldan ancak matlub bu olup, diğer şeyler, Allahü tealaya havale olunduğu, çok kamil olanların ölümlerinden sonra da, taleblerinin baki kaldığı ve talebin husulüne sebeb olan şey?in beyanı ile, mürid rüyasında mürşidi veya tabilerinden başka gördüğü rüyasının önemi olmadığı, rüyasında yüce manevi makamlara yükselme kabiliyetine delalet eden rüyayı görürken, ibadette cehd etmesi icabettiğinden dolayı korkması lazım olduğu, hakkında, bu mektubları derleyen mübarek eşiğin köpekciği olan fakir Alauddin?e göndermiştir. Allah onu Hazret?in ışığı altında bulundurup, kıyamet gününde bayrağı altında haşr eylesin.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Hiçbir varlık yok ki,onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam mahlukların en hayırlısı olan Muhammed?e, ( Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün aline, ashab, ezvacına ensari ve muhacir sahabesine de olsun! Bundan sonra, bu mektub, alem kutbu kaymakamının perverdesinden, iki gözünün nuru, kalbinin meyvesi olan El-Molla Alauddin?edir. Allah, onu halka faydalı olması bakımından, din ve dünya güneşi gibi kılsın!
Molla Abdülkerim namıyle gönderilen mektubunuz, perverdeye ulaştı. Dolaysıyla gayet sevindi. Çünkü o, taleb ve iştiyaktan haber verir.
Üstad?ı a?zam ( Radıyallahü anh): ? Herhangi bir şey için, bende kıskanma yoktur. Hatta, falan kimse zamanın gavsi veya halkın kutbu oldu denilse, talebden başka her iki manevi makama da kıskınmam. Lakin falan adamın şiddetli bir taleb ve iştiyakı vardır denilse, ondan duyduğum kıskanmadan kalbim yanar.? Diye buyurdu. İşte, Üstad-ı a?zam, bu sözleriyle, Allah?ı taleb etmeye herhangi bir şey olursa olsun, muadil olmadığına işaret eder. Hem de bizden matlub olan şey de budur. Diğer makamlara ulaşma işi, Alah?a havale edilir. Hülasa, salikten arzu edilen şey, şiddetle Allah?ı taleb etmesi ve hayatını onda sarf etmesidir. Hafız ( El-Şirazi) ( Kuddise sirruh) demiş ki:
? Matlubum hasıl oluncaya kadar talebden el çekmem. Ya ruhum sevgilye ulaşır, ya da ruh bedenimden çıkacaktır.? Hatta sofiler tarafından, ? biz ölümden sonra taleb halindeyiz.? denilmiştir. Nitekim Hafız ( Kaddesallahü sirreh) buna da dediği: ? Ölümden sonra mezarımı aç, bak! Ki içimdeki aşk ateşinden kefenimden duman yükselir.? sözüyle işaret etmiştir. Talebden maksad, salik matlubu olan Allah?tan başka masivadan yüz çevirmeye cehd edip tülliyetiyle Allah? tevaccüh etmesi demektir. Bu hal masivaya iltifatsızlık gözü ile bakması ve matlub olmaması, hepsi de zevalin kenarında oldukları, dünyadaki bütün şeyler, manevi yükselmesine zararlı, tehlikeli olup dünya ve ahiretteki kurtuluşu, hakiki maksuduna bağlı olduğunu bilmesiyle hasıl olur. ( Farsça beyit) :
? Kalbin masivaya bağlılığı, yüce makamlara terakki edilmesine faydasız ve perdedir. Eğer alakaları kesersen vasılsın ( ermişsin).?
Cami ( Abdurrahman) ( Kuddise sirruh) da taleb hakkında buyurmuşlar ki:
? O, ab-ı hayattan ( allah?ın aşkından) kanmakta benim için maslahat yoktur. Allahü teala ona ler zaman susuzluğumu artırsın!?
el-Hafız da ( Kuddise sirruh)
? Ol acı gibi olan şarap ki sofu Ümmül-habais ( Kötülerin anası) diye okudu. Lakin bize taze ve bakire kızları öpmekten daha zevkli ve tatlıdır.? denilmiştir. Bu beyitde geçen bakire kızları öpmek tabiri, visalden ( Allah?a kavuşmaktan), Ümmü-El-Habais tabiri, onu taleb etmekten kinayedir.
Piri veya pirine tabi olanları veya bulundukları yere iştiyakı ile ilğili, gördüğü rüyalardan başka salikin rüyası makbul değildir. Rüyanda, Üstad-ı a?zamın ( kuddise sirruh) markadı ( mezarı) civarında gördüğün bir çok binalar ise, manevi makamlara işarettir. Bunda, işittiğin ses ile velevki kapının arakasında oturmakla da, teveccühe gitmek için kasdınız ve aniden Üstad-ı a?zamın çıkmasıyla karşılaştığın olay, taleb edilmekten başka bir şey düşünülmemesine işarettir. Defterde ismini, babanın mülkleri senin olduğunu görmeniz ise, senin için taleb kabiliyeti oludğuna işarettir.
Öyle ise, kabiliyetin sende zahir olması için, çalışman ve gayret etmen lazımdır. Çünkü kabiliyetin zuhuru, çalışmaya bağlıdır. Bu rüyadan korkmalısın! Çünkü bu, talebe çalışmayı icab eder. Çalışma olmayıp kabiliyet elden gitse, salik ondan sorulacaktır.
Perverde Maruf, Cüneyd?in gözlerinden öper, talebe, mürid ve muhiblere ( dostlara) selam eder, bu taraftaki hal ve durumlar, Allah?a hamd edilmesine mucibtir. Allah?ın salat ü selamı efendimiz Muhammed'e ( sallalahü aleyhi ve sellem), al ve ashabına olsun!



Alıntı:
Onuncu Mektup
Salik, Mevlasına teslim olup dünyevi ve uhrevi olan bütün nefsani arzuları terk etmesine teşviki, hizmet edip, emr olunan şeylerin yapılmasına devam etmesi, kendisine daha faydalı olduğu, dünya ve ondaki şeyler, mürşidlerin nazar ve iltifatlarına müsavi olmayacakları, yapılacak her bir amelde, mutabeat kasdı lazım oluduğu konuların beyanı ile onlarla ilgili mes?eleler hakkında, Gavs-i A?zam ( Radıyallahü anh) tekkesinde müderris olan Nursli Molla Abdullah?a yazılmıştır.
ALLAH?IN ADIYLA BAŞLARIM
Hiçbir varlık yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam mahlukatının enhayırlısı olan efendimiz Muhammed?e, ( Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün aline ve ashabına olsun. Bundan sonra bu mektub, kutbu alem kaymakamının ( Radıyallahü anh) perverdesinden Allah yolundaki kardeş ve Allah için dostu, Molla Abdullah?adır. Allah, onu, dünyada sağanak halinde yağan yağmurlar gibi üzüntülerden kurtarıp, ona Allah?a yaklaşma ve neş?eyi arttıran halleri, üzerine nazil eylesin! Perverdeye kavuşmak mümkün olmadığından, değişik mevsimlerde de ona her ne kadar yaklaşılmak istenildiyse de, birçok maniler hasıl olup, dolaysıyla size korkunuzun arttığından, haber veren mektubunuz, perverdeye ulaştı.
Ey kardeş! Mahbub, ( sevgili, Allah) kuluna ihtiyar eylediği herşey, kul için mahbubdur.
? Kendi içinden gitmeli ve kendinden geçmelidir!? Cümle sadatın dedikleri bazı sözlerdendir. İkincisi, birincisinden daha ala ve yücedir. Çünkü birinci söz, insan kendi nefsani arzularını ve maksadlarını taleb etmekten, ikincisi, bunları kontrol ettikten sonra, hem nefsi, hem mezkur arzu ve maksadlarından vaz geçip, terk etmekten ibarettir. Yani salik nefsin payı için, hiçbir şey taleb etmeyip, ta ki nefsine hiçbir ihtiyar sıfatı kalmayıncaya kadar, nefsin işlerini külliyen mevlasına havale etmelidir.
Rivayet edilir ki, şeyhlerden birisi, El-Şeyh Abdül-Halık El-Gucduvani?nin ( Kuddise sirruh) yanında oturup, ben şöyleyim: şayet, yüvce Allah, beni, cennet ile cehennemden, birisini kendime seçmekte serbest kılsaydı, kendime cehennem ateşini seçecektim. Çünkü ben nefse muhalefet etmekle emr olundum. Nefis ise, cehennem ateşini istemez. Deyince, Hace ( Kuddise sirruh): ? biz öyle değiliz. Hatta bizim bir ihtiyari vasfımız bile yokki, birisini seçelim. Allah ( Celle ve âlâ) bize ne gibi bir şey seçse, o mahbubumuzdur.? Diye buyurdu.
İşte kardeşim: bunu düşün ki, Hace?nin ( Kuddise sirruh) buyurduğu bu sözü, bu kavmin traikatını arzu eden bir kimse, kendi muradından çıkıp, onların yaptıklarına mütabeat ederek, acaba bu iyi midir yoksa iyi değil midir? Diye tefekkür etmiyeceğine delalet eder. Fakat mürid, mürşidinin sohbetine nail olmadığına hasret çekmesi ve ona iştiyakı lazımdır. Hatta çektiği hasretten ölünceye kadar hastalansa, akıldan uzak bir şey değildir. Mısra:
? Mahbubun iştiyakından hastalandım. Ve beni terk ettiğinden öldüm. Öyle ise, budurumla sana nasıl halimi şikayet edeyim?? beyti (*) : ? Kendimden geçtiğim için, her gece, ayrılık kederinden, ? ya Rabbi? narasını çekip feleğe uşatırdığımın haberini acaba mahbubuma kim eriştirecektir??
? Evraddan hiç birisi bende te?sir edip, onunla müteessir olmadım? diye yazdınız. Ey kardeş! Mürid hiçbir şey düşünmeden, kendi üstadının emrine imtisal etmesi lazımdır. Başka bir şey tefekkür etmesi, tarikat haricidir. Bekli üstadını taklid ederek amel edecektir. Emr ettikleri şeyler, faydadan yoksun değilllerdir. Üzerimize vacib olan şey, emirlerine imtisal etmektir. Bize bir halin zuhur edip etmemesi, onlara tafvici ( havale) edilmiştir. Emre imtisal edip de, bir şey?in ( eserin) zahir olmamasından dolayı, imtisalin kıymeti olmadığı zan edilmesin. Çünkü bazı zanlar günahtır.
El-Cami ( Abdurrrahman) ( Kuddise sirruh) : ? Fayda: Mahbub için hizmet etmektir. Ondan daha üstün bir fayda yoktur.? buyurdu.
Rabıta kokusunun lezzetirnden bana, ehemmiyetsiz bir zevk hasıl olur. Diye yazmışsınız. Ey kardeş! Ona nasıl önem verilmesin ki, büyük zatlardan vaki olan az bir şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir şey, büyüktür. Mevahib El-Ledünniyye kitabı ile, şerhinde demiş ki: ? muhabbet, mahbub için, çok yapılan amelleri az, mabubdan gelen az bir ni?metin çok bir ni?met olduğunu bilmektir. Nitekim:
? senden ( mahbubdan) olan az bir iyilik, bana yeter. Lakin, senin az olan iyiliğine, az denilmez.? Denilmiştir. Burada Mevahib kitabı ile, şerhinin ibareleri sona erdi. Büyük zatlardan olan şey?e nasıl az denilebilir ki, onların tek bir nazarı, dünya ve dünyadaki şeylere mukabildir. El-Hafız:
?Eğer Şiraz?ın o mahbubu, gönlümüzü ele alırsa, onun bennine, Semerkand ile Buhara?yı bağışlarım.? Demiş. ( Onun söylediği bu beytine karşı) başkası da demiş ki, beyit:
? Yanlış söyledin, hata ettin (ey hafız!) sevgilinin kıymetini bilmedin. Ben mahbubun tek, bir bakışına ( kıymet olarak) her iki dünyayı ( dünya ve ahireti) satarım? demiştir.
Bununla beraber, rabıtanın size te?sirsiz oluşunun sebebi, şartlarının yerine getirmediğindendir. O, şartların bazısı şudur ki: ne olursa olsun, mahbubdan ( Allah?tan) başka hiçbir şey?e kalben iltifat etmemektir. Mümkünse virdlerini ayrı ayrı vakitlerde, yani sabah, duha, öğle ile ikindi namazından sonra, mümkün olmazsa, sabah namazından ve yatmadan önce, yapmanız, akşam ve yatsı namazlarından sonra, rabıta niyetiyle, gözünüzü kapatmakla, sadatın da ( Kuddise sirruhüm) böyle yaptıklarını düşünerek, ( biz dahi sureten de olsa, adetlerine uymaktayız.) diye tefekkür etmeniz lazımdır. Sizin, Mustafa?nın ( Sallallahü aleyhi ve sellem) şeriatına tabi olanların üzerine, selam olsun! O, şeriat sahibinin üzerine de, en üstün salat ü selam ve sena olsun! Bazı vakitlerde, bizden bedel olarak, Gavs-i a?zamın ( Radıyallahü anh) türbe-i şerifinin ziyaretine gitmenizi dileriz. Devamlı saadet üzere bulunun!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye