Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kur'an ve Sünnet'ten Beslenen Yol: Tasavvuf / Ümit Demir
MesajGönderilme zamanı: 26.04.10, 09:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
Kur'an ve Sünnet'ten Beslenen Yol: Tasavvuf

Ümit Demir


İnsan şüphesiz bilmediğinin düşmanı, yüzleşmekten kaçtığının da korkağıdır. Gözlerimizi kapatmak suretiyle oluşan karanlığa bağırmak ise her zaman için basitliğe kapı açmaktır. Hâlbuki yapılması gereken en doğru, en kolay ve en sade eylem düşman sandıklarımız, korkuya düştüklerimiz hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmak ve de önümüzü / fikrimizi aydınlatacak bir bakış kararlılığında ve keskinliğinde olabilmektir.

Bu girizgâhtan mütevellid, tasavvuf konusu da yüzyıllardan beridir gerek İslam dininin muhalifleri tarafından gerekse tasavvufun mahiyetini tam kavrayamayan ya da tasavvufun bozulmuş tarafını baz alarak görüş bildiren Müslümanlar tarafından hep yadırganagelen bir mevzu olmuş; bazen düşman bellendiği gibi bazen de korkulan durumuna düşmüştür. Aşağıda İbn-i Haldun’dan yaptığımız alıntıyla da değindiğimiz gibi aslında tasavvuf denilen ilim/metod/yaşam tarzı, İslam’ın ilk yıllarında takvayı önceleyen ashabın, zaten sürdüre geldiği yoluydu. Sadece zaman içinde doğal olarak kurallarıyla, şekilleriyle ve tecrübelerden edinilen öğretileriyle daha hissedilebilir bir sistematik tarik/yol halini almıştır. Aslında bu hemen her İslamî ilim için söz konusudur. Mesela akaid ilimleri de doğal süreç içerisinde belirginleşmiştir. Ya da fıkhî meseleler yorum farkına ya da kaynak kişiye göre farklı farklı şekillenmiştir. Kimse diyemez ki tüm bu ilimler İslam’ın ilk yıllarında yoktu o sebebten şimdi olmaları gereksizdir/fitnedir/bidattir.

Ayrıca nasıl ki İslam’ı yanlış anlayanlar var; ve bu yanlışlıklar, itikadî ve amelî sapmalara/hatalara hatta küfre yani İslam’ın ana mesajını inkâra kadar gidebiliyor. Aynı bunun gibi tasavvufun yanlış anlaşılması ve uygulanması da benzer sonuçları verebilir. Mesela İslam’ı yanlış anlayan zihniyetler, yaptıkları her kötülüğün suçunu kadere hatta Allah’a yükleyerek kendilerini masum kabul ederler; veya “cennet ya da cehenneme gideceğimiz ezelde belli ise ibadet yapmanın ne gereği var” mantığına sığınarak tembel/boş/faydasız bir ömür geçirirler. Tıpkı bu tip sakat/bozuk/yanlış itikadlar gibi eğri mantıklarını tasavvuf ile birleştirenler de var ne yazık ki. İtikadî bozukluklar gibi amelî olarak da nasıl -meşru sebeb yokken- en yakınlarından bile gizledikleri tamamen zevke/şehvete yönelik çok eşliliğini İslam’a mâl edenler mevcud; ya da İslam’ın şefkati öğütleyen emirlerine ve peygamberî yaşam prensiplerine ters olarak “eş dövmeyi” ayet kılıfına sokanlar bulunuyor. Yine bunun gibi tasavvuf sandığımız ama aslında İslam tasavvufuyla alakası olmayan metodlarda da yanlış/hatalı anlayışların tutarsız eylemleri görülebilir.

Şunu unutmamamız gerekir; sonuçta nasıl ki İslam’ın temiz ve sağlıklı mesajına aykırı olan bozuk itikadlar ve eylemler, İslam’ın kendisine zarar veremez ve vermemeli; elbette kaynağı tamamen Kur’an ve sünnet olan tasavvufa da bozuk anlayış ve ibadetler yamanıp tasavvuf kötülenmemelidir.

Peygamber sallallahüaleyhivesellem ve onun seçkin sahabelerinden (ki Allah onların hepsinden razı olsun) günümüze kadar gelen bu ilme tasavvuf dendiği kadar başka bir şey de denebilirdi. İsimler çok da önem arz etmiyor. Misal; Sünniliği ya da Şiiliği savunurken “Sünni de Şii de Müslüman” demekteki niyet neyse -yani Sünnilik/Şiilik derken Müslümandan gayrı bir şey demek istemiyorsa- bunun gibi “tasavvuf” demenin de ölçüsü aynıdır. Tasavvufun ana hedefi ve mutasavvıfların yegâne gayesi, İslam’ı ilk Müslümanların yaşadığı gibi yaşayabilmek ve insan-ı kâmil olma derdiyle çevrelerine kendilerini numune bir şahsiyet olarak sunabilmektir. Mutasavvıf ismine de takılmamak gerekli bu anlamda. Ehl-i Beyt gibi, Ashab-ı Suffe gibi, Aşere-i Mübeşşere gibi sadece bir belirtme sıfatıdır; kâinatta alınabilecek/layık olunabilecek en şerefli “Müslüman” isminin karşısında ya da tezadında veya da -hâşa- yukarısında bir isim/sıfat değildir.

İslam tasavvufu, yaratıcıya duyulan/duyulması gereken sevginin her zaman aynı boyutta kalmasını sağlar bir araç konumundadır. Teşbihte hata olmasın ama nasıl ki insanî bir sevda ilişkisinde nişanlılık devresi ile evlilik yılları arasındaki sevgi düzeyinde mutlaka fark var. Yani ne erkek ne de kadın nişanlılık devresinde gösterdiği o muhteşem sevgiyi, evlilikleri yıllanmaya başladıktan sonra gösteremiyor. Nişanlılık devresindeki o aşkın hâli, kendisini sevgilide kaybetme hâlini, kendini hiçe sayıp her şeyini sevgilisine göre ayarlama hâlini zamanla kaybediyor; bunun gibi İslam’daki Allah’a duyulan hubb/sevgi/âşk da zaman içinde yıpranabiliyor. Peygamberî tavsiye ile “imanınızı tazeleyin” düsturunu ilke edinen tasavvuf da bu sevgiyi hep aynı düzeyde tutmaya –hatta imanı (sevgiyi) ziyadeleştirmeye- yönelik bir ilimdir; tasavvufun öğretileri de işte bu hedef için bazı kuralları elzem kılmıştır.

Birbirleri ile denkleştirilmeye çalışılan felsefe ve tasavvuf, aslında çok da benzeşmezler. Çünkü felsefe, “şüphe ile arama” sonucunda mutlak inanmaya –belki- çıkarken, tasavvuf önce şartsız/koşulsuz inanmayı/teslimiyeti elzem kılar sonrasında da fikrî ve ruhî açılımları sağlar. Yani tabiri caizse tasavvuf yukarıdan aşağıya "emin olarak" açılma/genişleme/idrak etme hareketi iken, felsefe aşağıdan yukarıya doğru "şüphe ile" çıkma/araştırma/bulma gayreti çabasıdır. Ayrıca felsefe, amel noktasında daha serbest iken tasavvuf gerek ferdin gerekse toplumun ıslahına/iyileşmesine/iyiliğine yönelik pek çok eylem mecburiyetini bünyesinde barındırır. İçsel ve evrensel olmak üzere tek gayesi yararlı olmak için bir takım eylemleri zorunlu kılması tasavvufu, içinde mutlak imanı ve de hareketi/eylemi barındırmayan felsefeden ayırmak için önemli bir farktır.

Bu doğrultuda ele aldığımız bu çalışmanın naçizane amacı da yukarıda ifade ettiğimiz anlayışa hizmet edebilmektir. Gerek tarihten gerekse günümüzden önemli ve saygın şahsiyetlerin tasavvuf hakkındaki görüşlerini, tasavvufun varlığı, oluşumu ve lüzumunu paylaşmak adına derledik. Genel bir tasavvuf yorumu ile dış tesir iddiasını çok yer kaplamadan anlatmaya ve de tasavvufun kaynaklarının ayet ve hadislere dayandığını göstermeye, bu kaynaktan beslenen tasavvuf denizinden inciler sunmaya çabaladık, Allah’ın lütfettiği nisbette!

Çaba bizden, tevfik Allah’tandır muhakkak.

Ümit Demir
_______________________________

Tasavvuf Zaten Ashabın Yaptıklarıdır/Yoludur!
“Bu ilim, ümmet içinde sonradan ortaya çıkmış ilimlerden biridir ve aslı şudur: aslında tasavvuf ehlinin tutmuş oldukları yol, sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelen ümmetin selefi ve büyükleri tarafından hiçbir zaman terk edilmemişti. Bu yolun temeli ibadetlere kapanıp tamamen Allah’a yönelmek, dünyanın geçici nimetlerinden, süs ve ziynetinden yüz çevirmek, insanların genelinin yöneldikleri zevklere, lezzetlere, mal ve makama sırt çevirmek, halvet ve ibadete çekilmek için insanlardan uzaklaşmaktır. Evet, sahabe ve onlardan sonraki selef döneminde bu hal genel bir durumdu. Sonra (hicrî) ikinci yüzyıldan itibaren dünyaya ve dünya malına meyletmeler yaygınlaşınca ve insanlar dünya işlerine dalınca, eskisi gibi ibadetlere yönelenlere “sufîye ve mutasavvıfa” isimleri verildi.

Böylece şeriat ilmi iki gruba ayrılmıştı: Birinci grup fakihlere ve fetva ehline özgü olan, ibadetler, adetler ve muâmelâtla ilgili genel hükümlerdir. İkinci grup ise söz konusu mücahedelere ve nefs muhasebesine yönelen tasavvuf ehline özgüdür. Onlar bu ilim dalında, bu yolda karşılaştıkları manevi zevklerden, vecd hallerinden, bir manevi zevkten diğerine nasıl geçileceğinden bahsederler ve kendi aralarında kullanılan terimleri açıklarlar.

Tasavvuf yoluna girmemiş olan ibadet ehli kişilerin gayesi fıkhî bir bakış açısıyla (fıkhî şartlarına riayet ederek) ve ihlâsla ibadetleri yerine getirmektir. Sufîler ise yaptıkları ibadetlerin eksikliklerden uzak olduğunu anlamak için öncelikle bu ibadetlerin neticesinde elde edilecek manevi zevkler ve vecd hallerini araştırırlar. Buradan anlaşılıyor ki sufîlerin yolunun temeli yaptıkları (ibadetler) ve terk etikleri (zevkler) her şeyde nefs muhasebesi yapmak ve bu mücahedelerin sonunda elde edilecek olan manevî zevkler ve vecd halleri hakkında konuşmaktır. Sonra mürîd için bir makam belirir ve o makamdan başka bir makama yükselir.

Sahabeler de böyle bir mücahede içindeydiler ve bu tür kerâmetlerden çok büyük nasibleri vardı. Ancak onlar bu gibi şeylere hiç önem vermemiştir. Hazreti Ebu Bekr’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın ve Hazreti Ali’nin faziletinden bahseden haberlerde bunun pek çok örneği vardır. Kureyşî’nin “Er-Risâle”sinde isimleri zikredilen tasavvuf ehli kimseler bu hususta sahabenin ve onlara uyanların yolunu takib etmiştir.”

İbn-i Haldun – Mukaddime

_______________________________

Tasavvuf, İslam’ın Durağan Şekilde Anlaşılmaması İçin Şarttır!
“Tasavvuf, Müslüman imanının bir boyutudur. Yani İslâm’ın iç boyutudur. Derunî cephesidir.
Tasavvuf konusunda bütün yanlış anlaşılmalar, tasavvufu, kökleri Tevhid/Birlik dini olan İslam’ın dışında ayrı bir “akım” veya bir mezheb olarak görme teşebbüsünden doğmuştur. Bu yanlışlıklar, derin düşünceyi eylemden (amelden), ibadeti ruhî yönden, içi dıştan, İslam’ın Allah’ına doğru yol alışını, İslam’dan önce gelmiş ve mükemmelliklerini İslam’da bulmuş diğer semavi dinlerden ayırmaktan ileri gelmiştir.

İbn-i Haldun’un bu (yukarıdaki) temel görüşleri, günümüz İslam dünyasında tasavvufa karşı kuşku beslenmesine sebeb olan karışıklık ve yanlış anlamalardan bizim korunmamıza imkân vermektedir. Bu arada tasavvuf, Gazâli ile düşüncesinin doruk noktasını oluşturur.

Öncelikle belirtelim ki tasavvuf, İslam’ın Hıristiyan mistisizmi, irfaniye (gnostisizm) veya Hint bilgeliğiyle temasından doğmuş değildir. Tasavvufun kaynağı Kur’an’dır.

İslam imanına giriş formülü olan kelime-i tevhid yani “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesi tasavvufun temelidir/ilkesidir. Bunun anlamı, tek Mutlak mutlaktır, geri kalan hepsi izafidir. Sadece Allah gerçektir.

Burada da bir yanlış anlamanın bertaraf edilmesi gerekir: Allah hepsidir demek, hepsi Allah’tır manasına gelmez. Sufîler nazarında hiçbir panteizme yer yoktur. Tam aksine: Allah, hepsi olmak için her şeyde eksik olan şeydir. Herşey ancak Allah’a nisbetle gerçektir. Bir şey O’ndan ayrılınca, sadece bir kuruntudur, bir varlık-dışıdır. Bu, Allah’ın, varlıkların -sonsuzca uzayıp gitmiş dahi olsa- toplamından ibaret olduğu anlamına hiçbir şekilde gelmez. Demek ki bunun, sonlu ile sonsuz arasında bir devamlılığa inanan panteizmle hiçbir alakası yoktur.

Mutlak olarak gerçek olanla sadece izafi olarak gerçek olan arasındaki bu ilişkileri hatırlatırken Hazreti Peygamber’in ilk üç reşid halifesi şöyle diyorlardı:
*Ebu Bekr (ra): Ben hiçbir zaman bir şey görmedim ki ondan “önce” Allah’ı görmüş olmayayım.
*Ömer (ra): Ben hiçbir zaman bir şey görmedim ki onunla “aynı anda” Allah’ı görmüş olmayayım.
*Osman (ra): Ben hiçbir zaman bir şey görmedim ki ondan “sonra” Allah’ı görmüş olmayayım.

Tasavvuf, Kur’an’ın bir yorumudur, onu bir okuma tarzı, özellikle de onu yaşama biçimidir.
Tasavvufun sadece bozulmuş ve sapmış şekilleri insanı dinî ibadetten ve çalışmadan çevirip uzaklaştırır. Tasavvuf kaçma değildir. Tasavvuf ibadetten kopmaz, aksine ibadetin ruhudur. Onsuz ibadet şekilciliğin devamlı tehdidindedir. Tasavvuf ibadete asıl anlamını kazandırır.

Tek kelimeyle tasavvuf, İslam’ın yaşayan, özümsenmiş, yaratıcı bir İslam olarak kalması için bir şanstır. İslam’ın şerh ve şerhin şerhi, dış kuralcılık ve tekrarlar olmaktan kurtarılması için gereklidir. İslam’ı gelecek yüzyıla geri geri giderek sokacak olan “kendi kendine yeterlilik”, “ben bilirimcilik” ve dogmatik şekilcilik hastalığından kurtulması, yani geçmişin özlemi içinde fosilleşmiş bir İslam olmaması için tasavvuf şarttır.”

Reca CARUDİ (Roger Garaudy) – İslam ve İnsanlığın Geleceği

_______________________________

Tasavvufa “Dış Tesir” İddiası Yanlıştır!
“İslam ve medeniyeti hakkında modern araştırmaların yoğunlaşmaya başladığı XIX. yy.ın sonlarından itibaren bazı şarkiyatçıların (orientalistler), tasavvufta yabancı din ve felsefelerin tesirini aramaya başlamışlar, bazı Müslüman yazarlar da onlara katılmıştır. … Bu görüş taraftarlarına göre, tasavvuf doğrudan İslamiyetten, yani Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Peygamberin yaşantısından kaynaklanmamakta, Yahudilik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Hind dinleri ile eski Yunan felsefesi de dahil çeşitli Orta Şark’ta o zamanlar var olan felsefî düşüncelerden kaynaklanmaktadır.

Hemen şunu genel olarak belirtelim ki bu iddiada olanların bir kısmı hiçbir tarihî mesnedi olmayan tamamen indî mütâlaalarda bulunurken, diğer bir kısmı da iddialarını daha önce bazı Müslüman yazarların tasavvufla ilgili konularda tarihen yanlış olan, çok önce öne sürdükler görüşlerine veya onların o görüşlerinin yanlış yorumlanmalarına dayandırmaktadır.

… (yazar burada İslamî tasavvufun, eski İran, Yahudilik ve Hıristiyanlık, Hind ve Yunan tesirinde kalmadığını tarihî notlar ve bilgilerle ispatladıktan sonra şu özeti yapar)

Kısaca özetlemeye çalıştığımız gibi tasavvufun menşei çok farklı din ve yabancı felsefî düşüncelere bağlanmaya çalışılmıştır. Bu tezler tutarsızdır; zira bu yazarlardan bazıları mesela E.Renan, bir zamanlar İran tesirini tasavvufun menşei gösterirken, başka bir zaman Yunan felsefesi göstermiştir. Mesela Nicholson bunu bir zaman Hind düşüncesinde ararken, başka bir zaman Hıristiyanlıkta aramıştır. Aynı şekilde Wensinck bir zaman Yahudiliğe yönelirken daha sonra Yunan felsefesine yönelmiştir. Bu da onların kendi içlerinde bile tutarsız olduklarını göstermektedir. Ayrıca birinin kabul ettiğini öbürü reddetmiştir.

Tasavvufun esasını zühd ve taqva’nın teşkil ettiğini, tasavvufun menşeinin de Kur’an’dan ve Hazreti Peygamber’in dinî hayatından esinlenmiş olduğunu kabul edersek bunu dışarıda aramaya gerek yoktur. Nitekim başta D.S. Margoliouth ve L. Massignın ve onlardan sonra gelen Trimingham, H. Corbin, R. Caspar, R. Arnaldez, L. Gardet gibi birçok çağdaş batılılar, artık tasavvufun menşeinin İslam olduğunu savunmaya başlamışladır. Mesela tasavvufun menşeini bir zamanlar Hıristiyanlık tesiriyle açıklayan Trimingham, en son eserinde (The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971) tasavvufu İslam’ın kendi içerisinden çıkan tabiî bir gelişme olarak göstermektedir.”

Prof. Dr. Mehmet BAYRAKTAR – Tanımı, Kaynakları ve Tesiriyle Tasavvuf (Sempozyumu Konuşmasından)
_______________________________

Tasavvuf’un Çıkış/Beslenme Kaynağı Elbette ki Kur’an’dır!
“Tasavvufta bana göre iki gaye vardır: birisi yaratıcımız Allahü Azimüş-şanı tanımaya yönelmiş gayretler. Allahü Teâlâ Hazretleri hakkında kişinin bilgisinin, öz tabiri ile marifetinin artırılması, geliştirilmesi ile ilgili gayretler... İkincisi: Kişinin kendine yönelik bir tarafı. Yani tasavvuf bir taraftan Allah’ı bilmek ve tanımak hususunda bir cehdi ifade ediyor, bir taraftan da kişinin kendisini terbiyesini, tanzimini; ruhî ve ahlakî cephesini düzeltmesini ifade ediyor. Bu ikinci kısma “tehzib-i ahlak” veyahut ‘tezkiye-i nefs’ (nefsi tezkiye etmek, pak eylemek) diye isim vermişler. Tasavvuf kitaplarında bu başlık altında geçmiştir.

O halde tasavvuf, bir yandan marifetullahı, bir taraftan da tezkiye-i nefs’i tahakkuk ettirmek için yapılan gayretleri ifade eden, gayretleri anlatan, bu gayelere ulaşmak için tutulması gereken yolları anlatan bir ilim olmuş oluyor

Biraz daha düşündüğüm zaman, şöyle bir anlatış şekli de hatırıma geliyor; kendi zihnimden doğan bir anlatış olarak; “insanın Allah’ı sevmesi, Allah’ın da insanı sevmesi!...” herhalde ikinci sözü daha öne almak lazım, yani insanın Allah’ı sevmesi tarafından sevilmesi ve buna bağlı olarak insanın Allah’ı sevmesi için neler lazımsa işte tasavvuf, bunu anlatan bir ilimdir.

Ne yaparsak Allah bizi sever. Ne yaparsak, bizde olması gereken “muhabbetullah” (Allah sevgisi) hâsıl olur? İşte tasavvufun, bence iştigal sahası bu. Bu ölçüler içinde düşündüğümüz zaman, İslam tasavvufu İslam’ın özüdür, ruhudur; (zaten bir başka kaynaktan kaynaklanırsa veya mevcut hali bir sosyal vakıa olarak düşünülüp kabul edilmek istenilirse, ben o işin içinde yokum) Menşei, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler ve Hz. Peygamber ile ashabının hayat tarzlarıdır.

Tasavvufun bu gayeleri ile ilgili delilleri, Kur’an-ı Kerim’den, hatırladığım kadarıyla, şöyle sıralayabilirim:
(Ez-zariyat: 56) Mealen: “Cinlerin ve insanları başka şeyler için değil; ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
(Tebareke: 2) Mealen: “O Allahü Teâlâ’dır, hanginiz daha iyi amel işleyecek, diye size bu hayatı bahşeden, ölümü ve hayatı yaratan.”
(el-Haşr: 19) Malen: “Allah’ı unutanlardan olmayınız, unutanlar gibi olmayınız.”

“Allah’ı unutanlar gibi olmayınız”, diye bir yasaklama ve tembih var ayet-i kerimede... Demek ki, kişinin aslî vazifesi, bu tasvirlerden anlaşılıyor ki, Allah’ı bilmek ve O’na hakkıyla kulluk etmek. Kur’an-ı Kerim, bize bunu çok açık gösteriyor.

Allah’ı unutmamak, daima hatırda tutmak, işte bunu sağlamak için Kur’an-ı Kerim’in tavsiyeleri var: “Sabah, akşam Allah’ın ismini yâd et, an.” “Allah-ı çok anınız ve O’nu sabah-akşam tesbih eyleyiniz...” (El-Ahzab 33/41-42) Bu gibi ayetleri, Allah’ın sürekli hatırlanması unutulmaması, ismiyle ve varlığıyla zihinlerde canlı tutulması gibi emirleri, tasavvufun “marifetullah gayesinin” menşei ve kaynağı olarak görmeğe mecburuz. O halde Allah’ı unutmamak hatırda tutmak, “zikretmek” farzlardan biridir. O’nun üzerinde düşünüp o hususta bilgi (marifet) sahibi olmak, ayet-i kerimelerle emredilmiştir. Bu ayet-i kerimeler tasavvufun Qur’an’daki kaynaklarıdır. Bir başka ayet-i kerimede de buyruluyor ki: “Allah’tan nasıl korkmak lazımsa o şekilde korkunuz, çekininiz, ne yapıp yapıp muhakkak Müslüman olarak ölünüz.” (Al-i İmran-3/102). Bu gibi ayet-i kerimeler, Allah’a karşı kulun cehdini, O’nu bilmek ve O’na ubudiyet etmek hususundaki cehdini ifade eden emirlerdir. Ve tasavvufun özetlediğim gayelerinden bir tanesine işarettir, bunlar.

Diğer gayesi olan tezkiye-i nefs konusunda, Kur’an’ın içindeki bütün ahlaka dair ayetler kaynaktır. Yalan söylemeyin, ölçüyü tartıyı eksik tartmayın, birbirinizi öldürmeyin, hırsızlık yapmayın, sabredicilerden olun sebat gösterin, takva ehli olun... gibi. Mesela:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz, sakınınız, çekininiz, takva ehli olunuz ve kişi, şimdiden, o tarafa ne gönderdiğine baksın.” (El-Haşr 59/18).
Bu ifadenin altında, amel-i salihe teşvik vardır. Allah’tan korkun da yarın işinize yarayacak salih amel işleyin, demektir, bu ayetin bu tarafı.)

Aynı ayet-i Kerime’nin son tarafı da: “Allah, sizin yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır, her yaptığınızı bilmektedir”, (El-Haşr 59/18) “Sakın ha, kötü şeyler yapmayın! Çünkü yaptıklarınızın hepsi Allah’ın hiç eksiksiz malumudur. O halde O’nun tarafından muaheze olunursunuz, sakın kötü şeyler yapmayınız” demektedir.

Buralarda, görülüyor ki, takva tavsiye ediliyor, sabır ve ahlakî diğer hususlar tavsiye ediliyor ve bir ayet-i Kerime’de: “Kim nefsini temizleyebilmişse, tezkiye edebilmişse, o felah bulmuştur. Kim ki bu işi başaramamışsa o da hüsrana uğramıştır, çok pişmanlık duyacak bir duruma düşmüştür.” (Eş-Şems 91/9-10) buyrularak, kalbi, batını temizlemenin ehemmiyeti anlatılıyor.

Demek ki insanın, nefsini terbiye etmesi lazım, ahlakını güzelleştirmesi lazım. Ve hayatın gayesi olarak bildirilen, “Allah’ı bilme”si ve ona güzel kulluk gayretinde bulunması lazım. İşte bunlar ve sayısız hadis-i şerifler, mesela, çok meşhur olan; “küçük cihaddan geldiniz, büyük cihad sizi bekliyor...” şeklindeki “kişinin nefsiyle çarpışmasını” büyük cihad olarak anlatan, nefis arzularına karşı çıkmak gerektiğini, onu dizginlemek, firenlemek gerektiğini anlatan hadisler gibi... deliller, tasavvufun İslamî temele dayalı olduğunu açıkça göstermektedir.”

Prof. Dr. M. Esad COŞAN – Mavera Dergisi Sayı:54/Akif İnan Söyleşisi
_______________________________

Tasavvuf, Bizi Fenafillah Makamına Ulaştıran Bir Yoldur!
Tarihçiler, tasavvufu genellikle İslam’ın mistik özü olarak tanımlarlar ve başlangıç tarihini İslam’ın doğuşundan yaklaşık iki yüzyıl sonrasına, dokuzuncu yüzyıl başları olarak belirlerler. Ancak evrensel anlamda tasavvuf, bütün dinlerin mistik yönlerini içerir. Din, kökleri zahirî dinî uygulamalar (ameller) olan bir ağaçtır. Bu ağacın daları mistisizm, meyvesi ise hakikattir.

Sufî psikolojisine göre kalb bizim derin zeka ve irfanımızı içerir. Kalb gnosis’in yani marifetin mekânıdır. Sufî ideali, yumuşak, duyan, şefkat dolu bir kalb geliştirmek ve kalbin kavrayışını arttırmaktır.

Sevgi, temel sufî manevî disiplinlerinden bir başkasıdır. Sevginin mekânı da kalbtir. Başkalarını sevmeyi öğrendikçe, Allah(cc)’ı daha çok sevebiliriz.

Sufî psikolojisinde benlik ya da nefs, psişemizin en kötü hasmı olarak başlayan, ancak paha biçilmez bir alete dönüştürülebilecek bir unsurdur. Bu nefs düzeyi, bizi manevî yoldan ayırmaya çalışan içimizdeki negatif güçlerin hepsinin koleksiyonundan ibarettir.

Tasavvuf, manevi psikolojiye, içinde ruhun, kadınların ve azınlıkların baskı altında tutulmasını haklı göstermek için bir çok manevî sistemde bulunan doğrusal ve hiyerarşik modellerin tehlikelerinden korunduğu, gerçek anlamda bütüncül bir yaklaşım sağlar. Tasavvufta kadınlarla erkekler ya da farklı ırklar veya milliyetler arasında kesinlikle manevî ayrım bulunmaz.

Tasavvuf, çağımızla özellikle ilgilidir. Çünkü tasavvuf, pratik uygulaması çalışma hayatı, aile ve günlük yaşamın diğer tecrübelerini de içine alan karmaşık bir mistik yoldur. Bazı sufî gezgin garibler iken, büyük bir kısmının düzenli işleri ve aileleri vardır.

Sufî geleneği bize, dünyevî işleri manevî çalışmamızdan bir sapma olarak algılamamızı değil, görevlerimizi ve tecrübelerimizi manevî seyahatimizin bir parçası ve mekanı olarak görmemizi öğretmektedir.

Tasavvuf, bulunduğumuz yerden bizi alarak, fenafillah makamına kadar götürebilen bir manevî yoldur.

Tasavvuf hiçbir zaman seçkinci bir maneviyat olmamıştır. Büyük şeyhlerin birçoğu fakir ve tahsilsizdi. Önemli olan dış giysi ve kitab değil, kalbin kalitesiydi.

Günümüzde dünya küçüldü ve komşularımız arasına dünyanın her yerindeki açlar dahil oldu. Derviş olmak, sosyal adalete inanmak, açlığı ve ıstırabı hafifletmek için elimizden gelen her şeyi yapmaktır. Başkalarının ıstırabını hissetmeyen kalb, ilahi aşkı duyamaz.

Dervişler birbirlerini sevmeyi ve birbirlerine hizmet etmeyi öğrenirler. Dervişler arasındaki dostluk, ortak ilahî aşka dayanmaktadır; bu dostluğa bağlanmış herhangi bir fanî tutku ya da gizli menfaat yoktur.

Tasavvuf içimizdeki hazineyi hatırlatma disiplinidir. Sufîler, Allah (cc)’nin hepimizin içine bir ilahî kıvılcım yerleştirdiğine inanır. … Dervişlerin büyük bir kısmı, ilahî isimler ve sıfatların (Esma-ül Hüsna) tekrarından ve Qur’an’dan ayetler ve dualardan oluşan günlük zikirler yaparlar. Tarikatların büyük bir kısmında ayrıca cemaat halinde yapılan haftalık zikir ayini vardır.

Bedenen temizlenmek ve temiz elbiseler giymek zor değildir; ancak içlerimizi temizlenmek çok zor olabilir. Tasavvufun hedefi, kalbleri geliştirerek dua edecek hâle getirmektir. Samimi, sabırlı, sadıkane dua etmek ve diğer manevî eksersizlerle göğüs(sadr) temizlenir ve genişler.

Tasavvuf perspektifinden, mevcudat Allah(cc)’ın kutsal kitablarından birisidir ve onu okumak potansiyel olarak en büyük ve en derin eğitim tecrübelerindendir.

Tasavvuf, gerçek insanoğlu olma vasfına ulaşabilen samimi dervişler aracılığıyla yayılmıştır. Onlar kişiliğin ötesini gördüler ve insanların derinliklerine ulaşabildiler. İnsanlara özgece hizmet ettiler. Bunun sonucu olarak insanlar değişti ve bir çoğu dedi ki: “Evet, eğer Sufîlik böyleyse, ben de sufî olmak istiyorum.”

Hazreti Peygamberin tasavvufta büyük önem verilen hadislerinden birisi; “Kendini bilen, Allah (cc)’ı bilir” dir. Değiştirmek istediğiniz huylar ve kişilik özelliklerinizin listesini yapın. Dürüst olun; hataları ve kusurları saymak kolay değildir. Kendinizi kişiliğinizin özellikleri ile özdeşleştirmeyin.”

Prof. Dr. Robert FRAGER – Kalp, Nefs ve Ruh

http://www.cemaat.com/kuran-ve-sunnette ... l-tasavvuf


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kur'an ve Sünnet'ten Beslenen Yol: Tasavvuf / Ümit Demir
MesajGönderilme zamanı: 26.04.10, 13:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Güzel bir derleme...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye