MAHMUD ES'AD COŞAN (Rh.A.)
ÇANAKKALE 14 Nisan 1938/13 Safer 1357
AVUSTRALYA 4 Şubat 2001/10 Zilkade 1421
İlim, fikir ve gönül adamı Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh.A.) Hocaefendi, doğumunun hicri 72. yıldönümü olan 13 Safer / 20 Şubat Çarşamba günü sevenleri tarafından anıldı.
M. Es’ad Coşan Hocaefendi, AKRA FM’de 15 farklı programdan oluşan yoğun bir yayın akışıyla, ikindi namazını müteakip Eyüp’teki kabirleri başında, akşam namazından sonra ise İskenderpaşa Camii’nde özel programlarla yad edildi.
AKRA FM, Hakk’a yürüyen zat-ı muhteremlerin,
Mevlid Kandili’nde olduğu gibi Hicri doğum günlerinde yâd edilmelerini gelenek haline getiriyor. İlki geçen yıl gerçekleştirilen ve bu yıl devam eden hicri doğum günlerindeki anma programlarına yoğun ilgi gösteriliyor.
20. yüzyılın önemli mürşidi kamillerinden günüler sultanı Mehmed Zahid Kotku (Rh. A.) Hocaefendi’nin, doğumlarının hicri yılı olan 30 Muharrem 1429 (8 Şubat 2008) Cuma günü çeşitli programlarla yad edilmesinin ardından, büyük alim ve mutasavvıf
Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi de yine doğumlarının hicri yıldönümünde sevenlerince anıldı.
M. Es’ad Coşan Hocaefendi, 14 Nisan 1938 Perşembe günü dünyaya geldi. Bu tarihin Hicri takvime göre karşılığı
13 Safer 1357’dir. Hicri 1429’de bulunmamız dolayısıyla bu yıl M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin doğumunun hicri 72. yılıdır.
Akşam namazını müteakiben İskenderpaşa Camii’nde gerçekleştirilecek programda ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, Es’ad Coşan Hocaefendi’nin
“Kur’an’ı Kerimi Anlama ve Ahkâmını Hayata Geçirme” konusundaki tavsiyelerinden bahisle Hocaefendiyi anlatan bir konuşma gerçekleşti.
Mahmud Esad Coşan Hocaefendi: "Bir insanın rızkı, eceli, nerede öleceği, bu Allah'ın hep bildiği, yazdığı kader, mukadderat, alnının yazısı yani.. Hindistan’da ölmeyi murat etmişse, Hindistan'dan bir davet çıkar oraya gider. Şimdi ben, coğrafya kitaplarında görüyordum Avustralya'yı.. Ne param yeter, ne aklımın köşesinden geçer Avustralya'ya gitmek.. Bizi oradaki arkadaşlarımız çağırdılar, aman hocam konferans var üniversitede, eğitim var, seminer var, bilmem ne.. Gelemem edemem, kalkıyor gidiyor insan oraya.. Eceli oradaysa, diyecekler ki, - Es’ad Hoca Avustralya'ya gitti, işte vefatı oradaymış.."- mesela diyecekler, öyle olacak. Allah cümlemizi sevdiği bir kul olarak, sevdiği bir işi yaparken, hayır üzerindeyken canımızı alsın.
Dünyayı kucaklayan vizyonu ve sınır tanımayan hizmet aşkının son olarak Avustralya'ya yönlendirdiği Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, dünyanın bu öteki yüzünde, 4 Şubat 2001 günü vefat etti. Son 4 yılını diğer ülkelerin yanı sıra özellikle bu topraklarda,
"bakir hizmet alanları" diye nitelediği Avustralya'da geçirmişti. İlk defa 1984 yılında geldiği ve geçen süre içinde, çölleri de dahil olmak üzere ayak basmadık bir yer bırakmadığı bu uzak topraklarda, hem gurbette yaşayan vatandaşlarının hem de yerli halkın gönüllerini imar edecek hizmetler peşindeydi.Konferanslar, sohbetler, kültür merkezleri, mescitler...
Son edeplerinden biri her ay bir cami açılışı idi. Çok amaçlı yapılar olmasını arzu ettiği camilerin mimarileriyle de yakından ilgili idi. "Brisbane - Eagleby Kotku Camii' nin minberinin tasarım ve yapımını da bizzat gerçekleştirmişti. Ve bir nükte ile bitirmişti sözlerini.. Vefatından tam 3 gün önce idi:
"Hocamızın eseridir diye ziyaret edilebilir."
4 Şubat günü de Dubbo'dan Griffith'deki Kotku Camii'nin çalışmalarını yerinde incelemek için çıkmıştı yola.. Avustralya saatiyle 11:00, Türkiye saatiyle 04:00 sıralarında gurbette vuslata erdi.
Cenaze namazı Sydney Gelibolu Camii'nde kılındı. Naaşı 7 Şubat'ta Türkiye'ye uğurlandığında, yüz binler hazırlanmıştı kendisini karşılamaya...
9 Şubat Cuma günü Fatih Camii'nin avlusu saatler öncesinden dolmuş, cemaat Fevzi Paşa ve Malta caddesine kadar uzanmış, Haliç tarafında ara sokaklara taşmıştı. Benzer bir kalabalık da Eyüp Sultan Camii'nde toplanmıştı cenazeyi karşılamak için..İnsan seli eşliğinde 3 saatin sonunda ulaşılabildi Eyüp Sultan'a..Medine'den İstanbul'a taşınan heyecanı, dünyanın öteki yüzüne götürmüştü.
İslam Kültür ve Medeniyeti'nin çağdaş temsilcisi kimliğiyle, Eyüp Sultan'ın komşuluğuna tevdi edildi. Türkiye'nin geniş bir özeti olarak her kesimden insan sevginin, dostluğun ve kardeşliğin gücünü gösterdi. Bu kaybın sızısını yüreğinde hisseden milyonların temsilcisi olarak, yedi iklim dört bucaktan gelen yüz binler buluştu cenazesinde.. Bu manzara, kuşatıcılığının, birleştiriciliğinin, fikirlerinin benimsendiğinin ifadesi idi. Diktiği fidanların meyveye, ektiği tohumların ürüne dönüştüğünün göstergesi idi.
Mevlana coşkusunu, Yunus sevgisini, Yesevi öncülüğünü hayatımızın gerçeğine dönüştüren nin, bu dünyadaki yolculuğu 63 yıl önce başlamıştı.
[b]"1938 yılında Çanakkale'de doğdum. Ailemiz Çanakkale'ye Buhara'dan gelmiş. Annem ve babam birbirleri ile akraba çocuklarıdır. Bizim ailemiz Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) soyundan imiş.. Buhara'ya Hicaz'dan gitmişler demek ki.. Oradan da Osmanlılar'ın devleti esasında, Çanakkale'ye gelmişler. Öyle bir ailedeniz biz. Ben 3 yaşındayken babam Hafız Necati, bizi okutmayı çok istediği için Çanakkale'den aldı İstanbul'a getirdi ve ben bütün tahsilimi İstanbul'da yaptım.
Küçük yaşından itibaren ahlaken ve ilmen saygın bir çevrede büyüyen Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, Eminönü Vezneciler İlkokulu'ndan 1950'de mezun oldu. Vefa Lisesi orta kısmına kaydının yapıldığı o yıllarda, babasıyla birlikte Abdülaziz Efendi'nin meclislerine devam etti.
"Tekke hayatı içinde yetiştik ilkokuldan beri ve bir tekkenin dervişi olmanın, zevkini, sefasını, rahatını, manevi huzurunu, kardeşlik duygusunu, ahbaplığı, edebi, ahlakı çok güzel gördük".
1952'de Abdülaziz Efendi'nin vefatından sonra İstanbul'a gelen Mehmet Zahid Efendi'nin irfan meclislerinde başlayan yeni dönem, bir ömür boyu baba-evlat, halef-selef olarak sürdü.
Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi : "Ben ortaokuldayken kendisinin meclislerine babamın peşinde, babamın elini tutup, eteğini tutup, onun yanında giderdim. O zaman Zeyrek'te Ümmü Gülsüm Camii'nde imamlık yapmaktaydı. Cumartesi günleri caminin arkasındaki yüksek odada sohbetler olurdu, -Sen hazırlan, sen konuş- filan diye söylerdi Hocamız.. Bize de arada iltifat buyururdu. -Sen de hadi bakalım filanca hadisteki şu mana nedir, ona hazırlan- gibi boyle işaretleri olurdu."
Vefa Lisesi'nin orta kısmını 1953'te, lise kısmı fen kolunu da 1956'da bitirdi. Üniversite son sınıfta kendisini damatlığa seçen Mehmed Zahid Efendi'nin isteğiyle, zamanında geçerliliği olmayan geleceği de meçhul bir bölüme, 1956'da kayıt yaptırdı.
"Üniversite, İstanbul Edebiyat Fakültesi .. Benim mezun olduğum bölümü, Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı bölümüdür. Tabi, İslam Tarihi, Sanat Tarihi bölümlerini de bitirdim.
Ben de öyle bir mühendis olayım diye düşünüyordum. Hatta kendim tayyare mühendisi olmayı istiyordum. O zaman uçağa tayyare deniliyordu. Ama o kadar memnunum ki, Allah'ın bana böyle öğrettiği ilimlerden.."
Devrin seçkin simalarından da özel ders alan Hocaefendi, hocalarının takdirini kazanmış, üniversiteye girmesi tavsiye edilmişti. Mezun olduktan sonra, 31 Aralık 1960'da, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Klasik Dini Türkçe Metinler Kürsüsü’ne asistan olarak girdi.
"1960 yılında, bizim profesörümüz Ahmet Ateş Bey, beni ısrarla üniversitede kalmaya teşvik etti. —Yanımda benim kadrom yok ama senin mutlaka üniversitede kalman lazım - dedi. Annemden, babamdan ve İstanbul'daki muhitimden kopmuş olarak gitmek istemiyordum.
Ankara İlahiyat Fakültesi'nde Hocamızın emri ile ve -dönerin böyle dönerek ateşin karşısında yavaş yavaş pişirilmesine benzetiyorum kendi halimi- Hocamız bizi savurdu Ankara'ya.. Ankara'ya gittik. Orada bize İlahiyat Fakültesi'nde bu dini ilimleri öğrenme fırsatı çıkmış oldu, onların himmetiyle…"
1960-1962 yıllarında, fakülte yayın kurulunda sekreterlik görevinde bulundu. 1965'te 15. yy şairlerinden Hatipoğlu Muhammed ve Eserleri konulu teziyle İlahiyat doktoru oldu. İlahiyat Fakültesi'nin yanında 1967-1968 yıllarında, Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksekokulu'nda, 1977-1980'de Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde, "Türk Dili ve Hümaniter Bilgiler " dersini okuttu.
"Çeşitli müesseselerde hocalık yapmaya çektiler yaka paça.. Bir tanesi Yükseliş Mimarlık Mühendislik Özel Yüksekokulu.. Yani mimarlara, mühendislere Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersi hocalığı...
Zorla, yani ben reddettim. Geldiler, müdürler vesaireler. -Biz dediler reddini falan kabul etmiyoruz. Sen bu vazifeyi yapacaksın. Bunun sebebi filan var - dediler. Anlıyorum ki, sebebinin arkasındaki sebep de, Hocamızın himmeti imiş. Bizi böyle bu vazifeyi yapacağız diye, demek ki biraz kompozisyon öğren, hitabet öğren filan diye, başkasına öğretmek bahanesiyle öğrenelim diye demek o tarafa sevketmiş Hocamız... Ben öyle hissediyorum yani, işi aslı öyle gibi geliyor bana.
Sonra, Sakarya Mühendislik'te aynı konularda, Türk Dili ve Kültürü hocalığımız oldu senelerce…
Askerliğini, 1971-1972 yıllarında, İstanbul Tuzla ve Ağrı Patnos'ta yedek subay olarak tamamladı. Askerlik görevi devam ederken 27 ve 30 Kasım 1972'de, doçentlik imtihanına girdi.
Mahmud Esad Coşan Hocaefendi : "Fakültedeki konum Türk-İslam Edebiyatı idi. Ve Hacı Bektaşi Veli Efendimiz'in Makalat'ı da, Anadolu'daki Dini Türk Edebiyatı'nın ilk çağlarına ait nadir ve çok önemli misallerinden birisi idi. Dil bakımından çok önemliydi. Ayrıca muhteva bakımından, yani içerdiği konular bakımından önemliydi. Ayrıca, yazarı yönünden çok sevilen bir kimsenin eseri olması bakımından önemliydi. Ben de bu kadar büyük kitleleri ilgilendiren bir şahsın hayatını kendim doçentlik tezi olarak almıştım. Ondan önceki çalışmalarımda da, doktora çalışmalarımda da konunun içine girmiştim. Konu benim önüme Allah tarafından getirilmişti. Çünkü, doktora tezimin mevzuu içinde karşıma çıkmıştı, oradan dikkatim ona çekilmişti. Demek ki Allah tarafından bu konu üzerinde çalışmak kaderde varmış diye düşünüyorum. Kendi şahsi düşüncem böyle...
Bendeniz Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'nin (KS) hayatını araştırmak için, o kadar gayret ettim ki, yani mezar taşlarını bile aradım. O devirden kalma ah bir kitabe bulsam, ah bir yeni şey çıkarsam ortaya, yepyeni bir şey...
Hiçbir alimin sözünü o öyle söyledi diye almadım kendim. Köprülü öyle demiş. İsmail Hikmet Ertaylan böyle demiş. Ordinaryüs Profesör falanca şöyle demiş, İngiliz müsteşrik şöyle demiş. Hepsinin neden acaba böyle dedi, doğru mu yanlış mı diye hepsinin araştırmasını yaptım. Kabirlerde araştırma yaptım, mezar taşlarında araştırma yaptım, kütüphanelerde araştırma yaptım. Hacı Bektaş-i Veli kasabasına da gittim. "
Hacı Bektaş-i Veli Makalat isimli çalışmasıyla asırlık problemlerin kalıplaşmış fikirlerle değil, ilmin hakemliğine müracaat edilerek çözülebileceğini ortaya koydu.
31 Aralık 1972'de askerliğini tamamladı. 1973'te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Kürsü Başkanlığı'na atandı. "İbrahim-i Müteferrika ve Risale-i İslamiye" isimli takdim tezi ve diğer çalışmaları ile 20 Ekim 1983'te profesörlük unvanını aldı. Bu çalışması ile 20. yüzyılın bitiminde ilan edeceği Tevhid Asrı ve Dinler Tarihi açısından önemli bir eserle, meşhur bir meçhulü daha, gerçek yönü ve hakiki fikirleriyle tanıttı.
"Ben profesörlük çalışması olarak şu bizim meşhur matbaacı, Türkiye'ye matbaayı getiren İbrahim-i Müteferrika'nın "Risale-i İslamiye " diye bir eseri olduğunu görmüştüm. Deniliyordu ki, Risale-i İslamiye Müslümanlığı anlatan bir kitaptır. Böyle geçiştiriliyor. Ben de dini edebiyat kürsüsü başkanı olduğum için, bakalım bu " Risale-i İslamiye" nedir diye inceledim. Ve sonunda onu bir kitap halinde de neşrettim.
İbrahim-i Müteferrika bir Romanyalı papaz. O bize Türkiye'ye matbaayı getiren şahıs, Romanya'da "Kolojvar" şehrinde yaşamış bir papaz kendisi ve çok yüksek, güzel bir tahsil görmüş. Yunanca'yı, Latince'yi öğrenmiş. Eski metinleri ve kilisenin kitaplığındaki diyor ki; "Üstad-ı bimürüvvetlerin okunmasını yasak ettiği kitapları okudum" diyor. Üstad ama Müslüman olmadığı için, hakikati sakladığı için, "üstad-ı bimürüvvet" diyor yani, mürüvvetsiz üstatlarımın okumayayım diye sakladığı kitapları okudum diyor. Ve oradan Hıristiyan literatürünün Peygamber Efendimizi müjdeleyen malzemesine aşina olduğunu ve onun için Müslüman olduğunu söylüyor ve bu "Risale-i İslamiye" isimli kitap İslami anlatan bir kitap değil, saklanıyor bu mesele.. Yani halk bilmesin diye bazı gerçekleri saklıyorlar araştırıcılar. Kim yapmış bu şahsın üzerinde araştırmayı.. Bir Katolik papaz yapmış.
"İbrahim Müteferrika üzerindeki en bilimsel araştırma, Katolik papaz falancanın yaptığı çalışmadır" deniliyor. Katolik papaz, Müslüman olan bir papazın Müslümanlığa yarayan malzemesini bize tanıtmak ister mi, tanıtmıyor. “İslam'ı anlatan bir eser” Hayır, İslam'ı anlatan bir eser değil; bir papaz olan İbrahim Müteferrika'nın Müslüman olmasına sebep olan, İncil ayetlerini bahis konusu eden bir kitap. O konuya kimse yanaşmasın, o konuyu bilmesin diye papaz saklıyor gerçeği.
İbrahim-i Müteferrika kendi hayatını anlatıyor, yani hangi ayetleri görüp de, Latince'sini de veriyor orada, hangi ayetleri görüp de Müslüman olduğunu anlatıyor. Ömrü boyunca da hakikaten çok faydalı hizmetler yapmıştır, şayan -ı şükran hizmetler yapmıştır. Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun. Samimi Müslüman olduğu ve hakikaten İslam'a hizmet ettiği kanaatine vardım ben incelemelerimden. Ama eseri bir papazın, İncil metinlerini okuyup da hangi ayetlerden dolayı Müslüman olduğunu anlatan bir eserdir. O da faydalı olur diye ben de onu neşrettim başka papazlar da görsünler diye.."
Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, İlahiyat Fakültesi'nde Osmanlıca ve Paleografi, Türk Dili ve Edebiyatı, Kompozisyon derslerinin yanı sıra, Farsça ve Arapça dersleri verdi. Türk-İslam Edebiyatı Kürsü Başkakanlığı'nın yanında, Pedagoji dersleri ve Türk-İslam Mimarisi ve Sanatları Bölüm Başkanlığı da uhdesine verildi. İskenderpaşa'daki Hadis sohbetlerine de, 1977'de başlamıştı. Mehmed Zahid Efendi kürsüye oturtarak, -Bu bizim Es’ad damat olur, İlahiyat'ta hocadır. Bundan böyle dersleri kendisi yapacak- demişti. Bu damatlığının ilk yıllarından itibaren özelde tebliğ edilen bir görevin, genele de ilanıydı.
13 Kasım 1980'de Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin vefatıyla, cemaatin irşad ve eğitim hizmetlerini üstlendi.
Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi : " Bir garip kul işte..Hocamızın -Benden sonra bu vazifeyi sen yap evladım- dediği bir hizmetçi bendeniz.. Hakkını ödememiz mümkün değil, bizi kendisine damat olarak seçmiş. Evliliğimin ilk yıllarından itibaren bana -Benden sonra Evladım bu vazifeyi sen yaparsın- derdi.
Ankara'daki asistanlık imtihanlarına giderken cebime harçlığımı koyan Hocamız'dır. Ankara Özelif'teki binamızın, dairemizin ortaklığının hissesini veren odur. Bin lira alın bakalım yazın diye…
Profesör ol da öyle demiştir, ben buraya gelmek istedikçe.. Hocamız 1980'de vefat ettikten sonra, profesör oldum, 1982'de. Ondan sonra geldim. Vefatından iki sene kadar önce olabilir. İskenderpaşa'daki kapıya yakın köşe odada bir gün yatıyordu, güneşli bir gün. Daha önce bize böyle,- Evladım benden sonra bu vazifeyi sen yapacaksın- deyince ben utanırdım, cevap veremezdim, kaçardım biraz da...
O gün valide hanım yoktu. Yatmış uzanmıştı. Hasta değil ama öğle dinlenmesi gibi öğle üzeri, uzanmıştı. Biz de, -Bir emriniz var mı diye- odanın kapısı açık durunca, şöyle bize baktı. —Evladım benden sonra bu vazifeyi sen yapacaksın, sen yaparsın- dedi. Ben de tabi oradan tam bu sözü söyleyince fırt diye kaçmak olmaz, kapı dışarı kaçamadım yani, kapı açık ama, biraz kızardım, bozardım, dedim - Baba! Bu bizim ka'bımız, takatimiz, hakkımız, haddimiz olan bir şey değil. Nasıl yapalım bu vazifeyi, takatimizi değildir – filan deyince, - O zaman yardım ederler size- buyurdu. Hakikaten de öyle oldu. Bizim bu görevin altına hizmetçiliğine, başlamamızdan itibaren çok büyük gelişmeler oldu.
Fakültedeki pozisyonum çok iyiydi doğrusu. Birçok kürsü bana bağlanmıştı. Emrimde imkânlar vardı, elimin altımda. İyiydi durumum. Fakültede talebeler ile diyalogumuz çok tatlıydı. Talebeler bizim dersimizi ve kürsümüzü severler idi. İlgilenirlerdi, ilgi duyarlardı. Daha güzel hizmet yapmak ve biraz da hür olmak için... Çünkü memurluk bir bakıma bağımlılık demek oluyor ve insan memurluk yaptığı beldeden dışarıya çıkarken izin almak zorunda kalıyor. Böylece 1987 yılında, 27 yıllık üniversite hizmetinden sonra, emekliye kendi isteğimle daha yıllarca hizmet imkânım varken ayrılmış oldum. Tabi, dışarıdaki hizmetleri daha iyi yapmak düşüncesiyle emekliliğimi istedim. Ve gerçekten de öyle oldu. Dışarıda çok yoğun hizmetler meydana geldi. "
İlmi esas alan, dini kurallara sıkı sıkıya bağlı, aksiyoner, dışa açık, toplum hizmetlerine önem veren, aşırılıklardan uzak, makul ve mutedil, adet, şekil ve merasimden çok ruh ve muhtevayı öne çıkaran, dünya ve ahiret dengesini gözeten, muhabbet yolunu benimseyen, çağın ilmi, fikri, kültürel ve teknolojik şartlarını en iyi şekilde değerlendirmede örnek gösterilebilecek, vizyon ve misyon sahibi bir önderdi. Tarihi mirası çok iyi bilen ve ona sonsuz saygı besleyen bir şahsiyet olmakla birlikte, geçmişe takılmayan, çağı kucaklamasını bilen, gözünü çağın ilerisine diken bir vizyona sahipti. Geçmişi hali ve geleceği birlikte yaşamayı ve yaşatmayı prensip edinmişti.
Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, Mehmed Zahid Efendi'den devraldığı geleneksel mekânlardaki irşat ve tebliğ faaliyetlerini, çağdaş iletişim araçlarının her çeşidiyle sürdürdü. Kaliteye seviye getirecek çalışmalara rehberlik yaptı. Türk fikir ve kültür hayatında bir çığır açtı. Yayınevi kurdu. Her birisi muhtevası ve görselliği ile örnek olan dergiler çıkardı. Tirajı yüz binlere ulaşarak ilklere imza atan
"İslam"ı, "Kadın ve Aile", "İlim ve Sanat", "Gülçocuk", "Panzehir " dergileri takip etti.
Radyoculuğa yeni bir anlayış getiren ilk özel radyolardan, uydu ve internetle dünyanın her tarafından dinlenen, Türkiye'nin en geniş erişim ağına sahip özel radyosu "AKRA FM" O’nun eseridir.
Günlük "Sağduyu" gazetesi ve "AK TV" de bu düşüncelerle faaliyete geçirilmiş kuruluşlardır. İnternet yayıncılığının önemini de yıllar önce vurgulamış, siteler kurulmasını tavsiye etmişti. Hocaefendi, sivil toplum örgütlerinin kurulmasına öncülük yaptı. İnsanı, hayatı ve toplumu bir bütün kabul etti. Bunun için eğitim, sağlık, ticaret, sosyal, kültür, sanat, çevre ve diğer alanlarda vakıflar, dernekler ve ticari kuruluşlarla insanımıza hizmet etti.
Kendileri tarafından kurumsallaştırılan aile eğitim programları bu anlayışın yansımalarından birisidir.
"Çeşitli vakıflarımız var, çeşitli derneklerimiz var. Dergilerimiz dışında kitap yayınlarımız var. Eğitim faaliyetlerimiz var, kolejlerimizde eğitim veriyoruz. Ayrıca sağlık hizmetleri gören hastane ve kliniklerimiz var. Ve daha başka sosyal hizmetleri götürmek amacıyla kurmuş olduğumuz çeşitli şirketler var. Bu şirketlerin hepsi hizmet amaçlıdır. İnsanımıza, camiamıza çeşitli yönlerden hizmet etmeyi sağlamak istiyoruz. Böylece, şirketlerle, vakıflarla, derneklerle...
Çevre ve kültür derneklerimiz enteresandır. Türkiye'de ilk defa Çevre Bakanlığı'nın kurulmasından önce bizim çevre-kültür derneklerimiz kurulmuştur. Biz, çevremizi ve kültürümüzü istediğimiz şekilde düzenlemek istiyorduk. Onun için bu dernekleri kuruyoruz. Kadın ve aile derneklerimiz vardır. Hanımların organize olması, sosyal hayata katılması, kültürel hayatta emeklerinin karşılığının görülmesi maksadıyla.. Bunlar çok güzel faaliyetler yapmışlardır. "
Toplumumuzun sosyal, ruhi, zihni sağlığının muhafazası yönünde mesai sarfeden hikmet sahibi bir alim, güzel ahlak rehberi ve sivil toplum önderi olarak vatanlarından binlerce kilometre uzaklarda yeni bir hayat kuran vatandaşlarımızdan da ilgisini esirgemedi. Onların yalnızca dini bağlılıklarını değil, vatani ilgilerini, dil ve kültür alakalarını da kuvvetlendirdi. Anadolu'yu ve Balkanları vatanlaştıran "Horasan Erenleri" geleneğini 21. yüzyıla taşıdı. Onun için önemli olan Sydney'de Ankara, Stockolm'de İstanbul, Washington'da Konya, Londra'da Bursa ikliminin hissedilmesiydi.
Bunun için sevenlerini dünyanın her tarafına yönlendirdi. Oralarda kültür merkezleri, camiler, dernekler kurdurdu. Arkadan gelenlerin uğrayabileceği, soluklanabileceği, gurbette sılayı yaşayabileceği ortamlar oluşturttu. Bir çağdaş Evliya Çelebi idi. Ülkesinin sınırlarını keşiften çekinenlerin elinden tutup dünyayı gezdirdi. Sevenlerine İstanbul ile Ankara arasında yolculukla, İstanbul ile Sydney, Pekin, Tokyo, Washington, Londra, Paris, Mekke, Medine'ye seyahat arasında bir fark olmadığını öğretti. Dünya ülkeleri ve milletleri ile ticaret, kültür, sanat, evlilik, sosyal ve halklar arası ilişkilerle dostlukların geliştirilmesini tavsiye etti. Uluslararası ilişkileri yakından takip etti.
Dünya güç dengesinde maziden istikbale uzanan çizgide, Türkiye'nin belirleyici olabilmesi için çalıştı. İslam coğrafyasının ve Müslümanların meseleleriyle yakından ilgilendi. Sadece ülke insanını ve Müslümanları değil, dünya insanlığını kucaklamayı hedefledi. Tevhid-i güzelliklerin tüm insanlığa ulaşması için, 21. yüzyılı Tevhid Asrı ilan edişi, bu düşüncenin ifadesidir. Hocaefendi, İslam'ın temel ve sahih kaynaklardan öğrenilmesine ve yaşanmasına büyük önem verdi. Temsilcisi olduğu geleneğin devamı olarak, hadis sohbetleri ile birlikte "
Tabakatus Sufiye", "Cuma" , "Hazreti Ali'den Vecizeler" , "Kuran-ı Kerim Meali ve Tefsiri" sohbetleri yaptı.
Kuran-ı Kerim ve sünnetin uygulamalı eğitimi olan tasavvufun, insanın Allah'a en güzel şekilde kulluk sanatı ve güzel ahlak okulu olduğunu yaşayarak gösterdi. Fikirleri, faaliyetleri ve tavsiyeleri ile tasavvufi düşünceyi ihya etti. Ona yeni bir çehre ve etkinlik kazandırdı.
Ahmet Yesevi'lerin, Yunus Emre'lerin, Mevlana'ların, Hacı Bektaş'ların, Hacı Bayramı Veli'lerin, Aziz Mahmud Hüdai'lerin güzel ahlak, dostluk, birlik ve beraberlik mesajlarını günümüz dünya coğrafyasına taşıdı. Onların kendi çağlarında üstlendiği birleştiricilik ve yol göstericiliği Hocaefendi bu yüzyılda devam ettirdi. Tasavvufi düşüncenin temel kaynaklarına ana dilleriyle vakıf olan Hocaefendi, "
camiu'l-turuk " bir şahsiyetti.
Temsilcisi olduğu gelenek içerisinde, kendi ismiyle anılacak bir çığır açtı. Fikir ve faaliyetlerini inceleyen yerli ve yabancı uzmanlar, onun İmam Gazali ve Müceddid-i Elfi Sani, İmam-ı Rabbani gibi kendi döneminin ihya ve tecdid önderi olduğunu ifade ediyor.
aydınlık yüzü, sevimli siması, yumuşak sözü ve şehirli tavırlarıyla bir mürşid ve mürebbi resmiydi. Konuşması tatlı, yumuşak, kuşatıcı, akılda kalıcı, herkesin anlayabileceği sadelikteydi. Anlattığı bir konuyu dini, edebi, kültürel, siyasi, içtimai, iktisadi yönleriyle ortaya koyardı.
Konuşmalarındaki teşbihlere, buluşlara, nüktelere hayran kalınırdı."Cevamiu’l-kelim" idi. Uzun ve anlaşılması zor konuları derin manalar içeren özlü sözlerle ifade ederdi. Konuşmalarında ve yazılarında meseleleri olumlu yönleriyle ortaya koyardı. Zihni bulandırmadan, kötülüğün reklâmını yapmadan, zaman kaybına sebebiyet vermeden, başkalarının belirlediği gündem tuzağına düşmeden İslam'ın bakış açısını ortaya koyardı.
Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki eğitim ve öğretim tavsiyelerine titizlikle riayet ederdi. Yazılarının üslubu; açık, seçik, muhtevası derinlikli, zengin ve ufuk açıcıydı.
Bir dil mütehassısı olan Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, Osmanlıca'nın yanında, Arapça, Farsça, İngilizce ve Almanca biliyordu.
Eski metinlere, kültür ve medeniyetimizin temel kaynaklarına vukufiyetleri çok yüksek, sahasında seçkin bir ilim adamıydı.
Dini Türk Edebiyatı'nda tefsir, hadis, tasavvuf gibi temel İslami ilimlerde Arap ve Fars Edebiyatı'nda ihtisası da, erbabı tarafından
zü'l-cenaheynliğine yani çok yönlülüğüne misal olarak gösterilirdi. Konuşma ve yazılarında dilimizin, kültürümüzün ve inancımızın zenginliklerini en güzel şekilde yansıtırdı. Güler yüzlü, tatlı dilli ve vefakârdı. Müşfik, nüktedan, müjdeleyici, sevdirici, kolaylaştırıcı, ümitlendirici, müsamahakâr ve teşvik ediciydi. Üstatlarını her zaman hürmetle, muhabbetle, hayır dualarla yâd eder, her vesileyle hatıralarını yaşatacak çalışmalar yapardı. Mütevaziydi, gençlere önem verir ve güvenirdi. Yerine göre hoca, baba, ağabey, arkadaş, dost gibi davranır, bütün meseleleriyle yakından ilgilenirdi. Kararlı ve cesur bir insandı. Adaleti hayatının temel düsturu haline getirmişti. Haksızlığa, zulme müsamaha göstermezdi. Dini ve milli menfaatleri her meselenin üstünde görürdü. Zarafet ve nezaket timsaliydi. Sözü en güzel şekilde söylemenin canlı numunesi, gönül yapmanın nev-i şahsına münhasır bir üstadıydı. Çok iyi bildiği bir konudan bahsedilirken bile ilk defa işitiyormuş gibi ilgiyle dinlerdi. Konuşanı sorularla, iltifatlarla rahatlatırdı. İstişareye büyük önem verirdi. Huzurunda bulunanlara söz hakkı tanır, fikir beyanına teşvik ederdi. Münakaşayı sevmez, gıybete, dedikoduya, suizanna müsamaha etmezdi. Her haliyle bir güzel ahlak numunesiydi. Hayatı boyunca hayrı öğütledi, hayır üzere yaşadı, hayır yolunda emaneti teslim etti.
Vefat ettiği gün, Avustralya'daki bir takvim yaprağında şu ayet meali yer alıyordu:
"Allah'ın izni olmadan hiçbir kimseye ölüm yoktur. Ölüm vadeye yazılmış bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse kendisine ondan veririz. Kim de ibadet ve itaatiyle ahireti ve sevabını isterse kendisine de ondan veririz. Şükrü yerine getirenleri mükâfatlandıracağız.” (Al-i İmran 145)
Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendi: (la ayşe illa ayşül-ahireh ) Hiçbir güzel yaşam yok ancak ahiretin güzel yaşamı var. (La hayra illa hayrül-ahireh) Hiçbir hayır yoktur ancak ahiretin hayrı vardır. Ömürler rüzgâr gibi geçiyor. Bir göz yumup açınca geçiveriyor. Evet, bunu hiç unutmayalım. Ahiretin hayrını kazanmak için ne yapmamız gerekiyorsa onları yapalım! Ne yapacağız? “Kısaca söyle hocam hatırımda kalsın, ben uzun sözleri hatırımda tutamıyorum” derseniz, ibadetleri yapacaksınız bir, günahlardan kaçacaksınız iki, ahlakınızı güzelleştireceksiniz üç.. Kolay… İbadetleri yapmak, günahlardan kaçmak, ahlakı güzelleştirmek.. Bizim yolumuzun esasları bunlar.. Üç ana esas herkesin hatırında kalır.
[b]Allah-u Teala Hazretleri bizi, İslam tarihini tam okuyup tam anlayıp, sahabe-i kiramın hepsini sevip, özellikle Hazreti Ali Efendimizi, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimizi de sevip, onların şefaatine ermeyi nasip eylesin. Cennetiyle, cemaliyle bizleri müşerref eyleyip, onlarla cennette buluştursun. Fatıma Anamız, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimiz, bunlar cennet gençlerinin efendileri seyyidleri.. Fatıma Anamız da cennet hatunlarının efendisi, Hazreti Ali Efendimizle, diğer Hulefa-i Raşidin ile Aşere-i Mübeşşere ile cennetlik mübarek evliyaullah ile ya Rabbi bizi cennette buluştur. Ebubekr,i Sıddik, Ömerü-l Faruk, Osman-ı Zinnureyn, Aliyy-i Murtaza ve diğer mübarek büyüklerimizle cennette bizleri buluştur ya Rabbi! Bilütfike ve keremike ve bihürmeti ismikel - a'zam ve bi hürmeti nebiyyikel- ekrem ve inneke mucibud - deavat ve kadıl- hacat ve ekremül -ekremin ve erhamür-rahimin
El- Fatiha!