Muhabbet « Home | Tütün kültürünü anlamıyorlar » Çarşamba, Şubat 13, 2008 SAHAFLAR ŞEYHİ HACI MUZAFFER OZAK (d.1916 / ö.1985)
Türkiye'de ve dış ülkelerde binlerce sevenleri, bağlıları bulunan, Sahaflar Şeyhi Hacı Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri, vefatından az önce kendisi tara¬fından kaleme aldığı hayat hikâyesini, özelliğine bağlı olarak aşağıya aktarıyo¬ruz. Üstad diyor ki; "1332 (m.1916) senesinde doğdum. Annem Hacı Ayşe Hanım beni dün¬yaya getirdi. Doğum yerim, İstanbul'un Karagümrük semtindeki Cerrahi der¬vişlerinin tekkesinin yanındaki evimizdir. Babam Hacı Mehmed Efendi Konyalı'dır. Sultan II. Abdülhamid Han zamanında huzur hocalığı yapmış fakih, âlim bir hoca idi. İki amcam Gazi Os¬man Paşa'nın forsunu taşıyan sancaktar başıydılar. Birisi sancağın düşman eli¬ne düşmemesi içini gösterdiği cesareti dolayısıyla generalliğe terfi ettirilmiş, bilahare Plevne harbinde yaralanarak Ruslara esir düşmüştür. Esaretten kur¬tulduktan sonra, ölünceye kadar Osmanlı Devleti'ne general olarak hizmet et¬miştir. Diğer amcam Bekir, Plevne'de şehit düştü. Babamın ailesinin şeceresi eski olup, Cebecioğulları ile Başoğulları olarak iki kola ayılır. Babam, ailenin askerî ananesini bozarak Süleymaniye'deki Kurşunlu Medrese'de tahsil gördü. Sonra o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Şumnu'da okula gönderildi. Orada annem Ayşe Hanım ile evlendi. Annem, Yanbolu'daki Halveti şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin büyük torunudur. Babası ise Karadeniz Ereğlisi'nden Kaptan İbrahim Ağa olup, Sultan Mahmud zamanında tahsil etmiş, Bulgaristan'a sefer yaparken hastalanarak iyileşmek için Yanbolu Tekkesi'ne gitmiştir. Bu hadise, dedemin Şeyh Hüse¬yin Efendi ile tanışıp tekkeye intisabı ve Şeyh Efendi'nin kızı ile izdivacına se¬bep olmuş idi. Seyyid Hüseyin Efendi Yanbolu sancakbeyinin de kardeşiydi. 1299 (m.1877) tarihinde Balkanlar elimizden çıkınca ailenin sağ kalan fertleri İstanbul’a geldiler. Baba tarafından Kayı Türkleri'nin Kızılkeçili boyu-na bağlı idi. Anne tarafından Ozaklar, evlad-ı Rasül'den (sallellahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali (Kerramallahü vechehu)'ya uzanan seyyidelerdendir. Babası Mehmed Efendi, ben altı aylıkken vefat etmiş. Büyük kardeşim Murat Reis, birçok akrabamın vefatına sebep olan 1914–1918 savaşından kur¬tulmuş, fakat sonra bir cuma günü İstanbul'da işgal kuvvetlerince şehit edil¬mişti. Fakir kalmıştık. 5–6 yaşlarındayken, babamın okul arkadaşı olan Seyyid Şeyh Abdurrahman Sani-i Saruhani Hazretleri'nin himayesine girdim. Bu sırada okulu bitirdim ve sevgili şeyhim Hakk'ın rahmetine kavuştuğunda ortaokulun ikinci sınıfındaydım. O, bana babam kadar sevgiliydi. Bu sırada Kur'an-ı Kerim çalışıyordum ve birçok kısmını da ezberlemiştim. Bu çalışmalarımı Fatih Ca¬mii Başimamı Mehmed Rasim Efendi'nin hadis ve fıkıh dersleri takip etti. Fa¬kirlik, beni çalışmaya zorladı. Buna rağmen akşamları, "Yürüyen Kütüphane" yahut "Ayaklı Kütüphane" lakabıyla meşhur Gümülcineli Mustafa Efendi'den ders alıyordum. Bir müddet sonra müezzin ehliyetini aldım. Önce Ali Yazıcı sonra da Soğanağa camilerinde hizmet ettim. Buradan Karagümrük Kefeli Camii'ne gittim. İmam Şakir Efendi'den kitapçılığı öğrendim. Sonra müezzin olarak Beyazıd Camii'ne tayin oldum. Bu camide vazife yaparken, Hafız İsmail Hakkı Efendi ile tanıştım. Se¬simi ve tavrımı çok beğenmişti. Eyüplü Hafız Ahmed (bu zat meşhur bestekâr Zekaî Dede'nin oğludur)'in bu talebesi bana ilahiler, kasideler, dualar, mersi¬yeler ve mevlid telkin etti. Hocam bana o kadar düşkündü ki, yakın akrabasın¬dan olan Gülsüm Hanım ile beni evlendirdi. Hanımımın Süleymaniye'deki evi¬ne taşındım. Vezneciler Camii'ne imam olarak tayin olundum ve 23 sene Süleymaniye Camii'nde Ramazan aylarında fahri imamlık yaptım. Benim ca¬mim yıkılınca Kapalıçarşı’daki bir camiye tayin olundum. Bu camide minber olmadığından cuma namazlarını kılmaya müsait değildi. Halk tamirat için yar¬dım etti. Ben de cuma namazlarını kıldırmaya başladım. Restore edilen bu ca¬mi, "Camili Han" diye bilinir. İmamlıktan emekli olmama rağmen hâlâ bu ca¬mide cuma namazlarına devam etmekte, vaaz ve nasihatte bulunmaktayım. Halen bir kitapçı dükkânım var. Dünyanın her tarafından ziyaretçilerim gelir. Askerliğimden önce usta hattatlardan ve Güzel Sanatlar Akademisinde Hacı Kâmil, Hacı Nureddin ve Tuğrakeş İsmail Hakkı İsa'dan hat ve tezhip dersleri aldığım için eski el yazmaları hakkında bilgili olduğumu iddia edebili¬rim. İlk evliliğim yirmi sene sürdü. Fakat hiç çocuğum olmadı. İlk eşimin vefatından sonra yeniden evlendim. Şimdi bir erkek bir de kız çocuk sahibiyim. On bir kere hacca gittim. Irak'ı altı kere, Suriye ve Filistin'i sekiz kere, Mısır'ı üç kere ziyaret ettim. Gittiğim yerlerde birçok şeyhle tanıştım. İstanbul ve Türkiye'nin başka vilayetlerinden de birçok âlim ve şeyhle tanıştım, bilgile¬rinden istifade ettim. Tanıştığım bunca insan arasında en çok birinden istifade ettim ki, o be¬nim ilk şeyhimdir. (Şeyh Sami Saruhani'l-Uşşâkâ). Bu kudsi insan tasavvuf ve fıkıh üzerine yirmi kitap yazmıştır. Bunların hepsi neşredildi. Ayrıca neşredil¬meyen kimya, nebatî ilaçlar ve diğer mevzularda birçok eseri vardır. Bunların çoğu bir yangında yok oldu. Çocukluğumun çoğunu geçirdiğim bu mükemmel insan herkes tarafından sevilirdi, cömertti, alçak gönüllüydü. Gençlik yıllarımda bana rehberlik eden ikinci şeyhim de Halvetiyye'nin Şa'baniyye kolundan Seyyid Şeyh Ahmed Tâhiru’l-Maraşi idi. Onunla Fütuhat-ı Mekkiye ve Füsus'u çalıştım. Nevşehirli Hacı Hayrullah ve Atıf Hoca'dan tefsir dersleri aldım. Hacı Abdülhalim Arvasi ve Şeyh Şefik Efendi'nin derslerini takip ettim. Onlardan aldığım bilgilerle İstanbul'da kırk iki camide otuz sene vaaz ettim. Gençliğimde Ayasofya'da tefsir dersleri alırken bir gece bir rüya gör¬düm. Peygamberimiz (s.a.v.), Hazreti Ali (k.v.)'nin tuttuğu bir deve üzerindey¬di. Hazreti Ali'nin bir elinde de meşhur kılıcı Zülkifar vardı. Peygamber Efen¬dimiz (s.a.v.) bana sordu:
- Müslüman mısın?
- Evet, dedim.
- İslam için başını verir misin? buyurdular. Ben yine:
- Evet, dedim.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazreti Ali (k.v.)'ye başımı kesmesini emir buyurdular. İmam-ı Ali (k.v.) de başımı gövdemden ayırdı. Korku içinde uyandım. Bu manayı Kur'an-ı Kerim hocama anlattım. Hocam rüyamı tefsir etti ve dedi ki: "Sen Hazreti Ali'nin yoluna gireceksin ve bir tarikin şeyhi olacaksın." Yıllar sonra bir rüya daha gördüm. Rüyada İstanbul Boğazı'nın ortasında Üsküdar ile Topkapı Sarayı arasındayım. Bir yelkenlinin içindeyim. Yelkeni yırtık, direği kırık bir yelkenli. Kuvvetli bir fırtına vardı. Birisi bana kâğıt par¬çası uzattı ve bunu okumamı söyledi. Eğer okursam felaketten kurtulacağımı da müjdeledi. Ertesi sabah dükkânımı açtığımda rüyamda gördüğüm zat kapı¬mın önünden geçti. Fakat cesaret edip ona seslenemedim. Ertesi günü yine aynı zatı rüyada gördüm. Sabah şaşkınlıkla yine o zatın dükkânın önünden geçtiğini gördüm. Bunların bir manası olduğunu hissediyordum. Ama bir şey yapmadım. Az zaman sonra aynı zatı yine rüyada gördüm. Beni kucaklayıp öyle bir sıktı ki, kemiklerim kırılıyor sandım. Sonra Halvetiyye tarikatının tacını tuttu ve be¬nim başıma koydu. Sabah dükkânımı açar açmaz aynı zatı elinde asasıyla gördüm. Bu defa dükkânın önünde durdu, kafasını içeriye uzattı ve: "Beni üç kere gördün. Ne zaman inanacaksın?" "Şimdi" dedim ve ellerini öptüm. Bu zat, Seyyid Şeyh Ahmed Tâhiru'l-Maraşî idi. Onun dervişi oldum. Her gün dükkânıma gelirdi. Bu yedi sene sür¬dü. Üç yıl sonra Efendim Tâhir Efendi, dükkanımdan çıkarken düşerek kalça kemiği kırıldı. Onu kaldırmaya çalışırken şöyle dedi: "Beni mahvetmek istiyorlar. Sonunda muvaffak oldular." Üç ay daha ya¬şadı. Vefatından önce gittiğimde bana İbrahim Kuşadalı Hazretleri'nin tacını gösterdi ve: "Eğer ölürsem bunu Mustafa Efendi saklasın" dedi, Mustafa Efendi onun halifelerindendi. Bir gün bana son isteklerini söyledi ve ertesi günü vefat etti. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. O gece Mustafa Efendi'ye derviş olup olmama hususunda istihare ettim. Bir şey çıkmadı. Bir daha istihare ettim. Gördüğüm manadan anladım ki, ona derviş olamam (olmamam icap ediyor). Bir müddet şeyhsiz kaldım. Bu arada Kadiri şeyhi Gavsî Efendi beni kendisine halife yapmak istedi. Ben ise manevî bir mesaj bekliyor olduğumu, böyle bir şeye kendim karar veremeyeceğimi söyledim. Bir gece istihare ettiğimde gördüğüm manada, Karagümrük'teki Cerrahi dergâhında zikrediyordum ve Seyyid Fahri Efendi pencerenin kenarında oturu¬yordu. Uyandığımda her şey açık seçikti. Fakat Fahri Efendi'ye kendimi nasıl takdim edecektim. Kendisini daha önce görmüştüm ama aradan uzun zaman geçmişti. Nihayet bir gece evine gitmeye karar verdim. Bir genç derviş kapıyı açtı. Küçük bir odaya alındım. Odada Şeyh Efendi ile beraber üç kişi daha vardı. Beni ayakta karşıladı. Sigara içmekten çekin¬miştim. Fakat bilakis bir tane kendisi teklif etti ve dedi ki: "Sıkılma, sigaranı yak, bir fincan da kahve al. Sigarasız kahve kış gü¬nünde battaniyesiz yatmaya benzer' dedi ve ekledi: "Biz muhabbete saygıdan daha çok önem veririz." Ziyaretimin sebebini sorunca vaziyeti izah ettim ve kendimi, ailemi ta¬nıttım. O ise güldü ve: "Meşhur kadınlar vaizini kim tanımaz" dedi. Ben de: "Eğer birkaç erkek bulabilirsem onlara da vaaz ederim" dedim. Gerçekten İslamiyet'te kadınla erkek arasında temel bir fark yoktur. Ger-çekte ben her iki gruba da vaaz ediyordum. Ama Efendi şunu vurgulamak isti¬yordu ki, "Hakikî erkekleri hiçbir şey Allah'ı anmaktan alıkoyamaz" Sonra dedi ki: "Senin rüyan bize işaret ediyor ama ben de bir istihare edeyim. Bakalım ne olacak!" Pazartesi günü görüşmek üzere ayrıldım. Pazartesi günü genç bir derviş (Sefer Efendi), Cuma günü gelmemi bildi¬ren bir mektup getirdi. Cuma günü Şeyh Fahri Efendi beni dervişliğe kabul etti. Cerrahiyye'nin dervişi olmayı, Kadiriyye'nin halifesi olmaya tercih ettim. Der¬vişlik vazifelerimi en ince teferruatına kadar yerine getirdim. Şeyhimi haftada iki-üç kere ziyaret ettim. İspat kabiliyeti çok kuvvetli olan bu zat cesur ve zeki idi de. Rüya tabirinde üstad idi. Sohbeti tatlı ve kerameti zahir idi. Herkes tara¬fından sevilirdi. Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.)'in aşkını bize taddırdı. Bazen benimle o kadar şakalaşırdı ki, kızma noktasına getirirdi. Sonra Hazreti Pir (Nureddin Cerrahî Hazretleri) tarafından davet edildiğimi ve bana kimsenin dokunamayacağını beyan ederdi. Sonraları duyduğuma göre, Şeyh Efendi benim gelişimden altı ay önce ismimi sık sık zikretmiş. Dervişi oluşum¬dan altı ay sonra bir mana gördüm. Üç kişi beni imtihan ediyordu. Bu imamlık imtihanıydı. Nihayet üçüncü adamı zaten imam olduğuma inandırabildim. Manaların hemen söylenmesi gerektiğini bildiğim halde çok meşgul ol¬duğum için Şeyh Efendi'ye gidemedim. O gün bir rüya daha gördüm. Bu çok çirkin ve utanç verici bir rüya idi. Nasıl olduysa Şeyh Efendi'ye yine geleme¬dim. Zaten bu çirkin rüyayı nasıl anlatabilirdim? Üçüncü gece bir mana daha gördüm. Rüyada tekkeye gittim ve dervişle¬rin namaz kıldıklarını, yalnız hareketleri doğru yapmadıklarını gördüm. Şeyh Efendi ile bahçede buluştum. O beni kulağımdan yakaladı ve kaldırdı. Diğer eliyle de sol tarafıma halı döver gibi vurmaya başladı. Sonra beni bir odaya gö¬türdü, içerisi döküntü doluydu. Dedi ki: "Bu oda senin olacak. Temizle onu!" Sonra gördüm ki, rüyada gördüğüm oda baş halifenin odasıymış. Uyan¬dığımda bunun, rüyalarımı anlatamamamın cezası olduğunu düşündüm. Efendi'nin evine gittim. Birinci ve üçüncü rüyaları anlattım. Çirkin olanı söyleme¬dim. Gülümsedi ve dedi ki: "Bunların arasında çirkin bir rüya daha olması lazım. Yoksa sen bunları göremezsin." Sonra baş başa kaldık ve o rüyayı da anlattım. Şeyh Efendi beni halifeliğe kabul etti. Yedi sene birbirimize çok yakın kaldık. Vefatından bir sene önce hastalandığında zikrullah esnasında beni başa geçirdi. Hasta olduğu bir sene boyun¬ca zikri ben idare ettim. Şaban ayının beşinde (Hazreti Hasan (r.a.) efendimizin vefat günü) Çarşamba gecesi, saat ona on kala ebediyete intikal etti. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Ertesi günü vasiyeti üzerine onu ben yıkadım. Sefer Baba ve Kemal Baba da su döktüler. Cuma günü Fatih Camii'nde namazını kıl¬dım. Binlerce kişiyle beraber cenazeyi Tekke'deki odasına getirdik. Hazreti Pir'in yakınına defnettik. Ben tarikatın bu kolunun 9.Halifesi ve 19.Şeyhiyim. Allah ve Rasulüllah'ın muhabbetinden aldığım kuvvetle, pirimin himmeti ve efendimin ruhaniyeti ile ölünceye kadar âşıkların rehberi olacağım. Kendi kanımdan yal¬nız iki çocuğum var. Ama manevî evlatlarımın sayısını Allah bilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i on yedi defa manada görme şerefine nail oldum. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hızır Aleyhisselamları birer kere gördüm. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'yı ikişer kere, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizi birer kere, Hz. Pir Nureddin Cerrahî'yi de iki kere manada müşahede ettim. Altı kere Almanya'ya, iki kere İngiltere'ye, iki kere Hollanda ve Belçi¬ka'ya, dört kere Paris'e gittim. Pek çok iyi insanla tanıştım. Ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'a gittim. Amerika'yı 13 defa ziyaret ettim. Orada dervişlerim de var. Gelecekte ne olacağını yalnız Allah (c.c.) bilir. Allah'tan, âşıkların aşkla¬rının günbegün ziyade olmasını niyaz ederim. Muvaffakiyet yalnız Al-lah'tandır." Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri'nin kendi elleriyle yazıp hazırladıkları hal tercümeleri burada sona ermektedir.
_________________ asl'olan AŞK'tır..
|