Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Cuma Hutbesi: “Hakk” ebedi “Galib”dir
MesajGönderilme zamanı: 27.03.09, 09:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 13.03.09, 06:08
Mesajlar: 291
Bismillâhirrahmânirrahîm

Ey cemaat-ı müslümin…

Din insanları kelimenin tam manasıyla insan olarak yetiştirmek üzere gelmiştir; bütün dinler dünyada sulh ve selameti, ahirette de ebedi saadeti kazandırmak için gönderilmiştir. Bütün dinlerde esas ve maksad ve gaye insanoğlunun dünyada insan olarak yaşaması ahrette de Allah’ın rızalığını bulup ebedi saadet ve selamete ulaşması içindir; maksad ve gaye budur. Hiçbir Peygamber, karşılığında bu hakir dünyanın menfaatlerini talep ederekten gelmemiştir; hiçbir peygamber yapmış olduğu hizmetin karşılığında dünyalık istememiştir; dünyaya da tamah etmemiştir. Gelen bütün peygamberler dünyanın hakikatini bilip, ahiretin de hakikatini insanlara bildirmek üzere gelmiştir.

Dünyanın habaset ve habisliğini bilen bir kimsenin tamahı dünyaya olamaz. Onlar, o en temiz kimseler ve Allah’ın huzurundan nur giydirilip gönderilmiş olan müstesna varlıklar olarak peygamberler, insanoğluna hizmete ve Allah’ın kulluğuna kendilerini adamış olan şerefli zatlardır. Binaenaleyh peygamberler insanoğlunu Allah ve ebedi ahirete davet ederken onlardan bir karşılık beklememiş ve istememişlerdir.

Nitekim bütün Peygamberlerin sultanı, bütün Kainatın serveri, Allah sevgilisi Habibullah efendimiz, şefaatçımız Hazret-i Muhammed Mustafa s.a.v. hazretleri, ilk davetine başladığı vakitte en büyük aksülameli kendi kavminden kendi muhitinden görmüştü. Kureyş’in azgın tağutları, Efendimizin s.a.v. kendilerini “Lailaheillallah…” demeye davet etmesi ve putlarını tahkir etmesi onlara çok ağır gelip de O’nu bu davasından vazgeçirmek için kıyam ettiler. İlkin şaşırdılar, sonra şaşkınlıktan dönüp toplandılar. Dediler ki bu kimse bizi Allaha kulluğa davet ediyor ve bizim taptıklarımızı reddediyor; bizim dinimizi paçavra etmiş… Bunu ne için yapıyor? Elbette, çünkü insan neyi hayal ederse düşünde onu görür. Fikri neyse zikri de odur. Efendimize bakıp da ona göre bir not vermeye kalkmış. Kureyş kavmi; azgın tağutlar kalkıp Efendimiz s.a.v.’in zahirde hamisi olan amcası Ebu Talib’in huzuruna varmışlar ve demişler ki: Bak, ya Eba Talib !.. Bu senin kardeşin oğlu bir davaya kalkmış; yeni bir din çıkarıp bizim eski dinimizi bizim taptıklarımızı tahkir ediyor; bizi dinimizden döndürmek istiyor. Acaba bunu yapmaktan maksadı bizim üzerimize hükümdar olmak isterse buysa ittifak edelim; kendisini taç ve taht sahibi hükümdar kılalım. Eğer bunu yapmaktan maksadı mal-mülk, hazineler sahibi olmayı kasdediyorsa bütün hazinelerimizi ona teslim edelim; en zenginimiz olsun. Yok, eğer bundan maksadı güzel aileler almak istiyorsa, kızlardan, en müstesnalarından kendisine aile olarak tezvic edelim…” diyerekten dünya metaından, gafilleri aldatan dünya metaından ne varsa sıralayıvermişler. “Bak bakalım, bu kardeşinoğlu bunlardan neyi isteyorsa isterse hepsini birden verelim; tek bu “Lailaheillallah” demekten, bu yeni dinden bu yeni dine davet etmekten vazgeçsin, bizi taptıklarımızla bıraksın; bizi kendi havamıza bıraksın. Çünkü biz buna alışmışız, şimdiye kadar kendi nefsimizi gütmüşüz; onun emrinden çıkmamışız; kendi keyfimize yaşamışız. Şimdi gelip de bu bizi intizama sokmak üzere bir din getiriyor; biz böyle bir din istemeyiz. Biz “özgür din” isteriz (şimdiki sarhoşların istediği gibi.), biz serbest olmayı hür olmayı isteriz, biz böyle nizam-intizam altına girmeyiz. Biz istediğimiz gibi elimizle yaptığımıza taparız. Din diye oyalanır, oynarız. Lakin bu davetinden o vazgeçsin ne istese ona vermeye hazırız…” diye kendilerinin yanında kıymetli olan lakin bu dünyanın hakikatini bilenler yanında pek hakir olan birşeyler söylemiş, sıralamışlar.

Ebu Talib varıp Efendimizin s.a.v. huzuruna gelmiş. Demiş ki: “Ey kardeşimoğlu, ya Muhammed s.a.v., kavminin uluları gelmiş (uluları değil aslında tağutları), bunlar böyle teklif ediyorlar ne dersin?”

O Habibullah ki O’nun gönlünü ancak Allah doldurmuş. Başka birşey O’nun gönlünde yok. “Ma zağal besaru ve ma tağa * –Necm Suresi 17.ayet-” sırrına mazhar olan Peygamber. O’nun gözünü ve gönlünü Mevlası doldurmuş yalnız. Başka birşeye bakan Peygamber değil ki O…

Demiş ki amcasına: Ey amca, eğer o size müracaat eden kimselerin elinden gelse, bir elime ayı, bir elime güneşi koyacak kudretleri olsa, ben onu kabul etmem. Ben davamdan vazgeçmem. Ben bu işi Allah için yüklenmişim. Allah tarafından bu davete memur edilmişim; bırakamam. Onlara böyle tebliğ et. Benim getirmiş olduğum bu din, onlar -isteseler veya istemeseler- muhakkak galib gelecek; benim davam zafere ulaşacak; batıl mahvolacaktır. Çünkü hak gelmiştir, batıl ebediyyen zail olmuştur. Mahvolmaya mahkumdur. Bunu böyle söyle…” diye göndermiş.

Bunun üzerine başka yollara tevessül edip ellerinden geleni ardlarına koymadan herşeyi yapmışlar ama neticede mağlub olmuşlar; perişan olup yok olup gitmişlerdir.

Efendimizin s.a.v. davetini ilan ettiği mübarek saatten itibaren kendi nefsinin köleleri olan insanlar, bu nuru üfürükleriyle söndürmeye kıyam etmişler. Bu şimdiki zamanımıza varıncaya kadar yine o Peygamber’in davetine dünyanın yedi ikliminde ufukları inletiyor: “eşhedü enlailaheilalllah...” diyerekten ve bu daha dalga dalga bütün ufuklara yayılacak, dünyanın mağribinden maşrıkına bu sada dalgalanacak; hükmünü yürütecektir.

Batıl mahvolmuştur, batıl tutunamaz. Bugün batılın her tarafta kötülüğü görülse de kıymeti yok.

“Hakk” ebedi “galib”dir.

Bütün peygamberler, insanlığa davete gelmiştir. Lakin insan sıfatında olup da, insanlıktan uzak olanlar ona düşman olmuş; ona zarar veremezler, kendileri mahkum olacaktır.

Ey müminler !...
Dinin kıymetini takdir etmek lazımdır. Bu zamanda okur-yazarlar çoğalmış lakin hakikatleri bilen kimseler azalmıştır. Okur-yazarlar çoğalmış lakin okuyup-yazmak maalesef cehaleti artırmış. Ve çoğu okur-yazarlar nereye varmışlar? Neyi demeye varmışlar? Netice olarak, bu kadar okuduk-yazdıktan sonra “Biz insanlar otlar gibiyiz; çayır-çimen gibiyiz. Çıkarız, çıkarız; kurur, biter gideriz…” demeye varmışlar. İşte bu zaman okur-yazarlarının, insanların % 99,9’unun aklı bu olmuş şimdi.

Öyle olmasa o okur-yazarlarla camimiz dolacaktı; lakin Allah’a, ahrete, dine-imana inanmıyorlar. Onların inandıkları “çayır-çimen gibiyiz biz.”

Tabiatçıdırlar. Tabiatı değiştirdiler: Doğa; sonra bora olacaklar.

İşte tabiatta çayırlar yağmuru görünce bitiyor, güneşi görünce sararıp güz yapraklarıyla savrulup bitiyor. “Çayır-çimeniz” demeye yetiştiler. Seneler senesi, senin okuttuklarının, o çocukların aklı buraya yetişti nihayet. İşte okuyup öğrendikleri o oldu. Öğretilen şeyin hülasası bu.

Onun için bütün ordularımız seferber oldu: Kimi bekliyor? Kendilerini çayır-çimen gibi addeden kimselerin hücumundan kendilerini bekliyorlar. Çünkü onların nazarında ne devlet hürmeti kaldı; ne hükümetin kıymeti kaldı; ne mukaddesat kaldı, ne de namus; ne de haya kaldı… Hepsini onlar bertaraf ettiler. “Lüzumsuz işler” diyor bunlar; “gericiliktir, biz ilerici güçleriz” diyor. “Biz devrimcilik yapacağız” diyor onlar. “Akıllardan, fikirlerden din eserini bırakmadan söküp atacağız...” diyenlerin korkusundan bekliyorlar.

Geçen gün Lefkoşa’da dolaşıyorum; elçiliğin etrafında komandolar… Bu Rum tarafı değil; bunlar neyi bekliyor? Bir yerden korku var ki onu bekliyor. Bu buradaki küçük numunesi. Büyük numunesi anavatanda bekliyor. İşte bu imanı sökülüp de, kendisini çayır-çimenden hesap eden “arazi”nin hücumundan kendisini sakınıyor.

Binaenaleyh…

Ey ümmet-i Muhammed’in mensubları…

Ey inananlar!...

Ya biz bu dini yerine oturturacağız; çünkü yerinden indirmişiz biz. Dini yerine oturtup ona kıymetini vermedikten sonra işimiz tehlikedir. Ya da bir gece yatacaksın; sabah kalktığında bir başka dünya bulacaksın.

Bu olacaktır. Olmayacak zannetme!...
Bizim gafletimizden dolayı bu olacaktır.
Buradan, bu minberden yalan söylenmez.
Kırk senedir söylenen nasıl çıktıysa bu da çıkacaktır.

Çünkü biz çok laubaliyiz dine karşı. Bizim yüzümüze gülerler ellerinde kuvvet olan kimseler, bize karşı “Biz de dinin zaruretine inananlarız, şuyuz-buyuz…” derler; bizi aldatırlar ama asıl aldanan kendileridir; çünkü çanak kendi başlarında parçalanacak.
Bu bir avuç memlekette de daha çok işler görülecek. Ya bu din yerine; tekrar itibarlı yerine yerleştirilecek; ya da…

Ben bir hocaefendiye sordum 5-10 sene evvel daha devlet buraya gelmeden önce. Cami-i şerifte namazını kıldırdı; sonra sarığını-cübbesini çıkardı. Sonra sivil elbisesiyle çıktı. “Dur, sen hocasın; sana burada kanunun müsaadesi de var.. Hoca olduğun için gezmeye müsaadesi de var. Niye çıkaryorsun?” diye sordum. “Sen cevap veremezsin, ama ben söyleyeyim sana: çünkü sen bu kıyafetle dışarıda dolaşırken kendi milletinden hürmet görmüş olsaydın, bu hürmetli libası giyecektin. Hürmet görmediğin için, belki bugünkü günde bu ictimai sınıflar, -sosyal sınıflar derler- içerisinde belediye çöpçüsünden hakir edilen sınıf olduğun için sen bu sınıfı bırakıyorsun. Sende o kadar imanın kuvveti, dayanamıyorsun dışarda hakaret edilmeye; onun için çıkarıyorsun. Mesele bundan ibarettir.” Dedim. “Doğrudur hocam…” dedi.

20. asrın başından itibaren bugüne gelinceye kadar dine hürmeti yerinden kaldırmışız. “Sen kalk oradan, biz başka şey oturturacağız..” deyip oraya layık olmayanları oturtmuşuz. Din adamlarını evvela hakarete maruz bırakmışız. Din adamları cemiyetin içerisinde en hakarete maruz bırakılan sınıf haline getirilmiştir. Getirilmedi derlerse bugün din adamlarının maaşına bak. Belediye çöpçüsünün aldığı maaşı sordum: “30 bin lira” dedi bana. 30 bin lira para almaz bizim imamımız, müezzinimiz, müderrisimiz, hatibimiz… Alan varsa kalksın, dursun. Bu hakarettir bu sınıfa. Bizim atalarımız milyarlarca liralık vakıf bırakmışlar; vakıf idaresi tersane için değil din hizmeti görecek adamlar içindir. Biz din hizmeti görecek adamları dilendiriyoruz, süründürüyoruz… Dine nerede itibar ediyoruz biz? Lakin ceza geliyor: bir gece yatacaklar, sabaha başka dünyada kalkacaklar.

Allah büyüktür. Dinin sahibi, İslam’ın sahibi Allah’tır.
Haşa, ben değilim; bana bakma; benim elimde bir şey yok.
Lakin yeri-göğü, melekûtu kudret elinde olan Allah şakaya gelmez.

Sübhanehu Hüvellahül Vahidül KahharZümer suresi - 4.ayet

Bütün canlıları ölümle mahkum eden Allah’tır O...
İki nefesin arasına mahkum olan aciz insan Allah’a kafa tutamaz.

Dine itibarını verip yerine oturtturuncaya kadar selamet yolu yok bize.
Bununla beraber –elhamdulillah- anavatandaki paşalar, ona itibar etmeye ve onu yerine tekrar döndermek için, o gençlere öğretmek için cebri olan emir vermiş ve işte onların o işine hareketlerinden Allah ve Peygamberi de razı olmuş.

Bu başlangıçtır.
Bunu yüzde yüz gerçekleştirinceye kadar tehlike vardır; tamamladığımızda tehlike geçecektir.


[ Hz. Şeyh M. Nazım el-HAQQANÎ ]

15 Zilkade 1426
16 Aralık 2005

*Ma zağal besaru ve ma tağa : Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. –Necm Suresi 17. ayet-
*Sübhanehu Hüvellahül Vahidül Kahhar: O yücedir. O, Tek ve Kahhâr olan Allah'tır.
-Zümer suresi - 4. ayet-


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cuma Hutbesi: “Hakk” ebedi “Galib”dir
MesajGönderilme zamanı: 09.04.10, 08:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Cum'alar mubarek ola...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye