Said-i Nursi'nin (rh.a) velayeti üzerine...Bismillahi Teala.. hz.İmam-ı Rabbani (ks.) Mektubat'ın bir yerinde mücerred ilim yoluyla nefs-i mutmainneye (velayete) erişmenin cevazına (mümkün oluşuna) değiniyordu.. hatta bir zatın ismini de orada misal olarak aktarır..
şimdi soru: acaba Said efendi'nin (rh.a) velayet durumu bu tarza girer mi?.. fakire göre o baba girmez.. çünki ilim yoluyla gelen velayet mükemmel surette mütabaatın neticesidir -ki onda Rüsuh ma'nası derkar olur..
hz.İmam'ın (ks.) 367. mektub 4. derecede beyan ettiği gibi:
" bu ma'na bugün için (yani: 400 yıl öncesinde) cidden çok zordur.." imam Fa'ruki hazretlerinin (ks.)
"cidden çok zor" dediği "bu ma'na" velayet ve seyr-i süluk yolundan hariç sırf mütabaata dayanan nisbettir.. çünki ilim yoluyla n.mutmainneyi derkar etmek ancak mütabaatın mükemmel olmasına bağlıdır.. bu da ancak rasihun ulemanın kârı..
peki rasih alimlerin vasfı nedir oraya gelelim: mezkur Mektub'da şöyle geçer:
"kişi bid'at-ı seyyieye düşmek havfıyla bid'at-ı hasene'den dahi sakınmaz ise onun ruh nuru bu devletin rayihasını (kokusunu bile) alamaz.." ve diğer yerlerde de (ma'nen nakl) şu vasıflar sıralanır:
"..rasihun ulema enbiya varislerinin kamilleridir.. bu zatlar kemalat-ı velayet derecelerini kat' ettikten sonra "aslı" enbiyaya aid olan irşad/davet makamına ulaşmışlardır.. kemalat-ı nübüvvet nuru ile nişanlı ve müteşabihat (ve mukattaatın) tevilinde de hazlar sırlar ve rumuzlarla dolu zatlardır bunlar.." bunları aktarmakla anlatmak istediğim şey şudur: ferdî surette (sırf ilim ve mütabaat yoluyla) rüsuha mazhar olmak, nefs-i mutmainneye (velayete) ermek "imkansıza yakın" derecede asirdir (çok çetin..) bu babda istisnalar kaideyi bozmaz.. ama molla said efendi (rh.a) o istisna kullardan biri de değildir.. zira eylem ve söylemleri râsihun tavrından uzaktır bunun tafsilatı uzun gider -bilen bilir zaten- oralara girmiyorum..
şimdi o Rüsuh ma'nasının azameti bir de şunu dikte ediyor: eğer söz konusu istisna 400 yıl öncesinde "cidden çok zor" ise bugün için
"imkansız" derecesinde olması bi tarikıl evladır.. şimdi buna mukabil Tarikatta ki duruma gelelim: tarikatta "büyük zatlarla" muamelenin ve maiyyetin bereketi o kadar azimdir ki o ma'na bütün zorlukları (hatta imkansız görülen merhaleleri) kısa zamanda tayy ettirebilir.. intisab biat ve inabede olan manevi torpil (şerbet) hiç bir ma'nada mevcud değildir..
***437. mektub'da hz.İmam (ks.) tarikatı ağleb ve ekser itibarıyla esas tutuyor -yani- (anlatılan şart: tarikatın umum için geçerli olan yol olduğu..) nitekim mektub'un ahirinde
" bu yolda şeyh zaruriyattan sayılır onun (şeyhin) talimi dahi mühimlerin ehemmi (önemlilerin en önemlisidir..)" der..
ihtimal ki bediüzzaman'ın gitmek isteyip de gidemediği o yol (yani: şeyh tevassutuna hacet bırakmayan yol) mahza cezbe yoluydu (diyelim).. görüşümüz değişmez -zira- aşk ve mahabbet kuşatmasıyla, sırf sekr bineği ile revan olunan bu yol dahi (hz.Maşuk-i Tusi gibi) ekallel-kalile nasib olan nadirattandır.. üstad (rh.a) eğer bu yoldan güzer edip o manevi dağın zirvesine tırmananlardan olsa idi aynı rahda güzeran edenlere berzahî yakıştırması yapmazdı... nitekim (daha önce) o konu hakkında bir şeyler yazmıştım şurdan buyrun:
http://www.kudsharemi.com/makaleler/105 ... oldur.html***baş tarafda da söylediğim gibi bediüzzaman'ın (rh.a) 367. mektub 4.derecede beyan olunan Rüsuhî manasına da dahil olması mümkün değildir.. (mesela daha önce de ifade etmiştik) ne sebeb ve ne hikmetle olursa olsun bir tek sakal traşı bile o devletin rayihasından (kokusunu bile almaktan) kişiyi mahrum bırakır.. nerde kaldı ki rasihun devletlülerden olacaksın?.. zahir tamam olmadı batına ıttıla nasıl ve nereden hasıl olacak?.. (bunlar hep hz.İmam-ı rabbani tahkikatıdır..) bizler aciz "sunucularız" başka bi şey değil..
diyelim ki üstad (rh.a) tarikat ve mürşid ve velayet makamları hakkında o sözlerin hiç birini risaleye almadı.. şu halde dahi: bizim onun velayeti hususunda ki görüşümüz yine değişmezdi.. zira bu konunun gaybi (gizli) olmaklığı yoktur.. eylemler ve söylemler her şeyi açık ve seçik ortaya dökmektedir zaten.. biz haşa gayb hakkında tahmini mütalaa yürütmüyoruz.. notu ben (günahkar) vermem hz.İmam (mutahhar) verir onun tarifi bana aid değildir: Mektubat'a (mecelle-i hakk vel-hakikata) aiddir..
***hemen şunu da ifade edelim -ki: [üstad'ı (rh.a) sevmediğimizi tanımadığımızı zannetmesinler] biz müşarünileyhin gönül ehli ve ilham sahibi bir zat olduğunu bilmez/görmez değiliz.. anlatmak istediğimiz şey: onun, büyüklerin (Rüsuhi zatların) devleti ile ne ortaklığının ne de yakınlığının bulunmadığını belirtmektir..
fakirin bu hususda ki sözleri ilmel-yakin ve aynel-yakin ve hakkal-yakin'den rivayettir.. ki onun tafsilli
"aşikaresi" Rabbani mektublara dayanıyor.. sözlerimin bir de
"gizlisi" vardır ki o burada denilmez.. tanhu kardeş diyor ya "niye bu kadar eminsin?" diye.. emin olan haber sahiblerine itimadım (ve ifşa edilmemeye dair sözüm) vardır o yüzden eminim: dahasını sorma!...
***şimdi, bu babı Ebu Saidi'l-Harraz hz.nin (ks.) vecizesiyle biraz daha açalım o mübarek zat şöyle diyor:
"Halas olmadıkça nailiyet (ayıklık) olmaz nailiyet (ayıklık) olmadıkça da halas olmaz.. bunların hangisinin daha önce geldiğini bilemedim.." imam-ı Rabbani hz.ne (ks.) göre: "..Zılla (vehim kuşatmalı gölgesel mearife) nailiyet halasdan öncedir: Zati/aslî (hayal ve vehimden ma'sun hakiki) muamele ise gerçek halasdan sonradır.." gerçek halas ise: Sünnet-i seniyyeye mütabaatın ve bid'atlardan (ve şaibelerden) ictinab etmenin hakikatine (aslına) erişmekle ele geçiyor.. ve gerçek nailiyet de (ayıklık da) ancak o ma'nanın üzerine bina oluyor.. fefhem cidden !..
said efendi'nin (rh.a) velayet makamları hakkında yürüttüğü mütalaa galattır.. halttır.. hatalıdır.. onun tahayyül ettiği şey mübtedi (henüz yolun başında olan) bir salikin kendisini (keşf-i hayal ve galebe-i hal saikasıyla) şeyhinin ve pirlerin üzerinde görmesine benzer.. üstad bediüzzaman (rh.a) Muhammedi meşreb üzere seyr-i sülukunu sırasıyla ikmal etmiş, makam-ı tekmili görmüş, irşad mansıbı ve davet devleti ile ittisaf etmiş bir Mürşid değildir ki böyle olan zatların güzeran eyledikleri menazır ve makamat hakkında söz sahibi olabilsin....?!
*** said efendi (rh.a) fetha kadir olmamış (cezbe ve süluku hatm etmemiştir ki) neticesi (hali ve eseri) hakkında ne diyelim?.. mesela Tarikat hakkında (istisna bile gözetmeden) topyekün
"Berzah" hükmü veriyor.. (bunu düşünebilen bir zata hakiki veli rasih alim demek Kıyamet alametlerindendir!..) eğer bir şeyh-i ekmel ile tevassut (sohbet ve muamele) berzaha düşmekdiyse ve bundan daha özel (karib ve kavi) bir yol var idiyse bu şeyi hz.imam-ı Rabbani niye görememiştir?..
hz.İmam (ks.) bir çok yerde şeyhinin tevassutu ile fahirlenir; o yolla (tevassut bereketi ile) mazhar olduğu özel makamları ve görülmemiş terakkileri anlatır durur.. hatta bir yerde şöyle geçer:
" ..öyle sanıyorum ki en üstün bir kabiliyet bile bunu (yani: tevassut yoluyla müntehi olduğu makamı) geçemez.." halbuki bunları söyleyen zatın mutlak mürşidi hz.Allah'dır.. demek ki ancak tevassutun yüzü suyu hürmetine Subhan Hakk'ın özel muamelelerine mazhar olma durumu vardır... ilk mektublarda buna da değinir..
***molla said efendi'nin (rh.a) süluksuz cezbe (ile ferdiyet) yoluna girdiğini var saysak bile o yoldan da hatme erdiği fetih gördüğü söylenemez.. çünki muasırı olan zatlar arasında onun o makamı ihraz ettiğinin bir tane şahidi ve musaddıkı yoktur.. (bu arada Abdulhakim-i Arvâsi-i Nakşî hz.ni açıkca kızdırmış olması da unutulmasın..) 2.si mütabaatta nakısdır.. (malum) sünnete ittiba eksik olduğu zaman zılldan (vehim kuşatmasından.. gölgeler berzahından) öteye gidemezsiniz... böyle olan zatlara kalb ehli derler.. vaktin oğlu derler.. hal sahibi derler.. (bir vakit bulup diğer vakit kaybeden.. hatta öyle hayal ve tevehhüm eden)...
buna rağmen üstad (rh.a) kendi revişini velayet-i Kübra'ya nisbet ediyor.. keza şakirtlerini cadde-i kübraya revan olmuş Ashabâsa kahramanlar olarak takdim ediyor fil-mesel gavs-ı azam şah-ı geylani gelse tarafına bakmayacaklar fesubhanallah ya-Rabbi !.. bunlar eğer fikir ve nazar değil de keşifdense birer keşf-i hayalî'dir.. ve durmadan boyuna risale, nur, risale, nur, risale, nur diye.. bu yolu (okuma işini) hararetle tervic etmek tarikatı inkar ve cerh u ta'dil değilse en hafif tabiriyle kendini takdim ve tafdildir.. güya tarikatı reddetmiyoruz ama düşük ve tehtâni olarak isbat ediyoruz (!)... arkadaş hakiki (vuslata ermiş) bir veli şu mütalaaları yürütmezdir.. daha evvel velayet-i Kübra'ya müntehi olan hiç bir Rasih veli şeyhler ve tarikatlar hakkında böyle sözler etmemiştir... ves'Selam...