sufiforum.com http://www.sufiforum.com/ |
|
Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=24&t=5136 |
5. sayfa (Toplam 8 sayfa) |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:17 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
57. Benî Nadir Yahudi kabilelerinden Beni Nadir, uzun süreden beri Beni Amir'in müttefiki idi. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) onlardan kan diyetini ödemede kendisine yardım etmelerini istemeye karar verdi. Ebu Bekir, Ömer ve diğer ileri gelen arkadaşlarıyla onlara gitti ve meseleyi açıkladı. Yahudiler onun isteğini yerine getireceklerini söylediler ve ondan yemek hazırlanıncaya kadar kalmasını rica ettiler. Peygamber (s.a.v.) onların ricalarını kabul etti. O sırada, içlerinden görünüşte misafir için verilecek yemek hakkında emirler vermek üzere liderleri Huyay'm da bulunduğu bir grup onlardan ayrıldı. Onlar kalenin önünde oturmuş beklerken diğerlerinin' göremeyeceği şekilde Cebrail geldi ve hemen Peygamber'e Medine'ye dönmesi gerektiğini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı ve bir tek kelime bile söylemeden topluluğu terketti. Herkes onun kısa bir süre sonra geri döneceğini zannediyordu. Geri dönmeyince Ebu Bekir diğer arkadaşlarına onun arkasından gitmeyi önerdi. Hep birlikte yahudilerden ayrılıp. Peygamber (s.a.v.)'in evine gittiler. Peygamber (s.a.v.) onlara olanları • anlattı ve Muhammed îbn Mesleme (r.) 'yi Beni Nadir'e ne söyleyeceğini ^İdirerek gönderdi. Muham-med îbn Mesleme (r.) bütün hızıyla, kabilenin olduğu yere gitti. Onu gören bazı liderler karşıfemaya çıktılar. Onlara şöyle dedi: «Allah'ın Rasulü beni size gönderdi ve şunları söyledi: «Beni öldürmeyi amaçlayarak, aramızdaki anlaşmayı bozdunuz». Peygamber (s.a.v.)'in ona anlattığı şekliyle onlara suikastın tüm ayrıntılarını anlattı ve mesajının püf noktasına gelerek şöyle bağladı: «Peygamber: 'Size ülkemi terketmenîz için on gün veriyorum. On günden sonra hâlâ burada olanlarınızın başı kesilecek' dedi». Onlar: «Ey Mesleme'nin oğlu, bir Evs'linin bize böyle bir haber getirebileceğini ummazdık» dediler. îbn Mesleme: «Gönüller değişti» cevabını verdi. Çoğu hemen ayrılmak için hazırlıklara başlamışlardı. Fakat îbn Ubey onları kalmaya teşvik eden ve yardım edeceğini bildiren bir haber gönderdi. Puyay da komşuları Beni Kurayza ve Bedevi müttefiklerinin böyle bir durumda kendilerini yalnız bırakmayacaklarını söyleyerek yahu-dileri kalmaya ikna etti. Tüm bu müttefiklere yardım haberi gönderdi. Peygamber Cs.a.vJ'e de kardeşini haberci gönderdi: «Biz evlerimizi ve mallarımızı bırakıp gitmeyeceğiz. O halde ne yapacaksan yap» dedi. Peygamber Cs.a.v.) «Allahu Ekber» (Allah Büyüktür) dedi ve bu tekbir tüm arkadaşlarının ağzmda tekrarlandı. Arkadaşlarına: «Yahudiler savaş ilân ediyor» dedi. Bir ordu hazırlayarak şehrin güneyindeki Nadir yerleşim bölgesine doğru ilerlediler. Sancağı Ali taşıyordu, ikindi namazım, korunma bölgelerinin dışında olduğu için yahudiler tarafından terk edilen geniş bir bahçede kıldılar. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.) askerlerini kalelere doğru ilerletti. Surlar okçular ve sapancılar tarafından korunuyordu. Bu askerlerin yanında okları bittiğinde ve sur duvarları saldırıya uğradığında kullanılmak üzere taşlar da vardı. İki ordu da hava kararıncaya kadar karşılıklı ok atışları yaptılar. Yahudiler karşısmdakilerin saldırı hızı karşısında şaşkınlığa dönmüşlerdi. Fakat ertesi gün nasıl olsa Beni Kurayza'nın ve îbn Ubey'in yardımları ulaşır diye düşünüyorlardı. Birkaç gün sonra da müttefiklerin Gatafan kabilesi imdada yetişirdi. O sırada müslümanlarm ordusu, Medine'den çeşitli sebepler yüzünden Peygamber ile birlik-Le yola çıkamayan müslümanlarm da orduya katılmasıyla gittikçe büyüyordu. Yatsı namazı vaktine kadar ordu, duşmanı her taraftan sarabilecek derecede çoğalmıştı. Peygamber (s.a.v.) onlarla birlikte namaz kıldı ve Ali'yi ordunun başında bırakarak on kişi ile birlikte Medine'ye döndü. Ordu sabah namazına kadar Allah'ı yücelten şiirler okudu. Peygamber (s.a.vJ sabah namazında onlara katıldı. Günler geçiyor ve Beni Nadir beklediği yardımlar İçin ümidini yitiriyordu. Beni Kurayza, Peygamber (sa.v.)'le yaptığı anlaşmayı bozmak istememiş, Beni Gatafan sessiz kalmış İbn Ubey de her zaman olduğu gibi bir şey yapamayacağını anlamıştı. Çok ümitli olan Beni Nadir'in ümitleri gittikçe kayboluyor ve aralarındaki anlaşmazlıklar artıyordu. Kabile uzun zamandan beri süren anlaşmazlıklar ve düşmanlıklarla parçalanmıştı. Şimdi ise dış dünyadan tamamen kopmuş bir vaziyette hiçbir yardım alamıyordu. On güne yakın bir süre sonra Peygamber'in sur duvarlarının yakınındaki bir iki hurma ağacını kesmesiyle bu ümitsizliği ve çaresizliği daha fazla hissetmeye başladılar. Peygamber (s.a.v.), bu toprakların kendinin olacağını bildiği için bu ağaçlan kurban olarak kestirmişti Ağaçların kesilmesi İlahi bir emirle (Haşr: 5), ona bildirilmişti. Bu emrin yerine getirilmesiyle düşmanın karşı koyma gücü tamamen yok oldu. Onlar için hurma ağaçlarının özel bir konumu vardı, çünkü bu ağaçlar geçim kaynaklarının büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Şimdi topraklarından ayrılmaya zorlansalar bile o yerleri hâlâ kendilerinin olarak düşüneceklerdi. Çünkü gelecekte onu tekrar kazanma ümitleri vardı. Kureyş, vadiden İslam'ın izlerini silmek üzere söz vermişti. Fakat eğer hurma ağaçları kesilirse, onları yenilemek yıllar alırdı. Sadece bir kaç tanesini kesmişlerdi, fakat bu tahrip nereye kadar varacaktı? Huyay Peygamber (s.a.v.)'e topraklarını bırakıp gideceklerine dair haber gönderdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) daha önce bütün mallarım götürebileceklerine dair verdiği sözde artık duramayacağını söyledi. «Topraklarınızı bırakın» dedi, «silahlarınız ve zırhlarınız dışında develerinizin taşıyabileceği miktarda mal götürebilirsiniz». Huyay ilk önce bu teklifi reddetti, fakat kabiledeki diğer adamlar onu kabul etmeye zorladılar. îki hafta önce bıraktıkları hazırlıklara tekrar başladılar. Evlerinin kapılarına ve lentolanna varıncaya kadar bütün eşyalarını develere yüklediler. Hazırlandıklarında Suriye yolu üzerinden kuzeye doğru yola çıktılar. O zamana kadar bu ölçüde zengin ve büyük bir kervan daha görülmemişti. Medine'nin kalabalık çarşısından geçerken develer tek sıra halinde yol aldılar. Her deve, yüklerinin zenginliği ve süslerinin çokluğuyla ayrı bir şaşkınlık unsuru oluyordu. Develerin üstündeki tahtların perdeleri, içindeki çeşitli renklerde ipekler giymiş, altın, elmas, yakut gibi değerli taşlarla süslenmiş kadınları gizlemek için örtülmüştü. Beni Nadir'in zengin olduğu bilinirdi, fakat o zamana kadar kendilerinden başka çok az kişi onların bu zenginliğini görebilmişti. Yolculuklarına davul ve çalgı sesleri eşliğinde devam ettiler. Böylece, şimdi topraklarını terkediyor durumda olsalar da, başka yerlerde daha güzel toprakları olduğunu ve oralara gittiklerini göstermek istiyorlardı. Yahudilerin çoğu Hay-ber'de durdu ve önceden sahip oldukları topraklara yerleşti. Diğer bir grup da kuzeye gitti ve Eriha'ya veya Suriye'nin güneyine yerleşti. Vahyin bildirdiğine göre yahu-dilerin topraklan, fakir ve muhtaçlara verilmek üzere Peygamber Cs.a.v.) 'e ait olacaktı. Bu topraklar, özellikle «Yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmış» (Haşr: 8) olan muhacirler içindi. Fakirlikleri nedeniyle Ensar'dan sadece iki kişiye toprak verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.) toprakların çoğunu Muhacirlere vererek onları bağımsız kıldı ve Ensar'ın üzerindeki bakım yükünü kaldırdı. 58. Savaş Ve Barış M.S. 626 yılının ilk aylarında Fatıma bir erkek çocuğu daha dünyaya getirdi. Peygamber (s.a.v.} el-Hasan ismini çok seviyordu. Bu nedenle Faüma'nın ikinci çocuğuna «küçük Hasan» yani «küçük güzel adam» anlamına gelen Hüseyin adını verdi. O sıralarda «fakirlerin annesi» diye tanınan yeni zevcesi Zeyneb hastalandı ve vefat etti. Vefat ettiğinde, Peygamber (s.a.v.)'le henüz sekiz aylık evli idi. Peygamber (s.a.v.) onun cenaze namazını kıldırdı ve onu Baki mezarlığında kızı Rukiye'nin mezarının yakınına gömdü. Bunu takip eden ay Peygamber (s.a.v.) -in kuzeni Ebu Seleme (r.) Uhud'da aldığı -önce çabuk iyileşen, fakat sonradan tekrar açılan- yara nedeniyle oldu. Peygamber fs.a.vJ, öldüğü sırada onun yanındaydı ve o son nefesini verirken dua ediyordu. Öldükten sonra gollerini de Peygamber (s.a.v.) kapattı. Ebu Seleme (r.) ve Ümmü Seleme (r.) birbirine çok bağlı bir çiftti. Ümmü Seleme kocasına, ikisinden biri öldüğünde evlenmemek üzere anlaşma yapmalarını teklif etti. Fakat Ebu Seleme, eğer kendisi önce ölürse, karısının mutlaka evlenmesi gerektiğini söyledi ve şöyle dua etti «Allah'ım, Ümmü Seleme'ye benden sonra, benden daha iyi ve ona acı ve elem çektirmeyecek bir koca ver». Ebu Seleme'nin Ölümünden dört ay sonra Peygamber fs.a.v.) Ümmü Seleme'ye evlenme teklif etti. Ümmü Seleme kendisinin Peygamber (s.a.v.)'e uygun bir eş olmadığını öne sürdü. «Ben yaşlı bir kadınım» dedi «ve yetimlerin annesiyîm. Bunların yanısıra bir de benim kıskançlık huyum var. Ey Allah'ın Rasulü, senin birden fazla eşin var.» dedi. Peygamber ts.a.v.) şöyle cevap verdi: «Yaş konusunu ele alırsak ben senden yaşlıyım. Kıskançlığa gelince, Allah'a bu huyu senden alması için dua ederim. Çocuklarına ise Allah ve Rasulü göz kulak olacaktır». Böylece evlendiler ve Ümmü Seleme, sağlığında Zeyneb'in olan odaya yerleşti. Ümmü Seleme (r.), yaşı ile ilgili söylediklerine rağmen henüz yirmidokuz yaşında genç bir kadındı. Ebu Seleme ile Habeşistan'a hicret ettiğinde sadece onsekiz yaşındaydı. Kıskançlığına gelince, Ümmü Seleme bu evlilikle imtihan edileceğinden haklı olarak korkuyordu. Bu korkuyu taşıyan sadece o değildi. Aişe, Hafsa ve Zeyneb'i zorluk çekmeden kabul etmişti. Fakat belki de kendi yaşı ilerlediği için -ondört yaşındaydı- bu kez durum farklıydı. Aişe, Ümmü Seleme'yi sık sık görürdü, Fatıma'nın düğün hazırlıklarını birlikte yapmışlardı. Fakat Aişe hiçbir zaman ona muhtemel bir rakip gözüyle bakmamıştı. Fakat şimdi, Medine'de herkes Peygamberin yeni evliliğinden ve gelinin güzelliğinden konuşuyordu. Aişe bunları duyduğunda sıkılmıştı. «Onun güzelliği ile ilgili şeyler bana anlatılınca çok üzülmüştüm» dedi. «Onu yakından görebilmek için gittim ve onun anlatmlandan kat kat daha güzel olduğunu gördüm. Bunu Hafsa'ya da anlattım. Hafsa: «Hayır, sen kıskandığın için böyle söylüyorsun o anlattıkları gibi değil» dedi. Daha sonra kendi gözüyle karar vermek için Ümmü Seleme'nin yanma gitti. Döndüğünde bana: «Onu kendi gözlerimle gördüm. Senin söylediğin kadar güzel değil, ama yine de güzel sayılır» dedi. Bunun üzerine tekrar onu görmeye gittim. Gerçekten de Hafsa'nın dediği gibiydi. Fakat ben yine de kıskanıyordum»[1]. Ebu Süfyan'ın Uhud'dan sonra teklif ettiği ve Peygamber (s.a.v.)'in de kabul ettiği Bedir'de yapılacak olan ikinci çarpışmanın zamanı yaklaşıyordu. Fakat o yıl kurak bir yıldı ve Ebu Süfyan, yolculukta atların ve develerin yiyebileceği yeşillikler olmadığının farkındaydı. Savaş boyunca gerekli olan yemi Mekke'den taşımaları gerekiyordu. Fakat Mekke'deki stokları da bitmek üzereydi. Ebu Süfyan kendi teklifinden geri dönme şerefsizliğini göstermek istemiyordu. Muhammed Cs.a.v.)'in bu anlaşmayı bozmasını bekliyordu. Fakat Yesrib'den savaşa hazırlanıldığı haberleri geliyordu. Kararını değiştirmesi için ona bazı şeyler öne sürülebilir miydi? Ebu Süfyan, Süheyl ve diğer birkaç Kureyş liderine danıştı. Birlikte bir plân yaptılar. Ga-tafan kabilesinin 3eni Aşça' kolunun liderlerinden olan Nuaym, Süheyl'in arkadaşıydı ve o sırada Mekke'de idi. Ona güvenebileceklerini düşündüler. O, Kureyş'ten olmadığı için tarafsız ve objektif bir gözlemci ve tavsiyeci gibi görülebilirdi. Eğer müslümanları Bedir'deki karşılaşmadan vazgeçirmeyi başarırsa ona yirmi deve vereceklerini va-dettiler. Nuaym bu teklifi kabul etti ve vahaya doğru yola çıktı. Orada Ebu Süfyan'm Bedir'deki karşılaşma için çok büyük bir ordu kurduğu haberini yaydı. Her toplulukla ayrı ayn konuştu. Ensara, Muhacirlere, yahudilere ve münafıklara tehlikenin geldiğini söyledi ve alarm haberini şöyle bir tavsiyeyle bağladı: «Burada kaim, onlara karşı çıkmayın. Hiçbirinizin sağ olarak geri dönebileceğinizi zannetmem». Yahudiler ve münafıklar Mekke'lilerin ordu hazırlamasına sevindiler ve bu haberlerin Medine'de daha da yayılmasını sağladılar. Nuaym, müslümanlar üzerinde de etkili olmuştu. Çoğu Bedir'e gitmenin akıl kârı olmadığını düşünüyordu. Müslümanların bu tutumunu Peygamber Cs.a.v.) de haber aldı ve kendisiyle birlikte kimsenin gelmeyeceğinden endişe etmeye başladı. Fakat Ebu Bekir ve Ömer, her ne olursa olsun Kureyş'e verdiği sözden dönmemesi için onu uyardılar. «Allah dinini destekler» dediler, «Ve Allah Rasulüne güç verir». Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) : «Tek başıma bile olsam gideceğim" dedi. Bu bir iki kelime Nuaym'ın develerinden olmasına ve tam başaracağım sandığı anda tüm çabalarının boşa gitmeşine neden oldu. Fakat kendisine rağmen görevinin, yanlış olduğunu farketmişti: Medine'de kendi deneyimlerinin ve etkisinin ötesinde birşeylerin yürürlükte olduğunu anlamış ve İslam'ın ilk tohumları kalbine yerleşmişti. Peygamber (s.a.v.) önceden kararlaştırdığı şekilde çok sayıda deve ve sürücüsü ile on da atlı adamı yanına alarak yola çıktı. Çoğu Bedir Panayırı'nda satmak üzere yanlarına ticari eşya almışlardı. O sırada Ebu Süfyan Kureyşlilere şöyle diyordu: «Bir-iki günü yolda geçirelim, sonra geri dönelim. Eğer Muhammed (s.a.v.) ortaya çıkmazsa, bizim yola çıktığımızı ve tekrar geri döndüğümüzü duyacaktır. O sözünde durmamış ve sözünden dönme suçu ona ait olacaktır». Fakat Ebu Süf-yan'ın ümitlerinin tersine Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları gelmişler ve Bedir panayırında sekiz gün kalmışlardı. Panayıra katılan Araplar ise Kureyş'in sözünden döndüğü ve Peygamber (s.a.v.)'in sözünde durduğu haberini tüm Arabistan'a yaymışlardı. Müslümanların moral zaferinin arttığı ve kendilerinin Arapların gözünden düştüğü haberi Mekke'ye ulaştığında Safvan ve diğerleri, Bedir'de ikinci bjr karşılaşma için söz verdiği için Ebu Süfyan'ı azarladılar. Fakat bu başarısızlık onların bu yeni dini ve taraftarlarını ortadan kaldırmak için plânladıkları büyük savaş hazırlıklarını engellemedi. Bedir'den döndükten sonra Medine'de bir ay boyunca barış dolu bir ortam yaşandı. Fakat bir ay kadar bir süre sonra bazı Gatafan kabilelerinin Yesrib'e saldırı hazırlıklarına giriştiği haberi ulaştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) hemen dörtyüz kişilik bir ordu kurup Necd üzerine yürüdü. Ama onlar oraya ulaştıklarında düşman çoktan kaçmıştı. Bu sefer sırasında Peygamber (s.a.v.)'e «Korku namazı»nı nasıl kılacağını anlatan bir vahiy geldi. Bu âyetlerde savaş sırasında ordunun nasıl namaz kılacağı, düşmandan korku anında neler yapılacağı, nasıl bir grup namaz kılarken, diğer bir grubun gözcülük edeceği anlatılıyordu. (Nisa: 101-102). Bu grupla birlikte yolculuk edenlerden biri de Abdullah'ın oğlu Cabir idi. Daha sonraki yıllarda, konak yerlerinden birinde meydana gelen bir olayı şöyle anlattı: «Biz Peygamber (s.a.v.)'in yanındayken ashabdan biri elinde yakaladığı bir kuşla geldi. O sırada yavru kuşun annesi kendisini o adamın ellerine attı. İnsanların yüzü şaşkınlıkla dolmuştu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Bu kuşa mı hayret ediyorsunuz? Onun yavrusunu aldınız, o da merhametinden kendisini sizin ellerinize yavrusunun yanına attı. Allah'a yemin ederim ki Rabbiniz size karşı bu kuşun yavrusuna gösterdiği merhametten daha fazla merhamet eder»3. Daha sonra adama yavru kuşu aldığı yere koymasını emretti». Peygamber (s.a.v.), bir keresinde de şöyle demiştir: -Allah'ın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, sığırlar ve diğer hayvanlara indirmiştir. Bu şekilde, bu yaratıklar birbirlerine karşı merhamet beslerler ve vahşi yaratıklar, yavrusuna karşı merhametli olmaya yönelir. Geri kalan doksandokuz merhameti de. Allah kendisine ayırmıştır. Bununla Hesap Günü kullarına merhamet eder»[2] Cabir (r.) Medine'ye dönerken Peygamber (s.a.v.)'le birlikte birkaç kişinin geriden takip ettiği ve diğer grupların çok önlerde yol aldığı haberini de vermiştir. Cabir'in devesi yaşlı ve zayıf olduğu için çoğunluğu oluşturan ilk gruba ayak uyduramamış ve geri kalmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona rastlayınca neden bu kadar geride kaldığını sordu. O; «Ey Allah'ın Rasulü,» dedi, «bu deve bundan hızlı gidemiyor». Peygamber (s.a.v.): «Deveni çöktür» dedi, kendi devesini de çöktürdü. Cabir (r.) bundan sonrasını şöyle anlatıyor: «Şu sopayı bana ver dedi, ben de verdim. Peygamber (s.a.v.) elindeki sopayla bir iki kez ona vurdu. Daha sonra deveme binmemi istedi ve yolumuza devam ettik. Rasulünü Hak'la gönderene yemin olsun ki benim devem onunkini geçti.» «Yol boyunca Rasulullah (s.a.v.)'la sohbet ettik. O bana: «Deveni bana satar mısın?» dedi. Ben «Onu sana hibe ederim» dedim. O: «Hayır, onu bana sat dedi.» Cabir onun sesinin tonundan pazarlık yapmak istediğini anladı. «Ona bir fiyat vermesini söyledim» dedi Cabir, Bana: «Ona bir dirhem veririm» dedi. Ben «Bu çok az» dedim. O: «Peki iki dirhem olsun» dedi. Fakat ben yine «Hayır» dedim. O da fiyatı kırk dirheme yani bir Dirim (guncel altına ulaşıncaya kadar yükseltti. Bu fiyata razı oldum. Bana. «Sen hiç evlendin mi, Cabir?» diye sordu. Ben de evlendiğimi söyledim. O: «Daha önceden evlenmiş biriyle mi yoksa bir bakireyle mi?» diye sordu. Ben: «Daha önce evlenmiş biriyle» deyince: «Neden bir kızla evlenmedin? Sen onunla oynardın, o da seninle oynardı» dedi. «Ey Allah'ın Rasulü» dedim, «ba*bam Uhud'da öldü, geride kalan yedi kız kardeşimi bana emanet etti. Bu nedenle onlara bakacak, saçlarını tarayacak ve onlara annelik edecek bir kadınla evlendim Bana iyi bir seçim yaptığımı söyledi. Daha sonra bana, Medine'den üç mil uzaktaki Şirar'a ulaştıklarında develeri orada kurban edeceğinden, günü orada geçireceğimizden ve karımın bizim eve dönüş haberimizi aldığında minderlerin tozunu silkmeye girişeceğinden bahsetti. «Bizim hiç minderimiz yok» dedim. O: «Olacak, eve döndüğünde yapılması gerekenleri yap» dedi.» «Döndüğümüz günden sonraki ilk sabah devemi aldım ve Peygamber (s.a.v.)'in kapısı önüne çöktürdüm. Peygamber (s.a.v.) bana deveyi oraya bırakıp, mescid'de iki rekat namaz kılmamı söyledi. Ben de onun dediğini yaptım. Daha sonra Hz. Bilâl'e bana bir birim (ounce) altın vermesini emretti. Bilâl (r.), terazisinin tarttığından biraz daha fazlasını verdi. Altını aldım ve gitmek üzere geri döndüm. Fakat Peygamber (s.a.v.) beni geri çağırdı. «Deveni al» dedi, «O senindir, onun için sana ödenen para da senindir.»[3]. Bu aylardan birinde Farisî Selman, danışmak ve yardım dilemek üzere Peygamber (s.a.v.)'e geldi. Beni Ku-rayza Yahudilerinden olan sahibi onu Medine'nin güneyindeki arazisinde o kadar sıkı çalışmaya zorluyordu ki, Selman'ın Müslüman cemaatle yakm bir ilişkiye girmesi mümkün olmuyordu. O, ne Uhud'da, ne Bedir'de, ne de son dört yılda Peygamber (s.a.vj 'in çeşitli aralıklarla yaptığı seferlerin hiç birinde bulunamamıştı. Bu durumundan kurtulmasına bir çare yok muydu? Sahibine, özgürlüğüne kavuşmasının kendisine kaça mal olacağını sormuştu. Fakat sahibinin Öne sürdüğü fiyat çok yüksekti, özgür -lügüne kavuşabilmesi için, ona kırk birim tounce) altın vermesi ve üçyüz hurma ağacı dikmesi gerekiyordu. Peygamber ts.a.v.) ona, sahibiyle, altınları ve hurma ağaçlarını vereceğini, buna karşılık kendisinin özgür olacağım belirten bir anlaşma metni yazmalarını söyledi. Daha sonra arkadaşlarını çağırdı ve onlardan hurma ağaçlarının dikiminde Selman'a yardım etmelerini istedi. Biri otuz, biri yirmi hurma fidanı verdi. Derken fidanların sayısı üçyüze tamamlandı. Peygamber (s.a.v.) : «Selman, git ve çukurları aç. Daha sonra beni çağır, ağaçları elimle ben dikeceğim» dedi. Ashab da Selman'a araziyi hazırlamada yardım ettiler. Üçyüz hurmanın hepsini Peygamber (s.a.v.) kendi eliyle dikti. Ağaçların hepsi kök saldı ve gelişti. Fiyatın geri kalanını ödemek üzere, Peygamber (s.a.v.) kendisine maden ocaklarından biri tarafından verilen kuş yumurtası büyüklüğündeki altın parçasını Selman'a verdi. Selman bunun özgürlüğünü satın almaya yetmeyeceğini düşünerek: «Bu, benim ödemem gerekenin ne kadarını karşılar acaba? dedi. Peygamber (s.a.v.} altını ondan aldı ve ağzına koyup dilinin etrafında çevirdi. Sonra Selman'a uzattı ve; «Bunu al, fiyatın tümünü bununla öde» dedi. Selman, kırk birim (ounce) altına denk gelen bu altını verdi ve özgürlüğüne kavuştu.[4] Medine'de bir ay daha barış yaşandı. Bir aydan sonra Peyagamber (s.a.v.) bin kişilik bir orduyla, Suriye sınırındaki Dumat el-Candal vadisine doğru beşyüz millik bir sefer yaptı. Çoğu Beni Kelb kabilesinden olan çapulcuların buralarda karışıklıklar çıkardığı haberi gelmişti. Çapulcular birçok kez Medine'ye gitmekte olan kervanlardan un ve yağ stoklarına el koymuşlardı. Onların Kureys'le bir anlaşmaya girmiş olma ihtimali de vardı. Eğer Kureyş bir gün İslâm'ı tamamen ortadan kaldırmak için saldırıya geçerse, bunlar da kuzeyden onlara destek olabilirlerdi. Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları sürekli böyle bir güne hazırlanıyorlardı. Her ne kadar bu seferin sonuçları çapulcuları bastırıp onların sürülerini ve mallarını ganimet olarak almak gibi görünüyorsa da, bu yürüyüş, kuzeydeki kabilelerin Arabistan'da gelişen bu yeni gücü farketmele-rini de sağlamıştı. Eskiden uzun yıllar süren iç savaşlar Medine'yi dış saldırıya açık hale getiriyordu. Fakat içerideki b\ı uyuşmazlık yerini büyük ve şaşırtıcı bir hızla yayılan bir ahenk ve uyuşmaya bırakmıştı. Bu ahengi daha korkulacak hale getiren de Medine'lilerin en kesin savunma aracının saldın olduğunu anlamaları ve buna göre davranmalarıydı. Dışarıdan görünan buydu. Fakat yakından topluluğu gözleyenler bu gücün göründüğünden de büyük olduğunu görebiliyorlardı. Çünkü bu güç, bir mucize olan bir birliğe dayanıyordu. Vahy'de şöyle deniyordu: «Sen, yeryüzündekiîerin tümünü harcasaydın bile, onların kalblerini uzakşttramazdın. Ama, Allah onların aralarını uzlaştırdı.» (Etfal: 63). Bu birliğin gerçekleşmesini sağlayan en büyük etken de Peygamber (s.a.v.) 'in varlığıydı. Onun varlığının cazibesi Allah tarafından o denli arttırılmıştı ki iyi niyetli hiçbir kimse ona karşı koyamazdı. «Ben size, oğlunuzdan, babanızdan ve diğer insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olamazsınız*. Fakat cümle, Peygamber (s.a.v.)'in isteğini belirtmekten çok, zaten var olan ve: «Anam, babam sana feda olsun» deyimiyle ifade edilen sevginin tasdiklenmesiydi. Barış zamanları Peygamber (s.a.v.) için dinlenme zamanlan değildi. O, günün üçte birinin ibadet, üçte birinin İş ve üçte birinin de aileyle ilgilenerejt geçirilmesinin ideal olduğunu söylemişti. Son olarak belirtilen zamanın içine yemek ve uyku da dahildi. İbadete gelince çoğunlukla geceleri yapılıyordu. Akşam ve sabah namazlarının yanısıra, bu namazlardan sonra nafile namazlarda kılıyorlardı. Aynı zamanda Kur'an'da uzun uzun Kur'an okunulması söyleniyor, Peygamber (s.a.v.) de Ashaba birçok dualar öğretiyordu. Uzun gece namazları vahyin ilk indiği günlerden itibaren, âdet olmuştu. Fakat bu âyetlerin indiği topluluk, seçilmiş bir topluluktu. Medine'de de seçilmiş bir mü'minler topluluğu vardı. Ancak son yıllarda İslâm'ın hızla yayılmasıyla bu seçilmiş topluluk azınlık haline gelmişti. Uzun süre namaz kılma zorunluluğunu azaltmak için bir âyette gruba: «Seninle birlikte olanlar» diye değiniliyordu: «Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte barinde (namaz için) kalktığını bilmektedir; seninle birlikte anardan bir topluluğun da (böyle yaptığım bitmektedir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir etmektedir. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi böylece de tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'-an'dan kolay geleni okuyun (Müzemmİt: 20). Bununla birlikte Asbab gecenin çoğunda namaz kılmaya devam ettiler. Peygamber fs.a.v.) gecenin en hayırlı bölümünün son üçte biri olduğunu söylemişti: *Her gece gecenin son üçte biri gelmeden Rabbimiz -Teala- en alt semaya tecelli eder ve şöyle der «Beni çağıran kim, ki ona M. I 16 cevap vereyim?»[5]. Bu sıralarda mü'minleri tanımlayan şu âyetler de nazil oldu. «Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve ümitle dua ederler ve kendilerine fi* zıh olarak verdiklerimizden İnjak ederler. Artık hiçbir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığım bilmez». (Secde: 16-17). Günün eşit parçalarım oluşturması gereken ibadet, çalışma ve aileyle ilgilenme vakitleri ancak yaklaşık ola rak eşitlenebiliyordu. Aileyle ilgilenmeye gelince, Peygamber (s.a.v.) 'in kendi evi yoktu ve her akşam sırası gelen eşinin evine gider ve orası onun yirmidört saatlik evi olurdu.Gün boyunca kızları veya halası Safiye onu ziyaret eder veya O, onları ziyaret ederdi. Fatıma çoğunlukla iki oğlunu ona göstermek için getirirdi. Hasan yaklaşık olarak birb'uçuk. yaşında, Hüseyin ise sekiz aylıktı ve henüz yürümeye başlıyordu. Peygamber (s.a.v.) çoğunlukla annesi Zeyneb'in yanından ayrılmayan torunu Ümame'yi de severdi. Birkaç kez P*eygamber (s.a.v.) onu mescide getirmişti. Namaz sırasında ayakta durduğu zamanlar omuzun-da taşımış, rükû ve secde sırasında yanına oturtmuştu. Ayağa kalktığında, tekrar omuzuna bindirmiş ve namazı bu şekilde kıldırmıştı[6]. Peygamber (s.a.v.)'in çok sevdiği çocuklardan biri de Zeyd ve Ümmü Eymen'in oğulları Üsame idi. Peygamber (s.a.v.) onu hem kendisine değer verdiği, hem de anne ve babasına sevdiği için seviyordu. Üsame, evin bir torunu olarak çoğunlukla evin İçinde veya kapısının önünde vakit geçirirdi. Çoğu öğleden sonraları Peygamber (s.a.v.) Mekke'de olduğu gibi Ebu Bekir'i ziyaret ederdi. Çoğu zaman aile meseleleri ve iş konuşmaları birbirinin aynı oluyordu. Çünkû .'pey"gamber (s.a.v.) devlet meselelerini kayınpederi Ebu Be*-, oğlu Zeyd ve damatları Ali ve Osman'a sormayı tercih ederdi. Fakat iş sanki Peygamber (s.a.v.)'in tüm zamanını alacak kadar fazla idi. Çünkü tüm Medine'de, bir problemi çözmede, bir anlaşmazlığı ortadan kaldırmada hiçbir söz onunkisi kadar etkili değildi. Hatta, ihtiyaçları olduğunda kendisine inanmayan bazıları da ondan yardım istiyordu. Yahudilerle müslümanlar arasında da sık sık anlaşmazlıklar meydana geliyordu. Çoğunlukla da zulme uğrayan davacı oluyordu, örneğin, Ensardan biri, yahudinin birinin ettiği yemini duyduğunda onu pataklamış ti. Müslüman : «Sen Peygamber (s.a.v.) aramızda iken nasıl 'Musa'yı bütün âlemlerin üstüne seçkin kılana andolsun1 dersin?» demişti. Yahudi Peygamber'e şikâyet etmiş, o da sinirlenerek müslümanı azarlamıştı. Kur'an'da Musa hakkında şöyle deniyordu: CAllah) : «Ey Musa, dedi. Sana verdiğim ri-saletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım!» (A'raf: 144). «Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, ibrahim ailesini ve îmran ailesini alemler üzerine seçti.* (Âl-i Îmran: 33). Adamın asıl düşüncesini anlayan Peygamber (s.a.v.) : «Benim Musa'dan daha iyi olduğumu söyleme»[7], diye ekledi. Başka bir yanlışlığa dikkati çekerek de: «Hiçbiriniz benim Yunustan daha iyi olduğumu söylemesin»[8] demiştir. Vahiy zaten onlara îslâm akidesini tanımlarken şöyle diyordu: «Onun peygamberleri arasında hiçbirini (diğerinden) ayirdetmeyiz». (Bakara: 285). Hem içteki ahengi sağlamak, hem de Arabistan'daki ve daha ötelerdeki uluslarla ilişkileri düzene sokmak gibi toplumun genel ihtiyaçlarının yanısıra Peygamber (s.a.v.) mü'minlerin tamamen kişisel olan sorunlarını çözmede de onlara yardım etmek durumundaydı. Bu kişisel sorunlar bazen Selman'mki gibi tamamen maddî, bazen de Temim kabilesinden Hanzala'nınki gibi ruhsal oluyordu. Hanzala ilk Önce durumunu Ebu Bekir'e açmış, fakat Ebu Bekir bu soruna daha yetkili birinin, yani Peygamber (s.a,v.)'in çözüm getirebileceğini hissetmişti. Adamın yüzü. acıyla doluydu. Peygamber Cs.a.v.) sorunun ne olduğunu sorduğunda : «Ey Allah'ın Rasulü, Hanzala iki yüzlü bir adam» dedi. Peygamber Cs.a.v.), bununla neyi kasdettiğini sorduğunda şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, biz senin yanında iken sen bize cennet ve cehennemi anlatıyorsun. Biz de onları görür gibi oluyoruz. Fakat senden ayrıldığımız zaman hanımlarımız, çocuklarımız ve mallarımız bizi kendilerine çekiyor ve biz senin söylediklerini unutuyoruz». Peygamber (s.a.v.)'in cevabı, bu ideallere ulaşmak için gösterilen çabanın, günlük hayatın normal akışını durdurmaksızm sürmesi gerektiğini vurguluyordu: «Nefsimi kudret elinde tutana andolsun ki,» dedi, «eğer siz sürekli benim yanımda iken veya Allah'ı hatırladığınız zaman içinde bulunduğunuz hal üzere olsaydınız, şüphesiz melekler sizinle musa-hafa ederler ve sizi evlerinizde ziyaret ederlerdi.»[9]. Peygamber Cs.a.v.)'e yüklenen bu tür sorunlar kaçınılmazdı. Fakat onun başka yönlerden korunması gerekiyordu, îşte bu koruma, onun ayrıcalıklı konumunu vurgulayan beklenmedik bir olayla ilgili olarak ortaya çıktı. Peygamber (s.a.v.), birgün Zeyd (r.)'e bir şey sormak için evine gitmişti. Kapıyı Zeyneb (r.) açtı ve kapının önünde durarak Zeyd'in evde olmadığını söyledi, fakat yine de içeri girmesi için onu davet etti. Bir anlık bakışma, iki kuzen arasında sürekli varolan sevginin ikisi tarafından da far-kına varılmasına yol açtı. Peygamber (s.a.v.) Zeyneb Cr.)*in kendisini sevdiğini, kendisinin de Zeyneb (r.)'i sevdiğini ve bunu Zeyneb'in de bildiğini biliyordu. Fakat bunun ne anlamı olabilirdi? Duygularının şiddetine şaşjrarak Peygamber (s.a.v.), onun teklifini reddetti. Zeyneb onun uzaklaşırken şöyle dua ettiğini duydu: «Hamd Allah Teala'-yadır! Hamd insanların kalbini düzenleyen ve idare eden Allah'adır!» Zeyd (r.) eve döndüğünde Zeyneb ona Pey. gamber (s.a.v.)'İn ziyaretini ve giderken okuduğu duayı anlattı. Zeyd, hemen Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve şöyle dedi : «Evime geldiğini duydum. Bana annemden ve babamdan daha yakın olduğun halde neden içeri girmedin? Yoksa Zeyneb mi hoşuna gitti? Eğer öyle ise onu boşayayım.» Peygamber (s.a.v.) ısrar ederek: «Karını tut ve Allah'tan kork.» dedi. O bir keresinde: «Mubah olan şeyler içinde Allah'ın en sevmediği şey boşanmadır»[10] demişti. Zeyd, ertesi gün tekrar aynı teklifle geldiğinde Peygamber (s.a.v.) ona yine aynı şeyi söylemişti. Fakat Zeyd'le Zeyneb'in evliliği mutlu bir evlilik değildi ve Zeyd artık buna dayanamıyordu. Bu nedenle karısı ile anlaştı ve Zeyneb (r.)'i boşadı. Yine de bu boşanma Zeyneb'i Peygamber (s.a.v.) için uygun bir eş kılmıyordu. Çünkü Kur'an «kendi sulblerin-den çıkan» oğullarının hanımlarıyla evlenmeyi yasaklıyordu. Ve biyolojik olarak kendinin olan bir çocukla, evlât edinilen bir çocuğu ayrı tutmama uzun zamandan beri devam eden bir gelenekti. Peygamber fs.a.v.} 'in durumu da evlenmeye müsait değildi. Çünkü İslam'ın müsaade ettiği sayıda -en fazla dört- eşi vardı. Bu olaydan sonra bir kaç ay geçti. Peygamber (s.a.v.) hanımlarından biri ile konuşurken vahy geldi. Peygamber (s,a.v.) kendisine geldiğinde ilk sözü şunlar oldu: «Kim gidip Zeyneb'e müjde verecek ve Allah'ın onu gökte benimle evlendirdiğini haber verecek?» Uzun sûreden beri kendisini aileden sayan Safiye'nin hizmetçisi Selma oradaydı. Bu sözleri duyunca hemen Zeyneb'in evine gitti. Zeyneb bu sevinçli haberi duyunca Allah'a hamd etti ve hemen Ka'be'ye doğru secdeye kapandı. Daha sonra bilekliklerini, bileziklerini ve gümüş kolyelerini toplayıp Sel-ma'ya verdi. Zeyneb (r.), artık genç değildi, hemen hemen kırk yaşına gelmişti. Fakat yine de dikkat çekici güzelliğini koruyordu. Bunun yanısıra O zahid bir kadındı. Uzun gece namazları kılar, nafile oruç tutar ve cömertçe fakirlere dağıtırdı. Dericilikten anladığı için ayakkabı ve çeşitli eşyalar yapar ve bunlardan kazandığa parayı sadaka olarak harcardı. Bu kez onun için bir düğün merasimine gerek yoktu. Çünkü inen vahiy nikâhın akdedildiğini belirtiyordu; «Biz onu seninle evlendirmiş olduk.» (Azhab: 37). Yapılması gereken şey, sadece gelini damadın evine götürmekti ve bu da geciktirilmeden yapıldı. Âyetler, gelecekte artık evlâd edinilenlerin, kendi babalarının adıyla anılmaları gerektiğini de vurguluyordu. O günden itibaren, otuzbeş yıldan beri Zeyd İbn Muhammed diye anılan Zeyd, Zeyd îbn Harise diye anılmaya başlandı. Fakat bu onun evlâd edinilmesi olayını yürürlükten kaldırmıyordu. Biri elli, diğeri altmışına yaklaşmış olan evlât edinen ve edinilen arasındaki samimiyet ve sevgi de bundan bir zarar görmüyordu. Bu sadece, aralarında kan bağı olmadığını hatırlatmadan ibaretti. Bu anlamda âyetler şöyle devam ediyordu: «Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, ancak O, Allah'ın Rasulü ve peygamberlerin sonuncusudur.» (Ah-zab: 40). Diğer âyetler de, Peygamber (s.a.v.) ve onu Lakıp edenler arasındaki büyük ayırımı vurguluyordu. Onlar, Peygamber (s.a.v.) 'e birbirlerine hitap ettikleri gibi hitap edemezlerdi. Allah'ın ona dörtten fazla hanımla evlenme izni vermesi sadece ona mahsustu, toplumun geri kalanı bu izne dahil değildi. Bunun yamsıra onun eşlerine «mü'minlerin anneleri» adı verilmiş ve onlara öyle yüksek bir statü verilmişti ki. Peygamber (s.a.v.)'den sonra onların başkalarıyla evlenmesi yasaklanmıştı. Mü'minlerden biri onlara birşey sormak istediği zaman; bir perde arkasından sormalıydı. Ayette şu da belirtiliyordu: «Ey İman edenler, peygamberin evlerine yemek için izin verilmeden ve vaktine de bakmakstztn girmeyin; ancak çağmltrsantz artık girin; yemeği yediğinizde de dağıhverin. Söz ve sohbet için de (evlerine) girmeyin. Gerçekte bu, Peygamber'e eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak(kt açtklamakjtan utanmaz» (Ahzab: 53). Ashab, Peygamber (s.a.v.)'i çok sevdiği ve mümkün olduğu kadar uzun süre onun yanında kalmak istediği için, onlara bu tür engeller konulması gerekliydi. Onunla birlikte olanlar, ondan ayrılmak istemezlerdi. Onlar kaldıklarında -ise kimse onları suçlamazdı. Çünkü Peygamber Cs.a.v.) biriyle konuştuğu zaman ona öyle dikkat eder ve ilgisini onda öyle yoğunlastırır ki, karşısındaki, diğerlerine verilmeyen bazı ayrıcalıklarının kendisine verildiğini zannedebilirdi. O, birinin elini tutsa, hiçbir zaman ilk bırakan o oimazdı. Fakat Peygamber fs.a.v.)'i korumakla birlikte vahiy, literatüre yeni bir unsur ilâve ediyordu. Bu şekilde arkadaşları ona besledikleri sevgiyi, onun yanında olmadıkları zamanlarda da ifade edebileceklerdi. «Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyette ona selâm verin.» (Ahzab: 56). Bundan kısa bir süre sonra Peygamber şunu da haber verdi: *Bana bir melek geldi ve şöyle dedi: «Sana bir kere salat eden kimse yoktur ki Allah ona on kez salat etmesin»[11]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] IS V III, G6. [2] W.M XLIX. 4 [3] I. I. 6644. [4] I. I. 141-2. [5] B. XIX. [6] I. S, VIII. 26. [7] BLXV. (Alraf Suresi) [8] R I3CS?. (Saffat Suresi) [9] M. XLIX, 2 [10] A, D. XIII, 3 [11] D. XX, 58. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:19 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
59. HENDEK Hayber'e yerleşen Beni Nadir yahudileri kaybettikleri topraklan tekrar kazanmaya kararlıydılar. Ümitleri, Ku-reyş'in Peygamber (s.a.v.) üzerine düzenleyeceği son ve büyük saldırıda yoğunlaşıyordu, islam'ın beşinci yılının sonlarına doğru -MS. 627'nın başları- bu hazırlıklar, Hu-yay ve Hayber'deki diğer birkaç yahudi liderinin Mekke'yi ziyaret etmesiyle karara bağlandı. Ebu Süfyan'a: «Muhammedi, ortadan kaldırmada seninle birlikteyiz» dediler. Ebu Süfyan da: «Bizden sevgili olanlar, Muhammed'e karşı bize yardım edenlerdir» cevabını verdi. Bunun üzerine Saf-van, Ebu Süfyan ve diğer Kureyş liderleri yahudileri Kâ'-be'nin içine soktular ve orada amaçlarına ulaşıncaya kadar birbirlerini terketmeyeceklerine dair Allah adına and içtiler. Kureyşliler bu fırsattan yararlanarak, yahudilere yeni dinin kurucusu ile aralarında çatışma konusu olan inançlarıyla ilgili sorular sordular. Ebu Süfyan: «Ey ya-hudiler,» dedi, «Siz ilk kutsal kitabın geldiği topluluksunuz ve sizin bilginiz var. Bizim Muhammed'e karşı konumumuzun ne olduğunu bize söyleyin Bizim dinimiz mi daha iyi, yoksa onunki mi? «Yahudiler şu cevabı verdiler: «Sizin dininiz onunkinden daha iyidir ve siz gerçeğe daha yakınsınız». Bu noktada anlaşan taraflar plan hazırlamaya koyuldular. Yahudiler, Medine'den hoşlanmayan tüm Necd kabilelerini ayaklandırma görevini üzerlerine almışlardı. Onlan ayaklanmaya razı edemezlerse, rüşvetle bu işi halledeceklerdi. Beni Esed onlara yardım etmeye hazırdı. Beni Gatafan'a gelince, onlara katılmalarına karşılık kabileye Hayber*in hurma hasadının yansı verilecekti. Beni Gatafan'dan Fezare, Mûrre ve Aşça kollarının anlaşmaya dahil olmasıyla ordu yaklaşık ikibin askere ulaştı. Yahudiler Beni Süleym'den de yediyüz kişinin kendilerine katılmasını başardı. Bu sayı daha da fazla olabilirdi; fakat Mauna kuyusu yakınındaki katliamdan sonra küçük, ancak sürekli artan bir grup müslüman olmuştu. Süleym'in güney komşusu Beni Amir ise, Peygamber (s.a.v.)'Ie yaptığı anlaşmaya sadık kaldı. Kureyş ve müttefikleri toplam dörtbin kişiyi buluyordu. Güneyden gelecek olan birkaç grup destekle birlikte Mekke'den, Medine'ye giden sahil yolunu takib edeceklerdi Uhud'ta da aynı yolu izlemişlerdi. Daha az birlik teşkil eden ikinci bir ordu. da Medine'nin doğusundan, yani Kecd ovasından yaklaşacaktı, iki ordunun toplam olarak, Kureyş'in Uhud'daki gücünün üç katı olacağı tahmin ediliyordu. Orada müslümanlar üç bin kişilik bir orduya yenilmişlerdi. Şimdi ise onbin kişi karşısında ne yapabilirlerdi? Bunun yamsıra Kureyş bu kez ikiyüz atlı yerine üç-yûz atlı almıştı ve Gatafan'in da aynı büyüklükte bir grupla onlan desteklemesi bekleniyordu. Plânlarına uygun olarak Mekke'den yola çıktılar. Aynı anda, büyük bir İhtimalle Abbas'm düzenlediği bir Huzaa'lı grup atlarıyla, Peygamber Cs.a.v.) 'e saldınyı haber vermek ve ordunun gücü konusunda bilgi vermek üzere Medine'ye doğru yola çıktılar. Bu grup Medine'ye ancak dört günde varabildi. Yani Peygamber'e hazırlanmak için sadece bir hafta kalmışta. Peygamber (s,a.v.) bu haberi alınca hemen tüm Medine'ye alarm verdi ve arkadaşlarına, eğer sabreder, emirlere uyar ve Allah'tan korkarlarsa zaferin kendilerinin olacağı konusunda müjdeleyîci sözler söyledi. Daha sonra, Uhud'ta yaptığı gibi onları istişare meclisine çağırdı. En İyi savunmanın nasıl olacağı konusunda çeşitli fikirler öne sürüldü. En sonunda Selman (r.) ayağa kalkti ve şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, biz İran'dayken atlıların saldırısından korktuğumuzda etrafımıza hendek kazardık. Şimdi de etrafımıza hendek kazalım.» Herkes Uhud'-daki stratejiyi tekrarlamak istemediği için Selman'ın önerisini kabul etti. Zaman kısaydı ve savunmada bir boşluk bırakmamak için çabanın doruk noktasına kadar harcanması "gerekiyordu. Fakat hendeğin sürekli olması gerekmiyordu. Şehrin sınırında, birçok yerde savunmayı sağlayacak kaleye benzer evler vardı. Kuzey-batıda ise kale vazifesi gören fakat aralarının birleştirilmesi gereken, büyük kaya .yığınları vardı. Bunlardan en yakını Sel' dağı olarak bilinen yığındı ve hendeğin içinde kalması gerekiyordu. Çünkü bu dağın Önündeki düzlük kamp yapmaya uygun bir yerdi. Hendek bu kamp yerini, bir kaya yığınından başlayıp şehrin güney duvarındaki bir noktaya kadar uzayarak kuzeyden çevreleyecekti. Bu kazacak olan en uzun hendekti ve en Önemlisi de buydu. Stratejiyi ortaya koymanın yamsıra Selman, hendeğin hangi genişlik ve derinlikte olması gerektiğini de biliyordu. Beni Kurayza'da çalıştığı için onların, hendeğin kazılması için gerekli olan tüm araçlara da sahip olduklarını biliyordu. Bu ortak düşman karşısında Beni Kurayza'lılar bunları ödünç vermekten kaçınmadılar. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'i sevmemelerine rağmen, hepsi onunla yaptıkları antlaşmanın politik bir anlaşma olduğu ve bu anlaşmayı bozmamaları gerektiği kanısmdaydılar. Bu nedenle yahudiler kazma, kürek ve çapalarını ödünç verdiler. Bunun yanısıra, sıkı hurma liflerinden örülmüş sağlam hurma sepetlerini de kazılan toprağı taşımak üzere verdiler. Peygamber (s.a.v.) topluluğun her grubunu belirli bir hendekten sorumlu olmak üzere görevlendirdi. Kendisi de onlarla birlikte çalıştı. Her şafak vakti namazdan sonra yoîa çıkıyorlar ve alacakaranlıkta evlerine dönüyorlardı. İlk günlerden birinde sabahleyin hendek kazmaya giderken Peygamber (s.a.v.) onlara Mescid'i inşa ederken okudukları bir beyti hatırlattı: «Allahım, ahiret saadetinden başka saadet yoktur. Muhacirleri ve Ensan bağışla!» Hep birlikte bu beyti tekrarladılar. Bazen de şöyle derlerdi: «Ahiret yurdundan başka gerçek hayat yoktur. Allahım, Ensar ve Muhacirine merhamet et!» Birbirlerine sürekli zamanın kısa olduğunu hatırlatıyorlardı. Düşman her an gelebilirdi. Kim biraz gevşeklik gösterirse, hemen aralarında alay konusu oluyordu. Diğer taraftan Selman büyük bir saygı ve övünç kaynağı idi. O sadece güçlü ve sağlam vücutlu değil, aynı zamanda yıllardan beri Beni Kurayzalılar arasında yaşadığı için kazman ve taşımacılıkta da becerikliydi. Kendi aralarında: «O, on kişinin işini yapıyor» dediler ve dostça bir tartışmaya giriştiler. Birçok yerden göç ettiği için Muhacirler: «Selman bizimdir- diye iddia ettiler. Ensar: «O bizden biri, bizim onda daha çok hakkımız var» diye karşı çıktı. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Selman bizden, yani Ehl-i Beyt'-ten biri» (Peygamberin ailesi) dedi. Düşmana karşı silah olarak kullanılabilecek olan taşar hendek boyunca Medine'nin çevresine yığıldı. Kazıdan çıkan toprak sepetlere doldurulup, baş üzerinde uzağa taşınıyor ve dönüşte aynı sepetlere taş doldurulup hendeğin yanına yığılıyordu. En iyi taşlar Sel dağının eteklerinde bulunuyordu. Adamların hepsi bellerine kadar çıplaktı. Sepet bulamayanlar üstlerinden çıkardıkları elbiseleri, taş ve topraklan taşımakta çuval olarak kullanıyorlardı. Hendek kazmaya gittikleri ilk sabah onları bir grup genç takip etti, hepsi de bu çabada görev almak istiyorlardı. En küçü'c olanlar hemen geri gönderildi, fakat Peygamber (s.a.v.) düşman görünür görünmez, kampı terketmeleri şartıyla, diğerlerinin kazma taşımada yardım etmelerine izin verdi. Uhud'tan geri gönderilen Usame CrJ, Ömer'in oğlu Abdullah (r.) ve arkadaşları artık onbeş yaşlarındaydılar. Ve sadece kazmada değil, savaşta da diğer mü'minlerle birlikte görev yapacaklardı. Bunlardan biri olan Evs'in Harise kolundan Bera' sonraki yıllarda hendek kenarında kırmızı cüfabesi, tozlu göğsü ve omuzlarına değen uzun saçlarıyla Peygamber (s.a.v.)'in ne kadar güzel olduğunu anlatmıştır. «Ondan daha güzelini görmedim» demişti. Onun ve genelde tüm manzaranın ne kadar güzel olduğunu far-keden sadece Bera' değildi, özellikle Peygamber (s.a.v.), çevresine baktığında, çevresindekilerin basitliğini ve ne kadar doğal olduklarını -insanın fıtratına ne kadar yakın olduklarını- görüp seviniyordu. Bu sevinçle, sonradan herkesin katıldığı bir şarkı okumaya başladı: «Hayber'in bu güzelliği bir güzellik değil, Yarab, bu daha saf, daha temiz bir şey*[1]. O, bir Muhacirlerle, bir Ensar*la birlikte çalışıyordu-bazan kazma, bazan kürek, bazan da sepet kullanıyordu. Fakat o nerede olursa olsun, olağan üstü bir zorlukla karşılaşıldığında ona haber vermeleri gerektiğini herkes biliyordu, îşin çok sıkı ve zor olmasına rağmen eğlenceli dakikalar geçiriyorlardı. Mescidde yaşayan Ehl-i Suffa'dan biri olan Beni Demre'li bir müslümanm görünüşte acınacak bir hali vardı. Bunun üstüne bir de ailesi ona «küçük böcek» anlamına gelen Cü'eyl adını vermişlerdi. Peygamber s.a.v.) kısa bir süre önce onun adını, hayat ve ruh) sağlık anlamlarına gelen 'Amr olarak değiştirmişti. Hen-dek'te onun halini gören bir muhacir şu mısraları söyl» inekten kendini alamadı: «Onun adını Cü'eyl'den Amr'a değiştirdi, îşte o gün bu zavallı adama yardım etti». Muhacir bu beyti Amr'a okudu. Onu duyan diğerleri de beyti şarkj haline getirip gülüşerek okudular. Peygamber (s.a.v.) her seferinde vurguyla söylediği «Amr» ve «yardım» kelimeleri dışında bu şarkıya katılmadı, Dsha sonra onları şu şarkıyı okumaya teşvik etti: «Rabbim, biz hiçbir zaman sana yönelmez. Zekât vermez ve namaz kılmazdık. O halde üzerimize huzur indir, Bu karşılaşmada ayaklarımızı sabit kıl. Bu düşmanlar bizi bastırmak istiyor ve ifsad etmeye çalışıyorlar, Fakat biz onlara karşı koyuyoruz.»[2]. tik yardım çağrısı, hiçbir aletin çıkarmaya güç yetire-mediği bir kaya ile karşılaşan, Cabir (r.)'den geldi. Peygamber (s.a.v.) biraz su istedi ve suyun içine tükürdü. Dua ettikten sonra suyu kayanın üstüne döktü. Adamlar, kayayı sanki kum yığını imiş gibi kürekle alıp attılar[3]. Diğer bir gün de Muhacirlerin yardıma ihtiyacı oldu. Rastladığı kayayı yerinden çıkarmak için bir hayli uğraşan, fakat kımıldatmayı başaramayan Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.)'e gitti. Peygamber (s.a.v.) kazmayı onun elinden aldı ve kayaya bir darbe indirdi. Bu darbe ile birlikte kayanın üstünden şimşek gibi bir ışık çıktı, tüm şehri geçip güneye doğru kayboldu. Peygamber (s.a.v.), ikinci kez vurduğunda kuzeye, Uhud'a doğru bir ışık çıktı. Kayayı parçalayan üçüncü vuruşla da doğuya bir ışık fışkırdı. Selman (r.) bu üç ışığı da görmüş ve bir şeye delalet ettiğini düşünerek Peygamber fs.a.v.)'e sormuştu. Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı vermişti: -Onları gördün mü, Selman? İlk ışıkla Yemen kalelerini gördüm ikinci ışıkla Suriye kalelerini gördüm, üçüncü ışıkla da Kisra'nm[4] Medain'deki beyaz sarayını gördüm. îlk ışıkla Allah bana Yemen yollarını açtı, ikincisiyle Batı'da Suriye'ye üçüncüsüyle de doğuya yol açtı.[5] Hendekte kazma işiyle uğraşanların çoğunun yeteri kadar yiyeceği yoktu ve ağır çalışma koşulları da açlığı artırıyordu. Cabir, hendekte kendisinden yardım istediği gün Peygamber (s.a.v.)'in aşırı derecede zayıf olduğunu farketmişti. akşam eve geldiğinde karısından yemek hazırlayıp ha' .ayamayacağmı sordu. Karısı: «Bu kuzudan ve bir ölçek arpadan başka şeyimiz yok» dedi. Bunun üzerine Cabir (r.), kuzuyu kurban etti. Ertesi gün karısı kuzuyu haşladı, arpayı öğüttü ve ekmek yaptı. O gün hava çalışılmayacak kadar karardığında Cabir, hendekten ayrılmak üzere olan Peygamber (s.a.v.) 'in yanma gitti ve kuzu eti ve arpa ekmeği yemeye davet etti. Cabir şöyle dedi: -Peygamber Cs.a.v.) avuç içini benim avuç içime koydu ve parmaklarını kenetledi. Ben, onun yalnız gelmesini istiyordum. Fakat o bağırarak şöyle dedi: «Allah'ın Rasulü, ile birlikte Cabir'in evine gidin. İcabet edin, çünkü Cabir sizi davet ediyor». Cabir, bir felâket zamanında okunan şu âyeti okudu-: «Biz Allah'a ait (kullar)iz ve şüphesiz O'no dönücüleriz.» (Bakara: 156). Daha sonra uyarmak azere karısının yanına gitti. Karısı : «O mu davet etti, yoksa sen mi?» diye sordu. Cabir: «O davet etti» dedi. Karısı: «O halde bırak gelsinler, çünkü O daha iyi bilir,» dedi. Yemek, Peygamber (s.a.v.)'in önüne kondu. Peygamber dua etti, besmele çekti ve yemeye başladı. Onunla birlikte on kişi daha oturuyordu. Hepsi de doyana dek yedikten sonra kalkıp evlerine gittiler ve yerlerini diğer on kişiye bıraktılar. Hendekte çalışan tüm İşçilerin karnı doyuncaya dek bu devam etti. Herkes doyduktan sonra bile hâlâ biraz et ve ekmek vardı[6]. Bir başka gün Peygamber (s.a.v.), elinde bir şeyle kamp yerine gelen bir kız gördü ve onu yanına çağırdı. Kız, Abdullah îbn Revaha (r.)'nm yeğeniydi. O günü kendisine şöyle anlatıyor: «Allah'ın Rasulüne, amcam ve babam için hurma getirdiğimi söylediğim zaman onları kendisine vermemi emretti. Ben do hurmaları onun eline boşalttım, fakat hurma avuçlarını dolduracak, kadar çok değildi. Peygamber (s.a.v.), bir bez parçası istedi. Yayılan bez parçasının üstüne hurmaları saçtı, örtünün her tarafı hurma olmuştu. Daha sonra yanindakilerden, hendek kazmakta olanları yemeğe davet etmelerini istedi. İşçiler geldiler ve yemeye başladılar. Hurmalar artıyordu, onlar karınlarını doyurup kalktığında hurma örtünün kenarlarından taşıyordu.»[7]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 446. [2] W. 448 49; I. S. 11/1,51. [3] I. I, 67.. [4] Iran Kralı. [5] W. 450. [6] I. I. 672; W.,452. ' [7] I. I. 672 |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:20 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
60. KUŞATMA Kureyş ordusunun Akik ovasına yaklaştığı haberi ulaştığında hendek bitmek üzereydi; hendeğin yapımı toplam altı gün sürmüştü. Kureyş ordusu şehrin güney batısından yaklaşıyor, Gatafan ve diğer Necd kabileleri doğudan Uhud'a doğru ilerliyorlardı. Vahanın dış bölümlerindeki bütün evler boşaltılmış ve bu evlerin sakinleri barınaklara yerleştirilmişti. Peygamber (s.a.v.) kadınların ve çocukların, kalelerin yüksek odalarından birine yerleştirilmesini emretti. Daha sonra kendisi de adamlarıyla birlikte -yaklaşık üç bin kişi- seçtikleri yerde kamp kurdu. Kırmızı deriden yapılmış olan çadırı Sel' dağının eteklerine kurulmuştu. Aişe (r.), Ümmü Seleme (r.) ve Zeyneb (r.) sırayla onunla birlikte olmak için çadıra geliyorlardı, Mekke ordusu ve müttefikleri Uhud yakınında ayrı ayrı kamp kurdular. Kureyşliler, ekinlerin hasat edilmiş olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradılar. Develeri Akik ovasının akasya yapraklanyla yetinmek zorundaydı. O sırada Gatafan'ın develeri de ovanın Uhud yakınındaki çalılıklarda yetişen temarikslerîe karınlarını doyuruyorlardı. Fakat İki ordu da getirdikleri yem dışında atlarına yedirecek bir şey bulamıyorlardı. Bu nedenle mümkün olduğu kadar çabuk düşmanı yenmeliydiler. Bu amaçla iki ordu birleşti ve şehre doğru ilerlemeye başladı. Ebu Süfyan genel başkandı. Fakat her kabile lideri sırayla savaş sırasında orduyu yönetme görevini yüklenecekti. Halici ve îkrime yine «süvarilere kumanda ediyorlardı ve Amr, Halid'in bölüğünde idi. Yaklaştıklarında düşmanın şehrin dışında kamp kurmuş olduğunu görünce cesaretleri daha da arttı. Düşmanın kalelerde mevzilenmesinden korkuyorlardı; fakat açıklıkta sayıca onlardan fazla oldukları için onları kolayca yenebilirlerdi. Fakat biraz daha yaklaştıklarında, karşı tarafa sıralanmış okçularla aralarında geniş ve derin bir hendeğin olduğunu görünce çok şaşırdılar. Atları oraya zorlukla ulaşabilirdi; oraya ulaştıktan sonra da onları daha zor olan karşıya geçme problemi bekleyecekti. Şimdiden, başlayan ok yağmuru düşmanın saldın alanına girdiklerini gösteriyordu. Bu nedenle biraz geri çekildiler. Günün geri kalan kısmı istişare ile geçti. Sonunda düşmanın büyük bir bölümü, başka yerleri savunmak zorunda bırakarak şehrin kuzeyinden uzaklaştırmaya karar verdiler. Eğer hendeğin etrafında düşman askeri bulunmazsa karşıya geçmek zor olmayacaktı. Akıllarına, Medine'ye gü-ney-doğudan yapılacak olan saldırılan kale şeklindeki evleriyle koruyan Beni Kurayza yahudileri geldi. Beni Na-dir'den Huyay, orduya katılmak üzere Hayber'den gelmişti Ebu Süfyan'a, Beni Kurayza yahudilerini Muhanv med (s.a.v.)'le yaptıklan anlaşmayı bozmaya ikna edebileceğini söyleyerek onlara, elçi olarak gitmek istediğini belirtti. Onlar, yardıma ikna edilebilirse şehir iki taraftan saldırıya maruz kalacaktı. Ebu Süfyan onun Önerisini kabul etti ve vakit kaybetmeden yola çıkmasını söyledi. Beni Kurayzahlar, Huyay'dan korkarlardı. Onu uğursuz ve kendi kabilesini felakete sürükleyen kötü bir adam olarak görürlerdi. İzin verirlerse Beni Kurayza'ya da kendi kabilesine yaptığını yapacaktı. Ondan korkmalannm asıl sebebi de karşı kovulmaz bir ruh gücünün olmasıydı. Huyay, eğer birşeyi isterse tüm karşı koyanlan bastırır ve amacına ulaşıncaya dek ne kendisine, ne de karşısındakilere rahat vermezdi. Şimdi Beni Kurayza'nın şefi Ka'b îbn Efted'e -Peygamber (s.a.v.)'le anlaşma yapan lider- gitmiş ve kim olduğunu söyleyip kapısıut çalıyordu. Ka'b, ilk önce kapıyı açmayı reddetti. «Bırak da içeri gireyim!» dedi Huyay. Onun ne istediğini çok iyi bilen Ka'b: «Sen bırak! Ben Muhammed'le bir anlaşma yaptım ve onu bozmayacağım» dedi. Huyay: «İçeri gireyim de konuşalım» dedi. «Hayır» dedi Ka'b. Fakat Huyay onu, yemeğini kendisi ile paylaşmak istemediği için kendisini içeri almamakla suçladı Bu Ka'b'ı o kadar sinirlendirdi ki kapıyı açtı. Huyay şöyle dedi: «Ey Ka'b, sana her zaman sürecek olan bir zafer ve köpüren deniz gibi bir güç getirdim. Sana liderleriyle birlikte Kureyş, Kinane ve Gatafan'ı, bin kişisi atlı ve on bin kişilik bir ordu getirdim. Onlar bana, Muham-med Cs.a.v.) ve taraftarlarının kökünü kazıyıncaya kadar rahat etmeyeceklerine dair ant verdiler. Bu defa Muham-med Cs.a.v.) kaçamayacak». Ka'b: «Tanrıya andolsun ki, sen bana her zaman utanç getirdin, içinde şimşek ve gök gürültüsünden başka birşey olmayan yağmursuz bir bulut. Yazıklar olsun sana ey Huyay. Beni olduğum gibi bırak.» dedi. Huyay ondaki bu yumuşamayı farketti ve güzel konuşmasıyla eğer yeni din ortadan kalkarsa ne kadar avantajları olacağını anlatmaya başladı. Sonunda Allah adına şöyle bir yemin etti: «Eğer Kureyş ve Gatafan Muhammed (s.a.v.)'i öldürmeden yurtlarına dönerlerse, ben de seninle birlikte kalende oturup, kaderimi bekleyeceğim.» Bu Ka'b'ı, İslam'ın yaşamasının mümkün olmayacağı konusunda ikna etti. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'-le halkı arasında yapılan anlaşmayı bozacağını söyledi. Huyay, anlaşma metnini görmek istedi; okuduktan sonra metnin yazılı olduğu kâğıdı ikiye yırttı. Ka'b da kabile-sindekilere neler olduğunu haber vermeye gitti. Onlar. «Eğer sen Öldürülürsen, Huyay'm da seninle birlikte öldürülmesinin ne gibi bir avantajı olabilir» dediler. İlk anda kararma karşı çıkan çok oldu. Suriye'den Peygamber (s.a.vJ'in gelişini karşılamak üzere gelen yaşlı yahudi İbn el-Heyyeban, Beni Kurayza'hlann arasındaydı. O Peygamber s.a.v.)'İ tarif etmiş ve gelmesinin yakın olduğunu haber vermişti. Çok azının yahudi olmayan bir Peygamber (s.a.v.) 'e ilgi duymaya yatkın olmasına rağmen, çoğu Muhammed (s.a.vJ'in tarif edilen kişi olduğunu hissediyordu. Yine aralarında, yahudi olsun olmasın bir Peygamber (s.a.v.)'e karşı çıkmanın ne kadar önemli olduğunu kavrayabilecek yeteneğe sahip olmayan çok az kişi vardı. Çoğunluğa gelince, onlar politik bir anlaşmayı bozmaya karşıydılar. Fakat birkaç münafığın, Huyay'ın söylediklerini doğrulayan haberler getirmesinden ve kendilerinden birkaç kişinin de gidip Kureyş ordusunu kendi gözleriyle görmesinden sonra genel görüş Kureyş ve müttefikleri tarafına doğru kaymaya başladı. Gerçekten de hendeğin ötesindeki ovanın göz alabildiğine atlar ve adamlarla dolu olduğunu görmek insanı ürkütüyordu. O sırada Halid ve îkrime geçilip geçilemeyeceğini anlamak, üzere belirli bir uzaklıktan hendeği inceliyorlardı. Ümitsizlik içinde: «Nasıl bir tuzak bu!» dediler. «Araplar hiçbir zaman böyle bir yol denememişlerdir. Aralarında mutlaka bir îran'li var». Ümitlerinin aksine hendek çok iyi kazılmıştı. Sadece diğerlerine göre biraz dar olan küçük bir alan kalmıştı. Orası da sıkı bir şekilde korunuyordu. Orayı geçmek İçin giriştikleri bir iki çaba başarısızlıkla sonuçlandı. Atları hiç hendek görmemişti, bu nedenle hendeğe yaklaşınca, ürküyorlardı. Belki onlan ahştırabilirierdi, fa-kat şimdilik savaş sadece karşılıklı ok atışları şeklinde devam ediyordu. Beni Kurayza'nın anlaşmayı bozması haberi gizli kalmadı. Münafıklardan çoğu hangi tarafı tutaç akların a karar veremedikleri için iki tarafın sırlarını birbirlerine açık lıyorlardı. Ömer (r.) Ashabtan yahudilerin ihanetini haber alan ilk kişi oldu. Bunu duyar duymaz hemen Ebu Bekir (r,)le birlikte çadırında oturan Peygamber (s.a.v.)'in yanma gitti «Ey Allah'ın Rasulü» dedi, -Beni Kurayza'nın bizimle olan anlaşmasını bozduğunu ve bize karşı savaş açtığını duydum». Peygamber Cs.a.v.)'in üzgün olduğu farkedili-yordu. Zübeyr'i meselenin aslını öğrenmek üzere gönderdi Daha sonra Ensar'm kendilerini dışlanmış hissetmemesi için Zvb ve Hazreçli iki Sa'd'ı, Useyd'le birlikte çağırdı. Onlara haberleri verdikten sonra şöyle dedi; «Gidin ve işin aslını öğrenin. Eğer duyduklarımız yanlışsa bunu açıkça söyleyin. Eğer doğru ise bunu bana imalı bir şekilde söyleyin ki anlayabileyim». Onlar Zübeyr'den hemen sonra Kurayza kalelerine ulaştılar ve g, "ekten de yahudile.. rin anlaşmayı bozmuş olduğunu gördüler. Yahudileri çok geç olmadan hatalarını tamire ve anlaşmaya bağlılığa çağırdılar. Fakat onların cevabı şu oldu: «Allah'ın Rasulü de kim? Muhammed'le aramızda ne bir antlaşma ne de bir karar birliği var». Üzüntü içinde onlara Beni Nadir ve Beni Kaynuka yahudilerinin başına gelenleri hatırlattılar. Ka'b ve diğerleri o anda, onları dinleyemeyecek denli Ku-reyş in zaferinden emindiler. Elçiler konuşmalarının boşuna olduğunu anlayınca Peygamber (s.a.v.)'in yanına döndüler. Ona: «Adal ve Kare» dediler. Bunlar Hubeyb ve arkadaşlarını HudayFa teslim eden iki kabilenin isimleri idi. Peygamber (s.a.v.) onların ne demek istediğini anladı ve = «Allahu Ekber, ey müslümanlar, cesur olun» dedi. Artık hendeğin yanındaki mevzilerden askerlerin bir kısmını çekip şehrin içinde bir mevzi kurmak gerekiyordu. Daha sonra Huyay'ın, Kureyş ve Gatafan'ı biner kişilik birer ordu kurup bir gece vakti şehrin kuzeyindeki Kurayza kalelerine saldırmaya, oradan da şehrin içerlerine geçip, müslümanların kadın ve çocuklarını kaçırmaya teşvik ettiği haberi geldi. Çeşitli sebepler yüzünden kararlaştırılan gece hep tehir edildi ve proje hiçbir zaman uygulanamadı. Fakat Peygamber (s.a.v.), bunu haber alır almaz Zeyci'i yüz kişilik atlı bir grupla şehrin sokaklarında dolaşmak ve gece boyunca sesli tekbir getirmekle görevlendirdi. Böylece düşman şehirde büyük bir ordunun olduğunu zannedecekti. Hendeğin kenarında kurulan kampta atlara ihtiyaç yoktu, fakat çok sayıda adama ihtiyaç vardı. Yüz kişinin eksilmesiyle, hendekte kalanların herbiri artık daha uzun saatler gözcülük ediyordu. Günler geçiyor ve akınlar daha da sıklaşıyordu. Halid ve îkrime süvari birlikleriyle hendekte beliren bir anlık yorgunluk ve ihmalden dahi yararlanmak istiyorlardı. Fakat sadece bir kez hendeği aşmayı başarabildiler. İkrime, birden bire hendeğin en dar kismuıdaki korumanın zayıfladığım gördü ve üç kişi ile birlikte atını karşı tarafa sürdü. Fakat dördüncü adam hendeği atlar atlamaz Ali tr.) ve adamları hendeğin dar olan bölgesini korumaya geldiler ve hendek bir kez daha acılamaz hale geldi. Böylece dört Kureyşli'nin de yolu kesilmiş oldu. İçlerinden biri, Amr, teke tek karşılaşma yapmak İstediğini bağırarak belirtti Ona karşı Ali (r.) çıktığında. onu kabul etmedi ve: «Senin gibi birini öldürmekten hoşlanmam. Senin baban yakın bir arkadaşımdı. Geri dön, sen daha çocuksun» ûedi. Fakat Ali (r.) ısrar etti. Amr bineğinden indi ve iki adam birbirlerine yaklaştılar. Etraflarını bir toz bulutu kapladı. Karşılaşmanın ne şekilde geliştiğini diğerleri göremiyordu. Bir müddet sonra Ali (r.)'nin tekbir getiren sesini duydular ve Amr'ın ya öldüğünü ya da ölmek üzere olduğunu anladılar. O sırada îkrime ve arkadaşları bir anlık dalgınlıktan yararlanıp hendeği geçmek için atlarını sürdüler. Fakat Mahzum'lu Nevfel hendeği atlayamadı ve atıyla birlikte hendeğe yuvarlandı. Etraftakiler onu taşlamaya koyuldular. Fakat O: «Ey Araplar, ölüm bundan daha İyi» diye bağırdı. Bunun üzerine yanma indiler ve onu Öldürdüler. Her ne kadar başansız da olsa hendeğin aşılması, bunun mümkün olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine Ku-reyş ordusu ertesi gün henüz güneş yükselmeden hendeğin çeşitli noktalarına bir dizi saldın düzenledi. Peygamber (s.a.v.î, mü'minlere cesaret verdi ve sabrederlerse, uzun süre beklemenin verdiği yorgunluğa rağmen vadedilen za ferin kendilerinin olacağını müjdeledi. Kamp yerinin seçimi isabetli olmuştu. Çünkü Sel' dağının Ötesine doğru uzanan yüzeyde kendilerine yakın olan kısım, uzak olan kısımdan daha yüksekti. Gün boyunca düşman onlara ulaşmak için tekrar tekrar akın etti, fakat hiçbir şey ele geçi-remediler. Fiili savaş çok sınırlıydı. îki taraftan da zayiat yoktu. Fakat Sa'd îbn Mu'az (bir ok kolundan yara lamış ve derin bir yarık açmıştı. Küreye ve Gatafan ordularının da atlarının çoğu yaralanmıştı Öğle namazı vakti geldi, fakat bir tek asker bile hendeğin, yanından, ayrılmamalıydı. Namaz vakti geçmek üzere iken Peygamber (s.a.v.)'in yakınmdakiler ona şöyle dediler : «Ey Allah'ın Rasulü, biz namaz kılmadık». Bu bilinen bir durumdu, fakat onları çok etkilemişti. Çünkü İslam'ın ilk günlerinden beri hiç böyle bir durum ortaya çıkmamıştı. Allah'ın Rasulünün de onlara katılması onları biraz teselli etti. Peygamber (s.a.v.) : «Ben de kılmadım demişti, ikindi namazı vakti geldi ve güneşin batmasıyla vakit geçti. Fakat güneş battıktan sonra bile düşman atakları devam ediyordu. Karanlık tamamen bastırınca artık iki düşman ordusu kamp yerlerine döndüler. Düşman orduları gözden kaybolur Kaybolmaz Peygamber (s.a.v.), Useyd ve bir grup askeri hendeğin kenarında bırakıp hendekten ayrıldı. Hendekte kalan bu grup dışındakilerin başına geçip vakti geçmiş olan dört namazı da arka arkaya kıldırdı. O akşam geç saatlerde Halid, hendeği korunmasız bulma umuduyla küçük bir atlı grubuyla tekrar ortaya çıktı. Fakat Useyd ve adamları ok atışlarıyla onları geride tutmayı başardılar. Vahiy, o zorlu günleri şöyle nitelendiriyor «Hani onlar, sîze hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler de kaymış, yürekler hançereye gehp dayanmıştı le siz Allah hakında da (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz, işte orada, imsn etmekte olanlar, denemeden geçirilmiş re şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı» (Ahzab : 10-11). Herkes böyle kaç gün daha dayanabileceklerini düşünüyordu. Yiyecekleri tükenmeye yüz tutmuş ve geceler de çok soğuk geçmeye başlamıştı. Açlık, soğuk ve uykusuzluktan imanı zayıf alanlar da münafıklara katılacak hale gelmişlerdi. Münafıklar sürekli olarak, böyle güçlü bir düşmana sadece bir hendekle karşı koyulamayacağını, şehir duvarları gerisine çekilmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Fakat bu zorluklarla gerçek mü'minlerin imanı güçleniyordu. Onlar, tüm kabileler kendilerine karşı birleştiklerinde şöyle dedikleri için Allah onları Kur'an'da övmüştü «Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: Bu Allah'ın ve Rasulunün bize va-detttği şeydir; Allah ve Rasulü doğru söylemiştir.» Vahiy şunları da ekliyordu : «Ve (Bu), yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırmış oldu.» (Ahzab: 22). Onlar, Peygamber (s.a.v.)'e bir-iki yıl önce vahyolunan bir âyetin gerçekleştiğini belirterek böyle diyorlardı: «Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali, başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandtntz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, öyle ki Peygamber, beraberindeki mü'minlere: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyordu. Dikkat edin, kuşkusuz Allah'ın yardımı pek yakındır.» (Bakara: 214). Peygamber fs.a.v.) adamlarının dayanma-gücünün sonuna geldiğini biliyordu. Fakat O, düşmanın da gün geç tikçe aynı zorlukları yaşayacağının farkındaydı. Bu nedenle Gatafan kabilelerinden iki kola, eğer savaş alanını terkederlerse Medine'deki hurma hasadının üçte birini onlara vereceğini bildiren bir haber gönderdi. Onlar: «Hurmaların yarısını ver» diye haber gönderdiler. Fakat Peygamber (s.a.v.) üçte bir teklifinden geri dönmedi. Gata-fanlilar da bunu kabul ettiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Osman (r.)'i Gatafan kabileleriyle barış anlaşması imzalamak üzere gönderdi. Daha sonra biri Evs'in, biri Haz-rec'in lideri olan iki Sa'd'i çadırına çağırdı ve onlara plânından bahsetti. Onlar: «Ey Allah'ın Rasulü, bu senin-fikrin mi yoksa bunu sana Allah mı emretti? Yoksa bu senin bizim adımıza yaptığın bir şey mi?» diye sordular. Peygamber; «Bunu sizin adınıza yapıyorum. Allah'a andol-sun, eğer Arapların size saldırdığım, her tarafınızı kuşattığını ve bununla onların gücünü kırabileceğimi bilmeseydim bunu yapmazdım» dedi. Fakat yaralanan Sa'd tbn Mu-az ona şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, bizler bu adamlarla birlikte Allah'ın yanında başka ilahlara tapıyorduk. Allah'a gerçekten ibadet etmiyor ve onu tanımıyorduk. O zaman bile onlar, misafir oldukları zaman ve satın aldıkları hariç bir tek hurmamızı yiyemezlerdi. Şimdi ise Allah bize İslam'ı bahşetti, bizi hidayete ulaştırdı. Bizi seninle ve İslam'la güçlendirdi. Böyle olduğu halde onlara mallarımızı mı verelim? Tanrıya andolsun, Allah bizimle onların arasını buluncaya kadar onlara kılıçtan başka birşey vermeyiz». Peygamber (s.a.v.) ; «Senin dediğin gibi olsun» dedi. Bunun üzerine Sa'd deri parçasını ve kalemi Osman'dan aldı. Yazılanlara şaşırarak: «Bırakın ne yapacaklarsa yapsınlar!» dedi[1]. Şimdi geçersiz hale gelen bu anlaşma Fezare ve Mür-re kabilelerinin liderleriyle yapılmıştı. Kureyş'in Gatafan'h üçüncü müttefiki ise, Ebu Süfyan ve Süheyl'in müslüman-ları Bedir'deki ikinci karşılaşmadan vazgeçirmesine karşılık rüşvet teklif ettikleri Nuaym'ın kabilesi Aşça' idi. Medine'de kaldığı sürece gördükleri onu çok etkilemişti. Şimdi ise karışık duygular içinde bu kez de Mekke'lilerin yanında yer almak üzere kabilesi ile birlikte savaş alanına gelmişti. Yeni dinin takipçileıine duyduğu saygı, kendilerinin üç katı bir orduya bu kadar dayandıklarını gördüğünde daha da arttı. Bir müddet sonra kendisinin: «Allah İslam'ı kalbime düşürdü» diye nitelediği zaman geldi. O gece -iki Gatafan kabilesiyle Peygamber'in yaptığı anlaşmanın feshedildiği gece- şehre gîtti. Oradan da ordunun kamp kurduğu yere gitti ve Peygamber (s.a.v.)'i görmek istediğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) : «Seni buraya getiren ne, ey Nuaym?» diye sordu. O: «Buraya, senin sözüne inandığımı açıklamaya ve gerçeği getirdiğine şehadet etmeye geldim. Ey Allah'ın Rasulü, bana ne emredersen emret. Senin emrettiklerinin hepsini yapmaya hazırım. Halkım ve diğerleri benim müslüman olduğumu bilmiyorlar» dedi. Peygamber s.a.v.) : «Tüm gücünle onlan birbirine düşürmeye çalış» dedi. Nuaym yalan söylemek için izin istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,) : «Onları bizden uzaklaştırmak için ne söylersen söyle. Çünkü savaş hiledir[2] dedi. Nuaym tekrar şehre döndü ve Beni Kurayza yerleşim bölgesine gitti. Yahudiler onu eski bir arkadaş olarak misafir ettiler, onun için yemek ve içki hazırladılar. O: «Ben bunun için gelmedim» dedi «Sizin güvenliğinizden duyduğum korkuyu ve buna karşı alınması gereken tedbirler konusunda tavsiyemi haber vermek üzere geldim». Daha sonra, Gatafan ve Kureyş'in eğer müslümanlan yok edecek bir zafer kazanamazlarsa yahudileri Muhammed (s.a.v)'in insafına bırakıp kaçacaklarım anlatmaya koyuldu. Bu nedenle yahudiler de, Kureyşliler önemli adamlarından birkaçını, onları bırakıp kaçmayacaklarına dair rehin verinceye kadar Kureyş için bir ok bile atmamalıydılar. Onun temas ettiği konularda aynı korkuları besleyen yahudiler tavsiyesini hemen kabul ettiler. Bunun üzerine onun söylediklerini aynen yapmaya karar verdiler. Ne Kureyşlilere, ne de Gatafanhlara bu fikrin Nuaym'dan çıktığını haber vermemeye de söz verdiler. Daha sonra Nuaym, bir zamanlar arkadaşı olan Ebu Süfyan'a gitti. Ona ve yanındaki diğer Kureyş liderlerine, eğer haber aldıkları kişinin kim olduğunu söylememeye yemin ederlerse onlara verilecek önemli bir haberi olduğunu söyledi. Oradakiler yemin edince şöyle dedi «Yahudiler, Muhammed (s.av.)'le yaptıkları anlaşmaya tekrar döndüler ve ona şöyle haber gönderdiler: «Yaptığımıza pişman olduk. Eğer Kureyş ve Gatafan liderlerinden bir kıs mmı rehin alıp öldürmek üzere sana versek, bu seni memnun eder mi? Sonra da geri kalanlara karşı senin yanında savaşırız? «Muhammed Cs.a.v.) de buna razı oldu. Eğer yahudiler sizden adamlarınızdan bir kısmını rehin ister lerse, vermeyin». Nuaym daha sonra kendi kabilesine ve diğer Gatafan kabilelerine gidip Kureyşlilere söylediklerinin aynısını tekrarladı. İstişare ettikten sonra iki ordunun liderleri şimdilik Huyay'a birşey söylememeye ve Nuaym'm söylediğinin doğru olup olmadığını denemeye karar verdiler. îkrime'yi bir mesajla Beni Kurayza'ya gönderdiler. Mesaj şuydu: «Artık Muhammed'i tamamen ortadan kaldırmak üzere yarın savaşmaya hazır olun». Onlar şu cevabı verdiler: «Yarın Cumartesi, siz ileri gelenlerinizden birkaç kişiyi bize rehin olarak vermedikçe, Muhammed'e karşı hiçbir şekilde savaşmayız. Çünkü biz, eğer savaş kötü giderse sizin bizi burada yalnız bırakıp memleketinize kaçacağınızdan korkuyoruz. Ona tek başımıza karşı koyamayız». Bu mesaj Kureyş ve Gatafan kabilelerine ulaştığında: «Tanrıya andolsun Nuaym'ın söyledikleri doğru» dediler. Beni Kurayza'lılara bir tek adam bile vermeyeceklerini ve ertesi gün savaşmaları gerektiğini bildiren bir haber gönderdiler. Beni Kurayza'lıların cevabı ise, rehineler kendilerine teslim edilmedikçe bir tek ok bile atmayacaklarını bildirmek oldu. O zaman Ebu Süfyan, Huyay'a gitti ve : «Bize vadetti-ğin yardım nerede? Onlar bizi aldattılar, şimdi de bizi ele vermeye çalışıyorlar» -dedi. Huyay i «Tevrat'a andolsun ki, hayır» dedi. «Bugün cumartesi, biz cumartesi yasağına karşı gelmeyiz. Fakat onlar pazar günü, Muhammed ve arkadaşlarına karşı ateş gibi saldırırlar». İşte o zaman Ebu Süfyan, yahudilerin rehinelerle ilgili fikrini Huyay'a söyledi. Huyay'ın yüzündeki ifade birden bire değişmişti. Bunun, onun suçluluğuna delalet ettiğini anlayan Ebu Süfyan: «Lâfa andolsun ki, bu senin ihanetinden başka bir şey değil, senin ve onların. Çünkü ben seni de halkının ihanetine katılmış sayıyorum.» dedi. «Hayır» diye karşı çıktı Huyay, «Sina dağında Musa'ya indirilen Tevrat'a andolsun ki, ben hain değilim». Fakat Ebu Süfyan ikna olmamıştı. Hayatını kaybetmekten korkan Huyay, kampı terketti ve Kurayza'lıların yerleşim bölgesine gitti. Kureyşliler ve Necd kabilesinin ilişkilerine gelince, Nuaym'ın bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. Yaklaşık olarak İki hafta geçmiş ve hiçbir şey elde edilememişti. îki ordunun da yiyecek stoklan tükeniyordu. Bu sırada ya açlıktan, ya aldığı yaralardan veya her ikisinden gün geçtikçe daha çok sayıda at ölüyordu. Birkaç da deve Ölmüştü. Kureyş, Gatafan ve diğer bedevi kabilelerinin en iyi ihtimalle isteksizce ittifaka .devam ettiklerini anlamakta gecikmedi. Onlar bu kampanyaya yeni dine düşmanlıklarından çok, ganimet elde etmek için katılmışlardı. Fakat geçen süre içinde ganimet elde etme ümitleri yok oldu, tki ordu arasındaki birbirine duyulan güvensizlik gittikçe artıyordu. Zaten bu sefer başından beri hata ve başarısızlık doluydu. Üç günden beri Peygamber (s.a.v.) her namazın arkasından şu duayı tekrarlıyordu: «Attahim, Ey kitabı indiren ve Seri'ul Hısâb (çabuk hesap görücü) olan! Düşmanları bizden uzaklaştır. Onların korkup kaçmasını sağla.»[3]. Her-şey hallolduktan sonra da şu âyet nazil olmuştu: iman edenler, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatır-tayın. Hani size ordular yönelip-gelmişti. böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.» (Ahzab : 9). Günlerce hava olağanüstü soğuk ve nemli olmaya devam etmişti. Şimdi İse doğudan gelen sert bir rüzgâr, herkesin sığmaklara çekilmeye zorlayan bir yağmur getirmişti. Gece olunca ovayı fırtına kapladı. Rüzgâr fırtına ve boraya dönüşmüştü. İki düşman kampında da bir tek sağlam çadır bile kalmamıştı. Tüm çadırlar yakılmış, kamp ateşleri sönmüş, insanlar yerde birbirlerine sarılmış ısınmaya çalışıyorlardı. Müslümanların kampı rüzgârdan biraz korunuyordu; çadırlarından hiçbiri yıkılmamıştı. Fakat fırtınanın etkisi y- le insanlar büyük bir üzüntüye ve daha önce hiç düşünmedikleri kadar büyük bir zayıflığa kapıldılar. Peygamber (s.a.v.), gece geç saatlere kadar dua etti. Daha sonra kendi çadırına yakın olan adamların arasına gitti. Bunlardan biri olan Yemân'm oğlu Huzeyfe (r.) sonraki yıllarda Peygamber (s.a.v.)'in nasıl yanlarına gelip şöyle dediğini anlattı : «Hanginiz düşmanın yanma gidip, onların durumu hakkında bilgi edindikten sonra geri dönecek? Kim bu söylediklerimi yaparsa onun Cennette arkadaşım olması için Allah'a dua edeceğim». Fakat oradakilerden hiç cevap gelmedi. Huzeyfe: «Hepimiz o kadar cesaretimizi kaybetmiş, o kadar acıkmış ve üşümüştük ki hiç birimizin ayağa kalkacak hali yoktu» dedi. Hiç kimsenin gönüllü olarak bu görevi almak istemediği açığa çıkınca. Peygamber (s.a.v.), Huzeyfe'yi çağırdı. Huzeyfe (r.) de diğerlerinden ayrılıp hemen ayağa kalktı. Huzeyfe: «İsmim onun ağzından çıkar çıkmaz ayağa kalkmaktan başka bir şey yapamadım» dedi. Peygamber ts.a.v.) : «Sen git» dedi, «düşmanın arasına gir ve ne durumda olduklarını gözle. Bize geri dönene kadar başka birşey yapma». Huzeyfe şöyle anlattı: «Bunun üzerine gittim. Rüzgâr ve Allah'ın orduları onları perişan ederken düşmanın araşma girdim». Huzeyfe (r.î, yere çömelmiş KureyşÜlor arasından nasıl geçip liderlerinin oturduğu yere ulaştığını anlattı. Geceyi soğuktan uyuşmuş bir şekilde geçirdiler. Şafakla birlikte rüzgâr hızını azaltmaya başladığında Ebu Süfyan yüksek sesle bağırdı: »Ey Kureyşliler, atlarımız ve develerimiz ölüyor. Beni Kuray-zalılar bize ihanet etti ve bizi ele vermek üzere olduklarını haber aldık. Şimdi de gördüğünüz gibi rüzgâr bizi mahvediyor. Artık bu yeri terkedelim, ben gidiyorum». Bu sözleri söyledikten sonra devesinin yanına gitti ve devesine bindi. O kadar ani bir kararla deveye binmişti ki devesinin kösteğini çözmeyi unutmuştu. Bunu ancak deveyi üç ayağı üzerinde kalkmaya zorladığı an farketti. O sırada İkrime ona şöyle dedi: «Sen bu insanların başı v© liderisin. Bizden o kadar çabuk ayrılıp, adamlarını geride mi bırakacaksın?» Bunun üzerine utanan Ebu Süfyan, çoğu kamp yerini terkedinceye kadar bekledi. Daha sonra geri kalanları iki yüz atlı ile birlikte Halid ve Amr'ın getirmesine karar vererek kendisi de yola çıktı. Ordunun yola hazırlanmasını beklerlerken Halid şöyle dedi: «Şimdi her akıllı adam Muhammed yalan söylemediğini anladı». Fakat Ebu Süfyan sözünü keserek: «Herkesten çok senin, böyle demeye hakkın yok» dedi. Halid «Niçin?» diye sordu. Ebu Süfyan : «Çünkü Muhammed (s.a.v.), senin babanın şerefini iki paralık etti, kabilenin şefi Ebu Cehil'i de öldürttü» dedi. Huzeyfe , geri dönüş emrini duyar duymaz hemen Gatafan kabilelerinin kampına doğru yola çıktı. Fakat kamp yerini boş buldu. Çünkü soğuk onların da dayanma gücünü kırmış ve geri dönmelerine neden olmuştu. Bunun üzerine Huzeyfe, Peygamber (s.a.v.)'in yanma döndü. O sırada Peygamber (s.a.v.), soğuğa karşı, hanımlarından birine ait olan örtüye bürünmüş bir halde namaz kılıyordu. Huzeyfe: «Beni gördüğünde» dedi, «Beni yanma doğru çekti ve ayak dibine oturttu. Örtünün bir ucunu da bana uzattı». Daha sonra benimle birlikte örtünün içinde oturdu, secde yaptı ve tekrar oturdu. Namazı bitirip selam verdikten sonra ona haberleri ulaştırdım.»[4] Bilâl sabah ezanını okudu: namazı kıldıklarında, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hendeğin ötesindeki ovanın bomboş olduğunu gördüler. Peygamber (s.a.v.) herkesin evine dönebileceğini söyledi'. Bunun üzerine çoğu hızla şehre doğru yola koyuldular. Daha sonra düşmanın aralarına casus sokmasından veya Beni Kurayza'lılarin hendeğin korunmasız olduğunu Kureyşlilere haber verip, onların da geri gelmesinden korkarak Cabir ve Ömer'in oğlu Abdullah (r.)'i ayrılan arkadaşlarını geri çağırmak üzere gönderdi, ikisi de onların arkalarından gitti. Güçlerinin yettiği kadar yüksek sesle bağırdılar, fakat hiç kimse sese başını çevirmedi. Cabir, Beni Harise'yi yol boyunca izledi, evlerinin önüne geldiklerinde yine bağırdı, fakat kimse ona cevap vermedi. -İkisi de" sonunda Peygamber (s.a.v.)'in yanma döndüklerinde ona başaramadıklarını haber verdiler. Bunu duyan Peygamber s.a.v.) güldü ve onu korumak üzere yanında kalan arkadaşlarıyla birlikte şehre doğru yola koyuldu. 61. BENÎ KURAYZA Dinlenmek için sadece birkaç saatleri vardı. Çünkü öğle namazından hemen sonra Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'e gelmişti. Çok güzel giyinmişti. Sarığı gümüş ve altın işlemeliydi. Gümüş ve altın İşlemeli bir örtü de onu getiren katırın semerine örtülmüştü, «Ey Allah'ın Rasulü, teslim mi oluyorsun?» dedi. «Melekler teslim olmadılar. Düşmanı kovalamaktan şimdi döndüm. Ey Muhammed Cs.a.v.), gerçekten yüce Allah sana Beni Kurayza'ya karşı çıkmanı emrediyor. Ben şimdiden onların yanına gidiyorum. Belki onları korkutabilirim.[5]. Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza yerleşim bölgesine ulaşana kadar kimsenin ikindi namazı kılmamasını emretti. Sancak Ali (rJ'ye verilmişti. Hendekte, Kureys. ve müttefiklerine karşı çıkan aynı üçbin kişi güneş daha batmadan tüm Kurayza kalelerini kuşatmıştı. Kuşatma yirmibeş gece sürdü. Yirmi beş günün sonunda yahudiler, Peygamber (s.a.v.)'e Ebu Lübabe ile görüşmek istedikleri haberini gönderdiler. Beni Nadir gibi onlar da uzun süreden beri Evs'in müttefiki idiler. Ebu Luba-be de bu ittifakı sağlayan önemli liderlerden biriydi. Peygamber (s.a.v.) ona, Beni Kurayzalılara gitmesini emretti. Ebu Lübabe oraya vardığında ağlayan çocuk ve kadınlarla karşılaştı. Bu, onun hain düşmana karşı duyduğu kini yumuşattı. Adamlar, Muhammed fs.a.v.)'e teslim olup olmamaları konusundaki fikrini sorunca O: «Evet» dedi. Aynı zamanda elini boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü kasdettiğini ima etti. Bu jest teslimiyet fikrine aykırıydı ve kuşatmanın daha da uzamasına sebep olabilirdi. Daha Önce Peygamber (s.a.v.) bir hurma ağacını velayeti altındaki bir yetime vermesini teklif etmiş, kendisi de bunu reddetmişti. Zaten bu hareketinden dolayı büyük bir suçluluk duyuyordu. Bu jesti yaptıktan hemen sonra duyduğu suçluluk daha da arttı[6]. «Daha ayaklarımı yerinden oynatmamıştım ki, Allah'ın Rasulüne ihanet ettiğimin farkına vardım» dedi. Ebu Lübabe'nin yüzünün rengi değişti ve şu âyeti okudu: «Biz Allah'a ait (kullar) iz ve şüphesiz O'na dönücüleriz.» (Bakara: 156i. Ka'b: «Sana ne oldu?» diye sordu. Ebu Lübabe: «Allah'a ve Rasulüne ihanet ettim» dedi. Üst kattan aşağı indiğinde sakalını tuttu, gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Geldiği kapıdan çıkıp, kendisinden haber bekleyen diğer Evs'Iilerle karşılaşmaya dayanamayacağını hissetti. Bu nedenle kalenin arka kapısından çıkıp şehre doğru yola koyuldu. Doğruca Mescid'e gitti. Kendisini Mescid'in direklerinden birine bağlayıp şöyle dedi: «Allah yaptığım şeyi affedinceye kadar burada bağlı kalacağım». Peygamber (s.a.v.) onun gelip haber getirmesini bekliyordu. Neler olduğunu duyunca şöyle dedi: «Eğer bana gelseydi, onu affetmesi için Allah'a dua ederdim. Fakat onun bu yaptığını gördükten sonra, Allah ona merhamet edinceye kadar onu bırakamam»[7]. Ebu Lübabe, on ya da onbeş gün o direkte bağlı kaldı. Her namazdan önce veya gerektiğinde kızı gelip onu çözüyor ve namazını bitirdikten sonra tekrar aynı yere bağlıyordu. Bu durumdan duyduğu üzüntü, kuşatmanın hâlâ sürdiğü gecelerden birinde gördüğü bîr rüya ile biraz hafifledi. Rüyasında kendisini yapışkan çamurdan bir batakça)lığa gömülmüş görüyordu. Neredeyse bataklığın saldığı pis kokudan, ölmek üzere iken akan bir pınar görüyor ve pınarda yıkanıyor. Etrafındaki. koku da güzelleşiyor. E bu Lübahe (rJ uyandığında Ebu Bekir'e gidip bu rüyanın ne anlama gelebileceğini sordu. Ebu Bekir, (r.) ona, vücudunun ruhunu temsil ettiğini, ilk önce ruhunu baskı altına alan kötü bir olay yaşayacağını, fakat bundan sonra kurtulacağını söyledi. Ebu Lübabe direkte bağlı olduğu sürece bu kurtuluşun ümidiyle yaşadı. Benî Kurayza'ya gelince, Ka'b onlara, nasıl olsa hepsi Muhamed'in (s.a.v.) Peygamber olduğuna inandığına göre onun dinine girip mallarını ve hayatlarını kurtarmayı teklif etti. Fakat onlar ölümün bundan daha iyi olduğunu ve Tevrat'tan ve Musa'nın kanunlarından (namus) başka bir şey istemediklerini söylediler. Bunun üzerine Ka'b onlara başka çözüm yollan Önerdi, fakat hepsi kabul edilmeyecek nitelikteydi. Kuşatmanın başından beri Beni Kurayzahların kalelerinde kalmakta olan Beni Hedl'den Kurayza'nın erkek kardeşi Hedl'in soyundan gelenler üç genç adam Ka'b'm öne sürdüğü ilk teklife taraftardılar. Gençliklerinde, kendi aralarında yaşamaya gelen Suriye'li yahudi İbn el-Heyeban'ı tanımışlardı. Şimdi onun beklenen Peygamber (s.a.v.)'le ilgili söylediklerini tekrarlıyorlardı «Onun vakti geldi. Ey yahudiler, ona ilk ulaşan sizler olun. Çünkü O kendisine karşı çıkanları Öldürmek ve kadm ve çocuklarını esir almak üzere gönderilecek. Bu durumun sizi ondan uzaklaştırmasına izin vermeyin.» Fakat gençlere verilen tek cevap: »Biz.Tevrat'tan vazgeçmeyiz.» oldu. Bunun üzerine üç genç o gece Kurayza kale lerinden kaçıp, Müslüman kampına sığındılar. Müslüman olmak istediklerini söyleyip Peygamber'e (s.a.v.) biat ettiler. Beni Kurayzalılardan ise sadece iki kişi onların yolundan gitti. Bunlardan biri, Amr îbn Su'da', zaten başından beri Peygamber (s.a.v.) 'le yapılan anlaşmayı bozmaya karşıydı ve resmen kendisinin buna karşı olduğunu açıklamıştı. Şimdi ise eğer Müslüman olmayacaklarsa, Peygamber (s.a.v.)'e haraç veya vergi ödeyebilecekleri fikrini ortaya attı. «Ama, onun bu teklifi kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum.» dedi. Buna karşılık yahudiler, Araplara haraç ödemektense ölmeyi yeğleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine kaleden yalnız başına ayrıldı; kuşatma çemberini Müslüman olarak geçti ve o geceyi Medine'deki Mescid'de geçirdi. Fakat o geceden sonra bir daha onu gören olmadı. Bugüne kadar onun nereye gittiği ve nerede öldüğü Öğrenilememiştir. -Peygamber (s.a.v.) onun hakkında: «O, inancı nedeniyle Allah'ın koruduğu bir adamdır» derdi. Müslüman olan diğer adam ise Rifâ'a îbn Semey'al'di. O gece yahudi kalelerinden kaçmış, askerlerin arasından gizlice geçip, Hazreç'in Beni en-Neccar kolundan bir adamla evlenen Peygamber (s.a.vj'in teyzesi Selma binti Kays'm yanına sığınmıştı. Rifâ'a onun evinde Müslüman olmuştur. Ertesi gün, Ebu Lübabe'nin uyarısına rağmen Benî Kurayza'lılar kalelerinin kapılarını açtılar ve Peygamber (s.a.v.)'in adaletine teslim oldular. Adamlar elleri arkalarına bağlı bir şekilde kendileri için kampın bir tarafında ayrılan yere doğru gittiler. Diğer bir tarafa da kadınları ve çocukları topladılar. Peygamber (s.a.v.) kadın ve çocukları koruma görevini. Beni Kaynuka'nın eski lideri olan Abdullah Ibn Selâm'a verdi. Silahlar, giyecekler ve ev eşyaları kalelerden getirilip bir yere yığıldı. Şarap ve mayalanmış hurma suyu kavanozları teker teker açıldı ve boşaltıldı. . Evs kabileleri Peygamber (s.a.v.)'e bu eski müttefiklerine de, Hazreç'in müttefiki olan Kaynuka'hlara gösterdiği yumuşaklığı göstermesini rica eden bir haber gönderdiler. Peygamber (s.a.v.). «Ey Evsliler, eğer onlar hakkındaki kararı sizden birine bırakırsam bu sizi tatmin eder mi[8]» dedi. Onlar da bu fikri kabul ettiler. Bunun üzerine Peygamber (s.av.) onları yaraları henüz iyileşmemiş olan ve Mescid'de bir çadırda tedavi gören liderleri Sa'd Ibn Mu-hz (r.)'a gönderdi. Peygamber (s.a.v.), onu daha sık ziyaret odübümek için mescide yerleştirmişti. Rudeyfe adındaki Eşlem'1 i bir kadın da Sa'd'ın yarasını tedavi ediyordu. Kabilesinden birkaç adam Sa'd'in yanına gittiler. Onu bir katıra bindirip kampa gittiler. Yolda ona: «Müttefiklerimize iyi davran, çünkü Allah'ın Rasulü seni onlara müsamahalı davranman için kararı sana bıraktı.» Fakat Sa'd çok adaletli bir adamdı; Ömer gibi o da Bedir esirlerini öldürme taraftarıydı ve onların bu görüşü vahiy tarafından desteklenmişti. Bedir'de fidye karşılığı serbest bırakılanların çoğu Uhud'da ve Hendek'te geri gelip onlara karşı savaşmışlardı. Bu son savaşta ise istilaya gelenlerin asıl gücü, sürgün edilen Beni Nadir'in yardımlarından kaynaklanıyordu. Eğer onlar sürgüne gönderilmek yerine öldürülmüş olsalardı, Kureyş ordusu yarıya iner ve Beni Kurayza'Iılar da anlaşmaya sadık kalırlardı. Bundan başka Sa'd (r.) kriz anında Beni Kureyza'ya gönderilen elçilerden biriydi ve onların Müslümanların yenileceğine inandıklarında nasıl ihanet ettiklerini gözleri ile görmüştü. Eğer onlar hakkında sert bir karar alırsa bütün Evs'liler onu suçlayacaktı. Fakat Sa'd (r.) bu tür düşüncelere zaten Önem vermezdi. Yakında öleceğini hissettiği bu seferki kararında ise bu tür kaygılar ondan tamamen uzaktı. Kabilesinden adamların sözlerine kısaca şu karşılığı verdi: «Artık Sa'd'm, Allah katında, hiçbir suçlunun suçuna önem vermeme zamanı gelmiştir.» Sa'd, güçlü yapılı, yakışıklı ve heybetli bir adamdı. O kampa geldiğinde Peygamber (s.a.vJ: «Başkanınıza saygı için ayağa kalkın» dedi. Onlar da ayağa kalktılar ve şöyle dediler: «Ey Amr'ın babası, Allah'ın Rasulü seni müttefiklerimiz hakkında karar vermek üzere görevlendirdi.-Sa'd (r.): «Peki, benim kararımın onlar üzerindeki son hüküm olacağına Allah'a yemin edip, O'na ahit verir misiniz?» dedi. «Evet» dediler. Sa'd Peygamber (s.a.v.)'e doğru bir göz atıp, adını anmaksızın: «Bu, buradaki herkes için mi geçerli?» dedi. Peygamber «Evet- dedi. «O halde» dedi Sa'd, «ben erkeklerin Öldürülmesi, mallarm dağıtılması, kadın Ve çocukların esir alınmasına hüküm veriyorum»[9] Peygamber (s.a.v.) ona: -Sen, yedi kat yüksek semada Allah'ın verdiği hükmün, aynısını verdin» dedi. Kadınlar ve çocuklar şehre götürülüp yerleştirildiler. Erkekler ise kampta kaldılar ve geceyi Tevrat okuyup birbirlerine sabır ve dayanıklılık tavsiye ederek geçirdiler. Sabahleyin Peygamber Is.a.v.) pazar yerinde dar, fakat uzun ve derin hendekler açılmasını emretti. Toplam yedi-yuz kişi olan adamlar bazı kaynaklara göre yediyüzden fazla, bazılarına göre ise daha az küçük gruplar halinde gönderildiler. Her grup kendi mezarı olacak olan' çukurun başına dfzildi. Daha sonra Ali ve Zübeyr gibi Ashabın gençleri hepsini birer kılıç darbesi ile öldürdüler. Huyay pazar yerine doğru gönderildiğinde Peygamber (s.a.v.)'e döndü ve ona şöyle dedi: *Sana karşı geldiğim için Kendimi suçlamıyorum. Allah'ı terkeden, aynı şekilde terkedilecektir.» Daha sonra yahudilere dönerek: «Allah'ın emri yanlış olmaz, bu Allah'ın kitabında Israil-oğullanna gönderdiği bir karar, bir hüküm ve katliamdır» dedi. Çukurların yanına oturdu ve başı kesildi. Son Öldürülenin başı bir meşale ile kesildi. Daha sonra Zabir İbn Bata adındaki yaşlı yahudi, hakkında karar verilemediği için kadın ve çocukların olduğu eve yerleştirildi. Ertesi sabah erkeklerin öldürüldüğü haberini alan kadınlar, tüm şehri ağıt sesleri ile ayağa kaldırdılar. Fakat yaşlı Zabır onları teskin etti ve şöyle dedi: «Sessiz olun! Siz dünya kuruldu kurulalı îsraüoğullanndan esir alman ilk ka-dinlar mısınız? Eğer erkekleriniz iyi olsaydı, sizi bu durumdan kurtarırlardı. Siz kendinizi yahudi dinine verin, çünkü bu din üzere ölüp, ahirette bu din üzere tekrar di-rilmeliyiz.» Zabir en azılı İslâm düşmanlarından biriydi ve çoğu kişiyi Peygamber (s.a.vJ'e karşı gelmeye o teşvik etmişti. Fakat iç savaşlar sırasında, Sabit İbn Kays adındaki Haz-reç'li bir adamın hayatını kurtarmıştı. Sabit bu borcunu ödeme amacıyla Peygamber Cs.a.v.)'den Zabir'in yaşamasına izin vermesini rica etti. Peygamber (s.a.v.); «O senin» dedi. Fakat Sabit, Zabir'e bu durumu anlatınca O «Kansız ve çocuksuz yaşlı bir adam hayatta ne yapar?» dedi. Bunun üzerine Sabit tekrar Peygamber (s.a.v.) 'e gitti. O da ona Zabir'in karısını ve çocuklarını verdi. Fakat Zabir bu kez de: «Hicaz'da hiç bir varlığı olmayan bir aile neyle geçinir?» dedi. Sabit yine Peygamber (s.a.v.)'e gitti. Peygamber (s.a.v.) de ona Zabir'in zırh ve silahlan dışındaki bütün mallarını verdi. Fakat tüm arkadaşlarının Öldürülmüş olması Zabir'i meşgul eden bir düşünce haline geldi. Sabit'e: «Senden olan hakkıma dayanarak, Allah adına, senden beni de arkadaşlarımın yanına göndermeni istiyorum. Onlar gittikten sonra benim için hayatın bir anlamı yok» dedi, İlk önceleri Sabit bunu kabul etmedi, fakat onun çok ciddi olduğunu görünce onu da infaz yerine götürdü ve Zübeyr (r.) onun başını kesti. Karısı, çocukları serbest bırakıldı ve malları Sabit'in velayeti altında onlara iade edildi. Diğer kadın ve çocuklar ise, mallarla birlikte kuşatmada görev alan askerlere dağıtıldı. Bu esirlerin çoğunu Hayber'deki soydaşları Beni Nadir, fidye verip kurtardılar. Peygamber (s.a.v.)'e hisse olarak Reyhane adında, Na-dir'li Zeyd'in kızı olan ve Kurayza'lı biri ile evlenmiş olan bir yahudi kadm düştü. Reyhane çok güzel bir kadındı ve beş yıl sonra ölene dek Peygamber (s.a.v.)'in cariyesi olarak kaldı. Peygamber {s.a.v.) ilk önceleri onu, Rifa'a'nm sığındığı teyzesi Selma'nm yanma yerleştirdi. Reyhane ilk önceleri İslâm'a karşıydı, fakat Rifa'a ve Beni Hedl'den Müslüman olan üç genç ona İslam'ı anlattılar. Bundan kısa bir süre sonra üç gençten biri olan Se'lebe Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve Reyhane'nin Müslüman olduğu haberini verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) çok sevindi. Peygamber (s.a.v.) ona gitti ve onu serbest bırakıp evlenme teklif etti. Fakat Reyhane (r.): «Ey Allah'ın Rasulü, beni kendi himayende bırak; bu benim için de, senin için de daha kolay» dedi. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. I. 676. [2] I. I. 681, W. 480-1. [3] I. S, H/l, 53; W. 487. [4] I. I, 683-4, W. 488-90. [5] I. I. 684 [6] Bkz. Bölüm: 48 [7] W. 5ğ7. [8] I. I. 136 [9] Sad'ın karan tamamen onların ihanet suçuna dayanıyordu. Fakat bu karar, yahudi kanunlarında varolan, ihanetle suçlanmasa bile kuşatılan bir şehir halkının öldürülmesi kanununa uyuyo/du -Rabbimz Alah, size onu verdiğinde, oradaki Kıtım erkeklori kılıçtan, geçirin: fakat kadınları, küçükleri, hayvanları ve âhirdeki bütün herşeyi kendinize alın.» (Eski ^hit, Bes'r.ci Kitap: 20:12). |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:22 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
62. KUŞATMADAN SONRA durumu kötüye gidiyordu. Kuşatmadan çok az sonra bir gece Peygamber (Ta v) bunu. yanf ba.ana'oturdu?süne yatırdı, sonra dua etti: .Yarabbi itaatla senin yolunda cahst: ve *" yapü Onun ruhununu aldığın gibi kabul ederek al» Sa'd sesin! duy,sun ey Allah'ın Rasulü, senin tebliğ dedi Peygamber (s.a.v.) evine döndü enat sonra Cebraü geldi ve ona Sa'd'm öldüğü cesedin bu kadar hafif olmasına şaştılar. Çünkü Sa'd iri cüsseli bir adamdı Bunu Peygamber (s.a.v.) 'e söylediklerinde, O .Melekleri sı gereken bir sınırla karşılaşıldığında söylenirdi. Mezarlıktaki herkes aynı sözü tekrarladı ve tüm mezarlık Süb-han Aliah sesleriyle titredi. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) zafer anlarında söylenen Ali ahu Ekber (Allah büyüktür) sözünü söyledi, diğerleri de bunu tekrarladılar. Daha sonraları o sırada yüzünün neden sarardığını sorduklarında Peygamber (s.a.v.); şöyle dedi: «Mezar arkadaşınızın üstüne kapandığında, O, bir sıkışma hissetti. Eğer bir kişi bile bu sıkışmadan kurtulabilseydi Sa'd da kurtulurdu. Daha sonra Allah ona selâmet dolu bir rahattık verdi.*[1]. Bunu takip eden günlerden bir sabah, Peygamber (s. a.v.) Ümmü Seleme (r.J'nin odasında iken ona: «Ebu Lü-babe affedildi» dedi. «Ona bu müjdeyi vereyim mi?» diye sordu. Peygamber (s.a.v.): «Eğer istersen» dedi. Bunun üzerine Ümmü Seleme (r.) mescide açılan odasının kapısında durdu ve yakın bir direkte bağlı olan Ebu Lübabe (r.)'ye: «Ey Ebu Lübabe, müjdeler olsun, Allah sana merhamet etti» diye bağırdı. Mescid'deki adamlar onu çözmek için hemen etrafına toplandılar. Fakat o onları durdurarak. «Allah'ın Resulü beni elleri ile çözene kadar olmaz» dedi. Peygamber (s.a.v.) namaza giderken onun yanında durdu ve bağlarını çözdü. Namazdan sonra Ebu Lübabe (r.), Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve yaptığına kefaret olarak bir bağış yapmak istediğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) onun mallarının üçte birini'kabul etti. Onun serbest bırakılmasını haber veren \rahiy, diğer hata eden iyi adamları da kastederek: «Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun» (Tevbe: 103) diyordu. Hendek savaşından yaklaşık beş ay sonra Peygamber (s.a.v.), zengin bir Kureyş kervanının Suriye'den dönmekte olduğu haberini aldı ve Zeyd'i kervanın yolunu kesmek üzere yüzyetmiş atlı ile gönderdi. Zeyd ve adamları çoğu Safvan'a ait olan gümüşler de dahil tüm ticarî eşyayı ele geçirdiler ve adamların çoğunu da esir aldılar. Kaçmayı başaran birkaç kişiden biri de Peygamber (s.a.v.)'in damadı Ebu'I-As idi. Mekke'ye kaçarken yolu üstündeki Medine'nin yakınından geçiyordu. Tam oradan geçerken karısı Zeyneb'i ve küçük kızları Ümame'yi görme arzusunu duydu. Gece karanlığında riski göze alarak şehre girdi ve Zeyneb'in nerede yaşadığını öğrenmeyi başardı. Kapıyı çaldığında Zeyneb onu içeri aldı. Güneşin doğmasına az bir vakit kalmıştı. Zeyneb. Bilâl'in ezanını duyunca, Ebu'l-As'ı, Ümame ile birlikte bırakıp Mescid'e gitti v& diğer kız kardeşleri ve Peygamber (s.a.v.)'in eşleri İle birlikte erkeklerin arkasındaki ilk sırada yerini aldı. Peygamber (s.a.v.), başlangıç tekbirini aldı, adamlar da onun arkasından tekrarladılar. O aradaki sessizlikte Zeyneb sesinin tüm gücüyle: «Ey insanlar, Rebi'nin oğlu Ebu'l-As benim korumam altındadır» diye bağırdı ve kendisi de tekbir getirip namaza durdu. Peygamber ts.a.v.) selâm verdikten sonra kalktı ve topluluğa doğru döndü: «Benim duyduğumu siz de duydunuz mu?» dedi. Mescid'de onun söylediklerini tasdikleyen bir mırıltı oldu. «Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki- dedi, «bunu duyana kadar, bu konuda bir bilgim yoktu. Bir Müslüman'ın başka birini himayesine alması, diğer bütün Müslümanları bağlar.- Daha sonra kızına gitti: «Onu şerefle karşıla, fakat sana bir koca olarak gelmesine izîn verme. Çünkü sen artık onun karısı değilsin» dedi. Zeyneb babasına Ebu'1-As'm, Kureyş'f.en birçok kişinin kendisini emin görerek emanet ettikleri mallara karşılık Suriye'den aldığı mallara elkonulmasmdan büyük bir üzüntü duyduğunu söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s a.v.) sefere çıkan ve kendisine Ebu'l-As'ın malları düdenlere haber gönderdi: «Bildiğiniz gibi bu adam bizu aittir, siz de onun mallarını aldınız. Eğer onun mallarını ona iade edecek iyiliği gösterirseniz beni sevindirirsiniz. Fakat eğer geri vermezseniz, O Allah'ın size verdiği bir ganimettir ve onun tasarruf hakkı da si/indir... Onlar, mallan geri vereceklerini söylediler ve eski su kırbalarına, tahta parçalarına varıncaya kadar herşeyi geri verdiler. Herşey eksiksiz ona iade edilmişti. Onun îslâm'a girmekte tereddüt ettiğini gören bir adam: «Neden îslâm'a girip bu malları kendin almıyorsun? Bunlar putperestlerin mallandır» dedi. Fakat o şu cevabı verdi: «Bana duyulan güveni sarsarak islâm'a girmem kötü bir başlangıç olur». Malları Mekke'ye götürdü ve sahiplerine verdi. Daha sonra Medine'ye döndü ve biat ederek Müslüman oldu. Böylece Zeyneb kocasına tekrar dönmüş oldu ve Peygamber'in (s.a.v.) ailesiyle birlikte tüm şehir sevinçle doldu. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 529. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:22 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
63. MÜNAFIKLAR Zeyd (r.)'ın doğudaki kervan yolunda yaptığı başarılı baskın, Kureyşlilerin düşüncelerini bir kez daha, daha çok tercih ettikleri batı yoluna çevirdi. Bu kez Kızıl Deniz sahillerindeki müttefikleri olan Ruza'a kabilesinin Beni Müstalik kolunu Medine'ye bir sefer düzenlemek üzere ayaklandırdılar. Kureyşliler bu kabileye sahildeki diğer kabilelerin, de katılacağını ümit ederek, bata yolunun tekrar kendileri için güvenli hale geleceğini düşünüyorlardı. Fakat Huza'a'nın diğer kolları Peygamber'e (s.a.v.) karşı Mekke'lüerin umduğundan daha az düşmanlık besliyorlardı. Kısa bir süre sonra bu haberler Peygamber (s.a.vj'e ulaştı. Böylece Peygamber (s.a.vj'e bitmeyen ve gıin geçtikçe artan gücünü batı kervan yolunda da gösterebileceği bir fırsat çıkıyordu. Haber aldıktan sekiz gun sonra, Beni Müstalik henüz yola çıkmadan Peygamber (s.a.v.} onların yerleşim bölgesine yakın ve sulak bir yere kamp kurmuştu. Oradan hızlı bir manevra ile çadırda yaşayan bu kabilenin obasını kuşattı. Adamlar fazla karşı koymadan teslim oldular. Müslümanlardan sadece bir kişi, düşmandan İse on civarında kişi öldürülmüştü. Yaklaşık ikiyüz aile esir alındı. Ganimette ikibin deve beşbin koyun ve keçi vardı. Ordu, orada birkaç gün kamp kurdu, fakat beklenme-dik bir olay daha fazla kalmalarını engelledi. Sahilde komşu olan Gıfar ve Cuheyne kabilelerinden iki adam kuyulardan birinin başında hangi tulumbanın kime ait olduğu konusunda tartışmaya başladılar. Tartışma bir sûre sonra kavgaya dönüştü. Ömer (r.)'in atını yedeğinde götürmesi İçin işe aldığı Gıfar'h: «Ey Kureyş,» diye yardım *s-tedi. Cuheyne kabilesinden olan adam ise geleneksel müttefikleri olan Hazreçlileri yardıma çağırdı. Kızgın olan Muhacirler ve Ensar da hemen sahneye çıktı. Kılıçlar çekilmişti. Eğer Ashab'dan bazıları iki tarafın arasına girmeseydi kan dökülebilirdi. Burada mesele sona ermiş olmalıydı. Fakat bu sefer de genelde olduğundan çok münafık sefere katılmıştı. Bunun sebeplerinden biri de bölgenin tanıdık ve sulak bir bölge olması ve kolayca ganimet ei-de edilebileceği ümidi idi. Aslında kendi eski bakış açılarını değiştirmemişlerdi. Hâlâ Medine'den yapılan seferleri, dışarıdan biraz destekle Kureyş yapılan Hazreç ve Evs seferleri olarak görmekte ısrar ediyorlardı. Bu nedenle onlara göre kamp Kayleoğullarına aitti: Kureyşli sığıntılar ise her yerde olduğu gibi orada da himaye altındaydılar, îbn Ubey bu kafa yapısıyla etrafında bir grup yakın arkadaşı ile otururken kavga seslerini duymuştu, içlerinden biri meselenin ne olduğunu anlamak için gitti. Döndüğünde Ömer'in adamının suçlu olduğunu, çünkü ilk darbeyi onun vurduğunu söyledi. —Gerçekten de öyleydi. Bu sözler, Hendek'te çekilen sıkıntılarını' hâlâ yanmakta olan korlarının birden bire alevlenmesine yol açtı. Mu-hammed (s.a.v.) ve diğer Muhacirler tüm Arabistan'ı onların aleyhine çevirene dek, beş yıl boyunca gerilim sürekli olarak artmıştı. Bunun yanı sıra toplumda Önemli bir rol oynayan zengin ve komşu yahudi kabilelerinin de kökü kazınmıştı-, ikisi sürgün edilmiş, biri ise katledilmişti. Vadideki iç savaşa bir çözüm bulunması gerçekten gerekliydi. Fakat îbn Ubey, kendisi kral seçilse idi, buna mutlaka bir çözüm bulacağından emin olduğunu söylüyordu. Şimdi de bu zavallı sığıntılar, efendilerinin kuyuya ulaşmasını engelleyecek kadar küstahlık edebiliyorlardı. «Bu kadar ileri gittiler ha!» dedi îbn Ubey. «Başa geçip, bizi geride bırakmaya ve kendi ülkemizde bizi bastırmaya çalışıyorlar. Bu Kureyşli Paspallarla bizim halimizi şu söz ne iyi ifade ediyor: 'Besle kargayı oysun gözünü.1 Tanrıya ftndolsun Medine'ye döndüğümüzde güçlü olan zayıf olanı sürüp çıkaracak». Halkanın yanında oturan Hazreç'li Zeyd adında bir çocuk doğruca Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve İbn Ubey'in söylediklerini haber verdi. Peygamber' (s. a./.)'in birden bire rengi değişti. O sırada yanında olan Ömer, bu haini hemen öldürmeyi teklif etti. Fakat Peygamber (s.a.v.); «Ey Ömer, insanlar, Muhamnıed (s.a.v.) arkadaşını öldürdü demezler mi?» dedi. O sırada Ensar'dan biri gidip İbn Ubey'e çocuğun haber verdiklerini gerçekten söyleyip söylemediğini sormuştu. îbn Ubey doğruca Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve böyle birşey söylemediğine yemin etti. Sorun çıkmasını engellemek isteyen ve onun yanında olan birkaç Hazreç'li de onun söylediklerini doğru-ladilar. Peygamber (s.a.v.) sanki mesele kapanmış gibi davrandı. Fakat sorundan uzaklaşmanın en iyi yolu insanların kafalarını başka bir şeyle meşgul etmekti. Bunun üzerine Peygamber Cs.a.v.) hemen yola çıkılmasını emretti. Daha Önce hiç bu vakitte yola çıkmamıştı: Hemen hemen öğle vaktiydi, namaz vakitlerinde kısa molalar vererek Öğleden sonra ve tüm gece, ertesi günün sıcaklığı bas-tırıncaya dek yolculuk ettiler. Kamp kurulması emredildi-ğinde adamlar o kadar yorulmuşlardı ki, hemen uykuya daldılar. Yolculuk sırasında Peygamber (s.a.v.), Müslümanlar için İbn Ubey'in yerine Hazreç'in en ileri geleni olan Sa'd İbn Ubade (r.)'ye gizlice, kendisinin Zeyd'in doğru söylediğine inandığını belirtti. «Ey Allah'ta Rasulü» dedi Sa'd, «Sen eğer istersen onu ortadan kaldırabilirsin. Çünkü o alçak ve zayıf, sen ise yüce ve güçlüsün.» Bununla birlikte Sa'd ondan îbn Ubey'e iyi davranmasını rica etti. Peygamber (s.a.v.) de bu konuyu bir daha gündeme getirmemeye karar vermişti. Fakat Sa'd'la konuştuktan kısa bir süre sonra artık mesele onun kontrolünden çıkmıştı. Çünkü hemen sonra Münafikûn Sûresi adını alacak olan bir vahiy geldi. Sûre'nin bir âyetinde Zeyd'den isim olarak bahsetmese de onun söylediklerini sayıp, bunları söyleyenin doğru olduğu çınlatılıyordu. Peygamber (s,a.v,> Medine'ye varıncaya kadar bu sureyi Müslümanlara okumadı. Fakat Zeyd'in yanına yaklaşıp kulağına eğilerek: «Senin kulağın doğru duydu ve Allah senin söylediklerini tasdik etti» dedi. O sırada îbn Ubey'in oğlu Abdullah, bu sözleri babasının söylediğini bildiği için büyük bir üzüntü içindeydi. Ona Ömer'in babasını öldürmek için Peygamber'den izin istediğini de söylemişlerdi. Abdullah kararın hemen verilip öldürme emrinin hemen uygulanmasından korkarak Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve şöyle dedi. «Ey Allah'ın Rasulü. bana Abdullah îbn Ubey'i öldürmeye karar verdiğini söylediler. Eğer bunu mutlaka yapacaksan, bana emret, gidip kafasını getireyim. Bütün Hazreç, babasına benden daha çok bağlılık ve acıma gösteren kimse olmadığını bilir. Öldürme görevini başkasına verirsen, nefsimin babamın katilinin aramızda dolaşmasına dayanamayacağından korkuyorum. Buna dayanamayıj onu öldürebilirim. Böylece de bir kâfirin yerine bir mümini Öldürmüş olurum ve Cehennem ateşine atılırım.» Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: «Hayr, bırakın ona iyi davranalım, o bizimle olduğu müddetçe arkadaşımız olarak kalsın.»[1]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. I. 726-8. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:22 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
64. GERDANLIK Aişe (r) ve Ümmü Seleme (r) bu seferde Peygamber Cs.a.vJ'e eşîık ediyorlardı. Peygamber (sa.vj'in zamansız yola çıkma emri verdiği yerden birkaç konak ote de güneş batarken Aişe akik gerdanlığını yere duşurdu Kaybettiğini farkettiğinde hava onu göremeyecek kadar kararmıştı. Onu orda bırakıp gitmek de istemiyordu. Annesi bu gerdanlığı evlendiği gün onun boynuna takmıştı ve bu Aişe'nin en kıymetli mücevherlerinden biriydi Konakladıkları yerde su yoktu ve Peygamber (sav.) buradı sadece kısa bir mola vermek istemişti. Fakat daha sonra gün ışıyıncaya kadar konaklama emri verdi. Plân değişikliğinin sebebi ağızdan ağıza dolaştı ve sadece küçük bir Kolye için koskoca ordunun böyle susuz bir yerde konaklamasından çoğu kişi rahatsız oldu. Ashabdan bazıları Ebu Bekir'e gidip şikâyet ettiler Ebu Bekir Cr.), kızının bu dikkatsizliği nedeniyle utandı ve sinirlendi. Ulaşılabilecek uzaklıkta hiç kuyu yoktu ve adamlar beraberlerinde getirdikleri suyun hepsini harcamışlardı. Sabah namazını kılmak mümkün olmayacaktı, çünkü abdest alacak suları yoktu. Fakat gecenin geç saatlerinde Peygamber (sav) 'e teyemmümle ilgili âyetler nazil oldu. Bu olayın toplumun pratik hayatında anlatılamayacak denli önemli bir rolü vardı. «Eğer su bulama,tutsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin ihajifçcj yuzlerıiuze re ellerinize sürün» (Nisa: 41} Konakladıklarından beri herkesi meşgul eden sıkıntı dolu duygular yok olmuştu. Useyd şöyle bağırdı: «Ey Ebu Bekir ailesi, bu bizim üzerimize getirdiğiniz ilk rahmet değil.» Gün ışığında bile halâ gerdanlık ortalıkta görünmüyordu. Artık bulma ümitleri kaybolmuş ve kolyeyi bulmadan çıkmaya karar vermişlerdi. Yola koyulmak için Aişe'-nin devesi ayağa kalktığında kolyeyi akşamdan beri orada çökmüş bir halde kalan devenin altında gördüler. Bir sonraki kamp yerleri uzun kumlu bir arazi olan güzel bir vadi idi. Her zamanki gibi Peygamber (s.a.v.)'in iki çadırı diğerlerinden biraz uzağa kurulmuştu. O gün Peygamber (s.a.v.)'le beraber olma sırası Aişe'deydi. Aişe daha sonraki yıllarda bir yarış yapmaya nasıl teklif ettiğini anlatırdı: «Cübbemin eteklerini topladım, Peygamber (s.a.v.)'de aynısını yaptı. Yanşa başladık. Yansı o kazandı. 'Bu, bir önceki sefer beni yendiğin yanşa karşılık» dedi. Hicret'ten önce Mekke'de meydana gelen bir olayı kastediyordu.» Aişe açıklamak için şunlan da ekledi: «Babamın evine gelmişti. Ben elimde bir şey tutuyordum. Peygamber (s.a.v.): Onu bana getir dedi. Ben vermedim ve ondan kaçtım O da peşimden kolaladı, fakat, ben ondan hızlıydım.»[1]. Aışe'nin gerdanlığının bağ yeri incelmişti. Medine'ye varmadan birKaç konak önce yine boynundan çözüldü ve Süstü. Kolye, yola çıkma emri verildikten1 sonra Aişenin haset için kamptan ayrıldığı bir sırada düşmüştü. Aişe kampa döndükten sonra Ummü Seleme ne birlikte tahtlannın içine oturdular ve perdeleri kapatıp, peçelerini açtılar, İşte o zaman Aişe (r.) kolyesini kaybettiğini farketti-Perdenin altından süzülüp, kolyesini aramaya gitti. O s rada adamlar develeri hazırlamışlar ve tahtlan develerin üstüne yerleştirmişlerdi. Genellikle iki tahtın ağırlıklarının başka başka olduğunu farkedebilirlerdi. Çünkü otuz yaşında bir kadınla ondört yaşındaki zayıf bir kadının ağırhklan tabi ki aynı olamazdı. Fakat bu kez hafif olan tahtın her zamankinden daha hafif olduğunu farkedemediler. Ve diğer develerle birlikte yola koyuldular. Aişe bu olayı şöyle anlatıyor: «Kolyemi buldum ve kamp yerine döndüm, fakat orada bir tek canlı bile kalmamıştı. Bunun üzerine tahtımın bulunduğu yere gidip oturdum. Beni kaybettiklerini anlayıp geri dönmelerini bekliyordum. Orada otururken gözlerim ağırlaştı ve uyuyakaldım. Mu'attal'm oğlu safva [2]oradan geçtiğinde ben hâlâ orada yatıyordum. Bir sebep yüzenden ordudan geride kalmış ve geceyi kampta geçir-memişti. Bize örtünme emri gelmeden önce beni birçok kez görmüştü. Beni orada görünce: «Biz Allah'a ait (kullar) iz ve şüphesiz ona dönücüleriz. Bu Allah'ın Rasulü-nün hanımı, dedi. «Safvan'm bu âyeti okumasıyla Aışe uyandı ve peçesini yüzüne Örttü. Safvan onu devesine bindirdi ve bir sonraki konağa kendisi yürüyerek onu devesinde götürdü'. Ordu konak yerine vardığında Aişe (r.)'nin tahtı yere konmuş ve içerden kimse çıkmayınca onun uyuduğunu sanmışlardı. Konak yerinden ayrılmalarına az bir süre kala onun Safvan'm devesi üzerinde geldiğini görünce herkesin şaşkınlığı daha da arttı. Bu Medine'yi sarsacak olan bir skandalin başlangıcıydı. Münafıkların dili hemen bu olaya takılmıştı. Fakat o sırada Peygamber Cs.a.v.) Aişe (r.) ve Ashabın çoğu gelişen bu sorundan habersizdi. Ganimetler her zamanki gibi dağıtıldı. Esirlerden biri, yenilen kabilenin başkanı Hâris'în kızı Cüveyriye idi. Kendisine yüksek bir fidye ödenmesini isteyen Ensar'dan birinin eline düşmüştü. Cüveyriye, Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve kendi adına meseleye el koymasını rica etti. Peygamber (s.a.v.) ogün Aişe fr.)'nin odasındaydı ve Cüveyriye'ye kapıyı o açmıştı. Aişe neler olduğunu daha sonraları şöyle anlattı: «O çok güzel ve sevimli bir kadındı. Ona bakan hiç bir erkek kalbini ona kaptırmaktan kendini ahkoyar mazdı. Onu kapıda görünce büyük bir kuşkuya kapıldım. Çünkü benim onda gördüğümü Resulullah'm da göreceğini biliyordum. Resulullah'm yanına girdi ve: «Ey Allah'ın Rasulü, ben kabilesinin reisi olan Hâris'in kızı Cüveyriye'-yim. Başıma gelenleri biliyorsun. Fidyem konusunda senin yardımını istemeye geldim» dedi. Peygamber (s.a.v.) «Bundan daha iyisini ister misin?» dedi, O da: «Bundan iyisi nedir?» diye sordu. O: «Senin fidyeni ben ödeyeyim, sen de benimle evlen» dedi.»[3]. Cüveyriye (r.) bu teklifi sevinçle kabul etti. Fakat babası fidye olarak vereceği develerle birlikte geldiğinde henüz nikâhları yapılmamıştı. Babasının getirdiği develer söz verdiği sayıda değildi. Çünkü Akik ovasında hayvanlara bakmış ve iki tanesini çok beğenip orada bir yere gizlemişti. Geride kalan develeri Peygamber (s.a.v.)'e getirip şöyle dedi: «Ey Muhammed (s.a.v.) sen kızımı esir aldm, işte fidyesi.» Peygamber (s.a.v.): «Fakat Akik ovasına gizlediğin iki deve nerede?» dedi ve onların gizlendikleri yeri tüm ayrıntılarıyla anlattı. Bunun üzerine Haris: «Allah'tan başka tanrı olmadığına ve, ey Muhammed, senin de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederim» dedi. îki oğlu da Müslüman oldular. Haris diğer iki-deveyi de getirtip, bütün develeri Peygamber (s.arv.)'e verdi. O da kızını serbest bıraktı. Daha sonra Cüveyriye de Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) onu babasından istedi. Babası onu verdi[4] ve ona da bir oda inşa edildi. Beni Mustalîk'in artık Peygamber (s.a.v.)'in akrabaları olduğu ortaya çıkınca Muhacirler ve Ensar henüz fidyeleri ödenmemiş olan esirleri serbest bıraktılar. Yaklaşık yüz aile serbest bırakıldı. Aişe (r.), Cüveyriye (r.)'yi kastederek: «Kavmine ondan daha faydalı olan bir başka kadın bilmiyorum» dedi[5]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] w. 427 [2] t I. 732, B. LU, 15, W. 426 8. [3] I. I. 72C. [4] I. H 726. [5] I. I. 729. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:23 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
65. ÎFTÎRA Medine'ye döndükten kısa bir süre sonra Aişe (r.) hastalandı. O zamana kadar, münafıkların O ve Safvan'la ilgili söyledikleri dedikodular tüm şehre yayılmıştı. Çok az kişi bunu ciddiye alıyordu. Bu olayı ciddiye alanlar arasında Muttalib kabilesinden kuzeni Misten de vardı. Fakat inansın, inanmasın ondan başka herkesin söylenenlerden haberi vardı. Bununla birlikte O Peygamber'de (s.a.v.) kendisine karşı bazı değişiklikler olduğunu hissediyordu. O, kendisine diğer hastalıklarında gösterdiği sevgi ve şefkati göstermiyordu. Odaya gelir ve tedavi edenlere: «Bugün hepiniz nasılsınız?» der, onu da diğerleri araşma katardı. Buna çok üzülen, fakat gururu nedeniyle şikâyet edemeyen Aişe (r.) annesinin evine gidip orada tedavi olmak için Peygamber (s.a.v.)'den izin istedi. Peygamber. «Nasıl istersen* dedi. Neler olduğunu Aişe'nin kendi ağzından öğrenelim: «Neler söylendiğinden habersiz bir şekilde annemin evine gittim ve yirmi gün içinde hastalığım geçti. Bir akşam Misteh'in annesi ile dışarı çıktık —Onun annesi, babamın annesi ile kardeşti—. Yanımda yürürken: «Misteh tökezlesin» diye bağırdı. Ben: «Allah aşkına ne diyorsun?» dedim- «Bedir'de savaşmış olan bir Muhacir hakkında böyle konuşmak kötü bir şeydir». O: «Ey Ebu Bekir'in kızı,» dedi, «nasıl olur da haberler sana ulaşmaz?» «Hangi haberler?» dedim. Bana iftiracıların neler söylediklerini ve bunun nasıl halkın ağzında dolaştığını anlattı. «Bu nasıl olabilir?» dedim. Onun cevabı şu oldu: «Gerçekten olan bu!» Gözyaşları içinde eve döndüm. Gözyaşlanmın ciğerimi çatlattığını hissedene dek ağladım. Anneme: «Allah seni affetsin!» dedim. «Herkes neler söylüyor da, sen bana bir tek kelime bile söylemiyorsun.» Annem: «Kızım, bunu bu kadar ciddiye alma. Çünkü kendisini seven bir koca ile evlenen çok az güzel kadın vardır ki kumaları onun hakkında dedikodu çıkarmasın ve diğerleri de böyle şeyler söylemesin» dedi. Bunun üzerine bütün gece uykusuz kaldım ve sürekli ağladım.»[1]. Fakat gerçekte, Peygamber ts.a.vJ'in hanımları arasında ne kadar kıskançlık olursa olsun hanımların hepsi de dindardı ve hiçbiri bu iftiraya katılmadı. Aksine, hepsi Aişe'yi desteklediler ve hakkında iyi konuştular. Peygamber (s.a.v.)'in ev halkına yakın olanlardan en çok suçlu olanı Zeyneb'in kızkardeşi Hanme -Peygamber'in kuzeni-İdi. O kızkardeşinin daha da gözde olmasını sağlamak için Aışe (r.) hakkındaki iftirayı yayanlar arasındaydı. Genelde herkes Zeyneb'in de buna yardımcı olduğunu düşünüyordu, fakat Aişe (rJ için, Zeyneb tr.) Peygamber (s. a,v.)'in en gözde hanımlarından biriydi. Zeyneb, kardeşinin kendi adına yaydığı kötü şeylerden daha sonra da çok muzdarip oldu. Misteh'in yanısıra iftiraya katılanlardan biri de şair Hasan Ibn Sabit idi. Geri,planda ise bu iftirayı başlatan îbn Ubey ve diğer münafıklar yer alıyordu. Peygamber (s.a.v.) bu konuda bir vahiy gelmesini bekliyordu. Fakat hiçbir şey gelmeyince, hanımlarını ve yakın olan diğerlerini sorguya çekti. Hemen hemen Aişe ile aynı yaşta olan Üsame, onu savundu ve: «Bu bir iftira. Biz onun hakkında iyilikten başka birşey bilmiyoruz» dedi Annesi Ümmü Eymen (r.) de onu savundu. Hz. Ali ise şöyle dedi: «Allah seni sınırlamadı, ondan başka pekçok kadın var. Onun hizmetçisini sorguya çek, gerçeği ondan öğrenebilirsin.» Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Bureyre'ye haber gönderdi ve: «Ey Bureyre, şimdiye kadar Aişe'-de, ondan şüphelenebileceğin hiçbir hareket gördün mü?» diye sordu. Bureyre bu soruyu şöyle cevapladı: «Seni Hak'la gönderene yemin olsun ki, onun sadece iyiliğini biliyorum. Eğer aksi olsaydı Allah, Rasulüne bunu bildirirdi. Alfe'de hiçbir kusur bulamam. O daha küçük bir genç kız. Onda gördüğüm tek hata her seferinde uyardığım halde, ben hamur yoğurduktan sonra ona hamuru beklemesini ögütlediğim halde, onun uyuyakalması ve küçük kuzusunun gelip hamuru yemesidir.» Peygamber (s.a.v.) Mescid'e gittiğinde minbere çıktı ve Allah'a hamdettikten sonra şöyle dedi: *Ey insanlar, ailem hakkında, doğru olmayan şeyleri söyleyerek beni inciten insanlar için ne dersiniz? Allah'a yemin olsun ki ben ailemde ve onların konuştuğu kişilerde iyilikten başka bir şey görmedim. Onlar yanlarında ben olmaksızın evlerimden hiçbirine girmezler.» Peygamber Cs.a.v.) konuşmasını bitirir bitirmez, Useyd ayağa kalktı ve «Ey Allah'ın Basulü, eğer o dediklerin Evs'ten iseler biz onlara hadlerini bildiririz; eğer onlar Hazreç kabilesinden kardeşlerimiz ise bize emir ver de başlarını keselim» dedi. O sözünü bitirmeden, Sa'd tbn Ubade (r.), ayağa kalkmıştı, çünkü iftirayı ilk başlatanlar ve Hassan bin Sabit (rj Hazrettendiler. «Allah aşkına, yalan söylüyorsun» dedi Sa'd. «Sen onları öldürmeyeceksin, öldürmezsin de. Onlar senin kabilenden olsaydı böyle konuşmazdın.» «Useyd: «Asıl yalan söyleyen sensin. Onları öldüreceğiz. Sen de münafıkların tarafını tutan bir münafıksın.» dedi. İki kabile de ayaklanmış, birbirine girmek üzereydi. Fakat Peygamber (s.a.v. J onlara sakin olmalarını söyledi ve minberden inerek onları teskin edip evlerine gönderdi. Eğer Aişe (r.) Peygamber (s.a.v.) 'in kendisini topluluk içinde minberden savunduğunu bilseydi, bu kadar üzülmezdi. Fakat o zaman için bu konuda birşey bilmiyordu. O sadece Peygamber (s.a.v.)'in kendisi ile ilgili etrafındakilere sorular sorduğunu biliyordu. Aişe, bunun Peygamber (s.a,v.)'in kesin bir tutum ortaya koymaması anlamına geldiğini düşünüp üzülüyordu. Aişe (r.) ondan, kendi içindekileri okumasını beklemiyordu, çünkü o Peygambere gayb haberlerinin Allah tarafından bildirildiğini biliyordu. O: «Ben sadece Allah'ın bana bildirdiklerini bilebilirim» derdi. O insanların düşüncelerini okumazdı. Fakat Aişe, (r.) kendisinin Peygamber'e karşı bağlılığının, suçlandığı şeyi yapmasını imkansız kılacak denli büyük olduğunu onun bilmesini bekliyordu. Her ne olursa olsun, sadece onun, Aişe (r.) ve Saf-van (r.)'ın masum olduğuna inanması yeterli değildi. Mesele çok ciddiydi ve onların suçsuz olduğunu tüm topluma ispat edecek bir delile ihtiyaç yardı. Bu konuda en az yardım eden de Aişe idi. Artık onun bu süregelen sessizliği sona ermeliydi. Onun söyleyeceği hiçbir şey bu meseleyi çözmeye yetmezdi. Fakat Kur'an, nüzulü sırasında sorulan sorulara cevap vereceğini vadediyordu (Maide: 105). Bu kez Peygamber (s.a.v.) sadece vahiyle bir cevap gelsin diye birçok kişiye aynı sorulan sormuştu. Fakat belki de bu sorunun, meseleyle en yakından ilgili olan kişiye sorulması gerekiyordu. Aişe (r.): «Ben ailemle beraberdim» dedi «iki gece ve bir gün boyunca sürekli ağlamıştım. Onlar benimle birlikte otururken Ensar'dan bir kadın bize katılmak için izin istedi. Ben girmesine izin verdim, o da oturdu ve benimle birlikte ağladı. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) gelip oturdu. İnsanlar benim hakkımda konuşmaya başladığından beri hiç benimle oturmamıştı. Olaydan bu,yana bir ay geçmişti, semadan da hiçbir haber gelmiyordu. Allah'tan başka ilâh yoktur diye şehadet getirdikten sonra bana şöyle dedi: «Ey Aişe, bana seninle ilgili şunları şunları söylediler. Eğer sen masumsan, Allah senin masum olduğunu açıklar. Eğer yasak olan şeyi yaptıysan Allah'tan bağışlanma dile ve tevbe et! Çünkü, kul eğer, hatasını itiraf edip tevbe ederse Allah ona merhamet eder.» O konuşmasını bitirdiğinde gözyaşlarını dinmişti. Babama, «Benim adıma Allah'ın Resulüne cevap ver» dedim. Babam: «Ne söyleyeceğimi bilmiyorum» dedi. Anneme sorduğumda, o da aynı 3eyi söyledi. Ben ise daha küçük genç bir kızdım ve Kur'-an'dan ezberim çok değildi. Bu nedenle şöyle dedim: «în-sanların benim hakkımda söylediklerini duyduğunu ve onların senin kalbinde yerleşip, senin de onlara inandığını biliyorum. Eğer size masum olduğumu söylesem ki Allah benim masum olduğumu biliyor bana inanmayacaksınız. Fakat eğer Allah'ın masum olduğumu bildiği şeyi yaptığımı ikrar etsem bana inanırsınız.» Daha sonra Yakup ismini hatırlamak için zihnimi yokladım, fakat hatırlayamadim. Bu nedenle şöyle dedim: «Fakat ben Yusuf'un babasının dediği gibi diyeceğim: «Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu dü-züp-uydurduklanntza karşı (kendisinden) yardtm istenecek olan Allah'tır» (Yusuf: 18). Sonra yatağıma gittim ve Allah'ın benim suçsuz olduğumu bildireceğini ümit ederek uzandım. Benim hakkımda vahiy inmesini beklemiyordum. Çünkü adım Kur'an'da zikredilecek kadar değerli olmadığımı düşünüyordum. Fa-Kat Peygamber (s.a.v.)'in rüyasında benim suçsuz olduğuma işaret eden birşeyler görmesini bekliyordum. *O bizimle oturmaya devam etti ve bizler de yanında iken ona" vahiy geldi: Böyle zamanlarda kendisinde meydana gelen kasılma yine başlamıştı ve bir kış günü olmasına rağmen üstünden terler boşanıyordu. Bu baskıdan kurtulduğunda memnun bir sesle: -Ey Aişe, Allah'a hamdet, çünkü O senin masum olduğunu açıkladı» dedi. Annem de bana: «Kalk, ve Allah'ın Rasulüne git» dedi. Ben- «Hayır, Allah'a andolsun kalkıp ona gitmeyeceğim ve Allah'tan başka da lürnseye hamdetnıeyeceğim» dedim[2]. înen âyetîer şunlardı- «Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla (ifkîe) gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur... O durumda siz onu (ı) tirayı) dillerinize aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay sandınız; oysa O Aüah katında çok büyüktür. Onu işittiğiniz zaman: *Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) sen yücesin, bu, büyük bir if~ uradır» demeniz gerekmez miydi} Eğer iman edenlerden İseniz bunun gibisine bir daha dönmemeniz İçin Aüah size öğüt vermektedir.» (Nur: 11, 15-17). Yeni inen vahiy, zina sorununun aslını anlatıyor ve zina cezası ile birlikte şerefli kadınlara iftira atanların kırbaçlanması gerektiğini de bildiriyordu. îftirayı açıkça yayan ve' suçlarını itiraf eden Misten, Hasan ve Hamne'ye bu ceza uygulandı. Fakat çok sinsi olan münafıklar gizli kalmışlar ve bu meselede paylan olduğunu itiraf etmemişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Cs.aV.) meseleyi takip etmekten vazgeçti ve onların cezasını Allah'a bıraktı. Ebu Bekir (rJ, fakir olan Misteh'e bir miktar maaş bağlamıştı. Fakat onun suçlu olduğunu Öğrenince: «Allah*a yemin olsun ki, Aişe hakkında söylediklerinden ve başımıza getirdiği belâdan sonra artık Misteh'e para verip yardım edemem» dedi. Fakat bunun üzerine şu âyet Tıazil oldu: «Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara Vt Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, af-jetsinter ve hoşgörsünler. Allah'tn sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir» (Nur: 2). Ebu Bekir (r.) «*Gerçekten Allah'ın beni bağışlamasını diliyorum» dedi. Sonra Misteh'e gidip, her zaman verdiği şeyleri verdi ve: «Allah'a yemin olsun ki onu hiçbir zaman terketmeyeceğim» dedi. (Peygamber (s.a.v.) de aynı şekilde belli bir zaman geçtikten sonra Hasan'a çok büyük cömertlik gösterdi. Mus'ab'm ölümü üzerine dul kalan kuzeni Hamne'yi de Talha ile evlendirdi. Hamne (r.)'-nin Talha (r.)'dan iki oğlu oldu. -------------------------------------------------------------------------------- [1] B LII. 15 [2] B UI. 15 |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:23 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
66. KUREYŞİN YAŞADIĞI İKİLEM Peygamber (s.a.v.) Ramazanı ve onu takip eden ay'ı Medine'de geçirdi. O ayın sonlarına doğru bir gece rüyasında, başı tıraşlı bir şekilde Kâ'be'ye girdiğini ve Kâ'be-nin anahtarını elinde tuttuğunu gördü. Ertesi gün rüyasını Sahabeye anlattı ve onlan kendisi ile birlikte umre yapmaya davet etti. Bunun üzerine aceleyle yol hazırlıklarına girişildi. Kutsal mekânda kurban edilmek üzere yetmiş deve satın aldılar. Bu kurbanların etleri Mekke'deki fakirlere dağıtılacaktı. Peygamber (s.a.v.) hanımlarından birini yanında götürmeye karar verdi. Kura çektiklerinde ÜmmÜ Seleme çıktı Umre yapanlar-arasında, İkinci Akabe bdatında da bulunan iki Hazreçli kadm, Nuseybe ve Ümmü Meni', vardı. Her adam avlanma amacıyla yanma birer kılıç aldı Fakat tam yola çıkmak üzere iken Ömer (r.) ve Sa'd îbn Ubade (r.) tamamen silahlanmayı önerdiler. Kureyş, haram aya rağmen saldırabilir dediler. Fakat Peygamber (s. a.v.) bu öneriyi kabul atmedi ve: «Ben silah taşımayacağım, hac yapmaktan başka bir şey için yola çıkmıyorum» dedi. ilk konaklarında, kurban edilecek develerin kendisine getirilmesini istedi. Bir tanesini seçip Mekke'ye döndürdü ve sağ böğrüne bir işaret koyarak deveyi nişanladı. Devenin boynuna da çelenk astı ve diğer develerinde aynı şekilde nişanlanmasını emretti. Daha sonra Huza'a'nın Ka'b kolundan bir adamı, Kureyş'in tepkisini öğrenmek üzere gönderdi. Peygamber (s.a.v.)'in başı açıktı ve iki parça dikişsiz Kumaştan yapılmış geleneksel hac kıyafetini (ihram) giymişti. İhramın bir parçası vücudun alt kısmını Örtmek üzere ttele dolanmış, diğer parçası da omuzlarına örtülmüştü Peygamber (s.a.v.) iki rekât namaz kılarak hac için hazırlandı. Namazın arkasından hacıların söyledikleri Lebbeyk Lebbeyk kelimesini tekrarlamaya başladı. Bu «îşte sana geldim, emrindeyim Allah'ım» anlamına geliyordu. Çoğu kişi onun gibi yaptı. Fakat birkaç kişi biraz daha ileride ihrama girmeyi tercih etti. Çünkü ihrama girmek, avlanma ile ilgili bir takım yasakları da beraberinde getiriyordu. Kureyşliler, Medine'den hacıların yola çıktığı haberini alınca, Peygamber (s.a.v.)'in önceden tahmin ettiği gibi, kuşkuya kapıldılar ve hemen Meclisi topladılar. Şimdiye kadar hiç böyle ciddi bir ikilem yaşamamışlardı. Eğer onlar Mescid'in koruyucuları olarak, bine yakın Arap hacının yolunu keserlerse, kendi büyüklüklerinin üzerinde kurulduğu kanunlara aykırı düşeceklerdi. Diğer taraftan eğer düşmanlarının Mekke'ye barış ve rahatlık içinde girmesine izin verirlerse, bu, Muhammed (s.a.vj için büyük bir moral zaferi olacaktı. Bu haberler tüm Arabistan'a yayılacak ve tüm ağızlarda tekrarlanacaktı. Aynı zamanda bu, bir önceki başarısız Medine seferlerinin üstüne tuz biber olacaktı. Belki de en kötüsü, bu hacıların eski hac geleneğini devam ettirmeleri onların İbrahim dinine bağlı olduklarını ortaya koyarak daha çok kişinin sempatisini kazanmalarını sağlayacaktı. Herşey gözden geçirildiğinde, onları Mekke'ye sokmamaları gerektiği kararma vardılar. «Aramızda bir tek kişi canlı kaldığı sürece, Tantı'ya and-olsun, onlar giremeyecekler» dediler. Hacılar, Usfan'a ulaştığında, önceden gönderilen küçük grup, Mekke'lüerin Halid'i ikiyüz atlı ile onların yaklaşmasını önlemek üzere gönderdikleri haberiyle geldi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kendilerini başka bir yoldan götürecek bir röhber aradı. Eslem'li bir adam bu görevi üstlendi ve onlan sahile doğru yöneltti. Hudeybiye'-ye giden geçide ulaşıncaya kadar aşılması zor ve dar bir yoldan ilerlediler. Hudeybiye. Haram bölgenin hemen kenarında, Mekke'nin aşağısında açık bir araziydi, Rehberleri onları Halid'in gözünden kaçırmayı başarmıştı. Fakat yürürlerken o kadar çok toz kaldırmışlardı ki Halid, onları farketti ve Kureyşilere onların yaklaştığı haberini ' vermek üzere Mekke'ye döndü. Peygamber (s.a.v.) Hac için en gözde devesi olan Kesva'yı seçmişti Deve geçidin sonuna geldiklerinde yere çöktü. Bir çok kişinin Hail Hail sesleri kayalarda yankılandı. Deveyi yerden kaldırmak için böyle derlerdi. Fakat tüm seslere rağmen deve yerde çakılmış gibi duruyordu. «Kesva inatçı» dediler. Fakat Peygamber (s.a.v.) bunun şimdilik Hudeybiye'den öteye gitmemeleri gerektiğini gösteren bir işaret olduğunu biliyordu. «O inatçı değil,» dedi, «bu onun tabiatı değildir. Fakat fili engelleyen güç onu da engelledi» Kureyş'i kastederek şunları ekledi: «Bugün benden Allah'ın hududlarma uygun her ne isterlerse onlara vereceğim.» dana sonra Kesva'ya birşeyler söyledi, deve hemen ayağa kalktı ve onu diğer hacılarla birlikte Hudeybiye'ye kadar götürdü. Peygamber (s.a.v.) orada kamp kurma emrini verdi. Fakat kamp kurdukları yerde hemen hemen hiç su yoktu. Sadece bir iki çukurda birikmiş su vardı ve adamlar susuzluktan şikâyet ediyorlardı. Peygamber (s.a.v.) kurban develerini gözeten Eslem'li Naciye'yi yanına çağırdı ve O'ndan bulabildiği kadar suyu kovaya doldurup kendisine getirmesini istedi. Naciye, suyu getirdiğinde Peygamber Cs.a.v.) abdest aldı ve; bir miktar suyu ağzına alıp tekrar kovanın içine boşalttı. Daha sonra sadağından bir ok aldı ve: «Bu suyu al ve o çukura boşalt; daha sonra bu okla karıştır» dedi. Naciye onun emrettiği gibi yaptı ve oku suya daldırır daldırmaz temiz ve taze bir su o kadar hızlı ve çok olarak fışkırdı ki, kendisini zor geri attı. Hacılar çukurun başında toplandılar, bütün hayvanlar ve insanlar kana kana içtiler.Hacıların arasında İbn Ubey dahil birkaç münafık vardı. İbn Ubey su içerken, kabilesinden bir adanı ona şöyle dedi: «Ey Hubab'm babası, sana yazıklar olsun, kendinin nerede olduğunu hâlâ farketmeyecek misin? Bundan daha fazla ne bekliyorsun?» İbn Ubey-. «Daha önce bunun aynısını gördüm» dedi. Bunun üzerine adam onu tehdit edercesine konuştu. îbn Ubey de oğlu İle birlikte Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve meseleyi anlatıp, kendisinin yanlış anlaşıldığını söylemek istedi. Fakat daha o konuşmaya başlamadan Peygamber Es.a.v.) ona-. «Bugün gördüğün şeyin aynısını daha önce nerede gördün?» diye sordu. O: «Buna benzer hiç bir şey görmedim» cevabını verdi. Peygamber (s.a.v.) «Peki o zaman niçin o lâfları söyledin?" dedi. îbn Ubey: «Allah'tan beni bağışlamasını diliyorum» dedi. Oğlu «Ey Allah'ın Rasulü, onun için bağışlanma dile» dedi. Peygamber (s.a.v.) de onun için dua etti[1]. Susuzluklarını giderdikten sonra, hacılar bedevi reislerinden birinin hediye ettiği bir deve ile bir koyun sayesinde karınlarını doyurdular. Bu bedevi kabilesi, bir zamanlar Mescid'in koruyuculuğunu yapmış olan ve Eşlem, Ka'b, ve Müstahk boylarını içeren Beni Huza'a idi. Bunların hepsi şimdi Peygamber (s.a.v.)'e iyi davranıyorlardı. Çünkü Müslüman olmayanlar için bile bu ittifakta politik bir avantaj vardı. Bu İttifak sayesinde Kureyş'le anlaşmalı olan en büyük düşmanları Beni Bekr'e karşı denge sağlamış oluyorlardı. Bu durum kısa bir süre sonra çok önemli olaylara patlak verecekti Fakat şimdilik Huza'a ve Beki* arasında savaş yoktu ve Kureyşliler, şüphelenmelerine rağmen Huza'a'ya hoşgörü gösteriyorlardı. Huza'a'nm ileri gelenlerinden Budeyl İbn Verka', hacıların Hudeybîye'de kamp kurdukları haberi geldiğinde Mekke'de idi. Daha sonra Peygamber'e (s.a.v.) gelmiş ve ona Kureyş'in tutumu hakkında bilgi vermişti. «Son adamları da ölünceye kadar sizinle Kâ'be arasındaki yolu kapalı tutmaya yemin ediyorlar» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Biz buraya savaşmak için gelmedik; sadece Beyti tavaf etmek için geldik. Yolumuza çıkanla savaşırız, fakat ben onlara, isterlerse, tedbirlerini almaları ve yolu açmaları için süre tanıyorum» dedi. Budeyl ve yanındaki arkadaşları Mekke'ye döndüler. Kureyşliler onlan asık suratla karşıladılar. Onlar Muham-med (s.a.v.)'in neler söylediğini belirtmek istediklerinde, Ebu Cehü'in oğlu İkrime onları duymak istemediklerini söyledi. Bunun üzerine Sakîfli müttefiklerinden biri olan Urve onun annesi bir Mekke'liydi bu tutumun çok saçma olduğunu söyledi. Safvan da Dudeyl'e: «Gördüklerini ve duyduklarını bize anlat» dedi. Budeyl onlara hacıların niyetlerinin barışçı olduğunu ve Peygamber'in fs.a.v.) kendilerlnin^gelişine kadar Kureyş'lilere hazırlanma süresi verdiğini haber verdi. Daha sonra Urve: «Budeyl size hiç kimsenin reddedemeyeceği güzel bir teklif getirdi. Bunu kabul edin. îzin verin doğrudan Muhammed (s.a.v.)'e gidip bunu tasdikleteyim, onun yanma gider ve etrafındakiler! gözlerim. Size haber getiren bir elçi olurum.* Kureyşliler onun teklifini kabul ettiler. Fakat daha Önceden, tüm bedevi müttefiklerine kumanda eden Ehabiş diye tanınan bir adamı elçi olarak göndermişlerdi. Bu adam Kinane kabilesinin Beni'l-Hâris kolundan Huleys idi. Uhud' da cesedlere yapılan İşkenceler nedeniyle Ebu Süfyan'i azarlayan da Huleys idi. Peygamber (s.a.v.) onun yaklaştığını görünce, ya onun davranışlarından ya da daha önce onun hakkında duyduklarından onun merhametli bir adam olduğunu ve kutsal şeylere çok önem verdiğini anladı. Bu nedenle nişanlanan kurban develerinin onu karşılamak üzere ileri sürülmesini emretti. Kurban nişanlan ve boyun-lanndaki süsleri ile yetmiş devenin geldiğini gören Huleys, bundan o kadar etkilendi ki, Peygamber (s.a.v.) 'le konuşmaksız doğruca Kureyşlilere gitti ve hacıların niyetlerinin tamamen barışçı olduğunu söyledi. Mekkeliler biraz ileri giderek onun sadece bir çöl adamı olduğunu ve bu meselenin aslını anlayamayacağını söylediler. Bu büyük bir taktik hatasıydı. Bunu anladıklarında ise çok geç kalmışlardı. Huleys. «Ey Kureyşliler,» dedi sertçe, «biz sizinle müttefik olmadık ve bunun için anlaşma yapmadık. Allah'ın evine gelen birine nasıl engel olursunuz? Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki ya Muhammed'in yapacağı şeye izin verirsiniz, ya da ben bütün Ehabiş'leri geri çekerim» dedi. Onlar: «Ortak bir noktaya varıncaya kadar bizi bekle» dediler. O sırada Sakifli Urve hacıların kampına varmış ve Peygamberle konuşmaya başlamıştı. Sanki kendisiyle eşit konumdaymış gibi karşısına oturtmuştu ve ona hitap ettiğinde onun sakalım tutuyordu. Fakat Muhacirlerden biri olan Muğire (r.) onların yanında ayakta duruyordu. Urve, Peygamber (s.a.v.)'in sakalını tutunca kılıcının yassı ucuyla onun eline vurdu. Bir iki dakika sonra Urve yine Peygamber (s.a.v.)'in sakalını tutunca eline daha şiddetli bir darbe indirdi ve: «Henüz elin senin iken elini Allah'ın Ka-sulünûn sakalından çek» dedi. Urve, bundan sonra Peygamber (s.a.v.)'e fazla yakın olmaktan kaçındı. Fakat onunla konuştuktan sonra saatlerce kampta Kaldı. Kureyş-lilere onların elçisi 'olduğu kadar casusu da olmaya söz vermişti. Bu nedenle kampta gördüğü herşeyi not etti. Ancak onu en çok, burada görmek için gelmediği ve hiç bir yerde rastlamadığı şeyleri görmek etkiledi. Mekke'ye döndüğünde Kureyslilere şöyle dedi- «Ey insanlar, ben bir çok krala —Kisra'ya, Kayser'e ve Necaşi'ye elçi olarak gönderildim. Hiçbir tebanm kralına .Muhammed (s.a.v.Vin ashabının ona gösterdiği saygı kadar saygı gösterdiğini görmedim. O bir şey emretse, ağzından çıkar çıkmaz hemen yapıyorlar, o abdest alsa, abdest suyunu almak için yarış ediyorlar; o konuştuğunda hiç sesleri çıkmıyor, onun yüzüne dimdik bakmıyorlar, ona göstei dikleri saygıdan gözlerini yere indiriyorlar. O size iyi bir teklif yaptı. O halde bu teklifi kabul edin.»[2]. Urve daha kampta iken Peygamber (s.a.v.), Ka'b kabilesinden Hiras adındaki bir adamı deveye bindirip Ku-reyş'e elçi olarak göndermişti. Hirâs oraya vardığında İk-rime devesinin bacaklarını kesti. Fakat Huleys ve adamları araya girerek elçinin hayatını kurtardılar ve adamı Peygamber (s.a.v.)'e geri gönderdiler. Döndüğünde Hirâs: «E} Allah'ın Basulü, benden daha iyi himayesi olan bir adamı gönder» dedi. Peygamber (s.a.v.) Ömer (r.)'i çağırdı. Fakat Ömer Kureyşlilerin onun kendilerine ne denli düşman olduğunu bildiklerini ve kabilesi Beni Adiy'in kendisini koruyacak kadar güçlü olmadığını söyledi, «Fakat» ded; Ömer, «Mekke'de benden daha güçlü, akraba yönünden zengin ve benden daha iyi bir himayeye sahip olan bir adam gösterebilirim «Osman İbn Affân (r.).» Bunun üzerine Peygamber {s.a.v.}, Osman İbn Affan'ı (r.) Mekke-' ye gönderdi. Abduş-Şems'li akrabaları ve diğerleri ona iyi davrandılar. Hudeybiye'dekilerin hiçbirini Kabe'ye yaklaştırmayacaklarını söylemelerine rağmen, onu Kabe'de tavaf etmeye davet ettiler. Fakat Osman tr.) bunu reddetti. Kureyşliler, tbn Ubey'e de aynı imtiyazı teklif eden bir haber gönderdiler. Fakat îbn Ubey: «Allah'ın Rasulü tavaf etmedikçe Beyt'i tavaf etmem» cevabını verdi. Peygamber ts.a.v.) bunu duydu ve çok sevindi. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W 589 [2] B LIV, 15, W. 593 600. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:24 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
67. «APAÇIK BİR ZAFER» Osman (r.) Mekke'de iken Peygamber (s.a.v.)e vahiy aldığı zamanlara benzer bir hal geldi. Sahabeden birine emirler verdi, bunun üzerine Sahabe kampın tümünü şunları söyleyerek dolaştı: «Ruh, Allah'ın Rasulüne geldi ve bağlılık yemini almayı emretti. Allah adına biat etmek için. gidin»[1] O sırada Peygamber (s.a.v.) bahar nedeniyle yapraklan yeşermiş olan bir akasya ağacının altında yerini aldı. Ashab teker teker gelip ona biat etti. Peygambere (s.a.v.) ilk ulaşan kişi, Cahş ailesiyle aynı kabileden olan yani Beni Esed Ibn Huzeyme'Ii Sinan oldu .Kampta yapılan çağrı ne üzerine biat edileceği konusunda bir bilgi vermiyordu. Bu nedenle Sinan: «Sana, senin nefsinde olan şey üzerine biat ediyorum» dedi. Diğerleri de aynı şekilde biat ettiler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.): «Osman'ın yerine ben biat edeceğim» dedi ve sol elini damadının eli gibi kabul edip, sağ eli üstüne koyarak biat etti. Orada bulunanlardan sadece bir kişi çağrıya cevap vermedi. Bu da devesinin arkasına saklanan fakat, gözden kaçmayan, münafıklardan Cedd îbn Kays idi. Kureyşliler Süheyl'i bir anlaşma imzalamak üzere gönderdiler. Onunla birlikte aynı kabileden, olan Nikraz ve Huveytib de geldiler. Peygamber (s.a.v.) le tartıştılar. Sahabe dışarıdan onların seslerinin yükselip alçalmasını dinleyerek, anlaşıp anlaşmadıklarını anlamaya çalışıyordu. Sonunda bir anlaşmaya vardılar. O zaman Peygamber (s. a.v.) Ali'ye «Bismillah er-Rahman er-Rahim (Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla)» diye başlayarak anlaşma metnini yazmasını söyledi. Fakat Süheyl karşı çıktı ve «Rah-man'ın ne olduğunu ben bilmiyorum; eğer yazacaksan Bismik Allahümme (Allahım, senin adınla) yaz» dedi. Sahabeden bazıları: «Allah'a andolsun Bismillah er-Rahman er-Rahim'den başka birşey yazmayız» diye bağırdı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları duymazdan geldi ve: «Bismik Allahümme» yaz dedi Sonra yazdırmaya devam ederek: «Bunlar Allah'ın Rasulü Muhammed ile Amr'm oğlu Süheyl arasında imzalanan anlaşma maddeleridir» dedi. Fakat Süheyl yine karşı çıktı. «Eğer senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabul etseydik, senin Kâ'be'ye girmeni engellemezdik ve seninle savaşmazdık. Bu nedenle Abdullah'ın oğlu Muhammed yaz» dedi. Ali (r.) «Allah'ın Rasulü* ibaresini henüz yazmıştı. Peygamber (s.a.v. ondan bu kelimeleri silmesini istedi. Fakat Ali (r.) bunu yapamayacağım söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona, kendi parmaklarını bu kelimeler üstüne koymasını söyledi ve bu kelimeleri kendi eliyle sildi. Daha sonra onların yerine «Abdullah'ın oğlu» sözünü yazdırdı. Metin şöyle devam ediyordu: «Onlar on yıl boyunca savaş yükünü kaldırdılar. Bu süre içinde insanlar güvenlikte olacak ve birbirlerine saldırmayacaklar. Şu şartla ki, velisinin izni olmadan Kureyş'ten Muhammed (s.a.v.)'e gelen kişiyi, Muhamed (s.a.v.) geri gönderecek; fakat Muhammed (s.a.v.)'le birlikte olanlardan biri Kureyş'e sığınırsa o geri gönderilmeyecek. İhanet ve kaçamak yapılmayacak Kim Muhammed'tn tarafına geçmek isterse geçebilir, kim de Kureyş'in tarafına geçmek isterse geçebilir.» O sırada kampta hacıları ziyaret etmek için gelmiş olan Huzaa'lı birkaç lider vardı. Bekr kabilerinin bir iki temsilcisi de Süheyl ile gelmişlerdi. Anlaşma metnine bu cümleler yazdırılınca Huzaa'lılar ayağa kalkıp: «Anlaşmasında biz Muhamed (s.a.v.).le birlikteyiz» dediler. Bunun üzerine Bekr'in adamları: «Biz de anlaşma ve taraflarında Kureyş ile beraberiz». Hemen sonra bu anlaşmayı iki kabilenin de reisleri imzaladı. Anlaşma şu cümlelerle bitiyordu: «Sen, Muhanımed, bu yıl bizden ayrılacaksın ve bizim varolmamıza rağmen Mekke'ye girmeyeceksin. Fakat gelecek yıl biz Mekke'den çıkacağız ve sen arkadaşlarınla gireceksin. Orada üç gün kalacaksınız, yolcu silahlarından başka silah taşımayacaksınız ve kılıçlarınız kınında olacak.»[2] Peygamber (s.a.v.)'in vahye yakın bir rüya görüp arkadaşlarından biat alması, arkadaşlarını bu seferin başarılı olduğu düşüncesine götürdü. Fakat anlaşma maddelerini duyduklarında ve haram bölgeye bu kadar yaklaştıktan sonra bir şey elde edemeden geri döneceklerinin farkına vardıklarında, buna dayanamayacaklarını hissettiler. Ama daha da kötüsü geliyordu: onlar ölüm sessizliği içinde otururken zincir sesleri duyuldu ve kampa ayakları zincirli genç bir adam girdi. Bu Süheyl'in küçük oğullarından biri olan Ebu Cendel idi. Babası onu Müslüman olduğu ve Medine'ye kaçmasından korktuğu için hapsetmişti. Ebu Cendel'in ağabeyi Abdullah hacılar arasındaydı ve kardeşini karşılamak üzereydi. Fakat o sırada Süheyl mahpusun boynuna takılı- olan zinciri tuttu ve sertçe suratına vurdu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'e döndü ve: «Bu adam gelmeden önce anlaşma imzalanmıştı» dedi. Peygamber (s.a.v.): «Evet, doğru» dedi. Süheyl: «O halde onu bize iade et» dedi. O sırada Ebu Cendel sesinin çıktığı kadar: «Ey Müslümanlar,» diye bağırdı, «bana dinimden ötürü işkence yapacak olan putperestlere mi döndürülmeli-yim?» Peygamber (s.a.v.) Süheyl'i kenara çekti ve onu serbest bırakmasını rica etti. Fakat Süheyl bu öneriyi kabul etmedi. Yanındaki elçiler, Mikraz ve Huveytib, o zamana kadar sessiz kalmışlardı. Fakat bu meselenin anlaşmaya kötü bir başlangıç olacağını sezdiklerinden, olaya müdahale ettiler. -Ey Muhamed, senin yerine onun korumasını üzerimize alıyoruz» dediler. Bu, Ebu Cendel'in babasından. ayrılıp onların yanında yaşayabileceği anlamına geliyordu. Mikraz ve Huveytib sözlerinde durarak Ebu Cendel (rj'i yanlarına aldılar. Peygamber (s.a.v.). «Sabırlı ol, Ebu Cendel, Allah muhakkak sana ve seninle birlikte olanlara bir yol ve kurtuluş gösterecektir. Biz bu insanlarla bir anlaşma imzaladık ve onlara söz verdik. Onlar da bize söz verdiler. Şimdi sözümüzden dönemeyiz» dedi. îş bu noktaya gelince Ömer, ( kendisini tutamadı. Ayağa kalkarak Peygamber (s.a.v.) 'e gitti ve: «Sen Allah in Peygamberi değil misin?» dedi. Peygamber (s.a.v. «Evet» dedi. Ömer: «O halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) «Ben Allah'ın Rasulüyüm ve ona karşı gelemem. O bana zafer verecek» dedi. Ömer: «Fakat sen bize Kâ'be'ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?» diye ısrar etti, «Evet, Öyle» dedi Peygamber (s.a.v.) «Fakat ben size bu yıl gideceğimizi söylemiş miydim?» Ömer, böyle bir söz vermediğini söyledi. «Muhakkak Kâ'beye gideceksiniz» dedi. Peygamber (s.a.v.), «Ve onu tavaf edeceksiniz». Fakat Ömer (rJ, hâlâ inatçılıkta ısrar ediyordu. Duygulannı anlatmak üzere Ebu Bekir (r.)'e gitti. Ona da Peygamber (s.a.v.)'e sorduğu soruların aynılarını sordu. Fakat Ebu Bekir Peygamber (s.a.v.)'in cevaplarım duymamış olmasına rağmen her soruya aynı cevapları verdi. Ebu Bekir (r.) sonunda: «Git ve onun Özengisine yapış, çünkü o doğru söylüyor» dedi. Bu sözler, duygularını tamamen ortadan kaldırmamasına rağmen, Ömer'i etkiledi. Bu nedenle daha ileri gitmedi ve «Peygamber (s.a.v.) ona anlaşmayı imzalamasını söylediğinde sessizce imzaladı. Peygamber (s.a.v.) Süheyl'in oğlu Abdullah'a da anlaşmayı imzalamasını söyledi. Anlaşmada imzası olan diğer Müslümanlar Ali, Ebu Bekir, Abd er~Rahman Ibn Avf ve Mahmud îbn Mesleme idi. Kampı kaplayan genel üzüntü biraz geçmiş gibiydi Fakat Süheyl ve yanındakiler Ebu Cendel (r.)'i de beraberinde götürerek kampı terkettiklerinde adamların duyguları tekrar kabardı. Peygamber (s.a.v J anlaşmayı imza Sayanlarla birlikte biraz ötede oturuyordu. Onların yanından ayrılıp hacıların çoğunlukta olduğu yere doğru ilerledi. «Kalkın ve kurbanlarınızı kesin» dedi, «ve başlarınızı tıraş edin». Hiç kimse yerinden kımıldamadı. Peygamber Cs.a.v.) sözlerini ikinci ve üçüncü defa tekrarladı, fakat oradakilerde hiçbir hareket yoktu. Şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. Bunu ona karşı geldikleri için yapmıyorlardı. Fakat olaylar beklentilerinin tersine geliştiği ve şimdi de normalde doğru olmayan bir şey kendilerine emredildiği için çok şaşırmışlardı. Çünkü İbrahim'in gelene ğine göre kurbanlar haram bölgede kesilmeliydi. Aynı şey başı traş etmek için de geçerliydi. Yine de bu itaatsizlik Peygamber'i çok üzmüştü. Peygamber (s.a.v.) çadırına girdi ve Ümmü Seleme'ye olanları anlattı. O: «Git ve hiçbir şey söylemeden kurbanını kes» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) nişanladığı devesini kurban etti. Kurbanı kestiği sırada adamların duyabileceği bir sesle: «Bismillah, Allahu Ekber» dedi. Bu sözleri duyunca hacılar hep birden ayağa kalktılar ve kurbanlarını kesmede yarış ettiler. Emre uymak için birbirlerini itiştiriyorlardı. «Peygamber Cs. a.v.) Hiras'ı Osman'dan önce Mekke'ye elçi olarak gönderdiği Huza'a' adam başını traş etmesi için çağırdığında arkadaşları hemen birbirlerinin başını traş etmeye başladılar. Ümmü Seleme (r.) daha sonraki yıllarda, «o denli hızlı traş ediyorlardı ki birbirlerini yaralamalarından korktum» derdi. Fakat bazıları sadece saçlarının ucunu kestiler. Çünkü traş yerine bunun da geçerli olduğunu biliyorlardı. O sırada Peygamber (s.a.v.) Hiras'la birlikte çadıra girdi. Bu görevi yerine getirdikten sonra başı traş-h bir halde çadırın önüne çıktı ve «Allah başlarını traş edenlere merhamet etsin!» dedi. Bunun üzerine saçlarını kesenler: «Ey Allah'ın Rasulü, saçlarını kesenlere de!» diye karşı çıktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) yine İlk söylediğini tekrarladı. Bunu protesto eden sesler yükseldi. Bir kez daha aynı şeyi tekrarlayıp, protesto sesleri yükseldikten sonra: «Ve saçlarım kesenlere de!» dedi. Daha sonraları neden sadece başlarını tıraş edenler için dua ettiği sorulduğunda: «Çünkü onlar hiç şüphe etmediler» cevabını verdi. Peygamber s.a.v çadırına dönüp yerden kesilmiş siyah saçlarını aldı ve yakındaki bir mimoza ağacına doğru fırlattı. Bunun üzerine adamlar, saçlardan biraz alabilmek için ağacın etrafına üşüştüler. Nuseybe Cr.) de erkeklerden geri kalmadı ve ağacın yanına yaklaşıp bir İki perçem aldı. Bu saçları öldüğü güne kadar kıymetli bir hazine gibi sakladı. Kampın zemini traş olan hacıların saçlarıyla kaplanmıştı. Fakat kampta birden bire bir rüzgâr çıktı ve saçları kaldırıp Mekke'ye doğru uçurdu. Bunu, Allah'ın hac ibadetlerini kabul ettiğine bir işaret sayan hacılar çok sevindiler, işte o zaman Peygamber (s.a.v.î'in neden kurbanlarım kesmelerini söylediğini anladılar. Medine'ye doğru yola çıktıklarında Ömer(r.)'in vicdanı kendini rahatsız etmeye başlamıştı. Peygamber'le konuşmak isteyerek ona doğru yaklaştığında Peygamber (s a.v.)'in yüzündeki uzak ve soğuk ifadeyi gördüğünde sıkıntısı daha da arttı. Ömer fr.) ileriye doğru hızla atını sürerek «Ey Ömer, bırak da annen senin için matem tutsun» dedi. Daha sonraları Peygamber (s.a.vJ'e karşı çıktığı için kendisi hakkında bir vahiy inmesinden korktuğunu anlatırdı. Arkasından bir atlının yaklaşıp, kendisini Pey-gamber'in çağırdığını söyleyince korkusu daha da arttı. Fakat Peygamber'in yüzündeki sevinçli ifadeyi görür görmez korkulan kayboldu. Peygamber (s.a.v.h «Bana güneşin altındaki herşeyden daha değerli olan bir sûre nazil oldu» dedi. Yeni gelen vahiy, henüz dönmekte oldukları bu seferin bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri dağıtıyordu. Çünkü sûre: «Hiç şüphesiz, biz sana apaçtk bir fetih olarak (zafer yolunu tıkayan bütün engelleri ve kapılan) fethettik» (Fetih:7). Kelimeleriyle başlıyordu. Vahiy aynı zamanda ağacın altında Peygamber (s.a.v.)'e yapılan biattan da bahsediyordu: «Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken müminlerden razı olmuştur. Kalbterinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak vermiştir»» (Fetih) 18). Bu biati edenlere Allah'ın Rızası, yani Rıdvan[3] vadediliyordu. Bu nedenle bu sözleşmeye «biat ür-rıdvan» denilir. Başka âyette de güven duygusu ve huzurun yani Seki-ne'nin indirilişinden bahsediliyordu: «Mü'minlerin kalblerİne, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur» indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır, Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bütün bunlar) mümin erkekleri ve mü'min kadınları, içinde ebedi kabalar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve onların kötülüklerini örtüp, bağışlaması içindir. İşte bu. Allah katında büyük kurtuluş ve mutluluktur» (Fetih: 45). Seferi durduran Peygamber (s.a.v.)'in rüyasına da Kur'an'da şöyle değiniliyordu: «Andolsun, Allah Rasulü'nûn gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah diterse, mutlaka siz, Mescîd-i Harama, güven içinde, saçlarınızı traş ettirmiş (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece de bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı» (Fetih: 27). -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 604 [2] I I. 747-8. [3] Bak. Böl. XXX |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:25 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
68. HUDEYBÎYE'DEN SONRA Beni Sakîf'li Ebu Beşir, ailesi Taif'ten göçüp Beni Züh-re'nin müttefikleri olarak Mekke'ye yerleşmiş olan genç bir adamdı. Ebu Beşir tr.) Müslüman olmuş ve ailesi de onu hapsetmişti. Fakat o yürüyerek Medine'ye kaçmayı başarmış ve Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye'den döndükten kjsa bir süre sonra Medine'ye ulaşmıştı. Onun arkasından, kaçağın kendisine teslim edilmesini isteyen bir Kureyş'li elçi geldi. Peygamber ts.a.v.) Ebu Beşir fr.î'e de Ebu Cendel (r.)e söylediklerinin aynısını söyledi. Ve anlaşmaya uyarak kendisini elçiye teslim etmek zorunda olduğunu belirtti. Ömer ve diğer Sahabe şimdi anlaşma maddelerine biraz razı olmuş görünüyorlardı. Bu nedenle Kureyş'in adamı ve yanındaki azatlı köle Ebu Beşir'i götürürken orada bulunan Ensar ve Muhacirler hep bir ağızdan: «îyi şanslar Allah muhakkak sana bir çıkış yolu gösterecek» dediler. Onların bu ümitleri beklediklerinden daha kısa bir sürede gerçekleşti. Ebu Beşir gençliğine rağmen çok güçlü bir adamd.'. ve ilk konakta elçinin kılıcını alıp onu öldürmeyi başardı. Bunun üzerine azatlı köle ismi Kevser doğruca Medine'ye kaçtı. Karşı konulmaksızın Mescid'e girdi ve kendini Resuhıllah'ın ayaklarına attı. O yaklaştığında Peygamber (s.a.v.): «Bu adam çok korkunç bir şey görmüş» dedi. Kevser hemen, arkadaşının öldürüldüğünü ve kendisinin de ölümden kurtulduğunu anlattı. O sırada Ebu Beşir elinde kılıcıyla göründü. «Ey Allah'ın Peygamberi» dedi, «sen görevini yaptın. Beni onlara gönderdin. Allah da beni serbest bıraktı.» Peygamber (s.a.v.) «Annesine yazık!»[1] dedi. «Savaş için ne güzel bir meşale. Keşke onun yanında başkaları da olsaydı!» Kureyş onun için başka elçiler gönderirse, bir önceki sefer olduğu gibi yine onu teslim etmek zorundaydı. Ancak böyle bir düşünce Ebu Beşir (r.)'in kafasından uzaktı. O öldürdüğü adamm silahlarının, zırhının ve devesinin ganimet olduğunu ve kanına uygun olarak beşe bölünüp paylaştırılması gerekti ğini düşünüyordu. «Eğer böyle yaparsam» dedi, Peygamber (s.a.v.): «Onlar beni yeminime uymamakla suçlarlar.» Daha sonra çok korkan Mekkeli azatlı köleye döndü ve «Arkadaşından alman mallar senin kontrolündedir. Bu adamı da, seni gönderen adamlara götür» dedi. Bunu duyan Kevser sarardı ve «Ey ^Muhammed, ben hayatıma değer veririm. Benim gücüm onun için yeterli değil ve ben iki kişinin yerini tutamam» dedi. Müslümanlar görevlerini yapmışlar fakat Mekke'nin temsilcisi mahkumu götürmek istememişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Ebu Beşir'e döndü ve: «Nereye İstersen git» dedi. Ebu Beşir: «Keşke onun yanında başkaları da olsaydı» sözleri kulaklarında çınlayarak Kızıl Deniz sahillerine doğru gitti. Bu sözlerdeki emir ve tavsiye niteliğini anlayan tek kişi o değildi. Ömer (r.) de bunu anlamış ve Mekke'deki diğer Müslümanlar'a Peygamber (s.a.v.)'in bu sözlerini ve Ebu Beşir'in nerede olduğu haberini ulaştırmıştı Onun nerede olduğunu Medine'ye gelen dost sahil kabilelerin birinden haber almıştı. Süheyl'in oğlu Ebu Cendel tr.) yeni koruyucuları tarafından artık sıkı bir şekilde kontrol edilmiyordu. Bir de tüm Mekke'de Müslüman gençlere edilen dikkat konusunda genel bir yumuşama görülüyordu. Çünkü Muhammed (s.a.v.), onlar Medine'ye kaçarsa sözünde durup onları geri göndereceğini göstermişti. Bu gevşemeden yararlanan Ebu Cendel ve diğer gençler bir yolunu bulup Ebu Beşir'in yanma kaçtılar. Bunların arasında Halid'in kardeşi Velid de vardı. Ebu Beşir onlarla birlikte Mekke'den Suriye'ye giden kervan yolu üzerindeki stratejik bir noktaya kamp kurdu. Onlar Ebu Beşir tr.)'i lider olarak kabul ediyorlardı. Namazları o kıldırıyor, ibadetleri ve diğer dini konularda ona danışılıyordu. Çünkü onların çoğu yeni Müslüman olmuştu ve birşey bilmiyorlardı. Kureyşlîler kuzeye giaen yolun tekrar güvenilir hale gelmesine seviniyorlardı. Fakat Ebu Beşir'in kampına yetmiş kadar genç adam katılmıştı ve bunlar kervanlar için tehdit oluşturuyordu. Kureyşliler birçok adam ve mallarını kaybettikten sonra, Peygamber (s.a.v.)'e bu adamları toplumuna kabul etmesini rica eden bir mektup gönderdiler. Onîann geri döndürülmesini istemeyeceklerine de söz verdiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Ebu Beşir'e taraftarlarıyla birlikte Medine'ye gelebileceğini haber veren bir mektup gönderdi. Fakat o sırada genç lider çok hastaydı ve mektup ona ulaştığında ölümün eşiğindeydi. Mektubu okudu ve elleri arasında tutarak öldü. Arkadaşları onun cenaze namazım kıldılar ve onu gömdüler. Gömüldüğü yere de bir mescid yaptılar. Daha sonra Peygamber (s a.vJ'Ie buluşmak üzere Medine'ye gittiler[2]. Kayalıklara ulaştıklarında Velid'in devesi tökezledi ve onu yere düşürdü. Velid düşünce parmağını keskin bir kayaya kestirdi. Parmağı alıp fırlatırken şöyle dedi: «Sen kanayan bir parmaktan başka nesin? Allah yolunda başka hiçbir yara almadın.» Fakat kesik parmak mikrop kaptı ve Ölümcül bir yara haline geldi. Bununla birlikte Velid (rj ölmeden önce ağabeyi Halid'e onu fslâm'a davet eden bir mektup yazmayî başardı. O sıralarda Mekke'den sadece bir tek kadın kaçıp Medine'ye sığınmıştı. O da Osman'ın üvey kardeşi, yani annesi Erva ile Bedir'den dönüşte öldürülen Ukbe'nin kızları olan Ümmü Gülsüm idi. Fakat artık mü'min kadın-lann kâfirlere döndürülm esini yasaklayan bir âyet inmişti. Bu nedenle, iki öz erkek kardeşi Ümmü Gülsüm'ü geri götürmeye geldiklerinde Peygamber (s.a.v.) onu bırakmadı. Kureyşliler de bunu fazla karşı çıkmadan kabul ettiler. Çünkü anlaşmada kadınlardan hiç bahsedilmiyordu. Daha sonra Zeyd (r.) Zübeyr (r.) ve Abd'ur-Rahman îbn Avf (r.) onunla evlenmek istediler. Peygamber (s.a.v.) ona Zeyd'le evlenmesini tavsiye etti. O da bu tavsiyeyi kabul etti. Anlaşma yapıldıktan bir ay sonra Aişe (rJ ve babası kısa bir süre sonra sevince neden olacak olan büyük bir üzüntü yaşadılar. Ümmü Ruman (r.) hastalandı ve öldü Onu Baki' mezarlığına gömdüler. Peygamber (s.a.v.) onun cenaze namazını kıldı ve mezarına indi. Onun ölüm haberi Mekke'ye ve oğlu Abdu'l-Kâ'be'ye de ulaştı. Bu üzüntü Abdu'l-Kâ'be'ye, uzun süreden beri düşündüğü birşeyi uygulama olanağı verdi. Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra Medine'ye geldi ve Müslüman oldu. Biat ettiğinde Peygamber (s.a.v.) ona Abdurrahman adını verdi. Abdurrahman, o dönemde Müslüman olan tek kişi değildi. Haftalar ve aylar geçince Kur'an'm bu anlaşmayı neden apaçık bir zafer diye nitelediği açıklığa kavuşuyordu. Artık Mekke'ii ve Medine'Iiler barış içinde buluşup, serbestçe birbirleriyle konuşabiliyorlardı*. Anlaşmadan son raki iki yıl boyunca îslâm toplumu iki katma çıktı. Hacıların dönmesinden kısa bir süre sonra herkesi sevindiren bir âyet nazil olmuştu: «Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız arasında bir sevgi bağı kılar.» (Mvmtahine: 7). Bu sözler, gün geçtikçe artan ihtidaları kastediyordu. Bazılarına göre de bu âyet Peygamber (s.a.v.) 'le Kureyş liderlerinden biri arasında gelişen yakın ilişkiyi kastediyordu. Hudeybiye'den birkaç ay önce Habeşistan'dan Pey-gamber'in kuzeni Ubeydullah İbn Cahş'm Ölüm haberi gelmişti. O, îslâm'a girmeden önce hristiyandı ve Habeşistan'a hicret ettikten kısa bir süre sonra tekrar hristiyan-hğa dönmüştü. Bu, Müslümanlıkta karar kılan ve Ebu Süfyan'ın kızı olan karısı Ümmü Habibe'yi çok üzmüştü Kocasının ölümünden dört ay sonra Peygamber (s.a.v.) Necaşi'ye kendi adına Ümmü Habibe (rJ ile arasında nikâh kıymasını rica etti. Peygamber (s.a.vJ Ümmü Habibe (r ) -ye direkt olarak fikrini sormamıştı. Fakat Ümmü Habıbb (rJ rüyasında kendisine birisinin gelip «mü'minlerin annesi» diye hitap ettiğini görmüş ve bunun Peygamber t s a.v.)in eşi olacağına işaret ettiğini tahmin etmişti. Ertcii gün, rüyasını doğrulayan Necaşi'nin teklifini aldı. Bunun üzerine en yakın akrabası olan Halid îbn Said'i vekil olarak seçti. Necaşi' de, Cafer (r.)'in de içlerinde bulunduğu bir grup Sahabe huzurunda nikâhı kıydı. Daha sonra Ne caşi, sarayında ilk düğün yemeği verdi ve bütün Müslümanları davet etti. Peygamber (s.a.v.) Cafer (rJ'e de artık gelip Medine'de 3*aşayabüeceklerini bildiren bir mektup gönderdi. Cafer (rJ, hemen yol hazırlıklarına başladı. Necaşi onlara yolculukta kullanmak üzere iki bot verdi. Ümmü Habibe'nın de onlarla birlikte gitmesine karar verildi. Medine'de de onun için bir ev yapılmaya başlanmıştı. Necaşi, o dönemde Peygamber'in mektup gönderdiği tek kral değildi. Hendek'te o büyük kayayı parçaladığında, ilk vuruşunda ortaya çıkan ışıkla Yemen kalelerini görmüştü. Üçüncü ve son vuruşunda çıkan ışıkla da Me-dain'deki Kisra'nm beyaz sarayını görmüştü. îslâm imparatorluğunun ileride*buralara dek yayılacağına işaret eden bu iki ışık arasında bir ilişki vardı. Çünkü Yemen o zamanlar îran kontrolündeydi. Peygamber (s.a.v.) îran kra İma kendi Peygamberliğini ilan eden ve îslâm'a çağıran bir mektup gönderdi. Belki bu mektubu yazarken büyuK ümitleri yoktu. Fakat yine de başka bir girişimde bulunmadan Önce ona seçme hakkı tanımak istemişti. Bu ûç ışıktan ikincisi ile Suriye kalelerini görmüş ve buradan da İslâm'ın, oralara ve daha da batıya yayılacağını anlamıştı. Bu nedenle İran kiralına yazdığı mektuba benzer bir mektup da Roma İmparatoru Herakliyus'a yazdı. Bu mektubu Suriye yöneticisi aracılığıyla gönderdi. Buna benzer bir mektup da İskenderiye'ye, Mısır Kralı Mu-kavkıs'a gönderildi. O sırada Kisra başka kaynaklardan Medine'nin gün geçtikçe güçlenen Arap kralının Peygamber Cs.a.v.) olduğunu iddia ettiğini duymuştu. Bu nedenle Yemen'deki va lisi Bâzân'ı, Muhammed Is.a.vJ'le ilgili ayrıntılı bilgi top laması için görevlendirdi. Bâzân, Medine'ye, etrafı gözlemeleri için iki elçi gönderdi. İki elçi İran'da yaygın olan bir geleneğe uyarak sakallarını traş edip bıyıklarını uzatmışlardı. Onların görünüşü Peygamber (s.a.v.)'e garip geldi ve: «Size böyle yapmanızı kim emrediyor?» dedi. Onlar da Kisra'yı kastederek «Rabbimiz» dediler. Peygamber (s.a.v.): «Benim Rabbim, sakalımı uzatmamı ve bıyığımı ki saltmamı emrediyor» dedi. Daha sonra onları, yarın gelmelerini söyleyerek gönderdi. O gece Cebrail geldi ve Peygamber (s.a.v.)'e İran'da ayaklanma olduğunu, Kisra'nm öldürülüp yerine oğlunun geçtiğini haber verdi. Elçiler geldiğinde bu haberi onlara ulaştırdı ve onlara bu haberi Yemen valisine ulaştırmalarını emretti. «Ona benim dinimin ve İmparatorluğumun Kisra krallığının ötesine ulaşacağım söyle, ona benden bunu ilet: islâm'a gir, sahip olduğun şeylerde seni destekleyeyim ve seni Yemen halkına kral tayin edeyim.» Elçiler ne düşüneceklerini bilemeden San'a'ya döndüler ve mesajı Bâzân'a ulaştırdılar. O «Ne olduğunu göreceğiz. Eğer söyledikleri doğruysa o gerçekten Allah'ın gönderdiği bir Peygamber» dedi. Fakat O, iran'da neler olduğunu anlamak üzere bir elçi göndermeye fırsat bulamadan, yeni Şah olan Siroes'in bir adamı geldi. Yeni Şah'm onlardan bağlılık istediği haberini getirdi. Bâzân ona cevap vereceği yerde İslâm'a girdi. Yanındaki iki elçi-ve diğer iranlılar da Müslüman,oldular. Daha sonra Medine'ye haber gönderdi, Peygamber (s.a.v.) de ona Yemen'i yönetme görevini verdi. Bu, Hendek'te gördüğü ilk ışığın va'dinin yerine geldiğini gösteriyordu. Peygamber (s.a.v.) 'in mektubu Medain'e Kisra'nm ölümünden sonra ulaştı. Bu nedenle mektubu ondan sonra gelen Şah okudu ve yırttı. Peygamber s.a.v.) bunu haber alınca «Ya Rabbi, aynı şekil de sen de onun krallığını parçala» dedi. Hacılar döndükten sonraki ilk haftalardan birinde Peygamber'in (s.a.v.) hayatına, şimdiye kadar hiç kullanılmayan bir silahla saldırıldı. Arabistan'daki yahudiler arasında her nesilde büyücülüğü bilen bir iki kişi olurdu. Bunlardan biri olan ve bu ilmin kendisi ile birlikte ölmesini İstemeyerek kızlarına da öğreten Lebid adında bir yahudiy-di. Lebid, Peygamber (s.a.vj'e öldürücü bir büyü yapması için büyük bir rüşvet almıştı. Bu amacını yerine getirebilmesi için onun bir tutam saçına ihtiyacı vardı. Bunu da kızlarından biri, masum bir kişiyi kullanarak elde etti. Labîd saça on bir düğüm attı, kızları da her düğüme bir şeyler üflediîer. Daha sonra bunu, üstünde polen tozu kılıfları bulunan dişi bir hurma filizine bağladı ve derin bir kuyuya attı. Büyü ancak düğümlerin açılmasıyla çözülebilirdi. Peygamber (s.a.v.) kısa bir süre sonra bîr şeylerin kötüye gittiğini anladı. Bir taraftan hafızası zayıflıyor, diğer taraftan yapmadığı şeyleri yapmış gibi hayal ediyordu. Yamsira çok zayıflamıştı ve' yemek sunulduğunda kendisinde yiyebilecek gücü bulamıyordu. Kendini iyileştirmesi için Allah'a dua ediyor ve uykusunda biri başında, diğeri ayağında iki kişinin oturduğunu farkediyordu. Peygamber (s.a.v.), onlardan birinin diğerine onun hastalığının gerçek sebebini, anlattığını ve kuyunun adını verdiğini duydu1. Uyandığında Cebrail geldi ve rüyasını doğrulayarak biri beş, biri altı âyetten oluşan iki sure getirdi. Peygamber (s.a.v.) Ali (r.)'yi bu sureleri okuması için kuyuya gönderdi. Her âyette düğümün biri çözüldü ve hepsi çözüldüğünde Peygamber Cs.a.v.) hem madden hem de manen iyileşmişti[3]. Bu surelerden ilki şuydu: «De ki: Sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığın şeylerin şerrinden, Karanlığı çöfetügü zaman gecenin şerrinden, Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden, Ve kased ettiği zaman kasetçinin şerrinden.» (Felak Suresi} İkincisi ise şöyleydi: «De ki: insanların Rabbine sığınırım, insanların mâlikine, insanların (gerçek) ilahına. Sinsice kalblere vesvese »f kuşku düşürüp duran, vesveseci-nın şerrinden Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar), Gerek cinlerden, gerekse İnsanlardan (olan her hannastan Allah'a sığınırım» (Nas Sûresi)[4] Bu sureler Kur'an'm en son sureleridir ve kötülüklerden sakınmak için sürekli okunur. Peygamber (s.a.v.) o kuyunun doldurulup yanında başka bir kuyunun açılmasını emretti. Kendisine bir rüşvet karşılığında büyü yaptığını itiraf eden Labid'e haber gönderdi, fakat ona karşı bir girişimde bulunmadı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] 'Bu adam o kadar ateşli ki, yakında annesi onun yasını tutacak» anlamına gelen bir deyim. [2] W. 624-9; B. LIV, I. I. 751-3 [3] Beyzavi'nin Felak suresi tefsiri. [4] (Nas). Bazı alimlere göre bu iki sure bu olay için inmemiş, fakat Peygamber'e daha önceden Mekke'de iken (Hicretten önce) indirilmiştir. |
5. sayfa (Toplam 8 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |