sufiforum.com http://www.sufiforum.com/ |
|
Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=24&t=5136 |
4. sayfa (Toplam 8 sayfa) |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:08 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
46. Beni Kaynuka Uzun süreden beri, yahudilerin, Peygamber (s.a.v.î'le yaptıkları anlaşmaya uymadıkları ve çoğunun müşrik put-^ perestlori, tek-tannya inanan müslümanlara tercih ettikleri biliniyordu.. Vahy, bazı yahudilere güvenilebileceğini belirtmekle birlikte, topluluk olarak, müslümanlan onlara karşı uyarıyordu. Peygamber (s.a.v.} ve arkadaşları bunun farkında olmaları için âyetlerle uyanlıyorlardı: «Ey İman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. On-tar sise kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler, sîze zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağız-taundan dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha hu yüktür». (M'i imran: 118). Yahudilerin, yeni dini altetme ve Yesrib'i eski haline çevirme girişimlerinde tek ümitleri Peygamber fs.a.v.)'in kendi kabilesine dayanıyordu. Peygamber (s.a.v.)'in tüm hareketleri hemen Mekke'ye haber veriliyordu. Kureyşli-ler, yahudi yerleşim bölgelerinin uzagındaki Güney Medine'ye -Peygamber (s.a.v.)'in mescidinin yarım günlük yol uzağına- saidınrlarsa, yahudfler geriden kureyş ordusunu takviye etme olanağına sahiptiler. «Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler», (Ali ttn120), Yahudiler bunu Bedir zaferine karşı tutumlarıyla göstermişlerdi. Zafer haberleri geldiğinde Kaynuka, Kurayza ve Nadir kabileleri üzüntü ve hayal kırıklıklarını gizleye-mediler. Eşref oğlu Ka'b'ın durumu ise çok şaşırtıcıydı. Babası Tayy kabilesinden bir Arap olmasına rağmen Ka'b, annesi bir yahudi olduğu için kendini Nadir kabilesinin bir üyesi sayardı Hatta, zenginliği, güçlü kişliği ve şairliği nedeniyle kabilenin ileri gelenlerinden biri olmuştu. Zeyd ve Abdullah, Kureyş'İn ileri gelenlerinden bir çok kişinin savaşta öldüğü haberini getirince Ka'b kendini tutamaya-rak bağırdı: «Tanrıya andolsun, eğer Muhammed (s.a.v.) bu adamları öldürdüyse, yerin altı üstünden daha iyi». Getirilen haberlerin gerçek olduğunu öğrenince, Peygamber (s.a.v.)'in dönmesini beklemeden hemen Mekke'ye doğru yola çıktı. Orada öldürülen Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve diğerleri için bir ağıt yazdı. Bunun yanısıra Mekke'lileri büyük bir ordu hazırlayıp Yesrib'e saldırarak öçlerini almaları için teşvik etti. Ka'b'ın etkinliklerinin haberleri Medine'ye ulaşmıştı. Fakat o an için Ka'b çok uzaklardaydı ve müslümanların, onun kabilesinden başka bîr yahudi kabilesiyle görülecek hesaplan vardı. Peygamber (s.a.v.) özellikle Beni Kaynu-ka'nın ihanet ve kötü etkinliklerine karşı uyanıktı. Çünkü Abdullah Ibn Selam eskiden onların ileri gelenlerinden biriydi ve onların taktiklerini iyi biliyordu. Bunun yanısıra Beni Kaynuka, münafıkların başı Hazreç'li îbn Ubeyy'in müttefiki idi. Onların varlığı şehirde, diğer yahudi kabilelerine nazaran daha çok hissediliyordu. Çünkü yerleşim merkezleri şehre çok yakındı, oysa Evs'in müttefikleri olan Beni Nadir ve Beni Kurayza şehrin dışında yer alıyorlardı. Kısa bir süre Önce Peygamber fs.a.v.), şu emri almıştı: «Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla (onlarla olan anlaşma mimini ve diplomatik ilişkiyi yüzlerine) at. Gerçekten Allah, ihanet edenleri , sevmez». (Enfal: 58). Fakat vahiy şu durumu da belartiyordu: «Eğer onlar bartşa eğitim gösterirlerse, sen de ona eğitltm. göster ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir». (btfaİ: 61). Bu yüzden Peygamber (s.a.v.) barışçı yollardan halledilebilecek sorunlar karşısında geri dönülmez faaliyetlere girişmek istemiyordu. Bunun bir göstergesi olarak Be-rtir'den hemen sonra, yahudilerin Medine'nin güneyindeki pazar yerlerine gitti. Bedir'deki mucize üzerinde düşünmeleri onları imana getirebilirdi. Bu yüzden Peyg"anıber ts.a.v.) onları, Kureyş'in üzerine inen Allah'ın azabını kendi üzerlerine çekmemeleri için uyardı. Onlar ise şu cevabı verdiler: «Ey Muhammed, bu seferki başarın seni aldatmasın. Karşılaştığın kişiler savaş konusunda bilgisizdi, bu nedenle sen onların en iyilerini öldürebildin. Fakat, Tanrıya andolsun, seninle biz savaşsak, o zaman asıl korkulacak olanların biz olduğumuzu anlayacaksın». Peygamber Cs.a.v.) geri döndü ve onlardan ayrıldı. Onlar, bu seferlik zafer kazandıklarını zannettiler. Birkaç gün sonra aynı pazar yerinde, gerginliği doruk noktasına ulaştıran bir olay meydana geldi: Mal almak veya satmak için çarşıya gelen bir müslüman kadına, bir yahudi kuyumcu fena halde hakaret etmişti. O sırada orada bulunan Ensardan biri hemen kadını savunmaya başladı ve kavga sırasında hakaret eden adam öldürüldü. Bunun üzerine yahudiler hemen üzerine saldırıp müslümanı öldürdüler. Müslümanın ailesi öçlerinin alınmasını istedi ve tüm Ensan kendi tarafında topladı. Ikı taraftatı da kan dökülmüştü. Eğer yahudiler, Peygamber (s.a.v.) 'in anlaşmaya uygun hareket etmesini isteselerdi, mesele kolayca halledilebilirdi. Fakat yahudiler, müslümanlara bir ders vermenin zamanı geldiğini düşünüyorlardı. Bu amaçla daha önceden müttefikleri olan Hazreç'li îbn Ubey ve Uba-de îbn Samit'e haber gönderdiler. Güçlerini toplayıp mûs-lümanlara saldırmayı plânlıyorlardı. Müslümanların dir'deki ordusunun iki katından fazla, yediyüz kişilik bir ordu kurabilecek güçleri vardı. Yanısıra, îbn Ubey ve Uba-de'nin adamlarına da güvenebilirlerdi. Artık Peygamber (s.a.vJ'e daha önceki tehditlerinin boş sözler olmadığını göstereceklerdi. Fakat gerçekte, bu tehditler onların kendi yenilgilerine sebep oldu. Birkaç saat içinde kendi ordularından daha büyük bir ordu tarafından tüm çevrelerinin sarılmış olduğunu görünce, çok şaşırdılar. Onlardan koşulsuz olarak teslim olmaları isteniyordu. Îbn Ubey, Ubade'ye danışmaya gitti; fakat Ubade Peygamber (s.a.v.)'le yapılan anlaşmadan önceki ittifak anlaşmalarının geçersiz olduğunu ve Kaynuka ile ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmediğini söyledi. îbn Ubey'e gelince, onun tabiatı, yıllardan beri bu denli güçlü müttefiklerle olan bağlarını bir anda kesmeye müsait değildi. Fakat onun, yahudiler gibi, hemşehrilerinin Peygamber Cs.a.v.'e ne denli bağlı olduğunu görmemesi imkânsızdı. Peygamber (s.a.v.)'e bağlanan bu adamların kendisiyle daha önceden varolan anlaşmalarını alteden başka bir anlaşmayla ona bağlandıklarını çoğu kez sınamıştı. îki yıl önce olsa, askerlerini toplayıp kolayca kuşatmayı kaldırabilirdi. Fakat şimdi Peygamber (s.a.v.)'in karşısında hiçbir şey yapamayacağını hissediyordu. Bu nedenle Beni Kaynuka kuşatma altında ümitle bekliyor, fakat yardım gelmeksizin günler geçtikçe ümitleri hayal kırıklığına dönüşüyordu. İki haftalık karşı koymanın sonunda kayıtsız şartsız teslim oldular. îbn Ubey kuşatmanın olduğu yere gelip, Peygamber (s.a.v.)'e yaklaştı ve: «Ey Muhammed, müttefiklerine iyi davran» dedi. Peygamber onu reddetti. îbn Ubey isteğini tekrarlayınca, yüzücü ondan çevirdi. Bunun üzerine îbn Ubey Peygamber (s.a.v.)'in arkasından, zırhını boyun kısmından tutup çekti. Peygamber (s.a.v.)'İn yüzü hiddetten karardı ve: «Beni bırak» dedi. îbn Ubey: «Tanrıya andolsun, onlara iyi davranmaya söz verinceye kadar yakanı bırakmayacağım. DÖrtyüz zırhsız ve üçyüz zırhlı adam onlar beni bütün siyah ve kırmızı adamlara kargı korudular. Onları bir anda kesip öldürecek misin?» dftdi «Sana onların hayatlarını bağışlıyorum» dedi, Peygamber [1]Fakat yeni gelen vahy, kendisiyle yapılan aafegmayı bozanlarla ilgili şöyle diyordu: «Savaşta ontart yakalarsan, öyle darmadağın et kt, onlarla ar-kotamdan gelecek olanlar (ı yıldır). Umulur ki ibret alırlar». (En* fat: 57). Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Beni Kaynuka'lı-lann bütün değerli mallarını bırakıp sürgün edilmelerine karar verdi. Onları vadiden çıkarmakla da Ubade İbn Sa-mlt'i görevlendirdi. Kaynuka'lılar ilk önce kuzey-batıda, vadi el-Kura'daki yahudi akrabalarının yanına sığındılar, daha sonra onların yardımıyla Suriye sınırında bir yerleşim merkezi kurdular. Yahudiler Medine'de metal işçiliği ve ticaretiyle uğraşıyorlardı. Bu nedenle, Peygamber (s.a.v.) ganimetlerin beşte birini kendisi ve devletin giderleri için aldıktan sonra geriye kalan ganimetler, Ensar ve Muhacirlerin zengin savaş aletlerine sahip olmasını sağladı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Siyah ve kırmızı, her ırktan insan, yani tüm insanlar anlamına gelir. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:09 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
47-48. Ölümler Ve Evlilikler Peygamber (s.a.v.Vin Bedir'den döndükten sonra yaptığı ilk işlerden biri, kızı Fatuna İle birlikte, Rukıyye'nİn mezarını ziyaret etmek oldu. Bu, onların, Hatice'nin ölümünden sonra yaşadıkları en büyük kayıptı. Fatıma, ablasının ölümünden çok etkilenmişti. Mezarın kenarında babasının yanma oturmuş, gözünden yaşlar boşanıyordu. Babası onu teskin etmeye çalıştı ve cübbesinin ucuyla gözyaşlarını sildi. Peygamber Cs.a.v.) kısa bir süre önce ölünün arkasından ağıt tutmanın aleyhinde bazı şeyler söylemişti. Fakat söyledikleri yanlış anlaşılmıştı. Mezarlıktan geri döndüğünde Ömer (r.)'in. Rukiyye ve Bedir şehitlerinin arkasından ağlayan kadınlara bağırdığım duydu. «Ömer, bırak ağlasınlar» dedi ve şunları ekledi: «Kalbten ve gözden gelen Allah'tan ve merhametindendir. Fakat elden ve düden gelen şeytandandır»[1] El ile göğsü dövmeyi ve yüzlerini yutmayı, dil ile de bağırıp çağırarak ağıt yakmayı kastediyordu. Fatıma, Peygamber (s.a.v.)'in en küçük kızıydı ve yirmi yaşma gelmişti. Peygamber (s.a.v.) ailesi içinde, Ali (r.)'nin ona en uygun eş olduğundan bahsetmişti, fakat normal bir anlaşma yapılmamıştı. Ebu Bekir (r.) ve Ömer ir.) Fatıma (r.)'yı istemişler, fakat Peygamber (s.a.v.) onları, kızını bir başkasına vereceğini söyleyerek değil, Allah'tan bir emir gelmesini beklediğini öne sürerek geri çevirmîştL Bedir'den sonraki ilk haftalardan birinde, artık evlilik zamanının geldiğini düşünerek Ali'yi kızım resmen istemesi için teşvik etti. Ali ilk başta fakirliğini düşünerek tereddüt etti. Babasından hiç bir miras almamıştı. İslam, kafir bîr babaya mü'min bir evlâdın varis olmasını yasaklıyordu. Fakat buna rağmen, Mescid'in yakınında küçük bir evi vardı. Peygamber (s.a.v.)'in isteklerini de bildiği için Fatuna'yı istemeye karar verdi. Resmi anlaşma yapıldıktan sonra Peygamber (s.a.vJ, düğün yemeği verilmesi üstünde durdu. Bir koç kurban edildi, Ensardan bazıları da un ve buğday hediye „ ettiler. Hem gelinin hem de damadın kuzeni olan Ebu Seleme, düğünde en büyük yardımları yapan kişiydi. Çünkü O, Ali'nin babasına, kendisini Ebu Cehil V0 diğer düşmanlardan koruduğu için borçluydu. Bu nedenle Ümmü Seleme, Aişe ile birlikte çiftin oturacakları evi düzenleyip hazırlamaya gitti. Nehir yatağından yumuşak itum getirilmişti. Evin toprak zeminine bu kumdan yaydılar. Gelin yatağı bir koyun derişiydi, yorgan olarak da Yemen'den gelen çizgili soluk renkli bir kumaşı kullanacaklardı. Bir derinin içine hurma lifle-riyle doldurarak da yastık hazırladılar. Daha sonra, eusiî yemeğin yanısıra misafirlere verilmek üzere incir ve hurma hazırlayıp, su kabını su ile doldurdular. Genelde herkes bu düğün ziyafetinin o zamanda Medine'de verilen en güzel ziyafet olduğu kanısında birleşiyordu. Peygamber (s.a.v.), artık misafirlerin çifti yalnız bırakmaları gerektiğini gösteren bir işaret olarak ayağa kalktı ve Ali'ye kendisi geri dönene dek karısına yaklaşmamasını söyledi. Bütün misafirler gittikten hemen sonra geldi. ÜmraÜ Eymen (r.) hâlâ orada yemekten sonraki dağınıklığı toplayıp odayı düzene sokmaya çalışıyordu. Peygamber (s.a.v.) 'in hayatında sadece sözkonusu kişinin paylaştığı birçok Özel olay vardır. Bu kişilerden biri de Ümmü Eymen*di. Peygamber (s.a.v.) içeri girmek için izin istediğinde, Ümmü Eymen kapıya geldi. Peygamber: «Kardeşim nerede?» diye sordu. Ümmü Eymen: «Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Basulü» dedi, «Kızını onunla evlendirdiğin halde, o senin nasıl kardeşin olur?» Peygamber (s.a.v.) : «Gerçekten, kardeşimdir» dedi. Daha sonra Ümmü Eymen'den bir miktar du getirmesini istedi, o da getirdi. Sudan bir ağız dolusu alıp ağzını kapattı, daha sonra suyu tekrar kabın içine boşalttı. Ali geldiğinde onu önüne oturttu. Eline bir miktar su alıp Ali'nin omuzlarına, göğsüne ve kollarına serpti. Daha sonra Fatıma'yı çağırdı. Fatıma (r.) babasına karşı duyduğu saygıdan elbisesinin içinde hafif sekerek geldi. Peygamber (s.a.v.) ona da Ali'ye yaptığı gibi yaptı; onlara ve evlâtlarına dua etti.[2]. Bedir'den sonraki yıl Ömer (r.)'in ailesi iki büyük kayıpla karşılaşmıştı. Bunlardan ilki kızı Hafsa (r.)'nın kocası Huneys'in ölümü idi. Huneys, Habeşistan'a ilk gidenler arasındaydı; oradan döndükten sonra Hafsa ile evlenmişti. Hafsa, dul kaldığında sadece on sekiz yaşındaydı; hem güzeldi, hem de iyi yetiştirilmişti. Babası gibi o da okuma-yazma bilirdi. Ömer (r.l, Rukiyye (r.)'nin ölümüyle Osman (r.)'ın çok yalnız kaldığını görerek, Hafsa ir.)'yi ona teklif etti. Osmun düşüneceğini söyledi, fakat birkaç gün sonra gelip Ömer'e şu an için evlenmemesinin daha iyi olacağını söyledi. Ömer (r.) hem hayal kırıklığına uğramış hem de Osman (r.)'ın red cevabına incinmişti. Fakat Ömer kızma iyi bir koca bulmaya kararlıydı, bu yüzden gidip Ebu Bekir'e teklif etti. Ebu Bekir ona kaypak bir cevap verdi. Bu, Ömer'i Osman'ın açık red cevabından daha çok incitti. Oysa Ebu Bekir (r.)'in reddetmesi akla yakındı : çok sevdiği bir zevcesi vardı' Osman (r.) ise bekârdı. Ömer, Osman'ı razı edebilmeyi umuyordu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.)'e bu konuyu açtı. Peygamber (s.a.v.) ona: -Üzülme» dedi, «Çünkü, Allah sana ondan daha iyi bir damat, ona da senden daha iyi bir kayınpeder verecek». Ömer gülümseyerek, «Öyle olsun» dedi, çünkü bir iki saniye düşününce, iki durumda da tercih edilen iyi adamın Peygamber (s.a,v.) olduğunu anlamıştı. Peygamber Cs.a.v.), Hafsa'yla evlenerek iyi damat, Rukiyye (r.)'nin küçük kardeşi Ümmü Gülsüm (r.)'ü de Osman (r.)'a vererek iyi bir kayınpeder olacaktı Bundan sonra Ebu Bekir, Ömaı'e kendisine evlilik teklif edildiğinde neden öyle davrandığını açıkladı: Peygamber (s.a.v.) hiç kimseye söylememesi şartıyla ona bu plânından bahsetmişti. Hz. Osman (rj'la Ummü Gülsüm'ün evlilikleri önce oldu. Huneys'in ölümünden sonra, gerekli olan dört ay iddet bittiğinde ve Aişe ile Sevde'nin odalarının yanma bir oda daha yapıldığında, Peygamber (s.a.v.)'in evliliği de gerçekleşti. Bu, hemen hemen Bedir Savaşından bir yıl sonra meydana gelmişti. Hafsa'mn gelmesi evdeki uyumu bozmadı Bilâkis Aişe kendi yaşında bir arkadaşa sahip olduğu için seviniyordu. Bu, iki genç hanım arasında ölene dek sürecek bir arkadaşlığın başlangıcıydı. Aişe'nin hemen hemen annesi yaşında olan Şevde ise annelik merhametini, kendisinden yirmi yaş küçük olan bu yeni gelenden de esirgemiyordu. Evliliğin gerçekleştiği sıralarda Ömer'in kayın biraderi, yani Hafsa'mn dayısı Osman İbn Mazun öldü. O ve karısı Havle, Peygamber Cs.a.v.)'e çok yakındılar. Osman, Ashabın en çok zühd sahibi kişilerinden biriydi. İslam'ın vahyolunuşundan önce de o zühd ehliydi. Medine'ye hicret ettikten sonra ise Peygamber (s.a.v.)'den kendisini hadım ettirmek ve geri kalan ömrünü bir dilenci olarak geçirmek için izin istedi. Peygamber: «Ben sana iyi bir örnek değil miyim?» dedi. «Ben kadınlara yaklaşırım, et yerim, oruç tutarım ve iftar ederim. Kendisini veya diğer insanları hadım eden bizden değildir». Peygamber (s.a.v.) ds-man'ın, söylediklerini anlamadığını düşünerek başka bir fırsatta tekrar bu konuya değindi. «Ben senin için iyi bir örnek değil miyim?» dedi. Osman samimiyetle evet dedi ve sorunun ne olduğunu sordu. «Sen her gün oruç tutuyorsun» dedi Peygamber ts.a.v.), «Her geceyi de namazla ge-çiriyorsun». Osman, birçok kez Peygamber ts.a.v.)'in gece namazının ve orucun faziletlerini saydığını bildiği için -Evet, elbette öyle yapıyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.: «Öyle yapma,» dedi, «çünkü gözlerinin, bedeninin ve ailenin senin üzerinde haklan vardır. Bu nedenle oruç tut, iftar da et; namaz kıl, aynı zamanda uyumaya da vakit ayır.»[3] Hanif dininin bir ifadesi olarak, vahiy sürekli, her konuda Allah'a hamd ve şükretme konusunu vurguluyordu. «O, umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme {duyularını) ve gönüller verdi». (Naht: 78). «Onda 'sükun bulup-âurulmanız' için, kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun âye'tlerindendir. Hiç şüphe yok, bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten âyetler vardır». (Rum: 21). «De ki: Gördünüz mü, söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'm dışında size aydınlık verecek İlah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz? De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesil tisızce sürdürecek olsa, Allah'm dt~ şında size, içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yİne de görmeyecek misiniz? Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, içinde dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü varetti. Umulur ki şükredersiniz». (Kasas: 71-3). Osman tbn Mazun'un ölümünden hemen sonra, cenaze gömülmeden önce, Peygamber (s.a.v.), Aişe ile birlikte Havle'yi ziyaret etti. Aişe (r.) daha sonraki yıllarda bu olayı şöyle anlatıyor: «Peygamber (s.a.v.), Osman'ı öptü. Gözünden Osman'ın yüzüne yaşlar damladığını gördüm». Osman'ın cenaze töreni sırasında Peygamber (s.a.v.) bir kadının şöyle dediğini işitti: «Mes'ud ol ey Sa'ib'in babası, çünkü cennet senindir». Peygamber (s.a.v.) sertçe döndü ve: «Sana bunu bilme hakkını veren ne?» dedi. Kadın : «Ey Allah'ın Rasulü, O Ebu's-Sa'ib'dir» diyerek karşı çıktı. Peygamber (s.a.v.) : «Allah'a anciolsun, biz onun haklanda iyilikten başka bir şey bilmiyoruz» dedi. Daha son ra, ük karşı çıkışının Osman'a kaı*şı değil, hakkı olmadığı halde öyle konuşana karşı olduğunu belirtmek istercesine : «O, Allah'ı ve Rasulünü severdi» demeniz yeterdi» dedi.[4]. Ömer (r.), kayın biraderinin, şehit olarak değil de yatağında öldüğünü görünce, ona duyduğu saygıda bir azalma ve sarsılma olmuştu. Ömer daha sonraları bunu şöyle anlatıyor: «Osman İbn Ma'zun şehit olarak ölmeyip, yatağında ölünce gözümden düştü: «Bu dünyadan vazgeçmekte hepimizden üstün olan, fakat şimdi yatağında ölen şu adamı bırakın, dedim». Ömer (r.), Ebu Bekir (r.) ve Peygamber (s.a.v.) yatağında ölene kadar da böyle düşünüyordu. Fakat onların bu şekilde öldüğünü görünce kendisini anlayışsızlıkla suçladı. Kendi kendine şöyle dedi: «Yazıklar olsun sana, en iyilerimiz Öldü» -burada «yatağında öldü» demek istiyordu- Bundan sonra Osman İbn Ma'zun, Ömer'in kafasında eski saygınlığına kavuştu.[5] Mesciddeki üstü kapalı bölümün bir kısmı, barınacak yeri ve geçim kaynağı olmayan yeni gelenler için ayrılmıştı. Yararlanmaları için oraya yerleştirilen taş bir sıra nedeniyle onlara ehl-i Suffa denirdi. Mescid, Peygamber (s.a.v.)'in odalarının bir devamı gibi olduğu için, o ve ev halkı, kapılarının dibinde oturan ve gün geçtikçe birer ikişer artan bu fakirlere karşı sorumlu hissediyorlardı kendilerini. Bedir zaferi ile birlikte tüm Arabistan'daki kabileler ondan ve toplumundan bahsetmeye başlamışlardı, islam'ın mesajı gün geçtikçe daha fazla insanı çekiyordu Medine'ye. Bu nedenle Mescid'e bağlı odalarda oturanlar çok seyrek kendilerine düşen payı yiyebiliyorlardı. Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: «Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter[6]». Peygamber (s.a.v.) genelde güzel ve hafif kokuları sevdiği gibi, kötü kokulara, özellikle de kendisinin veya başkasının nefesinin kötü kokmasına karşı duyarlıdır. Aişe (r.), onun eve girdiğinde yaptığı ilk işin yeşil hurma ağacından yapılma misvağını almak olduğunu söylerdi. Yolculukta ise Abdullah îbn Mes'ud (r.) yanında Peygamber (s.a.v.) için yedek bir misvak bulundururdu. Ashab da Peygamber (s.a.v.)'in misvak kullanma ve yemekten sonra ağız yıkama alışkanlığına uyarlardı. Açlık bile onun bu aşırı duyarlılığım etkilemezdi. Fa-'kat bu duyarlılığı her zaman başkalarının da kendisiyle paylaşmasını beklemezdi. İslam'ın yasaklamadığı ve Peygamber (s.a.v.) 'in kendisi yemediği halde arkadaşlarına yemeleri için ısrar ettiği bazı yiyecekler vardı. Bunlardan biri Mekke'de bulunmayan, fakat Yesrib ve başka yerlerde çok rastlanan büyük kertenkelelerdi. Bazen O, başkalarının yemesini yasaklamadan bir yemeği yemeyi reddederdi. Bir keresinde, Ensar'dan biri ona hediye olarak türlü yemeği getirdi. Peygamber (s.a.v.) tam yemekten tadacakken onda ağır bir sarmısak kokusunun olduğunu far-ketti, hemen elini çekti. Yanında olanlar da onun elini çektiğini görünce ellerini çektiler, Peygamber (s.a.v.) onlara: «Ne oldu?» diye sordu. «Sen elini çektin, bu yüzden biz de ellerimizi çektik» dediler. O: Allah'ın adıyla yemeye başlayın» dedi, «Sizin konuşmadığınız kişiyle ben çok yakın sohbette bulunmak zorundayım.[7] Oıilar bu yakın kişinin Cebrail olduğunu hemen anladılar. Yemek hazırlanmış ve Önlerine getirilmişti; bu nedenle israf edilmemeliydi. Bununla birlikte Peygamber (s.a.v.) genelde onları, soğan ve sarmısak yememeleri, özellikle Mescid'e gitmeden önce buna dikat etmeleri için uyarırdı[8] Fatıma (r.), evlenmeden önce bir bakıma ehl-i Suffa'-ya ev sahipliği yapıyordu. Fedakârlıklar, Peygamber (s.a.v.) ve ailesinin güncel yaşamının bir parçası olduğu halde Fatıma, şimdiye kadar eksikliğini hiç hissetmediği bir sorunla karşı karşıyaydı. O, hiç bir zaman kendisine yardım eden ellerin eksikliğini duymamıştı. Kardeşi Ümmü Gül-süm'ün yanısıra Ümmü Eymen de her an yardıma hazırdı. Ümmü Süleym (r.) on yaşındaki oğlu Enes CrJ'i Peygamber Cs.a.v,)'e hizmetçi olarak vermişti. Enes yaşının ötesinde düşünce ve akıl sahibi bir çocuktu. Annesi Ummü Süleym ile ikinci kocası Ebu Talha da her an yardıma hazır bir şekilde beklerlerdi. İbn Mes'ud ise ev halkından biri sayılabilecek kadar Peygamber (s.a.v.î'e yakındı. Abbas da kısa bir süre önce, Mekke'ye döndükten sonra kölesi Ebu Rafi'yi Peygamber (s.a.v.)'e hediye olarak göndermişti. Peygamber (s.a.v.) onu azat etmiş, fakat özgürlüğüne kavuşması onu, Allah'ın Rasulüne hizmet etmekten alıkoymamıştı. Bir de uzun süreden beri onların hizmetine koşan Osman İbn Ma'zun'un dul eşi Havle vardı. Fakat Fatuna'nın. yanında şimdi bu yardım eden ellerden hiçbiri yoktu. Aşın fakirliklerini gidermek için. Ali (r.) su çekiyor ve taşıyor, Fatrma ise buğday öğütüyordu. «Ellerim kabarıncaya kadar öğüttüm» dedi bir gün Ali'ye Ali de ona: «Ben de omuzlarım ağrıyıncaya kadar su çektim. Allah babana bir çok köle vermiş, git ve onlardan birini hizmet etmesi için iste» dedi. Fatıma hemen Peygamber Cs.a.v.)'in yanına gitti. Babası onu görünce- «Seni buraya getiren ne küçük kızım?» diye sordu. Fatıma, babasına duyduğu saygıdan evdeki niyetini söyleyemedi ve: «Seni selamlamak için geldim» dedi. Eli boş dönünce Ali Cr.) ona: «Ne yaptın?» diye sordu. «İstemeye utandım» dedi, Fatıma (r.). Bunun üzerine ikisi birlikte gidip Peygamber Cs.a.v.)'e isteklerini bildirdiler. Fakat Peygamber (sa..v.) onların hizmetçiye diğerlerinden daha az ihtiyaçları olduğunu öne sürerek isteklerini geri çevirdi. «On-lan size verin de ehl-i Suffa'nm açlıktan kıvranmasını istemem. Onları besleyecek kadar gelirim yoK. Sadece elim-dekini avucumdakini satarak onları besleyebiliyorum» dedi. Ali (r.) ile Fatıma Cr.) biraz düş kırıklığı içinde evlerine döndüler. Fakat o gece, onlar yattıktan sonra kapıda içeri girmek için izin isteyen Peygamber (sa.v.)'in sesini duydular. Ona hoş geldin diyerek yataktan kalktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Olduğunuz yerde kalın» dedi ve yanlarına oturdu. «Size benden istediğinizden daha değerli bir şey vereyim mi?» diye sordu. Onlar evet dediklerinde ise şunları söyledi: «Cebrail bana şöyle öğretti. Her namazdan sonra on defa Elhamdülillah (Hamd Allah'adır), on defa Sübhanallah (Allah teşbih edilendir) ve on defa Allahu Ekber (Allah büyüktür) deyin. Yattığınız zaman da herbirini otuz üçer defa tekrarlayın». Ali ileriki yıllarda şöyle derdi: «Allah'ın Rasulü bize bunları öğrettikten sonra, bir kez bile onları okumayı ihmal etmedim» Ali (r.) ile Fatıma (r.)'nın evleri Mescid'den çok uzak değildi, fakat Peygamber (s.a,v.) kızının kendisine daha da yakın olmasını istiyordu. Evliliklerinden birkaç ay sonra Peygamber (s.a.v.)'in uzaktan akrabası .olan Hazreç'li Harise Peygamber (s.a.v.) 'e geldi ve şöyle dedi: «Ey Allah'ın Basulü, Fatıma'yı daha da yakınma getirmek istediğini duydum. Benim evim Neccaroğulları arasında sana en yakın evdir, şimdi onu sana veriyorum. Ben ve mallarım, Allah ve Rasulü içindir. Benden birşeyler alırsan, almamandan daha çok sevinirim.» Peygamber (s.a.v.) ona dua etti ve hediyesini kabul etti. Kızı ve damadını kendisine komşu olarak getirdi. Hârise'nin cömertliği ile Medine'de gerek kendisine gerekse diğerlerine karşı gösterilen cömertliğe çok seviniyordu. Fakat o sırada meydana gelen bir olay düş kırıklığı yarattı. Peygamber (s.a.v.) Evs'li Ebu Lübabe'yi takdir ederdi. Bedir Savaşı sırasında, onu Medine'de kendisini temsil etmesi için Revha'dan geri göndermişti. O yılın sonlarına doğru, Ebu Lübabe'nin velayetinde bulunan bir yetim Peygamber (s.a.v.)'e geldi. Velisinin, kendisine ait olan bir hurma ağacına sahip çıktığını söyledi. Ebu Lübabe'ye haber gönderdiler. Ebu Lübabe ağacın kendisinin olduğunu iddia etti, gerçekten de öyleydi. Peygamber (s.a.v.) meseleyi öğrenince Ebu Lübabe'nin lehine karar verdi. Fakat uzun süreden beri ağaca sahip olduğuna kendisini alıştıran yetim çok üzülmüştü. Bunu gören Peygamber (s.a.v.) Ebu Lübabe'den ağacı kendisine hediye olarak vermesini istedi, fakat Ebu Lübabe kabul etmedi. Peygamber (s.a.v.) : «Ey Ebu Lübabe, o zaman ağacı bu yetime hediye et, Cennette karşılığını bulursun» dedi. Fakat olaylar Ebu Lübabe'nin duygularını etkilemişti, bu nedenle yine kabul etmedi. O sırada Ensardan biri, Sabit Ibn ed-Dehdahe (r.î, Peygamber'e: «Ey Allah'ın Rasulü, ben bu ağacı alıp bu yetime versem aynısını cennette bulacak mıyım?» diye sordu. «Elbette bulacaksın» cevabını alınca hemen Ebu Lıibabe'den bir hurma bahçesi karşılığında o ağacı aldı. tbn ed-Dehdahe ağacı yetime verdi[9] Peygamber is.a.v.) onun adına çok sevinmiş, fakat Ebu Lübabe adına üzülmüştü. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. S. VIII, SS4. [2] I. S. Vin, 12-15. [3] I. S. 111/1,289. [4] I. S. 11/1, 289-90. [5] Age. [6] M. XXXVI, 176. [7] I. S. 1/2, no. [8] B. XCVI, 24. [9] W. 505 246 |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:10 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
49. Düzensiz Saldırılar Bedir'in ve onu izleyen küçük seferlerin önemli bir sonucu da, Cuheyne ve Kızıl Deniz'deki diğer komşu kabilelerin Medine'yle müttefik olmasıydı. Bu, Mekke kervanlarının Suriye'ye giden sahil yolunu kesmek demekti ve şu soruyu akla getiriyordu: Doğu, batı ve kuzeyden kervan yollarını kontrol altına alarak Kureyş'i zayıf bir konumda bırakmak mümkün değil miydi? Bu gizli tehlike Ku-reyşlilerin gözünden kaçmıştı. Fakat Kureyşliler, Kuzeydoğudaki, Basra körfezinde Irak'a giden yol üzerindeki Süleym ve Gatafan kabileleriyle ittifaklarını güçlendirmişler; di. Bu kabileler Mekke ve Medine'nin doğusundaki Necd ovasında yaşıyorlardı. Mekke'den giden kervanlar yedinci konaklarını Süleym kabilesinin verimli topraklarında yapıyorlardı. Kureyşliler özellikle bu kabileyi, Yesrib sınırlarını yağmalama konusundaki hiçbir fırsatı kaçırmamaları için teşvik ediyorlardı. Bunu takip eden aylardan birinde, Peygamber (s.a.v.) vahanın doğusundan yapılacak olan üç saldırıya karşı uyarı aldı. Bu saldırılardan ikisini Süleym, birini Gatafan kabilesi yapacaktı. Her seferinde onlar saldırıya fırsat bulamadan, onları kendi yerleşim bölgelerinde bastırdı ve onun geldiği haberini duyan kabile adamları kaçtılar. Fakat bu yürüyüşlerden biri özellikle başarılıydı. Gatafani kabilesinin Sa'lebe ve Muharip kollarına karşı yapılan yürüyüşte, Peygamber (s.a.v.) Necd'İn kuzeyindeki kayalıklarda gizlenen bu bedevileri, Sa'lebe'den müs-lüman olmuş bir bedevinin rehberliğinde bastırmak istedi. Oradan kuzeye doğru Muharip kabilesinin yerleşim bölgesine doğru ilerlerken yağmur başladı. Aralarında Peygamber (s.a.v.)'in de bulunduğu bir grup adam, sığınmaya fırsat bulamadan ıslandılar. Peygamber (s.a.v.) adamlardan biraz uzaklaştı, bir ağacın yanında soyunup giyeceklerini ağaca astı ve kurumasını bekledi. Ağacın altında yatarken onu uyku bastırdı. Onların bu hareketleri görmedikleri birçok kişi tarafından gözleniyordu. Peygamber (s.a.v.) uyandığında karşısında kılıcını çekmiş bir adam buldu. Adam, Peygamber (s.a.v.)'in haber aldığı saldırıdan sorumlu olan Muharib'in şefi Du'sur idi. «Ey Muham-med» dedi, «Bugün seni bana karşı kim koruyacak?» Peygamber (s.a.v.) : «Allah» dedi. Bunun üzerine Cebrail, beyazlar giymiş bir adam olarak göründü ve adamı göğsünden geriye doğru itti. Kılıç Du'sur'un elinden düştü, Peygamber (s.a.v.) de kılıcı aldı. Cebrail, Du'sur'un önünden kayboldu. Du'sur bir melek gördüğünü anlamıştı. Peygamber (s.a.v.) : «Seni bana karşı kim koruyacak?» diye sordu. Du'sur: «Hiç kimse» dedi ve şu sözlerle devam etti: «Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'irt Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederim». Peygamber (s.a.v.). adama kılıcını geri verdi. Birlikte müslümanlann kamp yerine gittiler ve Du*sur'a din konusunda bilgi verildi. Du'sur daha sonra kabilesinin yanına döndü ve onlara İslam'ı tebliğ etmeye başladı. Ordu Necd'den dönene dek Ka'b İbn Eşref Mekke'den ayrılmış ve Medine'den çok uzakta olmayan Beni Nadir kabilesi arasındaki evine ulaşmıştı. Onun Kureyş'i öc almağa teşvik eden şiirlerinin yanısıra, Peygamber (s.a.v.)'i ve arkadaşlarını aşağılayan şiirleri de vardı. Arabistan'da tutulan bir şan* insanların tümünün görüşünü temsil ediyordu denebilir. Çünkü böyle bir şairin mısraları dilden dile dolaşırdı. Şair eğer iyi ise İyilik kaynağı, kötü ise de kötülük kaynağı olurdu. Birgün Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etti: *Yarabbi, beni Ka'b îbn Eşref ten kurtar. Sen dilediğinden kurtarırsın. O hem kötülük yayıyor hem de kötü şiirler okuyor.» Ve yanındakilere: «Kim, bana bu kadar kötülük yapan îbn Eşrefe karşı çıkar?» îlk gönüllü, Evs'Ü Sa'd îbn Muaz (r.)'m kabilesinden Muhammed Îbn Mesleme (r.) idi. Peygamber (s.a.v.) ona Sa'd'a danışmasını söyledi ve dört gönüllü daha bulundu. Bu beş gönüllü, yalan söylemeden, hile yapmadan îbn Eşrefe yakiaşı-lamayacağını biliyorlardı. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v)'in bunları yasakladığından da haberdardılar. Bu yüzden Peygember (s.a.v.) 'e gittiler ve ona zihinlerini meşgul eden bu konuyu açtılar. Peygamber (s.a.v.) onlara, amaçlanna ulaşmak için herşeyi söylemekte serbest olduklarını, çünkü savaşta hile ve yalanın serbest olduğunu ve Ka'b'ın da kendilerine savaş açtığını söyledi. Ka'b'ı aldatarak evinden dışarı çıkardılar ve öldürdüler. Paniğe kapılan Nadir yahudileri Peygamber (s.a.v.)'e gittiler ve başkanlarından birinin sebepsiz yerö öldürüldüğünü söylediler. Peygamber (s-.a.v.) gelenlerin çoğunun Ka'b gibi îslam'a düşman olduklarını biliyordu. Bunu hayal kırıldığı içinde kabul etmek zorunda kaiöı. Fakat ya-hudilere, düşmanca düşüncelere hoşgörü gösterilse de, düşmanca etkinliklere hoşgörü gösterilemeyeceği bildirilmeliydi. «Eğer o da kendisi gibi düşünen diğerleri gibi davransaydı, haince öîdürülmezdi. O bizi incitti ve aleyhimize şiir yazdı; sizden hanginiz bunu yaparsa öldürülecektir.»[1]. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) onları bağlılık anlaşmasından başka özel bir anlaşma yapmaya, davet etti. Onlar da kabul ettiler. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 192 |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:12 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
50. Savaş Hazırlıkları Mekke'liler Kızıl Deniz kervan yolunu kaybettiklerini üzüntüyle farkettiler. Tek seçenek olan diğer yolun ise bir dezavantajı vardı: Necd'den geçen yola kuyular çok uzaktı. Fakat yaz aylan yakın olduğu için kervana su taşıyan bir kaç deve ekleyerek yolu güvenilir hale sokmak mümkündü. Kureyşliîer Irak'a yüzbin dirhem değerinde gümüş eşya taşıyan zengin bir kervan göndermek istiyorlardı. Kervan Safvan'ın yönetiminde yol alacaktı. Medine yahudilerinden bazıları bunu duymuş ve aralarında konuşuyorlardı. O sırada Ensardan biri onların söylediklerine kulak misafiri oldu ve duyduklarını hemen Peygamber (s.a.v.)'e haber verdi. Peygamber (s.a.v.), Zeyd (r.J'in kumandanlık yeteneği olduğunun, farkındaydı. Bu nedenle onu yüz atlının kumandasında kervanın yolunu kesmek üzere, yol üzerindeki su kaynaklarından biri olan Kerede'ye gönderdi. Ordunun küçük olması Zeyd'in plânım uygulamasını kolaylaştırıyordu. Ani ve görünmeden kervana saldırdılar. Bu ani saldırıdan korkan Safvan ve adanılan kaçtılar. Zeyd ve adamları yükleriyle birlikte tüm develeri alarak zafer içinde Medine'ye döndüler. Birkaç da köle elde etmişlerdi. Kerede felâketi, Mekke'lilerin Bedir'den beri süren savaş hazırlıklarının hızlandırılmasına neden oldu. Haram ay olan Recep'le birlikte, kış mevsimi ve M.S. 625 yılı geçmiş oldu. Bunu takip eden ayda Hafsa ile Peygamber (s.a.v.) evlendiler. Ramazan'm ve orucun gelişiyle birlik te müslümanlar büyük bir sevinç daha yaşadılar: Fatuna bir erkek çocuğu dünyaya getirmişti. Peygamber (s.a.v.), çocuğun kulağına ezan okudu ve ona «Güzel» anlamına gelen el-Hasan adını verdi. Dolunay çıktığında, yani ayın ortalarında Bedir'in yıldönümü yaşandı. O ayın sonunda Peygamber (s.a.v.) Mekke'deii Medine'ye gelen bir atlının getirdiği bir mektup aldı. Mektup amcası Ab-bas'tandı, Medine'ye doğru yola çıkan üç bin kişilik orduyu haber veriyordu. Yediyüz zırhlı ve iki yüz atlıları vardı. Eşya taşıyan ve kadınların çardaklarını taşıyan develer sayılmasa bile her askere bir deve düşüyordu. Mektup Medine'ye ulaştığında Kureyş ordusu yola çıkmıştı. Ebu Süfyan, kumandan olarak, yanma karısı Hind'i ve ikinci karısını da almıştı. Safvan da onun gibi iki karısını getirdi; diğer liderler ise eşlerinden sadece birini getirmişlerdi. MuVim'in oğlu Cübeyr Mekke'de kalmış, fakat tüm Habeşistan'ı, soydaşları gibi cirit atmakta usta olan kölesi Vahşi'yi göndermişti. Vahşi'nin attığı cirit hedefinden çok seyrek şaşardı. Cübeyr ona şöyle demişti: «Eğer benimkine karşılık Muhammed'in amcası Hamza'yı Öldü-rürsen, seni serbest bırakacağım.» Hind bunu duymuştu. Ordu konakladığında, kampta ne zaman Vahşi'yi görse ona şöyle diyordu: «Ey karanlıkların babası, git onu söndür ve sonra zevkle seyret». Vahşl'ye, sahibinin ödülünün yanısıra kendisinin de ödül vereceğini söylemişti. Ensar ve Muhacirler'in, düşman gelmeden önce daha bir haftaları vardı. Bu süre içinde şehir duvarları dışında, vahanın çeşitli yerlerinde yaşayanlar hayvanlarıyla birlikte şehrin içine yerleştirilmeliydi. Bu görev yerine getirildi ve şehir duvarları dışında ne bir at ne bir deve ne de bir koyun kalmadı. Bundan sonra yapılacak iş Mekke'lilerin planlarını öğrenmekti. Onların sahildeki batı yolunu takip ettikleri haberi geldi. Bu sırada içeriye doğru yöneldiler ve Medine'nin beş mil kadar batısında konakladılar. Daha sonra kuzey-batıya birkaç mil yol aldılar ve Medine'ye kuzeyden bakan Uhud dağının eteklerindeki düzlüğe kamp kurdular. Peygamber (s.a.v.)'in gönderdiği haberciler ertesi sabah, düşman sayısının gerçekten mektuptaki gibi olduğu haberiyle geri döndüler. Kureyş'in yamsıra, Sakif kabilesinden yüz adamla birlikte Kinane ve diğer müttefiklerinden temsilciler vardı, Üçbinden fazla deve ve iki yüz at, tüm otlağı ve henüz hasat edilmeyen ekinleri yiyorlardı. Kısa bir süre sonra oralarda yeşillikten eser kalmayacaktı. Orduda hemen saldırma belirtileri görülmüyordu... Bununla birlikte o gece şehrin etrafına asker yerleştirildi. Biri Evs'li, diğeri Hazreç'lı olan iki Sa'd, yani îbn Mu'az (r.) ve îbn Ubade (r.), Peygamber (s.a.v.)'in kapısı dışında beklemek gerektiğine karar verdiler. Useyd ve bir grup askerle gece Peygamber (s.a.v.)'in kapısında nöbet tuttular. Peygamber (s.a.v.), henüz silahlarını kuşanmamış ti. Fakat rüyasında, kendisini zırh giymiş bir halde bir koçun üstünde giderken gördü. Elinde bir kılıç vardı. Kılıca baktığında içinde bir diş; etrafında da kendisinin olduğunu bildiği bir grup büyük baş hayvanın kurban edildiğini gördü. Ertesi sabah rüyasını arkadaşlarına anlattı ve onu şöyle yorumladı: «Zırh Medine'dir, kılıcın içindeki diş bana yöneltilecek olan bir darbeyi, kurban edilen hayvanlar da Ashabımdan Öldürülecek olanları temsil ediyor. Benim üzerine bindiğim koç ise, inşaallah öldüreceğimiz, kâfirlerin bölük başkanım belirtiyor.»[1]. Peygamber (s.a.v.)'in ilk düşüncesi şehrin dışına çıkmayıp' içten bir savunma mekanizması kurmaktı. Bununla birlikte kendi görüşüne diğerlerinin de katılıp katılmayacaklarını öğrenmek amacıyla meseleyi istişare etmek için arkadaşlarını topladı. îlk konuşan Îbn Ubey oldu. «Bizim şehrimiz, bize karşı hiçbir zaman saldırıya meydan bırakmayan bakire bir şehirdir. Biz bu şehirden büyük kayıplar olmaksızın hiçbir düşmana saldırı için çıkmadık. Bu şehre saldıranlar ise hep büyük kayıplarla karşılaştılar. O halde, ey Allah'ın Basulü, onları bırak, ne yaparlarsa yapsınlar. Orada kaldıkça, felâket onların olacaktır. Geri döndüklerinde ise amaçlarını yerine getirememiş olarak geri döneceklerdir». Ensar ve Muhacirlerin yaşlılarından büyük bir grup îbn Ubey'in görüşüne katıldılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) : «Medine'de kaim, kadın ve çocukları kalelere koyun» dedi. O böyle konuşunca gençlerden çoğunun şehrin dışına yürüme taraftarı olduğu açığa çıktı. Birisi: «Ey Allah'ın Rasulü,» dedi, «bizi düşmanın yarana götür. Onların, bizim korktuğumuzu ve zayıf olduğumuzu düşünmelerine izin verme». Bu sözler meclisin her tarafından takdir dolu mırıltılarla desteklendi. Çoğu aynı şeyleri tekrarladı. Bazıları, eğer bu kez mahsullerinin böyle harap edilmesine izin verirlerse, bunun gelecekte Kureyşlileri aynı şeyi yapmaya teşvik etmekten başka bir işe yaramayacağı görüşünü savundular. Hamza ve Sa'd îbn Ubade gibi deneyimli kişiler de bu görüşü desteklemeye başlamıştı. İçlerinden biri: «Bedir'de üç yüz adamın vardı, Allah sana, onlara karşı zafer verdi. Şimdi ise daha çok adamımız var, hem de düşman ayağıyla kapımıza dek gelmiş. Yine Allah'a dua ediyor ve zafer vereceğini ümit ediyoruz» dedi[2] Daha sonra, yaşlı bir adam olan Evs'li Hayseme ayağa kalktı. Daha Önce de anlatılan savunmada kalmanın dezavantajlarından bahsetti. Sonra kişisel bir konuyu açıkladı. Oğulu Sa'd (r.), Bedir'de şehit düşen birkaç müslümandan biriydi. «Geçen gece rüyamda» dedi, «Oğlumu gördüm. Görünüşü çok güzeldi. Cennet bahçeleri araasada ona her istediğinin verildiğini gözledim. Bize gel ve Cennette arkadaşımız el. Rabbimin bütün vaadlerinin hak olduğunu gördüm dedi. Ben yaşlıyım ve Rabbime kavuşmak istiyorum. Ey Allah'ın Rasulü, Allah'a dua et de bana şehitlik ve Cennette Sa'd'îa buluşmayı nasip etsin»[3]. Peygamber (s.a.v.) : Hayseme için dua etti. Şüphesiz bunu içinden okudu, çünkü kaynaklarda duanın nasıl olduğu kaydedilmemiş. Daha sonra Ensar'dan biri daha, Hazreç'li Malik îbn Sinan (r.) ayağa kalktı. «Ey Allah'ın Rasulü,» dedi, «önümüzde iki iyi şeyden biri bizi bekliyor: Ya Allah bize onlara karşı zafer verecek, ki biz bunu bekliyoruz; ya da Allah bizi şehitlik mertebesine ulaştıracak. Hangisi olursa olsun farketmez, çünkü iki sonuç da iyi.»[4] Konuşulanlardan ve onların desteklenmesinden genel kanının şehir dışına çıkmak olduğu anlaşıldı. Peygamber (s.a.v.) de şehir dışına çıkzp düşmana saldırmaya karar verdi, öğle vakti Cuma namazı için toplandılar. Okunan Hutbenin konusu cihad ve onun gerektirdiği çaba ile ilgiliydi. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına savaş İçin hazırlanma emri verdi. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.)'in arkasında iki adam önemli kararlar almak için ona danışmak üzere bekliyorlardı. Bunlardan biri kendini İbrahim dininin temsilcisi kabul eden Ebu Amir'in oğlu Hanzala idi. Babasının şimdi Uhud'da düşman kampları arasında olduğundan haberi yoktu. O gün, Hanzala'nm birkaç hafta öncesinden belirlenmiş olan düğün günüydü. O, îbn Ubey'in kızı, kuzeni Cemile ile nişanlıydı. Savaşa gitmeye kararlı olmasına rağmen, düğünü ertelemek istemiyordu. Peygamber (s.a.v.) ona düğününü yapmasını ve geceyi Medine'de geçirmesini söyledi. Güneş doğmadan önce çatışma başlayacağına göre, Hanzala (r.) ertesi sabah orduya yetişebilirdi. Ordunun hangi yollardan geçtiğini araştırarak onlara ulaşması mümkündü. Diğer adam, Hazreç kabilelerinden Beni Selime'li Abdullah îbn Amr (r.)'dı. O, üç yıl kadar önce, putperest olarak Hac yolculuğuna çıkıp Mina'da müslüman olan ve daha sonra ikinci Akabe'de Peygamber (s.a.v.) 'e biat eden adamdı. Birkaç gece önce Abdullah, Hayseme'ninkine benzer bir rüya görmüştü. Rüyasında ona bir adam gelmişti. O, adamın Ensardan Mübeşşir olduğunu farketmiştı. Adam: «Birkaç gün İçinde bize geleceksin» demişti. Abdullah : «Neredesin?» deyince adam: «Cennette. Biz orada, istediğimiz hörşeye sahip oluruz» cevabım vermişti. Abdullah'ın: -Sen Bedir'de öldürülmemiş miydin?» sorusunu ise şöyle cevaplamıştı: «Evet öldürüldüm, fakat bana tekrar hayat verildi.» Abdullah rüyasını Peygamber'e anlatınca Peygamber ona: «Ey Cabir'in babası, bu şeha-dettir» dedf. Abdullah da böyle tahmin ediyordu, fakat yine de bunu Peygamber (s.a.v.)'in ağzından duymak istemişti. Daha sonra savaş hazırlıklarına başlamak ve çocuklarıyla vedalaşmak için evine döndü. Karısı yeni ölmüştü. Geride ise, yedi kız çocuğu ve onlara ağabeylik eden Cabir'i bırakmıştı. Babası eve geldiğinde Cabir çoktan mes-cidden dönmüş, silahlarını hazırlamaya koyulmuştu. Be-dir'de bulunmadığı için bu kez Peygember fs.a.v.J'le savaşa gitmeyi, çok istiyordu. Fakat babasının düşüncesi farklıydı. «Oğlum,» dedi babası, «onları -kızlarım kastederek-yalnız bırakmamalıyız. Onlar küçük ve çaresizler. Onlar için korkuyorum. Fakat ben Allah'ın Rasulü ile birlikte, şehit olmak için gidiyorum, onları da sana emanet ediyorum». Müslümanlar ikindi namazında tekrar bir araya geldiler. O zamana kadar yukarı Medine'liler hazırlanıp mescide gelmişlerdi bile. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir ve Ömer'i kendi evine götürdü. Onlar Peygan[5] ber (s.a.v.)'in savaş için hazırlanmasına yardım ettiler. Adamlar dışarıda sıralanmış bekliyorlardı. Sa'd Ibn Muaz (r.) ve kabilesinden birkaç adam onlara kızarak : «Siz, Allah'ın Kasulü istemediği ve Ona Sema'dan haber gelmediği halde onu savaşa zorladmız. Bırakın da karan o versin.» dediler. Peygamber (s.a.v.) dışarı çıktığında, sangım miğferinin üstüne sarmış, zırhını giymiş ve kılıcını kuşanmıştı. Adamlardan çoğu, onu görünce biraz önceki sözlerine pişman oldular ve: «Ey Allah'ın Rasulü, bizim sana karşı çıkmamız sözkonusu değil, sana hangisi iyi görünüyorsa onu yap» dediler. Peygamber fs.a.v.) onlara şu cevabı verdi. «Bir peygamber silahlarını kuşandıktan sonra, Allah düşmanlarıyla onun arasında hüküm verene kadar onları çıkarmaz. Bu nedenle size emrettiklerimi yapın ve Allah adına iîtleyin. Eğer sebat gösterirseniz zafer sizindir»[6]. Daha sonra iki sopa istedi ve onlara üç sancak bağladı. Evsin sancağını Useyd'e, Hazreç'inkini Bedir kuyularıyla ilgili tavsiyeyi veren Hubab'a, Muhacirlerinkini de Mus'ab'a verdi. Yine, âmâ olan Abdullah İbn Ummü Mektum (r.)'u kendi yokluğunda namazları kıldırması için imam tayin etti. Sekb[7] adındaki atına bindi, yayını omuzuna astı, eline de bir mızrak aldı. Başka kimse bineğine binmemişti. İki Sa'd (îbn Ubade ve îbn Muaz) Peygamber (s.a.v.)'in önünde gidiyordu. Her iki tarafta toplam binden fazla adam vardı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 209 [2] W. 210-11. [3] W, 212-13. [4] A.g.0. [5] W. 266. [6] W. 214 [7] Ata, rahvan gittiği için Akan Su anlamına gelen bu isim verilmi tir. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:12 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
51. Uhud'a Yürüyüş Ordu, Medine ile Uhud'un ortasındaki Şeyheyn'e ulaşıncaya kadar güneş batmaya başlamıştı; Bilâl ezan okudu. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.) orduyu gözden geçirdi. O zaman, yaşları küçük olmasına rağmen savaşa katılmak isteyen sekiz çocuğu farketti. Aralarında, sadece onüç yaşında olan Zeyd'in oğlu Üsame (r.) ve Ömer'in oğlu Abdullah (r.) da vardı. Peygamber (s.a.v.) bu sekiz çocuğa Medine'ye geri dönmelerini emretti. Onlar karşı çıktılar. Ensar'dan biri, Evs'in Harise kolundan olan onbeş yaşındaki Ebu Rafi'nin iyi bir ok atıcısı olduğuna dair Peygamber (s.a.v.)'i ikna etti. Bu yüzden Rafi'nin kalmasına izin verildi. Fakat annesi Safi'nin kabilesinden biri ile evlenen Necd kabilesinden Samura kendisinin güreşte Rafi'den daha iyi olduğunu iddia etti. Peygamber (s.a.v.) de onların kendilerini göstermesine izin verdi. İki çocuk hemen birbirlerine girdiler ve Samura iddiasının doğru olduğunu ispatladı. Bu nedenle onun da kalmasına izin verildi. Diğerleri evlerine geri gönderildi. Mekke'liler, müslümanların üstlerine gelmesini ve böylece tüm güçleriyle ve süvari birlikleriyle onlara saldırmayı istiyorlardı. Peygamber (s.a.v.) bunun farkındaydı. Bu nedenle sayılarının az oluşunu dengeleyecek bir konum almaya ve düşmanın ümitlerini boşa çıkarmaya karar vermişti. Fakat bunu başarabilmesi için bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu nedenle bir soruşturma yaptı ve Beni Harise kabilesinin o bölgeyi iyi bilen bir adamını rehber olarak aldı. Medine'de o gece Hanzala (r.) ile Cemile (r.) evlendiler. Cemile o gece rüyasında kocasını Cennet'in dışında beklerken gördü. Kapı açılıp kocası içeri girmiş ve kapı tekrar kapanmıştı. Cemile uyandığında: "Bu şehadet" dedi. İkisi birlikte kalkıp güsul abdesti aldılar ve sabah namazını kıldılar. Daha sonra Hanzala karısına veda etti. Fakat karısı ona sarıldı ve bırakmadı. Bunun üzerine tekrar yattılar. Daha sonra Hanzala kendisini karısının etkisinden kurtarıp, güsul abdesti alacak kadar bile beklemeden silahlarını aldı, zırhını giydi ve evden ayrıldı[1] Peygamber (s.a.v.) orduya güneş doğmadan Şeyheyn'den ayrılma emri verdi. Fakat İbn Ubey, gece boyunca kendi taraftarlarıyla konuşmuştu. Ordu harekete hazır olunca, üçyüz münafıktan oluşan taraftarlarıyla birlikte İbn Ubey, Medine'ye döndü. Orduyla birlikte kalan oğlu Abdullah ise bundan çok utanmıştı. İbn Ubey ayrılmadan önce Peygamber (s.a.v.)'le konuşmadı bile. Kendisine nereye gittiğini soran Ensardan bazılarına ise şu cevabı verdi: «O bana karşı çıktı ve değersiz adamların sözüne uydu. Bu kötü seçilmiş noktada hayatlarımızı feda etmemiz için bir neden göremiyorum». Cabir'in babası Abdullah onların arkasından gitti ve şöyle bağırdı: «Allah aşkına, Peygamberinizi ve halkınızı düşman karşısında terketmeyin» Onlar sadece şu cevabı verdiler: "Eğer savaşacağınızı bilseydik, sizi terketmezdik. Fakat çatışma olacağını tahmin etmiyoruz». Abdullah: «Ey Allah'ın düşmanları» dedi, "Allah, Peygamberini sizsiz de zafere ulaştıracaktır". Sayıca yedi-yüze inen ordu, düşmana doğru biraz ilerledi. Daha sonra, hâlâ karanlıkta, sağa dönüp volkanik bir kaya yığınından geçerek Uhud eteklerine ulaştılar. Tekrar dönüp kuzey-batıya doğru yöneldiler. Şafağın sönük ışıklarında Mekke kampını biraz sollarında, biraz da aşağılarında görünceye dek ilerlediler. Daha sonra yine ilerleyip düşmanla Uhud dağı arasındaki yerlerini aldılar. Ne yapması gerektiğine karar veren Peygamber (s.a.v.) bineklerden inme ve konaklama emri verdi. Bilal ezan okudu ve hepsi arkaları Uhud dağına dönük olarak sıralanıp sabah namazını kıldılar. Savaşın konumu da bu şekilde olacaktı. Çünkü düşman kendileriyle Mekke arasında yer alıyordu. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle hitap etti: «Gerçekten bu gün siz karşılığı ve ecri bol olan bir gündesiniz. Ne yaptığının farkında olan ve nefsini sabır, sebat, gayret ve istekle buna adayan kişi için büyük mükâfatlar vardır.»[2] Peygamber (s.a.v.), konuşmasını bitirdiğinde henüz Medine'den yeni gelen Hanzala yanına geldi ve onu selamladı. Peygamber (s.a.v.), en iyi okçuları seçiyordu: Bunların arasında kendine en çok yakın olanlar Zeyd, Zühre kabilesinden kuzeni Sa'd ve Osman İbn Ma'zun'un oğlu Sa'ib idi. Okçuların, arasından elli kişiyi seçip, esas gücün sol tarafındaki tepeye yerleştirdi. Onların başına da Evs'li Abdullah İbn Cübeyr (r.)'i lider olarak görevlendirdi. Onlara bazı emirler verdi ve şöyle dedi: «Oklarınızla bizi onların atlılarından koruyun. Onların arkamızdan dolaşıp bize saldırmasına izin vermeyin. Savaş bizim lehimize de gitse aleyhimize de gitse yerinizden ayrılmayın.. Eğer düşmanı yendiğimizi görürseniz, bunda bizim de payımız olsun demeyin, eğer öldürüldüğümüzü görürseniz, yardıma gelmeyin.»[3] Bir başka zırh giyerek eline bir kılıç aldı ve salladı. «Bu kılıcı hakkıyla birlikte kim alacak?» diye sordu. Ömer hemen almak üzere ilerledi, fakat Peygamber (s.a.v.) yüzünü ondan çevirdi ve tekrar: «Bu kılıcı hakkıyla kim alacak?» diye sordu. Zübeyr almak istediğini söyledi, fakat Peygamber (s.a.v.) yine yüzünü çevirdi ve sorusunu üçüncü kez tekrarladı. Hazreç'li bir adam olan Ebu Dücane: "Onun hakkı nedir, ey Allah'ın Rasulü?» dedi. Peygamber (s.a.v.) : «Onun hakkı, düşmanla kılıcın ağzı eğilene dek savaşmandır» dedi. Ebu Dücane : «Onu hakkıyla birlikte alıyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.) de kılıcı ona verdi. Onun kırmızı sarığı Hazreç arasında ölüm sarığı olarak meşhurdu. Miğferinin üstüne bu sarığı taktığında, bunun düşman üzerine ölüm saçmak anlamına geldiğini herkes biliyordu. Onun saflar arasında bu niyetle kılıcını salladığını görünce Peygamber (s.a.v.), «Bu, buradaki ve bu zamandaki durum hariç, Allah'ın yasakladığı ve sevmediği bir durumdur» dedi. [4] ----------------------------------------------------- [1] U. W. 2/3. [2] W. 221. [3] I. I. 560. [4] I. I. 461. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:13 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
52. Uhud Savaşı Güneş yükselmiş ve Kureyşliler saflarını düzene sokmuşlardı. Her iki tarafta yüzer atlı vardı. Sağ taraftakine Velid'in oğlu Halid, sol taraftakine Ebu Cehil'in oğlu İkrime kumanda ediyordu. Ortadan Ebu Süfyan ilerleme emrini verdi. Onun önünde Abdu'd-Dar'dan Talha, Kureyş sancağını taşıyordu. Talha'nın iki kardeşi ve dört oğlu, gerektiğinde sancağı almak için onun yakınında yer alıyorlardı. Talha ve kardeşleri kabileleri için o gün zafer kazanmaya kararlıydılar. Bedir'de onlardan iki kişi şerefsizce kendilerinin esir alınmasına izin vermişlerdi. Ebu Süfyan, Uhud'a giderken bunu Talha ve kardeşlerine hatırlatmayı ihmal etmemişti. Mus'ab, Peygamber'in Önünde, sancağı taşıdığı yerden kendi kabilesinin adamlarının da Kureyş sancağını taşıdıklarını gördü. İki düşman ordusu seslerini duyacak kadar birbirlerine yaklaştıklarında, Ebu Süfyan ordunun hafifçe önüne çıktı. «Ey Evsliler ve Hazreçliler, alanı boşaltın ve kuzenimi bana bırakın. O zaman biz de size dokunmayız. Çünkü biz size savaş ilân etmedik» dedi. Fakat ensar, ona yüksek sesle hakaret ederek cevap verdi. Daha sonra Mekke saflarından bir adam öne atıldı. Hanzala, öne çıkanın babası olduğunu görünce çok şaşırdı. Adam: «Ey Evsliler, ben Ebu Amir'im» dedi. Ebu Amir bir zamanlar çok güçlü olan nüfuzunun bir anda yok olduğuna inanamıyordu. Bu nedenle Kureyşlilere, kabilesine kendisini tanıtır tanımaz, bütün adamlarının kendi safına geçecekleri konusunda söz vermişti. Ensar ise, onu taşlayarak karşıladı. Mekke ordusu tekrar ilerleme düzenine girdi. Hind tarafından yönetilen kadınlar da deflere, zillere vurarak ve şarkı söyleyerek ilerliyorlardı: Ey Abdu'd-Dar sülalesi, ileri! Ey gerideki safların bekçileri, ileri! Her kılıç darbesiyle ölüm saç!. Kadınlar, düşmana yeteri kadar yaklaştıklarını anlayınca, davullarını döverek savaş zamanının geldiğini ilan ediyorlardı. Erkekler, kadınların, önüne geçti. Dana sonra Hind, önceki bir savaşta başka bir Hind tarafından okunan şarkıyı söylemeye başladı: İlerleyin, o zaman sizinle övünürüz, Ve yumuşak halılar sereriz. Fakat eğer geri dönüp kaçarsanız, sizi terkederiz. Sizi terkederiz ve sevmeyiz. İki ordu yeteri kadar birbirine yaklaşınca, Peygamber (s.a.v.)'in okçuları, Halid'in süvarilerini ok yağmuruna tutmaya başladı. Kişneyen atların sesleri kadınların davul seslerini bastırdı. Mekke ordusunun orta kısmından Talha, ileri doğru çıktı ve teke tek çatışma önerdi. Ona karşı Ali (r.) çıktı. Biraz çatıştıktan sonra Ali onu yere düşürdü ve miğferinin üstünden kafatasını parçalayan bir darbe ile öldürdü. Peygamber (s.a.v.) bir anda, «öldürülecek bölük başkanının» -rüyasında kendisine gösterilen koçun- Talha olduğunu anladı ve yüksek sesle Allahu Ekber dedi- Bu ses tüm orduda yankılandı. Fakat rüyada gördüğü koç sadece bir tek kurbanı sembolize etmiyordu. Çünkü Talha'nın kardeşi sancağı almış ve Haraza tarafından öldürülmüştü. Daha sonra Zühre'li Sa'd, Talha'nın diğer kardeşini, boynuna ok saplayarak öldürdü. Talha'nın dört oğlu da birbiri arkasına Ali (r.), Zübeyr (r.) ve Evs'li Asim îbn Sabit (r.) tarafından öldürüldüler. İkisini, ölmek üzere iken ordunun gerisine, anneleri Sulâfe'nin yanma taşıdılar. Ona, oğullarına bu öldürücü darbeleri kimin vurduğunu söylediklerinde, bir gün Asım'ın kafatasından şarap içmeye and içti. Hiç bir Müslüman kadının ordu ile birlikte gelmesine izin verilmemişti. Fakat Kureyşli bir kadın. olan Nuseybe (r.), asıl yerinin ordunun yanı olduğunu hissetti. Kocası Gaziyye ve iki oğlu ordudaydı, fakat gitmek istemesinin sebebi bu değildi. Diğer kadınların da orduda çocukları ve kocaları vardı ve onlar evde kalmaya razı olmuşlardı. Nuseybe, İkinci Akabede Peygamber (s.a.v.)'e biat etmek için Medine'den gelen yetmiş kadar adamın yanındaki iki kadından biriydi. Geride kalmak onun mizacına aykırıydı. Bu nedenle sabah erkenden kalkmış, kırbasını su ile doldurup hiç olmazsa susuzlara su vermek ve yaralıları tedavi etmek amacıyla yola koyulmuştu. Bununla birlikte yanma bir kılıç, bir yay, bir torba da ok almayı ihmal etmemişti. Ordunun geçtiği yolları izleyerek, savaş başladıktan kısa bir süre sonra, Uhud'un eteklerine ulaşmakta zorluk çekmedi. Vardığında Peygamber (s.a.v.1, Ebu Bekir (r.) ve Ömer (r.) gibi yakın arkadaşlarından bir grupla birlikte biraz yüksek bir arazide konumlarını almışlardı. Enes'in annesi Üramü Süleyman de aynı şekilde düşünerek, su kabını doldurmuş ve Nuseybe'den kısa bir süre sonra oraya ulaşmıştı. Safların gerisindeki bu gruba iki yeni kişi daha katıldı. Vahanın batısındaki Sedevi kabilelerinden Muzeyne'li iki adam kısa bir süre önce müslüman olmuş ve Mekke'lilerin saldırısından habersiz bir şekilde Medine'ye gitmişlerdi. Şehri yan boş görünce, sebebini öğrenmişler ve hemen Uhud'a doğru yola çıkmışlardı. Uhud'a vardıklarında Peygamber (s.av.)'i selamladılar ve kılıçlarını çekerek safların arasında ilerlediler. Ebu Dücane (r.) kırmızı sarığıyla verdiği sözde durmuştu. Zübeyr daha sonraları şöyle itiraf ediyordu «Allah'ın Rasulü kılıcı bana değil de Ebu Dücane'ye verince içimden kırılmış ve kendi kendime şöyle demiştim: Ben onun babasının kızkardeşi Safiye'nin oğluyum ve Kureyşliyim. Ona gidip diğer adamdan Önce kılıcı istedim, fakat o kılıcı bana değil de ona verdi. Allah'a andolsun Ebu Dücane'nin ne yaptığını izleyeceğim! Ve onu izledim.» Zübeyr daha sonra Ebu Dücane'nin her önüne geleni, kendisi bir biçici, kılıcı da bir tırpanmış gibi nasıl kolayca öldürdüğünü ve Peygamber (s.a.v.)'e verdiği sözü nasıl yerine getirdiğini anlattı. Sonunda kendisinin de: «Allah ve Rasulü daha iyi bilir» demek zorunda kaldığını söyledi. Görünüşü çok etkileyici ve iri olan Hind, hâlâ erkeklerin arasında onları savaşmaya teşvik ediyordu. Bir ara onu erkek sanan Ebu Dücane (r.)'nin kılıcından zor kurtuldu. Ebu Dücane'nin kılıcı tam kafasının üstünde iken, Hind haykırdı. Onu bir kadın olduğunu anlayan Ebu Dücane de yanındaki erkeğe döndü ve ona vurdu. Bunun üzerine Hind de, ordunun gerisinde köleler tarafından korunan kamptaki diğer kadınların yanına döndü. Hind oraya vardığında, Habeş'li Vahşi savaş alanına doğru ilerliyordu. Alandaki diğer adamların aksine Vahşi, sadece bir adamla ilgileniyor ve onu izliyordu. Hamza (r.), olağanüstü güçlü görünüşü, becerikli savaşma tarzı ve üstündeki deve kuşu tüyüyle kendini uzaktan belli ediyordu. Vahşi, uzaktan onu farketti ve mızrak atabileceği uzaklıkta, güvenli bir yere doğru ilerledi. Hamza (r.), Abd'ud-Dar'ın son sancaktarlarından biriyle yüzyüzeydi. Bir kılıç darbesiyle düşmanının zırhında delik açmıştı. Vahşi bu şansı kaçırmamak için acele etti ve mızrağını atacak şekilde hazırladı. Hamza (r.) düşmanını öldürmüş ve birkaç adım atmıştı ki can çekişerek yere yuvarlandı. Vahşi, onu, hareketsiz kalana kadar, bekledikten sonra mızrağını çekti ve bütün hızıyla kampa gitti. Kendi kendine şöyle diyordu : «Yapmak istediğim şeyi yaptım. Onu sadece özgürlüğüm için öldürdüm». Hamza (r.)'nın şehid olması, Mekke ordusunun verdiği kayıplarda bir değişikliğe neden olmadı. Öldürülen yedi sancaktarın kölelerinden biri olan başka bir Habeş'li sancağı kendisi aldı, fakat bir müddet sonra hemen öldürüldü. Hamza (r.) 'nın devekuşu tüyü görünmemesine rağmen Ebu Dücane (r.), Zübeyr (r.) ve Ensar'la muhacirlerden diğerleri, o günün parolası olan “Emit”, “Emit” (Öldür, Öldür) sözlerinin canlı şekilleri gibi düşmana ölüm saçıyorlardı. Onlara karşı kimse duramıyordu: Ali'nin beyaz sorgucu, Ebu Dücane'nin kırmızı sarığı, Zübeyr'in parlak sarı sarığı ve Hubab'ın yeşil sarığı, gerilerdeki saflara güç veren zafer bayrakları gibiydi. Ebu Süfyan, ortada cesurca dövüşen Hanzala'nın darbesinden zor kurtuldu. Hanzala tam ona vuracakken, Leys'li bir adam Hanzala'yı mızrağıyla yere düşürdü, ikinci bir mızrak darbesiyle de öldürdü. Mekke'liler kamplarına doğru kaçıştıkça savaş alanı Peygamber (s.a.v.)'in bulunduğu yerden uzaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) kendi adamlarının kazandığını anlamasına rağmen, savaşın ayrıntılarını göremiyordu. Fakat bir an gözlerini, sanki kuşları seyrediyormuş gibi göklere çevirdi. Bir müddet seyrettikten sonra yanındakilere: «Arkadaşınızı» -Hanzala (r.)'yı kastediyordu- «Melekler yıkıyor» dedi.[1] Daha sonraları, bir açıklama istercesine bu olayı Cemile'ye anlattı: «Gökle yer arasında, bulutlardan aldıkları suyu, gümüş kaplardan dökerek, meleklerin Hanzala'yı yıkadıklarını gördüm»[2] Bunun üzerine Cemile, Peygamber (s.a.v.)'e gördüğü rüyayı ve kocasının nasıl savaşa geç kalma korkusuyla, her zaman aldığı gusül abdestini almadan yola koyulduğunu anlattı. Müslümanlar, düşman saflarının tümünün kırıldığı noktaya kadar ilerlediler. Düşman kampına giden yol açılmıştı. Ganimet almak isteyenler de kampa doğru ilerliyorlardı. Seçilen elli okçu, Peygamber (s.a.v.)'in solunda biraz uzaktaydılar. Peygamberle okçular arasında, zemin önce alçalıyor sonra da onları yerleştirdiği bölgede yükseliyordu. Okçular, ilk saflardaki arkadaşlarının ganimet kazanmak için giriştikleri çabayı görebiliyorlardı. Bundan dolayı okçular da, savaş alanına gitmek istediler. Liderleri Peygamber'in ne olursa olsun yerlerinden ayrılmamaları gerektiğine dair emrini hatırlattı. Fakat önderlerini dinlemediler. "Savaş bitti ve kâfirler kaçtı" dediler. Yaklaşık kırk tanesi, Abdullah ve diğer on kişiyi orada bırakarak savaş alanına gittiler. O zamana dek Mekke ordusunun süvarileri hiçbir işe yaramamışlardı. İki ordu ortada öyle kaynaşmışlardı ki, bir atın ilerlemesi hem kendi adamlarını, hem de düşman askerlerini tehlikeye sokabilirdi. Yukarıdaki müslüman okçuların önüne kendilerini atmaksızın da onların arkasına geçmeleri mümkün değildi. Fakat Halid o anda karşı tarafta neler olduğunu farketti ve hemen bütün adamlarını, okçuların bulunduğu yere doğru yöneltti. Abdullah ve adamları onları ilk önce oklarıyla durdurmaya çalıştılar. Daha sonra kılıç ve mızraklarıyla, ölünceye dek savaştılar. Bu on müslüman okçudan hiçbiri hayatta kalmadı. Tepenin arkasından dolaşan Halid, adamlarını Müslümanların en yoğun olduğu bölgeye arkadan saldırttı. İkrime de onun gibi yaptı. Mekke ordusunun süvarileri, korunmasız mü'min saflarına çok kayıplar verdirdiler. Ali ve arkadaşları artık yüzlerini yeni düşmana çevirmişlerdi. Kaçan kâfirlerden bir kısmı da gelip mü'minlere arkadan saldırıyordu. Savaş naraları birden bire değişti ve Kureyşlilerin «Ey Hubal, Ey Uzza» sesleri alanı doldurdu. Atlıların saldırısından kurtulan ve geride kalan müslümanların çoğu korkmuşlar ve sığınma umuduyla dağa doğru kaçmışlardı. Peygamber (s.a.v.) onları geri çağırdı, fakat onlar Peygamber (s.a.v.)'in sesine karşı sağır, zihinleri de kaçmaktan başka her türlü düşünceye kapalıydı. Müslümanların çoğu savaş alanındaydı, fakat daha önceki cesaretleri kırılmış ve sayıca düşmandan çok az kalmışlardı Adım adım Uhud'a, Peygamber (s.a.v)'in bulunduğu yere doğru geri çekilmek zorunda kaldılar. Peygamber (s.a.v.) ve içinde iki kadının da bulunduğu grup, düşmanın üstüne arka arkaya ok yağdırıyordu. Savaş aleyhlerine dönmeye başladığında ilk düşünceleri Peygamber (s.a.v.)'i korumak olan birçok müslüman da yanlarına gelip onlara katılmıştı. Onlara ilk katılanlar arasında Muzeyne'li iki adam, Vehb ve Haris de vardı. Küçük bir düşman grubu sollarından kendilerine doğru yaklaşıyordu. «Bu gruba karşı kim çıkacak?» dedi Peygamber. Vehb (r.) hemen: «Ben, ey Allah'ın Rasulü» dedi ve onları öyle hızla ok yağmuruna tuttu ki, düşmanlar oku atan grubun büyük olduğunu düşünerek geri çekildiler. Bir başka grup atlı onlara yaklaşırken Peygamber (s.a.v.): «Bu bölüğe karşı kim gidecek?» dedi. Vehb yine: «Ben, ey Allah'ın Rasulü» dedi ve onlarla sanki kendisi bir adam değil de bir ordu imiş gibi savaştı. Düşman grubu yine geri çekildi. Düşman saflarının arasından bir grup yine onlara doğru yöneldi. Peygamber (s.a.v.) : «Peki bunlara karşı kim çıkacak?» dedi. Vehb (r.) : «Ben çıkacağım» deyince, Peygamber (s.a.v.) : «O halde kalk» dedi «ve neşeli ol, çünkü Cennet senindir». Vehb düşman grubunun içine daldığında Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları onun cesaret ve yiğitliğini gözlemekten kendilerini alamadılar ve bir süre silah atmayı durdurdular. Vehb, düşmanı yarıp karşı tarafa geçmişti. Geri dönüp tekrar düşman grubunun ortasına daldığında Peygamber (s.a.v.): «Allah'ım, ona merhamet et!» dedi. Vehb düşmanlarla her taraftan yaralanıp şehid oluncaya kadar savaştı. Daha sonra onu bulduklarında üzerinde yirmi mızrak yarası vardı. Kılıç darbelerinden başka, bir tek mızrak darbesi bile onu öldürmeye yetecek kadar derindi. Onun bu şekilde döğüştüğünü görenler, onu hiçbir zaman unutmadılar. Ömer sonraki yıllarda şöyle derdi: «Ölümler arasında en çok Muzeyne'li arkadaşımın ölümü gibi ölmek isterdim»[3]. Zühre'li Sa'd da on yıl sonra, hâlâ Peygamber'in Vehb'e verdiği Cennet müjdesini duyar gibi olduğunu söylerdi. Müslümanlar geriye çekildikçe kalabalık da, tepeye doğru yaklaşıyordu. İki tarafın savaş naralarının yanısıra tek tek savaşçıların kişisel çağrılarını da duymak mümkündü. Ok atarken, kılıç darbesi vururken ve teke tek karşılaşmaya davet ederken iki taraftan da «Al işte, ben falan falanım» diye sesler yükseliyordu. Ebu Dücane kendisini, büyük babası olan Karaşa'nın oğlu diye tanıtıyordu. Bazen de bağıran kişinin kim olduğu sözlerinden anlaşılmıyordu. Ensar'dan birinin şöyle bağırdığı duyuluyordu: «Al işte, ben Ensardan bir gencim.» Peygamber (s.a.v.) de o gün birkaç kez : «Ben İbn el-Avatik'im»[4], yani «Ben Atike'lerin oğluyum» diye bağırdı. Atikeler derken bu adı taşıyan ninelerini"[5] kastediyordu. O sırada karşı saflardan kimliğini açıkça söyleyen bir adam çıktı ve: «Bana karşı kim çıkacak. Ben Atik'in oğluyum» dedi. Bu adam, Aişe'nin tek öz erkek kardeşi ve ailenin tek müslüman olmayan ferdi olan Ebu Bekir'in oğlu Abdu'l-Kâ'be idi. Ebu Bekir (r.), kılıcını ve mızrağını çekip ilerledi, fakat Peygamber (s.a.v.), ondan önce davrandı. «Kılıcını kınına sok» dedi, «ve yerine dön, bize arkadaşlık et»[6] Bir grup atlı daha Müslümanların arkasından yaklaşmaya başladı ve geri çekilen Abdu'l-Kâ'be'nin önüne doğru ilerlediler. Peygamber (s.a.v.): «Bizim için kim kendini verecek?»[7] dedi. Ensardan beş kişi kılıçlarını çekip düşmana saldırdılar ve şehid oluncaya kadar çarpıştılar, içlerinden sadece biri, o da ağır yaralı olarak, kurtuldu. Fakat onların yerini alacak yeni yardım gelmişti Ali (r.), Zübeyr (r.), Talha (r.) ve Ebu Dücane (r.), ön saflardan ordu ile birlikte geri çekilmişlerdi. Onlar Peygamber (s.a.v.)'in yanına ulaşmadan önce, düşman tarafından atılan bir taşla Peygamber (s.a.v.)'in alt dudağı yırtılmış ve dişlerinden biri kırılmıştı. Birden bire yüzünü kan kapladı, fakat o elinden geldiğince acısını göstermeyerek Ali ve diğerlerini iyi olduğu konusunda teskin etti. Kan kaybından zayıf düşüp bayılan Talha dışında hepsi düşmanın üstüne tekrar yöneldiler. Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir'e, «Kuzenine bak» dedi. Fakat Talha hemen kendine geldi. Onun yerine ileriki saflara Sa'd'lı Zühre ve Hazreç'li Haris İbn Simme katılmıştı. Bu yeni grupla desteklenen Ali ve arkadaşları düşmana öyle ölüm saçtılar ki, müşriklerin geri çekilmesiyle birlikte şehid olan beş Ensar'ın cesedi de açığa çıktı. Peygamber (s.a.v.) onlara baktı ve dua etti. Fakat yatanların arasından biri ona doğru ilerlemek için zeminde biraz süründü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onu getirmek için iki adam gönderdi. Ayağını yastık gibi adamın başının altına koydu ve adam ölünceye dek ayağını hareketsizce orada tuttu. Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Bilin ki, Cennet kılıçların gölgeleri altındadır»[8]. Daha sonraki yıllarda da o günün ne kadar muhteşem ve hayır dolu bir gün olduğunu hatırlar ve şöyle derdi: «Keşke o dağın eteklerinde arkadaşlarımla birlikte öylece kalsaydım»[9]. Müşrikler, yavaş yavaş kaybettiği alanları tekrar kazanmaya başlamıştı. Peygamber (s.a.v.)'in çevresindeki grubun okları bitmek üzereydi. Kısa bir süre sonra herkes kılıç ve mızraklarını çıkarıp yakın dövüş yapmak zorunda kalacaktı. Hem de bir Müslümana dört kâfir düşüyordu. O sırada aniden yan tarafta bir atlı belirdi ve Peygamber (s.a.v.)'in bulunduğu gruba doğru ilerledi. «Muhammed! (s.a.v.) nerede?» diye bağırdı. «O yaşadıkça ben yaşayamam!» Bu adam, zaten müslümanlara büyük kayıplar verdirmiş olan, Mekke'nin dışındaki Kureyşlilerden İbn Kamia idi. Gruba hızla bir göz atarak hedefini hemen farketti. Atını mahmuzlayıp, hiç bir miğferin dayanamayacağı güçlü bir kılıç darbesi indirdi. Fakat Talha hemen Peygamber (s.a.v.)'in yanındaydı ve kılıcı görür görmez kendini Peygamber (s.a.v.)'in önüne attı, hayatı boyunca kullanamayacağı bir elinin parmaklarını kaybederek başka bir yara almaksızın darbeden kurtulmuştu. Darbe hemen Peygamber (s.a.v.)'in başının yanından geçmiş miğferine çarpıp, iki demir parçasının Peygamberin yüzüne saplanmasına neden olmuştu, omuzundan geçerken de iki kat zırhını parçalamıştı. Başının yan tarafına gelen bu darbe ile Peygamber (s.a.v)'in yere düştüğünü gören kâfir atını mahmuzlayıp, geldiği hızla geri gitti. Fakat diğerleri yine de saldırıya karşı Peygamber (s.a.v.)'i çevrelediler. Mahzum'lu Şemmas[10] Peygamber (s.a.v.)'in önünde vuruluncaya kadar savaştı. Peygamber (s.a.v.) onun bu hareketini, yaşayan bir zırha benzettiğini söyledi. O vurulunca yerine başka bir adam geçti. Arkasından da kılıcını çekmiş bir halde Nusaybe bekliyordu. Bir ses -belki de İbn Kamia- «Muhammed öldürüldü!» diye bağırdı. Bu ses tüm düşmanı kapladı ve hepsi Hubal ve Uzza'yı övüp yücelten sözler söylediler. Uhud bu sözlerle çınlıyordu, kaçıp dağa sığınan müslümanlar pişman olmuş ve üzülmüşlerdi. Cesaretini kaybeden daha birçok müslüman da elinden geldiğince hızla dağa doğru kaçıyordu. Fakat istisnalar da vardı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)'in hizmetçisi olan ve kendi adını taşıyan Enes'in dayısı Nadr'ın oğlu Enes'ti. Peygamber (s.a.v.)'in Bedir'de bir okla öldürülen oğlunun Firdevs cennetinde olduğunu haber verdiği kadın Enes'in kızkardeşi, yani Nadr'ın oğlu Nadr'ın kızı idi. Enes, yaşama arzusunu yitirmiş ve kendilerinde ne savaşa devam etme ne de kaçma isteği kalmamış iki arkadaşını gördü. «Niye burada oturuyorsunuz?» diye bağırdı. Onlar: «Allah'ın Rasulü öldürülmüş» dediler. «Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın ve onun gibi ölün» [11] dedi. Ve savaşın en yoğun olduğu yere doğru ilerledi. Daha sonra Sa'd İbn Muaz, onun kendisini şöyle çağırdığını Peygamber (s.a.v.)'e söyledi; «Cennet! Uhud'un öbür tarafından Cennet kokusu alıyorum.» «Ey Allah'ın Rasulü» dedi Sa'd «Ben onun savaştığı gibi savaşamazdım». Savaştan sonra Enes (r.)'i seksenden fazla yara almış bir halde buldular, yaralardan tanınmayacak hale gelmişti. Onu kızkardeşi ancak parmaklarından tanıyabildi.[12]. Müslümanların tekrar savaş meydanına dönmeye başladığını gören Kureyş geri çekilmeye başlamıştı. Çünkü müşriklerin çoğu savaşın bittiğini düşünerek çabalarını azaltmışlardı. Henüz ölüler sayılmamıştı, fakat tahminen Bedir'dekilere tekabül edecek kadar müslümanı şehid etmişlerdi. Yanısıra tüm bu karışıklıkların asıl nedeni olan adamı öldürmekle amaçlarına ulaşmışlar, yeni dini bastırıp, tekrar eski düzeni kurmuşlardı. «Yalal-Uzza, yalal-Hubal!» Kureyş'in tümünde görülen bu yavaşlama, Peygamber (s.a.v)'i cansiperane koruyan yirmi adamın bulunduğu grubun çevresindeki atlılarda da görülmeye başladı. Mekke'liler bu adamları esir alamayacaklarını ve ölene dek savaşacak olan bu adamların kendilerinden de birkaç kişiyi öldüreceğini anlamışlardı. Asıl amaçlarını gerçekleştirdiklerine göre seçilecek en iyi yol onları bırakıp zafer kutlamalarına başlamaktı. Peygamber (s.a.v.), hemen hemen kendisine gelmişti. Düşman çekilir çekilmez ayağa kalktı ve arkadaşlarına kendisini takip etmelerini söyleyerek, düşmanı gözleyebilecekleri ve sığınabilecekleri bir nehir yatağına doğru ilerledi. Fakat Peygamber (s.a.v.), yüzüne saplanan metal parçaları nedeniyle çok acı çekiyordu. Bu yüzden bir müddet durdular ve Ebu Ubeyde birbiri arkasına iki metal parçasını dişleriyle Peygamber (s.a.v.)'in yüzünden çıkardı. Fakat yara tekrar kanamaya başladı. Bunun üzerine Hazreç'li Malik ağzını yaranın üstüne koydu, kanı emdi ve yuttu. Malik, Medine'deyken: «Önümüzde iki iyi şeyden biri var» diyen ve hemen hemen ölüm durumunda olan Şemmas'tan sonra orada bulunanlar içinde en ağır yarası olan adamdı. Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Kim benim kanımın kendi kanına karıştığı bir adam görmek isterse Malik İbn Sinan'a baksın». Ebu Ubeyde de bu söze dahildi. Çünkü metal parçalarını çıkarırken iki dişi kırılmış ve ağzı kanıyordu. Peygamber (s.a.v.) onlara; «Benim kanımın dokunduğu kişiye ateş ulaşamaz» dedi[13]. Bu küçük grup nehir yatağına doğru ilerlerken, daha önceden Uhuda sığınan müslüman grup onları karşılamaya geldi. Ka'b İbn Malik herkesten önce yapısı ve görünüşü Peygamber (s.a.v.)'e benzeyen, fakat yürüyüşü daha yavaş olan birini gördü. Daha sonra yaklaştıkça, Ka'b baktığı kişinin gözlerinde başkalarıyla karıştırılmayacak olan o parlaklığı görünce arkasındakilere : «Ey müslümanlar, gözünüz aydın! Bu Allah'ın Rasulü» diye bağırdı. Peygamber (s.a.v.) ona sessiz olmasını söyledi. Bu haber ağızdan ağıza dolaştı. Adamlar aceleyle geliyor ve onun yaşadığını gözleriyle görmek istiyorlardı. Sevinçleri o kadar büyüktü ki, sanki yenilgi bir anda zafere dönüşmüştü. Fakat Ka'b'ın sevinçle bağıran sesini yanındaki bir Kureyş süvarisi duymuştu. O, Umeyye'nin kardeşi Ubey yani Avd adlı atının üstünde iken Peygamber (s.a.v.)'i öldüreceğine yemin eden adamdı. Kurbanının ölüm haberini duymuş ve cesedini gözleriyle görmek için araştırıyordu. Tam o sırada K'ab'ın sesini duymuş ve vadi yatağına doğru ilerlemeye başlamıştı. Müslümanlar onu görünce, karşılamak için ona doğru döndüler. «Ey Muhammed» dedi Ubey, «Eğer sen kaçarsan ben seni bulamaz mıyım?» Ashabdan bir grup Peygamber (s.a.v.)'in çevresini sardı, diğerleri de Ubey e saldırmak üzereydiler. O sırada Peygamber (s.a.v.) onlara ellerini bırakmalarını söyledi. Daha sonra bu olay anlatanlar, Peygamber {s.a.v.)'in kendilerini bir devenin arkasındaki sinekleri kovması gibi itip onların arasından kurtulduğunu söylediler. Peygamber (s.a.v.), Haris İbn Simiue'nin elinden mızrağı aldı ve hepsinin önüne çıktı. Hiçbiri hareket etmeksizin onun bu cesaretine ve kararlılığına bakakaldılar, içlerinden biri şöyle derdi: «Allah'ın Rasulü bir şeyi yaymaya niyet ederse, hiçbir güç onu, o işi yapmaktan alıkoyamazdı» [14] Ubey, kılıcı havada Peygamber (s.a.v.)'e yaklaştı Fakat o vurmadan Peygamber (s.a.v.) mızrağıyla Ubey'i vurdu. Ubey bir boğa gibi bağırdı, neredeyse atından düşüyordu. Fakat dengesini tekrar sağladı ve arkasını dönüp yokuş aşağı Mekke kampına doğru hızla kaçmaya başladı. Kampta yeğeni Safvan ve kabilesinden başka adamlar toplanmış duruyorlardı. Ubey sesini kontrol edemeyerek: «Muhammed beni vurdu» dedi. Adamlar onun yarasına baktılar ve hafif olduğunu söylediler. Fakat o yarasının çok ağır ve öldürücü olduğuna bir kez inanmıştı. Gerçekten de onun bu inancı sonradan doğru çıktı. «Bana, seni öldüreceğim» dedi, «eğer üstüme sille atsaydı, andolsun beni öldürürdü». Bu haber karşısında müşrikler Muhammed (s.a.v.) ölmemiş diye endişelenmeye başladılar. Fakat Ubey kendinde olmadığından dolayı bu miğferli adamı, başkalarıyla karıştırabilirdi. Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları nehir yatağına ulaştıklarında Ali (r.) kalkanına bir kayanın kovuğundaki sudan doldurarak Peygamber (s.a.v.)'e getirdi. Su durgun olduğu için çok kokuyordu. Bu nedenle çok susamasına rağmen Peygamber (s.a.v.) suyu içmedi, bir kısmıyla yüzünü yıkadı, sonra hâlâ düzlüğe yakın olduklarından biraz daha yukarıya tırmanma emri verdi. Önündeki kayanın üstüne çıkıp tırmanmaya devam etmek istiyordu. Fakat o kadar güçsüzdü ki tüm çabasına rağmen çıkamadı. Bunun üzerine Talha, yaralarının ağır olmasına rağmen Peygamber (s.a.v.)'i sırtına aldı ve gerekli yüksekliğe çıkardı. Peygamber (s.a.v.) o gün Talha'ya: «Yeryüzünde yürüyen bir şehid görmek isteyen Ubeydullah'ın oğlu Talha'ya baksın» dedi.[15] Geçici olarak konaklayabilecekleri bir yere vardıklarında güneş tepeye yükselmişti. Bu nedenle öğle namazını kıldılar. Namazda imam olan Peygamber (s.a.v.), tüm namazı oturarak kıldırdı. Diğerleri de ona uyarak aynı şekilde kıldılar. Daha sonra kayalığın üstüne bir gözcü dikip dinlenmek üzere uzandılar. Çoğu derin ve taze bir uykuya daldı. ------------------------------------- [1] I. I. 56G. [2] W. 274. [3] W. 275. [4] W. 280. [5] I S. L/1, 32-4 Bu kitapta Haşim ve Lu'ayy'ın annesini de kapsayan ondan fazla Atike ismi sayılmıştır. Atike'nin anlamı «temiz» demek olan Tahire'nin anlamına yakındır. [6] W. 257. [7] I. I. 572: [8] B, LII, 22. [9] W. 255. [10] Bak. Böl. 27. [11] W. 280 [12] B. LVI. 12. [13] W. 047. [14] W. 251. [15] I. H. 571. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:14 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
53. Întîkam Kureyş ölüleri ve yaralüarıyla meşguldü. Kayıpları büyük değildi = üç bin kişiden sadece yirmî-iki kişi öldürülmüştü. Daha sonra düşman Ölülerine baktılar ve çoğunu tanımadıkları altmışbeş ölü saydılar. Sadece üçü muhacirlerdendi : Haşimilerden Hamza, Abdu'd-Dar'dan Mus'ab ve Abdullah. İbn Çalış. Merkezden biraz uzakta ölecek kadar çok yara almış olan bîrka , kişi gözlerinden kaçtı. Bunların arasında hâlâ yaşayat, fakat hareket edemeyen Şem-mas da vardı. Boş yere Muhammed ts.a.v.Vin cesedini aradılar. O sırada Vahşi savaş meydanına tekrar gelmiş ve Hamza'nm kanuni yarıp karaciğerini çıkarmıştı. Ciğeri Hind'e götürdü ve: «Babanın katilini Öldürmeme karşılık bana ne vereceksin?» dedi. Hind: «Ganimetlerden bana düşen payın tümünü» dedi. Vahşi ciğeri göstererek: «Bu Hamza'run ciğeri» dedL Hind ciğeri aldı, bir parça ısırdı ve çiğneyip yuttu. Yeminini yerine getirdiği için diğer kısmı attı. «Onun cesedini bana göster» dedi, Hind. Birlikte cesedin yanma gittiler. Hind, Hamza (rrVmn kulaklarım, burnunu ve yüzünün diğer kısımlarını kesti. Sonra onun, halhal, bilezik ve kolye türünden kıymetli eşyalarını çıkarıp Vahşi'ye verdi. Diğer kadınları da, diğer ölülere böyle yapmaları için teşvik etti. Kadınların hepsi müslümanlann üstünden kestikleri eşyalardan kendilerine takılar yaptılar. Hind de bir kayanın üstüne oturup zafer şarkısı söyledi. Kureyş'ten bir İki kişi daha cesetleri keserek intikam hislerini doyuruyorlardı. Fakat onların bedevi müttefikleri buna çok şaşırmışlardı. Ebu Süfyan, elindeki mızrağı Hamza (r.) 'nın ağzına batırarak: «Bunu tat, ey hain» diyordu. Kinane kabilelerinden birinin reisi olan Huleys Ebu Süfyan'ı bu halde görünce, onun duyabileceği kadar yüksek sesle: «Ey Kinane oğulları, kuzenin cesedine böyle davranan adam Kureyş'in lideri olabilir mi?» diye bağırdı. «Beni utandırma ve bundan kimseye bahsetme» dedi, Ebu Sufyan «bu sadece bir hataydı»[1]. O sırada Ebu Amir, oğlu Hanzala'nın başına gelmişti ve yaslı yaslı şöyle diyordu: «Ben seni bu adama karşı uyarmadnn mı?» -Muhammed (s.a.v.)'i kastediyordu- «Fakat sen babana karşı saygılı, soylu karakterli bir çocuktun. öldüğün zaman da arkadaşlarınla beraber öldün. Eğer Allah, şu yatan adama -Hamza'yı işaret ediyordu- «veya Muhammed (s.a.v.)'in taraftarlarına bir mükâfat verirse, seni de mükâfatlandırsın!»'. Daha sonra Hind ve diğer kadınlara döndü ve yüksek sesle: «Ey Kureyşliler, benim de sizin de düşmanınız olmasına rağmen Hanzala (r.) 'nın cesedinin tahrip edilmesine izin vermeyin» dedi. Onlar da Ebu Amir'in isteğine saygı gösterdiler. Ubey'in doğru söylediği ve Peygamber (s.a.v.)'in şimdi dağlarda arkadaşlarıyla beraber olduğu açığa çıkmıştı. Fakat savaş bitmişti ve dağa saldırıya geçinenin hiçbir anlamı yoktu. Bu nedenle kölelere yol için hazırlık, yapmaları ve kampı kaldırmaları emredildi. Kendi ölülerini gömüp, mûslüman cesetlerden istedikleri kadarını aldıktan sonra, bütün ganimetleri develerin üstüne yükleyip yola koyuldular. Yola çıkmadan kısa bir süre önce Ebu Süfyan atını dağa doğru sürdü. Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşlarının bulunduğu yere yaklaşarak yüksek sesle bağırdı: «Savaş dönüşümlü oldu, bugün diğer bir güne karşılıktı. Ey Hûbal, kendini göster! Dinini yücelt!». Peygamber (s.a.v.) Ömer'e gidip şöyle cevap vermesini söyledi: «Allah yücedir ve herşeye kadirdir. Biz sizinle eşit değiliz : Bizim ölülerimiz Cennette, sizinkilerse Cehennem'de». Ömer, Ebu Süfyan'm altında durduğu kaya yığınına gitti ve Peygamber ts.a.v.)'in söylediği sözlerle ona karşılık verdi. Bunun üzerine Ömer'in sesini tanıyan Ebu Süfyan: «Ey Ömer, ne olur söyle, Muhammed (s.a.v.)'i öldürdük mü?» dedi, Ömer: «Allah'a andolsun ki hayır, bilâkis şimdi O, senin söylediklerini dinliyor» dedi. Ebu Süfyan da: «Senin sözünün, îbn Kamia'nınkinden daha doğru olduğuna inanıyorum» dedi ve gitmek üzere geri döndü. Fakat tekrar arkasını dönüp şunları ekledi: «ölülerinizin bazılarına zarar verildi. Allah'a andolsun ben bundan hoşnut olmadım, ne izin verdim, ne de emir verdim. Gelecek yıl Bedir'de buluşmak üzere!» Bunları duyan Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarından birini daha oraya gönderdi. Bu sahabede şöyle bağırdı: «Bu, aramızda bağlayıcı bir randevu.[2] Ebu Süfyan, ordunun beklediği yere ilerledi. Oraya vardığında birlikte güneye doğru yola çıktılar. Ömer,* onların formasyonunu göremeyecek kadar uzaktaydı. Bu yüzden Peygamber (s.a.v.), Zühre'ü Sa'd'ı aşağıya, onları gözlemek üzere gönderdi. «Eğer develerine binmişler ve atlarını yanlarında yediyorlarsa, Mekke'ye gidiyorlar» dedi, «Fakat eğer atlarına binip develerini yanlarında yediyorlarsa Medine'ye gidiyorlar. Nefsim elinde olana yemin ederim ki &ger niyetleri bu ise, onların önüne geçip, onlarla savaşacağım». Sa'd aşağıya Uhud'a geldiklerinden beri Peygamber'in atı Sekb'in bağlı olduğu yere gitti. Ata binip Mekke'lileri açıkça görünceye dek o yöne doğru gitti, îyi haberi vermek için aceleyle geri döndü. Çünkü adamlar develerine binmişlerdi. Halid'le birlikte atlıların manevrasında rol alanlardan biri olan Amr[3] ileriki yıllarda şöyle derdi: «Biz, îbn Ubey'in ordunun üçte biriyle birlikte Medine'ye döndüğünü ve bazı Hazreç'lilerle Evs'lilerin şehirde kaldıklarını biliyorduk. Gidenlerin geri gelip tekrar saldırmaları muhtemeldi. Çoğumuz yaralıydık, hemen hemen atlarımızın hepsi de ok yarası almıştı. Bu nedenle kendi yolumuza devam ettik.»[4]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. I. 582. [2] 1, I. 583. [3] Bakz. Bölüm: 27. [4] W. 299. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:15 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
54. Şehitlerin Gömülmesi Peygamber (s.a.vj, arkadaşlarına düzlüğe inmelerini emretti. Haris İbn Simme tr.), önden, Hamza (r.)'mn cesedini bulmak üzere savaş alanına gönderilmişti. Fakat Haris, gördüğü manzara karşısında çok şaşırmış ve Pey-gamber'e ne diyeceğini bilemediği için geri dönmekte gecikmişti. Bunun üzerine Ali'yi onun arkasından gönderdiler. Ali, Haris'i parçalanmış cesedin başında beklerken buldu. Birlikte geri döndüler. Peygamber, kâfirlerin ne yaptığım duyunca «Şimdiye kadar hiç böyle sinirlenmemiş-tim; gelecek sefer eğer Allah bana Kureyşlilere karşı zafer verirse, onlardan otuz cesede aynı şeyi yapacağım» dedi.1. Fakat bundan kısa bir süre sonra şu âyetler indi: «Eğer ceza verecekseniz, size ceza verilenin misliyle ceza verir ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır* (Nahl: 126). Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), biraz önce ettiği yeminden geri dönmekle kalmayıp, cesetlere zarar veriJ-mtatai de yasakladı. Yanısıra, savaş sırasında, insanın en tanrısal bölümü olan yüzüne dikkat- edilmesini istedi. «Bir darbe indireceğiniz zaman, bunun yüze gelmemesine dikti) 1.1. 584. 278 kat edin. Çünkü Allah, Adem'i kendi suretinde yaratmıştır»1. Abdullah îbn Cahş da Hamza'nın biraz ötesinde öldürülmüş ve cesedi tahrip edilmişti. Peygamber (s.a.v.) başka ölüleri aramak için yüzünü onlardan çevirdiğinde değişik bir manzarayla karşılaştı. Kendi akrabalarından olan Abdullah ve Hamza'nın biraz ötesinde Hanzala'nın cesedi vardı, Kureyş'in ne kadınları ne de erkekleri ona dokunmamışlardı. Hanzala (r.) orada sanki meleklerin kendisini yatırdığı şekilde uzanıyordu. Saçları, öğlenin kuru toprağı üzerindeki suyla ıslanmıştı. Yanından geçen herkes Allah'a şükrediyordu. Çünkü onun güzelliği şehit arkadaşlarının Cennette şimdiki durumunu gösterir bir işaretti. Biraz ötede Haysenıe (r.) ve Îbn ed-Dehdehe (r.)'nin cesetleri vardı. Heyseme, rüyasında şehit oğlunu gören; Sabit îbn ed-Dehdehe de, yetim çocuğa hurma ağacını hediye eden adamdı. Peygamber (s.a.v.) Sabit'i gördüğünde; «Meyve yüklü alçak dallı hurma ağaçlan! İbn ed-Dehde-henin Cennette ne çok ağacı var!»3 diye buyurdu. Evs'lilerden bir grup kendi ölülerini ararken, daha bir gün önce müslüman olmamakla suçladıkları Usayrim adında bir adamın cesedini buldular. Ona ne zaman İslam'dan bahsetseler, O: «Sizin söylediklerinizin doğru olduğunu bilsem, hiç tereddüt etmem» derdi. Fakat şimdi savaş alanında çok ağır yaralı bir şekilde yatıyordu, henüz ölme-mişti. «Seni buraya getiren ne?» dediler, «Halkını korumak mı yoksa îslâmı korumak mı?» «İslam için geldim» dedi, «Birden bire Allah'a ve Rasulüne inandım ve Müslüman oldum. Ondan sonra da kılıcımı alıp bu sabah erkenden Allah'ın Rasulü ile beraber olmak için buraya geldim. Beni yere düşüren bir darbe yiyenceye kadar da savaştım». Daha fazla konuşamadı. Evs'li grup onun başında ölünceye dek beklediler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) 'eUsayrim'den bahsettiler. O da Usayrim'in Cennetliklerden olduğunu söyledi. Sonraki yıllarda Usayrim, beş vakit namazdan birini bile kılmadan Cennete giren adam olarak tanınırdı. Şehidler arasında bir de yabancıya rastladılar. İlk başta yabancı olduğunu sanmışlardı, fakat içlerinden biri onun Salebe kavminin Yahudi alimlerinden Muhayrîk olduğunu anladı. Daha sonradan öğrendiklerine göre Muhayrik o sabah erkenden halkını toplamış ve Peygamber (s.a.v.) 'e verdikleri sözü tutarak, putperestlere karşı onun yanında olmaları gerektiğini söylemişti. Onlar, bunun Sebbat anlamına geldiğini söyleyince O: «Sebbat'a inanmayın» demiş ü. Daha sonra, öldürülürse Muhammed (s.a.v.)'in kendisinin varisi olduğunu duyurmuştu: «Eğer bugün öldürülür-sem, tüm mallarım, onları Allah'ın gösterdiği şekilde harcayacak olan Muhammed (s.a.v.)'indir.» Daha sonra kılıcını ve diğer silahlarını alıp Uhud'a doğru yola çıkmış ve orada öldürülünceye kadar savaşmıştı. Bundan sonra Medine'ye dağıtılan sadakaların çoğu, Peygamber (s.a.v.) 'e, Muhayrîk'ten miras kalan hurma bahçelerinden kaynaklanıyordu. Peygamber (s.a.v.), Muhayrik için: «Yahudilerin en iyisi» demişti. Mekke'lilerin evlerine döndükleri anlaşılır anlaşılmaz Medine'Iiler rahat bir nefes aldılar ve kadınlar öğleden beri kulaklarına gelen söylentilerin doğru olup olmadığını anlayıp ölülerini görmek üzere şehrin dışına çıkmaya başladılar. İlk gelen kadınlar arasında Aişe, Ümmü Eymen ve Safiye vardı. Peygamber (s.a.v.), Safiyeyi görünce çok üzüldü ve Zübeyr'e: «Annene yardım et ve Hamza'nin mezarının hemen kazılmasını sağla. Git anneni götür, kardeşine olanları görmesin» dedi. Bunun ürerine Zübeyr, Sa-fiye'ye gitti ve: «Anne, Allah'ın Basulü sana geri dönmeni emrediyor» dedi. Fakat Safiye zaten haberleri önceden öğrenmişti. «Niçin gidecekmişim?» dedi, «Kardeşimin başına gelenleri duydum. Fakat bu Allah içindi. Allah'tan gelene razıyım, tnşaallah sabredeceğime söz veriyorum». Zübeyr, Peygamber (s.a.v.)'e döndü, O da Safiye'nin gelmesine izin verdi. Bunun üzerine Safiye kardeşinin cesedinin yanına geldi ve şu âyeti okudu: «Biz Allah'a ait (kullar) iz ve şüphesiz O'na dönücüleriz». Bunu duyunca hepsi Bedir'den sonra indirilen âyetleri hatırladılar ve rahatladılar . «Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. Ve sakın Allah yolunda Öldürülenlere «ölüler» demeyin; tersine onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz. Rabbinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır». (Bakara: 153-157). Safiye daha sonra kızkardeşi Umeyme'nin oğlu Abdullah îbn Cahş (r.)'ın cesedi başında dua etti. Fatıma (r.) da ona katıldı. İki kadın birlikte ağladılar. Peygamber (s.a.v.) de onlarla birlikte ağlayarak rahatladı. Daha sonra Fatıma babasının, yaralarını sardı. Kuzenleri Hamne'ye kocası Mus'ab'm, erkek kardeşi Abdullah'ın ve amcasının ölüm haberini vererek üzüldüler. Savaşın ilerlediği bir anda Peygamber (s.a.v.), hâlâ sancağ* elinde taşıyan Mus'-ab'ı görmüş ve ona seslenmişti. Fakat adam : «Ben Mus'ab değilim» diye cevap vermiş. Peygamber (s.a.v.) de, onun Mus'ab'm yerine sancağı taşıyan bir melek olduğunu anlamıştı. Peygamber (s.a.v.) genç adamın cenazesi başında durdu ve şu âyeti okudu: «Mü'minlerden Öyle erkek-adamlar vardır ki, üzerinde Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi (şehid olup sözünü yerine getirdi), kimi de beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirme-diler» (Ahzab; 23). Peygamber Cs.a.vJ, bütün ölülerin Hamza'nın cenazesinin yanına getirilmesini ve mezarların kazılmasını emretti. Hamza bir örtüye sarılmıştı, Peygamber (s.a.v.) onun için cenaze namazı kıldı. Bunun ardısıra diğer cenazeler için de toplam yetmişiki cenaze namazı kıldı. Bir mezar kazılır kazılmaz iki veya üç cenaze bir mezara gömülüyordu. Hamza ve yeğeni Abdullah aynı mezara yan yana gömüldüler. Peygamber (s.a.v.) gömülme işlemi boyunca her mezarın başında bulundu. «Cemuh'un oğlu Amr ile Amr'm oğlu Abdullah'ı bulun» dedi, «Onlar bu dünyada birbirinden ayrılmaz iki dosttu, ikisini aynı mezara gömün». Fakat Amr'm zevcesi ve Abdullah'ın -Cabir'in babası- kardeşi olan Hind ikisinin cenazesini, oğlu Hallâd'mki ile beraber getirmişti. Hind onları Medine'ye götürmeye çabalamış, fakat düzlüğün sonunda ona, bunun Allah'ın emriyle olduğu söylendi. Bu nedenle Hind cenazeleri tekrar savaş alanına geri götürmek zorunda kalmıştı. Bu üç cesed aynı mezara gömüldü. Peygamber (s.a.v.} gömülme işlemi bitene dek mezarın başında durdu ve : «Ey Hind, Amr, oğlun Hallâd ve kardeşin Abdullah, hepsi beraber Cennet-teler». Bunun üzerine Hind: «Ey Allah'ın Rasulü, beni de onların yanma yerleştirmesi için Allah'a dua et- dedi. ölülerin çoğunun aksine, Muzeyne'li adamın o anda orada hiç akrabası yoktu. Çünkü yeğeni de ölünceye kadar orada savaşmıştı. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) onun başına gitti ve: «Benim senden razı olduğum gibi, Allah da senden razı olsun»[1] dedi. Muzeyne'linin vücudunu giydiği yeşil çizgili örtüyle kapattılar. Mezara koyduklarında Peygamber (s.a.v.), onun yüzünü kapatmak için örtüyü yukarı çekti. Fakat bu kez de ayaklan açıkta kaldı. Bunun üzerine, Peygamber (s.a.v.), yanmdakilerden çevreden biraz ot toplayıp adamın ayaklarını örtmelerini istedi. Diğer cenazeler için de aynı şey sözkonusuydu. Yani toprak atılmadan önce ölünün yüz ve ayakları başka birşeyle örtülmeliydi. Son mezar da kapatıldığında Peygamber (a.n.v.) atım istedi ve bindi. Şafakta geldikleri yoldan geri döndüler, Medine'nin girişindeki kayalıklara geldiklerinde, çevresindekilere saf oluşturmalarını söyledi. Erkekler Mekke'ye dönük iki saf oluşturdular. Ondört kadın da onların arkasına dizildi. Daha sonra Allah'a dua edip şükür ve hamd-lerini sundular «Allah'ım, senden selamını, rahmetini, bereketini ve affını diliyorum, Allah'ım, senden ne sona eren, ne de solan ebedî saadeti istiyorum. Allah'ım, senden korkulacak günde eminlik, yokluk gününde çokluk istiyorum.»[2]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 277. [2] W. 315. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:15 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
55. Uhud'dan Sonra Şebre vardıklarında güneş batıyordu. Mescid'e vanr. varmaz akşam namazını kıldılar. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) dinlenmek için yattı ve derin bir uykuya daldı. O kadar derin uyuyordu ki Bilal (r.)'in okuduğu yatsı ezanını duymadı. Bu yüzden namazı daha sonra evde tek başına kıldı. Ensar'ın iki Sa'd'ı 4bn Ubade ve îbn Muaz- geceyi Mescidin kapısında geçirdiler. Daha sonra bu nöbeti başkaları devraldı. Çünkü hâlâ Kureyşlilerin geri gelip saldırma ihtimali vardı. Ertesi sabah Peygamber (s.a.v), sabah namazından sonra Bilal'e oradakilere ve uzaktaki-lere düşmanın arkasından gidileceğini duyurmasını söyledi. «Fakat hiçbiri bize katılmayacak, sadece dün bizimle birlikte savaşanlar gelecek» dedi. Elçiler çeşitli kabilelere vardıklarında Ashab'm çoğunu yaralarını sararken veya eşlerine sardırırken buldular. Çünkü Uhud'a katılanlardan çok azı yara almamıştı, çoğu ise flgır yaralıydı. Fakat Peygamber (s.a.v.) 'in çağırışını duyar duymaz hepsi yaralarını ellerinden geldiğince kapatıp tekrar yola çıkmak için hazırlandılar. Uhud'a katılanlardan sadece Malik (r,) ve Şemmas (r.) bu seferki yürüyüşe katılamiyordu. Çünkü Malik aldığı yaraların etkisiyle zayıf düşmüş, halsiz bir şekilde ailesinin yanında yatıyordu, Şemmas'ın ise Medine'de hiç akrabası yoktu. Bu yüzden onu Aişe kendi odasına taşımıştı. Fakat Ümmu Seleme kabilesinden olan bu adama bakmanın kendi sorumluluğunda olmasını istedi ve ona bakmayı üstlendi. Hemen hemen Ölmek üzere olduğu için, Peygamber (s.a.v.) Şemmas'ı Medine'ye gömmemelerini, Uhud'a arkadaşlarının yanma gömmelerini söyledi. Başına nişan alınan darbenin omuzuna gelmesi nedeniyle sağ omuzunu oynatamamasına rağmen Peygamber (s.a.v.), ilk hazırlananlar arasındaydı. Talha (r.), yola çıkma zamanını öğrenmek için Mescide geldiğinde onu kapının önünde at sırtında görünce çok şaşırdı. Peygamber (s.a.v.) miğferinin önünü indirmişti, gözlerinden başka yeri görünmüyordu. Bunun üzerine Talha, sakat olmasına rağmen hazırlanmak üzere hemen eve koştu. Beni Selime'den yola çıkanlar arasında, çoğu on'dan i'azla kılıç veya ok yarası almış olan kırk yaralı vardı. Kararlaştırdıkları yerde Peygamber (s.a.v.)'le buluşunca sıraya girdiler. Peygamber (s.a.v.) onların kalelerinin bedenlerinden daha güçlü olduğunu görünce çok sevindi ve şöyle dua etti: «Allah'ım, Beni Selime'ye merhamet et!» Bütün kabileler arasında, Uhud'a katılmayan fakat bu kez onlara katılan bir tek kişi vardı. Bu Cabir (r.l 'di. O sabah Peygamber (s.a.v.)'in, çağrısını duymuş ve ona giderek: «Ey Allah'ın Rasulü, savaşta bulunmayı çok istiyorum. Fakat babam beni yedi küçük kız kardeşimin başında bıraktı. Ben ümit ettiğim halde şehadette Allah onu bana tercih, etti. Ey Allah'ın Rasulü, hiç olmazsa bu kez seninle gelmeme izin ver* dedi. Peygamber (s.a.v.) de ona diğerleriyle birlikte gitme izni verdi. Medine'den sekiz kilometre ötede konakladılar. O sırada düşman da kendilerinden fazla uzakta olmayan Rev-ha'da konaklamıştı. Bunu duyan Peygamber (s.a.v.) adamlarına mümkün olduğu kadar geniş alana yayılmalarını ve kendileri için odun toplamalarını emretti. Her adam kendisi için bir ateş yakacakta. Güneş batana dek beşyüz öbek odun topladılar. Gece olduğunda herkes kendi ateşini yaktı. Çok sayıdaki ateş öbekleri uzaktan sanki büyük bir ordu konaklamış izlenimi veriyordu. Hâlâ putperest olmasına rağmen müslümanlara dost olan Huzaa'h bir adam Etm Sûfyanfa gidip, gerçek olmadığı halde, Uhud'a katılmayanlar ve müttefikleri de dahil bütün Medine'lilerin savaş meydanına geldiklerini haber verdi. «Tanrıya andolsun, siz anların atlarının başını görür görmez kaçmalıydınız» dedi. Kureyşlîlerden bazdan Medine'ye saldırmak istiyordu» fakat şimdi hepsi en hızlı şekilde Mekke'ye dönme kararı almışlardı. Bununla birlikte Ebu Süfyan, erzak almak için Medine'ye giden bir gruptan Peygamber (s.a.v.)'e mesaj göndermeyi İhmal etmedi. «Muhammed (s.a.v.)'e de ki: «'Biz .ona ve arkadaşlarına karşı çıkıp, geri kalanların hepsinin kökünü kurutuncaya kadar onlarla savaşacağız.' Geri döndüğünde Ukaz panayırına uğra, deveni kuru üzümle yükleyeyim» dedi. Adamlar, mesajı Peygamber Cs.a.v.)'e ulaştırdığında, o kısa bir süre önce inen âyetle cevap verdi: «Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.» (Âl-i tmran: 123). Peygamber Cs.a.v.) ve arkadaşları Pazartesi, Salı ve Çarşamba günlerini orada her akşam ateş yakarak geçirdiler. O üç gün boyunca tüm müslümanlar dinlendiler ve bayram sevinci yaşadılar. Bir önceki yaz hasat çok ve. rimli geçmişti. Sa'd îbn Ubade (r.) otuz deve yükü hurma, diğerleri de kurban edilmek üzere hayvanlar getirmişlerdi. Perşembe günü toparlanıp Medine'ye döndüler. Uhud savaşından döndükten sonra Îbn Ubey'in oğlu Abdullah, savaştan sonraki ilk geceyi, çarpışma sırasında aldığı bir yarayı dağlamakla geçirdi. Bu sırada babası ona savaşa katılmasının aptallık olduğunu söylüyordu. «Tanrıya andolsun, sonuç tam benim tahmin ettiğim gibi oldu» dedi. Oğlu: «Allah'ın Rasulü ve müslümanlar için yaptığım şey hayırlıydı» dedi. Fakat Îbn Ubey tartışmaya açık değildi. «Eğer öldürülenler bizle geri dönmüş olsalardı, öl-dürülmezlerdi» diye iddia etti. Oğlu, diğer müslümanlarla birlikte savaşta iken o Medine'de boş durmamıştı. Yahudiler ise daha önce göstermedikleri derecede şiddeti bir kesinlikle şöyle diyorlardı: «Muhammed (s.a.v.) sadece krallık peşinde koşuyor. Hiçbir peygamber böyle bir sonla karşılaşmamıştır. Hem kendisine hem de arkadaşlarına büyük darbeler vurulmuş». Yahudilerin ve münafıkların söylediklerinin çoğu, Uhud'a yakın bir yerde ateşler yakarak yapılan gösteriden sonra şehre dönen. Ömer (r.)'in kulağına gitmişti. Ömer, bunları duyunca hemen Peygamber (s.a.v.)'e gitti ve bundan soiumlu olan kişileri öldürmek için ondan izin istedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) buna izin vermedi. «Allah, dinini yüceltecek ve Peygamber (s.a.v)'ine güç verecek» dedi. «Ey Hattab'm oğlu, gerçekten Kureyş bize bir daha aynı günü yaşatamayacak ve gidip Köşe'yi selâmlayabileceğiz»[1] -Mekke'ye girip Hacer'ül-Esved'i Öpeceklerin; kastediyordu-. Ömer'in ellerinin bağlı olmasına rağmen Ibn Ubey, cezasız kalmadı. O, Mescidde cuma namazları için kendine şerefli bir konum, edinmişti. Onun Medine'deki konumunu herkes bildiği için buna kimse karşı çıkmıyordu. Peygamber (s.a.v.), minbere hutbe ve vaaz için çıktığında Ibn Ube> kalkar ve şöyle derdi: «Ey insanlar, bu Allah'ın Rasulüdür. Dilerim Allah onun sayesinde bize merhamet eder. O halde ona yardım edin, onu onurlandırın, onu dinleyin ve ona itaat edin*. Daha sonra tekrar otururdu. Fakat Uhud dönüşünden sonraki ilk.Cuma namazında Ibn Ubey her zamanki gibi aynı, şeyleri söylemek için ayağa kalktığında, etrafında bulunan Ensardan müslümanlar onu iki tarafından tuttular ve: «Ey Allah'ın düşmanı, otur. Bu yaptıklarından sonra senin konuşmaya hakkın yok» dediler Bunun üzerine Ibn Ubey, kalabalığın arasından zorlukla sıyrıldı ve cemaati terketti. Mescidin kapısında ona rastlayan Ensardan biri ona: «Dön ve Allah'ın Rasulünden bağışlanma dile» dedi. Fakat o şu cevabı verdi «Tanrıya an. dolsun, benden bağışlanma dilememi isteyen kişiyi ben istemiyorum». Uhud'u izleyen günlerde Peygamber (s.a.v.) savaşla ilgili birçok yem vahiyler aldı. Bu âyetlerden iki kabilenir. de büyük bir bölümünün savaş başladığı anda alanı ter-ketmeyi düşündükleri, fakat Allah'ın onlara güç ve kararlılık verdiği açığa çıkıyordu. Bu iki kabileden biri, düşmanı takip etmeye gittiklerinde hemen hazır oluşlarıyla Peygamber (s.a.v.)'i sevindiren Hazreç'li Beni Selime kabilesi idi. Beni Selime \q Evs'li Beni Harise kabileleri bu âyetleri (Âl-îmran : 122) duyunca, âyette kastedilen kişilerin kendileri olduklarını itiraf ettiler. Fakat o anki zayıflıkları için üzülmüyorlardı, çünkü Allah onlara kendi kazanacakları güçten daha fazla güç ve kararlılık vermişti. Ayetler savaş sırasında birden paniğe kapılıp dağa kaçanlardan ve özellikle şehit olmak istedikleri için Peygamber (s.a.v.) 'i savaşa teşvik edenlerden bahsediyordu. «Yoksa siz Allah, İçinizden cihad edenleri belirtip -aytrdetme-den ve sabredenleri de belirtip' ayırdetmeden cennete gireceğinizi mt sandtntz? Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce Ölümü temenni ediyordunuz, işte siz -bakıp dururken- onu gördünüz de.» (Ahi lmran: 142-143). Fakat vahiy, savaş alanında emirlere uymayan kişilerin cezalanın orada ödedikleri ve affedildiklerini de belirtiyordu, ödedikleri cezanın veya keff arf etin bir kısmı .Peygamber (s.a.v.)'in ölüm haberini duyduklarında çektikleri acı ve üzüntüdür (Âl-i lmran.- 152-155). Eski medeniyetlerin harabe ve tarihlerine bakarak, Arabistan'ın geleneklerinin de bir gün yok olacağı ve zaferin islam'ın olacağı da anlaşılıyordu. «Gerçek şu ki, sizden Önce nice sünnetler (kanun özelliğini kazanmış olaylar) gelip geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip dolaşın da yalan sayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün. Bu (Kur'an), İnsanlar için 'dolambaçsız bir açıklama (beyan)' sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanmtşlarsantz en üstün olan sizlersiniz.» (Âl-i lmran: 137-139). Bir de gelecekle ilgili bir olaya değiniliyordu: 280 Muhamtned, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi ölürse ya da öldürülürse, sîz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mı döneceksiniz? iki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Mlah şûkredenleri pek yakında ödullendirecektir» (Al-i İmran: 144). -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 317. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:16 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
56. İntikam Kurbanları Dört aydan fazla süre boyunca barışı bozan hiçbir olay meydana gelmedi. Fakat bu sürenin sonunda Beni Esed Ibn Huzeyme'nin Medine'ye sefer düzenlediği haberi ulaştı. Müslüman olan Cahş ailesini- ve daha Önceden Mekke'de yaşayan Esed'lileri saymazsak bu geniş ve güçlü Necd kabilesi hâlâ. Kureyşlüerin yakın bir müttefikiydi. Kureyşli-ler şimdi de onları, Uhud'da zayıf düşen Müslümanlardan yararlanmaya teşvik ediyordu. Bu nedenle onlara ve tüm Arabistan'a Uhud'un müslümanlan zayıflatmadığı, bilâkis güçlendirdiği gösterilmeliydi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Beni Esed Ibn Huzeyme'lilerin kampına habersiz olarak, kuzeni Ebu Seleme komutasında yüzelli silahlı adam gönderdi. Bu küçük ordu îbn Huzeyme'lilerin kampına sessizce yaklaştı ve çok az kan dökerek onların kaçmasını sağladı. Müslümanlar ise Medine'ye, onbir gün sonra, büyük bir deve sürüsü ve üç çoban ile birlikte döndüler. Bu saldırı amacını yerine getirmişti, yani islam'ın bitmeyen gücü tüm Arabistan'a gösterilmişti. O sıralarda daha güneyden bir saldırının yapılacağı haberi Medine'ye geldi. Fakat bu kez Peygamber (s.a.v.) mucize göstererek İslam karşısındaki düşmanlığın, Hudayl kabilesinin Linyani kolunun başkanında toplandığını bildirmişti. Eğer bu adam ortadan kaldırılırsa o taraftan gelecek saldın artık pek Önemli olmazdı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Hazreçll Abdullah Ibn Uneys'i, bu lideri öldürmekle görevlendirdi. «Ey Allah'ın Rasulü» dedi Abdullah, «bana o adamı tarif et ki, gördüğümde tanıyabileyim». Peygamber (s.a.v.) : «Onu gördüğünde, o sana şeytanı hatırlatacak. Onun aradığın adam olduğunu şöyle anlayacaksın; onu gördüğünde titreyeceksin» dedi. Abdullah, Peygamber (s.a.v.)'in söylediklerini aynen yaşadı ve onu öldürüp sağsalim geri döndü. Medine'ye karşı planlanan saldırıların hepsi şimdilik rafa kaldırılmıştı. Fakat öldürülen başkanların öcünü almak için Hudayl kabilesinden bir grup adam, komşu köylere İslam'ı anlatmak için giden altı müslümana saldırdılar. Olay, Mekke'nin yakınında Raci' denilen sulak bir yerde meydana geldi. Peygamber (s.a.v.) 'in adamlarından üçü dövüşerek şehit edildi, diğer üçü de esir alındı. Esir alınan üç kişiden biri kaçmak isteyince hemen öldürüldü. Çatışmada ölenlerden biri de Uhud'da Kureyş'in, sancaktarlarından ikisini Öldüren Evs kabilesinden Asun idi. öldürülen adamların annesi, Asım'm kafatasmdan şarap içmeye yemin etmişti. Hudayl'lı adamlar da onun kafatasım bu kadına satmayı plânlıyorlardı. Fakat bir arı kovanı yüzünden gece olana dek Asım'm cesedine yaklaşamadılar. Gece olunca da bir fırtına Asım'm cesedini sürükleyip götürmüştü. Bu nedenle Kureyşli anne hiçbir zaman yeminini yerine getiremedi. Esir alman Evs'li Hubeyb ile Haz-reç'îi Zeyd, Bedir'deki ölülerinin öcünü almak için her fırsatı kollayan Kureyşlilere satıldı. Hubeyb, Beni Nevfel'in müttefiklerinden birine satıldı ve Bedir'de öldürülen babasının öcünü alması için kabilenin bir üyesine verildi. Safvan da aynı amaçla Zeyd'i aldı ve iki adam Haram aylar geçinceye kadar hapiste kaldılar. Safer ayının hilâli görünür görünmez esirleri haram bölgeden çıkarıp Tan'im'e götürdüler. İki adam birbirlerini hapsedildiklerinden beri ilk defa görüyorlardı. Orada birbirlerine sabır tavsiye ettiler. Daha sonra Beni Nevfel ve beraberindekiler Hubeyb'i biraz İleriye götürdüler. Hubeyb kendisini kazığa bağlayacaklarını anlayınca onlardan namaz kılmak için izin istedi, daha sonra İki rek'atası namaz kıldı. Onun, öldürülmeden önce namaz kılma geleneğini kuran ilk kişi olduğu söylenir. Daha sonra onu kazığa bağladılar ve «İslam'dan dönersen seni serbest bırakacağız» dediler. O şu cevabı verdi: «İslam'dan döndüğümde yeryüzündeki herşeyi elde edeceğimi bilsem yine de İslam'dan dönmem.» «Kendin evinde olup, Muîıammed (s.a.v.) 'in senin yerinde olmasını İstemez miydin?» dediler. «Kendim evde oturmak için Muhammed (s.a.vj'in ayağına bir diken parçası bile batmasını istemem» diye cevap verdi. «Dön ey Hubeyb,» dediler, «çünkü dininden dönmezsen seni öldüreceğiz.» «Allah için ölmem hiç de önemli değil» dedi. Daha sonra şunları ekledi: «Benim yüzümü kutsal yerden çevirmenize gelince,» -yüzünü Mekke'den başka tarafa çevirmişlerdi- «Allah şöyle buyuruyor: «Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü kıblesi orasıdır» (Bakara : 115). «Allah'ım, burada benim selamımı senin Rasu-lüne götürecek kimse yok, o halde selamımı ona Sen ulaştır» dedi. O sırada Peygamber (s.a.v.), Medine'de Zeyd ve diğer arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu. Bir an Peygamber (s.a.v.), vahiy aldığı zamanlarda girdiği hale girdi. Onun «Ve Aleyhi es-Selam ve Rahmetullah (Allah'ın selamı ve Rahmeti onun üzerine olsun)» dediğini duydular. Peygamber (s.a.v.) daha sonra «Cebrail bana Hubeyb'den selamını getirdi» dedi[1]. Kureyşlilerin yanında babalan Bedir'de öldürülen kırk genç vardı. Gençlerden her birine mızrak verip: «Bu, senin Ly-banı öldürendir» dediler. Gençler HubeybS^nuzrakladı-lar, fakat öldüremediler. Bunun üzerine büyüklerden biri elini çocuğun elinin üstüne koyup öldürücü bir darbe indirdi. Bir diğeri daha aynı şeyi yaptı. Fakat buna rağmen Hubeyb bir saat daha yaşadı ve sürekli şu iki cümleyi tekrarladı: «Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Rasulüdür». Esir edilen arkadaşı Zeyd de aym şekilde öldürüldü. Öldürülmeden önce O da iki rekat namaz kıldı ve sorulan sorulara aynı cevaplan verdi. Zühre'nin müttefiklerinden olan. ve o gün herkesle birlikte Tan'im'e giden Ahnas İbn Şerik şöyle demekten kendini alıkoyamadı: «Hiçbir baba evlâdını, Muhammed'in taraftarlarının Muhammed'i sevdiği kadar sevemez». Bedir Savaşı'nm başında, Utbe ile teke tek karşılaşması sonucunda ölen Ubeyde geride kendisinden çok genç olan bir dul bırakmıştı. Bedevi kabilesi Amir'den Huzey-me'nin kızı olan Zeyneb çok cömert bir kadındı; islam'dan öncede «fakirlerin annesi» diye anılırdı. Dul kaldıktan bir yıl sonra hâlâ evlenmemişti. Peygamber (s.a.v.), ona evlenme teklif ettiğinde memnuniyetle kabul etti. Mescide bitişik odalara bir oda daha eklendi. Büyük bir ihtimalle bu yeni bağ nedeniyle Zeyneb'in kabilesinin yaşlı lideri Ebu Bera, Peygamber (s.a.v.)'i ziyaret etti. İslam ona teklif edildiğinde yaşlı adam buna karşı olmadığım söyledi. Bununla birlikte tamamen kabul ettiğini de açıklamadı. Sadece kendi kabilesine İslam'ı öğretecek müslümanlarm gelmesini istedi. Peygamber (s.a.v.) ona, diğer kabilelerin müslümanlara saldıra bileceğini söyledi. Beni Amir, Hava-ziıı kabilesinin bir koluydu ve yerleşim bölgesi, müslümanlara saldırmaları muhtemel olan Süleym ve diğer Gata-fan kabilelerine yakındı. Fakat Ebu Bera, Beni Amir'in şefi olarak kendisinin koruyacağı hiç kimseye saldırılamaya-cağına dair söz verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) hem bilgileri, hem de takvaları nedeniyle İslam'ı temsil eden. kırk müslüman seçti. Onların başına da Hazreçli Mun-zir îbn Amr'ı getirdi. Seçilenlerden biri de Peygamber fs.a,v.) ve Ebu Bekir'le birlikte hicret eden Ebu Bekir'in azatlı kölesi Amir îbn Fuheyre idi. Medine'de, Ebu Bera'nın liderliğinin tartışmalı olduğu bilinmiyordu. Onun yerine geçmek isteyen yeğeni, Peygam-ber'den bir mektup götüren, bu nedenle herkesten önce oraya varan bir müslümanı öldürdü. Kabilenin diğer adamlarım da geri kalan müslümanları öldürmeleri için teşvik etti. Fakat tüm kabile Ebu Bera'nın koruması altında o'^n kimseyi öldüremeyeceklerini söyleyince sinirlenen yeğin. kısa bir süre önce Medine'ye kötülük yapmayı düşünen iki Süleym kabilesine haber verdi. Süleym kabilesi hemen bir grup atlı gönderdi ve Ma'una kuyusu yakınında hiçbir şeyden habersiz konaklayan müslümanların hepsini şehit ettiler. Sadece develeri otlatmaya giden iki kişi sağ kaldı. Bu iki kişiden biri Uhud'da büyük bir cesaretle savaşan Haris tbn es-Simme idi. Diğeri ise Kinane kabilesinin Dem-reh kolundan Amr idi. Uzaktan kamplarının çevresini saran atlıları görünce çok şaşırdılar. Yaklaştıklarında ise kampın bir savaş alanına döndüğünü ve arkadaşlarının hepsinin öldürüldüğünü gördüler. Süleym'li adamlar ölülerin başında derin bir tartışmaya dalmışlardı. Bu yüzden yeni gelenleri farketmediler. Amr gidip Medine'ye haber verme taraftarıydı. Haris ise söyle dedi: «Munzir'in öldürüldüğü yerde ben savaş alanına arkamı dönüp gidemem». Daha sonra kendini düşmanların arasına attı ve Amr'la birlikte esir alınıncaya kadar çarpıştı ve iki düşman öldürdü. Düşmanların ikisini de öldürmek istememeleri garipti. Çünkü Haris iki adamlarını Öldürmüştü. Haris'e kendisine ne yapılmasını istediğini sordular. O da Munzir'in cesedi başında gidip eline silahlar verilmesini ve orada savaşmak istediğini söyledi. Onun isteğini yerine getirdiler. Haris kendisi öldürülmeden önce iki adam daha öldürdü. Amr'ı İse serbest bıraktılar ve kendilerine ölü arkadaşlarının isimlerini saymasını istediler. Amr, onlarla birlikte her cesedin basma gitti ve soyuyla birlikte hepsinin ismini söyledi. Ona burada olması gereken fakat cesedi burada olmayan bir arkadaşının olup olmadığını sordular. «Amir Ibn Fuheyre adındaki Ebu Bekir'in azatlısını göremiyorum-. dedi. Ona «Bu adamın sizin aranızdaki konumu nasıldı?» diye sordular. «O en iyilerimizden biriydi» dedi, Amr, «Pey-gamber'e ilk tabi olanlar arasındaydı». Soruyu soran : «Sana, ona ne olduğunu söyleyeyim mi?» dedi. Daha sonra Amir'i Öldüren Cebbar'ı çağırdılar. Cebbar, mızrağım nasıl arkasından gelip Amir'in iki kürek kemiği arasına sapladığını anlattı. Mızrağın ucu Amir'in göğsünden çıkmıştı. Amir'in ölmeden önce son sözü: «Vallahi, zafere ulaştim» olmuştu. Cebbar: «Bu ne anlama gelebilir?» diye şaşırmıştı, çünkü aynı sözü kendisinin söylemeye daha çok hakkı vardı. Daha sonra Cebbar şaşkınlıkla mızrağı Amir'-in sırtından çıkarmıştı. Fakat şaşkınlığı, görünmeyen ellerin Amir'in cesedini gözden kaybolana dek yukarı kaldırdıklarını görünce daha da artmıştı. Cebbar'a -zafer»in Cennet olduğu anlatılınca müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) bu olayı duyunca, meleklerin Amir'i Cennet'in en yüksek derecelerinden biri olan «llliyyun»a (Muttaffıfin: ıa-19) götürdüklerini söyledi[2] Süleym'liler kabilelerine döndüler ve bu olayı tekrar tekrar herkese anlattılar. Bu onların İslam'a dönmelerinin başlangıcıydı. Serbest bıraktıkları Amr'a bu katliama Beni Amir'in sebep olduğunu söylediler. Bunun üzerine Amr, Medine'ye dönerken Beni Amir'den rastladığı iki kişiyi öldürülen arkadaşlarına karşılık öldürdü. Fakat gerçekte iki adam da masumdu. Çünkü onlar Ebu Bera'ya bağlıydılar ve onun müslümanlan korumasına taraftardılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), öldürülenlerin ailelerine kan diyeti verilmesine karar verdi. -------------------------------------------------------------------------------- [1] W. 360 [2] W. 349 |
4. sayfa (Toplam 8 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |