sufiforum.com http://www.sufiforum.com/ |
|
Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=24&t=5136 |
3. sayfa (Toplam 8 sayfa) |
Yazar: | muhammedi [ 02.02.11, 09:59 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
25. ES-SAA (KIYAMET) Kâfirlerin sık sık öne sürdüğü şeylerden biri de, eğer Allah gerçekten vahy gönderdiyse bir melek göndermeliydi fikri idi. Buna karşı Kur'an'ın cevabı şuydu: «Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.» (İsra: 95). Cebrail'in zaman zaman yeryüzüne inmesi, onu Kur'ani anlamda elçi (rasul) yapmıyordu. Elçi olabilmek için, mesaj getirilen insanlar arasında yeryüzünde yerleşmek gerekliydi. Kur'an şöyle diyordu : «Bize kavuşmayı ummayanlar dediler ki: «Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizİ bir görmemiz gerekmez miydi?» Andolsun onlar ktmdi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar. Melekleri görecekleri gün, suçlu-gunah-kârlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: «(Size sevinçli haber) yasaktır, yasak» (Furkan: 21-22). Bu yasaklama, onların dünya ile Ahiret arasına bir perde çekilmesi için yalvarmalarına, ama kibir içinde yalvarmalarına karşılıktır. Sema ile direkt bağlantıya geçildiğinde ve dünya yerle bir olup zaman ve uzay anlamsızlaştığında ebedi son gelmiş olacaktır. «İnsanların, her yana dağılmış 'pervaneler gibi olacakları gün ve dağların da etrafa saçılmış* renkli yünler gibi olacakları gün* (Karia: 4-5) ve «çocukların saçlarını ağartan bir gün» (Müzemmil: 17). Bu son, Kur'an'm tümünde sürekli tekrarlanır. Bu, es-saat*tır ve çok yakındır -"O göklerde de yerde de ağırlaştı" (A'raf: 187). Kıyamet vakti henüz gelmemiştir, onun yakın olduğu söylendiğinde ise, «Gerçekten senin Rabbinin katında bir gün, sizin, savmakta olduklarınızdan bin yıl gibidir» <Hacc: 47) âyeti hatırlanmalıdır. Fakat yine de vahyin geldiği dönem boyunca sürekli kıyamet beklenmiştir. Bu eşyanın tabiatı gereğidir. Çünkü ne zaman Vahy insanlarla muhatap oluyor ve yeni bir din ortaya konuyorsa, Sema ve dünya arasındaki perde biraz aralanmaktadır. Bu perdenin kaldırılması dünyanın şartlarını değiştirecek ölçüde büyük değildir, fakat peygamberin görev süresini, İsa, Musa, İbrahim ve Nuh zamanlarında olduğu gibi istisna kılmaya yetecek kadardır. Kur'an, Cebrail'in Hira dağındaki mağaradayken Muhammed'e (s.a.v.) ilk geldiği gece olan Kadir gecesi hakkında şöyle der: «Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler» (Kadir: 3-4). Kadir gecesinin bu eşsizliği bir bakıma Cebral'in Peygamber'e (s.a.v.) vahy getirdiği sûrenin tümü için de geçerlidir. Kıyameti beklemek, muhakemeyi beklemektir: Kur'an da kendini, el-Furkan (Bu bir surenin adıdır) doğruyu yanlıştan ayıran kriter, hakim olarak niteler. Bu nitelik, tüm vahyi kitaplar için de geçerlidir. Çünkü vahy ezeli ve ebedi olanın fani olanda görünmesidir ve bu uhrevî varoluş nihai muhakemeye Öncülük eder. Bu da birçok defalar, peygamberin (s.a.v.) gaybı bilmesinden bağımsız bir şekilde Cennet'le Cehennem'in çok acık olarak görünmesi demektir. İyilik ve kötülüğün gizlilikleri artık yüzeye çıkmıştır Peygamberin (s.a.v.) varlığı da buna paralel bir görev yüklenir, çünkü onun doğru yola çağırması kendisine karşı koyanları da, hemen kabul edenleri de kapsar. Vahyin, iyi olanları, kendilerini mümtaz kılmakla yükümlü tuttuğu hemen anlaşılıyordu. Fakat, o zamana kadar kötü olmadığına inandıkları birçok kişinin aniden kötü ve düşman diye nitelenmesi mü'minleri hem şaşırtıyor, hem de duygusal baskı altına alıyordu. Kur'an inananlara, bunu kabul etmeleri gerektiğini söylüyordu, çünkü O'na karşı çıkanlarla dost olunamazdı. Bu konuda birçok âyetler gelmiştir. «Andolsun, biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha da uzaklaşmalarından başkasını getirmiyor» (İsra: 41). «Biz onları korkutmaktayız. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey artmmyor» (İsra: 60). Hiç kimse daha önce Ebu Leheb'in asıl tabiatını bilmiyordu; buna bir diğer örnek de Abdu'r-Rahman İbn Avf'ın, Cumah'ın lideri ve İslâm'a düşman olan Ümeyye İbn Halefle eskiden arkadaş olmasıydı. Buna paralel olarak Kur'an, Nuh'un, getirdiği mesajın kendisiyle kavminin arasını ayırdığından ve onların daha da sapmasına yol açtığı için nasıl Allah'a şikayet ettiğinden bahseder (Nuh. 6). 26. ÜÇ SORU Kureyşliler toplandıkları her seferde, kendilerine göre en büyük problemleri olan konu hakkında mutlaka konuşurlardı ve bu kez Yesrib'deki Yahudi alimlerine danışmak üzere adam göndermeye karar verdiler. Gönderecekleri iki elçiye-. «Onlara Muhammed'den bahsedin, onu tarif edin ve söylediklerini iletin; çünkü onlar ilk kutsal kitaba inanıyorlar ve mutlaka Peygamberler hakkında bilgileri vardır. Oysa bizim bu konuda hiçbir bilgimiz yok» dediler. Yahudi alimleri onlara şu cevabı gönderdi: «Ona bizim söyleyeceğimiz şu Üç soruyu sorun. Eğer bu sorulara cevap verebilirse O Allah'ın peygamberidir, fakat eğer cevap veremezse yalancı ve sahtekardır. Ona, eski günlerde ülkesini terk eden genç adamları, onlara ne olduğunu ve ilginç hikâyelerini sorun. Yeryüzünün ötesine, doğusuna ve batısına ulaşan uzak yolların yolcusundan haber vermesini isteyin. Bir de Ruh'u, onun ne olduğunu sorun. Eğer size, bunları söyleyebilirse, O'na uyun, çünkü O bir peygamberdir». Elçiler Mekke'ye bu haberle döndüğünde, Kureyş liderleri Peygamber'e haber gönderdi ve bu üç soruyu sordu. Peygamber: «Yarın size bunların cevabını vereceğim» dedi, fakat -înşaallah (Allah dilerse)» demeyi unuttu. Ertesi gün Kureyşliler cevap için geldiğinde onları geri gönderdi. O günden itibaren onbeş gün boyunca hiç bir vahy olmadı, Cebrail de hiç yanına uğramadı. Mekke'liler onunla alay ettiler, o ise du sözler için ve beklediği yardımı almadığı için çok üzülüyordu. En sonunda Cebrail, onu teselli eden ve üç soruya da cevap veren vahyi getirdi. Bu uzun bekleyişin sebebi şu âyetlerle açıklanıyordu. "Hiç bir şey hakkında 'Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: «Allah dilerse» (yapacağım de)» (Kehf: 23-24). Vahyin bu gecikişi her ne kadar Peygamber ve mü'minleri üzmüşse de gerçekte onlara gecikmeden sonuç çıkarmayı reddettilerse de, kafalarında şüphe olan bir çok Kureyşli için bu, Vahy'in Peygamber (s.av.) tarafından uydurulmadığına, bilâkis Allah'tan geldiğine delil idi. Eğer Muhammed (s.a.v.) daha önceki vahiyleri uydurdu ise, bu kadar alay edilme ve üzüntüye rağmen bu kez Vahyi geciktirmesi anlamsız değil miydi? İnananlar da her zaman olduğu gibi vahyin kendinden güç alıyorlardı. Kureyşliler, eski günlerde ülkelerini terkeden gençlerin hikâyesini sorduklarında -bu hikâyeyi o zamana kadar Mekke'de hiç kimse duymamıştı- bu hikâyenin o zamanın durumuyla ilgili olduğunu inananların yüceliğini ve inanmayanların kötülüğünü anlattığını bilmiyorlardı. Efes'te uyuyanların hikâyesi şöyle anlatılır: Milattan sonra üçüncü yüzyılın ortalarında halkı putperestliğe sapmış olan bir grup genç Allah'a imanı muhafaza ediyorlardı, halk da onları bu yüzden cezalandırıyordu. Bu eziyetlerden kaçmak için bir mağaraya sığındılar ve orada üçyüz yıl kadar uyudular. Yahudilerin o zamana dek bildiklerinden başka Kur'an-ı Kerim'deki kıssa (Kehf: 9-25) hiçbir insanın görmediği ayrıntılardan da bahsediyordu. Örneğin, uyuyanların uyandıktan sonra yüzyıllar boyu uyuduklarını nasıl fark ettiklerini ve Köpeklerin nasıl ön ayaklarını kapının eşiğine doğru uzatarak yattığını anlatır. İkinci soruya gelince, bu büyük yolcu Zü'1-Karneyn'dir. Vahiy onun doğuya ve batıya yaptığı yolculuğu anlatır v« sorulandan fazlasına cevap vererek bir üçüncü yolculuktan bahseder. Zülkarneyn iki dağın arasında yasayan bir topluluğa rastlar ve o topluluk Zül-Karneyn'e kendilerini Yecüc ve Mecuc'ten ve cinlerden koruyacak bir duvar yapması için yalvarırlar. Allah da ona, cinleri ve kötü ruhları bir yere toplama gücü verir. O belirli günde. Peygamber (s.a.v.) göre, bu kötü ruhlar yeryüzünde büyük karışıklıklara sebep olacaklardır. Onların ortaya çıkışı Kıyamet saatinden önce olacaktır ve vaktin yakınlaştığını gösteren işaretlerden biri olacaktır. Üçüncü soruya cevap olarak Vahy, insanın akü kapasitesinin ruhu kavramaya yetmeyeceğini söyler: «Sana ruhtan sorarlar, de ki: «Ruh, Rabbimin emrindedir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.» (İsra: 85). Yahudiler, peygamberin (s.a.v.) sorulara verdiği cevapları ilgiyle karşıladılar ve son cümledeki "size ilimden az verilmiştir" ibaresinin yahudileri mi yoksa araplan mı kasdettiğini sordular. Peygamber: "Her ikisini de" cevabını verince, kendilerinin her konuda bilgiye sahip olduklarını söyleyerek karşı çıktılar. Çünkü onlar, Kur'an'ın da tasdik ettiği gibi herseyi ayrı ayrı açıklayan (En'am: 154) bir kitap olan Tevrat'ı okuyorlardı. Peygamber onlara şöyle dedi: «Sizin bildikleriniz, Allah'ın ilmi yanında çok azdır fakat yine de eğer uygulasanız bildikleriniz size yeter* El. I. 198). Bu olaydan sonra Allah'ın ilmiyle ilgili âyet nazil oldu: «Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez» (Lukman: 27). Kureyş liderleri, yahudi alimlerinin daha önceki tavsiyelerine uymadılar; Yahudi alimleri de, beklentilerinin aksine. Peygamberin tüm sorularına cevap vermesine rağmen onu kabul etmediler. Fakat bu cevaplar başkalarının İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Peygamberin (s.a.v.) taraftarları arttıkça, düşmanları, yafam t»ry ve top-Inmlarmıiı olduğunu daha iyi anlıyor ve zayıf mü'minlare yaptıkları işkenceleri daha da artırıyorlardı. Her kabile kendi müslümanları ile uğraşıyordu: onları hapsediyor, döverek işkence ediyor, aç ve susuz bırakıyorlardı. Dinlerinden rtflnawîwrt için, onları «cağın en fazla olduğu anda, Mekke sokaklarında güneş altında kalmaya zorluyorlardı. Cumah'ın şefi Ümeyye'nin, Müslüman olan Bilal (r.a.) adında bir kölesi vardı. Ümeyye onu öğle sıcağında açık bir alana çıkarır, yere yatırarak, üzerine büyük bir taş koyar ve dininden dönene dek veya orada ölene dek bırakmak üzere yemin ederdi Ümeyye onu Lat ve Uzza'ya inanmaya davet ettiğinde Bilal «Bir, Bir» derdi; o şurada çok yaşlı olan Varaka da oradan geçiyordu. Bilal'ın lekence çskttgtoi ve «Bir. Bir. dediğini duyunca «Elbette O Bir'dir dedi Daha sonra Ümeyye'ye dönerek: «Allah'a yemin ederim ki, eğer onu böyle öldürecek olursan onun mezarını türbe yaparım» dedi Her Kureyşlinin, kendi kabilesi içinde yaşaması zorunlu dfftPrti Ebu Bekir de Beni Cumahhlar arasında oturuyordu. Bu, Beni Cumahulann peygamberi daha sık görebilmesi ««imi-** geliyordu, çünkü Muhammed (s.a.v.) her gün öğleden sonra Ebu Bekr'i ziyaret ederdi. Peygamberin mesajının bir..* Ebu Bekr'in yüzünde yazılı olduğu söylenirdi. Ebu Bekr'in yüzü sanki bir kitap gibiydi, Mekke sokaklarında görülmesi eskiden beri tüm kabile tarafından sevinçle karşılanır ve ona çok değer verilirdi. Şimdi ise Kureys liderleri onu görünce tedirgin ölüyordu. Bilal (r.) onun aracılığıyla İslam'a girmişti, ona işkence yapıldığını görünce Ümeyye'ye bu «zavallı adama böyle davrandığın İçin Allah'ta» korkmuyor musun?» dedi «Onu bu hale sokan sensin» diye cevap verdi Ümeyye, «O halde onu bu durumdan sen kurtar.» Ebu Bekr (r.) Tas kurtaracağım dedi «Bundan daha güçlü ve iri genç bir siyah kölem var, hem de senin dininden. Onu Bilal'* karşılık sana vereyim.» Ümeyye buna razı oldu, Ebu Bekr de (r.) Bilal'ı (r.) aldı ve azad etti. O zamana kadar altı kişiyi daha azat etmişti. Bunlardan ilki, ilk müslümanlardan, büyük bir ruhsal güce sahip olan Amir ibn Fuheyre idi Amir bir koyun çobanıydı, özgürlüğüne kavuştuktan sonra Ebu Bekr'in sürülerinin bakımını üzerine aldı. Ebu Bekr'in azat ettiği kölelerden biri de Ömer'in cariyesi idi Cariye islam'a girmişti, fakat Ömer onu dininden dönmesi için dövüyordu. O sırada oradan geçmekte olan Ebu Bekir cariyeyi satın almak istedi, Ömer de razı oldu. Ebu Bekir (r.) cariyeyi aldıktan sonra serbest bıraktı. İşkence yapanların en acımasızı Ebu Cehil'dL Eğer ye. ni dine giren bir kimsenin kendisini koruyacak güçlü bir ailesi varsa, Ebu Cehil ona. İşkence edemiyor, fakat ona hakaret ediyor, adını kötüye çıkarıyor ve onunla alay ediyordu. Eğer Müslüman olan bir tüccarsa, onun kervanını durdurmak ve mallarını boykot etmekle tehdit ediyordu. Fakat mü'min olan kimse eğer kendi kabilesinden, zayıf ve korunmasız bir kimse*ise ona çok İşkence ediyordu. eğer kabilelerdeki müttefiklerini de kendi zayıflarına böyle davranmaları için ikna ediyordu. Kabilesindeki zayıflardan Yasir, (r.) Sümeyye (r.) ve oğulları Ammar'a (r.) İşkence edilmesine Ebu Cehil sebep olmuştu. Hepsi de İslam'dan dönmeyi reddettiler. Bunun üzerine Sümeyye kendisine yapılan işkenceler sonucunda öldü. Fakat Mahzum'lu ve başka kabilerden olan diğer kurbanlar kendilerine yapılan işkenceye dayanamadılar ve İşkencecilerin her söylediğini kabul edecek bir dereceye geldiler. Onlara: «tat ve Uzza da Allah gibi sizin tanrılarınız, değil mi?» diye sorulduğunda evet diyorlardı. Yanlarından bir böcek geçse ve «Bu böcek de Allah gibi senin tanrın değil mi?» diye sorulsa işkenceden kaçmak için evet diyecek bir hale gelmişlerdi. Bu kelimeler kalbten gelmiyor, dilin ucuyla söyleniyordu. Fakat dilleriyle bunu söyleyenler artık açıkça İslam'ı yaşayamıyor, bir çoğu gizli olarak bile yaşayami- Bununla birlikte halkın İşkencelerine katlanmayı] htf-toajaraya sıkman gençler hakkında indirilen âyetle] onlara örnek oluyordu. Peygamber (sav.) kendisinin is kencelerden kurtulabildigi halde, diğer mü'minlerin sü-reidi işkence çektiklerini görünce onlara şöyle dedi: «Egeı Habeşistan'a giderseniz, orada hiç kimseye haksızlık v« adafatsIzHIr yapmayan bir kral bulacaksınız. Orada din« sımsıkı bagh bir yaşam vardır. Allah «i» bu çektiklerinizden bir kurtuluş yolu gösterene dek orada kalın»[1] Bunur üzerine mü'minlerden bir grup Habeşistan'a gitmek üzere yola koyuldu; bu islam'da ilk göç (hicret) idi.) -------------------------------------------------------------------------------- [1] II 208 |
Yazar: | muhammedi [ 03.02.11, 15:44 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
27. HABEŞİSTAN Muhacirler Habeşistan'da iyi karşılandılar Ve ibadetlerinde serbest bırakıldılar. Yanlarına aldıkları küçük çocukları saymazsak toplam seksen kişiydiler; fakat hepsi aynı zamanda hicret etmedi Mekke'den ayrılma şekilleri gizli ve küçük guruplar halinde olmak üzere planlanmışta. Eğer aileleri onların hicret ettiğini bilselerdi onları engelleyebilirlerdi. Fakat hicret o kadar gizli bir şekilde yapıldı ki hiç kimse tüm muhacirler Habeşistan'a ulaşıncaya dek birsey anlamadı. Olayın farkına vardıklarında, Ku-reyş liderleri onları kendi kontrollerinden uzakta, barış içinde bırakıp yeni ihtidaların (İslam'a girenler) olmasına yardım etmemeleri gerektiğine karar verdiler. Bu nedenle hemen yeni bir plan yaptılar ve Habeşistan'lılann en çok hoşuna giden şeylerden hediye etmek üzere topladılar. Onların herşeyden çok deri eşyalara değer verdiklerini duymuşlardı, bu yüzden Necaşi'nin bütün generallerine yetecek kadar çok sayıda deri hazırladılar. Necaşi'nin kendisi için hazırlanan zengin hediyeler de vardı, Daha sonra aralarında elçi olmak üzere iki adam seçtiler, bunlardan biri Sehm kabilesinden Amr İbn El-As idi. Kureyş-liler elçilere ne yapmaları gerektiğini bir bir anlattılar: generallerin hepsine teker teker gidecek, hediyelerini verip şöyle diyeceklerdi: «Halkımızdan bir grup deli erkek ve kadın bu krallığa sığındılar. Kendi dinlerini terkettiler, sizin dininize de girmediler, fakat ne sizin ne de bizim .hiç duymadığımız yeni bir din ortaya koydular. Halkımızın soyluları bizi kralınıza gönderdi ve onları bize teslim etmesini istiyorlar. Bu nedenle kralınıza bu konuyu açtığımızda bizi destekleyin, onları bize teslim etmesini ve onlarla hiç konuşmamasını tavsiye edin. Çünkü onlarla ilgili en İyi karart kendi halkı verir». Generallerin hepsi bu konuda söz verdiler, iki elçi de Necasi'ye hediyeleri götürmeyi üzerine aldı-, ve oraya gidip muhacirleri kendilerine teslim etmesi gerektiğini ve generallere söylediklerini tekrarladılar. Konuşmalarının sonunda da söyle dediler: -Hal, kının soyluları, onların amcaları, babalan ve akrabaları onların kendilerine teslim edilmesi için yalvarıyor». Generaller de oradaydı ve tek ses halinde Necasi'ye sığınanların bu adamlara teslim edilmesi gerektiğini, çünkü onlarla ilgili en iyi karan kendi akrabalarının verebileceğini söylediler. Fakat Necasi memnun olmamıştı: «Hayır, Tanrıya andolsun; benim korumam altına sığman. Ülkemi yurt edinen ve herkese rağmen beni seçen bu adamları teslim etmeyeceğim! Onlarla konuşmadan ve bu adamların söylediklerinin doğru olup olmadığını öğrenmeden onları bırakmayacağım. Eğer bu adamlar doğru söylüyorsa onları teslim edeceğim, kendi adamları onlarla ilgilensin. Fakat eğer bunlar doğru değilse, onlar benim korumamı istedikleri sürece onları koruyacağım» dedi. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'in arkadaşlarına haber gönderdi ve kutsal kitaplarıyla gelen rahiplerini topladı. Amr ve yanındaki diğer elçi Necaşi ile, sığınanların görüşmesini engellemeye çalışıyorlardı, çünkü bu karşılaşma geç anlaşılsa da onların aleyhineydi. Elçiler, Habeşistanlıların kendilerine ticari ve politik sebeplerle hoşgörü göstermelerine rağmen, putperest oldukları için küçük gördüklerinin ve aralarında büyük bir engelin olduğunun farkında değillerdi. Habeşlilerin çoğu samimi Hristlyanlardi; hepsi vaftiz edilmişlerdi, hepsi bir tek Allah'a inanıyor ve damarlarında kutsal şarap ve ekmek ayininde yediklerinin kanını taşıyorlardı. Bu nedenle onlar, kutsal ve putperest arasındaki ayırıma karşı duyarlıydılar ve Amr gibi bir adamın, putperestliğin kiri ile kirlenmiş olduğunun far kındaydılar. Bu yüzden, znü'minler Necaşi'nin taht odasını doldurduğunda, onlardaki kutsal samimiyet ve enginliğin farkına vararak şaşırdılar -en çok da Necaşi, bu durum karşısında etkilendi-. Gelenlerin, Kureyşlilerden çok kendilerine benzediğini gördüklerinde, rahiplerin arasından hayret belirten mırıltılar yükseldi. Bu benzerlik ve engin görünüşün yanısıra mü'minlerin çoğunluğunu gençler oluşturuyordu; hepsinde de, güzel davranışlarının bir belirtisi olan doğal bir güzellik vardı. Muhacirlerin hepsi zorunlu kaldıkları için hicret etmemişti. Osman'ın (r.) ailesi onunla uğraşmaktan vazgeçmişti, fakat yine de Peygamber (s.a.v.), onun gitmesine ve Rukiye'yi de beraberinde götürmesine izin verdi. Onların varlığı muhacirler topluluğuna bir güç kaynağı oluyordu. Onlara güç veren diğer bir çift de Cafer ve karısı Esma idi. Ebu Talib oğlu ve gelinini saldırılardan koruyordu, fakat muhacirlerin güzel konuşan bir adama,ihtiyaçları vardı, Cafer de, akıcı konuşurdu. Kişiliği bakımından da çok etkileyiciydi. Peygamber (s.a.v.) ona bir keresinde: «Görünüşün ve karakterin bana benziyor[1]» demişti. Muhacirlere başkanlık yapması için Cafer'i (r.) görevlendirmişti; akü ve etkileyicilikte onu, Abdu'd-Dar sülalesinden, daha sonra Peygamberin (s.a.v.) çok önemli bir görev vereceği genç bir adam olan Mus'ab izliyordu. Bunlardan başka göç edenler -arasında Şemmas adırida, annesi Utbe'nin kardeşi olan bir Manzum'lu genç de dikkati çekiyordu. «Papazlara gönüllü yardım eden» anlamındaki is. mi ona şu nedenle verilmişti: Bir keresinde Mekke'ye papazlara yardım edecek olan genç ve yakışıklı bir Hristiyan gelmişti. Güzelliğiyle genel bir beğeni kazanmıştı. Bunun üzerine Ut be «Size bundan daha güzel bir Şemmas getireceğim» diyerek, kız kardeşinin oğlunu onlara göstermiş, o günden sonra da çocuğun adı Şemmas kalmıştı. Safiyyenin oğlu Zübeyr ve Peygamberin (s.a.v.) kuzen- terinden birkaçı daha muhacirler arasındaydı; Erva'nın oğlu Tulayb; Umeyme'nln iki oğlu Abdullah İbn Cahş ve Ümeyye sülalesinden karısı Ününü Habibe ile beraber olan Ubeydullah, eşleriyle birlikte Berre'nin iki oğlu: Ebu Seleme ve Ebu Sabra. Bu ilk hicretle ilgili anlatılanların çoğu Ümmü Seleme'den aktarılmıştır. Hepsi toplandığında Necaşi onlara şöyle dedi; «Ne bizim dinimize, ne de çevre ülkelerden birinin dinine uymadığınıza göre sizi kendi halkınızdan ayrılmaya zorlayan bu din nedir?» Cafer ona cevap verdi: «Ey kral, biz cehalet içinde yüzen, putlara tapan, kutsanmamış etleri yiyen, kötülük yapan ve güçlünün zayıfı ezdiği bir topluluktuk. Biz, Allah bize kendi aramızdan, soyunu bildiğimiz güvenilir bir elçi gönderene dek bu hal üzereydik. O bizi Allah'a çağırdı, O'nun birliğine inanmamız ve yalnızca ona ibadet etmemiz gerektiğini, bizim ve babalarımızın taptığı taş ve putlara tapmamamız gerektiğini öğretti. Bize doğru söylemeyi, verdiğimiz sözü tutmayı, akrabalık bağlarına ve komşu haklarına saygı göstermeyi, kötülüklerden ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Biz bir tek Allah'a inanıyor, O'na ortak koşmuyoruz, O'nun yasakladıklarını haram, serbest bıraktıklarını helal kabul ediyoruz. Bu yüzden halicimiz bize karşı çıktı ve bizi dinimizden döndürmeye, tek Allah'a ibadeti bırakıp putlara tapmaya zorla-di. Sizi diğerlerine tercih edip, bu ülkeye sığınmamızın sebebi bu; sizin korunmanız altında olmaktan memnunuz ve umuyoruz ki sizin yanınızda bize adaletsizlik yapılamaz». Saray tercümanları söylenenleri Necaşi'ye aktardılar. Necaşi daha sonra kendisine Peygamberin (s.a.v.) getirdiği vahiyden bir bölüm okumalarını istedi. Bunun üzerine Cafer, Mekke'den ayrılmalarından kısa bir süre önce nazil olan Meryem Sûresinden bir bölüm okudu; «Kitap'ta Meryem'i zikret, Ham O, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) htr perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik. O da, düzgün bir beşer ktnda görünmüştü. Demişti ki: «Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)'a sığınırım. Eğer takva so-hibiysen (bana yaklaşma).» Demişti ki: «Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bvt erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).» O: «Benim nasıl bir erkek çocuğum, otalfÜir? Bana hiç bir beşer dokunmamtşken ve ben azgın utanmaz (bâr kadm) değilken» dedi. «işte böyle» dedi, «Rabbin, dedi ki: Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir âyet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)» Ve iş de olup bitmişti.» (Meryem: 121. Bu âyetleri dinlerken Necaşi de, rahipler de ağladılar, anlamları tercüme edildiğinde tekrar ağladılar ve Necaşi şöyle dedû «Bu, İsa'nın getirdiği ile aynı kaynaktan geliyor» Ve Kureyş'li elcilere dönerek: «Gidebilirsiniz, çünkü Tan-rı'ya andolsunki, onları size teslim ötmeyeceğim; onlara ihanet edilmeyecek» dedi. Fakat kralın huzurundan ayrıldıklarında Amr arkadaşlarına: «Yarın onlara, aralarında gelişen bu iyi ilişkileri bozacak bir şey söyleyeceğim. Onların Meryem oğlu İsa'ya kul (köle) dediklerini söyleyeceğim» dedi. Ve ertesi sabah Necaşi'ye giderek: «Ey kral, onlar Meryem oğlu Isa hakkında büyük bir yalan uyduruyorlar, onları çağır ve Isa hakkında ne düşündüklerini sor» dedi Bunun üzerine Necaşi, mü'minlere haber gönderdi ve İsa hakkında ne bildiklerini sordu, mü'minler, bunu duyunca tedirgin oldular. Çünkü, bu konuda fazla bilgileri yoktu. Hepsi bir araya gelip, bu soru sorulduğunda ne cevap vereceklerini tartıştılar. Oysa onlar Allah'ın bildirdiklerinden hasframm söyleyemeyeceklerini biliyorlardı. Kralın huzuruna geldiklerinde Necaşi onlara: «Meryemoglu İsa hakkında ne diyorsunuz» diye sordu. Cafer (r.) cevap verdi: «Biz onun hakkında ancak Peygamberimizin getirdiğini biliriz ve O'nun, Allah'ın kulu, Rasulü, O'nun ruhu ve bakire Meryem'e indirdiği kelimesi olduğuna inanırız.» Necaşi yarden dit parça tahta aldı ve: «Meryem oğlu İsa, sizin söylediklerinizden sadece şu sopa kadar farklıdır» dedi. Generallerin karşı çıkarak etrafında toplandıklarını görünce: «Sizin tüm karşı çakışınıza rağmen» diye ekledf. Dana «onra Cafer ve arkadaşlarına dönerek: «istediğiniz yere gidin; çünkü benim ülkemdeyken güvenliktesiniz. Dağlar kadar altın karşılığında bile sizin birinize zarar vermem» dedi. Mekke'li elçilere de bir el işareti yaparak yardımcısına: «Bu adamların, getirdikleri hediyeleri geri verin, çünkü onlara ihtiyacım yok» dedi. Amr ve diğer elçi Mekke'ye aşağılanmış bir halde döndüler. O sırada Necaşl'nin İsa hakkında söyledikleri halkı arasında yayılmıştı. Halk Necaşi'yi dinden çıkmakla suçlayarak bir açıklama istiyordu. Bunun üzerine Necaşi Ca. fer*e haber gönderdi ve onlar için gerekli olduğunda yola çıkmak üzere sandallar hazırlattı. Daha sonra bir parşömen aldı ve üstüne: «O, Allah'tan başka taun olmadığına. Muhammed'İn O'nun kulu ve rasulü olduğuna, Meryem oğlu İsa'nın da O'nun kulu, rasulü, Meryem'e indirdiği kelimesi ve ruhu olduğuna şehadet etti- diye yazdı. Bu parşömen parçasını cübbesinin altına gizledi ve halkın huzuruna çıktı. Onlara: «Ey Habeşliler. sizin kralınız olmaya en layık olanınız ben değil miyim?» diye sordu. «Evet» dediler. «Peki benim yaşamım hakkında ne düşünüyorsunuz?» «O yaşamların en güzeli», cevabını verdiler. Necaşi: «Peki sizi tedirgin eden nedir?» diye sordu. «Sen bizim dinimizi terkettin ve İsa'nın bir kul olduğunu kabul ettin.» dediler. «Peki İsa hakkında siz ne diyorsunuz?» diye sordu, «Biz O'nun Allah'ın oğlu olduğuna inanıyoruz» dediler. Bunun Üzerine Necaşi elini göğsüne, tam gizlenmiş olan parşömenin Üstüne koyarak, «bu»na inandığına şehadet ettiğini söyledi Halk «bu» kelimesiyle kendi söylediklerini kasdettiğini zannetti[2] Bu yüzden memnun ve teskin olarak ayrıldılar, çünkü Necaşi'nin yönetiminden memnundular ve sadece te'min edilmek istiyorlardı. Necaşi tekrar Cafer'e (r.) haber gönderdi ve evlerine dönebileceklerini, eskisi gibi emniyet içinde yaşamaya devam edebileceklerini söyledi. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I.S.IV/1,24. [2] I.L 244. |
Yazar: | muhammedi [ 03.02.11, 15:44 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
28. ÖMER İki elçi Mekke'ye dönüp, Necaşi'nin, Müslümanların tarafını tuttuğu ve kendi İsteklerinin reddedildiği haberini getirince, Kureysttlsr çok hiddetlendiler. Bu yüzden hemen Ebu Cehİl'in önderlisinde, mü'minlere yaptıkları işkenceleri daha da arbnnaıya koyuldular. Ebu Cehil'in yeğeni Ömer de onun tavsiyelerini eksiksiz ve daha şiddetli bir biçimde yerine getiriyordu. Ömer o zamanlar yirmi-alü yaşında, güçlü, yiğit ve kararından caydın lam az bir adamdı. Fakat dayısının aksine o dindardı ve bu yüzden yeni dine karsı çıkıyordu. Babası Hattab onu, Ka'be'ye ve içindeki tüm tann ve tanrıçalara saygı duyacak bir şekilde yetiştirmişti. Bu yüzden onun İçin Ka'be ve içindeki putlar birbirinden ayrılmaz, tartışılmaz ve bozulmaz kutsal bir bütünü oluşturuyordu. Kureyş de bu bütünün içindeydi; fakat artık Mekke'de iki din ve iki toplum vardı. Ömer açıkça, bu sorunun bir tek nedeni olduğunu görebiliyordu. Buna sebep olan adam ortadan kaldırıldığında, ona göre tüm sorun çözülecekti Başka çıkar yol yoktu ve bu yol denenmeliydi. Usun süreden beri bunlar aklında yer ediyordu. O gün elciler Mekke'ye geldiğinde, kafasındakiler ortaya döküldü ve hemen evine gidip kılıcını aldı. Evden çıktıktan kısa bir sür» sonra kendi kabilesinden Nuaym İbn Abdullah'a rastladı. Nuaym Müslüman olmuştu, fakat Ömer'den ve diğer akrabalarından korktuğu için bunu gizli tutuyordu. Ömer'in yüzündeki bu hiddetli ifadeyi görünce, ona nereye gittiğini sormaktan kendini alıkoyamadı. «Muham-med'e (s.a.v.) Kureyş'İ ikiye ayıran o dinsize gidiyorum» dedi. Ömer «Onu öldüreceğim» derken; Nuaym, kendisinin de Öldürülebileceğine işaret ederek onu durdurmaya çalıştı. Fakat Ömer'in böyle bir nedeni önemsemeyen halini görünce onu belli bir sûre geciktirebilecek -Muhammed'e haber vermeye yetecek kadar- başka bir neden buldu. Bu kendisi gibi Müslüman olduğunu gizleyen arkadaşlarını ele vermek anlamına geliyordu, fakat Nuaym, onların böyle bîr durumdaki bu davranışı nedeniyle kendisini affedeceklerini, belki de taKdir edeceklerini umuyordu. «Ey Ömer.» dedi, «İlk önce gidip neden kendi ev halkını doğru yola ge-tirmiyorsun?» «Benim ev halkım da kim?» dedi. Nuaym.-«Enişten Sa'id (r.) ile kızkardeşin Fa tama (r.) da Muham-med (s.a.v.)'ln dinine girdiler. Onları kendi haline bırakmamalısın» dedi. Ömer bir kelime bile söylemeden kızkar-deşinln evine doğru yöneldi. Zühre'nin fakir müttefiklerinden biri olan Habbab (r.J, Sa'id ve Fatıma'ya Kur'an öğretmek için evlerine sık sık gelirdi; o sırada Habbab onların evindeydi, yanında henüz indirilmiş olan Ta-ha sûresinin âyetlerinin yazılı olduğu kâğıtlar vardı ve beraber okuyorlardı. Ömer'in kardeşinin adını çağıran hiddetli sesini duyunca, Habbab evin bir köşesine saklandı, Fatıma da yazılı Kur'an sayfalarını gömleğinin altına sakladı. Fakat Ömer onların okuyuşlarını dışardan duymuştu, içeri geldiğinde: «Duyduğum o ses neydi?» diye sordu. Onu, hiç bir şey duymadığına ikna etmeye çalıştılar. Ömer: «Duydum ve sizin de Muhammed'ö uyanlardan olduğunuzu öğrendim» dedi. Daha sonra eniştesi Said'in üzerine atıldı ve onu dövmeye başladı, Fatıma onları ayırmaya çalıştığında, Ömer ona da bir tokat attı ve yüzünün derisi çatladı. Bunun üzerine ikisi de bir ağızdan: «Evet Müslüman olduk. Allah'a ve Rasulüne İnanıyoruz, ne yapacaksan yap.» dediler. Fatıma'nın yarası kanıyordu, Ömer kanı görünce yaptığına pişman oldu. Onda bir değişildik oldu ve kardeşine dönerek: «Biraz Önce okuduğunuz şeyi bana getirin ki, Muhammed'in ne getirdiğini Öğreneyim» dedi. Onlar gibi Ömer de okuma bilirdi, fakat Ömer kâğıdı istediğinde kardeşi: «Onu sana veremeyiz» dedi. Ömer tanrı ve tanrıçalarına yemin ederek korkmamalarını, kâğıdı okuduktan sonra geri vereceğini söyledi. Kardeşi onun yumuşaklığını farketmişti ve şimdi İslâm'a girmesini daha çok istiyordu. Fatıma: «Ey kardeşim, sen şimdi üzerinde putperestliğin kirini taşıyorsun, ona ancak temiz olanlar dokunabilir» dedi. Ömer gitti ve yıkandı, Fatıma da ona, üzerinde Taha'nın ilk âyetlerinin yazılı olduğu sayfayı verdi. Ömer okumaya başladı ve bir bölümünü bitirdiğinde: «Bu kelimeler ne kadar güzel ve ne kadar şerefli!» dedi. Hab-bab bunu duyunca saklandığı yerden çaktı ve: -Ömer, ümit ederim ki Peygamber (s.a.v.)'in duasmdaki Allah'ın seçtiği kişi sen olursun, çünkü dün Peygamber (s.a.v.)'i: «Allah'ım, İslâm'ı ya Hİşam'ın oğlu Ebu'l-Hakem'Ie ya da Hat-tab'in oğlu Ömer'le güçlendir» diye dua ederken duydum». Ömer: «Ey Habbab! Muhammed (s.a.v.) şimdi nerdedir, ona gideyim de islâm'a gireyim» dedi. Habbab, ona Peygamber (s.a.v.)'in Safa kapısı yanındaki Erkam'ın evinde mü'minlerle beraber olduğunu söyledi. Ömer kılıcını tekrar kınına soktu ve Safa'ya gidip, evin önünde durdu, adını söyleyip kapıyı çaldı. Nuaym (r.) onlara haber vermişti, bu yüzden Ömer'in gelişi onları şaşırtmamıştı, fakat onun sesindeki yumuşaklığa hayret etmişlerdi. Mü'minler-den biri kapıya giderek anahtar deliğinden baktı ve üzüntü İçinde Peygamber (s.a.v.)'e: «Ey Allah'ın Rasulü, gerçekten de Ömer, kılıcıyla birlikte» dedi. Hamza: «Bırakın içeri girsin, eğer iyi niyetle geldiyse hoş geldi, ama eğer kötü niyetle geldiyse onun kafasını kendi kılıcıyla keseriz» dedi. Peygamber <s.a,v.) de bunu uygun gördü ve onu kemerinden tutup odanın ortasına çekerek: «Ey Hattab oğlu Ömer, seni buraya getiren ne? Herhalde Allah senin üzerine mucize gönderdi» dedi. Ömer de-. «Ey Allah'ın Rasulü. sana, Allah'a, Rasulüne ve getirdiklerine inandığımı söylemek İçin geldim» dedi. Peygamber: «Allahu Ekber (Allah Büyüktür)» dedi, bu şekilde evdeki herkes Ömer'in Müslüman olduğunu anlamış oldu ve hepsi tekrar tekbir getirdiler[1] Ömer'in Müslüman olduğunu gizlemesi sözkonusu değildi. Bunu herkese, özellikle de Peygamber (s.a.v)'e en çok düşman olanlara duyurmak istiyordu. Daha sonraki yıllarda şöyle derdi: «O gece İslâm'a girdiğimde kendi kendime şöyle düşündüm: Mekke'de Allah'ın Rasulüne en düşman olan kim, gidip ona Müslüman olduğumu söyleyeyim? Hemen aklıma gelen cevap Ebu Cehil idî. Ertesi sabah kalkıp Ebu Cehil'in evine gittim kapısını çaldım. Kapıyı açtığında: «Hoş geldin ey kardeşimin oğlu, seni buraya getiren ne?» dedi. Şu cevabı verdim: «Allah'a Rasulüne ve onun getirdiklerine inandığımı sana söylemek için geldim» «Allah belanı versin!» dedi, -Getirdiğin .haberlere de lanet olsun». Daha sonra kapıyı yüzüme kapadı[2]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] 1.1. 227. [2] I.I. 230 |
Yazar: | muhammedi [ 03.02.11, 15:48 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
29. BOYKOT VE KALDIRILIŞI Ömer, (r.) mü'minler Allah'a İbadet ederken, Kurcys-] ilerin açıkça Ka'be'de putlara tapmalarına tahammül edemiyordu. Bu yüzden gidip açıkça K&'be de namaz kılar ve diğer mü'minleri de buna teşvik ederdi. Bazen Ömer ve Hamza yanlarında bir grup mû'minle mescide girer ve namaz kılarlardı, böyle zamanlarda Kureyş liderleri biç ortada görünmezdi. Çünkü onlar için orada oturmak ve otan-lan seyretmek gurur kırıcıydı. Ömer (r.)'den korktuktan için de müdahale edemiyorlardı. Fakat bu genç artanı kendilerini yendiğini zannetmesini de İstemiyorlardı. Bu yüzden Ebu CehiTin baskısıyla en İyi çözümün Ebu Ieheb dışında, mü'min olsun olmasın Peygamber 1 koruyan tüm Haşimilere bir boykot düzenlemek olduğu kararına vardılar. Hazırladıkları dokümana göre, kimae Haşim'li bir kadınla evlenmeyecek ve kızını da Haşimilere vermeyecekti; kimse onlara birşey satmayacak, onlardan da birşey satın almayacaktı. Bu, Haşimiler Muham-med'i reddedene veya o peygamberlik iddiasından vazgeçene dek sürecekti. Hepsi taraftar olmasa da kırk KureyşÜ lider bu anlaşmayı imzaladı. Muttalib oğullan, kardeşleri Haşimilere bunu yapmak istemediler, fakat zorla anlaşmaya dahil edildiler. Doküman dikkatle K&'be'nin içine yerleştirildi. Karşılıklı dayanışma için tüm Beni Hasim, Mekke vadisinin Ebu Talib mahallesinde toplandı. Peygamber <s.a.v.) ve Hatice ev balkıyla birlikte o mahalleye gelirken, Ebu Leheb, Kureyşlilere bağlı olduğunu gösterircesine karısıyla bu mahalle dışındaki bir eve taşındı. Boykot sıkı bir şekilde uygulanmıyordu ve evlenen bir kadın hala eski kabilesinin bir üyesi sayıldığı için Beni Haşim'le bağlar tamamen kopanlamıyordu. Ebu Cehil sürekli boykotu kontrol ediyor, fakat istediklerini herkese uyguluyordu. Bir gün Hatice'nin yeğeni Hakim'i, yanında sırtında bir çuval unla giden bir köle ile beraber Beni Hacim mahallesine giderken gördü, Onları düşmana yiyecek götürmekle suçladı ve Hakim'i Kureyş'e ihbar edeceğini söyledi. Onlar tartışırken, Esed kabilesinden Ebu'l-Behteri geldi ve meselenin ne olduğunu sordu. Sorunu öğrendiğinde Ebu Cehil'e: «Bu onun halasının unudur, halam ununu İstiyor. Bırak da adam islediğini yapsın» dedi. Ne Hakim ne de Ebu'l-Behterî müslüman değillerdi, fakat Esed kabilesinden diğerine un götürmek kabile dışından birisinin kanşamayacagı bir durumdu. Mah-zumlunun araya girmesine tahammül edilemezdi, Ebu Cehil söylediğinde ısrar edince, Ebu'l-Behterî yerden bir devenin kaburga kemiğini aldı ve Ebu Cehil'in kafasına vurdu. Ebu Cehil yere düştü. O sırada oradan geçmekte olan Hamza'yı memnun etmek istercesine yerde onu çiğnediler. Hakim haklıydı, boykot edilen kurbanların kişiliği yüzünden birçok kişi de boykota karşıydı. Amir kabilesinden Hişam İbn Amr, Haşiml kanı taşımıyordu, fakat ailesinin Haşimilerie evlilik bağları vardı. Hişam gece hava kararınca yiyecekte yüklü bir deveyi Beni Haşim mahallesine götürür, mahalleye girişte devenin yularını çıkarır v» İlerlemesi için arkasına vurup bırakıp, giderdi. Ertesi jeee de giyecek yüklü bir deve getirirdi. Müslüman olmayanların bu yardımlarının yanısıra diğer kabilelerden müslüman olanlar, özellikle Ebu Bekir ve Ömer b«ı yasağın etkilerini hafifletmeye çalışıyorlardı. İki yıllık boykotun »onunda Ebu Bekir artık zengin bir adanı sayılmazdı. Fakat bu yardımlara rağmen. Beni Haşini mahallesinde açlık ve kıtlık vardı. Kutsal aylarda saldın ve tecavüzden emin olarak dı-şan çakabiliyorlardı. Bu zamanlarda Peygamber £s.a.v.) sık sık Kâ'be'ye giderdi. O sıralarda Kuröyş liderleri varlığından yararlanarak ona hakaret ederlerdi. Bazen Kureyş'i uyaran ve daha önceki kavimlerin başına gelenleri anlatan âyetleri okurken, Abdu'1-Dar sülalesinden Nadr ayağa kalkar ve: Tanrıya andolsun ki, Muhammed (s.a.v.) benden daha iyi bir konuşmacı değildir. Onun konuştukları eskilerin masallarıdır. Onları yazılı bir Kâğıttan okuyor, ben de benimkileri kendi kitabımdan okuyorum», derdi. Daha sonra Rüstem, Isfendiyar ve İran Krallarıyla ilgili hikâyeler anlatırdı. Bu bağlamda, kalbin doğaüstü .gerçeklikleri algılayan bir yeti olduğuna değinen bir çok âyet inmiştir Kâfirlerde kapalı olan kalb gözü; nurun parladığmı görebilir, bu da îmandır. Fakat yaşamını kötü işlerle geçirmek kalbi tozlarla kaplar ve Allah'tan gelen mesajın ilahi kökenini algılayamaz: «Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: «Geçmişlerin uydurma masallarıdır» dedi. Asla, hayır; onların kazanmakta oldukları, kalblen üzerinde pas tutmuştur.» (Muttaffİfin: 13-14). Bunun aksin» Peygamber (s.a.v.) kalbinin her zaman uyanık olduğunu ve her an gerçeklerle beraber olduğunu belirtmiştir.: «Gözüm uyur, fakat kalbim uyanıktır»[1] Peygamber (s.a.v.) cağında yaşayanların adından çok nadir bahseden Kur'an, Ebu Leheb ve karısının Cehenneme gireceğini müjdeler iLeheb Sûresi). Ümmü Cemil bunu duyunca elinde bir tas tokmakla Kâ'be'ye Muhammed <n.a.v.)'i aramaya çıktı; Muhammed (s.a.v.)'in yanında oturan Ebu Bekir'e gitti Ve «Arkadaşın nerede?» diye sordu. Konuşamayacak denli şaşıran Ebu Bekir, onun Muhammed (s.a.v.)'i kasdettiğini biliyordu. Ümmü Cemil devam etti: -Duyduğuma göre beni hicvetmiş, Tanrı'ya andoJsun onu bulursam ağzını bu havan tokmağıyla parçalayacağım. Bana gelince, ben gerçek bir şairim» dedi ve Peygamber Cs.a.v.) hakkında bir şiir okudu: «Biz o günahkara uymuyoruz. Emirleriyle alay ediyor Ve dininden nefret ediyoruz.» Kadın gittiğinde Ebu Bekr, (r.j Peygamber'e (s.a.v.) kadının kendisini görüp görmediğini sordu. Peygamber (s.a.v.) : «O beni göremedi, çünkü Allah onun görüşüne perde çekti» dedi. Arapça «günahkâr», «suçlu» anlamına gelen muzammam övülen ve değer verilen anlamına gelen Muhammed'in karşıt anlamıdır. Küreydiler, Peygamber (s.a.v.)'İ yermek İçin bazan bu terimi kullanırlardı. Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca arkadaşlarına: -Allah'ın, Kureyşlilerin kötülüklerinden beni koruması şükre değmez mi? Onlar bana Muzammam (suçlanan) diyorlar, halbuki ben Muhammed'im (Övülen)»[2]. Beni Haşim ve Beni Muttalib'e uygulanan boykot iki yıl sürdü ve beklenen etkilerin hiçbirini göstermedi. Aksine Peygamber (s.a.v.)'ln daha çok dikkat çekmesine ve tüm Arabistan'da yeni dinden bahsedilmesine neden oldu. Bu tür düşüncelerden bağımsız olarak, Kureyşlilerin çoğu. Özellikle boykot edilenler arasında akrabaları bulunanlar, boykot hakkında olumsuz düşünceler taşıyorlardı. Karar değiştirmenin zamanı gelmişti ve ilk tepkiyi gösteren adam yine, Haşimilere sık sık yiyecek ve giyecek yüklü develer gönderen Hişam oldu. Hişam tek başına bir şey yapamayacağının farkındaydı, bu nedenle Peygamberin halası Atike'nin oğlu Mahzum'lu Zûheyr'e gitti ve söyle dedi: -Annenin akrabalarının durumunu bilirken nasıl yemek yiyip, güzel giyinmeye dayanabiliyorsun? Onlar ne birşey satabiliyorlar, ne de alabiliyorlar. Ne kızlarını ne de ogul-Jpını evlendirebiliyorlar. Allah'a yemin ederim ki, eğer on-1 Ebul-Hakem'in (Ebu Cehil) annesinin akrabaları ol- salardı ve sen onu, onun seni çağırdığı şeye çagırsaydın, O hiçbir zaman bunu yapmazdı». «Beni utandırdın, Hİşam» dedi Zûheyr, «Fakat tek başıma ne yapabilirim? Eğer beni destekleyen biri daha olsaydı bu anlaşmayı geçersiz kılana dek savaşırdım». Hişam: -Birini buldum- dedi.«Kim O?». «Benim». «Bir üçüncüsünü daha bulalım* dedi Züheyr. Bunun üzerine Nevfel kabilesinden, Haşim ve Muttalİb'in kardeşleri olan Nevfel'in torunu Mut'im tbn Adly'e gitti. «Sen Kureyş'le bir olarak Abdu Menaf oğullarının iki kolunun yok olmasına göz mü yumuyorsun? Tann'ya andol-sun, eğer onların bunu yapmasına izin verirsen, bir müddet sonra aynı şeyi sana da yaparlar» dedi Mut'im dördüncü bir adam istedi, bunun üzerine Hişam, Hadice'nin unu yüzünden Ebu Cehil'e vuran Esed'll Ebu'l-Behterl'ye gitti. O beşinci bir adam gerektiğini söylediğinde Hişam diğer bir Esed'Iiye, bir altıncıya gerek olduğunu söyleme, den teklifi kabul eden-Zem'eh İbn el-Esved'e gitti. Hepsi de o gece Mekke'nin dışındaki Hacun dağı eteklerinde buluşmaya karar verdiler. Orada hareket planlarını tasarladılar ve bu anlaşmayı geçersiz kılmadan meseleyi bırakmayacaklarına söz verdiler. Züheyr: «Bu işle en çok ilgili olan benim, o yüzden ilk konuşan ben olacağım» dedi. Ertesi sabah Mescid'deki kalabalığa karıştılar ve Züheyr üzerindeki uzun cübbesiyle Ka'be'yi tavaf etti. Daha sonra yüzünü meclistekilere çevirdi ve: «Ey Mekke'liler, Haşimogullan hiçbir şey alıp satamazken, biz burada rahatça yiyip giyinecek miyiz? Tann'ya andolsun bu haksızlık ortadan kalkıncaya dek rahat etmeyeceğim* dedi Kuzeni Ebu Cehil hemen ayağa kalktı ve: «Yalancısın!» dedi, «bu durum ortadan kalkmayacak». Zem'eh: «asıl yalancı sensin. Bu anlaşma yazıldığında biz taraftar değildik.» dedi. «Zem'eh doğru söylüyor onda yazılı olanı desteklemiyoruz ve taraftar değiliz» dedi Ebu'l-Behteri. Mut'im -. -İkiniz de haklısınız, asıl buna hayır diyen yalancıdır. Tanrı şahidimiz olsun biz ondan ve onda yazılı olandan masumuz» dedi. Hişam da aynı şeyleri söyledi ve Ebu Cehil onları bir gecede sözlerinden dönüp, entrika cevirmekle suçlamaya' başladığında, Mut'im onun sözünü kesti ve Kabe'ye andlaşma metnini getirmeye gitti. İçerden, elinde küçük bir parça kâğıt, ve zafer ifadesiyle çıktı: Kurtlar, ilk başa yazılan «Allah'ım, senin adınla» kelimeleri dışındaki tüm andlaşmayı yemişlerdi. Kureyş'in çoğunluğu zaten ikna olmuştu Bunun yanılıra bu tartışmasız mucize tüm karşı çıkışları durdurdu Ebu Cehil ve onun gibi düşünen birkaç kişi karşı koymanın anlamsız olduğunu biliyorlardı. Boykot resmen kaldırılmıştı. Kureyş'ten bir grup, Beni Haşim ve Beni MÛttalib'e iyi haberleri vermeye gitti. Boykot kaldırıldıktan,sonra Mekke'de büyük bir rahatlama oldu ve belli bir süre için Müslümanlara karşı gösterilen düşmanlık yumuşadı. Bu rahatlama haberi abartılarak Habeşistan'a dek ulaştı. Bunun üzerine muhacirlerden bazıları Mekke'ye dönmek için hemen hazırlıklara başladılar. Cafer gibi bazıları ise bir süre daha orada kalmalarının iyi olacağını düşünüyordu. O sırada Kureyş liderleri çabalarını, Muhammed (s.a.v)'i bir anlaşma yapmaya ikna etmede yoğunlaştırmışlardı. Bu kendilerine göre ona takınılan en yakm ve yumuşak tavırdı. Velid ve diğer liderler, iki dinin de aynı anda uygulanmasını önerdiler. Peygamber (s.a.v.) bu öneriyi reddetme şeklinde zorluk çekmeden, hemen gelen vahiyle onlara cevap verdi «De ki: Ey kâfirler. Ben sizin tapttklartntza tapmam. Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim de dinim botta.» (Kâfirim Suresi) Bunun sonucunda, geri dönen muhacirler daha Harı»m bölgeye ulaşmadan yumuşak durum sona ermişti. Cafer ve Ubeydullah İbn Cahş dışında, Peygamber fsa.v.)'in bütün kuzenleri geri döndüler. Onlarla birlikte Osman ve Rukiye de geldiler. Osman'la birlikte dönen bir diğer Şems'Ii de Ebu Huzeyfe idi. Ebu Huzeyfe, (r.) korunma için babası Utbe'ye sığınabilirdi. Fakat Ebu Seleme (r.) ve Ümmü Seleme (r.) kendi kabilelerinden işkenceden başka bir şey bekieyemeyeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden Mekke'ye gelir gelmez hemen Ebu Seleme'nin dayısı olan Ebu Talib'den korunma istediler. Ebu Talib Mahzu-milerin karşı çıkmasına rağmen bu isteği kabul etti. «Sen bize karşı yeğenin Muhammedi koruyorsun, fakat niçin bizim kabilemizden bîr adamı bize karşı korumayı kabul ediyorsun?» dediler. Ebu Talib: «O benim kızkardeşimin oğludur, eğer ben kızkardeşimin oğlunu koruyamazsam, erkek kardeşimin oğlunu da koruyamam demektir» dedi. Mahzumîlerin onun liderlik haklarına saygı göstermekten başka seçenekleri yoktu. Yanaşıra bu kez. Peygamber (s.a.v.)'e en çok düşmanlık besleyen Ebu Leheb de ağabeyini destekliyordu. Bu yüzden daha fazla diretmediler. Ebu Leheb, kendisine «öre boykot süresince yeğenine duyduğu nefreti bu kadar açığa vurmasının özrünü .yerine getiriyordu./ Nefreti biç bir şekilde azalmamıştı; fakat ağabeyinden sonra kabilenin lideri olacağı için ailesiyle iyi ilişkiler içinde olmak istiyordu. Ebu Talib'in çok uzun yaşamayacağının da farkındaydı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] II. 375; B. XIX, X6 v.b, [2] II 234 30. CENNET VE EBEDÎYYET Geriye dönen ve kendi halkına karşı yardım isteyen bir diğer muhacir de Ömer'in kayınbiraderi Osman bin Usaz'un'du. Çünkü Osman, kuzenleri Ümeyye ve Ubey'in kendisini cezalandıracaklarım biliyordu. Bu kez Manzum kabilesi, başka bir kabilenin adamını koruması altına alıyordu: Velİd, Osman'ı koruması altına aldı: fakat. Osman kendisi güvenlik içinde gezerken, diğer müslümanlann eziyet çektiğini görünce, Velid'den kendi üzerindeki koruma. anı kaldırmasını İstedi Yaslı adam: «Ey kardeşimin oğla, N*"'n" adamlarım sana bir zarar mı verdi?» diye sordu. Osman (r.): «Hayır, fakat ben Allah'ın koruması altına girmek ve O'ndan sığınmamak İstiyorum». dadt Velidle beraber Mesdd'e gitti ve herkesin Önünde onun koruması altında olmadığını açıkladı. Birkaç gün sonra büyük sair Labld, Kureyşlilere şiir okuyordu, Osman da onu dinleyen büyük kalabalığın arasındaydı. Genelde tüm Araplarda varolan şiir okuma yeteneği, Ebu Talib, Hubeyre ve Haris'İn oğlu Ebu Süfyan gibi bazı kişilerde daha fazla göze çarpıyordu. Fakat bunların da ötesinde büyük şair diye anılan birkaç şair vardı, Labid de bunlardan biriydi. Belki de yaşayan en büyüjc Arap şairi sayılabilirdi ve Kureyşliler onu aralarında görmekten şeref duyuyorlardı. Okuduğu şiirlerden biri şöyle başlıyordu: «İşte, Allah'tan başka hersey boştur-. «Doğru söyledin» dedi Osman. Labid devam etti: Ve tüm zevkler yok olacak». «Yalan söylüyorsun» diye bağırdı Osman. «Cennet zevkleri hiçbir zaman sona ermeyecek». Labid sözünün kesilmesine a[1]şkın değildi; Kureyş İse, sair misafirleri olduğu için sadece şaşırmakla kalmamışlar, utanmışlardı da. «Ey KureyşlÜer.» dedi şair, «sizin yanınızda dost olarak oturan kimseye kötü davranümazdı. Ne zamandan beri böyle davranmaya başladınız?» Topluluktan biri kalktı, tüm kabile adına özür diledi ve: «Bu adam bir budaladır, bir grup budala bizim dinimizi terketti. Onun söylediğiyle ilhamın yokolmasm» dedi. Konuşan adam geldi ve Osman'a bir yumruk attı, vurduğu yer morardı. Yalanında oturan Velid, ona kendi koruması altında kalsa îdi gözünün morarmayacagını hatırlattı. «Hayır» dedi Osman, «bilakis benim sağlam gözüm, diğeri gibi olabilmek için Allah'a yalvarıyor. Ben, senden daha güçlü ve kudretli olan Allah'ın koruması altındayım-. Velid: «Ey kardeşimin oğlu, gel ve benimle yaptığın anlaşmayı yenile» dedi. Fakat Osman kabul etmedi. Peygamber şairin dinlendiği topluluk içinde değildi, fakat Labid'in şiirini ve orada neler olduğunu duymuştu. Bu konuda kayıtlara geçen tek şey şudur: «Şairin konuştuğu tek doğru şey «İşte Allah'tan başka her şey boştur» sözüdür1. Peygamber (s.a.v.) Labid'i bunu takip eden mısraları için suçlamadı. Şair «Bütün dünyevi zevkler yok olacak» demek İstemiş olabilir-, diğer taraftan Cennet ve zevkleri hiç bir zaman sona ermeyecektir. Bu olayın meydana geldiği sıralarda şu âyet nazil oldu: «Onun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur» (Kasas: 88). Daha önce inen bir âyette de şunlar söyleniyordu: «Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (zatı) baki katacaktır.» (Rahman: 27). Bu ebedi İkram'm olduğu yerde-ebedi zevkler ve onları tadanlar da alacaktır. Bu konuyu daha acık ortaya koyan bir vahiy daha gelmişti: «(Ktyametin) geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz, (kimi de) muttu ve bahtiyardır. Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orda (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır. Onlar Rob-binin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada temelli kalıcıdırlar. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır» (Hûd; 105-8). Bu âyet göstermektedir ki Allah Cennetlikleri Cennete sürekli kılacaktır. Bu âyetlerle ilgili sorulan, Peygamber (s.a.v.) zaman zaman ashabdan bazılarına verdiği cevaplarla açıklamıştır. Bir keresinde şöyle demiştir: «istediğine merhamet eden Allah, Cennetlikleri Cennet'e, Cehennemlikleri Cehennem'e kovar. Daha sonra Meleklere: «Bakın ve kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanlar; Cehennemden çıkarın» der. Melekler bir grup insanı Cehennemden çıkarırlar ve: «Rabbimiz, bize emrettiğin şartlara uyan hiç kimseyi orada bırakmadık» derler. Allah : «Geri dönün ve kalbinde bir zerre kadar iyilik olan herkesi Cehennem'den çıkarın» der. Melekler yine bir grup insanı Cehennem'den çıkarırlar ve: «Rabbimiz orada hiç bir iyilik bırakmadık» derler. Melekler, Peygamberler ve inananlar şefaat ederler. Sonra Allah: «Melekler şefaat etti, Peygamberler ve inananlar da şefaat etti. Şimdi sadece merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ın şefaati kaldı» der ve Cehennem'den hiç bir iyilik yapmayan bir grup insanı çıkarır, Cennetin girişindeki Hayat Irmağı denilen nehre atar»[2] Cennettekiler hakkında da Peygamber fs.a.v.î şunları söyler: «Allah Cennettekilere: «Memnun musunuz?» diye sorar, onlar: «Rabbimiz, nasıl memnun olmayız? Hiç bir yaratığa vermediğin nimetleri bize verdin» derler. Allah «Size bundan daha iyisini vereyim mi?» der, onlar da «Daha iyisi nedir?» diye sorarlar: Allah: «Size Rıdvan'ımı vereceğim der»[3]. Bazen 'saadet' olarak tercüme edilen Rıdvan, Allah'ın bir nefsi, mutlak olarak kabul etmesi ve o nefsi kendi yanına alıp Ebedî Saadet vermesidir. Rıdvan Cennetinin genel anlamıyla diğer Cenneti dışladığı düşünülmemelidir. Çünkü Kur'an her teslim olan nefis için iki cennet vadeder (Rahman: 46). Peygamber de kendi konumundan bahsederken, aynı şekilde iki rahmete kavuşacağını söylerdi: «Rabbim'le ve Cennet'le buluşacağım»[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] B:LXIII; [2] M. I. 79; B. XCVII, [3] M.LI.2. [4] 1.1. 1000. 31. HÜZÜN YILI M.S. 610 yılında, boykotun kaldırılmasından kısa bir süre sonra Peygamber (s.a.v.) büyük bir kayıpla, kansı Hadice'nin ölümüyle üzüntüye boğuldu. Hadice yaklaşık altmıs-beş, kendisi ise elli yaşlanndaydı. Yirmi-beş yıl ahenkli ve mutlu bir evlilik yaşamışlardı. Hadice, Peygamber (s.a.v.)'in sadece karısı değil, aynı zamanda onun en yakın arkadaşı, danışmanı ve Ali ve Zeyd dahil tüm ailesinin annesiydi. Dört kızı annelerinin ölümüne çok üzülmüşlerdi. Fakat Peygamber Cs.a.v.) onları, Cebrail'in bir keresinde gelip, Hadice (r.)'ye Rabbinden selam getirdiğini ve Cennet'te olan bir döşek hazırlandığını bildirdiğini söyleyerek teselli etti. Hadice (r.)'nin ölümünü, aslında daha küçük, fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp daha izledi. Ebu Taîib hastaydı ve ölümünün yakın olduğu durumundan belliydi, ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider -Ut-be, Şeybe, Abdu'ş-Şems'ten Ebu Süfyan, Cumah'tan Ümeyye, Mahzum'dan Ebu Cehil ve diğerleri- Onu ziyaret ettiler ve ona şöyle dediler: «Ebu Talib, seninle gurur duyduğumuzu biliyorsun; şimdi ise başına bu hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz. Yeğeninle bizim aramızda geçenleri biliyorsun. Onu yanına çağır, bizden ona bir hediye ver ve o bizi, biz de onu (rahat bırakalım. Bizi dinimizle barış halinde bıraksın» dediler. Bunun üzerine Ebu Talib Peygamber (s.a.v.)'e -halkının soylulpn seninle anmak istiyorlar» dedi. Peygamber ts.a.v.) : «Peki öyle olsun, bana bir tek söz verin, tüm Arap ve Iran'lıları yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz» dedi. Ebu Cehil: «Babanın üzerine yemin ederim ki, bu karşılıklar için bir değil, on söz veririz» dedi. Peygamber (s.a.v.) : «Allah'tan başka tanrı yoktur» demelisiniz ve O'ndan başka taptığınız her şeyden vazgeçmelisiniz- dedi. Ellerini çırptılar ve : «Ey Mu-hammed (s.a.v.), tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın? Senin teklifin gerçekten çok acaip» dediler. Kendi kendilerine : «Bu adam istediğimiz hiçbirşeyi bize vermeyecek, o halde kendi yolumuza gidelim ve Allah onunla bizim aramızda hükmünü verinceye dek babalarımızın, dinine uymaya devam edelim» dediler. Onlar gittikten sonra Ebu Talib, Peygamber (s.a.v.)'e «Ey kardeşimin oğlu, gördüğüm kadarıyla sen onlardan kötü bir şey istemedin» dedi. Bu kelimeler Peygamber (s.a.v.)'in kalbini, amcasının mûslüman olması isteğiyle doldurdu. «Amca» dedi, «O kelimeleri söyle ki, Mahşer gününde senin için şefaat edebileyim». Ebu Talib «Ey kardeşimin oğlu, eğer Kureyşjilerin bu kelimeleri ölün* korkusuyla söylediğimi zannedeceklerini bilmeşeydim, onları söylerdim. Söylediklerimle seni de memnun ederdim» dedi, ölüm Ebu Talib'e yaklaştığında, Abbas dudaklarının kıpırdadığını gördü ve kulağını dudaklarına yaklaştırdı. Kardeşim, senin ona söylediğin kelimeleri söyledi» dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Ben duymadım» dedi. Korunması olmayanların Mekke'deki durumları gittikçe kötüleşiyordu. Peygamber Is.a.vJ'e tabi olmadan önce Ebu Bekir (r.) çok nüfuzlu bir adamdı, fakat Ömer (r.) ve Hamza (r.) gibi tehlikeli ve hiddetli değildi. Bu yüzden, onun ruhsal gücünü görenlerden başkasında korku uyan-diırmıyordu. İslâm, onunla Kureyşliler araşma girdiğinde İse, Mekke'liler arasındaki tüm nüfuzu kayboldu. Fakat buna paralel olarak mü'minler arasındaki nüfuzu arttı. Ebu Bekir, bir çok kişinin mûslüman olmasına neden olduğu için müşriklerin özel düşmanlığını üzerine çekiyordu. Ha-dıce'nln üvey kardeşi Nevfel'in oğlu Esved (r.)'in müslüman olmasına da Ebu Bekir neden olmuştu. Bu yüzden Nevfel, Ebu Bekir ve Talha üzerine bir saldırı düzenledi ve onlan yaralı bir şekilde yolun ortasına bıraktı. Teym kabilesinden hiç kimse Esed'lilerin bu saldırısına karşı çıkmadı. Bu da müslüman olan iki ileri gelen adamlarım kendi kabilelerinden reddettiklerini gösteriyordu. Bundan daha kötü olaylara da rastlanılıyordu. Ebu Bekir'in Bilal'ın eski sahibi ve aralarında yaşadığı Cumah'm lideri olan Ümeyye ile arası gittikçe kötüleşiyordu. Bu yüzden göç etmekten başka seçeneği olmadığım farketti, Peygamber (s.a.v.)'den Habeşisatn'a gitmek için izin istedi ve yola koyuldu. Fakat Kızıl Deniz'e ulaşmadan önce, Kureyş-lilerin müttefiki olan ve Mekke'den biraz uzakta yaşayan bir grup kabilenin başkanı olan îbn ed-Duğunne ile karşılaştı : Bu bedevi lider, şimdi gezgin bir münzeviyi andı-ran Ebu Bekir'i zengin ve nüfuzlu olduğu dönemlerden beri tanıyordu. Bu değişikliğin sebebini soran bedeviye Ebu Bekir: «Halkım bana kötü davrandı ve beni dışarıya sürdü, şimdi benim tek yapacağım şey Allah'a ibadet ederek yeryüzünde dolaşmaktır» dedi. «Bunu neden yaptılar?» dedi îbn ed-Duğunne.. «Sen kabilenin ileri gelen tüccarlarından biriydin, herkese yardım eder, hakkı korur ve doğruluktan ayrılmazdın. Geri dön, çünkü sen benim korumam altındasın». Onu Mekke'ye geri götürdü ve topluluk önünde; «Ey Mekke'liler, ben Ebu Kuhafe'nin oğlunu korumam altına alıyorum, ona iyilikten başka bir şey yapılmasına izin vermeyin» dedi. Kureyş'liler onun koruma sim kabul ettiler ve Ebu Bekir'in emniyette olacağına söz verdiler. Fakat Beni Cumah'lılar Îbn'ud-Duğunne'ye: «Ona Rabbine duvarlar arasında ibadet etmesini duyulmadan ve görülmeden namaz kılıp Kur'an okumasını söyle. Çünkü onun görünüşü çok etkileyici, kadınlarımızı ve oğullarımızı saptırmasından korkuyoruz», dediler. İbn ed-Duğunne bunları Ebu Bekir'e iletti ve Ebu Bekir belli bir süre evinde namaz kılıp, Kur'an okudu. Bu süre içinde Beni Cumah'-lılarla ilişkisi düzeldi. Ebu Talıb'den sonra Haşimîlerin basma Ebu Leheb geçti. Fakat bu Leheb'in yeğenini koruması sadece sözde kalıyordu ve Peygamber (s.a.v.)'e hiçi zaman olmadığı gibi kötü aavranılıyordu. Birgün evin önünden, geçen bir adam kapısını açtı ve yemek kabın içinde kokmuş sakatat (hayvanın yenmeyen bölümleri) ı ti. Bir keresinde de, evinin bahçesinde namaz kılarken ad mın biri üstüne kan ve pislik dolu bir işkembe attı. Pe gamber (s.a.v.) onu atmadan önce bir sopanın ucuna ta ti ve kapının önünden: «Ey Abdu'l-Menaf oğulları, bu biçim bir korumadır?» diye bağırdı. İşkembeyi atanın, B kiye'nin kocası Osman'ın üvey babası olan Şemsli Ukl olduğunu görmüştü. Eve döndüğünde kızlarından biri oı hem yıkayarak temizliyor, hem de ağlıyordu. «Ağlama k üçük kızım» dedi, «Allah babam koruyacak». Bu olaydan sonra Peygamber Cs.a.v) Taif'te yasayı akillilerden yardım istemeye karar verdi. Bu karar om Mekke'deki durumunun ne kadar kötü olduğunu göste inektedir. Allah'ın evi ile eşdeğer gördükleri Lat putum koruyucuları olan Taiflilerden ne beklenebilirdi? Taif de Mekke'de olduğu gibi istisna kişiler bulunabilirdi, 1 yüzden, Peygamber Cs.a.v.) yeşil itlaklar, meyve bahçeli ve ekin tarlalarının etrafını çevirdiği Taife giderken üm siz değildi. Oraya vardığında Sakîf in lideri olan Amr îl Umeyye'nin evine gitti. Amr îbn Umeyye, Velid'in kem sinin Taifteki eşdeğeri olduğunu söylediği adam ve *şehrin iki büyük adamı»nuı ikincisiydi. Fakat, Peygamfc (s.a.v.) onlara İslam ı tebliğ edip, düşmanlarına karşı [1] runma istediğinde içlerinden biri hemen: «Eğer Allah e ni gönderdiyse, Kâ'be'de asih olanların hepsini aşağıya i diririm» dedi. Bir diğeri: «Allah senden başka gönderec adam bulamadı mı?» Üçüncüsü: «Seninle konuşamam! Çünkü eğer sen söylediğin gibi Allah'ın Rasulü isen, benim hitap edemeyeceğim kadar yücesin; ve eğer yalancı isen i ninle İronuşmam uygun olmaz» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) belki de Taif'li başkalarını denemek üzere onlardan ayrıldı. O ayrılır ayrılmaz Sakîf'liler çocuklarını ve kölelerini onun üzerine saldılar ve onunla alay edip bağırdılar. O denli büyük bir kalabalık toplandı ki Peygamber (s.a.v.) özel bir bahçeye sığınmak zorunda kaldı. O, içeri girdikten sonra kalabalık dağılmaya başladı, devesini bir hurma ağacına bağlayarak bir asmanın gölgesine sığındı. Kendini güvenlik ve banş içinde hissedince şöyle dua etti: «Allah'ım insanlar karşısındaki zayıflığımı, güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi sana söylüyorum. Ey Merhametlilerin en merhametlisi, sen zayıfların Rabbisin. Ve sen benim Rabbimsin. Beni kimin ellerine emanet ediyorsun? Bana kötü davranan yabancı birinin ellerine mi? Yoksa bana karşı silahlandırdığın bir düşmana mı? Buna aldırmam, yeter ki senin gazabın olmasın. Fakat senin yardımın benim için daha geniş ve daha rahattır! Tüm karanlıkları aydınlatan ve bu dünyayı da ahireti de düzene sokan Nuruna sığınıyorum. Yeter ki senin kızgınlık ve gazabın üzerime olmasın. Dilediğine yardım etmek senin elindedir. Senden başka güçlü ve kuvvetli yoktur.»[2]. Peygamber'in sığındığı yer göründüğü gibi boş değildi. Her Kureyşli zengin olup, Mekke'nin sıcak günlerinde serinlemek için Taif'ten yeşil bir bahçe satın almak ıster-di. Peygamber {s.a.v.)'in sığındığı bahçe Sakii'lilerın değil, Şemsli lider Utbe ile Şeybe'nin malıydı. İkisi de olanları görmüş ve Sakif lilerin bir Kureyşli'ye böyle davranmasına öfkelenmişlerdi. Çünkü Muhammed (s.a.v.) de kendileri gibi Abdu'I-Menaf oğullanndandı. Aralarındaki mesele henüz kapanmamıştı, onu son olarak Ebu Talib'in ölümünde görmüşlerdi ve şimdi ne kadar korumasız olduğunu görüyorlardı. Biraz cömertlik yapıp Hristiyan köle Addâs'ı çağırdılar ve ona: «Şuradan birkaç salkım üzüm al, tabağa koyup, şu adama ver» diye emrettiler. Addâs emredilenleri yaptı. Peygamber (s.a.v.) üzümden alırken: «Allah'ın adıyla» dedi. Addâs merakla onun yüzüne baktı ve: «Bu sözler, bu ülke halkının söylediği sözlerden değil» dedi. Peygamber (s.a.v.) «Nerelisin?» ve «Hangi dindensin?» diye sordu. Addas: «Ben Hristiyanım ve Ninova'lı-yım» dedi. Peygamber (s.a.v.) «Yani doğruluk timsali Mat-ta'nm oğlu Yunus'un şehrinden» dedi. «Sen Matta'nın og-îu Yunus'u nereden biliyorsun?» diye sordu Addas. Peygamber (s.a.v.): «O benim kardeşimdir, O peygamberdi, ben de peygamberim» cevabını verdi. Bunun üzerine Addâs onun başını ellerini ve ayaklarını Öptü. Bunu görünce iki kardeş aynı anda birbirlerine bağırdılar: «Bu köle de fazla oldu! Hemen ona kapudıU Addâs, Peygamber'den ts.a.v.) aynhp yanlarına gelince: «Yazıklar olsun sana Addâs! Net an o adamın başını, ellerini ve ayaklarını öptün?» dediler. Onlara şu cevabı verdi: «Ey sahibim, dünyada bu adamdan daha değerli bir şey yok. Bana sadece bir Peygamber (s.a.v.)'in bileceği şeyler söyledi.» «Yazıklar olsun sana Addâs! dediler onun seni zehirlemesine izin verme.» Peygamber (s.a.v.) Sakîf'lilerden birşey elde edemeyeceğini anlayınca Taif'ten ayrıldı ve Mekke'ye doğru yola koyuldu. O gece geç saatte Nahle vadisine ulaştı. Nahle Mekke ile Taif'in tam ortasındaydı. Tam peygamberliğinin reddedildiğine inandığı bir anda, çok uzaklardan, Ninova'-dan gelen bir adam onun Peygamber'liğini kabul etmişti. Nahle'de namaz kılarken, okunan Kur'an'ı duyan bir grup cin -Nasibin'den gelen yedi cin- yanında Kur'an'ı dinlemeye koyuldular. Peygamber (s.a.v.) sadece insanlara gönderilmediğini biliyordu. Kısa bir süre Önce gelen vahiy bunu te'yid ediyordu: «Biz seni alemler içm yalnızca bir rahmet olarak gönderdik» (Enbiya: 107). Daha önce indirilen surelerden (Rahman) birinde de hem insanları, hem de cinleri, cennet ve cehennemle korkutmak için gönderildiği bildiriliyordu. Yeni gelen bir âyette de: «De ki: «Bana gerçekten su vahyolundu: «Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik. O (Kur'an), gerçeğe ve doğruya yönel-tip-iletİyor. Bu yüzden de biz ona iman ettik. Bundan böyle Rab-bİmize hiç kimseyi ortak koşmayacağız» (Çin: 1-2). Başka bir surede (Ahkaf: 30-1), de cinlerin nasıl kendi toplumlarına gidip, Allah'ın Peygamber (s.&.v.)ine itaate çağırdıkları anlatılır. Peygamber (s.a.v.) iki gün kadar önce kendisini evinden ayrılmaya zorlayan şartlara geri dönmek istemiyordu. Eğer bir koruyucusu olsa görevini daha iyi yerine getirebilirdi. Beni Haşim onu korumuyordu, bu yüzden o da annesinin kabilesine sığınmaya karar verdi. Orada durum biraz anormaldi, çünkü Zühre kabilesinin en etkili ve ileri gelen adamı aynı kabileden olmayan ve Taif'ten gelen Ahnas îbn Şerik idi. Uzun süreden beri Zühre'nin müttefiki olduğu için, Zühre'liler onu başkanları olarak kabul ediyorlardı. Peygamber fs.a.v.) ondan yardım istemeye karar vermişti. Yolu üzerinde, kendinden daha hızlı giden bir atlıya rastladı ve ondan Ahnas'a şöyle bir mesaj gönderdi: «Mubammed (s.a.v.) dedi ki: Allah'ın mesajım insanlara aktarabilmem için beni koruman altına alır mısın?» Atlı o denli hızlıydı ki Peygamber ts.a.v.) oraya ulaşmadan olumsuz cevabı geri dönerek iletti. Ahnas, sadece bir müttefik olduğunu ve kabilenin, üstüne bir koruma yüklemeye hakkı olmadığını bildiriyordu. Mekke'den çok uzakta olmayan Peygamber Cs.a.v.) aynı ricayı Süheyl'e gönderdi. Onun cevabı da aynı şekilde ümit kırıcıydı, fakat öne sürdüğü sebebin İslâm'a karşı çıkışıyla ilgisi yoktu, kabileler arası bir meseleye yol açmak istemiyordu. Mekke vadisi içinde onun kabilesi diğerlerinden uzak bir konumdaydı, çünkü Luayy'ın[3] oğlu Amir'in soyundan geliyordu. Halbuki diğer bütün kabileler Ka'b'm soyundan geliyordu. Peygamber (s.a.v.) şehre girmekten vazgeçti ve ilk vahyin geldiği Hira mağarasına gitti. Oradan kendisi ne daha yakın olan ve boykotu kaldıran beş kişiden bir olan Nevfel'in şefi Mut'im'e haber gönderdi. Mutim bunu kabul etti ve «Bırakın şehre girsin» diye haber gönderdi Ertesi sabah oğulları ve yeğenleriyle silahlanmış bir şekilde, Muhammed (s.a.v.)'i Kâ'be'ye götürdü. Ebu Cehil onlara, Peygamber (s,a.v.)'in takipçileri mi olduklarını sordu. Onlar sadece: «Onu korumamız altına alıyoruz» dediler ve Mahzumlu da: «Sizin koruduğunuzu biz de koruruz» demekten başka söyleyecek söz bulamadı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] O, Peygamber'in kuzeni ve Osman'ın annesi olan Erva'r ikinci kocasıydı. Peygamber'in halası ve Tulayb'ın Rnn. Erva öldükten sonra kızına, yani Osman'ın annesine de 3 va deniyordu. [2] I.I.28O. J44 [3] Bak. Soy ağacı. 146 32. SENİN YÜZÜNÜN NURU- Ebu Talib'in karısı Fatıma, (r.) kocasının ölümünden önce veya sonra müslüman olmuştu, Ali ve Cafer'in kız-kardeşleri olazf kızı Ümmü Hani (r.) de İslâm'a girmişti. Fakat kocası Hubeyre, Allah'ın birliği mesajına kapalı idi. Bunun]* birlikte Peygamber (s.a.v.) evlerine geldiğinde onu iyi kazalar ve namaz vakti ise evdeki Müslümanlar cemaatle namaz kılarlardı. Bir keresinde hepsi yatsı namazını Peygamberle birlikte kıldıktan sonra, Ümmü Hani Peygamber (s.a-v.)'i geceyi kendi evlerinde geçirmeye davet etti. Peygamber (s.a.v.) onun teklifini kabul etti; fakat uyuduktan kasa bir süre sonra kalktı ve Mescid-i Haram'a gitti, çünkü geceleri Ka'be'yi ziyaret etmeyi severdi. Ora-dayken uyku bastırdı ve Peygamber (s.a.v.) Hicr'de uyudu. «Ben Hicr'de uyurken» dedi, «Cebrail geldi ve ayağıyla beni dürttü. Uyandım ve etrafta hiçbir şey göremeyince tekrar yattım. İkinci kez geldi; üçüncü kez yine geldi ve beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı, birlikte Mescid'in kapısından çaktık. Orada eşekle katır arası beyaz bir binek vardı. İki yananda, bacaklarım oynattığı yerde kanatları vardı ve her adımı gözün görebileceği uzaklığa varıyordu[1]. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) Burak adlı bu bineğe Cebrail'le nasıl bindiğini, Cebrail'in göğe ytlkselirkon bici) hızını, _ yönünü ayarladığını, kuzeye, Yetrlb t* Hayber'İn Ötesine gidip Kudüs'e vardıklarını anlattı. Onda bir grup Peygamberle -İbrahim, Musa, tsa ve diterleri- karşılaştılar. Mescİd'de namaz kılarken bütün peygamberler onun arkasında namaz kıldılar. Daha sonra Muham-med'in Önüne iki fıçı kondu, biri aüt, biri şarapla doluydu. Peygamber (s.a.v.) süt dolu fıçıdan aldı ve içti, tarap fıçısına dokunmadı. Bunun üzerine Cebrail söyle dedi: «Sen doğru yola yöneltildin, sen de halkını o yola yönelttin ve şarap sana yasaklandı». Daha sonra, kendisinden öncekiler gibi -Ennoch, Uya», İsa ve Meryem gibi- ö da bu dünyadan Semaya yükseltildi. Kudüs' toprağının ortasındaki bir taşın üstünden tekrar Burak'a bindi. Burak onu yükseltti ve, llyas'ın ateş arabasının işlevini gördü. Artık kendi asıl halinde görünen Cebrail onları dünyevi şekil, yer ve zamandan uzaklaştırıp semaya yükseltti, yedi semadan her birinden geçerken, Muhamnred (s.a.v.) kendisiyle birlikte Kudüs'te namaz kılan peygamberleri tekrar gördü. Dünyada onları cismani bir şekilde görmüştü oysa şimdi onları semavi şekillerinde görüyor ve gördüklerine hayretle bakıyordu. Yusuf'un yüzünün dolunayın parlaklığı gibi olduğunu*[2]ve tüm güzelliklerin yarısına sahip olduğunu[3] söylemiştir. Fakat bu bile onun diğer peygamberler karşısındaki şaşkınlığını gi-dermemiş bu yüzden de, ayrıca Harun'un güzelliğinden bahsetmiştir[4]. Gökte gördüğü bahçelerle ilgili şunları söyledi : «Yay büyüklüğündeki bir Cennet parçası, güneşin doğup battığı tüm alandan daha iyidir. Eğer Cennet kadınlarından biri yeryüzünün insanlarına görünse, gökle yer arasındaki bütün alanı ışık ve güzel koku ile doldurur» Orada gördüğü her şeyi Ruh gözüyle görüyordu. Tüm dünyevî yaratıklara nazaran kendi ruhsal tabiatı hakkında şöyle demiştir: *Adem henüz su "ile çamur arası bir şeyken, ben peygamberdim»[5]. Göğe yükselişinin zirvesi Sidret'ül-Mûnteha (En son sidr ağacı) idi. Kur'an'da bu şekilde belirtilmiştir ve Peygamber (s.a.v.)'in hadislerine dayanan eski bir tefsirde şunlar geçer: «Sidr ağacının kökü Taht'tadır ve bu ağaç, peygamber olsun, Cebrail olsun herkesin bilme noktasının sınırını belirler. Onun ötesi, Allah'tan başka herkese gizlidir»[6]. Evrenin bu sınırında Cebrail (a.s.) Muhammed'e asıl şekliyle, yaratıldığı gibi göründü[7]. Daha sonra, âyette geçtiği gibi: «Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) taş-madı. Andolsun, O, Rabbinİn en büyük âyetlerinden olanını gördü». (Necm: 16-18). Taberi Tefsiri'ne göre, ilahi Nur, Sidr ağacına inmjş ve onun ötesindeki herşeyi gizlemiştir. Peygamber (s.a.v.) gözü kayıp-şaşmamış ve sının aşmamıştır.[8] Bu peygamberin (s.a.v.) «Senin yüzünün nuruna sığınıyorum» sözünün karşılığıydı. Sidr Ağacı'nda Peygamber (s.a.v.) ümmeti için elli rekat namaz kılma emrini aldı; aynı zamanda[9] islâm inancını ortaya koyan şu âyeti de öğrendi «Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene İman etti. mü'-minter de. Tümü, Allah'a meleklerine, kitaplartna ve peygamberlerine inandt. Onun peygamberleri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbİmiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır' dediler». (Bakara: 285). Daha önce yükseldikleri gibi yedi gökten tekrar indiler. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şunları söyler; «Dönüşümde Musa'nın -o size ne iyi bir dosttu I- yanından geçerken bana: «Sana kaç vakit namaz farz oldu?» diye sordu. Ben günde elli vakit olduğunu söyleyince «Namaz ağır bir ibadettir, senin ümmetin ise zayıftır. Rabbine geri dön ve senin ve ümmetinin yükünü hafifletmesini iste» dedi. Bunun üzerine geri döndüm ve Rabbimden yükümü hafifletmesini istedim, O da on vaktini geri aldı. Musa, yanından geçerken yine bana aynı şeyleri tekrarladı, ben de geri döndüm ve on vakit namaz daha üzerimden kaldırıldı. Fakat her seferinde Musa beni geri gönderiyordu, sonunda üzerimde günde beş vakit namaz kaldı. Tekrar Musa'nın yanma gittim, o yine daha önce söylediklerini tekrarlıyordu. Ben: «Rabbime gittim ve utanana dek azaltmasını istedim artık geri dönemem» dedim. İşte bu yüzden kim beş vakit namazı Allah'ın merhametine sığınarak ih-las ile kılarsa, ona bu elli vaktin sevabı verilir»1[10] Peygamber (s.a.v.) ve Cebrail (a.s.) Kudüs'teki o taşın yanına indikten sonra geldikleri yoldan, güneyden gelen kervanları görerek tekrar Mekke'ye döndüler. Kâ'be'ye vardıklarında hâlâ geceydi. Peygamber (s.a.v.) oradan yine kuzeninin evine gitti. Ümmü Hani olayı şöyle anlatıyor : «Şafaktan kısa bir süre önce Peygamber (s.a.v.) bizi uyandırdı ve sabah nam azmi birlikte kıldıktan sonra bana: «Ümmü Hani, gördüğün gibi akşam namazını sizinle birlikte bu vadide kıldım. Daha sonra Kudüs'e gittim ve orada namaz kıldım. Şimdi de gördüğün gibi sabah namazını yine beraber kıldık» dedi. Gitmek için ayağa kalktı. Cübbesini öylesine kuvvetle çektim ki, Peygamber (s.a.v.}'-in göğsü açık kalacak şekilde cübbe üstünden sıyrıldı: «Ey Allah'ın Rasulü dedim, «Bunu başkalarına söyleme, çünkü onlar sana yalancı der ve seninle alay ederler» dedim-, O ise: «Allah'a yemin ederim onlara söyleyeceğim1 dedi».[11]. Mescid'e gitti ve orada karşılaştıklarına Kudüs'e yap-ügı yolculuğu anlattı, düşmanları buna çok sevinmişlerdi; çünkü şimdi ellerinde ona mecnun (deli) demek için karşı çıkılamaz bir delil vardı. Kureyşli çocuklar bile Mek-keden Suriye'ye bir kervanın ancak bir ayda varabileceğini ve dönüşün de bir ay olacağını biliyordu. Şimdi, Mu-hammed iâe bir gecede oraya gidip geleceğini, iddia ediyordu. Bir gurup adam Ebu Bekir (r.)'e gitti ver «Şimdi bakalım arkadaşın hakkında ne düşüneceksin? O bize dün gece Kudüs'e gittiğini, orada namaz kılıp geri döndüğünü söylüyor» dediler. Ebu Bekir (r.) onları yalan söylemekle suçladı, fakat onlar Muhammed (s.a.v.)'in o anda Mes-cidde ve yolculuğunu anlatmakta olduğunu söylediler. Ebu Bekir o zaman: «Eğer O söylediyse, doğrudur. Bunda şaşılacak ne var? O bana gökten haberlerin gece veya gündüz bir saat içinde geldiğini söyledi. Ben onun doğru söylediğini biliyorum. Bu, sizin yersiz itirazlarınızın ötesinde bir olaydır» dedi[12] Daha sonra O da mescide gitti ve yine aynı şekilde tasdik etti. «Eğer o söylediyse, doğrudur". O zamandan itibaren Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir (r.)'e, «doğrunun tasdikçisi» ve «doğrunun şahidi» anlamına gelen es-Sıddık adını verdi. Bunun yanısıra olayı inanılmaz bulan bazı kişiler, fikirlerinden dönmek üzereydiler, çünkü Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye dönerken yolda gördüğü kervanları anlatıyor, kaç gün sonra ve nasıl şehre ulaşabileceklerini söylüyordu. Önceden haber verdiği olayların hepsi yerine gelmişti. Peygamber (s.a.v.) Mescİd'dekilere sadece Kudüs'e yaptığı yolculuğu anlatmıştı. Ebu Bekir veya ashabdan başkalarıyla yalnız kaldığında, gökte yaptığı yolculuğu ve orada gördüklerinin bir kısmını anlatmıştır. Bunlar genellikle daha sonraki yıllarda sorulan sorulara verilen cevaplar şeklinde ortaya çıkmıştır. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I.I.264 [2] IJ. 270. [3] A. H. IU, 286. <4) 1.1. 270. [4] B. L. VI, 6. [5] Tir. XLVI, 1; A. H. IV, 66. [6] Tab. Tefsir, LHI. [7] M. 1,280; B. UX, 7. [8] Tab. Tefsir, LIII. [9] M. I. 280. [10] 1.1. 271. [11] I. I. 267. [12] I. I. 265. |
Yazar: | muhammedi [ 03.02.11, 16:20 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
33. HÜZÜN YILINDAN SONRA Hüzün yılından sonraki yıl Hac zamanı, Haziran'in başına denk gelmişti; Kurban Bayramında Peygamber (s.a.v.) hacıların üç gün kamp kurduğu Mina vadisine gitti. Yıllardan beri çadırların yanma gidip kendisini dinleyenlere Hak dini tebliğ etmeyi ve Kur'an'dan bölümler okumayı adet edinmişti. Mina'nın Mekke'ye en yakın noktası, yolun kutsal şehir doğrultusunda tepelere doğru yükseldiği Kâ'be'dir. O yıl Peygamber (s.a.v.) Akabe'de Hazrec kabilesinden altı adamla karşılaştı. Hiçbirini tanımıyordu, fakat adamlar onu ve peygamberlik iddiasını duymuşlardı. Onlara kim olduğunu söyler söylemez altı adamın gözleri de ilgiyle parladı ve onu dikkatle dinlediler. Onlardan herbiri Yesrib'deki komşuları yahudilerin tehdidini biliyordu : «Bir peygamber gönderilmek üzere.. Biz ona uyacağız ve sizi Ad ve İrem kavimleri gibi yerle bir edeceğiz». Peygamber (s.a.v.) konuşmasını bitirince birbirlerine : «Bu gerçekten yahudilerin bize söyledikleri Peygamber. Ona ilk ulaşanların, yahudiler olmasına izin vermeyelim» dediler. Birkaç soru sorup cevap aldıktan sonra, altısı da. Allah'a ve Peygamberine inandıklarını söylediler ve onlara öğretilen İslâm kurallarını uygulayacaklarına söz verdiler. «Biz halkımızdan ayrılacağız» dediler, «çünkü düşmanlık ve kötülükte onlar gibi azgını yök. Belki de senin sayende Allah onları birleştirir ve barış gönderir. Şimdi onlara gideceğiz ve senin dinine uymaları için onlara yol gösterecegiz. Eğer Allah senin sayende onların birleşmesini sağlarsa, sizden daha güçlü bir topluluk bulunmaz.»[1] Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir (r.)'in Beni Cuman'h-lar arasındaki evini düzenli olarak ziyarete devam ediyordu. Bu ziyaretler, Ebu Bekir'in en küçük kızı Aişe frJ'nin hatıralarının bir bölümünü oluşturuyordu. O, anne ve babasının müsluman olmadığı ve Peygamber (s.a.v.) 'in onları her gün ziyaret etmediği bir zamanı hatırlamıyordu. Hadiee (r.)'nîn ölümünü takip eden aynı yıl Peygamber Cs.a.v.) rüyasında bir adamın, bir ipek parçasına sarılı başka birini taşıdığını gördü. Adam ona: «Bu senin zevcen, onun örtüsünü aç» dedi. Peygamber (s.a.v.) ipek örtüyü kaldırdığında Aişe'yİ gördü. Fakat Aişe sadece altı yaşındaydı, kendisi ise elliyi geçmişti. Yanısıra, Ebu Bekir kızını Mut'im'İn oğlu Cebeyre vermek için söz vermişti. Peygamber (s.a.v.) kendi kendine: «Eğer bu Allah'tan gelen bir emir ise, tekrar gelir» dedi[2]. Birkaç gece sonra uyurken, bir meleğin aynı ipek yığınını taşıdığını gördü, bu kez kendisi meleğe: «Onu bana göster» dedi. Melek ipeği kaldırdı ve yine Aişe'yi gördü. Peygamber (s.a.v.) yine : «Eğer Allah'tan ise, bunu tekrar gösterir,» dedi[3]. Bu rüyaları kimseye, hatta Ebu Bekr (r.)'e bile anlatmadı. Fakat aynı haberi te'kit eden üçüncü bir olay daha oldu. Hadiee (r.)'nin vefatından beri Osman îbn Ma'zun'-un zevcesi Havle Peygamber (s.a.v.)'in ev ihtiyaçlarına yardım ediyordu. Bir gün yine Peygamber (s.a.vJ 'in evindeyken onun evlenmesi gerektiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) ona kiminle evleneceğini sorduğunda ise: «Ya Ebu Bekir'in kızı Aişe, ya da Ze'meh'in kızı Şevde ile.» ceva-bmi verdi. Süheyl'in [4]yengesi ve kuzeni olan Şevde otuz yaşlarında bir duldu. İlk kocası, Süheyl'in kardeşi Sekran onu da Habeşistan'a birlikte götürmüştü. Onlar Mekke'ye ilk dönenler arasındaydılar. Dönüşlerinden kısa bir süre sonra Sekran ölmüştü. Peygamber (s.a.v.) Havle'den teklif ettiği iki gelinle de evlilik girişimlerinde bulunmasını istedi. Sevde'nin cevabı : «Hizmetindeyim, ey Allah'ın Rasulü» oldu. Peygamber (s.a.v.) ona: «Sana evlilikte vekil olacak bir adam seç» diye haber gönderdi. Şevde, Habeşistan'dan dönen, "kayını Hâtib'i seçti ve Hâtib onu evlendirdi. O sırada Ebu Bekir (r.) de Mut'im'i Aişe'den vazgeçmeye kolaylıkla ikna etmişti ve Aişe de Sevde'den birkaç ay sonra Peygamber'in eşi oldu. Nikâh sırasında Aişe yoktu, nikâh akdi Peygamber (s.a.v.)'le babası arasında yapıldı. Aişe daha sonraları konumunda bir değişiklik olduğunu, bir gün evin yakınında arkadaşlarıyla oynarken annesinin elinden tutup içeriye soktuğu zaman anladığını anlatmıştır. Annesi ona artık sokakta oynamamasını, bunun yerine arkadaşlarının ona gelmesini söyledi. Aişe (r.), annesi ona hemen evlendiğini söylememesine rağmen, durumu tahmin ediyordu; ve sokak yerine bahçe duvarları arasında oynamaktan başka yaşamı, eskisi gibi devam etti. Bu sırada Ebu Bekir, evinin önüne küçük bir mescid yapmak istedi. Mescid, etrafı duvarlarla kaplı, üstü açık bir yapıydı. Ebu Bekir orada namaz kılar, Kur'an okurdu. Fakat duvarlar yeteri kadar yüksek olmadığı için çoğunlukla bir grup adam onu Kur'an okurken seyredip dinler ve okuduğu vahyin etkisiyle derinleşen kişiliğini farke-derdi. Ümeyye Ebu Bekir'in neden olduğu ihtidaların artacağından korkuyordu. Onun teklifi üzerine Kureyş liderleri İbn ed-Duğunne'ye bir mesai gönderdiler, ve koruma şartlarına Ebu Bekir'in uymadığını, mescidin duvarlarının evden bir bölüm sayılamayacak denli alçak olduğunu haber verdiler. «Eğer Rabbine duvarlar arasında ibadet edecekse, bırakın yapsın» dediler «fakat eğer açıktan ibadet etmek istiyorsa korumanı onun üzerinden kaldır». Ebu Bekir mescidinden vazgeçmek istemiyordu, bu yüzden tbn ed-Duğunne ile yaptığı anlaşmayı resmen bozdu : «Allah'ın koruması bana yeter» dedi. İşte o gün Peygamber (s.a.v.) ona ve diğer mü'minlere şu haberi verdi: «Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi; İki kaya bloku arasında suyu bol ve hurma ağaçlarıyla dolu bir yer gördüm.»[5] -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. I. 287. [2] B. X cı, 20. [3] A.g.e. [4] Bak. böl. XXIV. [5] xxxvn, 7. 34. YESRİB’İN CEVABÎ «Düşmanlık-ve kötülükle yoğrulmuş». Halklarım böyle tanımlarken, altı yeni müslüman abartma yapmıyoriar-lardı. îç savaşın dördüncü çatışması olan Buas, bu vab[1]«-ti ortadan kaldırıp barış getirmemiş, savaşa sadece belli bir süre için ara vermeye yol açmıştı. Bu uzun süren: çatışmalar ve şiddetin gün geçtikçe artması ve düşünebilan adamları, bu sorunun sadece ortak bir başkanla, Karay'ın Kureyş'i birleştirdiği gibi kendilerini birleştirecek adamla çözülebileceğini düşünmeye itmişti. Vahanın gelenlerinden biri olan Abdullah îbn Übey'e, çoğu kişi, muhtemel kral gözüyle bakıyordu. O son çatışmada Eva'e karşı savaşmamış, çatışmadan hemen önce adamlarını geri çekmişti. Bununla birlikte o yine de bir Hazreçliydi; ve Evslilerin kendi kabilelerinden olmayan bir kralı kabul edip etmeyecekleri şüpheliydi. Hazreçli altı adam, İslam'ın mesajını kendilerini dinleyen herkese ilettiler. Ertesi yaz, M.S. 621'de, beş tanesi tekrar Hacca geldiler. Beraberlerinde İkisi Eva'Ii yedi kişi daha getirdiler. Akabe'de, bu oniki adam Peygamber*biat ettiler*. Bu biat birinci Akabe Biati olarak bilinir. İçlerinden biri şöyle anlattı: «tik Akabe'de geceleyin Feygan-ber'e biat ettik, Allah'a ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı dürmeyeceğimize[2], iftira etmeyeceğimize ve haktan ayrılmadıkça ona itaat edeceğimize söz verdik. O da bize şöyle dedi: «Eğer bu söze uyarsanız, Cennet sizindir; bu günahlardan bazılarını işlerseniz ve bu dünyada cezasını çekerseniz, bu ceza onlara kefaret olur. Fakat bu biati Mahşer gününe dek ta'dil ederseniz, o zaman cezalandırmak veya affetmek Allah'a kalmıştır»[3] Yesrib'li müslümanlar tekrar Yesrib'e doğru yola çıkarken, ' Peygamber (s.a.v.) onlarla birlikte, Habeşistan'dan yeni dönen, Abdu'd-Dar sülalesinden Mus'ab'ı da onlarla birlikte gönderdi. Mus'ab (r.) onlara Kur'an okuyacak ve dini emirleri öğretecekti. Mus'ab önceki yıl Müslüman olan altı kişiden biri olan Es'ad îbn Zürare'nin evine misafir oldu. Mus'ab aynı zamanda namazlarda da imam olacaktı, çünkü müslüman olmalarına rağmen ne Evs'ten ne de Hazreç'ten diğerlerine Önderlik edecek kadar bilgili kimse yoktu. Kayle'nin iki oğlunun soyundan gelenler arasındaki rekabet yıllardan beri sürüyordu. Bununla birlikte iki kabile arasında evlilikler meydana geliyordu. Bunun bir sonucu olarak, Mus'ab'ın Hazreç'li ev sahibi Es'ad, Evs'in kollarından birinin başkanı olan Sa'd Îbn Muaz'm kuzeni oluyordu. Sa'd yeni dine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu yüzden, kuzeni Es'ad'la birlikte Musab ve bir grup müslu-manı bir gün kendi kabilesinin topraklarından olan bjr bahçede oturmuş, sohbet ediyor görünce sadece kızmakla kalmadı, Es'ad kuzeni olduğu için utandı da. Kendisi bir kötülük yapmak istememesine rağmen bu tür etkinliklere bir son vermek istediği için kendinden sonra kabilesinin en etkili adamı olan Useyd'e, gitti ve : «Bizim topraklarımıza, zayıflarımızı kandırmak için gelen şu iki adama git», -şüphesiz bunları söylerken, Yesrib'den ilk müslüman olan ve şimdi hayatta olmayan kardeşi îlyas (r.)'i düşünüyordu [4]«Onları buradan çıkar ve bizim toprakiarmııza gir-meyi onlara yasakla. Eğer Es'ad akrabam olmasaydı bu yükü sana yüklemezdim. Fakat o benim annemin kizkar-deşinin oğlu, bu yüzden ona bir şey yapamam». Useyd mızrağını aldı, onların yanına gitti ve takınabildiği en sert ifade ile: «İkinizi buraya, zayıfları kandırmaya getiren sebep ne? Eğer hayatta kalmak istiyorsanız buradan gidin» dedi. Mus'ab ona baktı ve çok yumuşak bir tonda: «Neden oturup, benim söylediklerimi dinlemiyorsun? Dinledikten sonra, hoşuna giderse kabul eder, gitmezse kabul etmezsin» dedi. Peygamber (s.a.v.)'in elçisinin görünüşünden ve davranışından hoşlanan Useyd: «Doğru bir söz» dedi ve mızrağını yere dayayarak onların yanma oturdu. Mus'ab ona islâm'ı anlattı ve Kur'an okudu; Useyd'in yüzündeki ifade değişti. Onun yüzündeki aydınlık ve yumuşamadan etrafındakiler onun müslüman olduğunu anladılar. Mus'ab (r.) bitirdiğinde: «Bu sözler ne kadar güzel ve harika!* dedi. «Bu dine girmek isteyince ne yapılır?» diye sordu Ona, kendisini temizlemek için baştan ayağa yıkaması ve elbiselerini temizlemesi gerektiğini söylediler. Oturdukları bahçede bir kuyu vardı. Useyd kuyudan su ahp yıkandı, elbiselerini temizledi ve Allah'tan başka ilah yoktur. Mu-hammed (s.a.v.) Allah'ın Rasulüdür diye şehadet etti. Ona nasıl namaz kılınacağını gösterdiler, o da namaz kıldı. Daha sonra: «Arkamda öyle bir adam var ki o size uyarsa, tüm halkı ona uyar. Şimdi onu size göndereceğim.» dedi. Kabilesinden adamların yanma döndü. O yanlarına varmadan, onlar Useyd'in değiştiğini anlamışlardı. «Ne yaptın?» dedi Sa'd. Useyd: «îki adamla da konuştum ve Tanrıya andolsun onlarda bir zarar görmedim. Onların devam etmesine izin verdim, onlar da: İstediğiniz gibi yapacağız' dediler», dedi- «Gördüğüm kadarıyla senden fayda yok» diyen Sa'd mızrağı onun elinden aldı ve hâlâ bahçede sakince oturan müslümanlara doğru gitti. Kuzeni Es'ad'ı azarladı ve onu akrabalığını kötüye kullanmakla suçladı. Fakat Mus'ab (r.) araya girdi ve Useyd'e söyledikle-rini ona da söyledi. Bunun üzerine Sa'd onu dinlemeyi kabul etti. Sonuç ayi-i Useyd'inki gibiydi. Sa'd namaz kıldıktan sonra, Useyd ve beraberindekilerle halkın toplu olduğu meclise gitti. Sa'd onlara hitap etti ve: «Sizin aranızda benim konumum nedir?» diye sordu. Onlar: «Sen bizim başkanimızsin, aramızda en adaletli ve liderliğe en uygun olansın» dediler. «O halde» dedi Sa'd, «Allah'a ve Rasulüne inanmadıkça aranızdan hiç bir erkek ve kadınla konuşmayacağıma yemin ediyorum». Akşam olmadan onun kabilesinden müslüman olmayan bir tek kişi kalmamıştı. Mus'ab (r.) on bir ay kadar Es'adla kaldı ve İslam'a girenlerin çoğu bu dönemde girdiler. Hac zamanı yaklaştığında Mus'ab Evs ve Hazreç'in çeşitli boylarında neler olduğunu Peygamber (s.a.v.)'e haber vermek için Mekke'ye döndü. Peygamber (s.a.v.) kendisine gösterilen, iki kaya yığını arasındaki sulak ülkenin Yesrifa olduğunu ve bu kez kendisinin de göçedenler arasında olacağını biliyordu. Mu-hainmed (s.a.v.) Mekke'de çok az insana, yengesi Ümm El-Fadl ve müslüman olmadığı halde onu ele vermeyen v sırlarını saklayan amcası Abbas kadar güvenirdi. Bu yüzden ikisine, Yesrib'e yerleşip orada yaşamak istediğini, ve bunun Hac döneminde gelecek olan delegeye bağlı oldu ğunu anlattı. Bunu duyan Abbas, yeğeniyle birlikte delegelerin yanma gitmenin kendisi için bir görev olduğunu söyledi, Peygamber (s.a.v.) de bunu kabul etti. Mus'ab Yesrib'li müslümanlardan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, aralarında anlaştıkları üzere, 73 erkek ve 8 kadından oluşan bir müslüman grup Peygamber (s.a.v.) '-le anlaşmak üzere Hac yolculuğuna çıktılar. Onların liderlerinden biri Hazreç'Ii bir lider olan Berâ idi. Yolculuğun ilk günlerinden itibaren onu bir düşüncedir almıştı. Onlar Mekke'ye Allah'ın Ev'i Kâ'benin bulunduğu ve tüm Arabistanın hac merkezi olan çehre doğru yol alıyorlardı; aynı zamanda orada Peygamber (s.a.v.) vardı ve Kur'an ilk olarak orada indirilmişti, bu yüzden gönülleri o yana doğru meylediyordu. Böyle olduğu halde namaz vakti gelince oraya sırt çevirip kuzeye, Suriye'ye dönmek doğru muydu? Bu sadece bir düşünceden öte gitmeyebilirdi, çünkü Berâ'nın birkaç aylık ömrü kalmıştı ve ölüme yaklaşan kişilerin çoğunlukla önsezileri kuvvetli olurdu. Her ne ise Berâ düşündüklerini arkadaşlarına anlattı, onlar da Peygamber (s.a.v.)'in Suriye, yani Kudüs'e doğru namaz kıldığını ve ondan farklı davranmak istemediklerini söylediler. Berâ: «Ben Kâ'be'ye doğru namaz kılacağım» dedi ve yolculuk boyunca öyle yaptı, diğerleri yine Kudüs'e yönelerek namaz kılmaya devam ettiler. Onunla boşu boşuna tartışmadılar. Yalnız, Mekke'ye vardıklarında Berâ' şüphe duymaya başladı ve Yesrib'in ileri gelen şairlerinden olan Hazreç'li Ka'b İbn Melik'e: «Ey kardeşimin oğlu, Allah'ın Rasulüne gidelim ve benim yolda yaptığım şey hakkında ona danışalım, çünkü ben sizin, bana karşı olduğunuzu hissediyorum» dedi. Bunun üzerine rastladıkları Mekke'li bir adama, henüz hiç görmedikleri Peygamber (s.a.v.) 'i nerede bulabileceklerini sordular. Adam : «Amcası Abbas'ı tanıyor musunuz?» dedi, onlar da tanıdıklarını söylediler, çünkü Abbas sık sık Yesrib'e gelirdi. Adam : «Mescid'e girin, Abbas'ın yanında oturan odur* dedi. Peygamber ıs.a.v.)'in yanına gittiler, o fiera'nın sorusuna şu cevabı verdi: «Senin bir yönün vardı, onu korumalıydın». Bu söz birçok anlama çekilebilirdi, fakat Berâ' Peygamber (s.a.v,)'in yaptığı gibi namazda yönünü tekrar Kudüs'e çevirmeye başladı. Mekke'ye aralarında Yesrib'Îİ putperestlerin de bulunduğu bir kervanla yolcuıuK ettiler. Putperestlerden. biri, Beni Salime'nin lideri ve çok etkili bir adam olan Haz-reç'îî Ebu Cabir Abdullah Ibn Amr, yolculuk sırasında Mina'da müslüman oldu. Peygamberle daha önceki gibi Akabe'de Hacc'ı takip eden iki geceden sonraki gece giz-Îicö buluşmayı kararlaştırmışlardı. İçlerinden biri o geceyi şöyle anlatıyor: «O gece kervandaki diğer adamlarla birlikte gecenin üçte biri geçene dek uyuduk. Daha sonra yavaşça kalktık ve kaya kuşu kadar sessiz bir şekilde hepimiz Akabe yakınında toplandık. Orada Allah'ın Rasulü gelene dek bekledik, onunla birlikte hâlâ atalarının dinine uyan amcası Abbas da gelmişti. Müslüman olmamasına rağmen Abbas, yeğenini güvenilir ellere teslim etmek istiyordu. Peygamber (s.a.v.) oturduktan sonra ilk önce Abbas konuştu : «Ey Hazreçliler, -Araplar Evs ve Hazreç'e böyle hitap ederlerdi- Muhammed (s.a.v.)'in bizim aramızda ne kadar itibarlı olduğunu ve onu nasıl koruyup, ona kabilesi ve ailesi içinde şerefli ve saygın bir kişi olarak davrandığımızı biliyorsunuz. Buna rağmen O, sizi seçti ve sizinle birlikte olmak istiyor. Bu nedenle, eğer ona verdiği niz sözü tutmaya ve onu karşı çıkanlardan korumaya söz veriyorsanız, alın, bu yük sizindir. Fakat o size geldikten sonra onu ele vereceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdiden bırakın». «Söylediklerini duyduk» dediler, «Fakat ey Allah'ın Rasulü, sen konuş; kendin ve Rabbin adına istediğini seç». Kur'an okuyup, islâm ve Allah'la ilgili bazı bilgiler söyledikten sonra Peygamber (s.a.v.) : «Bu anlaşmayı şu şartla yapıyorum. Bana verdiğiniz sözden sonra beni eşlerinizi ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız dedi. Berâ' (r.) kalktı. Peygamber'in elini tuttu ve: «Seni Hakla gönderen Allah'a yemin olsun ki, seni, onları koruduğumuz gibi koruyacağız. Ey Allah'ın Rasulü, biatimizi kabul et, çünkü biz savaşçı ve babadan oğula geçen silahlara sahip bir topluluğuz» dedi. Evs'li bir adam onun sözünü keserek şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, bizim diğer topluluklarla da bağlarımız var», -Yahudileri kasdediyor-du- «onlara galip gelmek istiyoruz. Ya biz sana biat eder, Allah da sana zafer verirse, sen kendi halkına dönüp bizi bırakırsan?». Peygamber gülümsedi: «Hayır, siz benimsi-niz, ben de sizinim. Sizin savaştığınızla savaşır, barıştığınızla barışırım» dedi. Daha sonra şöyle dedi: «Bana aranızdan grubun işlerine bakacak oniki lider seçin». Bunun üzerine dokuzu Hazreç'li, üçü Evs'li oniki lider seçtiler. Adamların altmış ikisi ve iki kadın da Hazreç'li olduğu için Hazreç'li liderler çoğunluktaydı. Hazreç'li dokuz liderden ikisi Es'ad ve Berâ' idi; Evs'li üç liderden biri ise Sa'd îbn Muazm vekili olarak gösterdiği Useyd'di. . Topluluk teker teker biat etmeye hazırlanırken, önceki yıl biat eden oniki kişiden biri olan Hazreç'li bir adam : «Hazreç'liler, bu adama biat etmenin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?» dedi. Onlar: «Biliyoruz» dediler, adam onları duymazdan gelerek devam etti: «Siz siyah, kırmızı[5], tüm insanlara savaş açmaya söz veriyorsunuz. Bu yüzden eğer mallarınız eksildiğinde ve bazılarınız öldürüldüğünde, onu terkedeceğinizi düşünüyorsanız, onu şimdi bırakın. Çünkü onu o zaman terkederseniz, bu dünyada da ahirette de utanç duymanıza sebep olur. Fakat eğer sözünüzden dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız, onu alın, çünkü Tanrı'ya andolsun bu, hem dünya hem de ahiret için kurtuluştur» . «Mallarımız elimizden gitse de, öldürülsek de onu kabul ediyoruz. Ya Resulullah, eğer bu sözümüzü yerine getirirsek bizim için ne var?» dediler. Peygamber: «Cennet», dedi, onlar da: «O halde elini bize uzat» dediler, elini tutup biat ettiler. Şeytan o sırada Akabe'nin tepesinde onları gözlüyor ve dinliyordu; kendisini tutamaymca Muzammam (zemmedilen, suçlanan) diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber (s.a.v.) bağıranın Şeytan olduğunu biliyordu, ona şöyle cevap verdi: «Ey Allah'ın düşmanı, sana fırsat vermeyeceğim». -------------------------------------------------------------------------------- [1] Ona bağlı kalacaklarına söz verdiler. Çev.) [2] Burada Arabistan'da yaygın olan kız çocuklarım diri diri toprağa gömme adeti kasdediliyor, [3] 1.1. 289. [4] Bak. böl. XIX. [5] Bu, tüm insanlar anlamına gelir. Akabe'deki bu ikinci biat-tan sonra ilk Akabe biati «kadınlar biati- diye anılmaya başlamıştır. Savaş görevlerinden bahsetmediği için sadece kadınlar için böyle kullanılmaya devam etmiştir. 35. GÖÇLER Peygamber (s.a.v.), Mekke'deki müslümanları Yesrıb'e hicret etmeye teşvik ediyordu. Müslümanlardan biri, daha önce oraya hicret etmişti. Ebu Talib'in ölümü, yeğeni Ebu Seleme'nin koruyucusuz kalmasına neden olmuştu. Bu yüzden Ebu Seleme, karısını ve küçük oğullan Seleme'yi bir deveye bindirdi ve kendisi yürüyerek Yesrib'e yola çıktı. Fakat Ümmü Seleme, Mahzum'un diğer kolundan, yani Beni el-Muğireden'di ve Ebu Cehil'in kuzeni oluyordu. Ailesinden bazıları onları takip ettiler ve devenin ipini Efc Seleme'nin elinden aldılar. Ebu Seleme karşı çıkmanın anlamsız olduğunu bildiği için karısına onlarla birlikte gitmesini söyledi. Daha sonra onu almak için bir yol bulacaktı. Fakat Mahzumlu'lann diğer kolu, yani Ebu Seleme'nin akrabaları bu olayı duyunca çok kızdılar ve çocuğun kendi vesayetleri altında olması gerektiğini söylediler. Böylece tüm kabile onlara merhamet edip, çocuk ve annesini, Ebu Seleme'ye gönderene dek ayrı kaldılar. Ümmü Seleme yanında sadece Seleme ile birlikte deve ile yola çıktı. Yaklaşık altı mil sonra, o zaman henüz Müslüman olmayan, Abdu'd-Dar kabilesinden Osman îbn Talha ile karşılaştılar o, yol boyunca çocukla annesine arkadaş oldu. Ebu Seleme'nin, Yesrib'in en güney noktasında olan ve «iki grup kaya bloğundan» birinin bulunduğu Küba'da olduğunu duymuşlardı. Hurma bahçelerini görünce Osman, Ümmü Seleme'ye : «Kocan bu şehirde, selametle git.» dedi ve kendibi tekrar Mekke'ye döndü. Ümmü Seleme onun bu yardımını hiç unutmadı ve onu nazikliğinden dolayı hep övdü. İkinci Akabe biatmdan sonra Kureyşli müslümanlar yavaş yavaş hicret etmeye başladıl u*. İlk gidenler arasında Peygamber (s.a.v.)'in kuzenlerinden bazıları, Cahş ve Umeyye'nin oğullan ve kızları, Abdullah, kör olan kardeşi Ebu Ahmed ve Zeyneb ile Hanne adında iki kızkardeşleri vardı. Onlarla birlikte, uzun yıllardan beri Abdu'ş-Şems'in müttefiki olan bir çok Beni Esed'li de gitti. Hamza ve Zeyd bir süre için eşlerini Mekke'de bırakıp gittiler. Fakat Osman (r), Ruk iye (r.)'yi ve Ömer fr ) de karısı Zeyneb'i, kjzları Hafsa ir.) ve oğullan Abdullah (r)'ı yanma alarak gittiler. Hafsa'nın kocası Sehm kabilesinden Huneys de onlarla bırliktevdi. Ebu Seleme'nîn üvey kardeşi Ebu Sabra, Süheyl'in kı/ı oian karısı Ümmü Gülsümle birlikte gitmişti. Peygamber'in genç kuzenlerinden olan Tulayb ve Zübeyr de gidenler arasındaydı. Ebu Bekir ve Ali dışında tüm müslümanlar hicret edince, Ebu Bekir fr.) Peygamber (s av )'den hicret etmek için istedi. Peygamber (s.a.v.) ona «Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş verir» dedi. Ebu Bekir (r.), Peygamber Cs.a.v.) 'i beklemesi gerektiğini anladı ve iki devesinin akasya yapraklanyla beslenmesi için adamlarına emir verdi. Kureyşliler hicret edenleri durdurabilmek ıçm ellerinden geleni yaptılar. Süheyl'in diğer kızı da, daha önce Habeşistan'a gittiği gibi kocası Ebu Huzeyfe ile Yesrib'e gitmişti. Fakat Süheyl, bu kez oğlu Abdullah'ı kaçırmamak içm gözünü ondan ayırmıyordu. Daha önce Habeşistan'a hicret eden, Sehm'lı lider As'ın oğlu Hişam'm başına da aynı şey gelmişti. Kureyşliler tarafından Necaşi'yl muslu-inanlara karşı kışkırtmak için gönderilen adam onun üvey kardeşi Amr'di; Hişam'm teyzesinin oğlu Ömer, Yesrib'e birlikte gitmeyi planlamıştı. Mekke'den ayrı ayrı çıkacaklar ve şehrin on mil kadar kuzeyinde Edat dikenliğinde buluşacaklardı. Mahzun'lu Ayyaş da onlarla yolculuk edecekti; fakat kararlaştırılan saatte Hişam gelmedi. Bunun üzerine kararlaştırdıkları üzere Hişam'ı beklemeden, Ömer ve ailesi Ayyaş'la yola koyuldular. Hişam'ın babası ve kardeşleri bu plânı öğrenmişler ve onu zorla Mekke'de tutmuşlardı. Ona o kadar çok işkence etmişlerdi ki, sonunda onu islam'dan döndüğünü açıklamaya ikna ettiler. Ayyaş ise Ömer'le birlikte Yesrib'e varmıştı. Fakat onun üvey kardeşleri Ebu Cehil ve Haris onu takip ettiler ve annelerinin onu görene dek saçlarını taramamaya ve güneşin altında oturmaya yemin ettiğini haber verdiler. Ayyaş buna çok üzüldü, fakat Ömer ona: «Onlar seni dininden döndürmekten başka birşey istemiyorlar; çünkü Allah'a andolsun ki eğer bitler anneni rahatsız ederse saçını tarar, güneş onu kavurmaya başladığında ise gölgeye sığınır» dedi. Fakat Ayyaş dinlemiyordu; Mekke'ye dönüp annesinin yeminini bozması gerektiğine inanıyordu. Aynı zamanda Mekke'de bıraktığı parasını da almak istiyordu. Fakat Ömer (r.)'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra Ebu CehiJ' ve Haris ona saldırdılar, ellerini ve ayaklarını bağlayıp şehre bir esir gibi getirdiler: «Ey Mekke'liler, bizim kendi akılsızlarımıza yaptığımızı, siz de kendinizinkilere yapın» diye bağırdılar. Hi&am gibi Ayyaş da işkence sonucu îslam'dan döndüğünü açıkladı, fakat ikisi için de bu son değildi. Kısa bir süre sonra bunun affedilmeyecek bir suç olduğunun farkına vardılar. Ömer de aynı fikirdeydi Fakat bir süre sonra şu âyet ı zil oldu: «De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kutlarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır esirgeyendir. Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbİnize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım da edilmez». (Zümer: 53-54). Ömer bu âyetleri bir kâğıda yazdı ve onları Hişam'a göndermenin bir yolunu buldu. Hişam şöyle dedi: «O yazı bana geldiğinde gözlerime iyice yaklaştırdım, sonra uzak-laştırdım, fakat 'Allah'ım, onu anlamama yardım et' diyene kadar ne yazdığını anlayamadım. Daha sonra Allah onu benim kalbime yerleştirdi ve onun bizim söylediklerimiz ve bize söylenenler için nazil olduğunu anladım». Hi-şam bu âyetleri Ayyaş'a gösterdi, ikisi de tekrar İslam'a girdiler ve kaçmak için bir fırsat beklemeye başladılar. 36 BÎR SUİKAST Hişam ve Ayyaş'm İslam'dan döndüklerini açıklamaları, sürekli akan göçleri durduramadığı için ezilen Ku-reyş'in kazandığı küçük bir zaferdi. Artık Mekke'deki büyük evlerden bazıları sahipsizdi; diğerlerinde ise birkaç yaşlıdan başka kimse kalmamıştı. Sadece on yû kadar önce, çok zengin ve ahenkli görünen şehri bir" tek adam değiştirmişti. Fakat bu tür gelip geçici üzüntü ve eseflerin yanısıra Mekkeliler, kuzeyde, dinleriyle çatışınca hiç bir akrabalık bağını tanımayan bu insanların toplandığı Yes-rib'de, kendileri İçin büyük bir tehlikenin geliştiğinin farkındaydılar. Peygamber Cs.a.vJ'in: «Ey KureysJiler, sizi yerle bir edeceğim* sözünü unutmuyor ve görünürde hiç korkulacak bir şey yokken korkuyorlardı. Gözlerini onun üzerinden hiç ayırmadıkları halde O, Yesrib'e kaçmanın bir yolunu bulmuş ve artık bu söz sadece bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.)'in koruyucusu Mut'îm'in oimesı meydanı onlara bıraktı, meydanı daha da temizlemek için. Kureyş liderleri mecliste toplandığında Ebu Leheb orada bulunmadı. Uzun tartışmalardan sonra, -bazılarının isteksiz olmasına rağmen- Ebu Cehil'in bu tehlikeyi kökten halletmek için öne sürdüğü plân kabul edildi. Her kabile, r lı, güvenilir ve silahlandırılmış bir genç seçecek ve bu ; çilen adamlar aynı anda Muhammed (s.a.v.)'e sa'dıracak-lardı. Hepsi onun kanını akıtacak, böylenB de hiç bir kabile tek basma cinayetten sorumlu tutulmayacaktı. Çünkü Beni Haşim, bütün Kureyşli kabilelerle uğraşamazdı, onların öne sürdüğü diyeti de ödeye rdi. .Böylece bütün kabi' îeler, yaşadığı sürece kendiler: rahat vermeyecek olan bu adamdan kurtulacaklardı. Cebrail fa.s.), Peygamber (s.a.v.)'e gelmiş ve ne yapması gerektiğini söylemişti, öğle vakti, ziyaret için uygun olmayan bu vakitte, Peygamber (s.a.v.) doğruca Ebu Bekir (r.)'in evine gitti. Ebu Bekir onu kapıda görür-görmez önemli bir oîay olduğunu anladı. Peygamber (s.a.v.) geldiğinde, Aişe ve ablası Esma babalarının yanındaydılar. Peygamber ts.a.v.) : «Allah, bu şehirden ayrılıp, hicret etmem için izin verdi» dedi. Ebu Bekir: «Benimle mi?» diye sordu. «Evet, seninle» dedi Peygamber (s.a.v.). Aişe o zaman yedi yaşındaydı. Daha sonraları şöyle derdi: «O güne dek, Ebu Bekir'in bu sözleri duyduğunda ağladığı gibi, bir kişinin sevinçten ağlayabileceğin! bilmiyordum. Plânlarını yaptıktan sonra Peygamber (s.a.v.) evine döndü ve Ali fr.)'ye Yeszib'o gideceğini, onun kendisindeki emanetleri sahiplerine verinceye kadar Mekke'de kalması gerektiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) hâlâ «el-Emîn» deniyordu ve kafirler bile hiç kimseye güvenmedikleri mallarını ona emanet ediyorlardı. Peygamber (s.a.v.), Ali'ye, Kureyşlilerin kendisine suikast hazırladıklarını Cebrail'in haber verdiğini de söyledi. Onu öldürmek için seçilen genç adamlar, geceleyin onun evinin dışında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Fakat sayılarının tamamlanmasını beklerken evden kadın sesleri Şevde, Ümmü Eymen, Ümmü Gülsüm ve Fatuna'nın seslerini duydular. Bu, onların düşünmesine sebep oldu, içlerinden biri, eğer eve tırmanıp girerlerse, kadınların gizliliğine saldırdıkları için tüm Arabistan'da kötü anılacakların] söyledi. Bu yüzden kurbanlarının, her sabah «uleti olduğu üzere dışarı çıkmasını beklemeye karar verdiler. Peygamber (s.a.v.) ve Ali (r.) onların varlığından haberdardılar; Peygamber (s.a.v.) her zaman üstünde uyuduğu Örtüyü Ali'ye verdi ve: «Benim yatağıma yat ve benim bu yeşil Hadrâmi örtüme bürûn. Uyu, sana onlardan bir zarar gelmeyecek» dedi. Daha sonra Ya-sin diye başlayan sureyi okumaya başladı. «Biz onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler». (Yasin: 9). Âyetine gelince evden çıktı. Allah onların görmesini engelledi ve Peygamber (s.a.v.) aralarından geçti gitti. Karşı taraftan bir adam geliyordu, Peygamber (s.a.v.)'i farketti. Biraz sonra Peygamber (s.a.v.)'in evinin yanından geçerken kapının önünde yığılan gençleri görünce, onlara Muhammed (s.a.v.) 'İ arıyorlarsa, onun evde olmadığını, kısa bir süre önce dışarı çıktığını söyledi. «Bu nasıl olur?» diye düşündüler. Suikastçılardan biri erken gelmiş ve arkadaşlarını beklerken Peygamber Cs.a.v.)'in içeri girdiğini görmüştü. Hepsi, oradan kimsenin ayrılmadığından da emindiler. Fakat yine de şüpheye düştüler; içlerinden biri Peygamber (s.a.v.)'in yattığı yeri biliyordu, pencereden baktı ve Peygamber (s.a.v.)'in örtüsüne sarınmış birinin uyuduğunu gördü. Arkadaşlarını Peygamber'in hâlA orada olduğu konusunda ikna etti. Fakat şafak vakti Ali Cr.) kalktı ve hâlâ örtüye sarılı bir halde dışarı çıktı. Onun kim olduğunu görünce, kandırıldıklarından şüphelendiler. Biraz daha beklediler; geçen Safer ayından kalan ince hilâl doğudaki tepelere yükselmişti. Ve aydınlık çıktıkça rengi soluyordu. Hâlâ Peygamber (s.a.v.)'den bir işaret yoktu; ani bir dürtüyle, herbirinin alarm vermek için kendi kabilesine gitmesi gerektiğine karar verdiler. 37. Hicret O sırada Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir (r.)'e gitti ve vakit kaybetmeden evin arka penceresinden eğerli halde bekleyen iki devenin yanına çıktılar. Peygamber (s.a.v.) birine bindi, diğerine de Ebu Bekir bindi. Oğlu Abdullah'ı ise arkasına bindirdi. Daha önceden plânladıkları şekilde, Yemen'e giden yol üzerinde ve güneyde olan Sevr dağındaki bir mağaraya doğru yöneldiler. Çünkü Mekke'de Peygamber (s.a.vj 'İn yokluğu anlaşılır anlaşılmaz, tüm kuzey yollarına gözcüler ve takipçiler gönderileceğini biliyorlardı. Mekke'nin biraz dışına çıkınca Peygamber (s.a.v.) devesini durdurdu ve arkasına bakarak: «Allah'ın yeryüzünde, sen, bana ve Allah'a en sevgili yersin ve halkım beni senden çıkarmasaydı senden ayrılmazdım» dedi. Ebu Bekir (r.)'in köle olarak aldığı, sonradan azad ettiği çoban Amir îbn Fuheyre sürüsüyle onların izlerini kapatmak için arkalarından geliyordu. Mağaraya vardıklarında Ebu Bekir, oğlunu develerle birlikte eve geri gönderdi ve ona ertesi gün Peygamberin yokluğu farkedilin-ce neler konuşulduğunu dinlemesini ve ertesi gece haber getirmesini söyledi. Amir, koyunlarını gündüz her zamanki gibi diğer çobanlarla otlatacak, akşam olduğunda ise Mekke ile Sevr arasında Abdullah'ın izlerini kapatmak için dolaştıracaktı. Ertesi gece Abdullah ve kardeşi Esma mağaraya, onlara yemek getirdiler. Verdikleri haber şuydu Muhammed (s.a.v.)'ı yakalayıp getirene yuz deve ödül verilecekti. Atlılar Mekke'den Yesrib'e giden tûîn yollan, ikisini de birlikte yakalamak için araştırıyorlardı. Ebu Bekir de yok olduğu için ikisinin beraber gittiğini tahmin ediyorlardı. Fakat Abdullah'ın belki de bilmediği başka bir grup, onun Mekke dışındaki mağaralardan birinde olabileceğim düşünüyordu. Yanısıra, cöl Arapları iyi iz sürerlerdi: sıradan bir bedevi arkasından bir koyun sürüsü takip etse bile, küçük izler arasındaki büyük izleri farkederek oradan iki veya üç deve geçtiğini bile anlayabilirdi. Kaçanların güneyde bir yerde olmaları muhtemel değildi, fakat bu kadar büyük bir ödül için her yol denenebilirdi, ve Sevr'e giden yolda koyun izleri arasındaki deve izleri de anlaşılabilirdi. Üçüncü gün dağın sessizliğini, kaya güvercini olduklarını tahmin ettikleri, iki kuşun kanat çırpışlarından ve ötmelerinden çıkan sesler bozdu. Kısa bir sure sonra derinden gelen, fakat sanki dağa tırmanan birileri varmış gibi gittikçe yükselen insan sesleri duydular. Fakat hava kararmcaya kadar Abdullah'ı beklemiyorlardı ve güneşin batmasına daha be'li bir vakit vardı. Buna rağmen mağa ra normalden daha az ışıktı. Artık sesler uzaktan gelmiyordu, en azından beş veya altı adam gittikçe yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir'e baktı ve : «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir» dedi. (Tev-bo: 40). Daha sonra şunu ekledi «Üçüncüleri Allah olan iki kışi« (B. LVIT, 5). Artık yaklaşan ve duran ayak seslerini duyabiliyorlardı: adamlar mağaranın dışındaydilar Hep si de kararlı bir şekilde mağaraya girmeye gerek olmadı ğını, çünkü orada kimsenin bulunamayacağım söylediler Daha sonra geldikleri yoldan geri döndüler. Uzaklaşan ayak sesleri duyulmaya başlayınca, Peygan ber ve Ebu Bekir (r.) mağaranın ağzına geldiler. Önünde sabahleyin görmedikleri, hemen hemen girişin tümünü kapatan insan boyunda bir akasya ağacı vardı Açık kalar. yeri de bir örümcek, akasya ile mağaranın duvarı arasında ağ Örere!, kapatmıştı. Ağın içinden baktılar, mağaraya girerken adamın ayağını basacağı yere, kayanın çukuruna, bir kaya güvercini yuva yapmıştı ve altında yumurta varmış gibi oturuyordu. Erkek güvercin ise biraz yüksekteki kayaya tünemişti. Abdullah ve kardeşinin seisini bekledikleri saatte duyunca, kendilerini koruyan ağı kibarca kaldırdılar ve güvercini ürkütmemeye çalışarak onları karşılamaya gittiler. Amir de onlarla birlikteydi, fakat bu kez sürüsü yoktu. Amir, Ebu Bekir'in yolculuk için seçtiği develeri emanet ettiği bedeviyi getirmişti. Bedevi henüz müslüman olmamıştı, fakat sırlarını gizleyeceğine güvenilebilirdi. Bu adam onları Yesrib'e sadece gerçek bir çöl adamının bilebileceği yollardan götürecekti. Bedevi onları iki dağ arasındaki vadide, yanında Ebu Bekir'in iki devesi ve kendi için aldığı bir deve ile birlikte bekliyordu. Ebu Bekir, ihtiyaçlarına yardım etmek üzere Amir'i arkasına bindirecekti. Mağaradan çıktılar ve düzlüğe indiler. Esma bir çanta dolusu yiyecek getirmişti, fakat ip getirmeyi unutmuştu Bu yüzden kuşağını çıkardı, ikiye yırttı ve birini babasının semerine çantayı bağlamakta kullandı, diğerini de kendine ayırdı. Bu olaydan sonra ona «iki kuşaklı» adı verildi. Ebu Bekir (r.), Peygamber (s.a.v.)'e develerin en iyisine binmesi için verdiğinde, O: «Ben benim olmayan deveyle gitmem» dedi. Ebu Bekir: «Fakat o senin, ey Allah'ın Rasulü» dedi. "Hayır» dedi Peygamber (s.a.v.), «Onun için kaç para ödertin?» Ebu Bekir söyledi, Peygamber (s.a.v.) «Deveyi o fiyattan alıyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.) daha önce birçok kez ondan hediye kabul ettiği halde, bu özel bir durum olduğu için Ebu Bekir (r.) hediye etmekte ısrar etmedi. Bu durum Rasulün hicretiydi, Allah rızası için yurdundan tüm bağlarını koparmasıydı. Bu nedenle hicret, yani yaptığı fedakârlık, sadece kendinin olmalı ve başkalarıyla paylaşılmamalıydı. Bu olayın bir parçası olduğu için binek de kendinin olmalıydı. Hicret ettiği sırada aldığı devenin adı Kesva' idi ve o günden sonra en sevdiği devesi olarak kaldı. Rehberleri onlan Mekke'den biraz doğuya, biraz güneye doğru götürdü, sonunda Kızıl Deniz'e ulaştılar. Yesrib, Mekke'nin kuzeyindeydi, fakat sadece o noktadan kuzeye yönelebilirlerdi. Sahil yolu kuzey batıya gidiyordu. Birkaç gün bu yolu takip ettiler. îlk akşamlarından birinde, Nabi çölünde su ararken Rabiul-Evvel ay'ının hilalini gördüler. Peygamber (s.a.v.) yem Ay'ı görünce: «Ey iyilik ve rehberlik hilâli, imanım seni Yaratana'dır»[1]. Bir sabah, karşı taraftan küçük bir kervanın geldiğini görerek şaşırdılar ve korktular. Fakat onun, devesine yüklediği elbise ve diğer ticari eşyalarla Suriye'den dönen, Ebu Bekir'in kuzeni Talha olduğunu görünce, şaşkınlıkları sevince dönüştü. Talha, gelirken Yesrib'e uğramıştı, mallarını Mekke'de satar-satmaz hemen geri dönmeyi düşünüyordu. Yesrib'de Peygamber (s.a.v.)'in gelişinin büyük bir merakla beklendiğini haber verdi ve veda etmeden önce onlara, zengin Kureyşlilere satmayı planladığı beyaz Suriye elbiseleri hediye etti. Talha'yla karşılaştıktan kısa bir süre sonra kuzeye doğru yöneldiler, sahilin biraz içinden ilerleyerek kuzey doğuya döndüler; artık yönleri direkt olarak Yesrib'e dönüktü. Yolculuğun belli bir zamanında Peygamber vahiy geldi.- «Hiç şüphesiz, sana Kuranı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir» (Kasas: 85). Mağaradan ayrılışlarının onikinci günü, şafakta Akik ovasına vardılar ve diğer taraftaki tepeye tırmandılar. Tepenin en yüksek yerine ulaşmadan önce güneş yükseldi ve sıcak artmaya başladı. Diğer günlerde sıcağın en yüksek dereceye ulaştığı zamanlarda dinleniyor, yolculuk etmiyorlardı. Fakat bu son tepeyi, durmadan aşmaya karar verdiler. Tepeye ulaşıp vadiyi gördüklerinde ise durmak istemediler. Peygamber (s.a.v.)'in rüyasında gördüğü «İki grup kara kaya yığını arasındaki suyu bol yer» önlerinde uzanıyordu. Koyu yeşil hurma bahçeleri ve açık yeşil bostanlar, bulundukları noktadan yürüyerek üç mil aşağıda gözler önüne serilmişti. , Yeşilliğin en yakın noktası, hicret edenlerin ilk durağı olan ve bazılarının hâlâ orada bulunduğu Küba idi. Peygamber Cs.a.v.) rehbere: «Bizi Kuba'daki Beni Amr'a götür, şehre götürme» dedi. Vadinin en kalabalık yerleşim merkezi bu adla (şehir) tanınırdı. O zamandan sonra bu şehir tüm Arabistan'da ve her yerde el-Medina, Medine olarak anılmaya başlandı. Günlerce önce, Mekke'de Peygamber (s.a.v.)'in kaybolduğu ve onu bulana verilecek ödülün haberi vahaya ulaşmıştı. Kübalılar, onun gelme vakti geciktiği için her gün bekliyorlardı. Bu yüzden her sabah, namazdan sonra Beni Amir'den birkaç adam, başka kabilelerden adamlarla ve Mekke'den hicret eden fakat henüz Medine'ye girmemiş olan muhacirlerden bir kısmıyla yola çıkıyor ve onu arıyorlardı. Tarlaları, hurma bahçelerini geçip kayalık bölgeye varıyorlar ve sıcak bastırana dek yolu gözlüyorlar, daha sonra tekrar evlerine dönüyorlardı. O sabah da gitmişler, fakat dört yolcu kayalıklardan inmeye başladığında geri dönmüşlerdi. Artık gözler bekleyişle o yöne bakmıyordu; fakat Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir (r.)'in yeni, beyaz elbiseleri, arkadaki mavimsi kaya zemininde daha da belirginleşerek, güneşten parlıyordu. O sırada evinin çatısında olan bir yahudi onları gördü. Onların kim olduğunu hemen anladı, çünkü Kuba'lı yahudiler, komşularının neden her sabah şehrin dışına çıkıp birşeyler araştırdığım sormuşlar ve nedenini öğrenmişlerdi. Bu yüzden yüksek sesle bağırdı: «Kayle'nin oğulları, o geldi, o geldi!» Çağrıyı duyan çocuk, kadın ve adamlar evlerinden fırladılar. Bir kez daha yeşillikten geçip kayalığa doğru gitti ler. Fakat fazla ilerlemelerine gerek yoktu. Çünkü o zamana kadar yolcular ilk hurma bahçesinin yanma ulaş- . O, her yönüyle coşku dolu bir öğlendi. Peygamber (silv.) onlara şöyle hitap etti* «Ey insanlar, birbirinizi ba nşla selamlayın, açları doyurun; akrabalık bağlarına saygı gösterin, herkes uyurken namaz kılın. Böylece selam içinde Cennet'e gireceksiniz»[2] Peygamber (s.a.v.)'tn daha önce Hamza (r.) ve Zeyd (r,)'i de misafir eden yaşlı bir Küba'iı olan Gülsüm'ün evinde kalmasına karar verildi. Gülsüm'ün kabilesi olan Beni Aznr, Evs'üî bir koluna mensubtu. Bu yüzden, iki Yesrib'li kabilenin de misafirperverliği paylaşması için Ebu Bekir, Medine'ye biraz daha yakın olan Sunh köyündeki bir Haz-reçli de kaldı. Bir veya iki gün sonra AH (rJ, Mekke'den geldi ve Peygamber (s.a.v.)'in kaldığı evde misafir oldu Emanet edilen mallan sahiplerine geri vermesi üç gününü almıştı. Peygamber (s.a.v.)'i selamlamaya pek çok kişi geliyordu. Bunların arasında iyi niyetten değil meraktan geler Medine'li yahudüer de vardı. Fakat üçüncü veya ikinci akşam, görünüşü diğerlerinden, farklı olan ve ne araba ne de yahudiye benzemeyen bir adam geldi. Adı Selman olan bu adam, İsfahan'a yakın Ceyy köyünden, Iran'h ateşe tapan bir ailenin çocuğuydu, fakat çok gençken hıristiyan olmuş ve Suriye'ye gitmişti. Orada bir aziz rahibe bağlanmıştı: bu rahip ölüm döşeğinde ona kendisi gibi yaşlı fakat çok iyi bir adam olan Musul rahibine gitmesini söylemişti. Selman Irak'ın kuzeyine doğru yola koyulmuştu. Bu onun için bir dizi yaşlı hıristiyan rahibe bağlanmanın başlangıcını oluşturuyordu. Bu rahiplerin sonuncusu, yine ölüm döşeğinde ona bir peygamberin gelmek üzere oldu-ğuûü söylemişti; -O, İbrahim'in dini ile gönderilecek ve Arabistan'da ortaya çıkacak, kendi yurdundan hicret edip iki kaya yığını arasındaki hurma ağaçlarıyla dolu ülkeye gidecek. Onun belirtileri şunlardır: Hediye kabul edece!; fakat sadaka olarak verileni almayacak; ve iki kürek kemiği arasında Peygamberlik mührü olacaktır». Selman. peygamber (s.a.v.) 'in memleketine gitmeye karar vermiş ve Kalk kabilesinden tüccarlara, kendisini Arabistan'a götürmeleri için ödemede bulunmuştu. Fakat Kızıl Deniz'in kuzeyindeki Akabe Körfezi'nin yakınında yer alan Vadi'I-Ku-ra'ya geldiklerinde tüccarlar onu bir yahudiye köle olarak satmışlardı. O, Vadi'l-Kura'daki hurma ağaçlarını görünce beklediği yerin burası olduğunu zannetmişti, fakat yine de şüphe içindeydi. Kısa bir süre sonra yahudi onu, Medine'deki Beni Kurayza kabilesinden olan kuzenine satmıştı. Selman, Medine'yi görür görmez, Peygamber (s.a.v.) '-in hicret edeceği yerin burası olduğunu anlamıştı. Selman'm yeni sahibinin Küba'da da bir kuzeni vardı; ve Peygamber (s.a.v.)'in vardığı haberini bu yahudi Medine'ye getirmişti. Yahudi kuzenini bir hurma ağacının altında oturur buldu, ağacın üstünde çalışan Selman adamın şöyle dediğini duydv : «Allah Kayle oğullarının belâsını versin! Onlar şimcıi de Küba'da Mekke'den gelen bir adamın etrafında toplandılar. Onun bir Peygamber olduğuna inanıyorlar». Bu son sözler, Selman'ın ümitlerinin gerçekleştiğini gösteriyordu. Selman o kadar heyecanlanmıştı ki bütün vücudu titriyordu. Ağaçtan düşeceğinden korktu ve aşağı indi; yahudiye peygamberle ilgili sorular sormaya başladı. Fakat sahibi ona kızdı ve ağaca çıkıp çalışmasını emretti. Selman o akşam yanma biriktirdiği bir parça yiyeceği alarak kaçtı ve Küba'ya gitti. Peygamber (s,a.v.) eski ve yeni sahabeleriyle oturuyordu. Selman, onun Peygamber (s.a.v.) olduğundan emindi, fakat bununla birlikte yaklaştı ve elindeki yiyeceği bir sadaka olarak verdiğini söyleyerek onlara uzattı. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına yemelerim söyledi, fakat kendisi yemedi. Selman bir gün Peygamberlik mührünü görmeyi ümit ediyordu, fakat şimdilik Peygamber (s.a.v.) 'i görmek ve söylediklerini duymak yeterliydi. Medine'ye sevinç ve şükür içinde döndü. -------------------------------------------------------------------------------- [1] A. H. V, 320. 174 [2] I. S. I/l, 159. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:01 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
38. Medine'ye Giriş Peygamber, vahaya 27 Eylül (M.S.) 622, Pazartesi günü vardı. Medine'lilerin Peygamber (s.a.v.) Küba'ya geldiği için sabırsızlandıkları haberi geldi. Bu yüzden Peygamber (s.a.v.) Küba'da üç gün kaldı. Ve ayrılmadan önce İslam'ın İlk camisinin temelini attı. Cuma sabahı Küba'dan ayrıldı; o ve arkadaşları, onları bekleyen Hazreç'li Beni Salim kabilesiyle namaz kılmak için Ramına ovasında durdular. Bu, o zamandan itibaren yurdu olacak olan ülkede ilk kılınan Cuma namazıydı. Beni en-Neccar'dan bir grup akrabası onu karşılamaya gelmişlerdi, bazı Kuba'lılar ise onu geçirmek için yola çıkmışlardı. Cuma namazını kılanların toplamı bunlarla birlikte yüzü buluyordu. Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.) Kesva'ya bindi, Ebu Bekir (r.J ve diğer Kureyş]iler de develerine bindiler ve Medine'ye doğru yola çıktılar. Sağlarında ve sollarında, şeref koruyucuları olarak ve verdikleri koruma sözünün boş olmadığım göstermeH istercesine Evs'li ve Hazreç'li adamlar kılıçlarını çekmiş bir şekilde ilerliyorlardı. Bu kadar coşku dolu bir gün daha görmemişlerdi: «Allah'ın Rasulü geldi! Allah'ın Rasulü geldi!», müjdesi, yolu kaplayan kadınların, çocukların ve erkeklerin ağzında tekrarlanıyordu. Kesva, Medine'nin güneyindeki hurma ağaçlan ve bahçeler arasından geçerken adımlarım yavaşlattı. Evler henüz çok az ve birbirinden uzaktı; yavaş yavaş daha sık evlerin yeraldı yerleşim bölgelerine yaklaştılar, Her evden şu da- veti alıyordu: «Buraya buyur ey Allah'ın Rasulü, çünkü seni ve diğerlerini koruma gücüne sahibiz». Birçok kez adamlar, Kesva'nm ipini kendi evlerine doğru çektiler. Fakat Peygamber (s.a.v.) her seferinde onları selamlayarak: «Bırakın istediği yere gitsin, çünkü O Allah'ın emrindedir> diyordu. Bir noktada sanki deve. Peygamber (s.a.v.)'in en yakın akrabaları olan Hazreç'li Neccar kabilesinin Adiy kolunun yaşadığı evlere doğru yöneldi. Fakat, deve, Peygamber (s.a.v.) 'in çocukken annesiyle birlikte kaldığı bu mahalleden, tüm çağrılara rağmen geçip gitti. Peygamber (s.a.v.) bu çağrılara da aynı cevabı verdi. Artık Neccar'ın Benî Malik kolunun evlerine ulaşmışlardı. Birinci Akabe'den önce kendisine biat eden altı kişiden ikisi Es'ad ve Avf, bu kabileye mensuptu. Burada, Kesva yoldan döndü ve içinde hurma ağaçları ve bir yapının kalıntıları bulunan bir bahçeye yöneldi. Bahçenin bir ucu bir zamanlar mezarlık olarak kullanılmıştı. Hurmaları kurutmak için ayrılmış bir yer de vardı. Es'ad'ın mescid olarak çitle çevirdiği yere doğru ilerledi ve onun önünde çöktü. Peygamber {s.a.v.) onun yularını bıraktı, fakat inmedi, deve bir dakika sonra kalktı ve tembelce yürümeye başladı. Fakat fazla uzaklaşmadı, geri döndü ve daha önce çöktüğü yere gitti. Tekrar çöktü ve bu kez ayaklarını öne doğru yaydı. Peygamber (s.a.v.) indi ve: «înşaallah bu evimdir» dedi[1] Daha sonra bu bahçenin sahibinin kim olduğunu sordu. Avf'ın kardeşi Mu'az, oranın Sehl ve Süheyl adında iki yetime ait olduğunu söyledi. Çocuklar Es'ad'in velayeti altındaydılar. Peygamber (s.a.v.) onları getirmelerini istedi. Fakat çocuklar zaten oradaydılar ve hemen yanına gittiler. Peygamber (s.a.v.) onlara, bahçeyi kendisine satıp satmayacaklarını ve satarlarsa ne kadar fiyat koyacaklarını sordu. Onlar: «Hayır ey Allah'ın Rasulü, onu sana veriyoruz» dediler. Peygamber (s.a.v.) bunu kabul etti)etmedi ve Es'ad'ın yardımıyla bir fiyat belirledi Bu sırada, yakında oturan Ebu Eyyub Halid (r.), devenin yukunu çözmüş ve evine götürmüştü. Kabileden diğerleri de gelip Peygamber Cs.a.v.)'e kendilerine misafir olması için yal vardılar; fakat Peygamber (s.a.v.) onlara: «Bir adam. yu kuyîe beraber olmalı» cevabını verdi. Ebu Eyyub (r.) kendi klanından ikinci Akabe'de ilk biat eden adamdı Ebu Eyyub (r.) karısı ile birlikte evinin üst katma taşındı ve alt katı Peygamber (s.a.v.)'e bıraktı. Es'ad da Kesva'yi yakın olan kendi bahçesine götürdü. -------------------------------------------------------------------------------- [1] B, LXII. 39. AHENK VE UYUŞMAZLIK Peygamber (s.a.v.) yeni aldığı bahçeye bir cami yapılmasını istedi.. Kuba'daki gibi hemen yapıma başladılar. Binanın çoğunu briketlerden yaptılar, fakat kuzeydeki duvarın, yani Kudüs'e yönelik olan duvarın ortasındaki namaz kılınan oyuğun iki tarafına taş koydular. Bahçedeki hurmaları kestiler ve kerestelerini, hurma dallarından oluşan çatıya destek yapmakta kullandılar. Bahçenin hepsinin üstünü kapatmadılar, büyük bir kısmı çatısızdı. Peygamber Cs.a.v.) Medine'li müslümanîara yardımcılar anlamına gelen Ensar, kendi yurdunu bırakıp vadiye göç eden Kureyşlilere ve diğer kabilelerden müslümanîara da, göç edenler anlamına gelen Muhacir adını verdi. Peygamber (s.a.v.) de dahil hepsi yapımda çalıştılar. Çalıştıkları sırada sürekli şu beyiti tekrarlıyorlardı: «Alah'ım, Ahiret gününden 'başka iyi gün yoktur. Ensar ve Muhacirine yardım et». Veya: «Ahiret yurdundan başka gerçek hayat yoktur Allah'ım, Ensar ve Muhacirine merhamet et». Bu iki grubun bir üçüncü ile güçlendirileceği ümit ediliyordu. Sonunda Peygamber (s.a.v,), Yahudilerle müslü-manlar arasında, iki grubu bir toplum haline getiren, fakat dinlerinde serbest bırakan karşılıklı bir anlaşma, imzaladı. Müslümanlar ve yahudiler eşit statülere sahip olacaklardı. Eğer bir Yahudiye zarar verilirse, ona hem müslûmanlar hem de yahudiler yardım edecekti. Aynı durum bir müslüman için de sözkonusuydu. Putperestlere karşı bir tek topluluk olarak savaşacaklar ve ne müslümanlar ne de yahudiler birbirlerinden ayrı banş yapamayacaklardı. Eğer görüş farklılıkları, tartışmalar, anlaşmazlıklar ortaya çakarsa bu mesele Resulullah s.a.v.) aracılığıyla Allah'a götürülecekti. Bununla birlikte, anlaşma metninde Muhammed (s.a.v.)'e hep Allah'ın Rasulü olarak değinilmeşine rağmen, yahudilerin normal olarak onun Allah'ın elçisi olduğunu kabul etmek zorunda olduklarını ifade eden bir madde yoktu. Yahudiler bu anlaşmayı politik nedenlerden ötürü kabul etmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Medine'nin en güçlü adamı olmuştu ve gücü daha da artacağa benziyordu. Kabui etmekten başka seçenekleri yoktu; fakat yine de aralarından çok azı Allah'ın yahudi olmayan bir peygamber göndereceğine inanıyordu, ilk önceleri dışa karşı samimî görünüyorlardı. Buna rağmen kendi seçilmiş topluluklarının üstünlüğünün bilincindeydiler ve bu konuyu kendi aralarında konuşuyorlardı. Yeni dine karşı şüpheli tavırlarını gizli tutmalarına rağmen, bu tavrı vahyin ilahî kaynağından şüphe duyan Araplarla paylaşmaya hazırdılar. İslam, Evs ve Hazreç kabilelerinde hızla yayılmaya devam etti. Bazı mü'minler artık vadiye, yahudilerin de anlaşmaya katılmasıyla ahenkli bir bütün olarak bakıyorlardı. Fakat vahy onları gizli uyuşmazlık ve ihanetlere karşı uyarmaya başladı. Bu sıralarda, Kur'an'm en uzun sûresi olan ve Fatiha'dan sonra ikinci sırayı alan Bakara süresi indirilmeye başlandı. Sûre doğru yolda olanların tanımlanmasıyla başlıyordu: «Elif, Lâm, Mim. Bu kendisinde şüphe olmayan, ntuttakiter (Allah'tan korkup sokmanlar) içinde kılavuz olan bir kitaptır. Ki otar, gayba inanırlar, namazt dosdoğru kılarlar ve kendilerine olarak perdfkterimizden infak ederler. Ve (yine) onlar, şarta indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bilgiyle inanırlar, işte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzcredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır». (Bakara: 2-5). Bunun arkasından Hakk'a karşı kör ve sağır olan müşrikleri tanımladıktan sonra üçüncü bir grup insandan bahsediliyordu : «insanlardan öyleleri vardır fet: 'Biz Allah'a ve Ahiret gönüne intan ettik' derler, oysa onlar inanmış değildirler... îman edenlerle karşılaştıkları zaman ? «İman ettik» derler. Şeytanlartyla haşhaşa kaldıklarında ise, derler kî: «Kuşku yok, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay edicileriz». (Bakara: 8, 14). Bunlar Evs ve Hazreç'ten çeşitli samimiyetsizlik derecesinde şüpheciler, kararsızlar ve ikiyüzlüler (münafıklar) idi. Onların şeytanları ise, onlardaki bu şüphe tohumunu sürekli besleyen inkarcılardı. Peygamber (s.a.v.) burada, Mekke'de hiç bir zaman karşılaşmadığı bir olaya karşı uyarılıyordu. Orada müslüman olanların samimiyetinden hiçbir zaman şüphe edilemezdi. Yeni dine girmelerinin sebebi sadece inanmaları ve samimiyetleriydi; çünkü yeni dine giriş dünyevi hayatla ilgili insana birşeyler kazandırmıyor, belki de kayıplara uğratıyordu. Fakat şimdi, Medine'de yeni dine girmenin sağlayacağı dünyevi yararlar vardı, hem de bu yararlar sürekli artış yolundaydı. Müslüman safları arasında hiçbir ikiyüzlünün bulunmadığı o günler artık geride kalmıştı. Ayette değinilen şeytanlardan bazıları yahudilerdi. Yine aynı sûrede şöyle deniyordu: «Kitap (İncil) ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayt, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmek arzusunu duydular». (Bakara : 109). Yahudiler Peygamber ts.a.v.)'in gelişini ruhi ve manevi aydınlanma için değil, Yesrib'de daha önce sahip oldukları üstünlüğü tekrar ele geçirmek için sabırsızlıkla bekliyorlardı. Fakat onların ümitlerinin tersine, gelen peygamber, İshak'in değil, İsmail'in soyundandı. Bir Allah'a inanan bu peygamberin başarıları, ilahî kaynaktan destek gördüğünü gösterecek şekilde çoğalıyordu. Yahudiler, onun gerçekten hak Peygamber olmasından korktular ve bu yüzden, onun gönderildiği topluluğa karşı kıskançlık duymaya başladılar. Bununla birlikte yine de onun gerçek Peygamber olmadığına kendi kendilerini ikna -ediyorlar ve başkalarına da onun semavî bir elçi'nin Özelliklerini taşımadığım söylüyorlardı; «Muhammed (s.a.vj kendisine gökten haber indirildiğini iddia ediyor, halbuki O daha devesinin nerde olduğunu bilmiyor». Peygamber fs.a.vJ'in devesinin kaybolduğu bir gün-bir yahudi bdyle demişti. Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca şöyle dedi; «Ben ancak Allah'ın bana bildirdiklerini bilirim. Şimdi O, bana gösterdi: deve size söylediğim gibi yuları ağaca bağlı duruyor.»[1]. Ensar'dan bir grup adam gittiler ve deveyi onun söylediği yerde buldular. Yahudilerin çoğu ilk önceleri vadide iç savaşın sona ermesine neden olan bu birliğe sevinmişlerdi. Bununla birlikte vadide çatışma olmasından onların daha büyük çıkarları oluyordu. Araplar arası bir çatışma, Arap olmayanların değerini artırıyordu, çünkü onlara müttefik olarak ihtiyaç duyuluyordu. Evs'le Hazreç'in birleşmesi bir taraftan Ye"srib Araplanna büyük bir güç vermiş, diğer taraftan bu tür müttefiklere duyulan ihtiyacı da ortadan kaldırmıştı. Anlaşmaya giren yahudilerin de bu güçten paylan olacaktı. Fakat bu, aynı zamanda, vadi ..dışındaki Araplara karşı açılan savaşta onlara zorunluluklar yükleyen bir anlaşma idi. Henüz denemedikleri bu yerii yaşamda, onlar için daha başka tehlikeler de ortaya çıkarabilirdi. Oysa eski yaşamlarına alışmışlardı, bu yüzden çoğu tekrar eski yaşamlarına dönmek istediler. Beni Kaynuka'li, Evs'le Hazreç arasındaki anlaşmazlığı körüklemede usta bir politikacı olan yaşlı bir yahudi, bu iki kabilenin birleşmesine çok kızmıştı. Bu yüzden sesi güzel olan bir gence, Ensar toplu halde otururken, yanlarına gidip bir önceki İç savaştan (Buas) önce ve sonra, iki tarafın karşılıklı birbirlerini suçlama ve aşağılama için yazdığı şiirlerden bölümler okumasını söyledi. Genç söylenenleri aynen yaptı ve orada bulunanların hepsini geçmişe aktaran, büyük bir ilgi topladı. Evs'liler kendi şiirlerini, Hazreçliler de kendi şiirlerini alkışladılar; daha sonra bu iki taraf birbirine bağırmaya, hakaret etmeye başladı. Sonunda: «Silahlanan! Silahlanın!» sesleri yükseldi. Kayalıklara gidip tekrar savaşmak için yola çıktılar. Bu haberler Peygamber (s.a.v.î'e ulaştığında Peygamber (s.a.v.) bütün muhacirleri topladı ve aceleyle çatışma yerine gitti: «Ey müslürnanlar!» dedi ve sonra iki kez: «Allah, Allah" dedi. «Cahiliye devrindeki gibi mi davranacaksınız?» diye devam etti, «Aranızda olmama, Allah'ın sizi doğru yola ulaştırıp şereflendirmiş, böylece sizi putperest adetlerden, küfürden korumuş ve kainlerinizi birleştirmiş olmasına rağmen hâlâ bunu mu yapıyorsunuz?» Ensar, hata ettiklerini ve yoldan çıktıklarını kabul ettiler. Ağlayarak birbirleriyle-kucaklaştılar ve Peygamber (s.a.v.)'le birlikte, onun sözlerini dinlemek ve itaat etmek üzere Medine'ye döndüler[2]. Mü'minler topluluğunu daha çok birbirine bağlamak istediği için Peygamber (s.a.v.), Ensar İle Muhacirler arasında kardeşlik kurumunu ortaya koydu. Böylece Ensar'-dan herbiri, kendisine diğer Ensar'm tümünden daha yakın bir Muhacir kardeşe, Muhacirlerden her biri de kendisine diğer Muhacirlerin tümünden daha yakın bir Ensar kardeşe sahip oluyordu. Fakat Peygamber {s.a.v.) kendisini ve ailesini bundan ayrı tuttu, çünkü Ensar'dan birini diğerine tercih edip kendisine kardeş seçmek çok zor bir iti. Bu yüzden Ali Cr.) 'nin elini tuttu ve: «Bu benim kardeşimdir» dedi. Hamza <r.) ile de Zeyd (r.)'i kardeş yaptı. İslâm'ın en büyük düşmanlarından ikisi, babaları tarafından biri Hazreç'li, biri Evs'li anne tarafından ise kuzen olan ve kabilelerinde büyük nüfuza sahip olan iki adamdı. Evs'li Ebu Amir'e, tüy bir elbise giydiği ve ara-sira inzivaya çekildiği için bazan «Rahip» derlerdi. Ebu Amir, İbrahim'in dinine bağlı olduğunu söylerdi; bu şekilde Yesribler arasında prestij ve dinî otorite kazanmıştı. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde, Ebu Amir ona gitmiş ve yeni dinle ilgili sorular sormuştu. Peygamber (s.a.v.) ona bu vahyin, İbrahim'in dininin (Bakara: 135) devamı olduğunu anlatan bir âyetle cevap verdi. Ebu Amir: «Fakat ben o dine bağlıyım» dedi ve inkârda direnerek, Peygamber (s.a.v.)'i İbrahim'in dinini yalanladığını ve bozduğunu iddia ederek suçladı. Peygamber (s.a.v.) : «Hayır, ben onu bozmadım, temiz ve pak olarak getirdim» dedi. Ebu Amir: «Allah yalancıyı yalnız bir sürgün olarak öldürsün» dedi. Buna karşı Peygamber (s.a.v.) şu cevabı verdi; -öyle olsun! Allah O söylediğini yalancının üzerine döndürsün»[3] Ebu Amir daha sonra otoritesinin gittikçe azaldığını farketti. Oğlu Hanzala'nın da müslüman olup, Peygamber (s.a.v.)'e bağlanmasıyla prestiji daha da azaldı. Bundan, kısa bir süre sonra, zaten çok az olan -on kişi- adamlarını toplayıp Mekke'ye gitti. Bu onun kendi kendine uyguladığı sürgünün başlangıcıydı. Onun kuzeni olan Hazreç'li Abdulah İbn Ubey de, Peygamber (s.a.v.)'in gelişine sevinmemişti. Onun gelişiyle Abdulah fbn Ubey'in politik otoritesi sarsıldı; oğlu Abdullah ve kızı Cemile'nin de Peygamber (s.a.v.)'e tabi olduğunu görünce daha çok sinirlendi. Fakat Ebu Amir'in aksine İbn Ubey, yeni gelen adamın etkisinin er geç söneceğini düşünerek bekliyordu. O sırada uyguladığı politika karşı çıkmamaktı, fakat bazen buna rağmen duygularını ele veriyordu. Hazreç'in ileri gelenlerinden biri olan Sa'd İbn Muaz (r.)'ın hastalanması üzerine Peygamber (s.a.v.) onu ziyarete gitmişti. Vadideki bütün zengin adamlar evlerini kale şeklinde yaparlardı. Peygamber (s.a.v.) Sa'd'ı ziyarete giderken, bahçe duvarının önünde çevresinde diğer Hazreç-lilerle oturan Abdullah tbn Ubey'in evinin (Muzahem) önünden geçiyordu. Bahçe duvarının dışında bineğinden indi ve ona selam verdikten sonra aralarında biraz oturup onlara Kur'an okumak ve İslam'ı anlatmak istedi. Fakat tam anlatmaya başlayacağı sırada Abdullah îbn Ubey ona döndü ve şöyle dedi: «Senin anlatacakların gerçekse, hiçbir şey onlardan daha iyi olamaz. O halde evde, kendi evinde otur. Sana gelenlere anlat. Fakâtt sana gelmeyeni konuşmalarınla rahatsız etme ve istemediği halde topluluğuna girme». «Hayır» dedi bir ses, «bize onu anlat, topluluklarımıza, mahallelerimize ve evlerimize gir. Çünkü biz onu seviyoruz, Allah bize merhamet etti ve bizi doğru yola ulaşıtrdı». Konuşan Abdullah Îbn Ubey'in her zaman için kendisine güvenebileceğini düşündüğü bir adam olan Abdullah îbn Revaha idi. Hayal kırıklığına uğrayan lider tîbn Ubey), suratını asarak, arkadaşları tarafından terkedilen bir adamın yenilmeye mahkûm olduğunu anlatan bir beyit okudu. Artık karşı koymanın anlamsız olduğunu anlamıştı. Peygamber (s.a.v.) ise Abdullah'ın tamir edici çabalarına rağmen çok üzgün bir şekilde yoluna devam etti. Hasta adamın evine vardığında reddedilmenin üzüntü izleri hâlâ yüzünden okunuyordu. Sa'd hemen onu üzen meselenin ne olduğunu sordu. Peygamber (s.a.v.) Abdullah îbn Ubey'in küfrünün üzülmesine sebep olduğunu söylediğinde Sa'd: «Ey Allah'ın Rasulü, ona nazik davran, çünkü Allah seni bize verene delç biz ona taç giydirip, onu kral yapmayı tasarlıyorduk. Şimdi o kendi krallığını senin çaldığını sanıyor» dedi. Peygamber (s.a.v.) bu sözleri hiç unutmadı, îbn Ubey'e gelince O, bir zamanlar çok büyük olan prestijinin gün geçtikçe azaldığını ve İslam'a girmezse tamamen yok olacağını anladı. Diğer taraftan islam'ı sözde kabul etmiş görünmesi onun otoritesini güçlendirirdi; çünkü Araplar, büyük bir sebep olmadıkça eski anlaşma bağlarını koparın azlardı. Bu yüzden kısa bir süre sonra islam'a girdi. Normal olarak Peygamber Cs.a.v.)*e Mat etmesine ve namazlara devam etmesine rağmen, mü'minler ondan hiçbir zaman emin olmadılar. Şüphe duydukları başka kişiler de vardı, fakat İbn Ubey farklı biriydi. Onun etkisiyle samimî olmaksızın yeni dine girdiğini açıklayan grup gittikçe artıyor, bu da onun tehlikesini artırıyordu. Caminin henüz yapım halinde olduğu ilk aylardan birinde cemaat büyük bir kayıpla karşılaştı: Vadide Peygamber (s.a.vj'e ilk biat eden adam olan Es'ad Ölmüştü. O, iki Akabe biati arasında Mus'ab'a ev sahipliği yapmışta Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Yahudiler ve Arap ikiyüzlüler benim hakkımda şöyle diyecekler: 'Eğer o gerçekten peygamber olsaydı arkadaşı ölmezdi. Halbuki ben Allah'ın isteği dışında ne kendime, ne de arkadaşım için birşey dileyemem». Belki de Esad'm cenaze töreninde Selman'la Peygamber (s.a.v.) ikinci defa karşılaştılar, çünkü sonraki yıllarda Selman bu olayı şöyle anlatıyor «Allah'ın Rasulü, Baki El-Garkad'da[4] iken yanma gittim; orada bir arkadaşının tabutu başındaydı». Selman Peygamber (s.a.v.)'in oraya geleceğini biliyordu, bu yüzden zamanında oraya ulaşabilmek için işini bıraktı ve Peygamber (s.a.v.)'i Ensar ve Muhacirlerden bir grupla oturur buldu. Onu selamladım» dedi Selman, «daha sonra Peygamberlik mührünü görme ümidiyle arkasına dolandım. Benim isteğimi anladı. Cüb-besini sıyırarak sırtını açtı. Hocamın -bana anlattığı şekilde mührü gördüm. Eğildim, mührü Öptüm ve ağladım. Sonra Peygamber (s.a.v.) bana yanma gelmemi söyledi. Önüne oturdum, ve başımdan geçenleri anlattım. Hikâyemi arkadaşlarının da dinlemesini istedi. Daha sonra müslüman oldum.»[5] Selman bir köle olduğu için Beni Kuray'zalılar arasında yaşıyor ve çok sıkı .çalıştırılıyordu. Bu yüzden, bu olaydan sonraki dört yıl boyunca müslümanlarla çok az ilişki kurabildi. Ehli Kitap'tan İslama giren diğer bir adam da Beni Kaynuka'mn dini lideri Hüseyin İbn Selâm idi.-îbn Selâm (r.) gizlice Peygamber (s.a.v.)'e gelmiş ve biat etmişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona Abdullah ismini vermişti. Abdullah, halkının kendisinin müslüman olduğunu duymadan önce, onlara kendi konumu hakkında sorular sorulmasını önerdi. Peygamber (s.a.v.) onun evine gitti ve Beni Kaynuka'mn ileri gelenlerini eve çağırdı. Onlara İbn Selâm'm onlar arasındaki konumunu sordu. Beni Kaynu-kalılar: «O bizim başkanımız ve başkanımızın oğlu; o bizim hahamımız ve en bilgili adamımızdır» diye cevap verdiler. Abdullah ortaya çıktı ve onlara: «Ey Yahudiler, Allah'tan korkun ve O'nun size gönderdiği şeyi kabul edin Çünkü siz bu adamın Allah'ın Rasulü olduğunu biliyorsunuz» dedi. Daha sonra kendisinin ve ailesinin Müslüman olduğunu açıkladı. Bunun üzerine halk, o.nun, daha önce tasdikledikleri konumunu reddettiler. îslâm, artık vahada tüm teşkilatıyla yerleşmişti. Vahy zekât vermeyi, Ramazan ayında oruç tutmayı farz kılmış, helâller ve haramları belirlemişti. Günde beş vakit namaz cemaatle kılmıyordu. Her namaz vakti müslümanlar yaptıkları mescidin önünde toplanıyorlardı. Herkes namaz vaktini gökte güneşin konumuna, onun doğu ufkundaki ilk ışıklarına veya batıda güneşin batış şekline göre belirliyordu. Fakat kişiler farklı farklı vakitler belirleyebiliyor-du. Bu yüzden Peygamber (s.a.v,), namaz vakti geldiğinde müslümanları namaza çağıracak bir alete ihtiyaç duydu. İlk anda aklına yahudilerin borusu gibi boru öttürecek bir adam tayin etmek geldi. Sonradan fikrini değiştirdi ve o zamanki Hristiyanların kullandığı nakus adı verilen tahta çan kullanmaya karar verdi. Fakat bu iki aleti de hiç bir zaman kullanmadılar. Çünkü, İkinci Akabe'de biat eden bir Hazreç'Ii Abdullah îbn Zeyd (r.), bir rüya görmüş ve onu ertesi gün Peygamber (s.a.v.)'e anlatmıştı: «Üstünde iki parça kumaştan yeşil elbiseli bir adam yanımdan geçti, elinde bir nakus vardı. Ben: «Ey Allah'ın kulu, o naku-su bana satar mısın?» dedim. 'Onunla ne yapacaksın?' diye sordu. 'Onunla insanları namaza çağıracağız?' dedim. 'Sana bundan daha iyi bir yol göstereyim mi?' Ben: «Nedir o yol?» diye sordum. Adam: Allahu Ekber, Allah Büyüktür, demelisin' dedi. Ve bu ibareyi dört kez tekrarladı. Sonra ikişer kere de aşağıdakileri okudu: «Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim, Muhammed'in Allah'ın Basulü olduğuna şehadet ederim, Haydi namaza. Haydi kurtuluşa, Allah Büyüktür'. Daha sonra bir kez Allah'tan başka gühah yoktur» dedi». Peygamber (s.a.v.) bunun hak bir rüya olduğunu söyledi. Abdullah îbn Zeyd (r.)'den, sesi çok güzel olan Bilal (t.)'e rüyasında duyduğu sözlerin aynısını öğretmesini istedi. Camiye yakın en yüksek evlerden biri Neccar kabilesinden bir düğünde ellerini yukarı kaldırır ve şöyle dua*ederdi: Allah'ım, Sana hamdediyorum ve Kureyş'm müslüman olması için senden onlara yardım etmen; istiyorum. Daha sonra ayağa kalkar ve ezan okurdu. kadına aitti. Bilâl (r.) oraya her gün şafaktan önce gelir ve şafağın ilk ışıklarını beklerdi. Doğuda ilk solgun ışığı gör -------------------------------------------------------------------------------- [1] 1.1. 361. [2] 1.1. 386. [3] 1.1.411-12 [4] Medine'nin güney-doğu köşesindeki mezarlık. [5] 1.1. 141. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:04 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
40. Yenî Yuva Cami'in bitirilmesine yakın Peygamber (s.a.v.), caminin doğu duvarına bitişik iki oda yapılması için emir verdi. Biri hanımı Şevde (r.), diğeri de nişanlısı Aişe (r.) içindi. Binanın yapımı toplam yedi ay sürmüştü, Peygamber (s.alv.) bu süre içinde Ebu Eyyub (r.)'un evinde kaldı. Sevde'nin evi bitmek üzere ilçen, Zeyd (r.)'i, zevcesi Sevde'yi. kızları Ümmü Gülsüm Cr.) ve Fatuna tr.)*yı Medine'ye getirmesi için Mekke'ye gönderdi. Ebu Bekir (r.) de oğlu Abdullah'a, Ümmü Rûmân, Esma ve Aişe'yi getirmesi için haber gönderdi. Zeyd kendi karısı Ümmü Eymen ve küçük oğullan Üsame'yi de beraberinde getirdi. Talha tüm taşınabilir mallarını elden çıkarmıştı, bu yüzden o da Zeyö'le beraber Medine'ye geldi, henüz yeni hicret ediyordu. Bu partinin gelişinden kısa bir süre sonra Ebu Bekir (r.) kızı Esma'yı annesi Safiye ile birlikte birkaç aydan beri Medine'de olan Zübeyr'le evlendirdi. Ebu Bekir'in kız kardeşi Kureybe, yaşlı ve kör olan babaları Ebu Kuhafe'ye bakmak için Mekke'de kalmıştı. Kureybe'nin aksine, babası henüz müslüman olmamıştı. Peygamber <s.a.v.) Zeyd'in Ümmü Eymen (r.)'den başka, kendi yaşında ikinci bir eş almasını uygun gördü ve Cahş'm oğlu Abdullah'tan güzel kızı ZeynebU istedi. İlk önceleri Zeynep İsteksizdi, bunun için bir sürü geçerli nedeni de vardı. Zeyneb bir Kureyş'Uydİ, Fakat bu sebebi öne sürmesi inandırıcı olmadı. îki taraftan» saf Kureysli olan annesi Umeyme, Esed'ii bir adamla evlenmişti, Zeyd'in Kureyş kabilesine evlat edinildiği hesaba katılmazsa, onun ailesinin kabileler: olan Beni Kalk ve Beni Tayy, Beni Esed'e göre daha aşağı bir statüdeydi. Zeynep, Zeyd'le evlenmesini Peygamber (s.a.v.)'in istediğini anlayınca, razı oldu, ve evlilik meydana geldi. O sıralarda kardeşi Hamne de Mus'ab'la evlenmişti. Bundan kısa bir süre sonra Zeyneb'in annesi Umeyme Medine'ye geldi ve Peygamber (s.a.v.)'e biat etti. Peygamber (s.a.v.) ve kızları, Şevde ile birlikte yeni yapılan evde oturmaya başladılar. Bundan bir ya da iki ay sonra Aişe'rdn de artık evlenmesi gerektiği kararına vardılar. O sıralarda Aişe (r.), güzelliği göze çarpan dokuz yaşlarında bir çocuktu. Güzelliği anne ve babasından kaynaklanıyordu. Kureyşliler babasına, yüzü güzel olduğu için Atik derlerdi[1]. Annesi hakkında ise Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: «Kim Cennet'teki büyük gözlü Huri kızlarım görmek isterse, Ümmü Rûmân (r.)'a baksın.*[2] Peygamber (s.a.v.) uzun süreden beri Aişe'ye çok yakındı. Aişe (r.), Peygamber (s.a.v.}'le babasının Medine'ye hicret edip, kendisinin annesi ile birlikte Mekke'de kaldığı birkaç ay dışında, onu hergün görmeye alışmıştı. Küçük yaşından beri O, anne ve babasının Muhammed (s.a.v.)'e, hiç kimseye göstermedikleri sevgi ve saygıyı gösterdiklerini farkediyordu. Ona bunun nedenleri de anlatılmıştı: O, Allah'ın Basulü idi, düzenli olarak Cebrail'le ilişki içindeydi ve O, semaya yükselip tekrar yeryüzüne döndüğü için in sanlar arasında seçkin bir adamdı. Onun görünüşü bile bu yükselişi gösteriyor ve Cennet zevklerinden birşeyler İletiyordu.' Onun mucize dokunuşunda bu zevk elle tutulur hale geliyordu. Herkes sıcaktan bayılırken onun elleri «kardan daha serin ve miskten daha güzel kokulu»[3] o1 yordu. Bunun yanısıra O, sanki ölümsüzmüş gibi yaşını göstermezdi. Gözleri parlaklığından birşey kaybetmemişti. Siyah saçları ve sakalı hâlâ gençliğin izini taşıyordu. Bedeni ise, Fil Yılından sonra geçen elli üç yıjın. sadece yarısını yaşamış bir adam olduğunu gösterecek kadar zinde görünüyordu. Düğün için bir takım hazırlıklar yapıldı. Fakat bunlar, Aişe'ye eşsiz ve büyük bir an yaşadığını hissettirecek denli büyük değildi. Evden ayrılmasından kısa bir süre önce Aişe bahçeye kaçmış ve bir arkadaşıyla oynamaya dalmıştı. Kendisi bu olayı şöyle anlatıyor: «Bir tahterevallinin üzerinde oynuyordum, uzun saçlarım darmadağınık olmuştu. Geldiler, beni alıp götürdüler ve hazırladılar.»[4]. Ebu Bekir (r.), Bahreyn'den kırmızı, ince çizgili bir kumaş almışta. Bundan Aişe (r.)'ye düğün elbisesi diktiler. Bu elbiseyi giydirdiler, annesi onu elinden tutup, dışında Ensar'dan bazı kadınların beklediği yeni evine götürdü. Onu şöyle selamladılar: Mutluluk ve iyilik dileğiyle -her şey iyi olsun». Daha sonra onu Peygamber .(s.a.v.)'İn yanma götürdüler. Kadınlar onun saçlarını tarayıp, takılarla süslerken, Peygamber (s.a.v.) ayakta onları gülümseyerek seyretti. Diğer düğünlerinin aksine bu düğünde yemek vermedi. Tören mümkün olduğu kadar sadeydi. Bir kâse süt getirilmişti. Peygamber (s.a,v.) kendisi içtikten sonra Kaseyi Aişe'ye uzattı. O, utanarak reddetti, fakat Peygamber (s.a.v.) ısrar edince İçti ve kaseyi yanında oturan kardeşi Esma'ya uzattı. Orada bulunanların hepsi de sütten içtiler. Daha sonra, gelin ve damadı yalnız bırakarak hepsi evlerine' gittiler. Son üç yıl boyunca, Aişe'nin arkadaşlarının gelip Ebu Bekir'in avlusunda oynamadıkları çok az gün vardı. Aişe (r.)'nin Peygamber (s.a.v.)'in evine taşınması bu durumu değiştirmedi. Artık arkadaşları hergün onu yeni evinde ziyaret ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı kendisi gibi ailesiyle Mekke'de hicret edenler, bir kısmı ise Medine'de edindiği yeni arkadaşlardan oluşuyordu. Aişe CrJ şöyle anlatıyor: «Ben, arkadaşlarımla beraber bebeklerimle oynardım. O sırada Peygamber Cs.a.v.) gelirdi. Onu görünce arkadaşlarım kaçışırlardı. Fakat Peygamber (s.a.v.} onları, ben onlarla beraber olmak istediğim için geri getirirdi.»[5]. Bazen onlar kaçmaya fırsat bulamadan: «Olduğunuz yerde kalın.»" derdi. Çocukları sevdiği ve kızlarıyla oynamaya alışık olduğu için bazan onlara katılıp birlikte oyun oynardı. Oyuncakların ve bebeklerin bir çok rolleri vardı. Aişe fr.) şöyle diyor: «Bir gün ben oyuncaklarımla oynarken Peygamber (s.a.v.) içeri girdi ve: «Ey Aişe, bu hangi oyun?» dedi. Ben: «Süleyman'ın atları» dedim. O da bana güldü.»[6] Fakat bazen geldiğinde onları rahatsız etmenıpk için cübbesine bürünür beklerdi. Aişe (rj'nin yaşamının üzücü bir yanı da vardı. Yesrib, tüm Arabistan'da, belli bir mevsimde -yayılan ateşli humma hastalığıyla tanınırdı. Bu, Özellikle vakaya yabancı olanları yakalayan bir hastalıktı. Peygamber (s.a.v.) hummaya yakalanmamıştı, fakat onun en yakın arkadaşlar: -Ebu Bekir, azatlısı Amir (r.) ve Bilal ( hummaya tutulmuşlardı. Bir sabah Aişe babasını ziyarete gitti ve uç adamı yan baygın halde yatarken bulunca dehşete kapıldı. «Babacığım, nasılsın?» diye sordu. Fakat babası cevabını dokuz yaşındaki bir kızın anlayabileceği seviyeye in-diremeyecek derecede hastaydı. Bu yüzden iki mısrahk bir şiirle cevap verdi: «Herkes her sabah akrabalarına iyi günler diler, Ve ölüm onun ayakkabısının bağından daha yakındır». Aişe babasının sayıkladığını zannetti ve Amir'e döndü. Ölmese de ölüme çok yaklaşan Amir de ona şiirle cevap verdi. O sırada Bilal hummadan kurtulmuştu, fakat hiçbir şey yapacak gücü olmadığı için evin avlusunda yatıyor- Buna rağmen, konuşacak kadar gücü vardı, şu sözleri söyledi: «Ah, geceleyin bir daha uyuyabilecek miyim? Mekke dışında yetişen sümbül ve kekiklerin arasında? Mecenne[7] sularından bir daha içip, Şâme ve Tafîl[8] bir daha görebilecek miyim?" Aişe çek üzgün bir şekilde eve döndü. «Ateşten, akılları başlarından gitmiş bir halde sayıklıyorlar» dedi. Peygamber (s.a.v.î, Aişe, anlamasa da çocuk hafızasıyla onların söylediklerini kelimesi kelimesine tekrarlayınca ikna oldu. Ve şöyle dua etti: «Allah'ım, Mekke'yi bize sevgili kıldığın gibi,. Medine'yi de bize sevgili kıl, hatta daha da sevgili. Bize suyunu ve ekinlerini ver ve hummayı buradan Mahya'ah[9] kadar uzaklaştır»[10] Allah onun duasını kabul etti. -------------------------------------------------------------------------------- [1] I. H. 161, [2] I. S. VII, 202. [3] B.fXr, 2 [4] i. s. vm, 40-1. [5] A.g.e., 41. [6] A.g.e., 42 [7] Mekke'ye yakın bir yerin ad. [8] Mekke'de 2 tepe, [9] Medine'nin yedi günlük deve yolu güneyinde bir yer. [10] 1.1. 414. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:05 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
41. Savaşa Başlangıç «Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, anlara karşı savaş açı-1 lana (mû'minlere savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yar-dtm etmeye güç yetirendir. Onlar, yalntzcû: «Rabbimiz. Allah'tır» demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıka rtldtlar». (Hacc: 39-40). Bu vahy, Peygamber (s.a.v.) 'e Medine'ye ulaştıktan kısa bir süre sonra indi. Peygamber buradaki iznin emir anlamında olduğunu biliyordu. Yahudilerle yapılan anlaşmada da, savaş gerekleri belirlenmişti. Fakat şu an için sadece baskın yapılabilirdi, başka türlü bir saldırı düşünülemezdi. Kureyglilerin kervanları saldırıya açıktı; özellikle ilkbaharda ve yazın ilk aylarında, Suriye'ye yaptıkları ticaret aktif olduğu sırada, Medine'den yapılacak olan saldırılara savunmasız kalabilirlerdi. Sonbahar ve kış aylarında ise kervanlarını daha çok güneye, Yemen ve Habeşistan'a gönderiyorlardı. Medine'de, kervanlarla ilgili toplanan bilgiler, kesin olmaktan uzaktılar, çünkü sık sık son anda plân değişikliği olurdu. Mekke kervanları, Medine'li müslümanlarm yaptığı ilk saldırılardan kurtuldular. Fakat, bununla birlikte, Müslümanlar, Kızıl Deniz kıyısındaki stratejik noktalarda yaşayan Bedevi kabilelerle anlaşma yapmayı başardılar. Peygamber (s.a.v.) Medine dışına çıkınca şehirde kendi adına yönetimi devralan bir arkadaşını, Hazreç liderlerinden Sa'd İbn Ubede'yi vekil olarak tayin etti. Bu olay Hicret'ten onbir ay sonra meydana geldi. O zamandan sonra Peygamber (s.a.v.) bir daha sefere katılmadı ve giden gruba, elinde uzun bir sopanın ucunda beyaz bir bez taşıyan bir lider tayin etti. îlk yıl, Peygamber (s.a.v.) sadece Muha-cir'lerden bir grubu akma gönderiyordu. Fakat 623 Eylül'-ünde, Cumah'lı lider Umeyye yönetiminde ve yüz silahlı adam eşliğinde, zengin bir kervanın kuzeyden geldiği biberleri Medine'ye ulaştı. Umeyye, her zaman için İslam'ın en azgın düşmanlarından biri olmuştu-, muslümanların saldırmak istemesinin diğer bir nedeni de ele geçirecekleri ganimetlerdi. Ticarî eşyaların yaklaşık 2500 deveye yüklendiği söyleniyordu. Fakat sadece Muhacirler yüz Kureyşli'ye karşı koyamazlardı. Bu yüzden, Peygamber (s.a.v.) bu sefer, yansını Ensar"ın oluşturduğu İkiyüz adam gönderdi. Fakat bu kez de bilgiler yetersizdi ve yine hiçbir çatışma olmadı. Bundan yaklaşık üç ay sonra, daha az korunan zengin bir kervanı daha kaçırdılar. Kervan, Şemsti Ebu Süfyan'ın Suriye'ye götürdüğü mallarla yüklüydü. Kervanın haberi Medine'ye geç ulaşmıştı; Peygamber (s.a.v.) ve adamları, Medine'nin güney-batısından Kızıl Deniz'e açılan Yenbu' ovasmdaki Uşeyre'ye vardıklarında, kervan çoktan oradan geçip gitmişti. Fakat Ebu Süfyan, belli bir süre sonra, belki de daha fazla yükle Suriye'den dönecekti, îşte o zaman, Allah dilerse, onları kaçırmayacaklardı. Henüz hiçbir çatışma meydana gelmemiş olmasına rağmen, Kureyşliler Medine'deki düşmanlarına karşı alarmdaydılar. Fakat, bu durumun güney, ticaretlerini engellemeyeceğini zannediyorlardı. Bu zanlan tersine çaktı. Çün- * kü Peygamber (s.a.v.) Yemen'den gelen bir kervanın haberini aldı ve kuzeni Abdullah İbn Cahş'ı, sekiz Muhacirle birlikte, Taif ve Mekke arasındaki Nahle ovasında beklemek üzere gönderdi. Recep aynıdaydılar, yani yılın dört haram ayından biri. Peygamber (s.a.v.) Abdullah'a saldın emri vermemişti, sadece haber getirmesini söylemişti. Şüphesiz, ileriki saldırılarda hazırlıklı bulunmak için güney kervanlarının ne derece korunduğu hakkında fikir, sahibi olmak istiyordu. Muhacirler, Nahle'ye varıp, yolun çok yakınında gizli bir yere konakladıklarında, küçük bir Kureyş kervanı, onlardan habersiz, yakınlarında bir yere konakladı. Develer, deri, kuru üzüm ve diğer ticari eşyalarla yüklüydü. Abdullah ve arkadaşları bir ikilem içindeydiler: Peygamber (s.a.v.)'in tek açık emri onların haber getirmesiydi; fakat onlara savaşmaları gerektiğini söylememiş ve haram ay lardan da bahsetmemişti. İslam öncesi bu yasak, şinidi de g&çerli mi, diye kendi kendilerine soruyorlardı. Şu âyeti de düşünüyorlardı: «Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü'minlere savaşma) izni verildi... Onlar haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar». (Hacc : 39). Kureyşle savaş halindeydiler. Bunun yanisıra, kervan-dakiler, arasında, Mekke'deki diğer kabileler arasında İslam'a en çok düşmanlık gösteren Mahzum kabilesinden iki adam vardı. Receb'in son gününün sabahmdaydılar; güneşin batmasıyla, haram ay olmayan Şaban, ay'ina gireceklerdi. Fakat o zamanda, düşmanlar haram ayla değil, haram bölge ile korunacaklardı. Çünkü güneş batıncaya kadar Mescid-i Haram'a ulaşacaklardı. Bir- müddet süren kararsızlıktan sonra saldırmaya karar verdiler. İlk attıkları okla, Abdu'ş-Şems kabilesinin müttefiki olan Kinde kabilesinden bir adamı öldürdüler. Hemen arkasından, -zum'lu Osman'ı ve bir azatlı olan Hakem'i esir aldılar. Fakat Osman'ın kardeşi Nevfel, Mekke'ye kaçmayı başardı. Abdullah (r.) ve adamları, develeri, esirleri ve ticarî eşyaları Medine'ye getirdiler. Abdullah getirdiklerinin beşte birini Peygamber (s.a.v.)'e verdi, geri kalanlarını da ar kadaşlarıyla paylaştılar. Fakat Peygamber fs.a.v.) verilenleri kabul etmedi ve: «Size haram ayda savaşmanız için izin vermemiştim» dedi. Bunun üzerine bu Muhacirler grubu günah işlediklerini anladılar. Medine'deki arkadaşları onları haram aya tecavüzle suçladılar; Yahudiler bunun Peygamber ts.a.v.) için kötü bir şöhret olacağını söylediler. Kureyşliler ise 'Mühammed Cs.a.v.) haram aya tecavüz etti' diye her tarafta propagandaya giriştiler Bunun \ üzerine şu âyetler nazil oldu: «Sana haram olan ay'ı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Allah kaanda ise, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Harama (ziyaretçilerin girmelerine) engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne ise, katilden beterdir». (Bakara: 217), Peygamber (s.a.v.) bu âyeti şöyle yorumladı; Haram aylarda savaşmak yine haramdı, fakat bu durum bir istisnaydı. Bu yüzden Abdullah'ın verdiği beşte biri toplumun genel harcamalarında kullanmak üzere kabul etti. Mah-zum kabilesi esirleri için fidye göndermişti, fakat onların azatlısı Hakem müslüman oldu ve Medine'de kaldı. Bu nedenle Osman, Mekke'ye yalnız döndü. O Şaban ayında, çok büyük önem taşıyan bir vahiy nazil oldu. İlk kelimeleri, Peygamber fs.a.v.) 'in kıble tayini için gösterdiği aşırı dikkate değiniyordu. Camide kıble, Mihrabla, yani Kudüs'e yönelik duvarın ortasında konan taşlarla belirlenmişti. Fakat şehir dışında iken kıble, güneş ve yıldızlara bakarak belirlenebiliyordu. «Biz, senin, yüzünü çok defa göğe doğru, sağa-sola çevirip-dur-duğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin». (Bakara: 144). Bunun üzerine Mescid'in Mekke'ye bakan güney duvarına, bir Mihrab yapıldı. Bu değişiklik Peygamber (s.a.v.) 'i de memnun etmişti. O günden itibaren müslümanlar, beş vakit namazda ve diğer namazlarda yüzlerini Kâ'be tarafına çevirdiler. 42. Bedîr'e Doğru Ebu SûJfyan ve arkadaşlarının aldıkları mallarla Suriye'den dönme zamanı gelmişti. Peygamber Is.a.v.) Talha ve Ömer'in kuzeni Sa'd'ı, -Hanîflerden olan Zeyd'in oğlu- Medine'nin batısındaki sahilde yeralan Havra'ya, kervanla ilgili haber almaları için gönderdi. Bu şekilde, gün ey-batıya hızb bir yürüyüşle kervanı sahile yaklaştırmak daha da kolay olacaktı. Gönderdiği iki gözcü Cüheyne kabilesinden bir adamın evinde, kervan geçinceye kadar misafir edilmişti. Fakat bu zahmetler boşa gidebilirdi. Çünkü Medine'deki yahudilerden veya münafıklardan biri, Peygamber (s.a.v.)'in plânını Ebu Süfyan'a haber vermişti. Bunu duyan Ebu Süfyan, Gıfari kabilesinden Demdem adındaki Wr adamı Mekke'ye haber vermesi ve onlan koruyacak bir ordu hazırlamalarını söylemesi için gönderdi. Bu sırada kendisi de, gece-gündüz kervanıyla sahil yolunda hızla ilerliyordu. Acil durumda olan sadece Ebu Süfyan değildi. Peygamber (s.a.v.) Medine'de mümkün olduğu kadar uzun süre kalmak istiyordu, çünkü kızı Rukiyye tr.) çok hastaydı. Fakat kişisel sorunlar engelleyici olmamalıydı, bu yüzden Peygamber (s,a.vj, gönderdiği gözcülerin dönmesini beklemeden yola koyulmaya karar verdi. Medine'ye vardıklarında, Muhacirlerden ve Ensardan oluşan, toplam 305 kişi olan bir ordu kurulmuştu. O sırada Medine'de eli silah tutan yetmiş yedi Muhacir vardı. Üçü hariç hepsi oradaydılar: Bunlardan biri Peygamber (s.a.v.)'in damadı Osmandı.Peygamber (s.a.v.), onun hasta karısına bakmak için Medine'de kalmasını istemişti. Diğer ikisi ise Talha (r.) ve Sa'd (r.) idi. Onlar Medine'ye vardıklarında ordu çoktan yola çıkmıştı. tik konaklarında, Peygamber (s.a.v.)'in kuzeni Zühre kabilesinden Sa'd, on beş yaşındaki kardeşi Umeyr'i üzüntülü görünce, ne olduğunu sordu. «Korkuyorum» dedi Umeyr, «Allah'ın Rasulü beni görür de çok küçük oidugu-mu söyler ve beni geri gönderir diye korkuyorum. Fakat ben gitmek istiyorum. Çünkü, belki Allah bana şehadeti tattırır». Korktuğu başına gelmişti. Peygamber (s.a.v.) orduyu düzene sokarken onu gördü ve çok küçük oıdugu için Medine'ye geri dönmesini istedi. Fakat Umeyr ağlayınca, Peygamber (s.a.v.) kalmasına izin verdi. «O kadar küçüktü ki,» dedi Sa'd, «Kılıç kayışını kısaltmak zorunda kaldım». Üzerinde üç veya dört kişiyi taşımakta olan yetmiş develeri, biri Zübeyr'e ait olan üç de atları vardı. Beyaz sancak Mus'ab (r.)'a verilmişti. Çünkü o, savaşta Kureyşlile-rin sancaktarı olan Abdu'd-Dar sülalesindendi. Bu öncü kolun hemen arkasında, Peygamber (s.a.v.) yer alıyordu. Onu da, biri Muhacirleri, diğeri Ensar'ı temsil eden iki siyah flama takip ediyordu. Bu flamalardan birini Ali (r.), diğerini Evs'li Sa'd Ibn Muaz (r.) taşıyordu. Peygamber (s.a.v,)'in yokluğunda Medine'de namazları âmâ olan îbn Ümmü Mektum (r.) kıldıracaktı. Onun hakkında şu ayet nazil olmuştu: «Surat astı ve yüz çevirdi, kendisine o kör geldi diye» [1]Demdem'in Mekke'ye ulaşmasından önce Peygamber (s.a.v.)'in halası Atike korkunç bir rüya görmüş ve bunu Kureyş'i bekleyen felâkete yormuştu. Rüyadan çok etkilenen Atike kardeşi Abbas'a haber göndermiş ve gördüklerini ona anlatmıştı: «Deveye binen bir adam gördüm, vadinin ortasında devesinden indi ve en yüksek sesiyle: 'Ey vefasız insanlar, üç gün içinde sizi mahvedecek olan felâkete hazırlanın' diye bağırdı. İnsanların onun etrafında toplandığını gördüm. Daha sonra etrafındaki insanlarla birlikte Mescid-i Haram'a girdi. Devesi onu, insanların arasından, Kâ'be'nin çatısına götürdü. Orada yine aynı şekilde bağırdı. Daha sonra devesi onu Ebu Kubays tepesine taşıdı, oradan da insanlara aynı şekilde bağırdı. Sonra yerden bir kaya aldı ve tepeden aşağıya fırlattı. Kaya tepenin eteklerine ulaştığında ikiye ayrılmıştı. Mekke'de kayanın bir parçasının darbe vurmadığı bir tek ev kalmamıştı». Abbas kızkardeşinin rüyasını arkadaşı Velid'e -Utbe'-nin oğlu- anlattı. Velid de bunu babasına anlattı ve haber tüm şehre yayıldı. Ertesi gün Ebu Cehil, Abbas'm yanında alaylı bir sesle şöyle dedi: «Ey Abdu'l-Muttalib oğulları, ne zamandan beri aranızdaki kadın peygamber size gayb-dan haberler veriyor? Erkeklerinizin peygamber rolü oynaması yetmedi mi? Şimdi sıra kadınlarınızda mı?» Abbas, verecek bir cevap bulamadı, fakat Ebu Cehil, ertesi gün Ebu Kubays tepesinden Demdem'in sesi tüm şehri çınlattığında cevabını aldı. İnsanlar evlerinden fırladılar ve onun etrafında toplandılar. Ebu Süfyan ona çok para ödemişti, bu nedenle rolünü güzel oynamalıydı. Devenin üstünde, ters bir şekilde oturmuştu, bunun yanısıra felâket işareti olarak devesinin burnunu da yatmıştı. Devenin burnundan kanlar akıyordu. Kendi üstündeki giysiyi de parçalamıştı. «Ey Kureyşliler» diye bağırdı, «Kervan develeri, kervan develeri, Ebu Süfyan'la beraber olan mallarınız! Mu-hammed ve adamları onlara saldırdı. Yardım edin! Yardım edin!». Şehir birden bîre telaşa büründü. Şimdi tehlikede olan kervan, yılın en zengin kervanıydı ve çoğu onu yitirmekten korkuyordu. Hemen bin kişilik bir ordu toplandı. Nehle'de haram ayda öldürülen Abdu'ş-Şems'in müttefiki Amr'ı kasdederek : «Muhammed ve arkadaşları bu kervanın, İbn el-Hadramî'nin kervanı gibi olduğunu mu zannediyorlar?» diyorlardı. Sadece Adiy kabilesi orduda yer almıyordu. Kendi yerine, para vererek bir Mahzum'luyu gönderen Ebu Leheb'den başka diğer bütün kabile reisleri bir grup askerle savaşa katılıyorlardı. Beni Hasim ve Beni Muttalib kabilelerinin de kervanda malları vardı ve onları korumayı şeref meselesi yapıyorlardı. Bu nedenle Talib iki kabileden de bir grup adam çıkardı. Abbas da aracılık yapmak için onlarla birlikte gitti. Esed kabilesinden Hadice'nin yeğeni Hakim de aynı amaçla onlara katıldı. Ebu Leheb gibi Cumah'm lideri Umeyye de, yaşlı bir adam olduğunu ileri sürerek Mekke'de kalmaya karar verdi. Fakat o Mescid-i Haram'da otururken Utbe geldi, onu önüne güzel koku yayan bir buhurdanlık koyarak: «Bundan kendine güzel koku sür Ebu Ali, çünkü sen kadınlar gibisin» dedi. «Allah belânı versin» diye Umeyye, diğerleriyle birlikte yola çıkmak üzere hazırlandı. Peygamber (s.a.v.) Medine'den güneye giden direkt yoldan ayrılmış ve batıda Suriye'den Mekke'ye gideni sahil yolu üzerinde yer alan Bedir'e yönelmişti. Ebu Süfyan'ı Bedir'de yakalamayı planlıyordu. Bu nedenle müttefikleri olan Cuheynelilerden oraları iyi tanıyan iki adamı gözcü olarak gönderdi. Gözcüler Bedir kuyusunun üstündeki bir tepede konakladılar. Su doldurmak için kuyunun yanına geldiklerinde, köyden iki kızın aralarında konuştuklarına kulak misafiri oldular. Biri diğerine: «Kervan ya yarın, ya da öbür gün gelecek, onlar için çalışıp para kazanacağım ve sana olan borcumu ödeyeceğim» diyorlardı. Gözcüler bunları duyunca Peygamber (s.a.v.)'e haberi ulaştırmada acele ettiler. Bir müddet daha kalmış olsalardı, batıdan ku-vuya doğru güçlü bir atlının geldiğini göreceklerdi. Atlı Suriye'den Mekke'ye giden ve Bedir'den geçen yolun, güvenilir olup olmadığını kontrol etmek için kervanın önünden giden Ebu Süfyan'dı. Suyun yanma geldiğinde köylülerden birine rastladı ve ona bir yabancı görüp görmediğini sordu. Köylü, iki yabancının gelip tepede konakladıklarını ve su doldurup gittiklerini haber verdi. Ebu Süfyan onların konakladığı tepeye gitti, götürdüğü deve pisliklerini parçaladı. İçlerinde hurma çekirdekleri vardı. «Tanrım,» dedi, «Bu Yesrib'in yemi». Aceleyle geri döndü ve kervanı Bedir'i sol tarafına alıp deniz kıyısına doğru yöneltti. O sırada iki gözcü Peygamber (s.a.v.)'e kervanın ertesi gün veya iki gün sonra geleceği haberini ulaştırdılar. Kervan mutlaka, Suriye ile Mekke arasındaki en eski ko-noklardan biri olan Bedir'de duracaktı. Müslümanların onları orada bastırıp, şaşırtmaya vakitleri vardı. Dana sonra Kureyşlilerin bir ordu hazırlayıp yola çıktıklar} haberi ulaştı. Bunu her zaman bir ihtimal olarak gözönünde bulundurmuşlardı. Fakat bu ihtimalin gerçekleştiğini öğrenince Peygamber (s.a.v.) sahabilerine danışıp, devam etme veya geriye dönmek için bir karar verme gereğini hissetti. Ebu Bekir tr.) ve Ömer Cr.), Muhacirler adına devam etme kararım açıkladılar. Onların söylediklerini kuvvetlendirir bir şekilde, Beni Zühre'nin müttefiklerinden biri olan ve Medine'ye yeni gelen Mikdad ayağa kalktı ve şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, Allah sana ne yapman gerektiğini söylediyse onu yap. Biz tsrailoğullannin Musa'ya- dediği gibi: 'Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz şüphesiz burada duranlarız' Maide : 24) demeyiz. Biz şöyle deriz: «Sen ve Rabbin gidin, ikiniz savaşın, sizinle birlikte, sağınızda, solunuzda, ön ve arkanızda biz de savaşacağız». Abdullah İbn Mes'ud daha sonraki yıllarda, Peygamber (s.a.v.)'in bu sözleri duyduğunda nasıl yüzünün parladığım anlatırdı. O buna şaşırmamıştı, çünkü Muhacirlerin tamamen kendisiyle birlikte olduğuna inanıyordu. Fakat aynı şey, orada bulunan Ensar'ın tümü İçin de söylenebilir miydi? Ordu, Medine'den kervanı yakalamak için yola çıkmıştı. Fakat şimdi daha büyük bir orduyla karşılaşma İhtimali ortaya çıkmıştı. Bunun yanısıra, Medine'-liler Akabe'de, onu, kendi sınırları içinde korumak üzere söz vermişlerdi. Ancak kendi ülkelerinde onu, eşlerini ve çocuklarını korudukları gibi koruyacaklardı. Acaba Medine dışındaki bir düşmana karşı da onu korumaya hazır mıydılar? «Ey insanlar, benimle istişare edin» dedi. Hitap geneldi, fakat o, aralarında henüz kimsenin konuşmadığı Ensar'ı kasdediyordu. Sa'd İbn Muaz (r.) ayağa kalktı ve : «Ey Allah'ın Rasulü, zannedersem insanlar derken bizi kastediyorsun» dedi. Peygamber (s.a.v.) bunu onaylayınca konuşmasına devam etti: Biz sana güveniyoruz, bize söylediklerine inanıyoruz ve getirdiğin şeyin hak olduğuna şahadet ediyoruz. Biz, dinlemek ve itaat etmek üzere sana söz verdik. O halde ne istiyorsan onu yap, biz seninle birlikteyiz. Seni Hak'la gönderene yemin olsun ki, eğer bize şu ileriki denizden geçmemizi emretsen ve kendin suya dalsan, biz de seninle birlikte dalarız. Hiç birimiz geride kalmayız. Yarın o düşmanla karşılaşmaktan da çekinmiyoruz. Biz savaşta deneyimli ve çatışmada güçlüyüz. Belki de Allah, bizim yiğitliğimizi sana gösterir de senin gözlerin serinlikle dolar[2] O halde Allah'ın yardımıyla bize önderlik et». Peygamber (s.a.v.) bu sözlere çok sevindi. Ya kervan ya da ordudan sadece biriyle savaşmaları gerektiği kanısındaydı. «İleri* dedi, «Neşelenin, çünkü Yüce Allah, bana iki gruptan birini söz verdi. Şimdiden düşmanı yenilmiş bir halde görüyorum»[3]. Kendilerini en kötü ihtimale hazırlamış obualarına rağmen yine de içlerinde, kervanıIe geçirip, Kureyş ordusu gelmeden Medine'ye ganimetler ve esirlerle dönme ümidi vardı. Fakat, Bedir"e bir günlük uzaklıktaki bir konağa vardıklarında, Peygamber (s.a.v.î ve Ebu Bekir önden gidip rastladıkları yaşlı bir adamdan bilgi aldılar ve Mekke ordusunun yakında olduğu kanaatine vardılar. Kamp yerine döndüler, gece yarısına kadar beklediler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) üç kuzenini, Ali, Zübeyr ve Sa'd'ı diğer birkaç arkadaşıyla birlikte, Mekke ordusunun veya kervanın kuyudan su alıp almadıklarım Öğrenmek Üzere Bedir kuyusuna gönderdi Gönderdiği adamlar kuyuya vardıklarında Kureyş ordusu için su dolduran iki adama rastladılar. İkisini de yakalayıp, Peygamber (s.a.v.)*e getirdiler. O sırada Resululîah (s.a.v.) namaz kılıyordu. Onun bitirmesini beklemeden Kureyş ordusunun su taşıyıcıları olduklarım söyleyen iki adamı sorguya çekmeye başiadı-lar. Soranlardan bazıları onların yalan söylediğini düşünmeyi tercih ediyordu, çünkü onlan, Ebu Süfyan'm kervan için su doldurmak üzere gönderdiğini ümit ediyorlardı. İki adamı, «Biz Ebu Süfyan'm adamlarıyız» diyene kadar dövdüler, sonra serbest bıraktılar. Peygamber (s.a.v.1 namazda son oturuşunu yaptı ve selam verdi. Sonra: «Sizo doğruyu söylediklerinde onları dövüyorsunuz, yalan söylediklerinde ise bırakıyorsunuz. Onlar gerçekten Kureyş ordusunun adamları» dedi. Daha sonra iki adama dönerek: «Siz ikiniz, bana Kureyş'in nerede olduğu hakkında bilgi verin» dedi. Adamlar Akankal'ı işaret ederek: «Onlar şu tepenin arkasındalar, tepenin ötesindeki vadideler» dediler. Peygamber (s.a.v.î : «Kaç kişiler?» diye sordu. «Çok. dediler, fakat kesin bir sayı söyleyemediler. Bunun üzerine Peygamber fs.a.v.) onlara günde kaç hayvan kestiklerini sordu. «Bazı günler dokuz, bazı günler on» diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.v.) buna karşılık şöyle dedi: «O halde dokuzyüz kişi İle bin kişi arasındadırlar. Peki hangi Kureyş liderleri ordunun arasında?» Onbeş tane isim saydılar. Bunların arasında şu isimler vardı: Abdu'ş-Şems'ten iki kardeş, Utbe ve Şeybe; Nevfel kabilesinden Haris ve Tu'ayme; Abdu'd-Dar'dan, kendi Farisî hikâyelerini Kur'-an'la karşılaştıran Nadr; Esed kabilesinden Hadice'nin üvey kardeşi Nevfel; Mahzum'dan Ebu Cehil; Cumah'tan Umey-ye; Amir'den Süheyl. Bu önemli İsimleri duyan Peygamber (s.a.v.î adamlarını topladığında: «Mekke, hayatının en iyi parçalarım sizin önünüze atıyor» dedi. Bin kişilik güçlü Kureyş ordusunun haberinin Ebı Süfyan'a ulaşması uzun sürmemişti. Fakat o zamana ka dar kervan, kendisini korumaya gelen ordunun düşmante kervan arasında duvar olacağı bir konağa ulaşmıştı. Kervanın artık güvende olduğunu hisseden Ebu Süfyan Kureyş ordusuna bir elçi gönderdi: «Siz develerinizi, mallarınızı ve adamlarınızı korumak üzere geldiniz. Allah onları korudu, o halde geri dönün». Bu mesaj Kureyş ordusuna, Bedir'in biraz güneyindeki Cuhfe'de konakladıkları sırada ulaşmıştı. Ordunun daha fazla ilerlememesi için bir neden daha vardı. Beni Muttalib'den bir adamın -Cuheym-gördüğü rüya, veya hayal nedeniyle tüm kampı karamsarlık bürümüştü. Cuheym şöyle diyordu: «Uyku ile uyanıklık arasında, yanında bir deveyle birlikte at üstünde bir adamın yaklaştığını gördüm. Atından indi ve 'Utbe, Şey-be, Ebul-Hakem ve Umeyye' -sonra adamın, söylediği diğer kabile liderlerini de saydı- hepsi kılıçtan geçirilecek». -Daha sonra» dedi Cuheym: «devesinin göğsünü bıçakla yaraladı ve onu çadırların arasında koşması için serbest bıraktı. Kampta devenin kanı sıçramayan bir tek çadır kalmadı». Ebu Cehil, Cuheym'in anlattıklarını duyunca, sesinde zafer dolu bir hava ile: «îşte, Abdu'l-Muttalib oğullarından bir Peygamber daha» dedi. «Bir peygamber daha» demesinin sebebi, Haşim ve Muttalib oğullarının bir tek kabile olarak kabul edilmesiydi. Kamptaki bu karamsarlığı yok etmek isteyen Ebu Cehil, oradakilerin tümüne hitap ederek şöyle dedi: «Tanrıya andolsun ki, Bedir'e gitmeden geri dönmeyeceğiz. Orada üç gün kalacağız-, develer kesip şölen, kuracağız; şarap su gibi akacak ve dansözler bize şarkı söyleyip dansedecekler. Araplar bizim bu muhteşem yürüyüşümüzü ve topladığımız gücü duyacaklar. Bundan sonra bize karşı hep korku ve saygı duyacaklar. Bedir'e, ileri!». Abbas îbn Şerik, müttefiki olduğu Zühre kabilesi ile "beraber gelmişti; şimdi ise onlan Ebu CehİFe kulak asmamaları için ikna etmeye çalışıyordu. Zühre'lileri ikna etmeyi başardı ve hepsi Cu'fe'den Mekke'ye döndüler. Ta-lib de adamlarından bir kısmıyla geri dönmüştü. Çünkü Kureyş'ten bazıları ona şöyle demişlerdi: «Ey Haşimoğul-ları, sizin şu anda bizimle olmanıza rağmen, gönüllerinizin Muhammed'le birlikte olduğunu biliyoruz». Abbas buna rağmen Bedir'e gitmeye karar verdi ve yanına üç yeğenini aldı: Hâris'in oğullan Ebu Süfyan ve Nevfel ile Ebu Talib'in oğlu Akil. Tepenin arkasında, biraz kuzey-doğuda müslümanlar çadır bozuyordu. Peygamber (s.a.v.) Bedir kuyularına düşmandan önce varmaları gerektiğini biliyordu. Bu nedenle hemen yola çıkma ve hızla ilerleme emri verdi. Yola çıkmalarından biraz sonra yağmur yağmaya başladı. Müslümanlar bunun Allah'tan bir yardım işareti olduğunu düşünerek sevindiler. Yağmur sayesinde insanlar zindeleşti, üzerinde yol aldıkları Yelyel kumu ise yatıştı, yağmur, müs-lümanlann solunda, Bedİr'in aksi yönündeki Akankal tepelerini henüz tırmanacak olan düşmanları engelliyordu. Kuyuların hepsi önlerindeki eğimde sıralanıyordu. Peygamber (s.a.v.) geldikleri ilk kuyunun yanında konaklama emri verdi. Fakat Hazreç'Ii Hubâb İbn el-Munzir (r.) ona geldi ve: «Ey Allah'ın Rasulü (s.a.vJ, bu konakladığımız yerden ne ilerleyip ne de gerilemeden durmamızı Allah mı sana emretti, yoksa bu senin görüşün ve savaş stratejin mi?» dedi. Peygamber (s.a.vJ bunun sadece bir görüş olduğunu söyleyince Hubâb devam etti: «Burada konaklamayalım. Ey Allah'ın Rasulü, düşmana yakın kuyuların en büyüklerinden birinin yanma varıncaya kadar ilerleyelim. Orada konaklayalım, diğer bütün kuyaları kapatıp, kendimiz için bir sarnıç hazırlayalım. O zaman düşmanla karşılaştığımızda bizim içecek suyumuz olur, onlarınsa suyu olmaz». Peygamber (s.a.v.) bu görüşü kabul etti ve Hubâb'-ın plânı ayrintıyia uygulandı, ilerideki bütün kuyular kapatılıp, bir sarnıç hazırlandı. Herkes su kırbasını doldurdu. Daha sonra Sa'd îbn Muaz (r.) Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve şöyle dedi; «Ey Allah'ın Rasulü, izin ver de senin için bir gölgelik yapalım, develerini de yanma bağlayalım. Düşmanla karşılaştığımızda, Allah bize güç verir de onları yenersek, bizim istediğimiz yerine gelir. Fakat eğer kaybedersek, sen hemen devene binip gerideki arkadaşlarımıza katılabilirsin. Çünkü geride kalan arkadaşlarımız da seni bizim kadar severler, eğer senin savaşla karşılaşacağını bilselerdi, onlar da sana yardımcı olurlar ve senin ya* nmda savaşırlardı.» Bunun üzerine Peygamber (s.a.vJ, Sa'd'ı övdü ve ona dua etti. Hurma dallarından bir gölgelik yapıldı, O gece Allah, mü'minlere rahat bir uyku indirdi ve mü'minler sabahleyin çok zinde kalktılar. (Enfal: 11). Günlerden Cuma'ydı, 17 Mart. M.S. 623, yani 17 Ramazan H. S. 2 [4]Şafakla birlikte Kureyş Akankal tepesine tırmandı. Onlar tam tepeye ulaştıklarında, güneş yükselmişti. Peygamber (s.a.v.) onları süslenmiş atlar ve develer üstünde, tepeden Bedir'e doğru Yelyel vadisine inerken gördü ve şöyle dua etti: «Allah'ım, işte Kureyş: kibir ve gururla geliyorlar, sana karşı çıkıyor ve senin Rasulünü yalanlıyorlar. Ya Rabbi, bize vadettiğin yardımını üzerimizden eksik etme! Ya Rabbi, bu sabah onları helak et!». Kureyş ordusu tepenin hemen eteğinde konakladı. Müslümanları beklediklerinden az buldukları için Cumah kabilesinden Umeyr'i, arkada başka yedek ordunun olup olmadığını öğrenmek üzere gönderdiler. Umeyr, vadinin diğer ucunda, karşılarında duran, ordudan başka yardımcı güç görünmediğini haber verdi. «Fakat, ey Kureyşliler,» diye devam etti, «Onlardan hiç birinin sizden bir adam öl-dürmedikçe öleceğini zannetmem. Onlar, sizden kendi sayılarına eşit adam öldürürlerse, geriye ne kalır?» Umeyr, Mekke'de kâhinliğiyle meşhurdu, bu şöhreti sözlerinin daha etkili olmasını sağlıyordu. Hatice'nin yeğeni Esed kabilesinden Hâkim de bu konuda aynı görüşteydi. Hakim tüm kampı yürüyerek dolaştıktan sonra Abdu'ş-Şems kabilesinin konakladığı yere vardı. Utbe'ye: «Ey Velid'in babası» dedi, «Sen Kureyş'in en büyük adamı ve onların yöneticisinin, onlar sözünü dinlerler. Sonsuza kadar onların arasında şeref ve Övgüyle anılmak ister misin?» Utbe: «Bunu nasıl yapabilirim?» diye sordu. «Onları geri götür» dedi Hakim, «ve öldürülen müttefikin Amr'ın, diyetini üzerine al.» Hakîm siavaşın en büyük nedenlerinden biri olan kan davası ve diyeti ortadan kaldırmak istiyordu. Çünkü Nahle'de öldürülen adamın kardeşi Amîr, bu savaşa öç almak için gelmişti. Utbe, Hakîm'in dediklerinin hepsini kabul etti, fakat onun gidip savaşı en çok isteyen Ebu Cehille konuşmasını istedi. O sırada orduya şöyle seslendi: «Ey Kureyşliler, Muhammed ve arkadaşlarıyla savaşmak size hiçbir şey kazandırmayacak. Eğer onlarla savaşırsanız, herbiriniz bir diğerinin yüzüne, kardeşi, amcası veya yakın bîr akrabasını öldürdüğü için nefretle bakacak. Bu nedenle geri dönün ve Muhammed'i diğer Araplara bırakın. Eğer onu Öldürûrlerse sizin isteğiniz yerine gelir, eğer öldürmezlerse ona karşı kendinizi, tuttuğunuzu anlayacaksınız». Utbe, şüphesiz, kardeşinin kan diyetini ödemek için Amir el-Hadrami'ye yaklaşmak istiyordu. Fakat Ebu Cehil, Utbe'yi korkaklıkla, kendinin ve karşı saflardaki oğlu Ebu Huzeyfe'nin öldürmesinden korkmakla suçladı. Daha sonra Amir'e dönerek onu, kardeşinin öcünü alacağı bu fırsatı kaçırmamaya teşvik etti. «Kalk ve onlara sözünü, kardeşinin öldürüldüğünü hatırlat» dedi. Amir ayağa kalktı ve elbiselerini parçalayarak bağırmaya başladı. «Amr'a yazık oldu! Amr'a yazık oldu!» Bu sözler askerlerin coşmasına neden oldu ve kalblerini hiddetle doldurdu. Artık ne Utbe, ne de başka biri onları ikna edemezdi. Bu son coşku ve hiddet dolu anlar bir adama beklediği fırsatı sağladı. Kendisi yokken oğlunun kaçmasından korkan Süheyl oğlu Abdullah'ı da Bedir'e getirmişti. Cumah'ın lideri Umeyye de zorla islam'dan döndüğünü söylettiği oğlu Ali'yi aynı nedenle savaş alanına getirmişti. Fakat kararsız olan Ali'nin aksine Abdullah'ın inancı sarsılmazdı. Kampın yakınındaki bir kayanın arkasına gizlenen Abdullah, karşıdaki müslüman kampa kaçmanın bir yolunu bulmuştu. Oraya vardığında doğruca Peygamber 'e gitti, ikisinin de yüzü sevinçten parlıyordu. Abdullah, daha sonra sevinç içinde iki eniştesi, Ebu Huzeyfe ve Ebu Sabra'yı selamladı. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Abese: 1-3, Bkz. Böl. XXII [2] Gözlerin serinliği» deyimi Arapça'da çok fazla sevinç, neşe ifade eden bir deyimdir, [3] I. I. 435. [4] Hicret'ten sonra - îslam Tarihi Hicret'le başlar. |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:06 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
43. Bedîr Savaşı Peygamber (s.a,v.) orduyu düzene soktu ve elinde bir okla her askerin önünde durup hem onlara moral verdi, hem de sanan düzene soktu. Çok geride kalan Ensar'dan birine, elindeki okla göğsüne hafifçe vurarak: «Sıraya gir, Sevad» dedi. Sevad: «Ey Allah'ın Basulü, canımı yaktın. Allah seni hak ve adaletle gönderdi, o halde karşılığını ver» dedi. Peygamber (s.a.v.) kendi göğsünü açarak elindeki oku uzattı ve «Al!» dedi, Sevad ise eğildi ve tam Peygamber (s.a.v.)'i vurduğu yerden öptü. «Niye böyle yaptın?» diye sordu Peygamber (s.a,v.)'e. Sevad şu cevabı verdi: «Ey Allah'ın Rasulü, gördüğün gibi düşmanla karşı karşıyayız; seninle geçirebileceğim son dakikalar olabilecek şu anda, sana dokunmak, İstedim». Peygamber (s.a.v.) onun için dua etti. Kureyş ilerlemeye başlamıştı. Fakat dalga dalga yayılmış olan kum tepecikleri arasında olduklarından daha az görünüyorlardı. Buna rağmen Peygamber (s.a.v.) onların gerçek sayısını ve iki ordu arasındaki dengesizliği biliyordu. Ebu Bekir'le birlikte gölgeliğine döndü ve Allah'a, va-dettigi yardımı göndermesi için dua etti. Hafifçe uyukladı ve uyandığında: «Neşelen ey Ebu Bekir: Allah'ın yardımı geldi. İşte Cebrail, elinde bir atla geliyor, savaş için hazırlanmış» dedi.[1] Arap tarihinde birçok savaş, iki ordu karşı karşıya geldikten sonra tam çatışmaya başlanacağı anda son bulmuştu. Fakat Peygamber (s.a.v.) bu kez savaşın olacağından emindi, işte bu karşılarında]» ordu ona vadedüen iki gruptan biri idi. Akrabalar da savaşın kaçınılmaz olduğunu anlamış gibi, iki ordunun da ölülerini yemek için kayalıklara tünemişlerdi. Kureyşin hareketlerinden saldırıya hazırlandıkları anlaşılıyordu. Çok yaklaşmışlar ve müslüman-ların yaptığı sarnıcın yakınına konaklamışlardı. İlk hareketlerinin sarnıcı ele geçirmek olacağı anlaşılıyordu. Mahdum kabilesinden Esved diğerlerinin Önüne geçti ve su içmek üzere ilerledi. Onun karşısına Hamza (r.) çıktı; ilk kılıç darbesiyle bacağını dizinin ortasından yaraladı, ikinci darbeyle de öldürdü. Onun arkasından, hâlâ Ebu Ce-hili'n olaylarına maruz kalan Utbe, safların önüne fırladı ve teke tek karşılaşmayı teklif etti. Ailenin şerefini yükseltmek için kardeşi Şeybe ve oğlu Velid onun iki tarafında yer aldılar. Bu meydan okumayı ilk kabul eden, En-sar'dan Peygamber (s.a.v.)'e ilk biat eden altı kişiden biri olan Hazreç'li Neccar kabilesinden Avf (r.) oldu. Avf ile birlikte kardeşi Muavviz de ileri çıktı. Medine'de Kesva, Hicretin son konağını onların mahallesinde yapmıştı. Meydan okumaya karşı çıkan üçüncü kişi ise, îbn Ubey'i Peygamber (s.a.v.)'e nazik davranması için uyaran Abdullah îbn Revana Cr.) idi. «Kimsiniz?» diye sordu Kureyşliler. Adamlar cevap verince Utbe: «Siz soylusunuz ve bizim dengimizsiniz. Fakat bizim sizinle işimiz yok. Bizim meydan, oku/uşumuz sadece kendi kabilemizden olanlara» dedi. Daha sonra Ku-reyş'in habercisi şöyle bağırdı: «Ey Muhammed, bizim karşımıza kendi kabilemizden uygun adamlar çıkar». Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeye niyetlenmemişti, fakat Ensarm aceleciliği bu duruma sebep olmuştu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) en fazla kendi ailesinin bu savaşa sebep olduğunu düşünerek ailesinden üç kişiyi çağırdı. Meydan okuyanlardan ikisi orta yaşlı, biri gençti. Peygamber (s.a.v ) «Kalk ey Ubeyde! Kalk ey Ali! Kalk ey Hamza!» dedi. Ubey-de ordudaki en yaşlı ve en deneyimli adamdı; o da Abdu'l-Muttalib'in torunu oluyordu. Ubeyde, Utbe İle, Hamza Şeybe ile, Ali de Velid ile karşılaştı. Çarpışmalar uzun sürmedi: kısa bir sûre sonra Şeybe ve Velid yerde ölmüş bir halde yatıyorlardı. Hamza ve Ali (r.) ise yaralanmamışlardı bile. Fakat Ubeyde tam Utbe'yi yere düşürmüşken bacağına bir kılıç darbesi yedi. Bu üçlü bir mücadeleydi; üçe karşı üç. Bu nedenle Hamza ve Ali kılıçlarını Utbe'ye çevirdiler ve Hamza'nın kılıç darbesiyle Utbe öldü. Daha sonra yaralı kuzenlerni geriye taşıdılar. Ubeyde fr.) çok kan kaybetmişti, kopan bacağının yarasından hâlâ kan fışkırıyordu. Fakat onun sadece bir tek düşüncesi vardı: «Ben bir şehit değil miyim, ey Allah'ın Rasulü?» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona yaklaştı ve: «Elbette şehitsin» cevabını verdi. îki düşman arasındaki durgunluk Kureyş'in attığı bu okla bozuldu. Ok Ömer'in azatlılarından birine isabet etti, adam ağır yaralı bir şekilde yere yuvarlandı. İkinci ok da, sarnıcın başında su içmekte olan Hazreç'li genç Hârise'-nin boynuna saplandı. Peygamber s.a.v.) adamlarına moral vererek şöyle dedi r «Muhammed Cs.a.v.) 'in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun ki, bugün mükâfat umarak çarpışan ve öldürülen, geriye üunmeyip hep ilerleyen kim varsa, Allah onları Cennete koyarak mükâfatlandıracak».[2]. Onun söylediklerini duyanlar, uzakta olup da duyamayan-lara ulaştırdılar. Hazreç kabilesinin Selime kolundan olan Umeyr (r.î elindeki bir avuç dolusu hurmayı yiyordu. «Allah! Allah!» diye bağırdı, «Benimle cennet arasında şu adamların beni öldürmesinden başka bir şey kalmadı mı'». Hemen elindeki hurmaları fırlattı ve emre hazır bir şekilde elini kılıcının üstüne koydu. Avf (r.), Peygamber Cs.a.v.)'in yanında ayakta duruyordu ve kendisi ilk kabul eden olduğu halde düelloda kendisinin kabul edilmemesi onu hayal kırıklığına uğratmıştı: «Ey Allah'ın Rasülü, Allah'ın kuluyla alay ettirmesinin sebebi neydi?» Peygamber hemen şu cevabı verdi: «Sen zırhsız bir şekilde düşmanların ortasına dalacaksın». Bunun üzerine Avf, hemen giydiği zırhı üzerinden çıkardı. O sırada Peygamber (s.a.v.) yerden bir avuç çakıltaşı aldı, Kureyş'e doğru «O yüzler harap olsun!» diyerek fırlattı. Bunun onlara felaket getireceğinin farkındaydı. Daha sonra saldırı emri verdi. Onlara söylediği savaş çağrısı. Ya Mansur Emit!»[3] sözleri ağızdan ağıza dolaşıyordu. Zırhsız olan Avf ve Umeyr ilk çarpışanlar arasındaydılar ve öldürülene kadar mücadele ettiler. Müslümanlardan ölenlerin sayısı, onların ölümü, Ubeyde ve Itureyş okla-rıyla ölen iki kişi ile beraber toplam beşi buluyordu. Müslümanlardan o gün dokuz kişi daha ölecekti. Bu dokuz kişinin arasında Peygamber (s.a.v.)'in çok genç olduğu için geri göndermek istediği Sa'd'ın kardeşi Umeyr (r.) de vardı. «Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü». (Enfal: 17). Bu sözler, hemen savaştan sonra indirilen âyetin bir bölümüydü. Fırlatılan çakıl taşlan ilahi yardımın tek örneği değildi. Kureyş'in karşı koyma gücünün en çetin olduğu bir anda mü'minlerden birinin kılıcı kırıldı. Cahş ailesinin akrabalarından, Ukkaşe adındaki bu adamın ilk düşüncesi gidip Peygamber (s.a.v.)'den başka bir silah istemek oldu. Peygamber (s.a.v.) ağaçtan bir sopayı ona uzatarak «Ukkaşe, bununla dövüş» dedi. Ukkaşe sopayı aldı, düşmana karşı salladığında sopa uzun, keskin bir kılıç haline geldi Ukkaşe, Bedir'de ve diğer savaşlarda bu kılıçla savaştı. Kılıca ilahî yardım anlamına gelen «el-Avn* adını verdiler. Mü'mİnler, savaşırlarken yalnız değildiler. Çünkü Allah. Peygamber (s.a.v.) 'e yardım vadetmişti: «Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim» (Enfal: e). Allah, meleklere de şu mesajı vermişti: «Rabirin meleklere vahyetmişti ki: «Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık (güç ve metanet) katın, küfre sapanların kalblerme amansız bir korku salacağım, öyleyse (ey müslümaritar), vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına». (Enfaî: 12). Meleklerin inananlara yardımcı, kafirlere ise korku verici olarak varolduğunu oradaki herkes hissediyordu. Fakat çok azı onları görüp, algılayabildi. Komşu Arap kabilelerinden iki adam, savaştan sonraki ganimetlerden çalmayı ümit ederek bir tepede savaşın bitmesini bekliyorlardı. Üstlerinden bir bulut geçti, at kişnemeleriyle dolu bir bulut Adamlardan biri o anda düşüp Öldü. Yanındaki,adam daha sonra şöyle dedi: «Korkudan kalbi çatlamıştı». Sonunda Kureyşliler kaçmaya başladılar. Ebu Cehil kaçmaya çalışırken Avf in kardeşi Muaz onu yere düşürdü. Ebu Cehil'in oğlu İkrime de Muaz'a hücum etti ve onu omuzundan yaraladı. Muaz sağlam koluyla savaşa devam etti, diğer kolu yanında sadece derisiyle bedenine bağlı bir şekilde sallanıyordu. Çok acımaya başlayınca Muaz eğildi, kesik elini ayağının altına koyarak kendini yukan doğru çekti, yaralı kolu koptu. Muaz düşmanını takibe devam etti. Ebu Cehil hâlâ yaşıyordu. Fakat Avf'm diğer kardeşi Muavviz onu yerde yatarken farketti ve kılıcıyla öldürdü. Daha sonra o da Avf ^ibi ilerledi ve öldürülene dek savaştı. Kureyş'lilerin çoğu kaçmıştı. Elli kadar Kureyş'li ya savaş sırasında ya da kaçarken yakalanıp öldürülmüş veya ağır yaralanmışta. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına şöyle seslendi: «HaşimoğuUarmın ve diğerlerinin bizimle dövüşmek istemeden zorla buraya getirildiklerini biliyorum» Ve eğer yakalanmışlarda, öldürülmemeleri gereken bir kaç isim saydı. Fakat ordunun çoğu zaten, esirlerini öldürmek yerine fidye almayı tercih etmişti. Müslümanlardan sayıca fazla olduğu için Kureyşİüe-rin geri dönüp tekrar savaşma ihtimalleri vardı. Bu yüzden Peygamber (s.a,v.)'i Ebu Bekir (r.)'le birlikte gölgeliğine çekilmeğe razı ettiler, Ensardan bazıları da gözcülüğe başladılar. Sa'd tbn Muaz gölgeliğin önünde kılıcı havada bekliyordu. Arkadaşlarının esirlerle birlikte kendisine doğru ' geldiklerini görünce, yüzünde bunu tasdik etmez bir ifa- ı de belirdi. Bu ifadeyi farkeden Peygamber (s.a.v.) : «Ey Sa'd, onlann yaptıklarına galiba nefretle bakıyorsun» dedi. Sa'd bunun doğru olduğunu söyledi ve şunları ekledi: «Bu, Allah'ın putperestlere gösterdiği ilk yenilgi, bu adamları diri görmektense öldürülmelerini tercih ederdim». Ömer (r.) de Sa'd (r.) ile aynı fikirdeydi. Fakat Ebu Bekir, esirlerin er geç müslüman olabilme ihtimalleri olduğu için, serbest bırakılması taraftarıydı. Peygamber (s.a.v.) de onun görüşüne katılıyordu. Günün geç saatlerinde Ömer, gölgeliğe girdiğinde Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir'i yeni gelen vahyin etkisiyle titrer bir durumda buldu. Gelen vahiy şöyleydi: «Hiçbir peygambere, yeryüzünde (küfredenlere karşı) kesin bîr zafer kazantncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yaratım istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir». (Enfal: 67} Daha sonra gelen vahiy, esirlerin Öldürülmemesi fikrinin Allah tarafından desteklendiğini belirtiyordu. Peygamber (s.a.v.)'e esirlerle ilgili bir mesaj da vardı: «Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: «Eğer Allah, sızın kalblerimzde bir hayır bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allak bağışlayandır, esirgeyendir», (hnfal: 70). Bununla birlikte yaşamasına izin verilemeyecek bir adam vardı: Ebu Cehil. Genelde herkes onun öldürüldüğü kanaatindeydi, Peygamber (s.a.v.) cesedinin arpnması için emirler verdi. Abdullah tbn Mes'ud (r.), İslâm'a diğer Mek-ke'lilerin hepsinden daha fazla nefret gösteren bu adamın cesedini bulmak için bir kez daha savaş alanına gitti, Ebu Cehil, önünde ayakta duran düşmanını farkedebilecek kadar yaşadı. Abdullah, Kâ'be'nin önünde ille defa sesli olarak Kur'an okuyan adamdı. Ebu Cehil, onu koruyan kimsesi olmadığı, annesi köle Zühre'nin bir müttefiki olan bir köle olduğu için Kâ'be'nin önünde kılıçla yüzünden yaralamıştı. Abdullah ayağını Ebu Cehil'in boynuna koydu Ebu Cphil: «Küçük çoban, yeteri kadar yükseldin demek» dedi. Daha sonra, savaşı hangi tarafın kazandığını sordu. Abdullah : «Allah ve Rasulü kazandı» dedi. Sonra başını kesip Peygamber (s.a.v.)'e götürdü. Ebu Cehil, savaş bittikten sonra öldürülen tek Kureyş-li lider değildi. Abdurrahman îbn Avf, ganimet olarak aldığı zırhı taşırken, bineğini kaybettiği için kaçamayan şişman Umeyye'ye rastladı. Yanında elinden tuttuğu oğlu Ali de vardı. Umeyye bir zamanlar arkedaşı olan bu adama : *Beni esir olarak al, çünkü ben birden fazla zırha değerim» dedi. Abdurrahman bu teklifi kabul etti ve elindeki zırhı bırakarak onu ve oğlunu elinden tutup götürmeye başladı. Fakat o, esirlerini kampa doğru götürürken Bilâl Cr.) eski sahibi ve ona işkence eden adamı farketti. «Umeyye! Küfrün başı! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?» diye bağırdı. Abdurrahman onların kendi esirleri olduğunu hatırlattı. Fakat Bilâl yine bağırmaya devam etti: «O yaşadıkça ben nasıl yaşarım!» Sinirlenen Abdurrahman: «Beni duymuyor musun ey kara kadının oğlu?» diye, bağırdı. Bunun üzerine Bilâl, müezzin olmasını sağlayan gür sesinin tüm gücüyle bağırdı: «Ey Allah'ın yardımcıları, küfrün başı Umeyye! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?». Her taraftan adamlar koşuştu ve Abdurrahman'la iki esirinin çevresini kuşattılar. Daha sonra bir kılıç çekildi ve Ali yere düştü, fakat ölmedi. Abdurrahman Umeyye'nin elini bıraktı ve «Kendin kaçabilirsen kaç, çünkü ben senin İçin hiçbir şey yapamam» dedi. Etrafını saran adamlar hemen iki esiri de öldürdüler. Abdurrahman sonraki yıllarda şöyle derdi: «Allah Bilâl'e merhamet etsin! Zırhlarımı kaybettim, Bilâl de beni iki esirimden etti.»[4] Peygamber (s.a.v.), savaşta Öldürülen, tüm müşriklerin cesetlerinin bir kuyuya toplanmasını emretti. Utbe'nin cesedi taşınıp kuyuya atılırken oğlu Ebu Huzeyfe (r.)'nin yüzü sarardı ve üzüntüyle doldu. Peygamber (s.a.v.î bunu hissetti ve ona teselli dolu bir bakışla baktı. Ebu Huzeyfe şöyle dedi: «Ey Allah'ın Rasulü, babamla ilgili emrine ve oraya atılmasına karsı çakmıyorum. Fakat onu akıllı, hikmet sahibi ve düşünceli bir adam bilirdim. Bu niteilkle-rin onu İslam'a getirmesini ümit ediyordum. Fakat onun küfürde inatlaştığını ve o halde öldüğünü görünce üzüldüm». Sonrö Peygamber (s.a.v.) Ebu Huzeyfe (r.) için hayır dualar etti. Kamptaki barış ve sessizlik sinirli bir takım seslerle bozuldu. Geride Peygamber (s.a.v.)'i korumak için kalanlar da ganimetten pay istiyorlardı. Düşmanı kovalayıp esir alanlar ve ganimetleri kendi ellerinde toplayanlar ise bunları vermek istemiyorlardı. Peygamber fs.a.v.)'in bu karışıklığı düzeltip eşit bir dağıtım yapmasına fırsat kalmadan bu konuda bir vahy geldi: «Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki: Ganimetler Allah'ta ve Rasulündür». (Enfaî: 1). Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,) ganimetlerin ve esirlerin artık özel mülkiyette olmadığını söyledi ve hepsinin yanına getirilmesini istedi. Hiç karşı çıkılmaksızm düzen hemen sağlandı. En Önemli esirlerden biri, Şevde'nin kuzeni ve ilk kocasının kardeşi olan, Amir kabilesinin şefi Süheyl idi. Peygamber fs.a.v.)'e daha yakın bağlarla bağlı olan esirler arasında amcası Abbas, damadı, yani kızı Zeyneb'in kocası Ebu'l-As, ve kuzenleri Nevfel ile Akil de vardı. Peygamber (s.a.v.) esirlere iyi davranılmasıyla ilgili genel bir emir vermişti. Fakat esirlerin bağlanması da gerekliydi, bu yüzden esirlerin bağlanmasına izin verdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) o gece, amcasının böyle bir konumda olduğunu düşünerek uy uyamadı. Ve bağlarının gevşetilmesi için emir verdi. Diğer esirler, akrabalarından daha az ilgi gördüler. Mus'ab (r.), Ensardan biri tarafından esir alınan kardeşi Ebu Aziz'e rastladı. Mus'ab esir alana: «Onu sıkı tut, çünkü annesi çok zengindir, sana yüklü bir miktar fidye verebilir» dedi. Ebu Aziz: «Ey kardeşim, beni başkalarına mı emanet ediyorsun?» deyince Mus'ab: «Şimdi senin yerine benim kardeşim O.» cevabını verdi. Bununla birlikte Ebu Aziz daha sonraki yıllarda, kendisini 4.000 dirhem fidye karşılığında serbest bırakıp Medine'ye götüren Ensardan gördüğü iyi muameleyi anlatırdı. Hâlâ sayıca çok fazla olan sekiz yüz kişilik Mekke ordusunun, geri dönüp saldırmayacak kadar uzaklaştığı ke-sinleşince, Peygamber (s.a.v.3, Abdullah îbn Revana (r.)'yı zafer haberini vermek üzere Yukarı Medine'ye, Zeyd'i de Aşağı Medine'ye gönderdi. Kendisi ise orduyla birlikte Be-dir'de kaldı. O gece, kafirlerin cesedlerinin atıldığı kuyunun başında durdu ve -. «Ey kuyudakiler, ey Peygamber'in akrabaları, ona çok kötü bir akrabalık gösterdiniz. Beni başkaları kabul ederken, siz bana yalancı dediniz. Başkaları zafer kazanmamda bana yardım ederken siz bana karşı savaş açtınız. Siz, Rabbtnizin size verdiği sözün hak olduğunu gördünüz mü? Ben, «Rabbimin bana verdiği sözün gerçekleştiğini-ve hak olduğunu gördüm,» dedi. As-habdan bazıları onun ölülerle konuştuğunu duydular ve endişe ettiler. Peygamber (s.a.v.) onlara: «Siz benim sözlerimi onlardan daha iyi duyamazsınız. Onların simden tek farkı bana cevap vermemeleri,» dedi[5] Ertesi sabah erkenden ordu ve esirlerle birlikte yola çıkıldı. Esirlerin en değerlileri, yani aileleri 4000 dirhem fidye ödeyebilecek olanlardan âtisi Abdu'd-Dar'dan Nadr ile Abdu'ş-Şems'ten Ukbe[6] idi. Fakat bu iki adam îslam'ın en azılı düşmanlarıydı ve eğer serbest bırakılırlarsa hemen eski kötü faaliyetlerine başlayacaklardı. Çünkü bu ahmakları, Bedir'de sayıca az olan müslümanlann zafer kazanması bile düşünceye sevketmezdi. Peygamber Cs.a.v )'-in gözü sürekli onların üstündeydi; fakat iki adamın da kalbinde bir değişiklik görünmüyordu. Yolculuk sırasında, onların yaşamasının Allah'ın isteğine aykırı olduğu düşüncesi Peygamber'de belirdi. Konakladıkları bir yerde, Nadr'-m öldürülmesini emretti. Onun başını Hz. Ali kesti. Bir diğer konak yerinde de Ukbe, Evs'li bir adamın elinden aynı akıbete uğradı. Peygamber (s a.v.) Medine'ye yayan üç gün uzaktaki bir konak yerinde geri kalan esir ve ganimetleri paylaştırdı. Savaşta rol alan her adama eşit bir pay verdi. O zamana kadar Zeyd ve Abdullah îbn Revana (r.) Medine'ye varmıştı ve yahudilerlo münafıklar hariç herkes bayram sevinci yaşıyordu. Fakat Zeyd getirdiği iyi haberlerin yamsıra, kötü haberler de alnrtşti: Rukiyye olmuştu, Osman ve Üsame onu gömmüşler ve henüz yeni donuyorlardı. Zeyd, Afra'ya iki oğlunun da -Avf ve Muavviz- öldürüldüğü haberini verince, şehrin o bölgesindeki üzüntü daha da fazlalaştı. Şevde, iki evdeki matemi de teselli et mek için kendi eviyle 'Afra'nın evi arasında mekik dokuyordu. Afra için üzüntünün yanında sevinç de vardı çünkü oğulları kahramanca çarpışmışlar ve şereflice ölmüşlerdi. Zeyd, Rubayyi'ye de sarnıçta su içerken boynundan okla vurulan oğlu Harise, tbn Surâka'nm da ölüm haberini vermek zorundaydı. Birkaç gün sonra Peygamber (s a.v } Medine'ye gelir-gelmez, Rubayyi hemen ona gitti ve oğlunu sordu. Çünkü oğlu savaş başlamadan, îslam için bir ok bile atmaya fırsat bulamadan öldürülmüştü. «Ey Allah'ın Rasulü,» dedi Rubayyi, «Bana Harıse'nin Cennet'te olduğunu söylemeyecek misin? Eğer cennette olduğunu söylersen bu kaybı sabırla karşılayayım, eğer cennette değilse ağlayarak ona yas tutayım». Peygamber (s.a.v.) bu tür sorulara her zaman genel cevaplar verir O çoğu kez «Ameller niyetlere göredir»[7] deyip, amacım yerine getirmese bile bir mü'minin, Allah için niyet ederse mükâfatını alacağını belirtmiştir. Fakat bu kez kadına özel bir cevap verdi: «Ey Harise'nin annesi, cennette birçok bahçeler vardır. Senin oğlun ise onların en yükseğinde, Firdevs1-tedir.»[8]. -------------------------------------------------------------------------------- [1] B. LXIV, 10. I. I. 444 [2] I. I, 445. [3] Bu terim Arapça'da anlamlıdır, fakat Türkçe'ye çevrildiğinde anlamını yitiriyor. Yaklaşık olarak: «Ey Allah'ın zafer verdikleri, öldürün!» anlamına gelir. [4] 11.1. 448-9. [5] I. I. 454 [6] Bak. böl. [7] B. i. ı. 220 [8] B. LVI. 11 |
Yazar: | muhammedi [ 10.02.11, 12:07 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI) |
44. Yenilenlerin Geri Dönüşü Kureyş Onlusu Mekke'ye küçük gruplar halinde dönmüştü. Mekke'ye ük varanlar arasında geride kardeşi Nev-fel'i esir bırakan Haşimî Ebu Süfyan vardı. Ebu Süfyan'ın yeni dine karşı gösterdiği düşmanlık onun kuzeni, aynı zamanda sütkardeşi olan Muhammed (s.a.v.) ve yeni din hflTrkın<if| hicveden şiirler yazmaya itmişti. Fakat Bedir deneyimi onu oldukça sarsmıştı. Mekke'ye döndüğünde ilk düşüncesi Kâ'be'yi ziyaret etmek oldu. O sırada amcası Ebu Leheb, Zemzem cadın denilen çadırın altında oturuyordu. Yeğenini gören Ebu Leheb, neler olduğunu anlatması için onu yanma çağırdı. «Anlatılacak birşey yok-» dedi Ebu Süfyan. «Düşmanla karşılaştık, sonra arkamızı dönüp kaçtık. Onlar bizi kovaladılar ve istedikleri kadar esir aldılar. Arkadaşlarımdan hiçbirini suçlamıyorum. Çünkü biz sadece düşmanla karşı karşıya değildik. Gökle yer arasında, ayaklan yere değmeyen atlar üzerinde beyaz giysili adamlar da vardı». Ümmül-Fadl, çadırın bir köşesinde oturuyordu, yanında Abbas'ın kölelerinden biri olan Ebu Raf i1 (r.) oturuyor ve ok yapıyordu. Ümmü'1-Fadl fr.) gibi o da müslü-mandi; ikisi de birkaç kişi hariç, müslüman olduklarım herkesten gizliyorlardı. Fakat Ebu Rafi' Peygamber (s.a.v.)'-in zafer haberini duyunca sevinçten kendini tutamadı ve «Gökle yer arasında beyaz giymiş adamlar» sözünü duyunca heyecanla bağırdı: «Onlar meleklerdi». Ebu Leheb bunu duyar duymaz sinirle ayağa kalktı ve Ebu Rafi'nin yüzrüna bir darbe indirdi. Köle karşı koymaya çalıştı, fakat çok güçsüz ve zayıftı. Ebu Leheb onu yere düşürdü ve arka arkaya vurmaya başladı. Bunun üzerine Ümmü'1-Fadl yerden, çadıra destek olarak kullanılan tahta bir kazık aldı ve tüm gücüyle Ebu Leheb'in kafasına indirdi. Kayınının kafa derisi yarılmış, etler dışarı çıkmış ve hiçbir zaman iyileşmeyecek olan bir yara açılmıştı. Ümmü'1-Fadl (r.) «Sahibi burada olmadığı ve onu koruyamadığı için ona böyle mi davranıyorsun?» diye bağırdı. Ebu Leheb'in kafasındaki yara mikrop kaptı ve birkaç hafta içinde tüm vücudu iltihaplı kabartılarla doldu. Sonunda bu hastalıktan öldü. Savaşla ilgili diğer haberler ulaştığında ve ölenlerin yakınları feryada başladığında Meclis'te bir karar alındı: ölenleri yakınları kendilerini tutmalıydı. Onlara şöyle dendi: «Muhammed ve arkadaşları sizin böyle yaptığınızı duyarlarsa, daha da sevinirler». Esirlerin ailelerine ise, Medine'ye fidye teklifiyle gitme işini şimdilik ertelemeleri tavsiye edildi, önemli birçok adamın savaşta Ölmesiyle, Umey-ye'den Ebu Süfyan birçok kişinin gözünde Kureyş'in lideri olarak görünmeye başladı. Bu nedenle diğerlerine örnek olmak için biri öldürülen, diğeri de esir alınan iki oğlu Hanzala ile Amr hakkında şöyle konuştu: «Hem zenginlik hem de kanundan iki taraflı kaybım için üzülecek miyim? Hanzala'yı öldürdüler, Amr için fidye mi vermeliyim? Bırakın onlarla birlikte kalsın. Onu istedikleri kadar yanlarında tutsunlar». Ebu Süfyan'm kızgın karısı Hind ne Hanzala'n ne de Amr'm annesi değildi. Fakat savaşın başında babası Utbe, amcası Şeybe ve kardeşi Velid'i kaybetmişti. Mateme son verdiği halde, Kureyş'in öcünü alacağı ikinci bir savaşla -öç alınması gerektiğini düşünüyordu- babasını ve amcasını öldüren Hamza'nuı (r.) ciğerini yemeğe and İçti. Ebu Süfyan'ın Mekke'ye sağ salim getirmeyi başardığı zengin kervandan elde edilen tüm kârın, Medine'nin karşı koyamayacağı, güçlü bir ordu kurulması için harcanmasına karar verildi. Bu kez -yani ikinci kez savaştıklarında- kadınları da, erkeklere moral vermek için yanlarına almaya karar verdiler. Aynı amaçla tüm Arınış tan'daki müttefiklerine, savaşta kendilerinin yanında yer almaları için, bu ortak düşmanın zararlarını anlatan elçûer gönderdiler "Yas tutmama konusunda Meclis'in aldığı karara tüm Kureyş'in saygı duymasına rağmen fidye konusunda alınan karara pek fazla uyulmadı. Hemen hemen her kabileden adamlar Medine'ye gidip, kendi akrabalarını veya müttefiklerini kurtarmak için fidye konusunu görüşmek üzere yola çıktılar. Ebu Süfyan sözünde durdu; fakat bir sonraki Hac mevsiminde, Medine'den gelen Evs'li yaşlı bir hacıyı rehin aldı vc Medine'ye, oğlu Amr'ı serbest bırakmadıkça adamı bırakmayacağı haberini gönderdi. Hacının ailesi bu değiş tokuşun gerçekleşmesi için Peygamber (s.a.v.)'i ikna ettiler. 45. Esirler Esirler, Medine'ye koruyuculanyla beraber, Peygam-ber'den birgün sonra ulaştılar. Şevde ziyaret için Afra'mn evine gittiğinde, kuzeni ve eski kocasının kardeşi, aynı zamanda kabilesinin lideri olan Süheyl'i elleri boynuna bağlı bir şekilde evin bir kör asinde oturur bulunca çok şaşırdı. Bu görüntü onda, unutulmuş ve yerine yenileri geçmiş olan eski duyguları tekrar uyandırdı. «Eby Yezid,» diye bağırdı, «ne de çabuk teslim olmuşsun, şerefinle Ölmen gerekmez miydi?» Peygamber: «Şevde!» diye yüksek sesle bağırdı. Şevde onun varlığını farketmemişti. Peygamber (s.a.v.Vin sesindeki ton, onu utançla, İslam öncesi geçmişinden bugününe geri getirdi. Hâlâ Süheyl'in İslam'a girme ihtimali vardı. Allah'ın kanunlarına uygun yönetimin güçlendiği bir ortamda bulunmaları da onda ve diğer esirlerde belirli izler bırakacaktı. Fakat Peygamber (s.a.v.), müslümanlara kafalarını pagan (putperest) fikirlerle değil, Islâmî düşüncelerle donatmalarını emrediyordu. Tekrar, pişman olan Sevde'ye dönerek: «Onu Allah'a ve Rasulüne karşı mı kışkırtıyorsun?» dedi. Ebu Süfyan gibi, Süheyl'in Önemi de diğer liderlerin ölümüyle artmıştı. Onun etkisiyle birçok kararsız İslam'a girebilirdi, fakat Süheyl Medine'de çok kısa bir süre kaldı. Çünkü Beni Amir hemen fidye üzerinde görüşmek üzere bir adam göndermişti. Süheyl hemen Mekke'ye dönmus, gelen adam ise fidye üzerinde anlaşmak için Medine'ae kalmıştı. Her esir üç veya daha fazla Müslüman tarafından paylaşılıyordu. Abbas'a sahip olan bir grup Ensar Peygamber (s.a.v.)'e geldiler ve: «Ey Allah'ın Rasulü, izin ver de kız-kardeşîmizin fidyesini biz Ödeyelim ve serbest bırakalım-' «Kızkardeş» derken, esirin büyükannesi Selma'yı kasdedı-yorlardı. Peygamber onlara: «Siz bir dirhem bile vermeyeceksiniz» dedi. Daha sonra amcasına döndü ve: «Ey Ah bas, kendinin ve iki yeğenin Akil ile Nevfel'in ve müttefikin Utbe'nin fidyelerini sen öde. Çünkü sen zengin bir adamsın», dedi. Abbas buna karşı çıktı ve: «Ben zaten müslüman olmuştum, fakat bu adamlar beni zorla getirdiler» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi 'Senin îslâmı kabul edip etmediğini ancak Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise, O, senin mükâfatını verecektir. Fakat dış görünüşte sen bize karşı olanlardaydın. O halde bize fidyeni Öde». Abbas, parası olmadığını söyleyince Peygamber (s.a.v.) ona şöyle dedi: «O zaman Ümmü'l-Fadİ'a bıraktığın para nereye gitti? İkiniz yalnızken ona: «Eğer öldürülürsem şu kadarını Abdullah'a, şu kadarını Fadl a, Kisam'a ve Ubeydullah'a ver! demiştin». İşte Peygamber (s.a.v.) bunu söyleyince iman gerçekten Abbas'm kalbine girdi. «Seni Hakla gönderene yemin olsun ki, bunu benden ve Ümmü'l-Fadl'dan başkası bilmiyordu. îşte şimdi senin Allah'ın Rasulü olduğunu anladım»[1] dedi ve kendisiyle birlikte iki yeğeni ve müttefikinin fidyesini ödemeyi kabul etti. Peygamber (s.a.v.)'in yanındaki esirlerden biri de damadı Ebu'l-As idi. Ebu'1-As'm kardeşi Amr'ı, Zeyneb, fidye ödeyip Ebu'1-As'ı kurtarması için Medine'ye göndermişti. Gönderdiği paraların yanında annesinin kendisine evlendiği gün hediye ettiği akik bir kolye de vardı. Peygamber (s.a.v.) kolyeyi görür-görmez, onun Hatice'nin kolyesi olduğunu farkederek sarardı. Çok duygulanan Peygamber (ö.a.v.), esirde hissesi olanlara şöyle dedi: «Eğer isterseniz, esiri fidyesini almadan karısına gönderin, bu size kalmış bir şey». Hepsi de bunu kabul ettiler ve Ebu'l-As Mekke'ye hem paralan hem de kolyeyi alarak döndü. Onun, Medine'de iken müslüman olması ümit ediliyordu, fakat olmadı. Mekke'ye dönerken Peygamber (s.a.v.) ona Zeyneb'i Medine'ye göndermesi gerektiğini söyledi. Ebu'l-As da buna üzülerek söz verdi. Vahiy, müslüman bir kadının, müşrik bir erkekle evli kalamayacağını açıkça söylüyordu. Şimdi hayatta olmayan, Manzum kabilesinin Şefi Ve-lid'in en küçük oğlu olan Velid de Abdullah îbn Cahş'ın da hissesi vardı. Abdullah, 4000 dirhem fidyeden daha azına razı olmuyor ve Velid'in üvey kardeşi Halid de bu kadar fazla para ödemek istemiyordu. Fakat Velid'in Öz kardeşi Hişam ona: «Tabi ödemek istemezsin, o senin annenin oğlu değil» deyince ödemeyi kabul etti. Bununla birlikte Peygamber (s.a.v.) bu değiş tokuşa razı olmadı ve Abdullah'a, onlardan babalarının meşhur silahlarını ve zırhını istemelerini söyledi. Halid bir kez daha karşı çıktı, fakat Hişam ondan baskın çıktı. Silahlan ve parayı Medine'ye getirdiklerinde kardeşleriyle birlikte Mekke'ye doğru yo-ia çıktılar. Fakat ilk konaklardan birinde Velid onlardan kaçarak Medine'ye dündü, Peygamber (s.a.v.)'e gidip müslüman olduğunu açıkladı ve biat etti. Kardeşleri onu takip ettiler. Olanlan farkedince çok sinirlenen Halid: «Neden bunu, fidyeyi ödemeden ve babamızın hazineleri elimizden çıkmadan önce yapmadın? Eğer istediğin bu idiyse, neden o zaman Muhammed (s.a.v.)'e tabi olmadın?» Velid, Kureyşülerin kendisi hakkında: «Fidyeyi ödememek için müslüman oldu» demelerini istemediğini söyledi. Daha sonra bazı mallannı almak üzere kardeşleriyle birlikte Mekke'ye gitti. Onların kendisine bir şey yapacaklarını ümit etmiyordu. Fakat Mekke'ye varır varmaz onu da Ayyaş ve Seleme'nin yanına hapsettiler. Ebu Cehil'in üvey kardeşleri olan bu iki adamı, Ebu Cehil'in oğlu İkrime, babası öldüğü halde hapiste tutmaya devam ediyordu. Peygamber (s.a.v.) sık sık bu üç kişi ve Mekke'de zorla tutulan Hişam ve Sehm'in oradan kurtulmaları için dua ederdi. Mut'im'in oğlu Cübeyr, kuzenini ve müttefiklerinden ikisini kurtarmak için Medine'ye geldi. Peygamber (s.a.v.) onu çok iyi karşıladı; ona eğer Mut'im hayatta olsa ve esirleri, fidye ödeyip kurtarmak üzere gelseydi, onları fidye friranH»" Mut'im'e teslim edeceğini söyledi. Cübeyr, Medine'de gördüğü herşeyden etkilenmişti; bir akşam güneş batarken Mescid'in dışında durmuş ve namaz kılarken müslûmanlan dinlemişti. Peygamber (s.a.v.) Cennetten, Cehennemden ve Hesap gününden bahseden «et-Tur» suresini okuyordu. Sure şu sözlerle bitiyordu: «Arttk sen, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, bizim, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında da Rabbİnİ hamd \\t teşbih et Gecenin bîr bölümünde ve ytldtzlann batışının ardında da O'nu teşbih et». (Tûr; 48-9). Cübeyr: -işte bunları duyduğum zaman iman kalbimde yer etti»[2] dedi. Fakat o daha fazla dinleyip etkilenmekten kendini alıkoydu. Çünkü çok sevdiği amcasının. Be-dir'de öldüğü aklından çıkmıyordu. Mut'im'in kardeşi Tu'-ayme de Hamza'nın öldürdüğü adamlardan biriydi ve Cübeyr amcasınuı öcünü almaya kendini zorunlu hissediyordu. Bu amacından dönmekten korktuğu için, fidyeler konusunda anlaşmaya varır varmaz Mekke'ye döndü. Fidye vermek için gelenlerin çoğu en azından Peygamber (s.a.v.)'e karşı saygılıydılar. Fakat savaştan sonra öldürülen Umeyye'nin kardeşi ve yine o zaman öldürülen Utbe'nin yakın arkadaşı Cuınah kabilesinden Übey bunlara» dişındaydı. Fidyesini ödediği oğlunu alıp geri dönerken : «Ey Muhammed, Avd adında bir atı hergün her çeşit tahıl ile besliyorum. Onun üstünde iken, seni öldüreceğim» dedi Peygamber (s.a.v.) şu cevabı verdi: «Hayır, inşaattan ben seni öldüreceğim»[3] O sırada Mekke'de Übeyy'in iki yeğeni Safyan ve Umeyr büyük bir acı içinde Bedir'de kaybettikleri değerli ve büyük liderlerden bahsediyorlardı. Safvan, Umeyye'nin oğluydu ve babası öldüğü için Cumah'ın lideri olacağı bekleniyordu. Kuzeni Umeyr, Bedir'de müslüman ordu hakkında bilgi toplamak ve güçlerini tahmin etmek için gözcü olarak giden adamdı. Safvan: «Tanrıya andolsun, onlar gidince dünyada hiçbir iyilik kalmadı» dedi. Umeyr de bunu tasdikledi, fakat o Safvan'dan daha samimiydi. Umeyr'in oğlu da Medine'deki esirler arasındaydı. Fakat O fidye ödeyemeyecek kadar borçluydu. Zaten hayatından bezmişti, bu nedenle hayatını genel bir yarar uğruna feda etmeye karar verdi. «Eğer ödeyemediğim borçlarım ve bakmak zorunda olduğum bir ailem olmasaydı, gider Mu-hammed (s.a.v.)'i öldürürdüm.» dedi. Safvan: «Borcun benim üzerime olsun, senin ailen demek benim ailem demektir. Onlara ölünceye dek bakmaya söz veriyorum. Benim olan herşeyi istemelerine gerek kalmadan onlara veririm». Bunun üzerine Umeyr kararını uygulamak istediğini söyledi ve amaçlan gerçekleşinceye kadar bu konuştuklarını gizli tutacaklarına birbirlerine söz verdiler. Umeyr, kılıcını keskinleştirdi, keskin tarafına zehir sürdü ve oğlunu kurtarma amacıyla gittiğini söyleyerek Medine -ye doğru yola çıktı Aşağı Medine'ye vardığında, Peygamber (s.a.v.) Mes-cid'de oturuyordu. Umeyrl kılıcını kuşanmış bir şekilde gören Ömer (r.), onun içeri girmesine engel oldu. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona Cumah'h adamın yaklaşmasına izin vermesini Söyledi. Bunun üzerine Ömer (r.), yanında bulunan Ensardan birkaç kişiye şöyle dedi: «Onu Allah'-m Rasulüne götürün, siz de beraber oturun ve, gözünüzü bu adamdan ayırmayın, çünkü pek güvenilir bir adam değil». Umeyr onlara iyi günler diledi -Cahiliye devrinde yaygın olan bir selamlama şekli- Peygamber (s,a,v.) ona şöyle dedi: «Allah bize bundan daha güzel bir selamlama şekli öğretti, ey Umeyr. O selam'dır, Cennet ehlinin birbirini selamlama şeklidir»*. Daha sonra ona niçin geldiğini sordu. Umeyr oğlunu kurtarmak için geldiğini söyleyince Peygamber fs.a.v.) : «Peki bu kılıç ne oluycr?» dedi. Umeyr: -Allah kılıçların belasını versin» dedi, «Onların bize hiç faydası dokundu mu?» Peygamber «Gelişinin asıl sebebi ne?» diye tekrar sordu. Umeyr yine sebep olarak oğlunu öne sürünce, Peygamber (s.a.v.) onun Safvan'la Hicr'de konuştuklarını kelimesi kelimesine tekrarladı. En son olarak «Safvan senin borçlarını ve aileni üzerine aldı ki sen beni öldürebilesin. Fakat seninle onun arasına Allah girdi» dedi. Bunları duyan Umeyr: «Bunu sana kim söyledi?» diye bağırdı, «Bizim yanımızda bir üçüncü kişi yoktu». Peygamber Cs.a.v.) «Bana bunları Cebrail haber verdi» dedi. Umeyr: «Sen bize Gökten haberler getirdiğinde biz sana yalancı dedik. Fakat bana İslam'ı hidayet eden Allah'a hamdolsun. Ben. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Mu-hamed (s.a.v.)'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum» dedi. Peygamber (s.a.v.} orada bulunanlara dönerek şöyle dedi: «Kardeşinize dinini öğretin ve ona Kur'an okuyun; esir oğlunu da serbest bırakın.»[4] Umeyr (r.), diğerlerini de, özellikle Safvan'ı İslam'a davet etmek için Mekke'ye dönmek istiyordu. Peygamber (s.a.v.) ona gitme izni verdi ve onun sayesinde birçok kişi müslüman oldu. Fakat Safvan onun bir hain olduğunu düşünüyor ve bu yüzden onunla hiç konuşmuyordu. Birkaç ay sonra Umeyr, muhacir olarak Medine'ye döndü. Ebul-As, Mekke'ye döndüğünde karısı Zeyneb'e, onu Medine'ye göndereceğine dair babasına söz verdiğini söyledi. Küçük kızları Ümame'nin de annesiyle birlikte gitmesine karar verdiler. Oğullan Ali daha bebekken ölmüştü. Zeyneb de üçüncü bir çocuk bekliyordu. Tüm hazırlıklar yapıldığında Ebu'l-As kardeşi Kinane'yi muhafız olarak karısının yanma gönderdi. Plânlarını gizli yapmışlardı. Fakat buna rağmen gündüz yola çıktılar. Bu da Mekke'de birçok lâfa neden oldu, sonunda Kureyş'ten bir grup onları takip etmeye ve Zeyneb'i evlilikle bağlı olduğu Abdu'ş-Şems kabilesine geri getirmeye karar verdiler. Fihr Kabilesinden. Habbar adındaki bir adam ilerledi ve mızrağını sallayarak, tahtında Ümame ile birlikte oturan Zey-neb'in önüne geçti. O sırada diğerleri de yaklaşıp onları çevrelediler. Kinane atından indi ve yayını çekip ok sadağını yere indirdi. «Hele biriniz gelin, hemen okumla öldürürüm» dedi. Yayını gerince adamlar, geri çekildiler. Kısa bir sessizlikten sonra Abdu'ş-Şems'in lideri Ebu Süfyan ve bineklerinden inen birkaç kişi ona yaklaştılar. Ona silahlarını bırakıp, meseleyi sakince konuşmayı teklif ettiler. Kinane razı oldu. Ebu Süfyan ona şövle dedi: «Başımıza gelen felâketi ve Muhammed (s.a.v.)'in bize yaptığı kötülükleri bildiğin halde kadını, insanların gözü önünde götürmen büyük bir hataydı. Bu bizim aşağılandığımızı gösterir bir işaret, adamlar bizim hakkımızda beceriksiz diye konuşacaklar. Hayatım üzerine yemin ederim ki, onu babasnıdan ayrı tutmak istemiyoruz, bunun bize bir faydası da yok. Fakat kadını Mekke'ye geri götür. Hakkımızda konuşanların ağzı susuncaya ve bizim gidip onu getirdiğimiz halk arasında yayılıncaya kadar Mekke'de kalsın. Sonra onu gizlice al ve babasına götür». Kinane bu öneriyi kabul fstti ve hep birlikte Mekke'ye döndüler. Döndükten kısa bir süre sonra Zeyneb, bir düşük yaptı. Büyük bir ihtimalle bunun nedeni Habbar'dan korkmasıydı. İyileşince ve yeteri kadar zaman geçince Kinane onları, yani Zeyneb ile Ümame'yi gece karanlığında yola çıkardı ve Mekke'ye sekiz mil kadar uzaklıktaki Yecec ovasına kadar onlara eşlik etti. Orada, daha önceden plânladıkları gibi Zeyd'le buluştular. Zeyd, onları sağ sağlim Medine'ye getirdi -------------------------------------------------------------------------------- [1] Tab. 1344. 226 [2] B. LII. 25. [3] W. 25I. [4] I. S. IV, 147; I. I. 472-3. 230 |
3. sayfa (Toplam 8 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |