Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 80 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 8  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 29.12.10, 10:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
13. YUVA


Damat, amcasının evinden ayrıldı ve gelinle birlikte yaşamak üzere onun evine yerleşti. Hatice kocasına bir eş olduğu kadar, onun en yakın arkadaşı ve ideallerini ve is-teklerini paylaşan bir dostu idi. Acılar ve kayıplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu. Hatice, Muhammed'e (s.av.) altı çocuk doğurdu, iki erkek ve dört kız. En büyük ço­cukları Kasım adında bir oğlan çocuğuydu. Bundan son­ra Muhammed'e Ebu'l-Kasım (Kasım'ın babası) denmeye başlandı. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan öldü. İkinci çocukları Zeyneb adında bir kızdı, onu üç kız çocuğu daha takip etti, Rukiyye, Ümrnü Gülsüm ve Fatıma. Son çocukları ise yine çok az bir süre yaşayan bir erkek çocuğuydu.

Evlendiği'gün Muhammed (s.a.v.1, babasından miras kalan sadık cariyeyi, Bereke'yi, azat etti; aynı gün Hatice ona kendi kölelerinden birini, onbeş yaşındaki Zeyd'i he­diye etti. Bereke'ye gelince, onu Yesrib'li biriyle evlendir­diler. O adamdan bir oğlu oldu ve bundan sonra Ümmü Eymen (Eymen'in annesi) olarak anıldı. Zeyd ise kendisi gibi gençlerle birlikte, Hatice'nin yeğeni, yani Kardeşi Ni-zam'in oğlu Hakim tarafından Ukaz panayırından satın alınmıştı. Halası onu ziyarete geldiğinde, Hakim ona yeni aldığı kölelerden birini seçmesini teklif etti. O da Zeyd'i seçti.

Zeyd, atalarıyla övünürdü: babası Harise Suriye ile Irak arasında yerleşik olan Kelb kabilesindendi; annesi ise yine meşhur olan komşu Tayy kabilesindendi. Tüm Arabistan'da cömertliği ve belagatı ile şöhret salan şair-şöval ya Hatim de annesiyle aynı kabiledendi. Yıllar önce bir gün annesi Zeyd'i ailesini ziyaret etmek için kendi kabile­sine götürüyordu; kaldıkları köye Benî Kayn kabilesinden bir grup adam saldırdı, çocuğu kaçırıp köle diye sattılar. Babası Harise onu ümitsizlik içinde arıyordu, Zeyd de Kelb kabilesinden babasına haber gönderebileceği kimse­ye rastlayamamiştı. Fakat Kabe'ye Arabistan'ın her yerin­den hacılar geliyordu. Muhammed'in (s.a.vj kölesi olduk­tan aylar sonra bir gün, Mekke sokaklarında kendi kabi leşinden adamlara rastladı. Eğer onları bir Önceki yıl ger muş olsaydı, duygulan çok farklı olurdu. Böyle bir karşı­laşmayı uzun süredir arzuluyordu, fakat şimdi şaşkınlığa düşmüştü. Şimdi artık hiçbir şey düşünmeden burayı ter-kedip ailesine gidemezdi. Fakat onlara nasıl bir haber gön­derebilirdi? Meselenin esası ne olursa olsun, bir çöl çocuğu olarak bu durumlarda hiç bir şeyin şiirden daha anlamlı, olamayacağını biliyordu. Kafasındakileri anlatabilmek için bir kaç mısra yazdı, fakat bu mısralar ifade ettikleri an­lamlardan daha fazlasını ima ediyorlardı. Daha sonra Kelb'li hacıların yanına gitti ve kendisini tanıttı: «Aileme şu mısraları okuyun, çünkü uzun sûredir benim için üzül­düklerini biliyorum:

Kendim uzakta olsam da, sözlerimi ahu

Ve halkıma götürün: Ben şimdi Kutsal Ev'de

Tann'nın kutsadıgı yerde yaşıyorum.

Artık şimdiye dek çektiğimiz üzüntüleri bir kenara bırakın.

Beni aratmak için develeri yormayın. Çünkü ben, Allah'a şükür, bütün silsilesi soylu olan Büyük ve iyi bir ailenin yanındayım.

Hacılar bu haberle yurtlarına döndüklerinde, Harise hemen kardeşi Ka'b ile birlikte Mekke'ye doğru yola çıktı. Muhammed (s.a.v.)'e gidip, ondan oğlu Zeyd'i istediği fi­yata kendisine satmasını istedi. Muhammed şu cevabı verdi: «Bırakın kendisi seçsin, eğer sizi seçerse hiç bir ücret istemeden onu size veririm; eğer beni seçerse, ben beni se­çen birinin üstünde karar verici değilim.» Daha sonra Zeyd'i yanlarına çağırdı ve bu iki adamı tanıyıp tanımada-ğını sordu. Zeyd: «Bu amcam, bu da babamdır» dedi. «Be­ni tanıyorsun» dedi Muhammed (s.a.v.): «Ve benim sana gösterdiğim dostluğu da biliyorsun, o halde benimle onlar arasında bir seçim yap.» Zeyd zaten seçimini yapmıştı, he­men şöyle dedi: «Senin üstüne başka adam seçecek deği­lim. Sen bana annem ve babam gibisin.» «Ey Zeyd, köleli­ği özgürlüğe, babana, amcana ve ailene tercih mi ediyor­sun?» diye hayretle sordular. Zeyd: «Evet Öyle, çünkü ben bu adamda öyle şeyler gördüm ki kimseyi ona tercih ede­mem» dedi.

Muhammed (s.a.v.) daha sonraki konuşmaları kısa ke­serek onlan Kabe'ye davet etti. Hicr'de ayakta durarak yüksek sesle şunları söyledi: «Ey burada bulunanlar, «ahit olun ki Zeyd benim oğhımdur, ben onun, o da benim va-risimdir.»[1]

Amca ve baba isteklerini yerine getiremeden ülkeleri­ne dönmek zorunda kaldılar. Fakat kabilelerine anlatma­ları gereken hikâye, bu evlât edinmeye sebep olan karşı­lıklı sevgi, utanç verici bir şey değildi. Zeyd'in özgürlüğe kavuştuğunu ve daha sonraki yıllarda kardeşleri ve akra­balarına da faydalı olabilecek yüksek bir şerefe ulaştığını gördükten sonra teselli oldular-ve yollarına üzüntüsüz de­vam ettiler. O günden sonra bu yeni Haşimî, Mekke'de Zeyd İbn Muhammed diye anılmaya başladı.

Muhammed'le (s.a.v.) Hatice'nin evlerine en sık gelen ziyaretçilerden biri de Muhammed'in kendinden bile kü­çük olan en küçük halası, aynı zamanda Hatice'nin yenge­si Safiye idi. Beraberinde, ağabeyinin ölümünden sonra Zübeyr adını verdiği oğlunu da getirirdi. Bu nedenle Zü-beyr, Muhammed'in kızlarıyla, yani kuzenleriyle küçük yaşlardan beri arkadaşlık ederdi. Safiye ile birlikte, Hati­ce'nin tüm çocuklarının ebesi olan ve kendisini ev halkından sayan sadık hizmetlisi Selma da gelirdi.

Yıllar geçtikçe, Muhammed'în sütannesi Halime de ara sıra onları ziyarete gelmeye başladı. Hatice ona her zaman gereken saygıyı gösterirdi. Bu ziyaretlerden biri, Halime'-nin sürülerinin uzun süren çok sert bir kuraklık nedeniy­le helak olduğu bir zamana rastladı. Hatice ona kırk ko­yun ve üstünde tahtı ile birlikte bir deve hediye ettr. Hi­caz'da bir veba gibi yayılan bu kuraklık aileye yeni bir ferdin katılmasına da neden oldu.

Ebu Talib bakabileceğinden fazla çocuğa sahipti ve kuraklık onun belini kırmıştı. Muhammed (s.a.v.) bunu iarketti ve birşeyler yapması gerektiği kanaatine vardı. .Amcaları arasında en zengin olanı Ebu Leheb'di, fakat o aileden uzak dururdu. Belki bunun nedeni kendisinin, an­nesinin tek çocuğu oluşu ve başka öz kardeşe sahip olma­yışıydı. Muhammed (s.a.v,) başarılı bir tüccar olan ve be­raber büyüdükleri için kendisine çok yakın olan amcası Abbas'tan yardım istemeyi tercih etti. Muhammed (s.a.v.)'e en yakın olanlardan biri de, onu her zaman evinde hoş karşılayan ve çok seven Abbas'ın karısı Ümmü'1-Fadl idi. Onlara gitti ve iki ailenin Ebu Talib'in durumu düzelene dek onun oğullarından ikisinin bakımım üstenmesinı tek­lif etti. Hemen karar verdiler ve birlikte Ebu Talib'e gitti-[2] Onların tekliflerine karşı Ebu Talib: «istediğinizi ya­pın, fakat Akil ile Talib'i bana bırakın» dedi. Cafer artık onbe? yaşındaydı ve ailenin en küçüğü de değildi. Annesi Fatıma, ondan on yaş küçük bir erkek çocuğu daha dünya­ya getirmişti; adını Ali koymuşlardı. Abbas, Cafer'in bakı­mını üstlenebileceğini söyledi, bunun üzerine Muhammed (s.a.v.) de Ali'yi aldı. Bu sıralarda Hatice Abdullah adında bir erkek çocuğu daha dünyaya getirmişti, fakat Abdullah," Kasım'dan daha az bir zaman yaşadı. Bîr anlamda Ali onun yerini almıştı. Rukiye ve Ümmü Gülsüm'1 e hemen hemen aynı yaşta Seyneb'den küçük ve Fatıma'dan biraz büyük olan Ali bu dört kuzeniyle kardeş gibi büyüdü. Zeyd'le birlikte bu beş kişi Muhammed ve Hatice ailesinin özünü, oluşturuyordu. Fakat bunlardan başka onlara çok bağlı olan ve burada kronolojik olarak ele alınan ta­rihte küçük veya büyük roller oynayan birçok akrabalar: da vardı.

O sırada hayatta olmayan en büyük amcası Haris geri-de bir çok erkek çocuk bırakmıştı. Bunlardan biri, Ebu Süfyan*. Muhammed (s.a.v.)'in süt kardeşi idi. Çünkü on­dan birkaç yıl sonra o da Beni Sa'd'da Halime tarafından omzırümişti. Çoğu kişi Ebu Süfyan'm aile benzerliği bakı­mından Muhammed (s.a.v.)'e çok yakın olduğunu söyler. İ'tisinin ortak özelliklerinden biri de güzel konuşma sana­lı idi. Fakat Ebu Süfyan yetenekli bir şairdi -belki de amalan Zûbeyr ve Ebu Talib'den daha yetenekliydi. Oysa Muhammed (s.a.v.), arapça grameri ve güzel konuşmada rakipsiz olmasına rağmen, bir tek şiir bile yazmamıştı.

Hemen hemen kendi yaşında olan Eüu Süfyan, onun için hem arkadaş hem de bir dosttu. Kanla bağlı akraba­larından biraz daha yakın olanlar, babasının öz kardeşle­ri, yani Abdu'l-Muttalib'in beş kızının çocukları idi. Bu ku­zenlerinin en büyükleri kuzeydeki Esed kabilesinden Cahş adında bir adamla evlenen haıası Umeyme'nin çocuklarıy­dı[3]. Cahş'ın Mekke'de bir evi vardı. Kendi kabilesinden başka bir kabile ile beraber yaşayan birinin, o kabilenin bi" üyesi ile karşılıklı anlaşma yapması sonucunda, o kişi­yi haklarını ve görevlerini yerine getirecek bir temsilci olarak tayin emtesi de mümkündü. Abdu'ş-Şems soyunun Ümeyye [4]kolundan gelen kabilenin başkam olan Harb, Cahş'ın müttefiki olmuştu. Bu nedenle Umeyme'nin Cahş jle evlenmesi aynen onun bir Şems'li ile evlenmesi gibiy­di. Umeyme'nin ağabeyinden sonra Abdullah adını \ erdiği en büyük oğlu Muhammed'den hemen he­men oniki yaş küçüktü ve bu iki kuzen birbirlerini çok severdi. Umeyme'nin ağabeyinden epey küçük oian ve güzelligiyle dikkatleri çeken kızı Zeyneb de bu sevgi bağı­nın içindeydi. Muhammed (s.a.v.) ikisini de çocuklukların­dan beri çok severdi; halası Berre'nin oğlu Ebu Seleme'ye de özel bir sevgi beslerdi.

El-Emin'i çevreleyen bu sevgi ve cazibe sadece ailesi ile sınırlı değildi; Hatice ile birlikte bu sevgi çemberinin merkezinde bütün akrabalarını içeren bir daire içindeki tüm İnsanlara sevgi besliyorlardı. Hatice'nin akrabaları da bu çemberin içindeydi. Ona en yakın olanlardan biri, oğlu Ebul-As ile onları sık sık ziyaret eden kardeşi Hale idi. Hatice yeğenini, sanki kendi oğluymuş gibi seviyordu; bu nedenle Hale kardeşinden oğlu için bir eş bulmasını istedi -Hatice sık sık onların her durumda yardım isteme­lerini tembih ederdi. Halice kocasına bu konuyu açtığın­da o, kızları Zeyneb'i evlenecek yaşa geldiğinde Ebu'l As'a uygun bir eş olabileceği önerisini getirdi. Zamanı geldiğin­de Zeyneb'i kuzeni ile evlendirdiler.

Politik olarak bir arada anılan Haşim ve Muttalib soy­larının zayıflayan politik etkisini tekrar güçlendirmek için duyulan ümitler, Muhammed (s.a.v.) üzerinde yoğunlaş-nusti. Soy ayrımı olmaksızın tüm Kureyş onu, Arabistan'­da kabilelerinin şerefini ve gücünü devam ettirebilecek, neslinin en yetenekli şahsı olarak görüyordu. El-Emin'e ya­pılan övgüler herkesin dilindeydi; belki de bu nedenle Ebu Leheb yeğenine gelmiş ve kızları Rukiyye ve Ümmü Gül-süm'ü kendi oğullan Utbe ve Uteybe'ye » istedi­ğini söylemişti. Muhammed (s.a.v.J, bu İki kuzenini iyi ta­nıdığı için teklifi uygun bulmuş ve nişanlar yapılmıştı.

İşte bu sıralarda Ümmü Eymen'i yine aile fertleri ara­sında görüyoruz. Kaynaklar onun bir dul olarak döndüğü­nü, veya kocasının onu boşadığını belirtmiyorlar. Sebep her ne İse, Ümmü Eymen yerinin orası olduğunu biliyor­du. Muhammed (s.a.v.), çoğu kez ona «anne» diye hitap eder ve başkalarına «O bana ailemden kalan tek ferttir» derdi"[5]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] I S. III/1;26

[2] I. S. l/1, 7i.

[3] Esed ibn Huzeyme Necd ovasının en kuzeyinde yerleşmişolan Mekke'nin kuzey-doğusundaki bir kabile.

[4] Abdu'ş-Şems'in oğl" ve Harb'in babası Umeyye'nin ölümünden-sonra böyle anılmıştır

[5] I. S. VIII 162.


En son muhammedi tarafından 29.12.10, 10:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 29.12.10, 10:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
14. KA’BE’NİN YENİDEN İNŞASI


Bu bahsettiğimiz olaylardan, yani Ali'nin aileye katıl­masından kısa bir zaman önce, Muhammed (s.a.v.) otuz-beş yaşında iken Kureyşliler Kabe'yi tekrardan yapmaya karar verdiler. O zamanlar Kabe'nin yüksekliği, bir insan boyu kadardı ve üstünde çatı yoktu. Bu nedenle kapı kilit-lense bile hırsızlar kolaylıkla içeri girebilirdi. Kısa bir sü­re önce, mahzene gömülen hazinelerden bir kısmı çalın­mıştı. Ellerinde çatı yapmaya yetecek kadar kereste vardı: Yunanlı bir tüccarın gemisi karaya vurmuştu ve tamir edi­lemeyecek kadar dağılmış bir halde Cidde kıyısında bek­liyordu. Bu nedenle onun kerestelerini çatı yapmak için al­dılar. O sırada Mekke'de yetenekli bir marangoz olan bir Kıptî de bulunuyordu.

Fakat Kabe'ye duydukları saygı o denli fazla İdi ki ona el sürmekte tereddüt ediyorlardı. Planları, yumuşak ve dayanıksız taşlardan yapılmış olan tüm duvarları yıkıp, yenilerini yapmaktı; fakat kutsal olan bu yeri yıkarak gü­nahkâr olmaktan ve belaya uğramaktan korkuyorlardı. Bu tereddütleri, Kabe'nin duvarından her güaı güneşlemek için dışarı çıkan yılanı görmeleriyle daha da arttı. Kim o tarafa yaklaşırsa yılan başım kaldırıyor, dilini çıkarıp tıs­lıyordu. Bu da onlan çok korkutuyordu. Fakat bir gün, yılan güneşlerken, Allah gökten bir kartal gönderdi, kartal yılanı kaptı ve uçtu gitti. Kureyşliler aralarında şöyle ko­nuştular: «Şimdi Allah'ın bizim niyetimizi tasdik ettiğine inanabiliriz. Bize yardım edecek bir marangozumuz ve tahtalarımız var, Tanrrı bizi yılandan da kurtardı.»

Duvarların üstünden ilk taşı alan. Muhammed (s.a.v ) in büyük annesi Fatıma'nın erkek kardeşi MahzunVlu Ebu Vehb idi; fakat o taşı alır almaz, taş elinden kurtulup tek­rar eski yerine döndü. Bunun üzerine hepsi işe devam et­mekten korkarak Kabe'den kaçtılar. Daha sonra Manzumilerin reisi, o zaman hayatta olmayan Muğire'nin oğlu Ve lid kazmayı eline aldı ve şöyle dedi: «Ey Tanrım, korkma. Ey Tanrım biz iyilikten başka birşey istemiyoruz.» Daha sonra Yemen köşesi ile Hacerü'l-Esved'in arasındaki gü-ney-doğu duvarının bir kısmını yıktı; fakat diğerleri işe koyulmaktan çekindiler. «Bekleyelim ve görelim» dediler, *Eğer o helak olursa, Kabe'ye dokunmayalım, hatta onu eski haline çevirelim. Fakat eğer o çarpılmazsa, ki bu Allah işimizi onaylıyor demektir, onu sonuna kadar yıkalım » Gece hiçbir aksilik çıkmadı; Velid, sabah erkenden tek rar işe başladı, diğerleri de ona katıldılar. Tüm duvarlar. İbrahim'in attığı temellere kadar yıkılınca, yanyana dızık miş deve hörguçlerine benzer, büyük, yeşilimsi taşlar orta­ya çıktı. Bir adam taşlardan birini çekip çıkarmak için iki taşın arasına bir manivela koydu; fakat ilk hareketinde, tüm Mekke'yi sarsan ve depreme benzeyen bir sallantı ol du. Bunu, temelleri yıkmamaları için yapılan bir uyan işa­reti olarak kabul ettiler

Hacerü'l-Esved'in bulunduğu köşede süryanice bir ya­zı buldular. Onu, bir Yahudi okuyana dek ne olduğunu bilmeden sakladılar: -Ben Allah'ım ve Bekke'nin Rabbıyım. Bekke'yi. gökleri ve yeri yarattığım, Aya ve Güneşe şekil verdiğim ve Güneşin etrafına dokunulmaz olan yedi mele­ği yerleştirdiğim gün yarattım. O (Bekke), insanlarına su i. ve su ile yardım eden iki tepesi varoldukça varolmaya de­vam edecektir.» Bir parça yazı da İbrahim makamında Kabe'nin kapısı yanında İbrahim'in ayak izini taşıyan ka­yanın altında bulundu: «Mekke, Tanrı'nın kutsal evidir. Onun sürekliliği üç yönden gelir. Onun insanları onu ille kirletenler olmasın.»

Kureyşliler, binanın yüksekliğini arttırmak için. daha çok taş topladılar. Ayrı ayrı kabileler sırayla çalıştılar. Nihayet bina Hacerü'l-Esved'in konulacağı yüksekliğe gel­di. Bu şurada aralarında şiddetli bir tartışma çıktı. Çünkü hiçbiri Hacerûl-Esved'i duvara yerleştirme şerefini, diğer kabileye bırakmak istemiyordu. Bu tartışma bir kaç gün sürdü ve anlaşmazlık o denli büyüdü ki, taraflar savaşmaya hazırlandılar. O sırada yaşlı bir adam şöyle bir öneri ge­tirdi : «Ey Kureyşliler, tartıştığınız konuda sizi uzlaştıracak bir hakem seçin. Mescid'e girecek olan ilk adam bu konu­da hakem olsun.»[1] Kabe'nin çevresindeki alana Mescid, ya­ni secde edilen yer adı verilirdi. Çünkü Allah'ın Evine yönelerek O'na secde etme geleneği. İbrahim ve İsmail'den beri devam edegeliyordu. Yaşlı adamın tavsiyesine uyma ya karar verdiler. Mescid'e ilk giren kişi, belli bir süredir Mekke'de bulunmayan ve henüz dönen Muhammed (s.a.v.1 idi. Onun kapıdan görünmesiyle insanların yüzünde, mut­luluk ve sevinç ifadeleri belirdi. Daha da yaklaştığın­da memnuniyetle -dolu selamlamalar ve mırıldanma­lar topluluğu sardı. Bazıları: «O, el^Emin'dir» dediler. Bazı­ları: «Muhammed (s.a.v.) geldi, onun kararına uyanz* de­diler. Meseleyi ona anlattıklarında O, «Bana bir parça ku­maş getirin» dedi. Getirdiklerinde bezi yere yaydı, Ha-cerü'LEsved'i ortasına koydu. «Her kabile bezin bir ucun­dan tutsun» dedi. «Sonra hep birlikte onu kaldırın». Taşı yeteri kadar yerden yükselttiklerinde, onu aldı ve Kabe'­nin köşesine kendi elleriyle yerleştirdi ve böylece inşaat devam etti

--------------------------------------------------------------------------------

[1] IX 125.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 29.12.10, 10:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
15. İLK VAHİY


Otorite ve saygınlığının dışa vurmasından kısa bir sü­re sonra, Muhammed (s.a.v.) zaten bilincinde olduğu ruh­sal olayların yanısıra bazı güçlü içsel işaretler almaya baş­lamıştı. Bunların nasıl olduğu sorulduğunda onların, uy­kuda iken gelen «Şafağın söküşü gibi gerçek görüntüler»[1] olduğunu söylerdi. Bunların sonucunda tenha yerleri tercih etmeye başladı ve Mekke'nin üstündeki tepelerden birine, Hira dağındaki bir mağaraya, inzivaya çekilmeyi adet haline getirdi. Bu Kureyş geleneklerine yabancı ve ga­rip bir olay değildi. Çünkü inziva İsmail oğulları arasında gelenek haline gelmişti. Her nesilde, belirli bir süre insan­ların dünyasından el çekip yalnız kalmayı tercih eden bir­kaç kişi bulunurdu. Bu eski, fakat hâlâ uygulanan geleneğe uygun olarak Muhammed (s.a.v.), yanına biraz yiyecek alır ve birkaç geceyi Allah'a ibadetle geçirirdi. Daha sonra ailesine döner, tekrar yiyecek ve gerekli şeyleri alıp geri giderdi. Bu yıllarda arasıra, şehirden ayrılıp, mağa­raya yaklaştığında şöyle sesler duyardı: «Ey Allah'ın Rasu-ıü, sana selâm olsun»[2] Geriye dönüp kimin konuştuğunu araştırdığında ise kayalar ve ağaçlardan başka kimse göre­mezdi.

Ramazan, geleneksel inziva ay'ı idi. Kırk yaşında iken. Ramazan'm sonlarına doğru bir gece yalnızken ona insan

şeklinde bir Melek geldi. Melek ona «Oku!» dedi. O, «Ben okuma bilmem» deyince, kendi anlattığı şekliyle şunlar ol­du: Melek beni aldı ve dayanabileceğim son nok­taya kadar sıktı. Daha sonra beni bırakıp: «Oku!» dedi. Ben «okuma bilmemi» dedim, beni tekrar aldı ve sıktı ve tekrar takatimin son noktasında bırakıp, tekrar «Oku!» de­di, ben yine «Okuma bilmem» dedim. Beni üçüncü defa aynen sıktı ve bıraktığında şöyle dedi:

Yaratan Rabbinin adıyla oku

O, İnsanı bir kan pıhtısından yarattı.

Oku, senin Rabbİn en büyük kerem sahibidir;

Kİ O, kalemle (yazmayı) öğretendir,

insana bilmediğini Öğretti. (A'lak : 1-5)[3]

O, bu sözleri meleğin arkasından tekrarladı ve melek onu bırakıp gitti. Daha sonraları şöyle derdi: «Sanki keli­meler kalbime yazılmışta»[4]. Fakat O, kendisine şairlere oldu­ğu gibi bir cinin musallat olmasından korktu. Bu yüzden hemen mağarayı terketti, dağdan inerken yukarıdan bir sesin şöyle dediğini duydu: -Ey Muhammed, sen Allah'ın Rasulüsün, ben de Cebrailim». Gözlerini yukarı çevirdi, onu mağarada ziyarete gelen kimse ordaydı, fakat şimdi aslen melek şeklindeydi, tüm ufku kaplamıştı. Tekrar «Ey Muhammed, sen Allah'ın Rasulüsün, ben de Cebrail'im» dedi. Peygamber, meleğe bakmaya devam etti; daha sonra gözlerini ondan çrivirdi. Fakat nereye baksa Melek oraday­dı; doğu, batı, kuzey, güney tüm ufku kaplamıştı. Nihayet melek ondan ayrıldı, o da evine dönebildi. Hızlı hızlı çar­pan kalbiyle yatağına uzanıp Hatice'ye «Beni örtün[5] Beni| örtün!»[6] dedi. Birden telaşlanan Hatice ona hiçbir şey sor­madan bir örtü getirdi ve üzerine örttü. Korkusu biraz geçtiğinde Muhammed (s.a.v.), ona, gördüklerini ve duyanlattı; bunun Üzerine Hatice, yaşlı ve kör bir adam olan kuzeni Varaka'ya gitti ve olanları haber ver. di. O da: -Hay Mübarek» dedi, «Varaka'nın nefsine Hakim olana yemin ederim ki Muhammed'e, Musa'ya gelen Na­mus* gelmiştir. Muhammed halkının peygamberidir. Git onu teskin et.» Hatice eve döndü ve aynı sözleri Muham­med'e (s.a.v.) tekrarladı. Bunun üzerine Muhammed (s.a. v.), Tann'ya adadığı ibadet günlerini tamamlamak için gönlü rahat olarak mağaraya döndü, ibadetini bitirdikten sonra adeti üzere Kabe'ye gitti, tavafı tamamladı. Daha sonra Mescid'de oturanlar arasında gördüğü yaşlı ve kör Varaka'yı selamladı. Varaka ona: «Ey kardeşimin oğlu, bana gördüklerini ve duyduklarını anlat» dedi. Peygam­ber olanları anlatınca, Varaka ona da Hatice'ye söyledikle­rinin aynısını tekrarladı. Fakat bu kez şunları da ekledi: «Sana yalancı diyecekler, kötü davranacaklar, sana savaş açacaklar ve seni kovacaklar, ben o günleri görürsem Allah için sana yardım edeceğim»[7] Ona doğru eğildi ve alnından öptü. Peygamber daha sonra evine döndü.

Hatice ve Vuraka'nın ona güven vermesinden sonra kendisine olan güveni semadan gelen ikinci vahiyle iyice güçlendi ikinci vahyin nasıl geldiği kaynaklara kaydedil-, memiş, fakat Peygamber'e nasıl geldiği sorulduğunda, iki şekilde cev&bını vermişti: «Bazen o bana zil sesi gibi ge­liyordu, bu en zor ve ağır olanıydı; zil sesleri (çınlama­lar) mesajı anladığım anda kesiliyordu. Bazen de Melek bir insan şeklinde geliyor ve konuşuyor, ben de konuştuk­larını ezberliyordum[8]».

Bu ikinci vahiy bir tek harfle, daha sonra Kurandaki bir çok surenin başında yeralacak olan harflerden, ilkiyle başlıyordu. Harfin hemen arkasından ilâhî bir and geli­yordu. İlk vahiyde de Delirtilen Allah'ın insana Öğretme

aracı olan kalem üzerine yemin ediliyordu. Kalemden, so­rulduğunda Peygamber şöyle dedi: «Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdi. Kâğıdı yarattı ve kaleme 'Yaz!' diye emretti. Kalem «Ne yazayım?» cevabını verdi. Allah: «Kıyamete dek yarattıklarımla ilgili benim İlmimi yaz» dedi. Daha sonra kalem verilen emri yerine getirdi.»[9] Kaleme and iç­tikten sonra, bir de onun yazdıklarına and içiliyordu. Sema­da Meleklerin kâğıtlara yazdığı şeylerden biri de, daha sonra İndirilen vahiylerde Levh-i Mahfuz'da yazılı 'şerefi üstün bir Kur'an[10] ve kitabın anası (Ra'd: 39) olarak ge­çen, Kur'an'ra semavî arkitipidir. Yani ona da and içiliyor. Bu iki yemini teselli takip ediyor:

«Ntm. Kalemr ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyte bir deli değilsin. Gerçekten senin içtn ke­sintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.» (Kalem: A-4).

Bu ilk vahiyler geldikten sonra, belli bir sûre vahiy ke­sintiye uğradı. Peygamber, Hatice'nin sürekli teselli etme­sine rağmen göklerin gazabına sebep olmasından korkuyor­du. Sonunda bu sessizlik bitti ve onu temin edici bir vahiy geldi :

«Kuşluk vaktine andolsun, 'Karanlığı iyice çöktüğü» za­man geceye, Rabbin seni terketmedi ve darıtmadt da. Şüphe­siz senin için son olan, İlk olandan (ahiret, dünyadan) daha kaytrltdtr. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Sen bir yetim iken. seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken sent bulup da zengin etmedi mi? öyley­se, sakın yetimi üzüp-kahretme. isteyipdi Unem de azarla-ytp-çtktşma. Rabbinİn nimetini İse, durmakstzın anlat.» (Du­ka: 1-11}.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] B. 1,3

[2] II. 151.

[3] B. ı, 3

[4] 1.1 153.

[5] B.I 3

[6] İlahi Kanun ve Kutsal Yazıt anlamlarına gelen Yunancı Nomos kelimesi burada Vahyi getiren melekle özdeşleştiriliyor.

[7] J. I. 153-4

[8] B. I., 3.

[9] Tir. 44.

[10] İşte İslâm'ın dayanağını teşkil eden ilâhi vahiy, adını buradan alır. (Bürûc: 21-22)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 09:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
16. NAMAZ

Bu son cümleye uygun olarak. Peygamber artık Karı­sından sonra kendisine en yakın ve sevgili bulduğu kişile­re Melek ve Vahiy hakkında gördüklerini anlatmaya baş­ladı. Henüz onlardan hiçbir şey istemiyordu; istediği tek şey sırrını açığa çıkarmamalarıydı. Fakat bu durum uzun sürmedi. Bir gün Mekke'nin üzerindeki yükseklikte Ceb-"rail ona geldi ve topuğuyla tepenin yamacındaki cimliğe vurdu. Oradan hemen bir su fışkırmaya başladı. Daha son­ra namazdan önce kendisini nasıl temizleyeceğini Peygamber'e öğretmek için onun önünde abdest aidi. Peygamber de onu taklid etti. Sonra namazı nasıl kılacağını, kıyam, rüku, sücud ve teşehhüd miktarı oturmanın nasıl yapılacağını öğretti ve bunların aralarında Allahu Ekber Allah Büyük­tür denilecek zamanları, namaz bittikten sonra da Es-Se-lamü Aleyküm selam üzerinize olsun (meleklere) deme­si gerektiğini söyledi Peygamber yine onu taklid etti. Me­lek oradan ayrıldı, Peygamber de evine döndü. Döndüğünde öğrendiklerinin tümünü Haticeye'de öğretti ve birlikte namaz kıldılar.

Din artık abdest ve namaz esasları üzerine kurulmuş­tu. Hatice'den sonra bu esasları İlk uygulayanlar Ali Zeyd ve Peygamber'in yakın dostu Teym'li Ebu Bekr idi. Ali daha on yaşındaydı. Zeyd'in henüz Mekke'de hiçbir etkisi yok­tu. Fakat Ebu Bekr sevilen ve saygı duyulan bir kimsey­di, çünkü bilgili, anlayışlı ve yumuşak huylu bir adam­dı. Çoğu kimseler şu veya bu konuda danışmak İçin ona gelirlerdi Şimdi, O, güvenebileceği kimseleri Peygambere uymaları İçin yeni dine davet etmeye başlamıştı. Uyanla­rın çoğu yeni dine onun aracılığı ile girmişlerdi. Çafrıya ilk karşılık verenlerden biri Zühre kabilesinden Avf m oğ­lu Abdu'1-Amr «Peygamber'in annesinin uzaktan akrabası oluyordu-, diğeri ise Beni'l-Haris kabilesinden el-Cerrah'ın oğlu Ebu Ubeyde idi.

Bunlardan ilki olan Abdu'[1]-Amr ile birlikte daha Önce hiç olmayan bir olay adet haline geldi. Vahyin en göze çarpan özelliklerinden biri de, er-Bahman ve er-Rabim İla­hî isimleriydi. Rahim kelimesi, rahim kelimesinin yoğun şeklidir ve çok merhametli, sınırsız bağışlayıcı anlamına gelir. Bundan daha yoğun ve kapsamlı bir anlama sahip olan rahman kelimesinin tam karşılığı bulunmadığı kin çoğunlukla yanlış anlaşılmıştır. Vahiy, yeni dinin Allah'­ın yüceliğinde bir sığınak bulma ihtiyacı nedeniyle, bu iki kelimeye önem vermiştir. Er-Rahim'den (çok merha­metli) daha fazla merhamet ifade eden Er-Rahman kelime­si, rahmetin kökünü ve Ölümü ifade eder. Sınırsız lütuf ve ihsan anlamına gelen bu kelime Kur'an'da Allah'a eş tutu­lur. «Allah diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile ça­ğırırsanız; sonunda en güzel isimler Onundur.»[2]

Bu isim Peygamber için çok sevgili bir isimdi ve Abdu'l-Amr (Amr'ın kulu) ismi çok putperestçe, göründüğü İçin, yeni mü'mine Abd'ur-Rahman; Rahman'm kulu, sonsuz ba­ğışlayıcının kulu adını verdi. İsmi Abd'ur-Rahman'a çev­rilen sadece Avf'm oğlu değildi, daha pek çok kimseye bu ad verilmiştir.

İslam'a çağrıya ilk olumlu tepkileri gösterenler çoğun­lukla ikna yoluyla değil bir takım içsel motiflerle bu yola gelmişlerdir. Ebu Bekr uzun süreden beri Mekke'de rüya tabirindeki yeteneğiyle tanınırdı: Bir sabah Şems kabile­sinden güçlü bir adam olan Sa'.d tbn'u'1-As'm oğlu Halid ona beklenmedik bir ziyarette bulundu. Genç adamın yü­zü hala. kısa bir sûre önce korkunç bir iç tecrübe geçirmiş olmanın illeriyle doluydu. Aceleyle, gece önemli olduğunu sandığı, fakat anlayamadığı bir rüya gördüğünü anlattı. Rüyasında, dibi görünmeyecek kadar derin ve ateşler için-de bir çukurun hemen kenarında duruyor. Daha sonra ba­bası geliyor ve onu ateşe itmeye çalışıyor. Kenarda müca­dele ederken, korkusunun doruğa ulaştığı bir anda iki güçlü el onu, babasının tüm çabalarına rağmen çekip alı­yor. Geriye dönüp baktığında kurtarıcısının el-Emin, yani Abdullah'ın oğlu Muhammed olduğunu görüyor ve o şura­da uyanıyor. Rüyasını anlatmayı bitirdikten sonra Ebu Bekr ona: «Sana iyilikler temenni ederim- dedi. «Seni kur­taran bu adam Allah'ın elçisidir, o halde ona tabi ol -hem ona tabi olacaksın, hem de onun sayesinde İslam'a girecek­sin ve İslâm seni ateşten koruyacak.» Halid doğruca pey­gambere gitti, rüyasını anlattıktan sonra mesajının ne ol­duğunu ve ne yapması gerektiğini sordu. Peygamber ona ne yapacağını gösteıdi ve Halid ailesinden gizlice islâm'a girdi[3].

Bu sırada Suriye'den memleketine dönmekte olan Abd'-uş-Şenuli bir tüccar da, çölde bir gece şöyle bir sesle uyandu «Ey uyuyanlar, uyanın, çünkü Mekke'ye Ahmed geldi.»[4] Bu tüccar Ümeyye kabilesinden Affan'ın oğlu Os­man'dı, aynı *amft"rtft annesi tarafından, Abdu'l-Muttalib'-in inginrmHttn birinin. Peygamberin halası Uramü Hakim el- Beyza'nın da torunu oluyordu. Her ne kadar «gelmek--ten ne kastedildiğini bilmese ve çok yüceltilmiş anlamın­daki -Ahmed-in, «yüceltilmiş» anlamındaki Muhammed'in yerine kullanıldığım farketmese de, bu sözler onun ruhu­na işledi. Fakat Mekke'ye Varmadan, Teymli bir adamla, Ebu Bekir'in kuzenlerinden Talha ile karşılaştı. Talha, Kutsal Evin halkı arasından Ahmed'in meydana çıkıp çıkmadığını soran bir rahibin bulunduğu Busra'dan henüz dönüyordu. -Ahmed de kim?» diye sordu Talna. Rahip «Abdul-Muttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu» cevabını verdi. «Bu ay onun ortaya çakacağı ay; ve o peygamberlerin so­nuncusudur» dedi. Bu sözleri, kendi başından geçenleri anlatan Osmana da tekrarladı. Döndüklerinde Talha, Mu-hammed (s.a.v.)'in en yalan arkadaşı olan Ebu Bekr'e git­melerinin doğru olacağını söyledi. Bunun üzerine Ebu Bekr'e gittiler ve duyduklarını ona anlattılar: O da hemen onları, çölde duyduklarını ve rahibin söylediklerini anlat­maları için Peygamber'e götürdü. Başlarından geçenleri arılattıktan sonra inançlarını dile getirdiler.

İslam'a giren dördür cü kişi ise, imana gelme şekli ba­kımından bunlardan pek farklı olmayan Zühre'nin mütte­fiki (mevlası) Abdullah ibn Mes'ud idi. Bu konuda şöyle diyor: «O zamanlar henüz olgunluğa erişmiş bir gençtim ve ükbe ibn Ebi Muayt'ın sürülerini otlatıyordum. Bir gün Pey­gamber ve Ebu Bekr yakınımızdan geçiyordu. Peygamoer kendilerine verebilecek sütüm olup olmadığını sordu. Ben de sürülerin benim olmadığını, bana emanet edildikleri için onlara süt veremeyeceğimi söyledim. Peygamber: «Daha üzerinden bir koç geçmemiş, küçük bir kuzunuz var mı?» diye sordu. Bir tane olduğunu söyledim ve onu getirdim. Peygamber onu iple bağladıktan sonra eljerini kuzunun memelerine koydu ve dua etti. Bunun üzerine kuzunun memeleri sütle doldu, Ebu Bekr tas gibi ortası çukur bir kaya parçası getirdi, Peygamber kuzuyu sağdı ve hepimiz sütten içtik. Daha sonra memeye: 'Kürü* dedi, o da kuru­du»[5] Birkaç gün sonra Abdullah, Peygamber'e gitti ve İs­lâm'a girdi, bir süre sonra ondan yetmiş sure[6] öğrendi ve kendisine verilen bir lütufla onları ezberledi. Daha sonra

Kur'an kıraatçilerinin ileri gelen simalarından biri olmuş­tur.

Vahyin bir süre kesilmesi Peygamber[7] çok üzmüştü, fakat kalbi, henüz inzal olmayan bir ayette de belirtildiği gibi, İlâhi Kelâm'ı almanın yükü altında eziliyordu. «Şa­yet biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, par­ça parça görmüş olurdun.»[8]. Onu *beni örtün, beni örtün» demeye zorlayan ürperme yine zaman zaman geliyordu. Bir gece örtüsüne bürünmüş bir halde yatarken, inzivasını, da­ha sert ve önemli bir îlâhî Emir, insanları Kıyamet Günü ile uyarmasını isteyen bir'emir böldü: «Ey bürünüp, örtü­nen kalk (ve) bundan böyle uyarıp-korkut. Rabbini tekbır et (yücelt). Elbiseni de temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş .. Çünkü o boruya (sura) üfürüldügü zaman, işte o gün, ol­dukça zorlu bir gündür; kafirler içinse hiç kolay değildir-*. Bundan kısa bir süre sonra bir gece yine, kendisinden ve onu takip edenlerden beklenen namazı ve ona yüklenen büyük sorumluluğu vurgulayan emirlerle uyandırıldı:

«Ey örtüsüne bürünen, az bir kısmı hariç olmak üzere, gece-teyîn kalk; (Gecenin} yansı kadar. Ya da ondan da biraz eksilt. Ve­ya üzerine ilave et. Ve Kur'an't da belli bir düzen içinde (tertil üze­re) oku. Gerçek şu ki biz senin üzerne 'oldukça ağtr' bir söz {vahiy) bırakacağız (Müzzemmil: 1-5).

Yine aynı surede şöyle bir emir vardı: «Rabbinin ismi­ni zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O'na yö-nel (Allah) Doğunun ve Batının Rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut.» (Müzzem­mil: 8-9). Peygamber'i teskin ve teselli etmek için indirilen ve daha yumuşak tonda olan vahiyler de geliyordu. Bir seferinde, sadece onun görebildiği Melek şöyle dedi: «Hati­ce'ye Rabbin'in selâmını ilet» Peygamber (s.a.v.) Hatice'ye: «Ey Hatice, işte Cebrail sana Rabbinden selâm getj-riyor» dedi. Hatice şaşkınlıktan kurtulup konuşacak keli­me bulabildiğinde şöyle dedi.- «Allah Selâmdır, selâm da O'ndandır, selâm Cebrail'in üstüne olsun [9].

Yeni dine giren İlk mü'minler, Peygamber'e yöneltilen emirlerin kendilerini de içerdiğine kanaat getirdiler. Bu nedenle onlar da Peygamber gibi uzun gece ibadetleri ile meşgul oluyorlardı. Her zaman kıldıkları namaza gelince, artık sadece abdest almakla kalmıyor, üstlerini ve namaz kıldıkları yeri temiz tutuyorlardı. Aynı zamanda Kur'an "in inen tüm bölümlerini, namazda okuyabilmek için hemen ezberliyorlardı. Vahiy artık daha sık gelmeye başlamıştı. Vahiy geldiğinde Peygamber onu çevresindekilere aktarı­yor, daha sonra ağızdan ağıza okunup ezberleniyordu. Dünyevi şeylerin geçiciliği, ölüm, tekrar dirilme ve Hesap gününün kesin oluşu, Cennet ve Cehennem hakkında gittikçe daha çok âyet iniyordu. Fakat tüm bunların ötesinde en çok, Allah'ın yücelirine, tek oluşuna, Hak olduğuna, . Hikmet, Rahmet, Mağfiret, İhsan ve Kudretine dikkat çe­kiliyordu. Bunların yanısıra, açıkça Yaratıcılarının bir ol­duğuna işaret eden tabiat harikalarına ve evrendeki den­geye, O'nun âyetleri olarak değiniliyordu. Tabiattaki ahenk Tevhid'in çokluklar dünyasına aksetmesidir ve Kur'an bu ahenge insanın düşünce duyularını harekete geçiren bir tema olarak değinir.

Düşman olan inançsızların bulunmadığı yerlerde mü'­minler birbirlerine,' Cennet ehlinin selamı yla, Cebrail'in Peygamberi selamladığı şekilde selâm veriyorlardı: «Selâ-jnûn aleyküm (selam üzerinize olsun)», karşıdakinin cevabı .işe: «Ve aleykûm selâm (selâm sizin de üzerinize olsun)» oluyordu. Burada çoğul zamir (küm) kullanılması, selâm ı verilen kişinin iki yanında duran melekleri de selama da­hil etmek içindir. Şükür ve kutsama ile ilgili âyetler de onların yaşamımla ve hayat görüşlerinde önemli rol oynu­yordu. Kur'an şükür üzerinde çok duruyordu ve şükrünü1 ifade etmenin yolu ise: Hamd Alemlerin Babbi olan Allah'a­dır demekti. Bağlılık ve itaatin ifadesi ise "Rahman ve Ra­him olan Allah'ın adıyla" demek idi. Bu Kur'an'daki her su­renin ilk âyetiydi. Mü'minler de Peygamberden öğrendik­leri gibi her Kur'an okuyuşlarında besmele çekiyorlar[10]di. Genişleterek okudukları her şeyin başında ve da­ha sonra başlanan herşeyden önce besmeleyi okumayı adet haline getirdiler. Yeni din, kirli olan hiçbir şeyi kabul etmiyordu.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bak. Soy ağacı.
[2] isra: l10. Bundan sonra rahman ve rahim isimlerini karşı­larken, Arapçadaki gibi tek isim kullanmak için (esirgeyen ve bağışlayan kelimelerini kullanacağız. Belirlilik takısı ise (tha el) bu sıfatlara» Mutlak oluşuna delalet eder.
[3] I. S. IV/l, 68.
[4] I. S. m/l, 37.
[5] I. S. m/l, 107.
[6] Kur'an uzunlukları birbirine eşit olmayan 114 sureden mey­dana gelir. En uzun sure, 285, en kısa sure ise üç ayetten meydana gelmiştir.
[7] Haşn 21., Kur'anda, birinci şahıstan (Biz) üçüncü şahsa (Tfcnn, O) geçişler çok kullanılmıştır.
[8] Müddettir: 1-10
[9] I. H. 156.
[10] Sadece bir tek surenin (Tevbeî başında besmele yoktur. Fakat bu sure henüz o dönemde nazil olmamıştı.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
17. AİLENİ UYARIP KORKUT

Henüz açık olarak İslam'a bir çağn yapılmamıştı, fa­kat gün geçtikçe bu fedakar müminler ve abidler grubu­na kadın-erkek bir çok yeni genç katılıyordu. Daha önce bahsettiklerimizden başka İslam'a ilk girenler arasında Peygamber'in kuzenleri Cafer ve Zübeyr de vardı; bunları, daha başka kuzenler takip etti. Halası Umeyye'nin oğul­la ı, Abdullah İbn Cahş ile kardeşi ÜbeyduUah ve diğer halası Berre'nin oğlu Ebu Seleme de islam'a girdi. Annesi tararından iki kuzeni de, Zühre'lİ Ebu Vakkas'ın oğlu Sa'd ve onun küçük kardeşi Umeyr de yeni dine girenler ara­sındaydı. Fakat Peygamber'in dört amcasından hiç biri onun peşinden gelmeye yatkın görünmüyordu: Ebu Talib oğullan Cafer ve Ali'nin İslam'a girmesine karşı çıkma­mıştı. Fakat kendisinin, atalarının dinini terketmeye hazır olmadığım söylüyordu. İkisi de Peygamber'i kişisel olarak çok sevdiklerini gösterdikleri halde Abbas İslam'a girme konusunda kaçamak yapıyor, Hamza ise anlamaz görü­nüyordu. Fakat Ebu Leheb açıkça yeğeninin bir saptırıcı değilse bile, bir sapık olduğunu söylüyordu.

«(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp korkut-[1]ayeti geldikten sonra Peygamber (s.a.v.), Ali'yi çağırdı ve ona: «Allah bana en yakınlarımdan başlayıp ailemi ve akrabalarımı uyarmamı emretti. Fakat bu iş

nün gücümü asıyor. Bu yüzden bir yemek vereceğim. Bir koyun budundan yemek hazırla, bir maşrapa da süt bul ve tüm Beni Abdu'l-Muttalib'i bir araya topla. Böylece ben de bana verilen emri yerine getirebileyim.» Ali, kendisine söylenenleri yaptı, ne az ne fazla, ne söylendi ise onlan hazırladı ve Haşim Kabilesinin hemen hemen tümü, kırk adam geldiler. «Onlar bir araya geldiğinde» dedi Ali, «Pey­gamber bana hazırladığım yemeği getirmemi söyledi. Ta­baktan bir lokma et aldı, onu ısırdı ve tekrar tabağa koy­du ve «Allah'ın adıyla onu götür» dedi. Adamlar grup grup sırayla hepsi doyuncaya dek yediler. Fakat» dedi Ali, «ye­mekte hiç bir azalma yoktu, sadece insanların el değme­siyle parçalanmıştı. Hayatım üzerine yemin ederim ki eğer bir tek adam olsaydı, benim koyduğum yemekle ancak do-yardı. Daha sonra Peygamber: «Onlara içecek ver» dedi, ben de maşrapayı getirdim, herkes doyana dek içti. Hal­buki o kaptaki sütü bir tek kişi bitirebilirdi. Fakat Pey­gamber tam onlara hitap edecekken Ebu Leheb onun sözü­nü kesti ve: «Ev sahibiz sizi büyüledi» dedi. Bunun üze­rine onun konuşmasına fırsat kalmadan dağıldılar».

Ertesi gün Peygamber Ali'ye bir önceki gün yaptıkla­rının aynısını yapmasını söyledi. Ve yine bir önceki gibi yemek hazırlandı, her şey önceki gün gibiydi. Fakat bu kez Peygamber (s.a.v.), etkisini gösterip onlara hitap etme­yi basardı: «Ey Abdu'l-Muttalib oğullan,» dedi, «bu halka benimkinden daha soylu bir mesaj getiren hiç bir Arap tanımıyorum. Size hem bu dünya, hem de ahiret için kur­tuluş getiriyorum. Allah bana, sizi O'na çağırmamı emre­diyor. O halde içinizden kim bana bu konuda yardımcı olacak, benim vekilim, kardeşim ve varisim olacak?» Tüm kabile sessizlik içindeydi. Cafer ve Zeyd birşeyler söyleye­bilirlerdi; fakat onlar meselenin kendi Müslümanlıkları olmadığını ve bu meclisin diğerlerini İslâm'a çağırmak için. toplandığını düşünüyorlardı. Sessizlik bozulmayınca onüç yaşındaki Ali, kendisini konuşmak zorunda hissetti ve şöyle dedi: «Ey Allah'ın Basulû, ben senin yardımcın olacağım.» Peygamber elini Ali'nin ensesine koydu ve: «Bu.sizin aranızda benim vekilim, varisim ve kardeşimdir. Onu dinleyin ve ona itaat edin» dedi. Adamlar ayağa kalktılar ve gülerek Ebu Talib'e: «O, sana, oğlunu dinlemeni ve ona itaat etmeni emrediyor» dediler[2].

Peygamberin balalarından Safiye de oğlu Zübeyr gibi ona uymakta tereddüt etmedi, fakat onun beş kız kardeşi bir türlü karar veremediler. Erva'nın tutumu, onların hep­sinin bulunduğu durumu aydınlatacak niteliktedir: «Ben diğer kız kardeşlerimin ne yapacaklarını bekliyorum» der-al. Diğer taraftan yengesi, kararsız olan Abbas'ın karısı Ümmü'1-Fadl, Hatice'den sonra İslam'a giren ilk kadındı. Daha sonra üç kız kardeşini de Peygambere getirmeyi ba­şarabilmiştir, -öz kardeşi Meymune ve üvey kardeşleri Selma ile Esma.- Cafer, Ümmü'l-FadTın evinde büyü­müştü ve kısa bir süre önce evlendiği Esma'yı bu evde ta­nımış ve sevmişti. Hamza da onun kardeşi Selma ile ev­lenmişti, islam çağrışma ilk icabet edenlerden biri de Um­mû Eymen idi. Peygamber onun hakkında şöyle derdi: «Cennet enimden biriyle evlenmek isteyen Ummü Eymen-' le evlensin»[3]. Bu sözleri, Zeyd'i çok etkilemişti. Ummû Ey­men Zeyd'den çok yaşlı idi, fakat Zeyd için bunun bir önemi yoktu. Bu nedenle Peygamber'e kararını açıkladı; o da Ummû Eymen'i kolayca bu evliliğe razı etti. " Ummû Eymen Zeyd'e bir erkek, çocuğu verdi ve adını Üsame koydular. Usame, kendisini çok seven Peygamberin yanında onun torunu imiş gibi yetişti.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şuara=2l4.
[2] .Tab 1171
[3] I. S. VIII, 162.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
18. KUREYŞ KARŞI ÇIKIYOR

İslam'ın ilk günlerinde, Peygamberin etrafındakiler sık sık gruplar halinde Mekke'nin dışındaki derelere gider ve kimseye görünmeden cemaatla namaz kılarlardı. Fakgt bir gün bir kaç putperest onlar namaz kılarken yanlarına geldiler ve alay etmeye başladılar. Sonunda karşılıklı ça­tışma başladı ve Zühre kabilesinden. Sa'd kafirlerden bi­rine bir devenin kaburgası ile vurdu ve onu yaraladı. Bu İslam'da ilk kan dökme idi. Fakat o günden sonra, Allah aksini emredinceye dek şiddetten kaçınmaya karar verdı-'fcr. Çünkü Vahv sürekli olarak Peygamber'e. dolayısıyle onlara sabrı tavsiye ediyordu: «Onların demftlrine karşı şefi sabret ve onlardan güzel kopma (düşünce ve eylem ba-. lamından köklü bir tutum) ile kopup ayrıl» (Müzzemmil: 10). ve «Sen şimdi o küfretmekte olanlara bir mühlet ver, kendilerine az bir süre tanı.» (Müzemmil: 10)

Bu şiddet eylemi iki taraf için de bir istisna teşkil edi­yordu. Çünkü Kureyş'in tümü, Peygamber (s.a.v.) onu açık­ça tebliğ ettikten sonra bile, yeni dine hoşgörü gösteri­yordu. Bu hoşgörü, yeni dinin kendi tanrılarına, ilkelerine ve kökleşmiş geleneklerine karşı çıktığını farketm eleri ne dek devam etti. Bunun farkına vanr varmaz,~bir grup ileri gelen adam Ebu Talib'e gitti ve onun yeğeninin etkinlikle­rini sınırlaması gerektiğini söylediler. Ebu Talib onlara ya­tıştırıcı bir cevap verdi; fakat onun hiçbir şey yapmadığı­nı görünce tekrar ona geldiler ve şöyle dediler: «Ey Ebu Talib, sen aramızda en şerefli ve en yüce konuma sahip olansın ve biz senden kardeşinin oğlunu kontrol altında tutmanı istedik, fakat sen böyle yapmadın. Tanrıya andol-sun ki, babalarımızın hor görülmesine, tanrılarımızla alay edilmesine ve tanrılarımıza küfredilmesine dayanamayız. Ya onu engelle, ya da biz her ikinize de savaş açalım.» Ebu Talib büyük bir üzüntü içinde yeğenine haber gönderdi. Geldiğinde ona kendisini tehdit ettiklerini söyledi ve: -Ey kardeşimin oğlu, kendini ve beni koru. Benim üstüme taşı­yabileceğimden fazla yük yükleme» dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: «Allah'a andolsun ki, benim bu yolu bırakmam için Güneşi sağ elime, Ay'ı da sol eli­me verseler, Allah dinini zafere ulaştırmadıkça veya ben bu yolda harap olmadıkça bırakmam» (IX 168). Daha sonra gözlerinde üzüntü belirtileriyle gitmek üzere ayağa kalktı, fakat amcası onu. geriye çağırdı ve şöyle dedi: «Ey karde­şimin oğlu, git ve istediğini yap, çünkü Tanrı'ya andolsun ki seni hiçbir konuda yüzüstü bırakmayacağım.»

Sözlerinin Ebu Talib tarafından yerine getirilmediğini görmelerine rağmen, Kureyşliler yine de onun yeğenine doğrudan saldırmakta tereddüt ettiler. Çünkü kabilesinin şefi olarak Ebu Talib, onu koruyabilecek güçteydi ve Mek­ke'deki her şef, kendi adına şeflik kurumuna saygılı olun­masını isterdi. Bu yüzden, ilk olarak Mekke'de hiçbir ko­ruyucusu bulunmayan ve yeni dine giren zayıf kişilerle uğ­raşmaya karar verdiler.

O günlerde, birlikte meselenin özünü tesbit etmek için bir dayanışma kurulu oluşturdular. Durum çok ciddiydi, Hac zamanına kısa bir süre kalmıştı vo Arabistan'ın her ta­rafından Araplar Mekke'ye geleceklerdi. Kureygliler konuk­severlikleri İle meşhurdular. Onlar konuklarına sadece yi­yecek ve içecek sağlama bakımından değil, her geleni tan-nlanyla birlikte kabul ettikleri için konukseverdiler. Fa­kat bu yıl hacılar, Muhammed (s.a.v.) ve taraftarlarının, putları horgördüğünü farkedecekler ve babalarının dinini, bırakıp bir çok dezavantajlara sebep olacak yeni dine gir­meye çağrılacaklardı. Şüphesiz onların bir çoğu bir daha Mekke'ye gelmeyecekler, bu da hem ticareti hem de Mescid'in koruyucularının şerefini ve haysiyetini kötü duruma sokacaktı. En kötü ihtimal ise Arablann birleşerek Kureyş-lileri Kutsal Mescid'den çıkarmaları ve orayı başka bir ka­bilenin kontrolüne vermeleriydi, aynen Kureyş'in Huzaa'h-ları, Huzaa'lılarm da Cürhümileri kovmaları gibi. O halde Mekke'ye gelen Arab'lara, Muhammed'in (s.a.v.) Kureyş'i temsil etmediği iletilmeliydi. Fakat onun Peygamber oldu­ğunu yalanlamak kolay olsa da, bu, insanları onun konuş­malarını dinlemeye dolaylı bir teşvikten öte gitmiyordu. Çünkü onlar da merak edip kendileri karar vermek iste­yeceklerdi. Bunun yanısıra onlara söylenecek başka şeyler de olmalıydı; işte onların zaafı buradaydı. Bazıları onun için mecnun (deli) demeyi uygun buldu. Bazılarına göre ise o bir kahin, bir şair veya bir büyücü olmalıydı. Bu sı­fatlardan hangisinin hacıları daha çok etkileyip ikna ede­ceği konusunda, kabilenin en etkili adamı olan Muğirenin oğlu Velid'e danıştılar. Velid, bu sıfatların hedeften uzak olduğunu söyledi. Fakat ikinci bir kez düşündüğünde söz konusu adamın gerçekte bir büyücü olmasa da, büyücü­lerle ortak bir noktası olduğuna karar verdi. O bir adamı, babasından, kardeşlerinden, karısından veya genelde tüm ailesinden ayırma gücüne sahipti. Bu yüzden Velid onlara Muhammed (s.a.v.) 'in kaçınılması gereken bir büyü gücü­ne sahip olduğu fikrinin ortak hücum alanı olması gerek­tiğini söyledi. Bu tavsiyeye uymaya karar veren Kureyş-liler, Mekke'ye ulaşan tüm yollan kesip, yolcuları bu ko­nuda uyarmaya da karar verdiler. Çünkü onlar Muham­med (s.a.v.) "in insan kazanmada ne denli başarılı olduğu­nu biliyorlardı. Bu tür vaazlar vermeye başlamadan önce O. Mekke'nin en sevilen adamı değil miydi? Ne dili bela­gatını, ne de görünüşünün etkileyiciliğini kaybetmemişti.

Plânları titiz bir şekilde uyguladılar. Sadece bir özel durumda başlangıçta yanlışa düştüler. Beni Gıfar kabi­lesinden Ebu Zer adındaki bir adam -bu kabile Mekke'nin kuzey batısında, Kızıl Deniz yakınlarında yerleşiktir- Pey­gamber (s.a.v.) ve ona karşı çıkanlar hakkında çok şeyler duymuştu. Kabilesindeki diğer insanlar gibi, Ebu Zer de bir eşkiya idi; fakat onların aksine Tann'nın birliğine ina­nıyor ve putlara saygı beslemeye karşı çıkıyordu. Kardeşi Üneys bir iş için Mekke'ye gitmiş ve dönüşünde Ebu Zer'e Mekke'de peygamber olduğunu iddia eden ve Allah'tan başka Tanrı yoktur, diyen bir adamın varlığından ve onun kabilesi tarafından dışlandığından bahsetmişti. Orada ger­çek bir peygamberin varolduğuna inanan Ebu Zer hemen Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekke'ye girişte yolunu kesen Kureyşliler onun tüm öğrenmek istediklerini, sormasına gerek kalmadan anlattılar. Ebu Zer zorluk çekmeden Peygamber'in evini buldu. Peygamber o sırada avlunun bir köşesinde yüzünü Örtüsüyle örtmüş bir halde, bir şilte üze­rinde uyuyordu. Ebu Zer onu uyandırdı ve selam verdi,

-Selam üzerine olsun» dedi Peygamber. Ebu Zer, «Sözle­rini bana oku» dedi. Peygamber: «Ben şair değilim benim okuduğum şey Kur'an'dır ve konuşan ben değilim, Allah konuşuyor» dedi. Ebu Zer: O halde benim için oku» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona bjr sure okudu, bunun üzerine Ebu Zer; «Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muham-med (s.a.v)'in O'nun rasulü olduğuna şehadet ederim» de­di. Peygamber «Hangi kabiledensin?» diye sordu, adamın cevabı üzerine şaşkınlık içinde onu süzdü ve: «Şüphesiz Allah kimi dilerse, hidayete ulaştırır- dedi[1]. Beni Gıfar kabilesinin hemen hemen tümünün hırsız olduğu biliniyor, du. Ona Islâml emirleri öğrettikten sonra, Peygamber (s.a. v.), halkının yanına dönmesini ve emirlerini bekleme­sini söyledi. Bu yüzden O, Beni Gıfar'a döndü ve onun ara­cılığı ile çoğu kişi İslâm'a girdi. O sırada Ebu Zer eski Mes­leğine devam ediyordu, fakat bu kez Kureyş kervanları­na özel bir ilgi gösteriyordu. Bir kervanın yolunu kestiğin­de, eğer kervan dakiler Allah'ın birliğini ve Muhammed (s.a.v.)'in O'nun Rasulü olduğunu kabul ederlerse, aldığı malları geri veriyordu.

Başka bir karşılaşma ise. Gıfar gibi batıda yerleşen bir başka kabilenin, Beni Devs'in İslâm'a girmesine neden oldu. Devs'li bir adam olan Tufeyl daha sonraları, Mekke'ye vardığında büyücü Muhammed'le konuşmaması ve onu ailesinden ve halkından ayrılabileceğinden dolayı hiç dinle­memesi için nasıl uyarıldığını anlatır. Kureyş bu uya­rılara çok önem veriyor ve yolcuları çok etkiliyordu. Tu­feyl büyülenmekten o denli korkmuştu ki Mescid'e gitme­den önce kulaklarına pamuk tıkamıştı. Peygamber (s.av.) oradaydı, adeti olduğu üzere Yemen köşesi ile Hacerü'1-Esved arasında, yüzü Kudüs yönüne çevrili ve Kabe'nin gü-ney-doğu duvarı hemen önüne gelecek şekilde namaz için yerini almıştı. «Okuduğu Kur'an âyetleri o kadar yüksek tonda değildi, fakat buna rağmen ayetlerden bir kısmını bana işittirdi, duyduğum şeyler çok güzeldi. Bu yüzden kendi kendime şöyle dedim: Ben sağduyulu bir adamım ve şairim, yanlış ile doğruyu ayıramayacak kadar cahil de de­ğilim. O halde neden bu adamın söylediklerini işitmemeli-yim? Eğer doğruysa kabul ederim, yanlışsa bırakırım. Pey­gamber (s.a.v.) oradan ayrılana dek bekledim ve giderken onu takip ettim. Tam evine girdiği sırada hemen arkasın­dan, ben de girdim ve: «Ey Muhammed (s.a.v.) senin kabilendeki adamlar bana böyle böyle dediler, ben de o kadar korktum ki senin sözlerini duymamak için kulağıma pa­muk üfledım. Fakat imkansız olduğu halde Tanrı bana se­nin sözlerini işittirdi. O halde kim olduğunu bana söyle dedin.»

Peygamber (s.a.v) ona İslam'ı anlattı ve Kur'an okudu; Tufeyl de kelime-i şehadet getirdi. Daha sonra İslâm'ı teb­liğ etmek için halkının yanma döndü. Babası ve karısı İs­lam'a girdiler, fakat geri kalan Devs'liler küfürde ısrar ettiler. O da Mekke'ye büyük düş kırıklığı içinde döndü ve Peygamber'den onlara beddua etmesini istedi. Fakat bunun yerine Peygamber onların doğru yolu bulmaları için dua etti ve Tufeyl'e şöyle dedi: «Halkının yanına dön, Onları İslam'a çağır ve onlara tatlılıkla muamele et.»[2]. Tufeyl bu tavsiyelere harfiyen uydu ve yıllar geçtikçe daha çok Devs'li aile İslâm'a girdi.

Peygamberce karşılaşmadan önce Tufeyl, sadece onun düşmanlarına rastlamışti; fakat diğer hacılar, kendilerine düşmanlarınkinden çok farklı bir hikâye anlatan Peygam­ber s.a.v.) taraftarlarıyla karşılaştılar ve her biri yaratı­lışının gereği olarak inandı. Tüm bunların sonucunda, Ara­bistan'ın her yerinde iyi veya kötü olarak yeni.dinden bah­sediliyordu. Fakat yeni din hiç bir yerde Yesrib vadisinde­ki kadar yaygın bir konuşma teması haline gelmemişti.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] t S. IV, 164.
[2] I.1.252-1.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
19. EVS VE HAZREÇ

Evs ve Hazrec kabileleri kendileriyle birlikte Yesrib'de yaşayan bazı yahudi kabileleriyle müttefiktiler. Fakat ara­larındaki ilişki çoğunlukla kötü duygularla örülmüştü. Bu­nun nedeni ise tek tanrıcı Yahudilerin, Allah'ın seçilmiş kullan olarak, çok tanrıcı Araplara güçlerinden dolayı saygı duymalarına rağmen bir kıskançlık beslemeleriydi. Yahudiler sıkıntıya düştüklerinde ise şöyle diyorlardı «Gönderilecek olan Peygamberin zamanı şimdidir. O bize geldiğinde biz sizi, Ad ve irem1 kavimlerinin yerle bir edil­mesi gibi yok edeceğiz» Yahudi alimleri ve kâhinler, Peygamber'in nereye geleceğini soranlara çoğunlukla Mekke ile aynı yönde olan Yemen tarafını işaret ederlerdi. Bu ne­denle Yesribliler, Mekke'de Peygamber olduğunu iddia eden bir adamın varolduğunu duyunca dikkat kesildiler; getirdiği mesajın özelliklerini duyduklarında ise daha çok ilgi duydular, çünkü onlar eskiden beri tek tanrıcı akide­ye aşinaydılar. Yahudiler, onlarla daha iyi geçindikleri za­manlarda, onlara Tann'nin birliğini ve insanın esas amacı­nın [1]» olduğunu anlatırlar ve birlikte bu konuyu tartışır­lardı, öldükten sonra dirilme fikri çoktanrıcı putperestler için kabul edilmesi zor bir konuydu. Bir keresinde Yahudi alimlerinden biri bu konuyla İlgili olarak güneyi işaret ederek, orada tekrar diriliş gerçeğini tasdik edip ispatlayacak bir peygamberin geleceğini söylemişti.

Arapların Mekke'den gelecek olan haberlere bu kadar dikkat etmeleri, dolaylı olarak, Îbnu'l-Heyyebân adında Su­riye'den Yesrib'e göçmüş ve yağmur sularıyla vadiyi bir­kaç kez kuraklıktan kurtarmış olan bir Yahudi'den kay­naklanıyordu. Bu dindar adam, Peygamber (s.a.v.)'e ilk Vahy'in geldiği sıralarda Öldü. Öleceğini anlayınca etra­fındakilere şöyle dedi: -Ey Yahudiler, beni ekmek ve şa­rabın bol olduğu bir ülkeden açlık ve zorluk çekilen bu ül­keye getiren sebebi bir düşünün?» «Sen daha iyi bilirsin-dediler. «Bu ülkeye, gelmesi yakın olan Peygamber'i karşı­lamak için geldim. O bu ülkeye hicret edecek. Benim yaşa­mım süresinde gönderileceğini ve benim de ona tabi ola­cağımı ümit ediyordum. Onun size gelmesi yakındır»[2] ce­vabını verdi. Bu sözler bazı Yahudi gençlerini çok etkile­di ve Peygamber (s.a.v.) geldiğinde, Yahudi olmamasına rağmen onu kabul etmelerini sağladı.

Fakat genelde, Araplar adamı tasdik ederken getirdi­ği mesajı kabul etmiyor, yahudiler ise mesajı kabul ediyor, ancak yanlış adam olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü Allah seçilmiş milletten olmayan birini nasıl Peygamber gönderebilirdi? Bununla birlikte hacılar Peygamberle ileili haberleri Yesrib'e ulaştırdığında, yahudiler kendilerinden olmamasına rağmen bu haberlere ilgi duyuyor ve daha ay-nntılı bilgi istiyorlardı. Yesrib Arapları bu ilgiyi farkettik-lerinde ve yahudi alimlerinin ilgisinin daha çok mesajın monoteist olması üzerinde yoğunlaştığını gördüklerinde, bu haberleri taşıyanlar gibi onlar da etkilenmekten kendileri­ni alıkoyamadılar.

.Bunların yanısıra Hazreçliler, şimdi bir Peygamber ol­duğunu iddia eden ve daha önce çocukken annesiyle, son­raları da Suriye'ye giderken bir çok kez Yesrib'e uğramış, olan bu adamla aralarında güçlü kan bağı olduğunun far­kındaydılar. Evs'e gelince, onların ileri gelenlerinden biri, Ebu Kays, Hatice ve Varaka'nm halası olan bir Mekke'li İle evlenmişti. Ebu Kays çoğunlukla Mekke'de, karısının ailesiyle birlikte kalıyor ve Varaka'nm yeni Peygamber'le ilgili görüşüne katılıyordu.

Hacılar ve Mekke'yi ziyaret edenlerin getirdiği haber­lerle desteklenen tüm bu faktörler, vadi halkı üzerinde et­kisini göstermeye başladı. Fakat o an için asıl önemli olan kendi iç sorunlarıydı. Bir Evs'li ve bir Hazreç'li arasında kan dökülmesiyle biten çatışma, iki kabileden de bir çok boyun savaşa girmesine sebep oldu. Hatta yahudiler bile bir tarafla müttefik oldular. Üç çatışma olmuştu, fakat bu çatışmalar engelleyici olmaktan çok insanların kin ve 6c-alma duygularını kabartmıştı. Diğerlerinden daha buyuk dördüncü bir çatışma kaçınılmaz görünüyordu. Bu neden­le Evs'in ileri gelenleri Mekke'ye, Kureyşlüerden Hazrec'e karşı yardım istemek üzere bir delege göndermeye karar verdiler»

Delegeler, Kureyş'ten cevap beklerken Peygamber (s a.v.) onların yanlarına gitti ve geldikleri şeyden daha gu-zel ve iyisini isteyip istemediklerini sordu. Bu daha iyinin ne olabileceğini sordular; o da görevinden ve tebliğ etmek­le yükümlü olduğu dinden bahsetti. Daha sonra onlara Kur'an'dan bir bölüm okudu. Bitirdiğinde Muaz'ın oğlu îyas şöyle dedi: «Arkadaşlar, bu bizim geldiğimiz şeyden r?aha iyidir». Fakat delegenin lideri yerden bir avuç toprak al;* i ve gencin yüzüne atarak: «öyleyse, o senin olsun, ha­yatıma yemin ederim ki biz bundan başka bir şey için geldik.» dedi. lyas sesini çıkarmadı ve Peygamber ts.a.v.) onların yanından ayrıldı. Kureyş onlann yardım isteklerin ı geri çevirdi, onlar da Medine'ye döndüler. Bundan kısa bir süre sonra îyas öldü, ölümünde yanında olanlar onun Ölene kadar Allah'ın birliğine şehadet getirdiğini söyledi­ler. Bu nedenle, O, islâm'a giren ilk Yesrib'li olarak sayıla­bilir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ad ve İrem, kendilerine gönderilen peygamberlere uymayı reddettikleri için aniden helak olan Eski arap kavimleridir.
[2] I.I. 136.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
20. EBU CEHİL VE HAMZA

Mekke'de mü'minlerin sayısındaki artış, beraberinde kâfirlerin düşmanlığındaki artışı da getirdi. Bir gün Ku-reyş ululan Hicr'de toplanmış, Peygamber'e karşı birbirle­rinin kızgınlıklarını alevlendiriyordu.' Tam o sırada Pey­gamber (s.a.v.) Mescid'e girdi. Kâ'be'nin doğu köşesine giderek, Hacerü'l-Esved'i öptü ve tavafa başladı. O Hicr'in yanından geçerken, Hicr*dekiler onun aleyhine söyledikleri şeyleri daha yüksek sesle söylüyorlardı. Peygamber'in on­ları işittiği yüzünden belli oluyordu. Hicr'in yanından ikin­ci kez geçti, onlar tekrar hakaret ettiler. Fakat üçüncü kez geçişinde onların önünde durdu ve: «Ey Kureyş, beni işi­tiyor musunuz? Nefsim elinde olana yemin ederim ki size katliam gelecek»[1] Bu sözler ve onların söyleniş şekli onları sanki büyülemişti. İçlerinden hiçbiri ne hakaret edebildi, ne de konuşabildi. Sonunda içlerinde en sinirli ve sert ya­pılı olanı, büyük bir nezaket içinde: «Ey Bbul-Kasun, yolu­na git, çünkü Tanrı'ya andolsun sen cahil bir aptal değil­sin» diyerek sessizliği bozdu. Fakat herkesin sessiz kaldığı bu süre uzun sürmedi. Çünkü orada bulunanlar bu denli korktukları için kendilerini suçlamaya başladılar ve şim­diki zayıflıklarını gelecekte tamir edeceklerine yemin etti­ler.

İslam'ın en kötü düşmanlarından biri, ailesi ve arka-daşları arasında Ebul-Hakem diye anılan mü'minlerinse

adını Ebu Cehil (cehaletin babası) koydukları Mahzum ka­bilesinden. Amr idi. Muffire'nin tonmu, o zaman Mahzumj- basında bulunan yaşlı Velid'in de yeğeni oluyordu Cehil amcasından sonra onun yerini, alacağından temindi. Kendisi için şimdiden Mekke'de belirli bir konum sağlamıştı. Bu konum hem zenginlimi, hem konukseverlik hem de kendisine karşı çıkanlardan öç alma konusunda gösterdiği sertlik ve acelecilikten kaynaklanıyordu. O ge­çen hac döneminde hacıları Peygamber (s.a.v.)'e karşı uyarmak için çalışanların en usanmazı ve Peygamber [2]s.a. büyücü diye adlandıranların en bagırgam idi. Kendi klanmdaki çaresiz mü'minlere karşı acımasızlıkta ve diğer klanları da aynı şeyi yapmaya teşvik etmekte çok etkindi. Fakat birgün, kendisine rağmen, yeni dine büyük bir hiz­mette bulundu.

Peygamber (s.a.v.), Mescid'in dışında Safa kapısı ya­kınında oturuyordu. Hacılar kapıya yakın olan Safa tepe­sinden başlayan ve 450 yarda kuzeydeki Merve tepesinde biten yedi kez gidip gelme farzına bu kapıdan başladıkla­rı için kapıya Safa kapısı adı verilmiştir. Safa'nm etekle­rindeki bir kaya parçası bu ibadetin başlangıç yerini işa­ret eder. Ebu Cebir yanından geçtiğinde Peygamber (s.a. s.) bu kutsal yerde tek başına oturuyordu. Mahzumlunun bir önceki seferde korkmadığını göstermek için bir fırsat çıkmıştı; Peygamber'in önünde durarak ağzına gelen tüm küfürleri ona karşı söyledi. Peygamber sadece ona baktı, fakat hiçbir şey söylemedi. Sonunda yapabileceği tüm ha­karetleri bitirdikten sonra Ebu Cehil, Hicr'de toplanmış olan diger Kureyşlilere katılmak üzere Mescid'e girdi. Pey­gamber üzüntüyle ayağa kalktı ve evine döndü.

O gittikten hemen sonra, yayı boynunda asılı bir hal­de avdan dönen Hamza karşıdan gözüktü. Avdan döndük­ten sonra, ailesinin yanma gitmeden önce Kâ'be'yi ziyaret etmek onun adetiydi. Onun yaklaştığım görünce, Safa ka­pısına yakın olan evinden bir kadın çıktı ve onu durdur­du. Bu kadın, şimdi hayatta olmayan ve yirmi yıl kadar önce Haf'ul-Fadûtu kuranlardan biri olan Teym kabilesınin şefi Abdullah İbn Cu'dan'm azathlarındandı. Cud'an ailesi, Ebu Bekir'in kuzenleri oluyordu, Peygamber (s.a.v.)'e ve dinine bağlı olan bu kadın Ebu Cehil'in hakaretlerini duymuş ve çok sinirlenmişti. Hz. Hamza'ya: «Ebu Umare-, dedi, Hişam'ın oğlu Ebu'l-Hakem'in kardeşinin oğlu Muhammed'e nasıl davrandığım bir görseydin, O burada oturur­ken geldi ve- ona hakaret etti, onunla alay etti. Daha son­ra cekiü etti -Nereye gittiğini belirtmek için Ka'be'ye doğ­ru işaret etti- -Muhammed ise bir tek kelime bile söyleme­di». Hamza, yumuşak huylu ve anlaşılması kolay bir insan­dı. Bununla birlikte O, Kureyş'in en cesuru İdi, kızdırıldı-ğında ise en başeğmez ve en sert adamı olurdu. Şu anda onun güçlü yapısı kızgınlıktan sarsılıyordu. Onun bu kız­gınlığı ruhundan bazı şeyleri kaldırdı, özgürlüğe kavuştur­du, ruhunda daha önce varolan bazı şeylerin tamamlan­masını sağladı. Kâ'be'ye giren Hamza doğruca Ebu Cehil' in yanına gitti, yanında ayakta durarak elindeki yayı tüm gücüyle arkasına indirdi. «Ona hakaret edecek misin?- de­di, «Ben de onun dinindenim, onun iddia ettiklerinin hep­sini onaylıyorum. Eğer karşı çıkmaya gücün varsa bana karşı çık.» Ebu Cehil korkak değildi, fakat bu kez mesele­nin kapanmasının daha İyi olacağını düşünüyordu. Bu yüz. den ona yardım etmek için yerlerinden kalkan Mahzum ile­re oturmalarını işaret etti ve şöyle dedi: «Bırakın, Ebu Umare istediğini yapsın, çünkü Tanrıya andolsun onun kardeşinin oğluna çirkince küfür ettim.»

--------------------------------------------------------------------------------

[1] I.I. 183.
[2] Umare, Hamza'nın kızıydı. Araplar arasında bir birine hi­tap etmenin en kibar yolu erkeklere -şunun babası lEbu)-kadınlara da «bunun annesi (Ümmü)» diye hitap etmektir.


En son muhammedi tarafından 01.02.11, 10:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
21. KUREYŞ'İN TEKLİFLERİ VE İSTEKLERİ

O günden sonra Hz. Hamza teslim oluşunu korudu ve Peygamber'in tüm isteklerine uydu. Onun İslâm'a girmesi Kureyş'i çok etkiledi; artık Peygamber'e, Hamza'nın koruya­cağım düşünerek, direkt saldırılarda bulunamıyorlardı. Di­ğer taraftan, bu beklenmedik olay onların meselenin asıl Önemini daha iyi kavramalarını sağladı ve kendilerine gö­re Araplar arasındaki yüksek konumlarına zarar verecek olan bu gelişmeyi önlemek ve durdurmak için yeni çözüm­ler arama çabalarını da artırdı. Bu tehlikeyi düşünerek taktik değiştirmeye ve Abdu'ş-Şems'in ileri gelenlerinden Utbe İbn Rebia'nın mecliste yaptığı öneriyi kabul etmeye karar verdiler. Utbe: «Niçin Muhammed (s.a.v.)'e gidip ka­bul edeceği bazı tekliflerde bulunmuyoruz?» dedi. «Kabul ettiklerini, bizi rahat bırakması karşılığında veririz.» Pey­gamber (s.a.v.)'in Kâ'be yalanında yalnız başına oturduğu haberi geldi. Utbe hemen meclisten ayrıldı ve Mescid'e git­ti. O bu görevi, Haşim'in kardeşi Abdu'ş-Şems'in torunu olduğu için üstlenmişti. Kusay'ın oğlu Abdu'l Menaf'tan sonra iki oğlu Abdu'ş-Şems ve Haşim kabileleri birbirinden ayrılmış iseler de, farklılıkları büyük atalarının ortak olu­şuyla kapatılabilirdi. Bunların yanısıra Utbe, Kureyş için­de en az şiddet taraftan olan ve daha çok uzlaşmacı ka­raktere sahip bir adamdı; aynı zaman da çok da akıllıydı"

Peygamber'e: -Ey kardeşimin oğlu,» dedi, «Sen, bildı-ğin gibi kabilenin soylulanndansm ve senin soyun sana

şerefli bir konum sağlıyor. Fakat sen halkına ciddi ve teh­likeli bir mesele getirdin, bununla onların topluluğunu birbirinden ayırıyor, onların yaşam tarzının saçma oldu­ğunu söylüyor, dinlerini ve tanrılarını küçümsüyorsun ve onların atalarına kafir diyorsun. Şimdi benim önerdikleri­mi dinle, sana uygun olanı kabul et. Eğer istediğin zengin-Ukse, mallarımızı birleştirir seni aramızda en zengin kim­se yaparız. Eğer istediğin şerefse, seni liderimiz yaparız ve senin sözünden hiç çıkmayız. Ve eğer kıral olmak istiyor­san seni kıral yaparız. Eğer sana musallat olan cinden ve hastalıktan kurtulamıyorsan sana bir hekim buluruz ve iyileşene dek senin için tüm servetimizi harcarız.» Konuş­masını bitirdiğinde Peygamber ona: «Ey Velid'in babası, şimdi beni dinle» dedi. Utbe «dinleyeceğim» deyince, Pey­gamber (s.a.v.) kendisine, yeni gelen surelerden birini oku­du.

Utbe, kazanmak istediği kişiyi etkilemek için biraz ol­sun dikkatle dinliyor izlenimi vermek istiyordu, fakat bir­kaç cümle dinledikten sonra tüm bu düşünceler yerini oku nan kelimelerin anlamlarını düşünmeye bıraktı. Ellerini arkasına dayayarak oraya oturdu, dinledikçe ellerinin üs­tüne daha çok yükleniyordu; kulaklarına nüfuz eden dilin güzelliği karşısında şaşırmıştı. Okunan âyetler[1] Vahy'in kendisinden, yerlerin ve göklerin yaratılışından bahsedi­yordu. Eski peygamberlere, onlara tabi olmayı reddeden topluluklara ve onların nasıl Cehennemi boyladiklanna de­ğinen ayetler bunu takip ediyordu. Daha sonra inananla­ra değinen ve onlara bu dünyada melekler tarafından ko­runmayı, ahirette de ebedi mutluluğa ulaşmayı vadeden bir pasaj geliyordu. Peygamber (s.a.v.) okumasın» şu cüro-leierle bitirdi:

«Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Siz güne­şe de, aya da secde etmeyin. Allah'a secde edin ki, bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz» (Fussilet: 37).

Bunun üzerine Peygamber hemen başını yere koyarak secde etti. Daha sonra şöyle dedi: «Ey Ebu'l-Velid duyduk­larını duydun, şimdi her şey onlarla (duyduklarınla) senin aranda.*

Utbe, arkadaşlarının yanma döndüğünde onlar, Ubte-nin yüzündeki İfade değişikliğine öyle şaşırrtuşlardı ki «Sana ne oldu ey Ebu'l-Velid?» demekten kendilerim ala­madılar. Onlara şu cevabı verdi: «Şimdiye dek hiç duyma­dığım sözler duydum. O şiir değil, Tanrı'ya andolsun büyü ve kehanet de değil. Ey Kureyşliler, söylediklerime kulak verin ve benim dediklerimi yapın. Bu adamla işi arasına girmeyin, onu kendi haline bırakın, çünkü Allah'a yemin ederim ki ondan duyduğum sözler büyük haberlerdir. Eğer Araplar onu yok ederse onu başkalarının ellerinde kay­betmiş olursunuz, ama eğer Araplara üstün gelirse, onun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz, onun gücü sizin gucunuz olur. Böylece insanların en şanslısı olursunuz.» -Seni diliy­le büyülemiş» diye onunla alay ettiler. «Size benim kişisel fikrimi söyledim, neyin en iyi olduğunu düşünüyorsanız onu yapın» dedi. Onlara daha fazla karşı çıkmadı, Kur'an âyetleri onda çok kısa süreli bir etki yaratmıştı. O sırada, Utbe Peygamber'e sorduğu soruların hiçbirine cevap geti­remediği için, içlerinden biri şöyle dedi. «Muhammed'e ha­ber gönderelim, onunla konuşalım ve tartışalım ki denen­memiş hiç bir yol bırakmayalım». Bunun üzerine ona Söy­le bir haber gönderdiler: «Kabilenin ileri gelen soyluları seninle konuşmak için toplandı.» Peygamber (s.a.v onla­rın tutumlarını değiştirdiğini düşünerek hızla yanlarına gitti. Onları gerçeğe (Hakk)a ulaştırmak istiyordu, fakat onlar kendisine daha önce yapılan teklifleri sıralamaya baş­layınca bütün ümitleri kayboldu. Konuşmalarını bitirdikle­rinde onlara şöyle dedi: «Ben büyülenmiş değilim, aranız­da en şerefli olmayı veya kralınız olmayı da istemiyorum. Bilâkis Allah beni size bir elçi olarak gönderdi ve bana bir kitap verdi, sizi hem uyarmamı hem de müjdelememi emretti. Size Rabbimin mesajını ilettim ve iyi tavsiye­lerde bulundum. Eğer size getirdiklerimi kabul ederseniz,bu sizin için. hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluş­tur; fakat eğer getirdiklerimi kabul etmezseniz, o za­man sizinle benim aramda Allah'ın hüküm vermesini bek­liyorum»[2].

Onlarıtek cevabı daha önce kaldıkları yerden devam etmeleriydi. Eğer onların tekliflerini kabul etmiyorsa, Al­lah'ın elçisi olduğunu ispatlayacak birşeyler göstermeliydi, o zaman mesele hallolurdu. «Rabbinden çevremizdeki dağ­lan kaldırmasını, toprağı dümdüz yapmasını ve ülkemiz­den Irak ve Suriye'deki gibi nehirler akıtmasını iste. Ata­larımızdan birinin, örneğin Kusay'ın dirilmesi için dua et. biz de ona Söylediklerinin doğru olup olmadığını soralım. Veya eğer bizim için bunları istemeyeceksen kendin için birşeyler iste. Allah'tan senin sözlerini doğrulayıp bizim­kileri yalanlayacak bir meirtc indirmesini iste. Sana bah­çeler, saraylar, altın ve gümüş hazineleri versin ki senin Allah katında ne kadar değerli olduğunu görebilelim.» Pey­gamber onlara şöyle cevap verdi: «Ben Allah'tan böyle şeyler isteyecek değilim, çünkü O beni uyarmam ve müj­delemem için gönderdi.» Onu dinlemeyi reddederek şöyle dediler: «O zaman gökyüzünü parça parça üzerimize in­dir.» Bunu su âyete karşı söylüyorlardı: «Eğer biz dilersek onları yerin-dibine geçirir, ya* da gökten üzerlerine parça­lar düşürürüz» (Sebe', 0.) «Karar verecek olan Allah'tır, di­lerse yapar» diye cevap verdi Peygamber (s.a.vj.

Alaylı bakışlarla, cevap vermeden başka bir konuya geçtiler. Onlara göre, Vahyin en şaşırtıcı ve etkileyici yönü Rahman isminin çok sık geçmesiydi, bu Peygamber (s.a. v.)*in herhalde ilham kaynağı olmalıydı. Surelerden biri «Rahman, Kur'an'ı öğretti» (Banman, I.) sözleriyle başlı­yordu. Muhamed (s.a.v.)'in söylediği şeyleri Yemame'li bir adamdan öğrendiği söylentisini kabul etmek işlerine geldi­ği için şöyle diyorlardı: «Sana öğretilen her şeyuı Yema­me'li Rahman adındaki bir adamdan kaynaklandığını duy­duk, biz Bahman'a kesinlikle inanmayız». Peygamber sessiz kaldı, onlar şöyle devam ettiler- «Muhammed (s.av.1, şimdi biz sözlerimizin doğruluğunu ispatladık, ve Tanrı'va andolsun ki seni rahat bırakmayacağız, sen bizi veya biz seni yok edinceye kadar savaşacağız.» İçlerinden biri şun­ları da ekledi: «Sen bir merdiven alıp göğe tırmanıncayn ve söylediklerini doğrulayacak dört melek gelinceye dek sana inanmayacağım. O zaman bile sanırını sana inan­mam.» Bunları söyleyen Mahzum'lu Ebu Umeyye'nin oğlu Abdullah idi. Abdullah, babası tarafından Ebu Cehil'in ku­zeni oluyordu; fakat annesi Âtike, Abdu'l-Muttalib'in kı­zıydı ve kardeşinin, yani Peygamber'in babasının ölümün­den sonra oğluna onun adım koymuştu. Halkının ileri ge­lenleriyle arasındaki bu uzaklığın üzüntüsüne bir de on yakın akrabalarından birinden bu sözleri duyma üzüntüsü eklenmişti.

Kendisine karşı en fazla nefret besleyen kavim olan Mahzumilerden sadece bir kişi, halası Berre'nin oğlu Ebu Seleme islâm'a girmişti ve yine o taraftan yeni dine bek­lenmedik güçlü bir destek geiiyordu. Ebu Seleme'nın babası tarafından kuzeni olan Erkam adında zengin bir ak­rabası vardı -ikisinin Mahzumlu olan dedeleri kardeşti- \c Erkam Peygamber (s.a.v.) 'e gelip «La ilahe illallah» Allah'­tan başka tanrı yoktur «Muhammedün Resulullah» Muham­med «onun elçisidir diye inancını açıkladı. Daha sonra Safa Tepesi eteklerindeki büyük evini İslâm'ın hizmetine verdi. O zamandan sonra mü'minler, Mekke'nin ortasında görülme ve rahatsız edilme kaygısı taşımadan sığınabilecek ve birlikte ibadet edebilecek bir yer bulmuşlardı



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur'an'ın her cümlesi 'ayet' adını alır, yani ders veren işa­ret.
[2] I.1.188.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 01.02.11, 10:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
22. KUREYŞİN ÎLERİ GELENLERİ

Peygamber (s.a.v.)'e tabi olanlar sürekli bir artış gös¬teriyordu, fakat yeni dine girenlerin hemen hemen hepsi ya köle, ya azatlı, ya da Mekke dışındaki Kureyşlilerden oluşuyordu. İslâm'a girenler Vadi Kureyşlilerinden olsa bi¬le, nüfuzlu bir aileden gelen fakat kendileri nüfuzlu olma¬yan ve İslâm'a girişleriyle ailelerinin ve akrabalarının düşmanlığını üzerlerine çeken zayıf kişiler oluyordu. Aba ur-Rahman, Hamza ve Erkana istisna idi, fakat onlar da li¬der konumunda olmaktan uzaktılar. Bu nedenle Peygambeı (s.a.v.) hiçbirinin, hatta amcası Ebu Talib'in bile kendisi¬ne uymaya yanaşmadığı Kureyş ileri gelenlerinden biç ol mazsa bir kaçını kazanmak istiyordu. Eğer Ebu Cehil'in amcası Velid gibi güçlü bir şahsiyetin -Velid hem Mahzu nülerin şefi, hem de Kureyş'in gayri resmi şefi idi- deste¬ğini kazanırsa, davetini daha kolay bir şekilde yapabile¬ceği inanandaydı Velid aynı zamanda diğer Kureyş lider¬lerine göre daha anlayışlı ve tartışmaya açık bir kimseydi ve bir gün Peygamber (s.a.v.) Velid'le yalnız konuşabile¬ceği bir fırsat buldu. Fakat onlar sohbete dalmış bir hal¬deyken henüz İslam'a girmiş kör bir adam yanlarından geçti; Peygamber (s.a.v.)*in sesini duyunca orada duru*, kendisine Kur'an'dan bir bölüm okumasını rica ettfc Bira; sabırlı olmasını ve uygun bir zaman beklemesi söylendi¬ğinde kör adam o kadar ısrar etti ki, sonunda-Peygamber hiddetlendi ve yüzünü çevirdi. Sohbeti yarıda kesilmişti;
fakat bu bölünme hiç bir kayıba sebep olmadı, çünkü Velid zaten, mesaja, ümitsiz denebilecek derecede kapalıydı O anda şu sözlerle başlayan yeni bir sûre nazil oldu-
«Surat astı ve yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye». Vahy şöyle devam ediyordu:
«Fakat kendini müstağni (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) gören İse, işte sen, onda "yankı uyandırmaya çalışıyorsun.' Oysa, onun temizlenip arınmasından sana ne} Ama koşarak sana gelen ise, kt o 'içi titreyetek korkar' bir 'durumdadır, sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun.» (Abese: 5-10).
Bundan kısa bir süre sonra Velid kendini beğenmişli¬ğini şu sözlerle ortaya koyuyordu: «Ben Kureyş'in en üs¬tünü ve şefi olduğum halde, bana gelmiyor da Muhammed'e mi vahiy geliyor? İkimiz de iki şehrin iki büyüğü olduğumuz halde o ne bana ne de Taif in reisi Kbu Mes'-t gelmiyor da ona mı geliyor?» (Zubruf: 31). Ebu Cehil'in karşı çıkışı ise daha az cüretli fakat daha tutkulu idi. «Biz ve Abdu'l-Menaf oğullan aramızda şeref konusun¬da yarış ederiz. Onlar başkalarını doyururlar ve korurlar, biz de aynısını yaparız. Onlar verirler, biz de onlarla aynı yansta burun buruna giden atlar gibi eşit oluncaya dek veririz. Şimdi onlar «Bizim adamlarımızdan biri Pey gam-ber'dir, ona gökten vahiy geliyor» diyorlar. Biz onun bir eşini ne zaman elde edeceğiz? Tanrıya andolsun ona hiç bir zaman inanmayacağız ve onun gerçeği söylediğini ka¬bul etmeyeceğiz.» Şems'li Utbe'nin tutumu daha az olum¬suzdu, fakat değerlendirmede onlarla aynı hataları yapı¬yordu. Çünkü onun ilk düşüncesi 'eğer Muhammed ger¬çekten Peygamber'se ona uyulmalıdır' değil, 'onun Pey¬gamberliği Abdu'l-Menaf oğullarına şeref getirecek' olmuş¬tur. Bir gün Ebu Cehil bu konudaki kızgınlığını belirte¬rek Utbe'ye: «Ey Abdu'l-Menaf oğulları, işte sizin Peygamber'iniz var- dediğinde Utbe şiddetle şu karşılığı verdi: Biz bir krala veya bir Peygambere sahip olduğumuz için siz gücenmek zorunda mısınız?» Buradaki kral kelimesi Kusayy için kullanılıyor ve Manzum ilere, Abdu'I-Menafın Kusayy'ın oğlu olduğu, halbuki Mahzum'un sadece Kusayy' in yeğeni olduğu hatırlatılmak isteniyordu. Peygamber (s.a.v.î, bu söylenenleri duyacak kadar yakındaydı, hemen yanlarına geldi ve onlara: «Ey Utbe, sen ne Allah, ne de onun rasulü için tartışıyorsun. Sana gelince ey Ebu Ce¬hil sana bir felâket gelecek ve sen çok ağlayıp az gülecek¬sin- (Tab. X203, 3.).
Kureyş'in çeşitli boyları arasında rekabet sürüyor ve en güçlü olanlar sürekli değişiyordu. O zamanlar en güç¬lü iki boy Abdu'ş-Şems ve Mahzum idi. Utbe ve kardeşi Şeybe, Şems boyunun bir bölümünden sorumluydular. Ku¬zenleri Umeyye kolunun lideri Harb ölmüş, yerine Utbo'-nin kızı Hind'le evlenen Ebu Süfyan geçmişti. Onun hem politikada hem de ticarette başarılı olması bir bakıma ada¬leti korumasına, soğukkanlılığına ve bir avantaj kazana¬cağına inandığında sabırlı olmasına bağlanabilirdi. Onun bu soğukkanlılığı, çok çabuk sinirlenen ve aceleci olan Hind'in sık sık kızmasına neden oluyordu, fakat Ebu Süf¬yan kararını verdikten sonra onun fikirlerini çok az din¬lerdi. Beklendiği gibi, o Peygamber*e karşı Ebu Cebirden daha az düşmanlık besliyordu.
Bununla birlikte, Kureyş liderlerinin Peygamber (s.a v) 'e karşı tutumları farklı olsa da, hepsi de mesajı reddet¬me konusunda aynı fikirdeydiler. Hayatta belirli bir ba¬şarı kazanmış olarak, hepsinde tüm Arabistan'da kabul edilen, bir insanın hamiyeti ideali hakimdi. Zenginlik bu şerefin bir yönü değildi, fakat bu amaca ulaşmak için zen¬ginlik gerekliydi. Şerefli ve kerem sahibi-bir adam bir ko¬ruyucu ve müttefik olmalıydı, yani kendisinin de dayandı¬ğı bazı müttefikler varolmahydı. Bunu da kendi evlilikleri, ki7İ_n ve oğullarının evlüikleriyle kurduğu bağlar saye¬sinde başarabilirdi. Fakat böyle bir konumu kazanmada en önemli etken zenginlikti, çünkü şerefli bir «dam iyi bir ev sahibi olmak zorundaydı. Birtakım iyi özelliklere sahip olmak sözkonusu idealin gerçekleşmesi için gerekliydi:
Özellikle cömertlik bu idealde büyük bir rol oynuyordu, fakat bu iyi davranışların hiçbiri ahirette karşılık almak için yapılmıyordu. Tüm Arabistan'da, çok cömert, cesaret¬li ve koruma, ittifak, garanti veya başka herhangi bir şey için verdiği sözde duran biri olarak tanınmak ve öldük¬ten sonra da böyle anılmak, onlar İçin yaşama asıl anlamı¬nı veren büyük bir şeref ve ölümsüzlük idi. Velid gibi adamlar böyle bir şerefe sahip olduklarından emindiler; bu da onların, bu hayatın -yani onların basan ve şeref kazandıkları Hayatin- geçiciliğini vurgulayan bir mesaja kulaklarını kapatmalarına neden oluyordu. Onların şereı ve ölümsüzlükleri Arabistan'ın aynı kalmasına, Arap ideallerinin geçmişten geleceğe sürekli aktarılmasına bağlıydı. Hepsi de değişik derecelerde Vahyin diline ve üslubuna karşı duyarlıydılar. Fakat anlamına gelince, aşağıdaki gibi babalarının hiçbir şey kazanmadığını ve onların tüm ça¬balarının boşa gittiğini vurgulayan âyetlere gönüllerini kapatmışlardı: «Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) 'tutkulu bir oyalanmadır' Gerçekte ahiret yurdu ise, .asıl hayat odur. Bir bilselerdi.» (Ankebut: 64).




23. KORKU VE ÜMİT

Elbette gençlerin ve zayıfların hepsi, hemen ilâhi da¬veti kabul etmemişti, fakat hiç olmazsa onların kendini be¬ğenmişliği, küçük yaşamlarını bir klarnetin notaları gibi bölen davet ve vaazların Önem ve şiddetine karşı kulakla¬rını tıkamalarına neden olmuyordu. Osman'ın çölde duy¬duğu : «Ey uykudakiler uyanın» sesi vahyin kendisiydi ve daveti kabul edenler, şimdi sanki uykudan uyanmışlar ve yeni bir yaşama girmişlerdi
Geçmişteki ve şu andaki kâfirlerin tutumu şu sözlerle ifade edilebilir: «Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek de değiliz.» (En'am: 29). Bu sözlere ilahi cevap olarak şunlar söyleniyordu: «Bizler gökleri, yeri ve ikisinin arasındakilerini oyuncular (in oyun konusu) ola¬rak yaratmadık.» (Enbiya: 16, Duhan: 38). «Bizim boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndûrülüp-getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?» (Mü'minûn: 115). Küfrün henüz tam olarak yerleşmediği kişilerde bu söz¬ler etkisini gösteriyordu. Bu etki, kendisini bir nur ve hi¬dayet (doğru yola ulaştırıcı) olarak niteleyen vahyin tü¬mü için de geçerliydi. Mesajı kabul etmeye iten başka bir neden de onu getiren elçinin kişiliğiydi. O, başkalarını kötülüğe yönlendirmeyecek denli gerçekle dolu ve kendisi de sapıtmayacak kadar hikmet ve fazilet sahibiydi. Yapı¬lan çağrıda hem bir uyan, hem de bir vaad vardı, uyan onları iyi işler yapmaya yöneltiyor, müjde ise onlan mutlu kılıyordu.
«Şüphesiz: 'Bizim Rabbimiz Allah'tır' deyip sonra da dosdoğ¬ru bir istikâmet tutturanlar (yok mu) onların üzerine melekler iner (ve der ki): «Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriziz. Orda nefislerinizin arzuladığt her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Aî-tah)tan bir ağırlanma olarak.» (Fussikt: 30-32)
«Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine vadedılen cen¬net mi? Ki onlar için bir mükâfat ve son duraktır, içinde ebedi katlar olarak, orada her istedikleri onlarındır, bu Rabbinm üzerinde istenen bir vadidir» (Yunus:7).
Gerçek mü'minler «Bizimle karşılaşmayı umanlar» di¬ye tanımlanmıştır. Oysa kafirler:
«Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olan¬lar ve bununla tatmin olanlar ve bizim üyelerimizden habersiz (ga¬fil) olanlar.» (Yunus: 7) dır.
Mü'min'in tutumu, her konuda kâfirinkinin aksi ol¬malıdır. İnanmayanların daldığı küfrün bir özelliği de on¬ların tabiat görüntülerini olduğu gibi almaları ve onlar¬dan ders almamalarıdır. Gerçeğe (Hakk) uyanık olmak sadece insanın ümitlerini bu dünyadan ahirete çevirmesi değil, aynı zamanda bu dünyada serpili olan Allah'ın âyetlerinden de ders almasıdır:
«Gökte burçları kıtan, onların içinde bir aydınltk ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir. O gece ile gündüzü birbiri ar¬dınca kılandır; öğüt attp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler içinj* (Furkan: 61-62)
Kureyş liderleri küstahça peygamberden bu âyetleri (işaretleri veya mucizeleri) göstermesini, ya gökten onu destekleyen bir melek gelmesini, ya da onun göğe yüksel¬mesini İstiyorlardı. Ve birgün, dolunayın henüz Hıra dağmın tepesine çıkıp ortalığı' aydınlattığı bir gecede, bir grup kâfir peygambere yaklaştılar. Ve eğer gerçekten Al¬lah'ın Rasulü ise Ay'ı ikiye bölmesini istediler. Mı ""Tünleri ve kararsızları da içeren büyük bir topluluk vardı ve bu istek yerine getirildiğinde tüm gözler parlayan Ay'a çev¬rildi. Büyük bir şaşkınlık içindeydiler, çünkü Ay ikiye ay¬rılmış ve her biri dağın bir yönünde parlıyordu. Peygam¬ber «İşte şahit olun- dedi. Fakat asıl ay'ı ikiye bölmesini isteyenler bu optik mucizeyi reddettiler ve onun büyü ol¬duğunu söylediler (Kamer: 1-2). Diğer taraftan inananlar sevindiler ve kararsızlardan bazıları imâna yaklaştı, bazı¬ları ise gerçekten İman etti.
Böyle isteklere karşı Allah'tan gelen bu cevap bir is¬tisnaydı. Çünkü Kurevş'in istediği diğer mucizeler onlar istediğinde değil, Allah'ın dilediği zaman meydana gel¬mişlerdir. Bunlardan başka sadece İnananların şahit ol¬duğu küçük mucizeler de vardı. Fakat bu tür harikalar yeni dinin merkezinde bir konuma sahip değildi, çünkü İsa'nın bir önceki vahyin mucizesi olması gibi, bu vahyin mucizesi de Kur'an'ın kendisiydi. Kur'an'a göre İsa, hem Allah'ın elçisi hem de «O'nun kelimesidir. Onu (Ol keli¬mesini) Mer'yem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur» (Ni¬sa: 171). Aynen Allah'ın kelimesi olan İsa'da olduğu gibi şimdi de Allah'ın kelimesi olan Kur'an'la İslâm gerçek bir din oluyordu. Bu kelâmın (Kur'an) işlevlerinden biri de. İslâm'a hanif bir din olarak bakıldığında (Rum: 30) insan¬da zaman geçtikçe körelen ve yanlışlıklara yönelen duygu¬lan tekrar uyandırmaktı. Bu nedenle Kureyş Peygamber'den mucize göstermesini istediğinde Kur'an'ın cevabı, on¬ları her zaman gördükleri, fakat üzerinde düşünüp ibret almadıkları şeylere yöneltmek olmuştur:
«Kendileri bir bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yarat Odı?
(ğoğe; nasıl yükseltildi*
Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere: nastî yayılıp, döşendi?» (Gaşiye: 17-20)
İnananlardan beklenen korku ve ümidin her ikisi de Allah'a götüren davranışlardır. Allah'a şükür belirtisi ola¬rak söylenen «Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'adır,, sö¬zü aynı zamanda korku da taşır ve hamdedeni ve h&m,-dolunam doğruca tüm iyiliklerin kaynağı olan uluhr/ete götürür. «Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla» sö?u insanı ümitle aynı yöne yöneltir. Bu korku ve ümit en be¬lirgin bjr şekilde Fatiha Suresinde toparlanmıştır (Kur'-an'ın ilk suresi [1]olduğu için Açan anlamında Fatiha is¬mi verilmiştir:)
«Hamd, Alemlerin Rabbi. Rahman, Rahim ve Din gutumun maliki olan Allah'adır. Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet ver¬diklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıkhmnkine değil» (Fatiha 2-7).
îslâm öğretisinin en güzel ve tam ifadesini yapan diğer bir sure de Kur'an'ın son
surelerinden biri olan İhlas Suresidir. Bu sure, putperestlerin Peygamber'den, Allah'ı tanımlamasını istediğinde indirilmiştir:
«De ki: O Allah birdir.
Allah Samed'dir (her şey ona muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye
İhtiyacı olmayandır).
O. doğurmamıştır ve doğurulmamışlır.
Ve hiç bîr şey O'nun dengi değildir(ihlasSuresi).

--------------------------------
[1] Son düzenlemede ilk sıradadır, fakat nüzulde ilk değildir Fatiha'nın islâm'daki yeri büyüktür ve en azından her mü'min onu günde onyedi defa okur.



24. AİLELERDE BÖLÜNMELER

Ebu Talib'in büyük oğullan, Talib ve Akil, küçük kar¬deşleri Cafer ve Ali'nin aksine müslüman olmadılar vo ay¬nen babalan gibi yeni dine girmekte tereddüt ettiler, fakat hoşgörülü kaldılar. Yeni dine karşı tutumu çok farklı olan¬lardan biri de Ebu Leheb idi: Kureyşlilerin bir Önceki top¬lantısından beri yeni dine düşman olduğunu daha açık söylemeye başlamıştı. Ebu Leheb'in karisi ve Şemsli lider Ebu Süfyan'ın kardeşi olan Ümmü Cemil de Peygamber'e (s.a.v.) karşı özel bir düşmanlık besliyordu. Aralarında iki oğullarını, Peygamberin kızları Rukiye (r.) ve ümmü Gülsüm'ü (r.) boşamaya zorlamaya karar verdiler. .O zaman oğullarının Peygamber*in (s.a.y.) kızlarıyla evli mi yoksa henüz nişanlı mı olduğu hakkında kesin bilgi yoktur.- Fa¬kat Ümmü Cemil'in bu boşamalardan duyduğu sevinç, zengin Ümeyye kuzeni Osman tbn Affan'ın Rukiye'yi is¬tediğini ve onunla evlendiğini duyduğunda kayboldu. Bu evlilik Peygamber (s.a.v.) ve Hatice (r.) için bir öncekin¬den daha sevindirici İdi. Kızları mutluydu ve yeni damat¬ları hem kızlarına hem de onlara karşı saygı ve sevgi bes¬liyordu. Onların şükretmesi gereken başka bir konu da¬ha vardı: Rukiyye kızları arasında en güzeli ve tüm Mek¬ke'de kendi akranlarının en güzeli idi. Osman da çok ya¬kışıklı bir adamdı. ikisini bir arada görmek bir sevinç kav-nağı oluyordu. «Allah güzeldir ve güzelliği sever- [1]. Evliliklerinden kısa bir süre sonra, ikisi de Mekke dışındayken Peygamber (s.a.v.) onlardan haber almak için bir adam gönderdi, fakat adam beklenilenden çok geç geri döndü. Geciktiği için özür dilemeye başladığında, Peygamber (s. a.v.) sözünü kesti ve: «Bırak, seni neyin geç bıraktığını ben söyleyeyim; orada- Osman ve Rukiye'nin güzelliklerini seyretmeye daldın ve o yüzden de geç kaldın» [2] dedi.
Peygamberin halası Erva, islam'a girmek için kararı¬nı vermişti. Bu ani kararının en önemli sebebi ise on-beş yaşındaki Oğlu Tulayb'm kısa bir süre önce Erkam'm evin¬de inancını açıklamasıydı. islam'a girdiğini annesine ha¬ber verdiğinde annesi: «Biz, erkeklerin yapabildiğini yapa¬bilirsek, kardeşimizin oğlunu koruyacağız» dedi. Fakat Tulayb bu tür belirsiz bir ifadeyle yetinmedi ve «Seni İslam'a girip, O'na tabi olmaktan alıkoyan nedir? Kardeşin Hamza da müslüman oldu.» dedi. Annesi her zamanki gibi di¬ğer kız kardeşlerinin kararını beklediği Özürünü dile getir¬diğinde ise Tulayb onun sözünü kesti: «Tanrı adına sana yalvarıyorum, git ve onu selamla, ona inandığını söyle ve Allah'tan başka taun olmadığına şehadet getir». Erva oğ¬lunun dediklerini yaptı; müslüman olduktan sonra cesa¬reti arttı ve kardeşi Ebu Leheb'i yeğenine yaptıklarından dolayı azarladı.
Hatice'nin akrabalarına gelince, İslâm'ın Mekke'de ta¬nınmaya başlamasından kısa bir süre sonra üvey kardeşi Nevfel, İslam'ın en kötü ve en azgın düşmanı oldu. Fakat onun bu düşmanlığı oğlu Esved'in yeni dine girmesini ön¬leyemedi. Esved'in Müslüman oluşu Haticeye bir bakıma Nevfel'in düşmanlığını unutturuyordu. Fakat ne yazık ki en sevdiği yeğeni ve birkaç yıldan beri de damadı olan Şems'li Ebu'l-As, karısı Zeyneb İslam'a girdiği halde müs-lümanhğı kabul etmiyordu. Karısı müslüman olduğu için, kabilenin ileri gelenleri ders olsun diye onu boşaması için Ebu's'ı zorluyorlardı., O kadar ileri gittiler ki Zeyneb'i boşamasına karşılık ftîekkeden en güzel, en zengin ve ensoylu kadınla evlenebilmesi için tüm olanaklarını bu yolda harcayacaklarına söz verdiler. Fakat Zeyneb'le Ebu'l-As birbirlerini seviyorlardı; Zeyneb (r.) her zaman kocasının da müslüman olması için dua ediyor ve Öyle olmasını ümit ediyordu, kocası da Zeyneb'i sevdiği için kendisini boşa¬maya zorlayanlara istediği kadının evde olduğunu ve baş¬ka bir kadın da istemediğini söyledi. Hatice'nin yeğenle¬rinden bir diğeri olan Hakim de -kendisine yirmi yıl ka¬dar önce Zeyd'i nediye eden kardeşi Hişam'ın oğlu- Ebu'l-As gibi halasına ve halasının ev halkına karşı sevgi va saygı beslemeye devam ediyor, fakat Kureyş tanrılarına da karşı çıkmıyordu. Hakim'in kardeşi Halid ise müslüman olmuştu.
«Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete eriştirir.» (Kasas: 56).
Bu âyetle ifade edilen gerçek Kur'an'ın her yerinde tekrarlanır. Fakat bu tür ayetler, Peygamberir (s.a.v.) üs¬tünden sorumluluk yükünü kaldırsa da, onun Mahzum'lu kuzeni Abdullah'ın küfrüne üzülmesini engelleyemiyordu. Onu çok üzen bir başka durum daha vardı: büyük amca¬sı Hâris'in oğlu, bir zamanlar çok samimi arkadaşı olan Ebu Süfyan da müslüman olmayı kabul etmiyordu. Pey¬gamber (s.a.v.) onun mesaja karşı duyarlı olacağını ümit ediyordu, fakat aksine İslam aralarına bir engel oldu. Bü¬yük bir ihtimalle amcası Ebu Leheb'in etkisiyle Ebu Süf-yan'ın vahye ve peygambere (s.a.v.) karşı soğukluk ve an¬layışsızlığı gün geçtikçe arttı. Yukarıdaki âyetin gerçek ol¬duğu başka durumlarda da gözleniyordu: Ebu Bekir Müs¬lüman olduğunda karısı Ümmü Ruraan ve başka bir karı¬sından olan oğlu Abdullah'la kızı Esma ona uymuşlar ve İslam'a girmişlerdi. Ummö Ruman kısa bir süre önce Aişe adını verdikleri ve Zeyd'in oğlu Üsame gibi İslam'ın ilk çocuklarından olan bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Ebu Bekir bir çok kimsenin müslüman olmasına neden oldu¬ğu halde en büyük oğlu Abdu'l-Kâbe'yi İslama sokama-mıştı. O, annesi Ümmü Kuman ve babasının tüm çabala¬rına rağmen yeni dine girmemekte ısrar ediyordu.
Mütnînler, hayal kırıklığı içindeydiler. Kâfirlerse, Mek¬ke'de yaşam tarzlarını tehdit eden ve gelecekle ilgili, özel¬likle çocuklarının evlilikleriyle ilgili projelerini suya düşü¬ren bir olayla karşı karşıya bulunduklarının farkına var¬mışlardı. Mahzumilerâen Abdullah, mecliste kuzeni Muhammed'e (s.a.v.) sert bir şekilde karşı çıktığında, Benî "" Mahzum çok sevinmişti. Abdullah'ın kardeşi Züheyr de, yeni dine ondan daha az düşmanlık beslemesine rağmen mûslüman olmayı reddetmişti. Abdullah gibi Züheyr de Abdu'1-Muttalib'İn kızı Atike'nin oğluydu, fakat şimdi hayatta olmayan babaları Atike adında başka bir kadınla evlenmiş ve ondan bir kız çocuğu olmuştu. Adı Hind olan bu kız on dokuz yaşındaydı ve çok güzeldi; kısa bir su¬re önce de iki üvey ağabeyinin kuzeni olan Mahzum'un diğer kolundan Ebu Seleme ile evlenmişti. Bu evlilik ka¬bilenin iki kolunu birbirine bağladığı için tüm kabileyi memnun esmişti. Fakat Ebu Seleme'nin mûslüman oldu¬ğunu duyduklarında bu memnunluk üzüntü ve kızgınlığa dönüştü. Bu kızgınlık, Hind'in -veya her zamanki lakabı olan Ümmü Seleme'nin- kocasını bırakmak yerine, onunla birlikte en samimi müslümanlardan biri olduğunu duxun¬ca, İki| katına çıktı.
Ebu Seleme'nin babası öldüğünde, annesi Berre, Ku-reyş'in Amir kolundan bir adamla evlendi ve ondan Ebu Sabra adında bir oğlu oldu. Amir'in şefi olan Süheyl kısa bir süre önce kızı Ümmü Gülsüm'ü Ebu Sabra'yla evlen-dirmişti Ben», kardeşi Erva'nın aksine henüz îslâm'a gir¬memişti. Fakat Ebu Sabra hem üvey kardeşi Ebu Seleme hem de üvey annesi, babasının ikinci karısı Mey m un e sa¬yesinde yeni dine İlgi duymaya başlamıştı. Peygamber «Gerçekten şu kız kardeşler gerçek mü'minlerdir» [3] derken Meymune ve Abbas, Hamza ve Cafer'in hanimlan olan üç kız kardeşini kasdediyordu. Meymune'nin Ebu Sahranın babasıyla evlenmesi Amir kabilesine, güçlü bir iman örne¬ği gösterdi.
106
Süheyl, diğer kızı Sehle'yi, Şemsi lider Utbe'nin oğlu Ebu Huzeyfe'yle evlendirmişti. Amir kabilesi güç yönünden ilerlemede biraz geç kalmıştı, bu nedenle bu evlilik on¬lar için ve diğer kabile için avantajlıydı. Evlendikten kısa bir süre sonra bu, çift îslam'a girdi. Onları Ebu Sabra ve Ümmü Gülsüm ikilisi izledi. Yani Süheyl iki kızını ve dik¬katle seçilmiş iki damadı yeni dine kaybetmişti. Aynı şekilde üç kardeşi Hatib, Salit ve Sekran'ı ve Sekran'm ka¬rısı, kuzenleri Sevde'yi de kaybetmişti. Fakat Süheyl'e gö¬re en kötü olanı en büyük oğlu Abdullah'ın da Peygam¬berin Cs.a.v.) en hızlı takipçilerinden biri olmasıydı. Ab¬dullah babasının da bir gün hidayete erip, kendilerine ka¬tılacağını ümit ediyordu. Peygamber de aynı ümidi taşı¬yordu, çünkü Süheyl diğer liderler içinde en merhametli ve en a kıllı siy di. uzun süreden beri de sık sık ruhsal din¬lenme ve tefekkür için inzivaya çekilirdi. Fakat buna rağ¬men o yeni dine düşman oldu, çok şiddetli olmasa da düş¬manlığını korudu. Çocuklarının kendisine itaat etmemesi de bu düşmanlığı besleyen bir nokta oldu.
Abdu'ş-Şems içinde Ebu Huzeyfe, anne-baba otorite¬sine karşı çıkan tek lider oğlu değildi. Rüyasında Peygam¬berin (s.a.v.) kendisini ateşten kurtardığını gören Halid, ilk zamanlar islâm'a girdiğini ailesinden gizlemişti. Fa¬kat babası bunu duyduğunda eski dine döndüğünü itiraf etmesini istedi. Bunun üzerine . Halid: «Muhammed'in (s.a.v.) dininden vazgeçmektense ölürüm daha iyi-* dedi. Babası bu sözleri duyunca onu acımasızca dövdü ve yiye¬cek ve içecek vermeksizin bir odaya kapattı. Fakat üç gün sonra Halid kaçmayı başardı; babası daha fazla ileri gitmedi, fakat onu evlatlıktan reddetti. Utbe, oğlu Ebu Hu-zeyfe'y [4] karşı, Halid'in babasından daha sabırlı ve dikkatli davranıyordu. Babasına bağlı olan Ebu Huzeyfe de baba¬sının birgün putperestliğin yanlış olduğunu göreceğini ümit ediyordu.
Abdu'ş-Şems'in Ümeyye boyuna gelince, Osman'ın (r.) müslüman oluşundan ve Rukiye'yle evlenişinden daha buyük kayıplar vardı. Müttefikleri Beni Esed İbn Huzeyme'-nm büyük bir çoğunluğu yeni dine girmişti., İçlerinde Pey¬gamberin (s.a.v.) kuzenleri ve lider olan Cahş ailesinin de bulunduğu on dört kişi Müslüman olmuştu. Bu değerli müttefiklerin yanı sıra Ümeyyelerin Şefi Ebu Süfyan, Ab¬dı ıllah'ın küçük kardeşi Ubeydullah İbn Cahş'la evlendir¬diği kızı Ümmü Habibe'yi de yeni dine kaptırmıştı.
Adîy kabilesinin ileri gelen ailelerinden birinde ise Hak bağının diğer bağlan nasıl kırdığı son nesilde gözleniyor¬du. Nufeyl'in iki ayrı karısından Hattab ve Amr adında iki oğlu vardı. Nufeyl'in ölümü üzerine Hattab'm annesi üvey oğlu Amr ile evlenmiş ve ondan Zeyd adında bir oğ¬lu olmuştu. Bu nedenle Zeyd ve Hattab anne tarafından kardeş oluyorlardı. Zeyd, Varaka gibi Kureyşin putperest geleneklerinin yanlış olduğunu görebilen ender insanlar¬dan biriydi. Sadece putlara tapma m ak la kalmaz, onlar için kesilen kurbanların etinden de yemezdi. O, İbrahim'in Al¬lah'ına inandığını söyler ve Kureyşlileri topluluk içinde azarlamaktan çekinmezdi. Diğer taraftan Hattab, Kureys geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydı ve Zeyd'in, kendi taptıkları tanrı ve tanrıçalara hakaret etmesine çok kızıyor¬du. Bu yüzden Zeyd'i Mekke dışındaki tepelerde yaşama¬ya zorladı, daha da ileri giderek Zeyd'in Kâ'be'ye yaklaş¬masını önleyecek genç bir ordu kurdu. Bunun üzerine top¬lumdan sürülen Zeyd, Hicaz'ı terkederek Irak'ın kuzeyindeki Musul'a gitti, oradan da güneybatıdaki Suriye'ye git¬ti. Gittiği yerlerde rastladığı rahib ve yahudi bilginlerine İbrahim'in dini ile ilgili sorular soruyordu. Sonunda, ona terkettiği ülkede ortaya çıkmak üzere olan ve İbrahim'in dinini tekrardan vazedecek olan bir peygamberin gelece¬ğinden bahseden bir rahibe rastladı. Bunun üzerine Zeyd geri dönmeye karar verdi, fakat Suriye'nin güney sınırın¬daki Lahm bölgesinden geçerken saldırıya uğradı ve Öldü¬rüldü. Varaka onun Ölümünü duyunca çok Üzüldü ve bir ağıt yazdı. Peygamber (s.a.v.) de onu övdü ve onun Kı¬yamet gününde «Büyük bir halkm değerini kendinde ta¬şıyarak diriltileceğim» [5]söyledi.
Zeyd'in ölümünaen sonra yıllar geçmişti: Hattab da ölmüştü ve Ömer (oğlu) kardeşi Fatuna ile evlenen Zeyd'¬in oğlu Sa'İd'le iyi anlaşıyordu. Fakat İslam'ın gelişiyle ara¬larındaki bu dostluk kesildi. Çünkü Sa'id İslâm'a ilk gi¬renlerden biriydi ve karısı Fatıma da ona uyarak müslü-man olmuştu. Fakat annesi Ebu Cehil'in kızkardeşi olan Ömer, yeni dine karşı çıkanlardan biriydi. Sa'id ve Fatı¬ma, Ömer'in çok hiddetli olduğunu bildikleri için îslâm'a girdiklerini ona söylememeyi tercih ettiler. Ömer'in İslâm'a kaybettiği birileri daha vardı: karısı Zeyneb, Cumah ka¬bilesinden Ma'zun'un oğlu Osman'ın kardeşiydi; Osman es¬kiden beri zühd hali ile yaşar ve vahy gelmeden önce bile tek tanrıya inanırdı. O ve iki erkek kardeşi yeni dine ilk girenler arasındaydı. Onların ve Zeyneb'in İslam'a giren üç yeğenleri vardı. Bu dönemde Zeyneb'in müslüman olup olmadığı hakkında hiç bir kayıt yoktur. Çünkü onun bu konudaki eğilimlerini gizli tutacak yeterli nedeni vardı. Ağabeyi Osman, gerçi Ömer kadar hiddetli değildi ama uzlaşmaz bir yapıya sahipti.
Zeyneb ve erkek kardeşleri, kabilelerinin şefi ve İs¬lam'ın en azılı düşmanlarından olan Ümeyye bin Halefin kuzenleri oluyorlardı. Birgün kurumuş bir kemiği alıp Peygamber'e (s.a.v.) : «Muhammed (s.a.v.) Allah'ın bunu di¬rilteceğini mi iddia ediyorsun?» diyen Zeyneb'in kardeşi Übey idi. Daha sonra alaylı bir gülümsemeyle kemiği el¬leri arasında ezmiş ve tozlarını Peygamberin yüzüne doğ¬ru savurmuştu. Bunun üzerine Peygamber: «Evet, iddia ediyorum ki: Allah onu diriltecek ve seni de şu andaki ha¬linle diriltecek, daha sonra da seni Cehenneme atacak.» Aşağıdaki âyetler Übey'e hitaben inmiştir:
«Kendi yaratılışım unutarak bize bir Örnek verdi; dedi ki: «Çürümüş bozulmuşken bu kemikleri kim diriltecekmiş?» De ki: «On-tart, ilk defa yaratıp, inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.» (Yasin 78-79).

-----------------------------------------------------------------

[1] Hadis. A.H.N. 133-4
[2] S. 205
[3] i. s. vm, 203
[4] I. S. IV, I, 68
[5] I.1.145


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 80 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 8  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye