Minah-151:
Bu minah büyüktür. Belki bir kaç minah olurdu. Fakat aralarındaki bağlar onları bir kılmıştır. Bu minahda hasıl olan manalar itibariyle ayrı ayrı düşünülmelidir.
Bir fakir İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektubatından bir mektubu mütala etti. Sanırım mektupdan lezzet aldı. Ondaki marifete hayran kaldı. Biraz teselli buldu.
Fakirinde bulunduğu bir mecliste Gavs (k.s.) Hz. velilik hususiyetlerinden olan marifet zevki üzerinde konuştu: “Marifet zevki vicdanıdır. Hiç bir ibare onu ifade edemez. İbareden alınan marifet, zevkli şekilde görünen bir meleke olsa dahi, velayet makamında hiç bir fayda vermez. Tıpkı kokulu elbisenin vücudun içindeki kötü kokuları çıkarmadığı gibi. Velayette muteber olan, gerçekte batında bulunandır. Zahirde bulunana ise batından sonra ancak sahv (uyanıklık) makamında itibar edilir. Sekr halinde ise hiç itibar edilmez.
Hiç bir velinin batını zahirinden hayırlı olmadıkça veli olamaz.” deyip şu beyti okudular.
Elbiseye misk sürmek sana o kadar fayda vermez.
Sen elbise içinde koltuk kokusuna düşmüş bulunuyorsun.
Bu beyti müteakib Hafiz-i Şirazi’nin Şeyhi San’an hakkında söylediği misraını okudu.
Zünnar halkası içinde, meleklerin tesbih ve zikrini bulunduruyor.
Zannediyorum bu beyti okumakla, bir zatın batınında velayet nurları tahakkuk ettiğinde, batın üstünde bir elbise gibi görülen zahiri şeklin, diğer evliyaya farz kılınan şekillere muhalefetinin zarar vermiyeceğine işaret etti.
Bu işaret, birinci işaretin (itibarın batına olduğu yolundaki minha) benzer gibidir. Bu işaretle İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektûbatı gibi bu sadatın defterlerinin mütaalasından müridin, şeyhinde zahiren bulunmayan bazı kemalat hakkında şüpheye düşerek ihlasının sarsılmaması ve şeyhi hakkında su-i zanna kapılmaması için korkutmayı ima ettiğini sanıyorum.
Gavs (k.s.) yukarıda geçen mısradan sonra buyurdu: “Elbisede bid’at yoktur. Gerçekten son devrin elbiseleri, ilk devrin (asr-ı saadet) elbiselerine muhaliftir. Bid’at ancak taatte olur.”
Gavs (k.s.) Hz.’nin işaretiyle fakir ayıbına üzüldü. Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. devam etti.
“Şeyh; müridi ayıp ve eksiklerini bildirmek için işaret eder. Ta ki mürid eksik ve kusurunu görüp şeyhine iltica ede.
Kabz halinden en büyük maksud şeyhe iltica etmektir.
Mürid haline muttali olduğu zaman, kalbinde hasıl olacak ittila’ya şükür ve iltica ile karşılamalıdır. Kalbindeki ittiladan dolayı şeyhinden bıkkınlık duymayı terk için çok çalışmalıdır. Zira bu bıkkınlık, büyük bir nankörlük ve öldürücü bir zehirdir.
Allah (c.c) korusun bıkkınlık onun kalbinden şeyhin kalbine aksettiği zaman, bu hal ebediyen hüsranlık ve bedbahlıktır.”
Gavs (k.s.) Hz.’i buyurdu: “Alaaddin Attar (k.s.) huzurda bulunduğu halde bunu görmekten gafil idi. Gerçekte ise gafil değildi. Daha fazlasını elde etmesi için sadatlar onu gafil ettiler.
Abdulhalik Gücdevani (k.s.) devamlı huzurda olduğunu bilirdi. Sadatlar daha fazlasını arasın diye onu gafil etmediler. Alaaddin Attar (k.s.) Sahv’da idi. Gücdevani (k.s.) mahvda idi. Sahv, mahvdan daha kamildir.
Nizamüddin Hamuş (k.s.); huzuru celb etmek için kendisini sükuta zorladı. Halbuki kendisi huzurdaydı. Attar (k.s.) gibi onu da gafil ettiler.
Bu sadatlarda görülen gaflet, gaflet değildir. Zikredilen hususta onlara gaflet gibi görünmüştür. Gerçekte onlar huzurda oldukları zaman fanidirler. Faniye ise gaflet illeti gelmez. Onlar için maksudun huzur, insanlar için nefsin huzuru gibidir. Çoğu zaman insan nefsinden gafil olsada nefsi ondan gafil değildir.”27
Sonra Ehlulahın eserlerini okumanın taliblere içinde bulundukları makamın üzerinde gayet güzel yerler olduğun bildireceğini dolayısıyla onlarında oralara iştiyakla yönelmeleri gerektiğini tenbih etti.
Benden (Halid-i Öleki (k.s.)): “Vatan sevgisi imandandır.” Meşhur eserini
“Ne demek diye Gavs (k.s.) Hz.’ne sordular. Cevabını kendi vererek: “Letaiflerin alem-i emirdeki yerleri kastediliyor” dedi.
Minah-152:
İnsan iki insan olmayınca insan-ı kamil olamaz. “Bir insan vardır ki süluk ederek bedenden ayrılıp, melekuta çıktıktan sonra emir alemine dönendir. Bu ahiret insanıdır.
Diğer bir insanda dünya insanıdır. Dünyayı yaşamak için vardır. deyip İsa (a.s.)’da rivayet edilen
“İki sefer doğmayan melekut alemine giremez.” sözünü naklettiler.
Minah-153:
Zannediyorum bir şeyhin himayesine giren; kişiye kendi nefsi için dikkatli, o şeyhin müridleri için ihtiyatli olmasını gerektiğini belirtmek, ayrıca şeyhe ve müridlerine edepli olması lüzumluluğunu anlatmak tarikatta zayıf olanların ümitsizliğe düşmeyip, şeyhin himmetine güvenmelerini ve tarikatta kuvvetli olanlarında, kuvvetliyim demeyip, nefsinin gururundan devamlı korkması gerektiğini işaret için, Gavs (k.s.), Hoca Ahrar (k.s.) ile Sadüddin Kaşgari (k.s.)’nin müridlikleri sırasindaki kissayı nakletti.
“Müridleri zamanında bir güreş meydanında iki pehlivanı seyrediyorlar. Bu pehlivanlara sıra ile himmet ettiler. Pehlivanlar sırayla birbirini yendi. Zayıf olan pehlivanın güçlüyü yenmesi üzerine, seyirci hayrete düştü.
Fakat sebebini anlayamadılar.”
Müridlerde de himmet bulunur. Böyle himmet sahibi olan irşad iznine layık olur.
Bazı müridler bu kıssada olduğu gibi kendi nefislerinin, himmete ulaşıp ulaşmadığını, tercübe için imtihan ederler.
Bazen şeyh onları tecrübe eder. Hoca Ahrar (k.s)’ın bir gün müridlerini Semerkand suru üzerine gönderip, himmetlerini Mirza Babür’ün ordusunun kırılması ve şer’in def’ine kullanmalarını emretmesinde olduğu gibi.
Minah-154:
Havassın ve av.amin hii-nmetlerinin, menşei, tesir ve gaye bakimindan ayı-i olduğunu belirtmek için Gavs (k.s.) şunları söyledi:
“Birincinin himmetinin menşei nisbetlerdir. Bu himmetin tesiri kesin ve anındadır.
ikincisinin durtimu böyle değildir. Bunun himmetinili menşei dua ve ameldir. Tesir ve gayesi farklidir.
Birincinin gayesi, velinin iiitikamindaki gibi dini yönü gizli olsa dahi din içindir. Bu intikam hakikatta velinin nefsi için değil, umumi veya hususi bir maslahat içindir.”
Bu sözlerimi Sadüddin K.aşgari (k.s.)’den naklettiği bir kıssayla dogruladi.lar: “Bir gün Sadüddin Kaşgari (k.s.) bir hastanin şifa bulmasi için murakabede bulunuyordu. Tavandaki bir fare bir kaç kere yere toprak düşürdü. Bunun üzerine kalkti. (Ey edepsiz) dedi. 0 anda bir kedi gelip, o delikten on yedi fare yakaladl.”
Gayesi dünya olan ikincisi için şu kissayi nakletti: “Bir şahıs bir hazineye tesadüf edebilmek için on sene amel etti. Neticede gayesine erişti.”
İki himmet arasındaki farkın ne kadar çok olduğuna işaret için aşağıdaki beyiti okudu.
İsa (a.s.)’ın minberi felektir.
Vaazın çıkacağı son mertebe ise minberdir.
Minah-155:
Talibin maksudunun öncüsü olan şevki kırarak, istidadı bozan noksanlıklarla yetinmeyip, kamil olan şeyhe intisab etmeyi teşvik için söylediğini zannediyorum. “Müridin şevki ancak, içinde bulunduğu yüksek hallerin üzerindeki makamlar hakkında hiç değilse genel bir bilgi olmakla tazelenir. Maneviyatta fakir olan nakısın ise, talibe makamları uzaktan göstermeye gücü yetmez.” buyurdu. Gavs (k.s.) devamında: “kalbde mahbuba karşı ulaşma isteği kalmayan (fenadan bekaya dönmüş kişinin), peygamberlerin kabrini ziyaret ettiği zaman, ondan iştiyaksızlık vasfını götürecek kadar şevk hasıl olur.”
Minah-156:
Zannediyorum mürid, makam veya halden bir keyfiyeti üzerinde bulduğu zaman, o keyfiyetin şeyhin mülkü olduğunu ve kendisine ödünç verildiğini, şeyh dilediği zaman onu alacağını bilmesi lazımdır. Bu bilginin zımnen dahi olsa kendi nefsinin olduğu davasının isteyerek kalbe girmemesi ve o keyfiyete malik olmamanın sebeplerini iyice muhafaza edebilinceye kadar devamlı kendinde bulunmaya gayret etmelidir.
Gavs (k.s.) sohbetinde bulunduğu bir şeyhten şöyle nakletti: “Mevlana Muhyiddin (k.s.) bir risalè yazdı. Bu risaleye bir zahiri alimin ismini yazar diye yazdırdı. Bir müddet sonra risaleden müellifin ismini sildi. Kendisine bu işin için yaptığı sorulunca; buyurdu ki; bir kimse başka birisinde, onda var zannettiği sıfattan dolayı malından ona bir şey verse sonra anlasa ki bu sıfat o zatta yok. 0 zaman malini geri almak fikhen caizdir.”
Minah-157:
Herhangi bir tarikatın kamil halifeleri tarikatı kemale erdirmek için, tarikat pirinin hakkında konuşmadığı hususlarda, tasarrufda bulunmalarının bid’at olmayıp caiz olduğunu belirten Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “Şah-ı Nakşibend (k.s.) az yemeye dikkati çekmemiş ama halifeleri yemekte vasata riayeti emretmişlerdir.” Zira iyice doyuncaya kadar yemek bid’attir. Pirimiz Sadat-ı Nakşibendi (k.s.) bu tarikat-ı celileyi bid’atlardan hatta ruhsatlardan korumak için kurduğunu tevatüren bize kadar ulaştırmışlardır. 0 halde nakşinin yolu bellidir. Halifelerin yemek hakkındaki görüşleri Şah-ı Nakşibend (k.s.)’in görüşü gibidir. Bu mesele şafi fakihlerin, Imam-ı Şafii (r.a.)’nin;
“Hadis sahih olunca o benim mezhebimdir” hükmüne amel etmeleri gibidir.
Minah-158:
Ehlullahın ,sözlerini okuyan veya bizzat onlardan duyan kimse, duyduğu sözün manasını mutlâk zahiri ve genel olarak anlamaması gerekir.
Büyüklerin zahirinde şeriat ve tarikata muhalif gibi görülen faillerini, şeyhi emretmedikçe mürid taklid etmemesidir. Ancak inkar etmeyip şeyhin hududunu çizdiği cadde üzerinde yürümesi gerektiğini belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Doyuncaya kadar yemek ilk devirde (Asr-ı saadet) olmadığından bid’attır. Yalnız kamil evliyaya zarar vermez.”
Alaaddin Attar (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.)’i vefatından önce hasta iken ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında Şah-ı Nakşibend (k.s.) evin köşesinde bulunan sofradan yemek yemesini söyledi. Alaaddin-i Attar (k.s.) biraz yedikten sonra kalkmak istedi. Şah-ı Nakşibend (k.s.) onun aç olduğunu fark ederek tekrar tekrar yemesini emretti. Üçüncü seferinden sonra buyurdu: “Ya Alaaddin çok ye, çok çalış” Devamla Gavs (k.s.) buyurdu: “Alaaddin (k.s.) kamillerdendi.”
Minah-159:
“Talibin kabiliyetine göre, kendisi için hazırlanan hal ve makam, onun ihmaliyle başkalarına geçebilir.” deyip şunları söylediler:
“Hz. Ömer (r.a.) devrinde bir savaşta, kafirlerden birisi, müslümanlardan biriyle teke tek dövüşmek istedi. Müslümanlardan birisi çıktı. Ancak kafiri hakir görerek layıkıyla silahlanmadı. Sonra kafirin kuvvetini görünce, silahlarını tamamlamak üzere geri döndü. Bu sırada müslümanlardan başka birisi erken davranarak kafiri öldürdü. Bu iki müslüman, kafirin yanında bulundurduğu ve öldürene kalan malı üzerinde anlaşamadılar. Dava Hz. Ömer (r.a.)’a soruldu. Buyurdu: “Seleb ilk çıkanındı fakat o kendi ikinciye verdi.”
Minah-160:
Bu tarikatı aliyeye kamil bir mürşidin eliyle intisab etmenin büyük faydalarına işaret ederek Gavs (k.s.) buyurdu: “Meşayihler, kendilerine intisab edenlerin kalb gözünü dünya muhabbetinden soğuturlar. Bu dünya muhabbetini terk etmek, dünyayı terk manasında değildir. Yani mal kazanma, miskin ol demek değildir. Ahiret muhabbetini, dünya muhabbetine Allah (c.c) sevgisini, dünya sevgisine tercihtir.
Bir evi bir de bağı olan bir adam ikisini de sever. Fakat evin tamiri bağın geliri ile olduğu halde evi daha çok sever. Ahiret muhabbetini dünya muhabbetine tercihde aynen örnekteki gibi gayeyi araca tercihtir. Bu intisabtan hidayet olanın nasibidir. İhtiyatlı davranmaya, bir çok menhiyattan korunmaya sebeb olan ne güzel bir nasibtir.”
Gavs (k.s.) bu nasibin, bazı semerelerini işaretle şöyle buyurdu: “Gerçekten kabir azabı dünya muhabbeti, ahiret muhabbetinden fazla olan içindir. Bu iki muhabbeti müsavi olan veya ahiret muhabbeti, dünya muhabbetinden fazla olan kişiye kabirde azab yoktur.
Bazı meşayihler müridlerini tamamıyla dünyayı terk etmeye ulaştırırlar ki bu ariflerin nasibidir. Ariflerin dünyayı terk etmesi meşrebleri icabı farklıdır.
Bazıları yalnız dünya muhabbetini terk edip, esbaba tevessülü bırakmaz. Bazıları hem dünya muhabbetini hem de esbaba tevessülü bırakır. (Veysel Karani (k.s.) v.b.)
Sahabe-i Kiramın (r.a.) dünyayı terk edişleri bir değildir.” dedikten sonra bununla ilgili vak’alar hikaye etti.
Yüzaltmışıncı minhada geçen iki sahabi (r.a.)’nin seleb üzerinde anlaşmaması, kıssasıyla sahabi (r.a.) vak’alarına son verdi.
Gavs (k.s.) anlatılan kıssaların sonunda: “Ashab (r.a.)’ın dünyayı terk etmemeleri, bizim terk etmememiz gibi değildir. Belki onların dünyaya zahiren olan meyilleri, onlara uyulması için, şer’i hükümlerin anlaşılması ve iman bakımından zayıf olan kişilere kolaylık olması içindir. Yani hükümlerin onlardan sonra bilinmesi içindi, nefisleri için değildi.” buyurdu.
Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) ashab (r.a.),’ın dünyaya zahiri meylini sorduğunda bu meylin, hükümlerin anlaşılması için olduğu cevabını verdiğini de zikretti.
Gavs (k.s.) Hz. adeti, genellikle yüksek meclislerinde kıssalar zikredip, sonunda sahabi (r.a.)’den insanın aklına zahiren ashab (r.a.)’ın büyüklüğüne ters düşdüğünü getiren kıssalar anlatmak şeklindeydi. Sonra o kıssaları öyle güzel bir şekil üzerine izah ederdi ki, orada hazır bulunanlar hayrette kalırdı. 0 güzel şekillerin çoğuna onun kelamından başka yerde rastlamadım.
Minah-161:
Şeyhini tanıyan kişinin nazarında, şeyhin bütün halleri keramet olur.
Minah-162:
Meclislerde fasıklara sırt çevirmek caizdir. Lakin kimi görsen Hızır (a.s.) zannet ona sırt çevirme.
Minah-163:
Seyrü sülukun zor bir iş olduğunu belirten Gavs (k.s.), bu tarikatın nisbetinin azametli olduğunu söylerdi. Bununla ilgili olarak şöyle buyurdular: “Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) daha çocukken küçük velilik makamıyla şereflenmişti. Yaşı ilerleyip bu büyük nisbet eline geçince, önce elinde bulunanı bu nisbete nazaran hiçe sayıp, nisbetin kemalinin tahsile müsait olan gençlik vaktinde bu nisbetle vakıf olmadığına teessüf ederek şu beyti söylerdi:
“Eşeği var semeri yok bir adam var
0 semeri buluncaya kadar eşeğini kurt kapar.”
Minah-164:
Bir gün yüce mecliste berzah-ı ekber yani Hakikat-ı Muhammediyeyi (fena-firresul makamı) geçmeden vusulün imkanından bahsedildi.
Bir fakir: “Bazı büyük veliler bunun mümkün olduğun söylemiştir. Hatta bazılarına göre Rabiatül Adeviyye (k.s.) bu şekilde vasıl olmuştur” dedi.
Bunun üzerine Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) gibi küçüklüğünde velayet-i suğra ile müşerref olanlar, bu kabildendir. Çünki onlar çocukken mükellef değildiler.”
Ben (Halid-i Öleki) Gays (k.s.) Hz. bu sözleri ile hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden vusülün mümkün olduğunu mu belirtti. Yoksa bunlarda Mevlana (k.s.) gibi şeriat berzahını geçmeden vusülün mümkün olup ama Hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden mümkün olmadığını tafsil mi etti anlamadım. Kalbim ikinci manaya meyillidir.
Minah-165:
Gavs (k.s.) salike himmetin yüksekliğiyle emredip salike zahir olan, ne olursa olsun orda durmaktan men ederdi. Çünki bu durumlar terakkiye kabiliyetli olanların yükselmesine manidir der, zahir olana meyilden nehyederdi.
Zahir olana meylin afetini tenbihleyerek: Böyle şeylere meyil etmek, tarikatın kuru üzüm ve cevizi ile iktifa etmek gibidir.
Salikin hedef, Allah ( c.c.)’a vasıl olmaktır. Hedefi vusul olan bir salik bu yolda, bir eğlence hükmünde olan bazı hal ve kerametle oyalanıp, yolunda kalmamalıdır. Maksuduna, bir an önce erişmek için çalışmalıdır. Kabiliyetli kişiler maksuduna erişmemişse sırf bu hallere olan meylinden dolayı geri kalmıştır. İnsan bu yolda bulduğu ile iktifa etmemeli, maksadın Allah (c.c.)’a vasıl olmak olduğunu unutmamalıdır.
Bir fakir Gavs (k.s.) Hz.’ne sordu: “Tarikat saliki yükseklere göz dikip oralara çıkmak istemekle birlikte, nefsini gayet kusurlu görüp, hiç bir şeye layık olmadığını ve tarikatta verilen azı çok kabul etmekle emr olunduğuna göre; bunlardan birincisi diğer ikisiyle beraber bulunur mu?”
Gavs (k.s.) cevaben: “Evet, altı ve üstü istemenin, her ikiside kabiliyet işi değildir. Bu Allah (c.c.)’ın fazlından olduğu için eşittir. Hatta çoğunlukla alt tabaka ile yetinmeyerek buna kabiliyeti olduğunu kabul etmek demektir. Ki bu büyük bir yanlışlıktır” buyurduktan sonra; “Talebten maksad, fayda vermeyen arzular değil, belki taleble beraber sebeplere yapışmaktır. En büyük sebep bir insan-ı kamil aramak, bulunca ona bağlanıp hizmetine
girmek, ta ki onun yanında istifade edeceği bir şey kalmayıncaya kadar. Bundan sonra onun yanından ayrılıp daha kamilini aramalıdır.” dedi.
Gavs (k.s.), bu konuda meşhur olan Şah-ı Nakşibendi (k.s.) kendi şeyhi yanında istifade edeceği bir şey kalmayınca Halil Ata (k.s.) ile Kusem Şeyh (k.s.)’e gitmesini ve Faslı Muhammed Şirin (k.s.)’ın şeyhini bırakıp daha kamilini bulmak için, batıya seferi kıssasını zikretti.
Sonra buyurdu: “Kamil bir salik dua ve tazarru ile ziyadeye ulaşır. Salike yakışan bazen gücünün üstünde olan veya hakkını ifa edemeyeceği muayyen bir mertebeyi yahutta bir şahsın makamını istememektir. Belki Cenab-ı Hakk (c.c)’ın Habibine (a.s.)
“Benim ilmimi arttır de”28 ayetiyle öğrettiği gibi mutlak olarak artmasını istemenin lazım olduğuna işaret etmiştir.”
Bu konuda Davud (a.s.)’ın Ulu’l-Azim peygamberlerin mertebesini istemesi üzerine, imtihan edilmesi kıssasını zikretti.
Gavs (k.s.) kendi nefsinden haber vererek dedi: “Bir gün Veysel Karani (k.s.)’nin kabrini ziyarete gitmiştim. 0 zaman Cenab-ı Hak’tan onun nisbeti gibi nisbet istedim. Sonra beni ölüme götürecek bir şeye mübtela oldum (tutuldum).
Taleb edilen mertebelerin nihayeti olmadığı gibi talebinde nihayeti yoktur. Elde bulunandan alınan lezzetin, elde bulunmayana iştiyakın beraberce olması mümkündür. Ancak dünya hayatında bu ikisi kamil bir şekilde bir araya gelmez. Ölümden sonra terakkiyat devam eder.”
Veysel Karani (k.s.)’nin kabrinden nisbet istemesi kıssasını bitirdekten sonra Gavs (k.s.) buyurdu: “Peygamberler (a.s.) hakikatin bizim ulaşamadığımız bir telezzüz ve iştiyakla, kabirlerinde lezzet duyup zevklenirler.”
Minah-166:
Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişilerin edebinin nasıl olacağını Gavs (k.s.) şöyle dile getirdiler: “Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişinin edebi, o sözden anladığı mananın üzerinde ısrarla durmayıp başka manaların anlaşılamıyacağını iddia etmeden, kendi anladığının anlaşılabilecek manalardan bir ihtimal olduğunu ifade etmelidir.
Kardeşim Mevlana Resul (k.s.) zamanının faziletlilerinden ve bu taifenin meşrebinden büyük bir pay sahibi olduğu halde, Mevlana Cami (k.s.)’nin divanındaki bir gazel üzerine haşiye yazmıştı. Yazdığı haşiyede gazelin Kerbela vakıasına işaret ettiğini belirmişti. Sonra yazdığı haşiyeyi iptal etti. İstiğfar edip (bundan sonra ehlullahın sözleri üzerine konuşmayacağım) dedi.
Sonra Gavs (k.s.); velilerin rumuzlarını açıklayan kişilerin, fetva verenler gibi ihtiyatlı olması gerektiğini, hele tarikat liderlerinin rumuzlarını açıklayanların daha ihtiyatlı olmalarını söyledi. Gavs (k.s.), Mevlana Resul (k.s.)’ün fetva vermedeki ihtiyatını dile getirip: “0 kadar ihtiyatlı idi ki öğrencisi dahi olsa kendisinden başka fetva verecek bir kişi bulunduğu müddetçe konuşmazdı. Kendisine ait olaylarda öğrencilerine fetva sorardı.” dedi.
Velilerin sözleri üzerinde hiç konuşulmaz fikirin izale için Gavs (k.s.) şeyhi. Seyyid Taha (k.s.)’nın: “Tuhfe kitabının sahibi kalb ehlinden idi. Tuhfe sahibinin Tuhfe kitabındaki makaleleri nüktelerden anlamayan ulemanın Tuhfe kitabı hakkında konuşmaya izinli olduğunu fakat ondaki nüktelerin tamamını anlamadıklarını ima etti.
Sanıyorum bu fakirin (Halid-i Öleki) bazı meşayihin hal tercümelerinde bazı işaretlerini yanlış anladığımı tenbih etti. Cenab-ı Hak (c.c.) bize faidesinden dolayı Gavs (k.s.)’ı mükafatlandırsın. Benden sadır olan kusurdan Allah (c.c.)’a istiğfar ederek bundan sonra, onların sözlerini açıklarken israr etmemeye niyet ettim. Allah (c.c.)’dan yardım istiyor, bundan sonra yazacaklarımda, bilmeyerek veya unutarak yapacağım yanlışlıktan muhafaza buyurmasını diliyorum.
Minah-167:
Nakşi tarikatında seyr etmenin zor olduğunu, menzil olan hakiki matlubun uzak olduğuna, salikin şeyhe muhtaç olduğuna, gerçekten yaklaştıran ve kolaylaştıranın şeyh olduğuna işaretle Gavs (k.s.): “Harabeler, uzaklıklar bu alemin arkasında emir alemindedir. Şeyh gerçekte, oradan bu alem üzerine göz açıp kapamak kadar kısa bir zamanda feyiz yağdırır.” buyurdu.
Minah-168:
Hizmet ve ubudiyetle meşgul olarak, sır evi olan kalbi masivadan temizlemenin lüzumuna, gerçek vusulün talibin matluba gitmesiyle değil, ancak bir ihsan olan, matlubun, talibe tenezzülen gelmesiyle olduğunu, itikad şeklinde geçen adaba riayetten sonra, dil ile istemenin vusule bir faydası olduğunu işaret için buyurdu ki:
“Benimle yakın alakası olan bazı kişiler Şeyhimize (k.s.)’e bir değirmen yapmaya uğraşıyorlardı. Ben de içlerindeydim. Ben şeyhimin yüce kulağıda işitsin diye, birisine şu beyti söyledim.
Gözümüzün manzarasının eyvanı senin eşiğindir.
Kerem et, aşağı göster ki ev senin evindir.
Ben bu beyti okuduktan sonra Şeyh (k.s.) Hz. bize geldi.[29]
Minah-169:
Gavs (r.a.) Hz. bir gün temiz hava almak için binekle kabirleri ziyarete gitti.
Bir fakir de Sultan Veled (k.s.)’nin Şam’dan Konya’ya kadar Şems’i Tebrizi (k.s.)’nin atının üzengisini tutup yaya olarak gittiğini düşündü. Şeyhle gelmeyip bir süre gecikti. Zannediyorum onun kalbine “keşke benim içinde bir binek olsaydı” diye geldi. Sonra Gavs (k.s.) Hz.’ni takib için yola koyuldu. Yolculuğun sonunda bir menzile varıp ikamet koyuldu. 0 belde de yüce meclis teşekkül etti.
[27 Fena makamında olanın huzuru insanın nefesinin huzuru gibidir. Nasıl ki, insan nefesden gafil olsa dahi nefes durmayıp devam etmektedir. Fena makamında olan da huzurdan gafil olsa dahi huzuru devam etmektedir.
Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: "Meşayihin siyerlerini okuyup mütala etmekten gaye, onları öğrenmek olmayıp bir seferde olsa orda belirtilenlerle amel etmektir.
Mevlana Cami (k.s.) bir sefer Kabe-i Muazzama'nın sofasınıi mübarek sakalıyla süpürmüştür. Divanındaki şiiriyle de buna işaret etmiştir.
"Ak saçlarımı, senin eşiğine süpürge ettim."
Mevlana Hacı Hakkari (k.s.) zamanın fazıllarından Seyyid Taha (k.s.)'nin halifesi olduğu halde bir gün beyaz sakalı ile şeyhinin sofasını süpürmüştür."
Minah-170:
Arifler bağının, çeşmesinin başı münkirlerdir. Meşayihin mükirler vasıtasıyla gördüğü menfaat müridlerden gördüğünden fazladır.
Minah-171:
Münkirler ne güzeldir. Çünki inkar .edilen kişi nefsini onlarin gözüyle görürde nefsi gözünden düşer.
Minah-172:
Gavs (k.s.) şeyhi Seyyid Taha (k.s.)'nin şeyhi Mevlana Halid (k.s.)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Seyyid Abdullah (k.s.)[30] ne güzel bir şeyhtir. Münkiri olmaması dışında hiç bir kusuru yoktur.
Minah-173:
Gavs (k.s.) Hz. bazen kendisinden, bazende şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederdi: “Her münkirin inkarından dönmesi mümkündür. Yalnız hasedinden dolayı inkar edenler hariç. Bunun üzerine bir fakir sordu:
“Hased meşayihin gidermeye çalıştıkları, diğer manevi hastalıklar gibi bir hastalık değil midir?” Cevaben buyurdu:
“Evet, öyledir. Ama hased şeyhlerin tedavi etmesinde şart olan teslimiyete engeldir.”
Minah-174:
Gavs (k.s.)’a “falan şahıs sizi inkar etmiyor. Ama bazı müridleri inkar ediyor.” denildi. Buyurdu:
“Dalin münkiri, kökünde münkiridir.”
Minah-175:
Gizli inkarın bir çeşidine işaret için şöyle buyurdu:
“Şeyhimizin müezzini münkir idi. Müezzin: “Şeyh tarikatta tembelleşti.” sözünü söylemesi münkirliğini açığa çıkardı.”
[28 Taha 114. ayet]
[29 Bu minah'dan gaye; gerçek vusulün salikin adaba riayeti ile birlikte, mürşidin makamının yüceliğine bakmadan salike ihsan etmesi ve iltifat göstermesi ile olacağına işaret etmektir. Mürşidin tenezzülen gösterdiği bu iltifatıda salik dili ile istemelidir.]
[30 Burada adi geçen Seyyid Abdullah (k.s.) Seyyid Taha (k.s.)'nın amcası ve Mevlana Halidi Bağdadi (k.s.)'nin halifesidir. Hatmede adı okunan budur. Seyyid Abdullah (k.s.)'dan silsile türemediginden Seyyid Taha (k.s.) onu silsileye dahil etmiştir.]
***
Minah-176:
Zahiri ulemanın bu taifeyi inkari, onlardan faydalanmayı giderir. Onları kedere mübtela eder. Zelillik ve fakirliğine sebep olur. Allah (c.c.)’in dilediği zamana kadar, onların nesline de bu hal sirayet eder.Buna örnek olarak naklettiler ki; çeşitli zahiri ilimlerde asrının otoritesi olarak kabul edilen bir kişi o günün tutulan çeşitli ilim dalları ile ilgili bir çok kitap yazmıştı. Adam, Şeyh Mevlana Halid (k.s.) hazretlerinin inkarcıları arasındaydı. Bu yüzden kitaplarından faydalanılmadı, daha doğrusu onları inceleyen bile çıkmadı. Ayrıca yöresinin en güzel yüzlü kimselerinden biri olduğu halde ömrünün sonlarına doğru yüzünde bir cilt hastalığı belirdi. Üstelik bu hastalık kendisinden sonra çocuklarına da geçti.
Yine akrabalarımızdan bir adam vardı. Adam o günün büyüklerinden biri olan Şeyh İsmail Tillavi (k.s.) münkiri idi. Bu yüzden ne kendisinin ve ne de şu ana kadar soyundan gelenlerin başından bela ve musibet eksik olmadı. Oysa günümüzdeki soyu üçüncü veya dördüncü göbeğe ulaşmıştır.
Minah-177:
Cizre’de bulunuyordum. Rüyamda Şirvan’ın o zamanki meşhur alimlerinden birisini gördüm. 0 alim Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.)’nin münkiri idi. Rüyamda o şahsın gözlerinin gittiğini gördüm. Kısa bir zaman sonrada onun ölüm haberi geldi.
Minah-178:
Sebebi açık olmayan bazı vakıalar suret itibari ile şeriata ters görülebilir. Bu gibi vakialàrı inkar etmeninde gerçek inkarlardan sayıldığına işaret eden Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın zamanında vuku bulan bir hadiseyi dile getirdi:
“Seyyid Taha (k.s.) Ruslarla savaş zamanında kalabalık bir gönüllü topluluğuyla cepheye gitmek için yola çekti. Van yakınlarına geldiği zaman kendisine keşfen savaşın neticesinin barış anlaşmasıyla biteceği bildirildi. Bu manevi halden sonra Seyyid Taha (k.s.) geri döndü. Savaşın neticesi keşfettiği gibi bitti. Ama onun dönme emrine bir kısım insanlar karşı çıkıp münkiri oldular.
Minah-179:
“Ehlullahın münkirleri, gerçek veli olanlarla olmayanları birbirinden ayırır. Münkirler vasıtasıyla kemalatları kuvveden fiile çıkarak, sadıkları belli olur.” diyen Gavs (k.s.) şu kıssayı naklettiler: “Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) devrinde münkirler bir grup veliyi Halifeye şikayet ettiler. Şikayet sonunda bu veliler, idama mahkum oldu. Bunların cezalarının infazı sırasında bu sadıkların her biri arkadaşlarını kendi nefislerine tercih ederek, kendi boynunu önce vurulması için cellata uzattı.
Eğer ki münkirlerin, inkar ve şikayeti olmasaydi, o kemalat (arkadaşim kendi nefsine tercih) zahir olmazdı.
Minah-180:
Münkirin zahir kemalatına itibar yoktur. Ehlullahın hizmetinde büyüklük taslayan münkirler sebebiyle geciktiklerini bildiren zayıf müridlerin özürü makbul sayılmaz.
Büyüklük taslayan mütekebbirlerin meth etmesi ve büyütmesine o zaylfların men edenlerin korkutmasından ve aldatmasından dolayı evinde oturup, ziyarete gelmeyenlerin iştiyakı kendilerine hiç bir fayda vermez. Belki onlar bu hareketiyle Allah (c.c.)’ın
“imandan yüz çeviren, (malından) pek az verip onu da kesen.”[31] ayetiyle vasfettiği kişi gibidir. Halka şefkat için münkirlerin başının gıybetinin cevazına ima vardır.
Beytullah-ı Ekber diye vasıflandırılan meşayihi ziyaret edenlerde hacılar gibi üç kısımdır. Bunlardan birincisi, meşayihi Allah için ziyaret edenler. Bunlar fena makamına varıncaya kadar hiç bir yerde durmazlar.
İkincisi; teberrüken, bereketlenmek ve zahiren bir şey almak için gidendir. Bunların nefsi tamamen gitmese dahi, onlarda meşayihden fayda görürler.
Üçüncüsü; meşayihleri imtihan için, bir keramet görmek, dünyevi maksatlarına (şan, şöhret) nail olmak için giderler, mahrum dönerler. İlkin gizledikleri kusur ve ayıblar ortaya çıkar.
Bütün bunların anlatılmasına sebeb şudur:
Bir fakir; Bitlis alimlerine, fırsatı ganimet bilerek, yüce kapıya gelmekte acele etmelerini bildiren, onların yüce kapı hakkında şüphe ve itirazlarını gideren bir mektupla birlikte elçi gönderir. Elçi dönüşte şunları anlatır: “Mektup Bitlis alimlerinin pek çoğuna tesir etti. Gelmek için hazırlandılar. Durum bu halde iken münkirlerin en şiddetlisi olup, Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi (k.s)’nin kitaplarını mütala edip anlamamış bulunan, yoldan sapma ve itikad bozukluğu ile bilinen hacdan yeni dönmüş olan belde müftüsüne Gavs (k.s)’a gitmek için müracaat ettiklerinde, büyük münkir olan müftünün işaretiyle gelmekten vazgeçtiler.
Bundan bir kaç gün sonra Gavs (k.s.) yüksek meclisde buyurdu ki: “Velid bin Muğire’nin Kur’an-ı Azimi dinleyip O’nun tesiriyle islama döneceği zaman Ebu Cehil’e sordu. Ebu Cehil ona sen Kureyş’in reyhanısın deyip bir takim vesveseler vererek onu aldatır. Dolayısıyla Velid Bin Muğire Ebu Cehil yüzünden ebedi sadetten mahrum kaldı.” Bu kıssadan sonra şu ayeti okudu:
“Çok yemin eden değersize itaat etme.”[32]
Gavs (k.s.) sohbete devamla buyurdu:, “İbrahim (a.s.) hac için insanları çağırmakla emr olununca, ilk defa onun, sonra Cenab-ı Hakk’ın, sonra şeytanın çağırdığı rivayet olunur. Bu üç sesten birisi kendisine ulaşan muhakkak hacca gider. İbrahim (a.s.)’ın çağrısını işiterek hacca giden, tavafını yapar, faydasını görür evine döner. Allah (c.c.)’ın nidasıyla giden dönmez. Orada vefat eder. Şeytanın nidası ile hacca giden kötü hal ve akıbetle döner.
İtimat ettiğim bir kişiden şöyle işittim. Hac kalbin zamirini, ortaya çıkaran ve gizli halleri ifşa eden, mihenk taşıdır.”
Sonra arkadaşlarından bazısı Gavs (k.s.)”ı haddini tecavüz edenin helaki için tahrik ettiler.
Münkirlerin olmasının faydasın bildiren Gavs (k.s.) sohbetinin sonunda buyurdu: “Her bir Muhammed için bir Ebu Cehil gerekir.” Bu sözle sohbet sona erdi. Müridler evlerine dağılırken o beldenin alimlerinin bir kaçından özür mektubu geldi. Bu mektupta alimler; sadata karşı ihlaslarının bozulmadığını inkardan kaçındıklarını belirtiyorlar. Yüksek kapının acizleri arasına girmelerine sadece adı geçen müftünün mani olduğunu yazıyorlardı.
Müridler yakinen anladılarki Gavs (k.s.)’ın bu minhadaki konuşması gelen özür mektubunun doğru olmadığını beyan içindi. Bu sözlerde diğer kudsi kelimeleri gibi feraset nurundan kaynaklanıyordu.
Yemin ederim ki bütün kelam öyle idi. Makamının karşısında, denizden bir damla, topraktan bir zerre mesabesindeki böyle ferasetleriyle, bu topladığımız minhalardan onu tanıtmaktan biz şiddetle kaçındık.
Minah-181:
Velayet makamı üzerinde tahakkuk eden, ne yaparsa yapsın inkar edilmemesi gerekir. Gerçekte onlardan münker şekilde sadır olan, marufa döneceği, fakat imtihan dünyasında umumun imtihanı için bazen (iyiliğe) dönüşün gizli olduğunu işaret etti.
Gavs (k.s.) gizli olan (münkerin marufa) dönüşünün külli şekillerden bir kısmının başka şekillere (yönelecek halde), tereddütlü olan zihinleri yaklaştırrnak ve hatta hiç bir sebep olmadan mutlak tasdiki taleb etmek için tenbih etti. Bu şekilleri açıklarken, öyle hayret verici bir şekilde açıkladı ki, zannederim ondan evvel hiç kimse, böyle toplu olarak açıklamamamıştır.
Gavs (k.s.); ucuba (ameline güvenme) sebep olan, huzuru kaçıran ,çeşit çeşit kötülükleri celbeden, şöhret afetinin def’i için o münkerin sadır olmasının o şekillerden olduğunu ima etti. Bu şekilleri açıklarken zikretti ki; “evliyanin bir kısmı “Kalenderiye” diye adlandırılırlar. Bunlar sakal, bıyık ve kaşlarını kendilerini gizlemek için keserler.
Hatta velilerden birisi bir toplum içinde üzerine sıçratacak şekilde ağaca bevl etmiştir. Sekr halinde bulunmak da o şekillerdendir.
Nasıl ki, içkiden olan sarhoşluk bazı hükümleri değiştirir[33] de. manevi sarhoşluğun değiştirmemesi imkansızdır.
İbrahim-i Meczub ile Aliy-i Şirazi (k.s.) kıssaları meşhurdur. Aliy-i Şirazi (k.s.) iki dilenciden ekmek kırıklarıyla dolu iki dağarcık gaspedip, içlerindekini yediği hususu vardır. Veliler bir münkeri yaparken, (ruhani) misal alemine bakıp şehadet (dünya) alemine karşı gözleri kapalı olması bu şekillerdendir.
Onlar insanları, bulunduğu andaki çirkin ve fazla bulunan kötü sıfatın sureti üzerinde görürler. Bazen orada (misal aleminde), kadın şekilleri üzerinde görürler ve hayvanlardan diğer bir şeklin nev’inde görürler. 0 suretlerin icabına göre onlara muamele ederler.
Veliye bir kadın vardı, halk arasında yüzü ve başı açık gezerdi. Kamil bir insan görünce hemen örtünüp “bu erkektir” derdi.
Hallac-ı Mansur’un oğlu Hüseyin ve kızını ilgilendiren kıssa meşhurdur: Hallac’ın kızının yüzünün yarısını örtüp yarısını açmasının sebebi sorulduğu zaman derdi ki: “Ben yarım erkek görüyorum o da benim kardeşimdir.”
0 şekillerden birisi de, şerrin en büyüğünü, şerrin en hafifiyle def’etmektir.
Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şibli (k.s.)’nin oğlu, vefat edince o da sakalını traş etti. Sebebi ondan sorulunca, dedi ki; Cenab-ı Hak kime hayır dua etsem geri çevirmeyeceğine bana söz vermiştir. Halk benim taziyeme gelir diye korktum. Eğer hepsine dua etsem hakkında şakilik (mutlak olarak) yazılmış olan üzerinde kadere karşı çıkacaktım, yok eğer aralarında ayırım yapsaydım veya hepsini duasız bıraksaydım, onların kalbi kırılacaktı, veya benim aleyhimde konuşmak ve benzeri fesatlara sebep olacaktı.
Bu da o şekillerdendir; o münkerin üzerine bağlı olan büyük bir maslahatın celbi için yaptıkları şeyleri anlatmak için Gavs (k.s.) şu kıssayı nakletti; “bir şeyhe ramazanda misafir geldi. Şeyh, sonradan onun kendisine uyacağı umuduyla, ona uyarak orucunu açıp, onunla yemek yedi. Müridler bundan nefret ederek dışarı çıktılar. Yemekten sonra şeyh, belindeki tesbihi keserek “yemek yemekte benim sana muvafakat ettiğim gibi, sen de belindeki papaz kuşağını (Zünnar) kesmekle bana uy” dedi. Misafir itiraf ederek müslüman oldu. Sonra şeyh müridlere dedi ki; “eğer ben ona refakat etmeseydim, o da bana uymazdı.
Bu kıssadan sonra Gavs (k.s.) buyurdu ki; “İrfan sahibinden şer gelmez. Evlîyalar, günahtan masum olmadıkları halde, günahlar onlara zarar vermekten mahfuzdurlar, şayet günah işlemiş olsalar da onunla doğruluktan sapıklığa meyl etmezler.”
Minah-182:
Sanırım ki, Gavs (k.s.), şeyhin bildiği yolların en açığını müride gösterilmesi gerektiğine işaret ederek, ölümden sonra terakkinin vaki olduğunu ima yolunda şöyle buyurdu: “Eğer Şeyh Abdülhalik Gucdevani (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin kendi ruhaniyetinden almış olduğuna, bu nakşi tarikatında sağ iken vakıf olsaydı, hayatında ifşa edip, müridleri onunla terbiye ederdi.
Minah-183:
Bir tarikatın kamil halifeleri, ancak, o tarikatı arttırmakla emrolundukları zaman, tamamlayıcı ilaveler yapabilirler. Bu ilaveler hususunda, halifelerin yedi sefere kadar istihare etmeleri lazımdır.
Minah-184:
Sanırım, Gavs (k.s.) sonraki meşayihin arasında maruf olan teveccühün tarikatta bid’at olduğu, eski meşayih zamanında olmadığı, yolunda halkın kalbindeki şüpheyi gidermek için işaret etti.
Bununla, önceki şeyhler zamanında bilinen teveccühün hakikatini değiştirmeyecek şekilde tasarrufun zarar vermediğini, adların değişmesine itibar olmadığım remzederek Gavs (k.s.) buyurdu ki; “Teveccüh eskiler arasında maruf olan iltifat nazarının bir çeşididir. Daha önceki şeyhler bu nazarı teker teker karşılarına alarak yaparlardı. Bunun için bir cemaat toplamazlardı. Bu gün yapılan teveccühü umumi bir nazar olarak kabul etmek gerekir.”
Bu mübarek sözlerden sonra, sanırım Gavs (k.s.), şimdiki teveccüh şeklinin ortaya çıkmasının teveccühün hakikatını değiştirmeyeceğini belirtti. Bu şekilde teveccüh yapmanın kendine emrolunduğuna işaret ederek. “Bu şekilde teveccüh yaptırmam için kuvvetli bir şekilde emrolundum” sözüyle Sadat-ı Kiramın buna, çok ihtimam gösterdiğini ifade ettiler. Teveccüh üzerine sohbetlerine devam ederek buyudular ki; “Teveccüh müridin zulmetinin, şeyhin akıttığı nur sebebiyle boşaltılmasıdır. Çoğu zaman mürid kendisinde vuku bulan hali hissetmez. Avam hakkında teveccüh sohbetten daha faydalıdır, onların hayatın teveccühle def edilir. Hatta bizim meşrebimize uyan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden Maruf olan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden maruf olan nazar hakkında sadatın söyledikleri teveccüh içinde aynıdır. İkiside birdir.
Minah-185:
Şah-ı Nakşibend (k.s.):
“Masivaya bağlanmak bu yolun yolcuları için büyük bir hicabdır.” buyurmuştur. Allah (c.c.)’den başkasına kalbi bağlamak salihi Hakka ulaşmaktan alıkoyan büyük bir perdedir. Gavs (k.s.) lafzını okumayıp kelimesini kelimesine izafe ederdi ki o zaman manası şöyle olur:
Bu yolun yolcusundan başkasına kalbi bağlamak büyük hicab olur. Gavs (k.s.) bu beyitte irşad makamına işaret olduğunu, mürşidin ise salikin terbiye ve talimiyle meşgul olması gerektiğinden dolay, mürşidin salike bağlılığının hicab olmadığım buyururdu.
Minah-186:
Abdullah Dehlevi (k.s) bazi müridleri medh-ü sena ile karşılardı. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) onun yanına her girişinde “Nur kubbesi geldi.” diye taltif ederdi.
Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) müridleri böyle karşılamaz, bilakis dilediği kişiyi, gıyabında yüce haliyle anlatırdı.
Gavs (k.s.)’de açık övgüde şeyhine tabi idi. Fakat bazılarını da işaretle medhederdi.
Minah-187:
Gavs (k.s.) çoğu zaman yüce meclislerinde, kendi devirlerinde yaşayan, veyahut önceden yaşamış olan ve velayetleri hakkında ihtilaf edilmiş veya kapalı kalmış kişilerin kemalat ve faziletlerini müridanına anlatırlardı.
Biz (Halid-i Öleki (k.s.)) zannediyoruz ki; Gavs (k.s.) bu haliyle, halka hem şetkatini gösteriyor, hem de velilikleri ihtilaf mevzuu veya kapalı kalsa da, böyle zatların aleyhinde konuşmaktan men ediyordu. Hatta müridlerinden birinin Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.) hakkında ihlası zayıf idi. Gavs (k.s.) bu müridinin de hazır olduğu bir mecliste, şeyhin kemalatından ve velayetinden kıssalar zikretti. Bu kıssaları müridin ihlası şeyh hakkında tam oluncaya kadar devam etti.
Minah-188:
Hayırlı bir işte dahi olsa, müridin, şeyhine muhalefet etmekten kaçınmasının lazım oludgunu belirten Gavs (k.s.), şeyhi Seyyid Taha (k.s)’nin “Ben şeyhim olan Mevlana Halid’e (k.s.) hiçbir şeyde muhalefet etmedim, yalnız müridler yanında olduğu müddetçe devamlı yemek vermekle şeyhime muhalafet ettim. Çünkü şeyhim, üç günlük misafir müddetince yemek verirdi (Şeyhin adeti olduğundan dolay). Ben bu muhalefetten gerçekten korkuyorum.”.dediğini naklederdi.
Minah-189:
Sanırım ki Gavs (k.s.), müride, şeyhinin emirinin bir seferlik veya bir müddetlik olduğuna kanaat etmeyip, mümkün olduğu müddetçe emrin devamlılığına yorumlamasina işaret ederek buyurdu ki; “İki şeyden başka 5eyhii-nin emrine muhalefet etmedim. Bunlardan birisi; şalvar giymemi emretmesine rağmen, buna devam etmedim.
Minah-190:
Müridin, şeyhine islami hüküm ve günlük işlerinde ne kadar mütabaatı fazla ise o kadar fazla tesir gördüğünü dile getirmek için, Gavs (k.s.), Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’den naklederek: “Bu tarikatin te’siri hanefilerde daha çabuktur” der ve “Bu tarikatin meşayihi şeyhim Mevlana Halid (k.s.)’e gelene kadar Hanefi mezhebinde idiler” diye delil gösterirdi.
Minah-191:
Son devir meşayihinin tarikat hakkında eskiler gibi konuşmadıklarmı belirten Gavs (k.s.) bunun sebebini şöyle açıklardı. Her san’atın kurucusu ve ondan sonrakiler, ancak (sanat hakkında) eksik tamamlanıncaya kadar konuşurlar, tamam olunca da artık fikir beyan etmeğe lüzüm görmezlerdi. Sanatın tamam oluşu onun eksiğinin olmayıp, sağlamlığına delil olduğunu belirterek, buyurdu ki:
-”Sadatlar hepsini konuştu, tarikattan konuşacak hiçbir eksik bırakmadılar.”
Minah-192:
Her amelin hususi bir eseri vardır. Amel, eser vasıtasıyla simada zahir olur. Ariflerin kamilleri insanların simasından amellerini tanır.
Cemaat arasında olsa dahi, şeyh müride bir şey sorduğunda, riyadan korkmayıp, doğru söylemesi vaciptir. Yalan konuşulduğu zaman, şeyh, müride “sen yalan söylüyorsun” diyebilir.
Gavs (k.s.)’ın huzurunda yukarıda anlatılan hususları taşıyan bir olay meydana geldi. Meşru bir sebepden dolayı, birkaç sene ziyarete gelemeyen bir müride sordu: “Sen burada bulunmadığın müddetçe rabıtan nasıldı?” Mürid cevaben: “Ben rabıta yapmıyordum” dedi. Gavs (k.s.) “yalan söylüyorsun, çünki gerçekte senin siman rabıta simasıdır? buyurdu.
Minah-193:
Allah (c.c.) şeyhe (müride tasarruf etmesi için) bazı kemalat verir. Böylece mürid, şeyhin terakkisine sebep olur.
Yakub-u Çerhi (k.s.) menkıbelerinde, “Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) müridi Ubeydullah-ı Ahrar (k.s.) şeyhi” denmesinin sebebi odur. Eğer Yakub-u Çerhi’nin (k.s.), Hace Ubeydullah’a (k.s) Şeyhliği, bazı kemalatını artırmasaydı, menkıbede Hace’nin zikrine sebeb kalmazdı.
Bir fakir sordu: “Müride tasarruf etmesi için verilen bu kemalat geçici ve ödünç bir şey mi, yoksa şeyhin mülkümü olur? Cevaben buyurdu: “Şeyhe mülk olur.”
Minah-194:
Seyyid Taha (k.s.)’nin bir müridi ona, beşeri (mecazi) aşkından şikayet etti, bunun üzerine şeyhim ona şunu tevsiye etti: “Şeyhini hayalen göğsünde bil. Bu şekilde rabıta mecazi aşkı siler.”
Minah-195:
Salik bazen, yalnız beşeri aşk ile Allah’a (c.c.) ulaşır. Aşk-ı mecazi kendisine müptela olan kişi tutulduğu aşkın etkisiyle, yanarak, dünya muhabbetini terk eder. Artık, dünya muhabbeti, bir daha ona dönmez.
Minah-196:
Gavs (k.s.) bir gün bazı büyüklerden naklederek “gerçekte mecaz, hakikatın köprüsüdür” buyurdu. Bir fakir “köprünün iktiza ettiği gibi onda durmayıp, üzerinden geçmekle emrettiler” dedi.
Gavs (k.s.); “evet, lakin onlar, kendilerinden istifade edilmesinde müsavi değildirler” diye söyledi.
Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki, “bu minhayı ben hakkıyla anlamadım.”
Minah-197:
Seyyid Kasım-i Tebrizi (k.s) bu silsilenin şeyhlerinden değildir, ama Hace Ahrar (k.s.) ve ,ondan sonraki nakşi silsilesine sevapta ortaktır.
Minah-198:
Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden birisi, müridlere “zikrinizi rabıtaya tesilim ediniz” derdi. Ama Gavs (k.s.) mümkünse rabıta ile zikri beraber yapınız” derdi, yani vird anında devamlı rabıtalı olunuz.[34]
Minah-199:
İrşad izni verilmeyen, istiğrak halinde yaşayan sofilerin bir çoğu, dönmüş ve irşad izni verilmiş sofilerden daha kamildir.
Minah-200:
Hilafet vermenin üç mertebesi vardır. Birincisi, en yüksek dereceli kabul edilen işaretle verilen hilafettir. İkincisi sözle verilen hilafet, bu orta olanıdır. Üçüncüsü yazıyla verilen hilafettir. Bu halifelik vermenin en alt dercesidir.
[31 Necm suresi, 34. ayet]
[32 Kalem suresi, 10. ayet]
[33 İçki olduğunu bilmeden, veya başkası tarafindan zorlanarak, içki içip sarhoş olan kişi Şafii ve hanefi mezheplerine göre mükellef değildir. Bak. Mugnul-muhtac 3/279 Beyrut baskisi 1352 Hicri ibn-i Abidin Durrül Muhtar 2/423 Mısır baskısı 1323 Hicri]
***
Minah-201:
Manevi boğazı geniş olan kişinin boğazında hem füyuzat almak için, hemde müridlere vermek için delik vardır. Füyuzat onun boğazını tıkayamaz, yani gelen feyizden dolayı manevi sarhoşluğa düşmez. Boğazı dar olan az bir feyizle tıkanır, sekir’e düşer, başkalarına da veremez.
Minah-202:
Gavs (k.s.) hz. leri işaret ettiki, hiç bir amel cezbenin dercesine ulaşmaz. Allah’a yaklaşma ve kemalat kazanma bakımından hiç bir amel cezbenin yerini tutamaz. Açık naslar ve bazı evliyanın keşfi, gibi deliller bu gerçeği ifade eder.
Bazı amel sahiblerinin derece olarak cezbe ehline yaklaşmaları, derece bakımından onlarla yarışmaları o kimselerin amellerindeki cezbeden dolayıdır. Sözlerinin devamında Gavs (k.s.), şehid olan bir gazi hakkında şöyle buyurdu: “Ben, misal aleminde onun kamil bir veli gibi şan sahibi olduğunu gördüm. Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Büyük bir velinin yanına avamdan bir şehid defnedildi, ben gördüm ki o şehid, o veliden aşağı değildi.”
Gavs (k.s.) buyurdu: “Savaşta şehid olunsada, olunmasada, savaşta cezbe vardır, savaş cezbeyi gerektirir.
Minah-203:
Gavs (k.s.)’dan mecazi aşkın nakşi taifesinde nadiren olmasının hikmeti soruldu:
-”Bu nakşi taifesini, başlangıçta kaplayan cezbe, masivayı terk ettirip onları Allah’dan başka bir şeyle ilgilendirmez.” buyurdu.
Minah-204:
Gavs (k.s.), bir gün yüce mecliste şunları söyledi: “Başlangıçta, nafile ibadetlerle meşguliyet, cezbeye engel olur ve müridin hızını keser.”
Minah-205:
Gavs (k.s.), buyurdu ki: “Nakıs olsun kamil olsun her şeyh, müridin kabiliyet tarlasına bir tohum eker. Daha önce nakıs bir tohum ekilmişse, kamil olan onu kurutmayınca, üzerine başka bir tohum ekmez.
Minah-206:
Ömrün harcandığı yerin en değerlisi, kamillerin sohbeti olduğunu, bu sohbetlerde sarfedilmeyen hayatın hiç yaşanmamış gibi olduğunu beyan eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Sohbette, şeyhim Muhyiddin-üs Sahrani (k.s.)’den işittim ki:
-”Nefesleri tutmak ömrü uzatır. Ömür, nefeslerle zabt ve tayin edilir.”
Ben bu sözü, sohbet şeyhimden işittikten sonra, nefesimi tutardım. Muhyiddin-üs Sahrani (k.s) dedi ki: “Ömürden gaye ancak sohbettir. Nefesi tutmak ise sohbetin kemalini meneder.”
Gavs (k.s.) bir fakire sordu; muteber olan öncekilerin Muhyuddin-üs Sahrani (k.s.)’in sözü gibi bir söz söylediğine vakıf oldun mu? Fakir cevaben dedi: “Evet ben Ruhü’l Beyan tefsirinde bazı muhakkiklerde bu söz gibisini gördüm, yalnız ben buna itimad etmeyerek, belki ömürlerin nefeslerle kayıtıi olduğu gibi, aynen saatle, günlerle ve zamanın diğer cüzleriyle de kayıtlı oluduğuna itikad ederdim. Gerçi yalnız nefesleriyle kayıtlı olması, ömrün artıp eksilmesi hakkındaki meşhur müşkülü halletmek için bu yoldan gidilmiştir.
Sanırım Gavs (k.s.) adı geçen şeyhi gibi, birinci söze meylederek dedi ki: “Ölüm halindeki kişinin hızlı nefes alıp vermesi bunu takviye ediyor.”
Minah-207:
Gerçekte arkadaşlık, arkadaşlık yapanın o renge razı olmasa da, kaçsa da, yine arkadaşlık yapanın rengine boyar. Bu rengin arkadaşlık yapanın kendisinde veya ona tabi olanlarda, istemeseler bile meydana geleceğini işaret eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu yüce taifenin bazı yeni girenlerinde görülen zikr-i minşari (testere zikri adı verilen bu zikir, testerenin ağaç keserken çıkardığı ses gibi boğazda ses çıkarır) onlara Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) bu zikri yapan Türk meşayihiyle olan arkadaşlığından gelmiştir.
Minah-208:
Yüksek mecliste zikr-i minşari’nin, şeyhin talimi veya müridin ihtiyarıyla mı, yoksa cezbe ve bir zaruretle mi olduğu mevzu edildi. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Türk meşayihi, onu telkin ve isteyerek yapardı. Hatta onların tarikatında bu vardı.”
Nakşi tarikatında, bazı yeni başlayanlar, içten bir zorlama ve zarurutle yapıyorlar. Şeyh onlara, bunu mecburen yapmaları için tasarrufta bulunmada serbesttir.
Minah-209:
Mübtedinin sayhası (narası), gafletten huzura kavuştuğu zaman neşet eder. Eğer gatlet veya huzur devam ederse bu ses çıkmaz orta derecedekilerin sayhası gelen feyzin, göğüslerine sığmamasından dolayı olur. Gavs (k.s.), bazı kişilerin sayhalarının bazen şeyhinin tasarrufatından olduğunu işaret ederek buyurdu ki: “Bazı meşayihin müridlerinde büyük naralar olurdu. Mübtedinin sayhası ve huzuruna en güzel örnek, yaş bir odunu ateşe atınca, ondan ses çıkar, odun kuruyunca ses kesilir.”
Minah-210:
Gülme, ağlama ve nara gibi hallerin sahipleri, meczub olmadıkları halde, meczub diye adlandırılmaları, ancak gafletten huzura geçtikleri zaman, cezbenin bir çeşidi onlarda bulunduğu içindir.
Minah-211:
Bir gün yüksek mecliste bazı büyüklerin, sahib-ü zaman’ın izni olmadan yapılan tarikat amellerine itibar olmadığı” sözünün imam-i Rabbani’den sorulduğu, onun da itibar olmadığı tasdik ettiği ancak bu itibari, itibar-i kamil ile kaydettiği, sahibü’z zamanı tanımayan veya ondan uzak olanın halinin nasıl olacağı bahsi geçti.
Gavs (k.s.) dedi ki: Sahib-ü zamanı tanımayan aynen uzakta olan gibi mazur sayılır. Fena makamında olan müridin, kendi şeyhinin taatle itibar-i kemali, Sahib-ü zaman olsun olmasın kafi gelir.
Minah-212:
Sohbet masiva ile bağı keser. Hoca Azizan (k.s), sanatı olan dokumacılığı “ayrılmak ve bitişmek” diye tefsir ederdi.
Gavs (k.s.), bazı büyüklerin (Gelin bir saat mü’min olalım) sözündeki, mü’min olalım kelimesinin, müsebbiben, (imanın) sebep (sohbet), yerinde kullanılması olarak, sohbet ile tefsir ederdi, yani iman edelimden murad, sohbet edelim demektir.
Minah-213:
Melekler sohbet meclisine gelirler. Bundan dolayı şeyhe “Pir-i Mugan” denilir. Çünkü muğan, yani kafirler, rüya ve keşif yorumunda melekler demektir.
Gavs (k.s.)’den meleklerin meşayih sohbetine katılmaktan maksatlarının ne olduğu, kalbin huzurullahta bulunmasını sağlamak olsa, onlar zaten bu hal üzeredir, terakki için olsa, onlar belirli bir makamdan ileri gitmezler diye soruldu. Gavs (k.s.) buyurdu ki:
-”Melekler lezzet almak için katılırlar”
Minah-214:
Gavs (k.s.), bazı sohbet şeyhlerinin hallerinden naklederek dedi ki: “Şu açık zikir yapanlar zikrin manasından ve makamından gafildirler.”
Bu sözle Gavs (k.s.)’ın kasdı, zamanımızda, zikri alet edinip, çok yüksek ses ve gürültü ile zikir yapan zakirlerdi.
Gavs (k.s.), makam sözünü tefsir ederek şöyle buyurdu: “Zikr-i cehri’nin delili, Azizan’ın (k.s.) da açıkladığı gibi meşhur olan şu hadis-i şeriftir.
“Kimin son sözü La ilahe illallah olursa cennete girer.”[35]
Mürid, nefeslerinin her birini son nefesi sayıp ona göre hareket etmelidir. Zikr-i cehrinin gerekçesi, zikir yapanın her nefeseni son nefesi sayarak, o hal üzere bulunmasıdır, (bunu ağızla söylemesi değil).
Minah-215:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Faziletli bir zat daha az faziletli olan birinin sohbetiyle fayda görür. Sohbet bereketten hali değildir. bazen faziletlinin yanında bulunmayan, daha az faziletlinin, yanında bulunur. Ulul Azim bir peygamber olan Musa (a.s.) ile, peygamberliği ihtilafli olan Hızır (a.s.) kıssaları ve Şeyhü’l-İslam Ahmedü’l-Cami ile Ebu Fahir-i Kürdi (k.s.) arasındaki arkadaşlığı zikretti.
Minah-216:
İrade şeyhini, delil bulmaya gücü yetenin taklid ile şeyh edinmesinin caiz olmadığı, zira şeyh gerçekte müridin kıblesi olduğu, içtihada gücü yetenin kıbleyi taklidi caiz olmadığını işaret için Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Ulema, şeyh edinmekte avam gibi değildir. Bilkakis, ihtiyatlı davranıp onlara bir delil ile zahir oluncaya kadar şeyh aramaları gerekir” deyip, şu kıssayı naklettiler: “Şah-ı Nakşibend (k.s.)’ın Molla Yakub-u Çerhi’den (k.s.) kendisini niçin şeyhliğe kabul ettiğini sordu; o da, halkın, seni kabul ettiği için cevabını verdi. Şah (k.s) bu delilinin şeytani bir delil olabileceğini söyleyerek, çürüttü. Bunun üzerine Yakub-u Çerhi (k.s.) meşhur olan şu hadisi şeritle cevabını verdi;
“Allah (c.c.) bir kulu sevdimi onun sevgisini meleklerin kalblerine atar. Bir kula da buğz etti mi, onun buğz ve nefretini meleklerin kalblerine atar. Sonra o sevgi veya buğzu insanların kalblerine de koyar.” hadisiyle cevap verdi. [36] Sonra Şah-ı Nakşibend (k.s) bundan daha açık bir delil istedi, ve onun kendisine “Azizan’a mürid ol” diye emredilen rüyayı hatırlatır. Bu rüyada kastedilen Azizan’ın kendisi olduğunu söyler. Bu kıssada birçok faydalar vardır. Geniş bilgi Lem’a adlı kitabımızda verilecektir. (Bu kıssa için Reşahat’a bakınız).
Bu konuda dört alimin kıssası meşhurdur; bu alimler şeyh aramak için seyahate çıktılar, uzun bir seyahatten sonra, tanımadıkları, deve otlatan Zenci Ata’ya (k.s.) rastladılar (Bu kıssa Reşahat’da mufassalan mevcuttur) Bu alimlerden üç tanesi Zenci Ata’yı (k.s.) tanıyıp ona tabi oldular. Ama Seyyid Ata arkadaşlarını takliden (arkadaşları ona bağlandığı için) bağlandı. Belirli bir zaman ondan menfaat görmedi.
Gavs (k.s.) buyudular ki: “Delil getirmenin aslı, salikin sohbetten evvel ve sonraki hallerini karşılaştırmasıdır. Eğer sohbette maksad, kalbin, toplanıp, havatırının def edilmesi veya azalmasını kazanırsa, onun aradığı şeyhtir. Eğer bunlardan hiç biri olmazsa, onu terk etsin, yoksa meşayihin ervahı ona helallık vermez. Hz. Azizan’ın (k.s) şu dörtlüğü meşhurdur:
Kiminle oturdunsa senin gönlün cem olmadı
Su ile çamurunun zahmeti senden gitmedi
Eğer onun sohbetinden teberri etmezsen
Kesinlikle azizanın ruhu sana helal etmez.
Gavs (k.s.), son mısradaki azizan kelimesini Hz. Azizan (k.s.) ile değil “Meşayih” diye tefsir ederdi.
Minah-217:
Ebubekir-i Vasıti (k.s), Nişabur’a geldiği zaman Ebu Osman-ı Hayri’nin (k.s) cemaatine sordu:
-”Sahibiniz size ne emrediyor.” Cevaben:
-’kusurumuzu görmek ve nefsimizi her halükarda itham etmekle emrediyor” Bu cevaba Ebubekir-i Vasti (k.s.) dedi ki:
-”Sizi, sade mecusilik ile emrediyor, çünkü bu görmek sade tevhide zıt olan iki şeyi görmektir” Yüce mecliste bu sözlerin üzerine Gavs (k.s.)’a bir fakir sordu:
-”Sizin meyliniz hangisidir.” Gavs (k.s.) buyurdu:
-”Yolmuz kusuru görmektir”. Nefahat’te geçen Hz. Şah (k.s.) kıssası buna iyi bir delildir. Hz. Şah, buyurmuştur ki, kendi nefsinize töhmet eyleyiniz. Vasıtı’nin sözü vahdet-i vücuda meyillidir. Müridin kalbine hiçbir şey getirmediği bazı vakitlere hamledilmesi de mümkündür.
Minah-218:
Gavs (k.s.) bu sohbetle buyuruyor ki: “Kul ile Allah arasında on iki perde vardır. Bu perdelerin altısı nurani, altısı zulmanidir. Bu perdelerin hepsi kalkıp yok olmadan vüsul mümkün değildir. Bu perdelerin kalkması için kamil bir şeyhin bulmak lazımdır. Kamil olarak dönen bir şeyhin himmet ve terbiyesi olmadan bunlar kalkmaz. Nakıs nisbet sahibi bir şeyh de bu perdeleri kaldıramaz, yalniz başka şeylerle yaldızlar, mürid zanneder ki, o perdeler kalktı, hakikatte kalkmamıştır.
Minah-219:
Seyyid Taha (k.s.) müridlerine, Reşahat kitabında Hace-i Ahrar’dan (k.s.) nakledilen yüz yirmi reşhanın okunup mütala edilmesini çok tavsiye eder ve derdi ki: “Nakşi tarikatı Reşahat’da olanlardır” Gavs (k.s.) aynı eseri tavsiyede, şeyhine uyardı.
Minah-220:
“Zahiri ilmin saliki geciktirmesi gibi keşif ilmide geciktirir. Saliki meşgul eder.” diyen Gavs (k.s.); “salik şeyhinin izni olmadan, gölgeler ve asıllar arasindaki farkı bazen bilir, bazen bilmez” dedi. “Farkı keşfetmeyen kişi selamete daha yakındır. Keşiflerin hepsi, fitne ve imtihandır. Onlara meyleden salik, onlarla kalır, terakki edemez, Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’ın yanında, bazı mevzuları benden soran bir keşif sahibi vardı. Bu zat daha nakşilerden sayılmıyordu.
Minah-221:
Gavs (k.s.) münkiri, iddiacıya (kendisinde olmayan bir makamın varlığını iddia eden) tercih ederdi ve “münkirin dönmesi muhtemeldir, ama müddei’nin dönmesi mümkün değildir” derdi, “iddia her menfaate mani bir perdedir.” buyururdu.
Minah-222:
Arifle, nefsin sıfatları kökten yok olmaz, yine bir takım unsurlar kalır, ama bunlar artık arife karşı gelemez. Nefsin sıfatları izi görünmeyecek şekilde zayıflar ve çöker.
Sıfatların esaret ve kaydı altında bulunan bazı kişiler, arifle arkadaşlık yapsa, onların bazı hali arife akseder. Arif bu sıfatları kendisine vehmeder, yalnız, bu akseden sıfatın arife karşı gelmeye gücü yetmez.
Minah-223:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Ancak kötü arkadaşlarla arkadaşlık fayda verir”. Bu sözlerin akabinde kötü arkadaş sözünü; nefsini kötülükle müşahade edip, gayet kusurlu gören olarak tefsir eder ve buyururdu ki: “Nefsi kusursuz görmekten daha büyük bir günah olmadığından dolayı, ancak onların arkadaşlığı fayda verir”.
Minah-224:
Gavs (k.s.)’den soruldu: “Huzur-u daimi ile, nefsi ayıplı görmek ve nefs muhasebesi yapmak birlikte mümkün olur mu?” Cevaben dediler:
“Evet, birlikte mümkün olur, huzuru kazandıktan sonra hiçbir şey ona engel olamaz.”
Minah-225:
imam-ı Rabbani (k.s)’in, “müstağrak Allah.’ı (c.c.) Peygamber (a.s.)’den fazla sever. Dönen ise Peygamber (a.s.)’ı Allah (c.c.)’ın muhabbetinden fazla sever” sözü Gavs (k.s.)’den soruldu, cevaben:
“Evet, onun sözü öyledir. Allah (c.c.) muhabbetinin galebe çalması, döneni memur olduğu tasarruftan alıkoyan Peygamber (a.s.)’ın muhabbeti ile tasarruftan alıkoymaz.
[34 Elimizde bulunan adab kitaplarında zikirden evvel ve zikirden sonra rabıta yapıldığı belirtilmekte. Ancak vird anında rabıta ile meşgul olma yoktur. Gavs (k.s)'ın mümkünse onları birleştirin buyurması, ikisini beraberce yapmanın genele mahsus olmadığını ancak ikisini beraber yapmaya gücü olana mahsus olduğuna işaret etmesi, Gavs (k.s.)'ın özel bir meşrebi olabilir. Allahüalem.]
[35 Feyzü'i Kadir sh. 206, No : 8961]
[36 Ramuz-el Ehadis 295]
http://daruledep.blogspot.com/2010/02/m ... ni-ks.html