evet, İslam deliliği büyük nimettir..ve malum olsun ki Allah (cc.) o nimet-i cünun'u ancak kendi dilediği kuluna tahsis eder.. (her aklına esene değil..) bu ma'nada divanegî (delilik sıfatı) murad kullara has olup taklid ve kesb ile ele geçmezdir.. fakat mevhibe-i İlahi deliliğin mer'i (geçerli) maddelerini gözetenlere bahş olunmaktan uzak değildir..
İslam'ın mücerred ma'nada akıl ve mantık dini olduğunu iddia edenler acaba Resulullah Efendimiz (sav.)'in şu ihbarına ne diyeceklerdir:
" Sizden birine bu delidir denmedikçe imanı sahih (temam ve kemal mertebede) olmaz.." demek ki İslam sırf akla (ve meşaire) hitab etmiyor İslam'ın akıl ve mantık maverasında seyr eden bir buudu var ki o boyutun erlerine deli (hasta, rahatsız) diyenler çıkmış..
ama kendisine deli (kafayı yemiş, tırlak, manyak..) denilene hz.Fahr-i Alem (sav.) ne buyuruyor: 'sahih (kamil ve tam) müslüman..' ve Camiussağir'de rivayet olunan bir Hadis-i şerif dahi mü'minleri resmen divanegî (makbul ve müstahsen olan delilik) vasfını ihraza teşvik ediyor..
" Allah'ı (cc.) o kadar çok zikredin ki (hattâ yekûlû mecnûnün) size mecnun desinler/sizi mecnun zannetsinler.."peki 'Allah aşkına' nedir bu delilik?.. bize 'efradını cami' ağyarını mani' olacak bir tarif lazım geldi..
işte hz.İmam-ı Rabbani (ks.) 163. Mektub-i şrf.de onu söylüyor.. "...qâle vahidün minel-eızze: büyüklerden birisi dedi ki, ma lem-yesıl ehadüküm: sizden biri ulaşmadıkça (nereye?) ila haddil cünuni: delilik derecesine la-yesılü ilel-İslami: İslam'a ulaşamaz vel-cünunü: delilik ıbaratün an ademil-iltifati: iltifat etmemekten ibarettir (neye?) ila nef'ı nefsihi ve zararihi: nefsinin faydasına ve zararına ve ademil-mübalati: ve aldırış etmemekten ibarettir (neye?) bihusuli şey'in vaqtihi: bir şeyin ele geçmesine ve elden kaçmasına (ne uğrunda?) fi i'lai kelimetil-İslami vel-müslimiyne: İslam'ın ve müslümanların kelime-i Tevhid'ini yüceltme uğrunda.. ila ahir..."binaenaleyh, Şer'î delilik insanı imanın ve islamın gavrına mûsıl (ulaştırma) kılan özel bir haslettir; ve İslamî deliliği ikame eden mer'i kanunlar evvel-emirde şecaat ve fedailik sıfatına istinad etmektedir.. şecaat ise nübüvvet ve velayet bablarından bir şubedir, ki hz.İbn-i Mes'ud'a ölüme meydan okutturan cüz odur..hz.Bilal-i Habeş'e kayanın altında ezilirken "Kul Hüvallah" okutan şan odur..hz.Ali'ye Hayber kal'asını tutup havaya kaldırtan güç odur..Ulubatlı'lara göğüsler şerha şerha iken burclara sancak diktiren el de odur..
***
zeyl: Erzurumlu İbrahim Hakkı hz. (ks.) der ki
" Aşkın yetmiş iki divaneliği ve her iki cihandan bîganeliği vardır.." aslında, bu İslam deliliği "idraksizliği idrak" ten doğan bir coşkunluk ve taşmadır da.. iş bu ma'na icabı İslam delisi; mahiyetini idrakten aciz ve hayran düşmüş bir kimsedir..
derkenar: insan 'Lâ' timsahına yem olup yutulmadıkça, 'İLLâ' karnında (hazinesinde) yakine karışmadıkça ve kendisine çekilmiş 'Elif' gibi bir sıratta 'Ezel' ve 'Ebed'in sırrına ermedikçe hakiki ma'nada İslam delisi olamaz..
biz deliliği çok okuduk, çok duyduk.. artık bizi her hangi bir şey kesmez/kesmemeli: onu mutlaka 'görmek' lazım..
nitekim, Evhadüddin-i Kirmani hz (ks.) Rubailer'inde şöyle buyurur:Lâ hemçû neheng-i der kemîn est bebîn
İLLâ çû hazîne der yakîn est bebîn
Râhiyst zi tû keşîde çû Elif
Sırr-ı Ezel u Ebed hemînest bebîn
'Lâ' bir timsah gibi pusudadır GÖR
'İLLâ' hazine gibi yakindedir GÖR
Senden sana çekilen 'Elif' gibi bir yol var
Ezel ve Ebed'in sırrı budur işte; GÖR !...
------------------------------------------------------------
Üstad Necip Fâzıl efendi'yi Rahmetle yâd ediyorum..
Onun İdeolocya Örgüsünden bir buket sunalım inşaAllah;Alıntı:
Garplıların (possédé) diye bir tâbirleri vardır; zapt veya istila olunmuş mânasına gelen bu tâbir; bir fikir veya his tarafından kavranıp, sımsıkı yakalanıp, başka tarafa bakmaya, başka birşey düşünmeye imkân ve mecali kalmamış insanlar hakkında kullanılır. Ve bu tâbir, bazan, marazî ve muvazenesiz ruhların; bazan da, kendilerini bir davaya kaptırmış, gönüllerini yalnız o dava ile doldurmuş kahramanların vasfıdır.
Her kahraman mutlaka bir (possédé)dir; fakat her (possédé) mutlaka bir kahraman değildir. İşte, muazzam davalarla şişip büyümesi ve sonunda insan topluluklarını eteğine dolayıp göklere yükseltmesi gereken ulvî ve sağlam ruhlarla, delice vehimler yüzünden şişemeden patlıyan ve sönen, fakat dış manzaraları ilk misali andırıyormuş gibi duran süflî ve hasta ruhlar arasındaki fark!.
Bu tâbirin mukabilini bize “divane” sıfatı verebilir. Bizim ihtiyacımız, yalnız bu mânada, ulvî ve müspet mânada divanelerdir. Oysa, devrimizde, kâmil iman, kâmil ahlak, kâmil insan gibi, en az bulunan, hemen hemen kalmamış gibi duran nesne…
Büyük bir velî, kendisine “Siz zamanımızda sahabîlere eşitsiniz!” diyen müritlere şu cevabı vermiş: “Ben nasıl sahabîlere eşit olabilirim ki, siz onları görseydiniz divane derdiniz; onlar da sizi görselerdi böyle Müslüman olmaz derlerdi!” Âlemde hiçbir misal, (possédé) ve “divane” tâbirlerinden anladığımız ulvî ve müspet mânayı bu kadar azîm çapta belirtemez. İşte muhtaç bulunduğumuz müspet ve ulvî divaneliğin son durak noktası!..
Cihanda büyük ve ulvî insan olarak kim gelmişse hepsi de müspet cepheden birer divanedir. Aşkın zivaneden çıkardığı insan olarak, divane olmadan bir iş görebilmeye, bir hamle gösterebilmeye imkân yoktur.
Kimi Allahın, kimi şeytanın divanesi olarak, İmam-ı Gazalî’den Yunus Emre’ye, Sokrat’tan Bergson’a, Konfüçyüs’ten Gandi’ye kadar her büyük çaplı fert, bir iç dâvanın istilâ edilmişi, yani (possédé) sidir. Müspet divaneliğin bâtıl kutbu olarak da, her inkılâb ve hareketin sahibi, meselâ Marks, meselâ Lenin; onlarla beraber Hitler, Mussolini; onlardan evvel Mirabo, Danton, Robespiyer, Napolyon, hep birer divane… İnkılâpta bu, idarede bu, askerlikte bu, ilimde bu… (Sen Piyer)in Bazilikasını yaparken haftalarca ayağından çıkarmadığı çizmesini bir gün çıkarmaya mecbur kalınca derisi de beraber çıkan Mikelânj’ın misali nedir? Bulonya ormanında rastgeldiği bir lândon arabasını evindeki siyah tahta zannedip üzerine yazı yazmaya kalkışan Lâvvazye’nin hali neyi gösterir? Arşimed, Nuyton vesaire…
Halbuki divanelik, aslî, esasî ve hakiki kutbiyle gerçek imanın verdiği bir sıfat; ve insanı aracılığa, buluculuğa, keşfediciliğe, yapıcılığa, yakıştırıcılığa memur eden ilâhi bir lûtuf… Divaneliktir ki, yedirmez, içirmez, uyutmaz, gaflete daldırmaz, vazgeçirtmez, ümidsizliğe düşürmez; ve mutlaka dindirir, yaptırır, koşturur, bağırtır, saldırtır, vardırtır, erdirir.
Tarih boyunca Türkün başına ne geldiyse, hep ulvî ve mukaddes vecd ve aşk seciyesini gölgelendirmesi ve divanelikten uzaklaşma yüzünden geldi. Türkün, plânla, bu seciyesini gölgelendirmeye ve ulvî divanelikten uzaklaşmasını sağlamaya çalıştılar. Bugünse elimizde, birtakım klişeleri papağanvâri heceleyen, fakat imanın ruhu olan divaneliği zerre miktarı kalbine sindiremeyen müstehaselerden başka kimsecikler kalmadı.
Mukaddesatçı Türk!.. Davamızın birinci ruh ve ahlak kaidesi olarak evvelâ divaneliğin çaresini bulman, ruhunu vecd ve aşk eline kaptırman, böylelikle bizi anlaman, bize yapışman lâzımdır.
Mukaddesatçı Türk!.. Hep fâni 24 saatleri kollayan ve kovalıyan miskin ve nâmevcut hayatın açıkgöz muvazenelerinden olmaktansa, insanlığın biricik haysiyeti, ulvî ve ebedî divaneliğe koş!.. İşte o zaman seninle anlaşır ve kervanımızı kurabiliriz. Yoksa, iş yok!..
n.f.k. İdeolocya Örgüsü'nden...