sufiforum.com
http://www.sufiforum.com/

Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-
http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=170&t=3803
1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Yazar:  yesevihan [ 05.02.10, 10:22 ]
Mesaj Başlığı:  Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Hoca Ahmed Yesevi anısına sempozyum: 20-21 Şubat 2010 / İSTANBUL

Resim

Hoca Ahmet Yesevi anısına sempozyum…

Bağcılar Belediyesi büyük Türk Mutasavvıfı Ahmet Yesevi anısına uluslararası akademik bir sempozyum düzenliyor. Sempozyuma 8 ülkeden uzmanlar katılarak tebliğler sunacak.


04.02.2010

Haber Merkezi / TIMETURK

Bağcılar Belediyesi, Türk ve İslam dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Hoca Ahmet Yesevi anısına Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu düzenliyor. 20-21 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek sempozyuma Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Arnavutluk, Kazan, Doğu Türkistan ve Pakistan’dan çok sayıda uzman katılarak tebliğ sunacak. Sempozyumda, Hoca Ahmet Yesevi’nin Orta Asya’dan Anadolu ve Balkanlar’a kadar uzanan geniş coğrafyadaki etkisi ile İslam medeniyetine katkısı üzerine sunumlar yapılacak.

Bağcılar’da Holiday İnn Otel’de gerçekleştirilecek sempozyumda, Hoca Ahmet Yesevi’nin Hayatı, Fikirleri ve Divan-ı Hikmet, Ahmet Yesevi’nin Takipçileri, Orta Asya’dan Balkanlar’a Ahmet Yesevi’nin Tesirleri, Dünden Bugüne Eserlerde Yesevilik, Yesevilik Araştırmaları konu başlıkları altında beş oturum gerçekleştirilecek.

AHMET YESEVİ KİMDİR?

Kazakistan’ın Çimkent Şehri’nin Sayram bölgesinde 1093’te doğan Hoca Ahmet Yesevi, ilk eğitimini Babası Hace İbrahim Şeyh’ten almıştır. Daha sonra Buhara ve Semerkant’ta Şeyh Yusuf Hemedani’nin yanında eğitimini tamamlayan Yesevi’nin müritleri Anadolu başta olmak üzere bütün dünyaya dağılmıştır.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında büyük katkısı olan Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi çok sayıda Anadolu ereni Hoca Ahmet Yesevi’nin fikirlerinden esinlenmiştir. Yesevi 1166’da yine Kazakistan’ın Türkistan şehrinde vefat etti.


http://timeturk.com/Hoca-Ahmet-Yesevi-a ... aberi.html

Yazar:  yesevihan [ 10.02.10, 17:29 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Hoca Ahmed Yesevi anısına sempozyum: 20-21 Şubat 2010

Hoca Ahmed Yesevi Sempozyum Bildirileri:

Resim



Prof. Dr Kemal Eraslan / Divan-ı Hikmet; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Dr. Hayati Bice / Divan-ı Hikmet'te İsimlerinden Söz Edilen Tarihi Kişilikler


***
Dr. Nodirhan Khasanov: Batı’da Yesevilik ÇalışmalarıFatih Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Dr. Seyfeddin Seyfullah: (Özbekistan) Taşkent. Özbekistan Fenler Akademisi Alişir Nevai Dil ve Edebiyat Enstitüsü "Semerat ul-Meşayıh" Eserinde Yesevi Şeyhleri

Prof. Dr. İbrahim Hakkul: (Özbekistan) Taşkent. Özbekistan Fenler Akademisi Alişir Nevai Dil ve Edebiyat Enstitüsü Özbekistan'da Divan-ı Hikmet Baskıları ve Araştırmaları

Dr. Uktam Sultanov: (Özbekistan) Özbekistan Fenler Akademisi Biruni Şarkiyyat Enstitüsü Taşkentteki Yeseviyye Tarikatı Mensuplarının Mezarları

Prof. Dr. Ashirbek Muminov: (Kazakistan) Institute of Oriental Studies, Academy of Sciences of Uzbekistan New Discovered Sources on the History of Yasawiya

Dr. Kydyr Törali: (Kazakistan) Yesevi Üniversitesi Kazakistan Milli Kütübhanesindeki Nüshası Doğrultusunda "S. Bakirgani Eserinin Kazakistanda Yayınlanması ve Araştırılması"

Dr. Aynur Abdurrasulkızı (Kazakistan) Kazakistan İlimler Akademisi Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatında Hikmet Tarzı


Dr. Bakıt Murzaraimov: (Kırgızistan) Oş DU Araşan Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat fakültesi Din Bilimleri Bölümü Kırgız Edebiyatında Hoca Ahmed Yesevi

***

Yard. Doç. Dr. İbrahim Kunt/ Hazini'nin Farsça DivanıSelcuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Dr. Hikmet Atan / Ahmet Yesevi’de Sünnet Bilinci

Prof. Dr.Ahmet Turan Arslan / Hasan Şükrü Efendi'nin Divân-ı Hikmet Tercümesi; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Doç. Dr. Münevver Tekcan / Çağatay Şairi Atayi'nin Divanında Tasavvufi Unsurlar ; Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

http://www.bagcilar.bel.tr/images/conte ... 050908.jpg

Yazar:  yesevihan [ 12.02.10, 20:56 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Hoca Ahmed Yesevi anısına sempozyum: 20-21 Şubat /ISTANBUL

Resim


Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz Türkiye Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Anadolu'da ve Balkanlarda Yesevilik İzleri
Doç. Dr. Necdet Tosun, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi XIV.yy’da yazılmış Türkçe bir Yesevi eseri: Hoca İshak b. İsmail Ata’nın “Hadikatül Arifin”i
Dr. Metin İzeti Makedonya National Conservatory Center Arnavut Tasavvuf Kültüründe Hoca Ahmed Yesevi'nin Etkisi

Yazar:  yesevihan [ 13.02.10, 19:15 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Hoca Ahmed Yesevi anısına sempozyum: 20-21 Şubat /ISTANBUL

Resim

Prof. Dr Cihan Okuyucu, Fatih Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Hazini ve Eserlerinin Yesevi Çalışmalarındaki Yeri
Yard. Doç. Dr. Mehmet Mahur Tulum, Osmangazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Hazini'nin Türkçe Divanı

Alıntı:

Hazînî, Menba'u'l-Ebhâr fî Riyâzi'l-Ebrâr, (hzl.: Mehmet Mâhur Tulum), İstanbul 2009, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 45, ISBN: 978-9944-761-77-2, 440 s.

Halit BİLTEKİN
Dr, Anadolu Üniversitesi.



Hazînî, 1533-34’te Özbekistan’ın Surhanderya vilâyetinin Karatag ırmağı boylarında kurulmuş Çegâniyân diğer adıyla Hisâr-ı Şâdmân şehrinde doğmuştur. Yesevîliğin son şeyhi olan Hazînî, iyi bir eğitim almış, Doğu ve Batı Türkçesine vâkıf, Arapça ve Farsçayı şiir yazabilecek derecede öğrenmiş, tefsir, hadis başta olmak üzere İslâmî ilimlerde derin bilgisi bulunan, edebiyat, siyasi tarih ve tasavvuf tarihi konularında geniş bilgi sahibi âlim bir şahsiyettir. Bugün Hazînî’nin elimizde Farsça Divanı, Hccetü'l-Ebrâr Tesellâ'ü'l-Kulûb adlı iki Farsça eseri, Yesevîlik ve tarikatlar tarihi hakkında kaleme aldığı Cevâhirü'l-Ebrâr min Emvâci'l-Bihâr, Menba'u'l-Ebhâr ü Riyâzi'l-Ebrâr adlı iki Türkçe eseri vardır.
Tanıtacağımız kitap Hazînî’nin 1586 yılında kaleme aldığı Yesevîlik ve tasavvuf tarihi açısından son derece önemli olan Menba'u'l-Ebhâr üRiyâzi'l-Ebrâr adlı eserinin Mehmet Mâhur Tulum tarafından “Giriş”, “Dil Notları”, “Yorumlu Geniş Özet”, “Tıpkıbasım”, “Trankripsiyonlu Metin”, “Özel Adlar İndeksi” bölümleri eklenerek hazırlanmış filolojik neşridir.
Kitap, “İçindekiler (s.5-8)”, “Önsöz (s.9-10)”, “Giriş (s.11-18)”, “Çevriyazı Alfabesi (s. 19-20)”, “Metnin İmlâsı ve Dili Üzerine Notlar (s.21-48)”, “Metnin Yapısı ve Yorumlu Geniş Özeti (s.49-108), “Tıpkıbasım ve Transkripsiyonlu Metin (s. 109-431)”, “Özel Adlar Dizini (s.433-441)” ve “Yaralanılan Kaynaklar (s.439-440)” bölümlerinden oluşmaktadır.
Kitabın “Giriş” bölümünde “Hazînî”, “Menba‘u’l-Ebhâr”, “Yayım Metodu Hakkında” adlı kısımlar yer almaktadır. “Hazînî” kısmında yazarın hayatı; “Menba‘u’l-Ebhâr” kısmında eserin nüshası, dili ve muhtevası; “Yayım Metodu” kısmında ise metnin hazırlanış yöntemi hakkında bilgiler verilmiştir. Menba'u'l-Ebhâr, dili bakımından oldukça önemli bir eserdir. Sayın Tulum, “Eserde Arapça ve Farsça kelime gruplarına Türkçe cümlenin unsurları olarak çok geniş ölçüde yer verilmiş, birçok yerde konteks, üç dil -Türkçe, Arapça ve Farsça- ile kurulmuştur. Bu yönüyle Menba’u’l-Ebhâr, ‘karma dilli’ bir eserdir (s. 14) ” ve “Doğu Türkçesi’nin söz hazinesi, morfolojik şekilleri ve cümle tipleri Batı Türkçesi ile birlikte karışık hâlde kullanılmıştır. Eser, iki Türk lehçesinin katışımından meydana geldiği için ‘karışık dilli’dir (s. 14)” tespitleriyle eserin ‘karma ve karışık dilli’ bir eser olduğunu belirtmiştir. Eser bu yönüyle Türk dilinin önemli eserlerinden biridir. Ayrıca eser, Yeseviyye tarikatının âdâb ve erkânı, dört halifeden yayılan ana tarikatlar, bu tarikatların şeyhleri, Yeseviyye ve Nakşbendiyye silsileleri, veli kıssaları, tasavvufî terimler, edebiyat tarihi hakkında içerdiği bilgiler bakımından da oldukça önemlidir.
Kitabın “Metnin İmlâsı ve Dili Üzerine Notlar” adlı bölümü “İmlâ ve Fonoloji”, “Söz Dizimi”, “Söz Dağarcığı” kısımlarından oluşmaktadır. “İmlâ ve Fonoloji” kısmında seslendirmelerde kullanılan işaretler, Türkçe tabanlarda ünlülerin harfle gösterilmesi, bazı ünsüzlerin yazımında görülen dikkat çekici özellikler, yabancı kelimelerde uzun ünlülerin kısalması, faktitif ekinin yazımı, /l/nin ses değeri, çokluk eki, -lIK isim yapma eki, iyelik ekleri, pronominal n, hâl ekleri, zamirler, edatlar, isim fiiller, şahıs ekleri, kip ekleri, partisip ekleri, gerendium ekleri konularında metinden seçilmiş örneklerle bilgiler verilmiştir. “Söz Dizimi” kısmında Hazînî’nin eserindeki cümle yapısı üzerinde durulmuş, Türkçe kelimelerle kurulmuş Farsça tamlama ve birleşik sıfatlardan örnekler gösterilmiştir (reşehat-alici-i ke’s-i vüsûl, kazan-i küşâde-dehân, Tengri-nemây vb.). “Söz Dağarcığı” kısmında ise, Doğu Türkçesi kaynaklı sözlerin bir listesi yapılmıştır.
Sayın Mehmet Mâhur Tulum, kitabının “Metnin Yapısı ve Yorumlu Geniş Özeti” bölümünde transkripsiyonlu metnini hazırladığı Menba'u'l-Ebhâr’ın bölüm bölüm açıklamalı, yorumlu geniş bir özetini yapmıştır. Burada Sayın Tulum, transkripsiyonlu metne ilave ettiği bölüm başlıklarını kullanarak eseri konularına göre bölümlendirmiş, eseri satır satır özetlemiş, gerekli yerlerde eserden alıntılar yaparak bilgiler vermiştir. Bu bölüm, ‘karma ve karışık dilli’ olan eserin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır.

“Tıpkıbasım ve Transkripsiyonlu Metin” bölümünde de eserin Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa Koleksiyonu No: 1425’te kayıtlı tek nüshasının tıpkıbasımı ile transkripsiyonlu metnine yer verilmiştir. Sayın Tulum, bu bölümü çift numaralı sayfalara tıpkıbasım tek numaralı sayfalara transkripsiyonlu metin gelecek şekilde düzenlemiştir. Bu düzen okuyucunun hem Arap harfli metni hem çevriyazılı metni bir arada görmesi bakımından oldukça faydalı olmuştur. M.M.Tulum, transkripsiyonlu metne imlâ işaretleri de eklemiş, bunun yanında eserin seslendirilmesinde fonolojik yorumlama yoluna da gitmiştir. Transkripsiyonlu metinde imlâ işaretlerinin kullanılması metnin anlaşılmasında oldukça fayda sağlamıştır. Ayrıca transkripsiyonlu metne orijinal metinde bulunmayan bölüm başlıkları da ilave edilmiş böylece eser bölümlere ayrılmıştır.
“Tıpkıbasım ve Transkripsiyonlu Metin” bölümünden sonra gelen “Özel Adlar Dizini” bölümünde metin kısmında geçen, kişi ve yer adlarının alfabetik bir dizinine yer verilmiştir.
Böyle büyük emek mahsulü olan metin neşri çalışmalarında bazı yanlışlıkların ve eksikliklerin olmaması mümkün değildir. Bu yanlışlıkları ve eksiklikleri, sonraki yayınlarda düzeltilebileceği düşüncesiyle şu şekilde sıralayabiliriz:

Okuma Yanlışları1:
mezheb<in> (131): mezheb-i; âdâb ve (135): âdâb u; Hulk-i din (165): Halkıdın; zikr-i siyahi"(199): zikr siyâhî; sevâbrâ'şkestem (199): sivâ ber-işkestem; kâlibl (213); kâlebî; mstenidi'(259): müstenedi; berber emr (261): Der-hirâs; leb-huşk (267): leb huşk; be-evzân (271): be-û zan; a clâm-i (317): iclâm-i; cângâbda (327): cân-kâhda; kavânln ve âyîn-i (369): kavânîn ü âyîn-i; sâyil ve (407): sâyil ü; kabâb (421):kıbâb;

Çevriyazı Yanlışları:
sipâh (s.115): sipâs; Cebreîle (129): Cebre'île; cOsman (129): cOşmân; eimme-i(129): e'imme-i; Taâlâ (137): Tacâlâ; leâli-i (139): le'âlî-i; Çâr yâr-i (153): Çâr -yar-i; sudurüzuhur(157): sudurü zuhur; inkıtaci (159): inkıtâci; Çehâr Yâr-i (165): Çehâr-Yâr-i; kâm-yâbı (171): kâm-yâbı; W?-7/(181): curefâ'-i; zâkirni (183): zâkirni; zikr-i (199): zikr-i; fukârâ-i (199): fukarâ-i; dacvisine (200): dacvîsine; be-hak (207): hz-W<&J, havâss (207): havâs's; sakıt (223): sakıt; meftüh (231): meftüh; âzâbü'1-kabr (233): cazâbü'l-kabr;' hayran'(235): hayran; mezelletdin (235): mezelletdin; Hâzret-i (239): Hazret-i; Şavâbı (243): Savâb[ı]; muztar(259): muztar; rabtet cimaret (261): rabtet cimâret; dehend(265): dihend; mulûk (267): mülük; fuzûl (269): fuzûl; 'ka'betü'l-meczüm (277): Kacbetü'l-meczüm; bihâr-i (211): bihâr-i; âdab (2%1): âdâb; zât-ı{2Xl): zât-ı; tâbeka'r-ı (287): tâbekacr-ı; Bi'z-zarûrî (309); Bi'z- zarurî; beycâ~t (323): beycat; şâhlhün-neseb'(329): şahîhü'n-neseb; tahtgâh-i (331,'331): tahtgâh-i; Ebü'l-muzaffer (337): Ebü'l-muzaffer; taht-i (339): taht-i; güzeşt (343): güzeşt; muta'ssıbln (347): mutacassıbîn; hıfz (355): hıfz; vâli-i (357) vâlî-i; reh-nümâya (357); reh-nemâya; mrâd(351): murâd; ^üs/fenâ, (361): müslimîn; dâim (363): dâyim; der-slü çehâr(311): der-sî vü çehâr; ez-gurbet(313): ez-ğurbet; mtekâzi-i (379): mütekâzî-i; nemâ-i(319): nemâ-yi; fuzâiâ-yı(319): fuzalâ-yı; isticlası(3%3): istilâsı; kacbe-i(385): Kacbe-i; ekâlimmde (385): ekâlîminde; nmbzeninde (399): mahzeninde; seia/eyn/ (415): sekaleyni: /em7ân-7JfcûD(421): fermân-ı "kün"; pâr^(421): çâr-yâr; pârten(421): çâr-ten.
Mehmet Mâhur Tulum’un hazırladığı bu kitabı, Türk dili çalışmalarına ve tasavvuf tarihine önemli katkılarda bulunan, ayrıca filolojik neşrin esaslarının uygulandığı modern bir çalışma olarak değerlendirmek gerekir.
İtalik dizilen örnekler kitaptan alınan şekillerdir.


Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
The Journal of International Social Research
Volume 3 / 11 Spring 2010
http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3 ... nhalil.pdf



Yazar:  yesevihan [ 25.02.10, 12:05 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR- konusunda sempozyum ile ilgili izlenimleri paylaşalım.

Yazar:  yesevihan [ 26.02.10, 09:55 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Kırgızistan'ın Oş şehri İlahiyat Fakültesi'nden Dr. Bakıt Murzaraimov, sempozyuma sunduğu bildiri ile herkese güzel bir haber getirmişti: "Divan-ı Hikmet 2008'de Kırgızistan'da da yayınlandı."

1991'de Bağımsızlığına kavuşan Türkistan Cumhuriyetleri'nden Özbekistan ; Kazakistan ; Türkmenistan da Hoca Ahmed Yesevi'nin ölümsüz eseri Divan-ı Hikmet hemen basılarak yeni nesillere ulaştırılmıştı. Özbekistan'da 1992'de yapılan bir Divan-ı Hikmet'in baskı adedi 200.000 (ikiyüzbin) idi.

Nüfus ve ekonomisi ile diğer Türkistan Cumhuriyetleri'nden hayli geride bulunan Kırgızistan'daki bu Divan-ı Hikmet baskısı ile inşaallah Kırgız gençliği de Hoca Ahmed Yesevi'nin mesajlarına ulaşma fırsatına kavuşur.

Yazar:  yesevihan [ 01.03.10, 11:12 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Divân-ı Hikmet'te İsimlerinden Söz Edilen Tarihi Kişilikler

Dr. Hayati BİCE*


-------------------------------------------------------------------
ÖZET

Divân-ı Hikmet'te İsimlerinden Söz Edilen Tarihi Kişilikler
Hoca Ahmed Yesevî ‘nin Divân-ı Hikmet olarak bilinen eserinde yer alan şiirlerde birçok şahıs isminin yer aldığı görülür. Bu isimler ve şiirlerde yer alış sıklıkları tasnif edildiğinde dikkat çekici bir tablo ortaya çıkar.

Divân-ı Hikmet’te tahmin edileceği şekilde en başta Allah’ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa ismine rastlanır. Daha sonra Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Mûsa; Hz. Îsa; Hz. Yûsuf gibi peygamber isimleri dikkati çekmektedir. Hz. Muhammed Mustafa’nın anne ve babasının isimleri ile eşi Hz. Hatîce ve ehl-i beytinden Hz. Ali; Hz.Fâtıma isimleri de Divân-ı Hikmet’te yer alırlar.
Hz. Muhammed Mustafa’nın halifeleri Hz. Ebu Bekr Sıddîk, Hz. Ömer ibn Hattâb ve Hz. Osman ibn Affân isimleri de Divân-ı Hikmet’te yer bulmuştur.

Divân-ı Hikmet’te kendisinden çokça bahsedilen bir diğer isim Hoca Ahmed Yesevî‘nin ilk mürşidi olarak bilinen Arslan Baba’dır. Tasavvuf tarihinin simge isimleri olan sûfilerden Hallâc-ı Mansûr; Ebâ Yezîd Bistâmî; Şiblî; Ma'rûf Kerhî de Divân-ı Hikmet’te sıkça görülen isimlerdir.

Divân-ı Hikmet”teki isimler arasında en ilgi çeken isim ise efsanevî Türk kahramanı ve ilk Müslüman Türk hükümdarı olarak bilinen Satuk Buğra Han olarak değerlendirilebilir.

Anahtar Sözcükler
Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, tarihi kişilik, Satuk Buğra Han, kutsallaştırmak.

***
ABSTRACT
Historical Persons Mentioned in Diwan al-Hikmah
Names of many persons are encountered in the poems of Khoja Ahmad Yassawi, known as “Diwan al-Hikmah” A striking picture appears as these names and their frequency of use in poems are classified.
The most frequently used name in Diwan al-Hikmah, as could be guessed, is the name of messenger of Allah, Hz. Muhammed (PBUH). He is followed by the names of prophets such as Abraham, Moses, Jesus, Joseph (PBUT) Names of Hz. Muhammed Mustafa’s father and mother, as well as Hz. Khadija and Hz. Ali and Hz. Fatima, who are from his family, are also quoted in Diwan al-Hikmah. Names of Hz. Abu Bakr Siddiq, Hz. Omar Ibn Khattab and Hz. Osman Ibn Affan, who are the caliphs of Hz. Muhammed Mustafa are also mentioned in Diwan al-Hikmah.
Another name which is frequently encountered in Diwan al-Hikmah is Arslan Baba, who is known as the first teacher of Khoja Ahmed Yassawi. Hallaj al-Mansûr, Eba Yazid Bistami, Shibli, Ma’ruf al-Karhi, who are among the outstanding figures of history of Sufism, could also be found in Diwan al-Hikmah.
Among the most interesting names in Diwan al-Hikmah is Satuk Bughra Khan, who is the legendary Turkish hero and known as the first Muslim Turkish governor.
Keywords
Ahmad Yassawi, Diwan al-Hikmah, historical figure, Satuk Bugra Khan, to sanctify.

-------------------------------------------------------------------------------
Divân-ı Hikmet'te İsimlerinden Söz Edilen Tarihi Kişilikler

Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet olarak bilinen eserinde yer alan şiirlerde birçok şahıs isminin yer aldığı görülür. Bu isimler ve şiirlerde yer alış sıklıkları tasnif edildiğinde dikkat çekici bir tablo ortaya çıkar. Divân-ı Hikmet’te ismi en sık anılan kişiler Hz. Rasûlullah Muhammed Mustafa -s.a.v.-, Hz. Ali –k.v.- , Arslan Baba –k.s.- ve Hallâc-ı Mansûr –k.s.-dur. Divân-ı Hikmet’te ismine rastlanan kişilerden en ilginci ise -kanaatime göre- ünlü Türk hükümdarı Satuk Buğra Han’dır.

Divân-ı Hikmet’te Rasûlullah –S.A.V.- Ve Ailesi

Divân-ı Hikmet’te -tahmin edileceği şekilde- en başta ve en sık Allah’ın elçisi “Hz. Muhammed Mustafa” (vefatı: M. 8 Haziran 632) ismine rastlanır. Hz. Rasûlullah Muhammed Mustafa –s.a.v.- isminin yer aldığı hikmetler (tarafımdan hazırlanan Türkiye Diyanet Vakfı Divân-ı Hikmet neşrinde yer alan sıralamaya göre) 1., 8., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 136., 205., 208. ve 209. hikmetlerdir. Yesevî Hikmetlerinde Hz. Rasûlullah -s.a.v.- "Muhammed" ismi ile 136, "Mustafa" ismi ile 124 yerde anılmaktadır. Yesevî Hikmetleri’nde Hz. Rasûlullah Muhammed Mustafa -s.a.v.- için okunan salavatların genel ismi olan "dürûd" kelimesi ise 35 yerde geçirilmiştir.

Tadımlık niyetiyle bu hikmetlerden Hz. Rasûlullah Muhammed Mustafa -s.a.v.- ile Hz. Ahmed Yesevî’nin rûhanî sohbetini dile getirmesi ile dikkat çeken bir hikmet olan 8. hikmetten birkaç kıta1 vermek isterim:

Hakk Mustafa ruhu gelip oldu imam
Bütün varlık yer altında oldu köle
Çok ağladım Hakk Mustafa verdi müjde
Mustafa'ya matem tutup girdim ben işte…

Mirac gecesi "Gözümün nuru evlad... "dedi
Elimi tutup "Ümmetimsin ümmet" dedi
"Sünnetimi sıkı tutasın gönüldaşım" dedi
Mustafa'ya matem tutup girdim ben işte…

"Kıyamette yol kaybedersen yola salayım
‘Muhammed’ deyip susamış olsan elini tutayım
Evladım deyip elini tutup cennete girdireyim..."
Mustafa'ya matem tutup girdim ben işte…

Hz. Muhammed Mustafa’nın annesi Âmine ve babası Abdullah’ın isimlerine 36. hikmette birer kez; ilk eşi ve ilk müslüman kadın olan Hz. Hatîce’nin (vefatı: M. 619) ismine 36., 208. hikmetlerde ve 4 kez rastlanmaktadır.
Hz. Muhammed Mustafa’nın ehl-i beytinden Hz. Ali (vefatı: M. 661); Hz. Fâtıma (vefatı: M. 632) isimleri de Divân-ı Hikmet’te yer alırlar. Rasûlullah -s.a.v.-‘in sevgili kızı Hz. Fâtıma –r.a.- ismine 2 yerde (46. hikmet) rastlanır.
Hz. Ali ibn Ebu Tâlib -k.v.- ismine ise Divân-ı Hikmet’te tam 33 yerde rastlanır. Hz. Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî ; Hz. Ali evladından olup Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma'nın –r.a.- vefatından sonra evlendiği Havle binti Ca'fer adlı eşinin oğlu olan Muhammed Hanefî neslindendir. Ahmed Yesevî ile Hz. Ali -k.v- arasındaki bu soy ilişkisi tarihi şecerelere yansımış ve belgelenmiştir. Hz. Ali’nin anıldığı hikmetlere bir örnek olarak 45. hikmette “Hoca Ahmed'e mededkâr Hakk arslanı Ali” olarak tarif ettiği Hz. Ali -k.v- ile ilgili birkaç kıtayı 36. hikmetten iktibas ile2 veriyorum:

Tarif eylesem, Ali Allah'ın arslanıdır
Ki kılıç ile kâfiri kırmaktadır.

Kâfirleri eyler imana dâvet;
Vermektedir her zaman İslâm'a kuvvet.

Ki mümin olanını alıp gelmektedir;
Kabul kılmayanını kırıp gelmektedir.

Ki kılıç ele alıp binse Düldül'e
Düşmektedir kâfirler kavmine velvele

Elindeki silahı Zülfikar'ı,
Savaşanda uzar kırk arşın.

Ali'nin var idi on sekiz oğlu;
Onun her hangisidir büyük tuğlu,

Ali İslam için kanlar yutmaktadır;
İslam'ın tuğunu sıkı tutmaktadır.

Divân-ı Hikmet’te Ashâb-ı Kirâm

Hz. Muhammed Mustafa’nın râşid halifeleri ve asr-ı saadetin yıldız isimleri olan Hz. Ebu Bekr Sıddîk –r.a.- (vefatı: M. 23 Ağustos 634) 42., 46., 191. hikmetlerde, Hz. Ömer ibn Hattâb –r.a.- (vefatı: M. 3 Kasım, 644) 43. ve 191. hikmetlerde, ve Hz. Osman ibn Affân –r.a.- (vefatı: M. 17 Temmuz 656) 44. ve 191. hikmetlerde isimleri de Divân-ı Hikmet’te -ilginç bir şekilde aynı sayıda- 9 kere yer bulmuşlardır.
Rasûlullah’ın “ehl-i beytimdendir” övgüsüne nail olduğu sahih hadislerle rivayet edilen ve Ahmed Yesevî’nin Yesevîyye silsilesi ile birlikte tüm Nakşbendî silsilelerinde de yer alan Selman-ı Farisî –r.a.- (vefatı: M. 656) ismi Divân-ı Hikmet’te 1 yerde (46.hikmet) görülür.

Divân-ı Hikmet’te Peygamberler

Divân-ı Hikmet’te ismi Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiş peygamberlerden Hz. Âdem -a.s.-, Hz. İbrahim -a.s.-, Hz. Mûsa -a.s.-, Hz. Îsa -a.s.-, Hz. Yûsuf -a.s.- gibi peygamber isimleri de yer alır. Divân-ı Hikmet’te Hz. Âdem 8 yerde (4 yerde Âdem Ata şeklinde); Hz. Nûh 1 yerde; Hz. İbrahim 7 yerde; Hz. İsmâil 6 yerde; Hz. Yâkub 1 yerde; Hz. Yûsuf 7 yerde; Hz. Yûnus 3 yerde ; Hz. Mûsâ 14 yerde; Hz. Yahyâ 3, Hz. İsâ: 1 yerde; anılır.

Divân-ı Hikmet’te İsmi Anılan Büyük Sufîler

Divân-ı Hikmet’te kendisinden çokça bahsedilen bir diğer isim Hoca Ahmed Yesevî‘nin ilk mürşidi olarak bilinen Arslan Baba –k.s.- dır. Arslan Baba’nın Ahmed Yesevî’nin ilk mürşidi olduğu hem ilmi çalışmalarda hem de sözlü gelenekte paylaşılan bir ortak kabuldür. Divân-ı Hikmet’te 37 kere kendisinden bahsedilen Arslan Baba’ya münhasıran adanmış 18. hikmetten birkaç kıtayı3 nazara verelim:

Yedi yaşta Arslan Baba Türkistan'a geldiler
Başımı koyup ağladım, halimi görüp güldüler
Binbir zikrini öğretip merhamet eylediler;
Arslan Baba'm sözlerini işitiniz teberrük.

Söz eyledim hurmadan bana hiddetlendiler
"Ey edepsiz çocuk" deyip asa alıp kovdular
Hiddetinden korkmadım, bana bakıp durdular
Arslan Baba'm sözlerini işitiniz teberrük.

Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim;
Özünü yutmadım, aç ağzına koyayım
Hak Rasûl’ün buyruğunu ümmet olsam, işleyeyim"
Arslan Baba'm sözlerini işitiniz teberrük.

Ahmed Yesevî’nin tasavvuf silsilesinde önemli bir isim ve mürşidi olan Yusuf Hemedanî -k.s.- ismen Divân-ı Hikmet’te yer almamıştır. Ancak 4. hikmetteki4 :

Ben yirmiyedi yaşta Pîr'i buldum;
Her ne gördüm perde ile sırrı örttüm
Eşiğine yaslanarak izini öptüm;
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim ben işte.

kıtasında işaret edilen “Pîr”in Yusuf Hemedanî (vefatı: M. 1140 ) olduğu ilim dünyasında tartışmasız olarak kabul edilir.
Tasavvuf tarihinin simge isimleri olan sûfilerden Hallâc-ı Mansûr -k.s.- (vefatı: M. 921) ; Ebâ Yezîd Bistâmî -k.s.- (vefatı: M. 848); Ebû Bekr Şiblî -k.s.- (vefatı: M. 945 ); Ma'rûf Kerhî -k.s.- (vefatı: M. 815 ) de Divân-ı Hikmette sıkça görülen isimlerdir.
Bu sufîler arasında en çok öne çıkan, ismine 29 kere rastlanan Hallâc-ı Mansûr’dur. Divân-ı Hikmet'te Hallâc-ı Mansûr ismi 4., 6., 56., 66., 74., 95., 96., 108., 126., 134., 145., 157.,164., 178., 180., 204., 206. hikmetlerde geçmektedir. 11. ve 96. hikmetler ise bütünüyle Hallâc-ı Mansûr'a tahsis edilmiştir. Türkistan coğrafyasında İslâmî fütuhâtın önder isimlerinden olduğu tarihen sabit olan Hallâc-ı Mansûr’dan söz edilen hikmetlerden bir tanesinin (96. hikmet) tamamına yakınını5 azîz hatırasını saygıyla yâd ederek buraya almadan geçemiyorum:



Mansûr bir gün ağladı, erenler rahm eyledi,
Kırklar şerbet içirdi Mansûr'a değerini koyup

Mansûr der " Ene'l-Hak' ; erenler işi doğru;
Mollalar der: "Doğru değil" gönlüne kötü gelip

Söyleme "Ene'l-Hak", "kâfir oldun Mansûr" deyip
“Kur’an içinde budur" deyip, öldürdüler taş atıp.

Bilmediler mollalar "Ene’l-Hakk'ın mânasını
Zahir ehline hâl ilmini Hakk görmedi münasip.

Rivayetler yazıldı, halini onun bilmedi,
Mansûr gibi veliyi koydular dârağacına asıp.

"Sapık" deyip mollalar Şeyh Mansûr'u öldürdü;
"Kâfir" deyip öldürdüler üç yüz molla savaşıp.

Külünü göğe savurdu, atıp denize saldı,
Zevk denizi dalgalandı, aktı deniz kaynaşıp.

İşte o gün o derya eyledi feryad-figan
Aşıklara Allah'ım eyle cemalini nasip.

Rivayettir şeriat, hikmettir hakikat,
Mücevherdir tarikat, âşıklara münasip.

Alem halkı yığıldı, Mansûr deyip feryad eyledi
Mansûr'un dostları kaldı orada ağlaşıp

Tevbe eyle Hoca Ahmed, ola Hakk'tan inayet,
Yüz bin veliler geçti sırrı sırra ekleyip.

Divân-ı Hikmet'te 12 yerde ismi geçirilen Bâyezid-i Bistâmî -k.s.-, Divân-ı Hikmet'te ismi geçirilen sufiler arasında Hallâc-ı Mansûr'u takib eden en dikkat çekici sufî kişiliktir. Ebu Bekr Şiblî -k.s.- ismi Divân-ı Hikmet'te 206. hikmette 9 yerde görülmektedir. Ma'rûf-ı Kerhî -k.s.- ismi ise Divân-ı Hikmet'te sadece 1 yerde geçirilmiştir.

Divân-ı Hikmet’te Satuk Buğra Han

Divân-ı Hikmetteki isimler arasında –en azından benim için- en ilginç olan isim ise efsanevî Türk kahramanı ve ilk Müslüman Türk hükümdarı olarak bilinen Satuk Buğra Han olarak değerlendirilebilir.
Özbekistan’da yeni neşredilen hikmetlerle genişletilerek yayınlanacak olan Divân-ı Hikmet için Yesevî hikmetlerini elden geçirirken çok ilginç bir isim dikkatimi çekti: Bu isim tarihe “İlk Müslüman Türk Hükümdarı” olarak geçen Abdülkerim Satuk Buğra Han (vefatı: M. 955 ) idi.
Bu ilginç isim kadar ilginç olan bir diğer husus, Hazret-i Pîr-i Türkistan Yesevî’nin bu tarihi kişiliği “mürşid-i kâmil” olarak anmasıdır.

Hazret-i Pîr-i Türkistan Yesevî’nin -Divân-ı Hikmet kitabı yayınındaki sıra ile- 215. hikmetinde6:
“Sultan Satuk Buğra Han, Pîr-i muğan imes mi?”

şeklindeki mısraında kendisinden epeyce -yaklaşık 200 yıl- önce dünyadan geçen bu tarihi Türk kahramanına atıfta bulunulmuştu.

Bu satırları okuyunca tarihi bilgilerime göre zahiri anlamda büyük işler yapmış olan “Sultan Satuk Buğra Han’ın acaba bugüne kadar gözden kaçmış ve kendisine “Pîr-i muğan” (=Kadîm Pîr ) ünvânı verilmesini hak ettirecek derinlikte tasavvufi bir yönü var mıydı acaba?”sorusu gönlümde yankılandı.

Satuk Buğra’nın Menkıbevî Hayatı
Peygamberimiz Hazreti Muhammed -s.a.v.-’e, Miraç esnasında, bazı ruhların makamları da gösterilir. Bu ruhlar arasında daha önce gelmiş olan bütün peygamberler yanı sıra bazı evliyaullahın makamları da vardır. Bu evliyaullah arasından birisi peygamberlerinki kadar görkemli bir makamda, kırk kişilik bir grupla beraber yer almaktadır. Rasûlullah -s.a.v.-, Cebrail Aleyhisselam’a o Zatın ve etrafındaki kırk yiğitin kimler olduğunu sorar. Cebrail –a.s.- da: “-Bu zat Peygamber değildir. Sizin ruhunuzu Ulu Tanrı’ya emanet ettiğiniz günden üçyüz yıl sonra yeryüzüne inecek ve sizin dininizi Türkistan'da yayacak bir sultandır.” der.
Cebrail Aleyhisselam’ın Türkistan’ın İslam ile şerefleneceğini işaret eden bu müjdeleyici yanıtı üzerine Rasûlullah -s.a.v.- çok sevinir. Miraçtan dönüşü sonrasında, Türkistan’ı İslam’a açacak bu mübarek Sultan’ın ruhu için de gece gündüz dua etmeğe başlar. Bu arada, bu mübarek Zat’tan keremli ashâbına da bahsetmiş ve ashâb da bu zatın ruhunu görmeği istemişlerdi. Bu istek üzerine Rasûlullah -s.a.v.- de dua ederek Miraç esnasında gördüğü Zat’ın ruhunun insanlar için görünür hale temessül edilmesini arzulamıştı. Rasûlullah -s.a.v.-’in bu maksad ile duası bereketi ile bir gün ashâb ile otururlarken karşılarında aniden kırk silahlı atlı belirdi. Rasûlullah -s.a.v.- ve ashâbına saygı ile selam verip yaklaştılar. Bu atlılar, başlarında Satuk Buğra Han'ın bulunduğu kırk yiğitin ruhları idi. Böylece ashâbın dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
Bu temessül harikası üzerinden yıllar geçtikten sonra, Türkistan’da Kaşgar sultanı Bazır Buğra Han’ın bir oğlu dünyaya geldi. Adını Satuk Buğra Han koydular. Buğra Han'ın doğduğu gün büyük depremler oldu; su kaynakları kurudu. Bu olağandışı doğa olaylarını yorumlaması istenen falcılar Satuk Buğra Han' ın büyüdüğü zaman atalar dinini terkedip müslüman olacağını anlayınca Sultan’a oğlunu öldürtmesini salık verdiler. Fakat Satuk’un annesi falcıların yalan söylediğini haykırıp oğluna kol kanat gerdi. Sultan’a yalvararak bir gün gelir Satuk Buğra Han büyüdüğünde falcıların dediği çıkar ve oğlu müslüman olursa, o gün öldürülmesini rica etti. Böylece Satuk Buğra Han’ın öldürülmesini önlemiş oldu.
Satuk Buğra Han, oniki yaşına gelince kırk arkadaşı ile birlikte ava çıktı. Av için gittikleri ormanda önüne çıkan bir tavşanı kovalamağa başladı. Tavşanı kovalamağa dalarak arkadaşlarından ayrıldığını fark etmeden ormanın derinliklerinde kayboldu. Satuk Buğra Han, atı önünden kaçarken birden duran tavşanın, önünde şekil değiştirerek ihtiyar adam haline dönüştüğünü hayretli bakışları ile gördü. Bu aksakal zatın, Hızır Aleyhisselam olduğu Satuk Buğra Han’a ayan oldu ve kendisine verdiği öğütleri can kulağı ile dinledi. Hızır Aleyhisselam, Satuk Buğra Han’ı İslâm’a davet etti ve şehadet getirtip dinin bütün gereklerini ve İslâm’ın yayılması için yapacaklarını bir bir anlattı.
Menkıbeye göre, Satuk Buğra Han’ın tahta geçişi şöyle rivayet edilir: Abdülkerîm Satuk Buğra Han aldığı bir manevi işaret ile amcası Oğulçak Kadîr Han’ı İslam’a davet etti. Amcası yeğeninin İslam’a bu davetini reddedince tahtı üzerinde oturduğu yer yarılıp ve yarılan yere Satuk Buğra Han'ın amcası gömülüp kayboldu. Amcasının bu şekilde ibretli bir ölüm ile ölmesi sonucunda yerine geçecek evlâdı olmadığı için Satuk Buğra Han tahta oturtuldu. Menkıbeye göre Hızır Aleyhisselam’ın yıllar öncesindeki hidayet anında Satuk Buğra Han’ın hükümdar olacağına işaret etmiştir zaten…
Yine menkıbeye göre Sultan Satuk Buğra Han, düşmanlarına karşı açtığı bütün savaşları ilahî yardım ile kazanıyordu. Satuk Buğra Han’ın savaşlarda nara attığında ağzından çıkan alevli haykırışlar, ulaştığı düşmanlarını yakıyor; kılıcını düşmana çevirince kılıcı birden kırk arşın uzuyordu. Sultan Satuk Buğra Han’ın “mucizevî” kılıcının ünü sadece düşmanlarını sindirmekle kalmayıp, Türkistan’ın dört bucağını doldurmuş ve Çin ile Maçin’e kadar yayılmıştı.

Tarihte Yaşayan Abdülkerîm Satuk Buğra Han

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen ve 31 yıl hüküm sürdükten sonra 955 yılında dünyadan göçen Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ın babası, Karahanlı han ailesinden Bazır Buğra Han idi. Babasının ölümü üzerine amcası ve üvey babası Oğulçak Kadir Han’ın himayesinde büyüdü. Abdülkerîm Satuk Buğra Han, günümüzden 1100 yıl kadar önce Türk soyundan yüzbinlerce kimsenin İslâm ile buluşmasına vesile olmuştur.
Satuk Buğra, henüz oniki yaşında bir çocukken, Türkistan’ın merkezi olan Mâverâünnehir ve Horasan bölgesine hâkim olan Sâmânoğulları Devleti şehzâdeleri arasında taht anlaşmazlığı çıktı. Sâmânî vârislerinden Ebû Nasr bin Ahmed, Satuk Buğra’nın amcası ve Karahanlı hükümdarı olan Oğulçak Kadir Han’a sığındı. Oğulçak Kadir Han, Sâmânî şehzadesi Ebu Nasr bin Ahmed’e iyi davranarak Doğu Türkistan’daki Artuş kasabasının yönetimini ona bıraktı. Ebu Nasr bin Ahmed’in üstün çabaları ve bölgeye gelip-giden müslüman ticaret adamlarının oluşturduğu hareketlilik vesilesi ile Artuş kenti, kısa sürede Türkistan’ın önemli bir merkezi oldu. Bu sıralarda bilemediğimiz bir vesile ile Artuş’u ziyâret eden ve delikanlılık dönemine yeni girmiş olan Satuk Buğra da, Ebû Nasr bin Ahmed ile tanışıp ondan -ve daha kuvvetli bir ihtimalle mâiyetindeki din âlimlerinden- İslâm esaslarını öğrenerek müslüman olmakla şereflendi ve “Abdülkerîm” ön adını aldı ve artık Abdülkerîm Satuk Buğra Han olarak anıldı. 7
Türkistan ve Mâverâünnehir’de hâkimiyet kuran ilk müslüman Türk devleti olan Karahanlı Hanedanı 840-1212 yılları arasındaki 372 yıl süresince bölgesinde egemen olmuştur. 840 yılında Uygur Devleti’nin Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla, Orta Asya bozkırlarında kurulan Karahanlı Devleti’nin kurucusu Bilge Kül Kadîr Han’dır. Mâverâünnehir’in egemenliği için Karahanlı ve Sâmânoğulları Devleti mücâdele ettiler.
Bilge Kül Kadîr Han’ın ölümünden sonra devleti mirası olarak oğulları arasında paylaşıldı. Bilge Kül Kadîr Han’ın iki oğlundan Bazır Arslan Han, Balasagun’da “Büyük Kaan” olarak, kardeşi Oğulçak Kadir Han ise, Taraz’da “Orta Kaan” olarak hükümran oldu. Batı’daki Oğulçak Kadîr Han, Türkistan egemenliği için Sâmânî Hükümdârı Ebu Nasr İsmail bin Ahmed ile sürekli mücâdele etti. Sâmânîler, 883 yılında Taraz’ı ele geçirince, Oğulçak Kadîr Han doğuya çekilerek sığındığı Kaşgar’ı merkez yapıp, Sâmânî egemenliğine giren eski yurtlarına akına başladı.
Bundan bir müddet sonra, Satuk Buğra Han'ın babası eceli ile öldü ve Türk töresine göre Satuk Buğra Han'ın amcası Oğulçak Kadir Han yeni han oldu.
Oğulçak Kadîr Han’ın Sâmânîlere düzenlenen akınlar ile uğraştığı sırada yirmi beş yaşlarındaki yeğeni Abdülkerîm Satuk Buğra Han, müslümanlaşan Türklerden oluşan üç bin kişilik kuvvetiyle amcasına karşı taht kavgasına girişti. Kaşgar üzerine yürüyüp taht merkezi Kaşgar’ı fethetti ve Oğulçak Kadîr Han hayatını kaybetti.
Abdülkerîm Satuk Buğra Han Karahanlı devletinin tek hükümrânı olunca, onuncu asrın başlarında Karahanlı devletinin dini olarak İslâm’ı kabul ettiğini açıkladı. Abdülkerîm Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarla; Yağma, Çiğil, Oğuz gibi Türk boylarının yerleşik olduğu Türkistan şehirlerini kısa sürede ele geçirdi ve Türkistan’da siyasi birliği gerçekleştirdi

İslâm, Türkistan’ın kudretli hükümdarı Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ın dini olarak, Türk yurtlarında hızla yayıldı.
Maverâünnehr’den Turfan’a bütün Türkistan’da egemenliğini yayan Sultan Satuk Buğra Han aldığı bir işaretle fethettiği ülkelerden atayurdu Kaşgar'a döndükten kısa bir süre sonra öldü. 955 yılında, Kaşgar civârında vefât eden Abdülkerîm Satuk Buğra Han Artuş’da defnedildi.
Kendisinden sonra Karahanlı tahtına, önce Mûsa Tunga, sonra da Baytaş Süleyman Arslan adlı oğulları hükümdârlık yaptı.Oğulları da Sultan Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ın izinden gittiler ve oğulları döneminde de pek çok âlim ve sufi İslam’ın tebliği için Türkistan’a gelip irşad çalışmaları yürüttüler.
Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ın bu tarihi hayat sürecinde “eren”likten ziyade “alp” karakterinin önde olduğu aşikardır.
Bu nedenle Hazret-i Pîr-i Türkistan Yesevî’nin Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ı “Pîr-i muğan” ünvanına sahip bir ‘gönül fatihi’ olarak benimsemesinin köklerini Abdülkerîm Satuk Buğra Han Menkıbesi’nde aramak daha anlaşılır olacaktır. Hangi tarihi etkilerden kaynaklanırsa kaynaklansın aralarındaki iki yüzyıl kadar uzun bir süre dikkate alınırsa Ahmed Yesevî’nin Abdülkerîm Satuk Buğra Han’ı “bir maneviyat büyüğü” olarak tanımlaması kayda değer bir yaklaşımdır.

Tarihten Bugüne

Ahmed Yesevî’nin Satuk Buğra Han’a yaklaşımı ile ilgili bu vakıadan yola çıkarak tarihî önemi olan -ve belki de sonraki yüzyıllarda da Türk toplum psikolojisinde yaşamağa devam edebilecek- bir hususa işaret ederek tebliğimi bitirmek isterim.

Hazret-i Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin Sultan Satuk Buğra Han’ı bir maneviyat büyüğü olarak ululaması İslam sonrası Türk tarihinde hep karşımıza çıkan “devlet adamlarının kutsallaştırılması” geleneğinin belki de ilk yazılı örneğini teşkil eder. Bu geleneği Osmanlı tarihinin yükseliş çağları hükümdarlarının hemen hepsi ile ilgili olarak yazılı kaynaklarda da görebiliyoruz. Sadece birisine işaret ile yetineyim: Osmanlı Devleti’ne ismini veren hanedanın kurucusu Osman Gazi’nin gördüğü -soyundan gelenlerin “büyük bir devlet” kuracağını müjdeleyen- anlamlı rüyası örneğinde ve bu rüyasını tabir eden Şeyh Edebalı ile olan ilişkisinde bunun çok tipik ve kayıtlara geçmiş bir örneğini görürüz. Aynı örneği diğer Osmanlı Sultanları ile önemli bir kısmı tasavvuf ehli olan danışmanları arasındaki ilişkilerde de bulmak mümkündür. Hatta Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra dahi bu geleneğin izlerini taşıyan söylemleri örneklemek mümkündür.

Objektif tarihçilik açısından -belki hoş görülmeyecek- bir yanılsama olarak tanımlanması çok kolay olan bu yaklaşımın Türk tarihi boyunca olumlu bir fonksiyonu ifa etmesi dikkate alınırsa kınanacak bir tarafı olmadığı kanaatindeyim. Sultan Satuk Buğra Han türbesi, yüzyıllarca sonra bugün, Doğu Türkistan’da bir İslâm kahramanı; bir maneviyat ulusu olarak ziyaret ediliyorsa bunun kime ne zararı var ?

---------------------------


DİPNOTLAR:
1 Yesevî, Ahmed: Divân-ı Hikmet ; s. 80-81 (Yay.Haz. Dr. Hayati Bice); Türkiye Diyanet Vakfı Yay. (5. Baskı); Ankara-2009.
2 a.g.e., s. 131.
3 a.g.e., s. 104.
4 a.g.e., s. 73.
5 a.g.e., s. 223-224.
6 a.g.e., s. 421.
7 Aziz, Seyfeddin; Satuk Buğra Han; s. 52-57; (Çev. Rukiye Hacı); Kaynak Yay., İstanbul-2000.

KISALTMALAR:
s.a.v. : Sallallahu Aleyhi ve Sellem.
a.s. : Aleyhisselâm
r.a. : Radıallahu Anh.
k.v. : Kerremallahu Vecheh.
k.s. : Kuddise Sırruh.
M. : Milâdî.

(*) Dr. Hayati BİCE; Araştırmacı-Yazar.

Yazar:  yesevihan [ 02.03.10, 10:48 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Doğu Türkistan'daki Yesevi tesirinin somut bir kanıtı da sempozyumda tanıştığım bir Uygur kardeşimizin 2008 yılında Doğu Türkistan'ın bir köyünde yaşayan bir Uygur Türk'ü müslüman aksakaldan derleyip kayda aldığı şu Yesevi Hikmeti oldu:

Alıntı:

kehir yigen kehir kılsa kıyamet kün
ğeplet bilen yatkınimğa heyranmena
mustapağa durut eytmay
ümmetmen dep yürgünümge heyranmena

ümmet olur keçe kündüz bidar bolğan
hek mustapağa emrin tutup bidar bolğan
yok méliŋ dep nepsi üçün resva bolğan
yalğan deva kılğınimğa heyranmena

şeytan bilen ülpet bolup ömrüm ötti
tuymay kaldim ahir vahtim yekın yetti
ecel kelip bügün méniŋ yakam tutti
nedametler kılğınimğa heyranmena

ol ezrayil bir kün kélur can alğıli
şeytan kelur imanimğa neş urğıli
hektin özge kimdur seni kutkazğıli
hek yolığa kirmigenge heyranmena

malu mülküŋ munda kelip barsaŋ unda
gör içide ikki melek bolur peyda
soaliŋğa cavap bermey rahet kayda
dunya izlep yürgünümge heyranmena

bu dunyada eziz tutkan dunyariŋni
kıyametkün alur sendin hisabini
ğeriplerge bermigenge cavabini
maldin ötmey kelginimge heyranmena

pilsirattin ötmey hergiz hararet yok
kedem koysaŋ ol köprükniŋ asti tumluk
köyersen unda hekka kılmığan ehval yok
undin ötmey kelginimge heyranmena

tarazığa salur seniŋ gunahiŋni
eğır kelse elendi dep haydar seni
baştin ayak temenna dep gunahiŋni
töbe kılip ötmigenge heyranmena

Kul Hoca Ahmed nedamet kıl gunahiŋğa
yakaŋ tutup yalvurğın ilahiŋğa
şa Mustapa muştak bolğın didarığa
didar arzu kılmığanğa heyranmena

KAYNAK : Merup Vilem, Ğulca ilçesi Çolukay köyü, 87 yaş, çiftci, 2008.11.13

DERLEYEN: N. SUFÎ
(Doğu Türkistan)


Yazar:  yesevihan [ 02.03.10, 22:53 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Alıntı:
Taşkent’teki Yeseviyye tarikatı mensuplarının mezarları

Dr. Uktam SULTONOV[1]

Son zamanlarda, muhtelif araştırmacılar tarafından hazırlanan çalışmalar, Yesevîyye araştırmalarında usûl ve konuların çeşitliliğinin gelişip arttığını göstermektedir. Aynı zamanda bu durum, Yesevîyye konusunda ortaya çıkan meseleler üzerinde yeni araştırmalar yapmayı da zorunlu kılmaktadır.
Bu meselelerden biri, Yeseviyye tarikatının 19 yy. sonu, 20. yy. başında toplum içerisindeki yeri, halkın yaşam tarzı ve manevi hayatındaki önemini araştırmaktır. Bu tebliğimizde, mezkûr tarikatın söz konusu devirde Taşkent şehrindeki durumunu anlamaya yönelik araştırmamızda ulaştığımız bazı sonuçları ortaya koymak istemekteyiz.

Bilidiği üzere, Taşkent Özbekistanning başkenti, ayni zamanda islam ügarliliğinin eski merkazlarindandır. 2007 senasinda Islam konferensinın IRSIKA Hai’atı tarafından Taşkent Islam kulturunın başkenti ularak i’lan edildi. 2009 senasinda ise Taşkentnın 2200 yil donemi nişlandi.

Bilindiği gibi, Taşkent ve çevresi, Yesevilik tarikatının daha geniş yayıldığı bir mekândır. Buradaki ziyaret yerleri ve mezarlar Hoca Ahmet Yesevi halefleri, evlatları ve onlara bağlı olan şahısların faaliyetlerine dayanır. Bu konuda 15-18. yüzyıllara ait “Reşehat aynel-hayat” (Ali es-Safi), “Lemehat min nefehat el-kudus” (Muhammed Alim Sıddıki), “Tezkire-i Tahir İşan” (Tahir İşan), “Tuhfet ul-ensap Aleviye” (Hoca Abdurrahim Hisari), “Hüccet ul-zakirin” (Muhammed Şerif b. Muhammed Hüseyin Buhari) gibi birçok eserlerde söz konusu tarikat vekillerinin Taşkent civarındaki faaliyeti ve mezarları hakkında önemli bilgiler sunulur.

Tabii ki, bu bilgiler Yesevi şeyhlerinin Taşkent’teki faaliyetlerini daha kapsamlı bir şekilde anlamamıza yardımcı olur. Ama 19-20.yüzyıla gelince, Yesevilik, Taşkent ve Taşkentlilerin kültürü ve manevi hayatında ne gibi önem taşıdı acaba? Nakşibendiye-Müceddidiye öğretisinin Türkistan’da etki göstermeye başladığı bir dönemde milletin Yesevilik tarikatı vekillerine karşı tutumu nasıldı? Taşkent’teki mezarların incelenmesi bu gibi soruların aydınlığa kavuşmasını sağlar.

İlk önce vurgulanmalıdır ki, bu dönemde Yesevi şeyhlerinin faaliyetine dair ayrı bir eser mevcut değildir. Fakat 19-20.yüzyılın ilk yıllarına ait bazı tarihi kaynaklar, seyyahların anıları, özellikle tarihi evraklar ve Türkistan Generel-Gubernatörlüğü mahkemesene ait arşiv bilgileri bu dönemde Taşkent’te Yesevi tarikatı ve şeyhlerinin faaliyetleri epey canlı olduğunu kanaatini verir.

Aynı dönem müelliflerinden olan N.Mayev, Y.Skayler ve N.Likoşin’lerin topladığı bilgilere göre, Taşkent’te diğer tarikatlarla beraber cehriye sultaniye, yani Yesevilik de itibar kazanmıştır. Nitekim N.Likoşin Taşkent’teki Yesevi işanlarının gelir kaynakları ve hayat şartları konusunda önemli bilgi aktarmıştır[2]. N.Mayev’in anlattıklarına göre, Yesevi tarikatı vekilleri haftada üç defa zikir ederlermiş. Yani, Pazartesi günü Hoca Übeydullah Ahrar’ın Taşkent’in Kökçe semtindeki mescidinde, Perşembe günü Kaşgar mahallesindeki Sahiphoca mescidinde, Pazar ve Pazartesi günleri de Arpapaya mahallesindeki İşanhoca mescidinde toplanırlardı[3]. Taşkentli tarihçi Muhammet Salih Hoca da onların Hoca Übeydullah Ahrar mescidinde zikir ettiklerini anlatır[4].

Yesevilik tarikatı vekillerinin şehirdeki faaliyetleri ve adamlar arasında katettikleri mevki, Taşkent şehri ve civarındaki onlara ait mezarların ziyaret yerine dönüşmesini sağlamıştır.

Orta Asya topraklarında Yesevi sufilerine ait mezarlar en çok Semerkant, Buhara, Taşkent civarları ve Güney Kazakistan’da bulunduğunu belirtmek lazım. Bunların arasında Taşkent’te bulunan mezarlar Yesevişinaslık açısından en az öğrenilmiş, ama çok önemli bir noktayı oluşturmuştur.

Yukarıda adı anılan kaynakların incelenmesi ve Taşkent’in eski şehir kısmına yaptığımız özel yolculuk sonucunda Taşkent ve civarında 19-20. yüzyıla ait 100’e yakın ın bulunduğu saptandı[5]. Bu mezarların önemli bir kısmının Yesevi şeyh ve sufilerine ait olduğu dikkat çekicidir.

Taşkent şehrinde de Yesevi vekillerine ait mezarların adlarına “ata” ve “azizan” (azizler) kelimelerinin eklenmesi ayrıcalık taşır. Fakat bunların hepsi de kesin delillerle kanıtlanmış durumda değildir ve detaylı araştırmaların yapılmasını gerektirir. Buna rağmen, söz konusu mezarları üç başlık altında toplayabiliriz:

1. Tarihi şahıslara ait mezarlar: Zengi Ata, Sultan Şeyh Azizler, Azizlerhan İşan (Mirkurban Şeyh Azizan, Hadıhan Azizler) ...

2. Şahsı belli olmayan ve lakaplarla anılan mezarlar: Kah Ata – Seyyid Kemalettin Şami, Sufi Şeyh Azizler, Tursun Şeyh Azizler, Gayip Ata – Hüseyin Şeyh, Türkçü Ata, Tunkatar Ata, Yığlak Ata, Himmetlik Azizler, Tular Şeyh Azizler, Hafız Kuyluki – Kuyluk Ata ...

3. Sembolik mezarlar: Ebducelil Bab, İbrahim Ata, Seyyid Ata, Süzük Ata ...

Taşkent mezarları adına takılan “Ata” kelimesi her zaman da mezarların Yesevi tarikati vekillerine ait olduğunun anlamını vermez. Hatta bu bazı karışıklıklara bile neden olabilir. Nitekim 19-20. yüzyılın ilk yıllarında Taşkentliler şehirde bulunan hemen bütün mezarlar için “Ata” kelimesini kullanmışlardır. Fakat Sultan Şeyh Azizler, Kurban Şeyh Azizler, Hadıhan Azizler, Sufişeyh Azizler, Tular Şeyh Azizler, Himmetlik Azizler gibi mezar sahiplerinin gerçekten Yesevi vekilleri olduğu kesindir. Çünkü “Tarih-i cedide-i Taşkent” eserinde onların Yesevilik halefleri veya tarikat salikleri oldukları vurgulanmıştır[6].

Eserden okuyoruz:
“... [Taşkent’in] Şeyh Havend Tahur semti, Türk mahallesinde Şeyhan Tahur kanalının yukarısında, Tunkatar Ata türbesi vardır. Tunkatar Ata, Hoca Ahmet Yesevi’nin müridlerinden olup, kerametleriyle tanınan zattır. Aldığımız bilgilere göre ömrünün son yılları şu kanal yakasında geçmiştir”[7].

Yene okuyoruz: “ ... [Taşkent’in] Çağatay kapısı yakınında Türkçü Ata adıyla ün yapmış olan bu şahıs âlim ve bilge zat olup, Yeseviyye sâliklerindendir. Türkçü Ata, Arapça ders vermiştir. Öğrencileriyle Türkçe sohbetlerde bulunduğu nedeniyle bu adı almıştır”[8].

Taşkent’teki Yesevi ziyaret yerlerinde de diğer ziyaret yerleri gibi uzun süre sonucunda belli kural ve ananeler geliştirilmiştir. Ezcümle, Yığlak Ata mezarının ziyaret kuralları konusunda Muhammet Salih hoca şöyle yazar: “... Ziyaret etmeden önce samimiyetle itikat edilir, sonra came çıkarılır ve içeri girilir. Kıble tarafındaki navenin altında yalın ayak halde durulur. Kim içten bir itikat ve istekle gelmiş ise naveden ağlamaya benzeyen bir sesle su gelerek başına akar. Gusülden sonra su kendiliğinden durur. İhlası olmayan kişilererin başına bir damla bile su akmaz”[9].

Kaynaklara göre, özellikle Muhammad Olim Şeyh al-Siddikiynin 1624 yilinda tasnif edilan “Lemehat min nefehat el-kudus” eserinde bildirildiğine göre, Yesevi tarikatinin seleflerinden olan Sadr Ata’nın mezarı Taşkent’ten 2 fersah uzaklıktaki Orta Saray’da, Bedir Ata’nın mezarı da Taşkent’ten 4 fersah uzaklıktaki Köhek’te bulunmaktadır[10]. 1737 yilinnda tasnif edilmiş “Tuhfet ul-ensab al-Alaviye” eseri müellifi Hoca Abdurrahim Hisari, Sadr Ata mezarının Köhek’te olduğunu, 1697 yilinda yazilan “Huccet uz-zakirin” eseri müellifi Muhammed Şerif b. Muhammednin ise,bu mezarın Taşkent’ten 2 fersah uzaktaki Evser’(?) de bulunduğunu, söyler[11].

Tabii ki 13-18 yüzyıllarda böyle ziyaret yerlerinin gittikçe arttığı kesindir. Yalnız günümüzde bu mezarların hepsi de korunmuş değildir. Korunmuş olan bazı mezarlar üzerinde duralım.

Zengi Ata. Zengi Ata’nın mezarı araştırmacılara ve tasavvuf muhiplerine malumdur. Taşkent’teki Zengi Ata semti Yesevi haleflerinden olan Zengi Ata (vef. 1258)’nın adıyla bağlıdır. Sonradan bu daha Beşağaç diye adlandırıldı. Zengi Ata’nın doğduğu mahalle onun adını almıştır[12]. 19-yüzyılda Zengi Ata mezarını her sene kavun piştiği dönemde üç gün ziyaret etmek adet olmuştur. Bu ziyaretlere bizzat tanık olan N.Mayev, Y.Kazbekov ve Y.Skaylerler’in sundukları bilgilere göre, bu dönemde çok heyecanlı bayram ve fuar da düzenlenirmiş[13]. Zengi Ata ve Enber Bibi mezarları da en çok ziyaret edilen kutsi mekana dönüşmüştür.

İbrahim Ata. İbrahim Ata türbesi Sabir Rahimov semtinde bulunmakta olup 15-17.yüzyıla aittir. Türbe Ahmet Yesevi’nin babasının sembolik mezarı üzerine yapılmıştır[14]. Eyvan ve kubbeli tek odadan ibarettir. İbrahim Ata’nın gerçek mezarı Güney Kazakistan’daki Sayram’da olmasına rağmen, insanlar bu makam türbeye ayrıca saygı göstermişlerdir[15]. Tarihte türbe çilehanesinde öğrenci ilimle meşgul olmuşlar. Bu çilehane günümüzde de korunmaktadır.

Kah Ata. Muhammed Salih Hoca’nın yazdığına göre şehrin Tahtapul kapısı yakınında yerleşmiş olup, 19.yüzyıla ait olan Kah Ata mezari, Yesevi vekillerinden birine mensubtir[16]. Tarihçi A.Nasirov’un “Taşkent şeyhleri” başlığıyla topladığı bilgilere göre Kah Ata’nın asıl adı Şeyh Kemalettin Şami’dir[17]. Muhammed Salih Hoca, insanların isteklerine kavuşabilmek için Kah Ata’nın mezarı başında çilehanede oturduklarını kaydeder. Şehrin Sebzar kısmında Kah Ata veya Kah Ata-i büzürg mahallesi olmuştur. Günümüzde Kah Ata’nın 18.yüzyıla ait türbesi yeniden imar edildi.

Süzük Ata. Türbe Şeyh Havend Tahur semtinde yerleşmiştir. Sembolik mezarlar arasında Süzük Ata’yla ilgili bilgilere çok rastlanmaktadır. Süzük Ata Hakim Ata’nın evlatlarındandır. A.Nasirov’un sunduğu bilgilere göre Süzük Ata, İsmail Ata’nın küçük oğludur. “Hüccet el-zakirin” eserinde bu zat Süzük Ata veya Süksük Ata şeklinde anılır. Asıl ismi ise Mustafa Kulu’dur. Sayram’da doğmuştur. Neden böyle ad verildiği konusunda “Büzürgani Sayram” eserinde onun kaşlarının kalın ve gözlerinin ela olduğunu ve Ahmet Yesevi ona “Süzügüm geldi, gel yavrum” dediğini bilgi olarak getirir. Başka bir kaynakta getirildiğine göre, Mustafakulu 1140-1217 yıllarında yaşamış olup, Ahmet Yesevi’nin Gevheri Huştaç adlı kızının küçük çocuğudur. Mevcut şecere bilgilerinde Gevher Huştaç’ın Suleyman Veli’yle evlendiğini fakat onların çocuklarının olmadığını görürüz[18].

Süzük Ata büyüyünce Taşkent’in Beşağaç semtindeki Çukurköprü, Mirler ve Çakar mahalleleri arasına gelip yerleşir. Süzük Ata el sanatı ustalarından biri olup, sonradan onun yaşadığı mahalle Süzük adını almıştır[19].

Seyyid Ata. Taşkent’in Sabır Rahimov semtinde bulunmaktadır. Seyyid Ata’nın asıl adı Seyyid Ahmet b. Seyyid Ebu Bekir (vefatı 1291 veya 1310) olup, Zengi Ata’nın ikinci halefidir. Seyyid Atanın mezkur sembolik türbesi 18-yüzyıla ait bir mezarlıktadır[20]. Seyyid Ata’nın asıl mezarı Harizm’dadır.

Azizlarhan İşan. Azizlarhan İşan’ın mezarı Şeyhantahur semtinde, Azizlarhan mescidi avludadır. Halk arasında Azlarhan İşan mescidi ve mezari denilir. Mescit, uzmanlar tarafından birkaç defa incelenmesine rağmen onun ne zaman yapıldığı ve kimin yaptırdığı konusunda kesin bilgi yoktur. Sadece 18.yüzyılın 60-70’lı yıllarına ait olduğu tahmin edilir.

Halk arasında dolaşan rivayete göre mescidi yaptıran Mirkurban Şeyh Azizan birkaç göbekle Süzük Ata’ya bağlanır. Rivayete göre Mirkurban Şeyh Arabistan ülkesinden bir kaç meslektaşıyla Orta Asya’ya din teşviki için gelir. Mescit avlusundaki çınar mescit yapıldığı zaman dikilmiş olup 300 yaşındadır. Mirkurban Şeyh bir işanın (soylu hoca) kızıyla evlenir, çoluk-çocuk sahibi olur ve ömrünün son yıllarında Arabistan’a döner. Araştırmalar sonucu Mirkurban Azizan’ın tarihi bir şahıs olduğu, 18.yüzyılın 2.yarısı, 19.yüzyılın 1.yarısında Taşkent’te yaşadığı saptandı[21].

Halk mescidin Azizlarhan işana ait olduğunu söylese de onun, Mirkurban Azizana mı veya onun Azizlarhan lakabıyla tanınan oğlu Hadihan Azizlere mi veya torunu Zeyniddin İşana mı ait olduğu belli değildir.

Sultan Şeyh Azizler. Şeyhantahur semtinin Rabat mahallesinde Sultan Şeyh Azizlarin mezarı korunmuş olup, tamir işlerinden sonra küçücük bir türbe yapılmıştır. Türbenin etrafında eski mezarlığa ait kabirler vardır. Birkaç sene önce bulunan mescit vakıfnamesinde bu zatın Sultan Hoca olduğu ve 18.yüzyılın son yılları-19.yüzyılın ortalarında yaşadığı anlaşıldı. Mezkur vakıfname 1874 yılına ait olup, Sultan Şeyh’in oğlu Muhammet Hoca tarafından yazılmıştır
.
Gayıp Ata. Taşkent’in kuzey-batısındaki Sabır Rahimov semtinin Karasaray sokağındadır. Mezar 19-yüzyılın 80’li yıllarından beri mevcuttur. Rivayete göre, Gayip Ata adı Yesevi şeyhi Hüseyin Şeyh adi ve fealiyati ile bağlıdır[22].

Koyluk Ata. Taşkent’in Mirabat semtinde oluip, 19.yüzyıla aittir. Koyluk Ata lakabiyle meşhur olan Yesevi şeyhi Hafız Koyluki 15-16 asirlarda yaşamıştır[23].

Yukarıda geçen fikir ve bilgiler ışığında şöyle özetleme yapabiliriz.

- 19.yüzyıl başlarında Taşkent ve civarında Ata nisbesiyle 20 küsur, Azizan ve Azizler nisbesiyle 10’a yakın mezar vardı. Mezarların büyük kısmı korunmamış ise de yapılacak araştırmalar bu konuyu aydınlatacaktır. Bu araştırmalar Taşkent şehrinde Yesevi tarikati ve vekillerinin faaliyetinin öğrenilmesine de katkı sağlayacaktır.

- Taşkent ve civarındaki Yesevi şeyhleri faaliyetiyle ilgili mezarlar 18-19.yüzyıllara gelince ortaya çıkmış değildir. Böyle ziyaret yerlerinin teşekkül süreci 12-19.yüzyılları kapsayan uzun bir dönemi içerir. Zengi Ata, Anber Bibi, Yığlak Ata gibi yerlerde belli ziyaret kural ve adetleri geliştirilmiştir.

- Yesevi şeyhlerine ait mezarlar diğer ziyaret yerleri gibi milletin manevi ve günlük hayat tarzına işlemiştir. Bu da insanların mezarları ziyaret etmesi, onlara saygı göstermeleri ve vakıflar ayırmaları gibi amellerinde açıkça görülür.

- Taşkent’te İbrahim Ata, Seyyid Ata, Süzük Ata gibi Yesevi şeyhlerinin sembolik mezarlarının ortaya çıkması tesadüf değildir. Bunlar halkın istek ve inancını ifade eder. Bu durum bir bakıma Taşkent’le Türkistan, Sayram gibi birçok yerlerin toplumsal, kültürel ve manevi ilişkilerinin devam etmesiyle de izah edilebilir.

[1] Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü. usultonov@mail.ru

[2] Likoşin N. Taşkent işanlari. Taşkent, 1996.
[3] Маев Н.А. Азиатский Ташкент / Материалы для статистики Туркестанского края. Вып. IV. – СПб., 1876. С.283-284; Schuyler E. Turkestan. Notes of a Journey in Russian Turkestan, Khokand, Bukhara and Kuldja. In two volumes. New York, 1876. Vol.I. Р.157; Likoşin N. Taşkent işanlari. S.19.
[4] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü kolyazmasi, №11073. S.274а.
[5] Taşkent mezarlari hakinda bakiniz: Sultonov U. Muhammad Salih Khoja va uning “Tarikh-i jadida-i Toshkand” asari. Taşkent, 2009. S.172-200.
[6] Sultonov U. “Tarikh-i jadida-i Toshkand” asarida Yasaviya tariqati namoyandalari mozorlari zikri // Imam al-Bakhari saboqlari. Taşkent, 2005. №1. – S.75-77.
[7] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.209b.
[8] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.261a.
[9] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.279b.
[10] Muhammad Olim Şeyh al-Siddikiy. Lemehat min nefehat el-kudus. Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü kolyazmasi, №495. S.59а, 61а, 62б.
[11] Hoca Abdurrahim Hisari. Tuhfet ul-ensab al-Alaviye. Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü kolyazmasi, №1459. S.285а; Muhammed Şerif b. Muhammed Huseyn Buhariy. Huccet uz-zakirin. Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü kolyazmasi, №3707. S.83а.
[12] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.280a.
Zengi Ata mezerini Hoca Abdurrahim Hisari de tevsif edmiş. Bakiniz: Tuhfet ul-ensab al-Alaviye. №1459. S.281а.
[13] Маев Н.А. Азиатский Ташкент. С.266; Schuyler E. Turkestan. Vol.I. P.138; Казбеков Ю. Праздник в Занги ата // Туркестанские ведомости. 1915. №34.
[14] Булатова В., Маньковская Л. Памятники зодчества Ташкента XIV-XIX вв. Т., 1983. С.126; Тошкент. Энциклопедия. Т., 2009. Б.244.
[15] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.266b.
[16] Muhammet Salih Hoca. Tarih-i cedide-i Taşkent. S.261b.
[17] Nosirov A. Toshkent mashoyikhlari. Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enstitüsü kolyazmasi, №13416. S.126.
[18] Исламизация и сакральные родословные в Центральной Азии: Наследие Исхак Баба в нарративной и генеалогической традициях. Т.2. Генеалогические грамоты и сакральные семейства XIX-XXI веков: насаб-нама и группы ходжей, связанных с сакральным сказанием об Исхак Бабе. Составители, перевод на русский язык, комментарии, приложения и указатели: А.Муминов, З.Жандарбек, Д.Рахимджанов, Ш.Зиядов. Алматы-Берн-Ташкент-Блумингтон, 2008. С.114.
[19] Sultonov U. Muhammad Salih Khoja va uning “Tarikh-i jadida-i Toshkand” asari. S.191.
[20] Toshkent. Ensiklopediyasi. Т., 2009. S.768.
[21] Sultonov U. The Azizlarkhan ishan Mosque // Echo of History. Тashkent, 2009. №2. P.28-29.
[22] Toshkent. Ensiklopediyasi. Т., 2009. S.750.
[23] Toshkent. Ensiklopediyasi. Т., 2009. S.744.

Yazar:  yesevihan [ 04.03.10, 09:37 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Şeyh Zinde Ali’nin «Semeret ul meşayih» eserinde
Hoca Ahmed Yesevi ve onun devamçıları hakkında


Doç. Dr. Seyfeddin Seyfullah

Özbekistan Fenler Akademisi Ebu Reyhan Biruni Şarkiyyat Enstitüsünün yazmalar hazinesinde (no 1336) Şeyh Zinde Ali’nin «Semeret ul meşayıh» («Meşayihlerin meyveleri») eseri bulunmaktadır. Bu eserde Nakşibendiye, Kübreviye ve Aşkiyye Şeyhleriyle beraber Hoca Ahmed Yesevi ve Yeseviye Şeyhlerinin hayati, faaliyetleri de geniş bir şekilde açiklanmiştir.
293 sayfadan ibaret olan ve nestalik yazısındaki yazma iyi korunmuştur. Onu katip Haci Muhammed Kacdumagi hicri 1277 (miladi 1862) yilinda istinsah etmiştir.

Eser müellifi kendi adını Seyyid Zinde Ali al-mufti bin ul hadim lil-fukarai Azizan Hoca Mir al-Husayni al-Kasimi tarzinda kayd ediyor. Babasinin evladi İmam Hüseyne (r.a), annesinin evladi ise İsmail Samaniye bağlanacağini söyler.
Kendisinin Nakşibendi olduğunu söylese de, daha sonra Yeseviye ve Kübreviyye tarikatlari ile de içli-dışlı olduğunu vurguluyor. Eserin yazılma nedenini müellif şöyle beyan eder: «Mevlana Kemaliddin al-Kutbi Faganzavi (k.s) vefat olduğu hicri 1063 yillarda Mevaraunnehirde durum çok zordu. Bu devirde Subhan Kuluhan padişahti. O sufilere ilgi gostermek hakkında ferman çikarir. Tasavvuf ehli bu fermandan çok sevinirler. Ondan sonra Nakşibendiye tarikatina mensup birçok zatlar Seyyid Zinde Ali’den geçmiş meşayihlerin halleri ve silsileleri hakkinda bir kitap yazmasini rica ederler. Bunun sonucunda «Semeret ul meşayıh» eseri 1094 hicri (miladi 1682) yilinda yazilir.

Eser müellifi hakkinda Nasiriddin Hanefi al-Hasani al-Buhari «Tuhfatuz zairin» eserinde şöyle diyor: “Seyyid Zinde Ali, al-mufti bin Hazrati Azizan Hoca Amir al-Hasan Kasimi Hasan Hoca’nın dostlaridandir. «Semeret ul meşayıh» kitabi onun eseridir. Silsile-i aliyei Nakşibendiye’de de vazifedar olmuştu).

Şeyh Zinde Ali kitabinda hamd-u naat’tan sonra peygamberler ve evliyalarin vasiflari, mucize ve kerametin farki ve dereceleri hakkinda soz eder. Bu eser uç maksadi gozleyerek yazilmiştir. Birincisi, Hacegan hakkinda; ikincisi, Turk mesayihi dogrultusunda; uçuncusu, Kubreviyye uluları hakkında bilgi vermektir. Bunlarin yaninda, eserde Aşkiyye şeyhleri hakkinda da bilgi verilir. Muellif onlari munferit bir fasilda zikretmedigini vurguluyor.

Yesevilik sülükü Nakşibendiyye, Kübreviyye ve Aşkiyye tarikatlari ile manevi bağli olduğu için diğer tezkirelerde de onlar bir-birine ilgili tarikatlar olarak dile getirilir.

XVI yuzyilda yasayan Sultan Ahmad Mahmud Hazini «Camiul mursidin» eserinde dort buyuk suluk: hocagon, Yeseviyye, Kübreviyye ve Aşkiyye tarikatlari ve pir-i kamilleri hakkinda bilgi verir.

Eserin 15-varağından 117-varağa kadar Yeseviyye devamcilari hakkındaki bolum olup, müellif bu faslı «Der beyani ahvali meşayihi aliyyayi saniyyayi cehriyeyi fakriyeyi sultaniye» gibi tariflerle başliyor. Müellif Yeseviye bölümünü başlarken, geleneksel olarak tarifi Hoca Yusuf Hemedani ve onun dört halifesi Hoca Abdullah Barraki, Hoca Hasan Andaki, Hoca Ahmed Yesevi ve Hoca Abdulhalik Gicduvani’lerden başliyor. Bu dört halifenin hayatı ve çalışmalarıyla ilgili geniş bilgi verir. Örneğin, onun yazdiğine gore, asli Harezmli olan Hoca Abdullah Barraki’nin mezari Buhara’dadır. Seyyid Celali Buhari’nin kütüphanesinde Barraki’nın şeriatla ilgili «Mutaful fetava» adlı kitabını gördüğünü yazıyor. Ayrıca müellif «Hayret ul-fukaha» kitabından naklen Hoca Abdullah Barrakinin mubarek agzina Peygamber aleyhisselamin sakal tanesi koyulduğunu soyler.

Tarihten belli ki, Yeseviye tarikatinin silsilesi Hakim Ata, Zengi Ata, Usullu Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Bedr Ata, Sadr Ata, Elmin Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh, Şeyh Kemal İkâni, Şeyh Hadim, Şeyhzade Katip gibi sufiler vasıtasıyla devam etmiştir.

Ayrıca Ahmed Yesevi’nin Mansur Ata, Said Ata, Sufi Muhammed Danişmend, Hakim Ata Suleyman Bakirgani, Baba Maçin, İmam Mergazi gibi halifelerinden bahseder. Ahmed Yesevi ve talebeleri arasında geçen meraklı hadiseler üzerinde durur.

Kitabta topluca yuzden fazla Yeseviyye Şeyhlerinin adlari ve onlarla ilgili ilginç hikayeler rivayet edilmiştir. Mesela, kübreviyye’nin kurucusu Necmeddin Kübra, Zengi Ata’ya asa ve seccade gonderir. Zengi Ata ise asayi ikiye parçalar, siğirlarından birinin boynuzuna bağlar. Seccadeyi ise yirtar ve ineğin başina giydirir. Tabii ki, Zengi Ata’nın bu yaptiklari tasavvufi anlama sahiptir, yani bu onun fena makamina erdiştiğinin işaretiydi.

Zinde Ali Yesevi Şeyhlerinin Turkler arasinda sadece tasavvufi faaliyetiyle değil, şiir ve hikmetlerle de kültür hizmeti verdiklerini ayrica vurguluyor. Örneğin, Zengi Ata’nin hikmetlerinden numuneler getirir. Eserden öğrendiğimize gore, Zengi Ata hem Farsça hemde Turkçe hikmetler yazmiş. Onun aşagidaki rubaisi dikkate değer:

Zenciri dari sarayi şahi moim,
Sanduki cevahiri ilahi moim,
Ez mah girifta tu ba mahi moim,
Ba in hama nur dar siyahi moim.

Anlami: Şahlik sarayi kapisinin zinciri bizleriz, ilahi cevherler sandiği biziz, Ay’dan baliğa (yer altina) kadar orten biziz, bu kadar nur ile de siyah olan biziz.

Kitapta yazildigina göre, «Firariyyun» (yani, kaçanlar) adı verilen sufiler tabakasi bir yerde kirk gunden fazla oturamamişlar. İbrahim Havvas isimli zat bu tabakadan olmuştur. Onlarin hareketleriyle İsa aleyhisselamı takip ederler ve bu yüzden onlar kiyamette İsa aleyhisselamla birlikte olurlar.

Muellif Hoca Ahmed Yesevi ve onun devamcilari hakkinda soz ederken, Fahriddin Ali Safi’nin «Reşehatu aynel hayat», Âlim Şeyh’in «Lemehat» ve Muhammed Şerif Buhari’nin «Huccetuz zakirin» kitaplarindaki bilgilerden de istifade eder. Kitapta soylendiğine göre, Ahmed Yesevi, Peygamber aleyhisselamın ruhundan feyz almiş, tarikattaki hocası Hizir aleyhisselamdir, tasavvuf piri ise Hoca Yusuf Hemedani’dir. Bununla birlikte, ulu meşayihtan hazreti Arslan Bab, Peygamber aleyhisselamin işaretiyle Ahmed Yesevi’yi terbiye etmiştir.

«Hoca Ahmed Yesevi’nin ahvali, kerametleri ve mukaddes nefesleri beyani» hakkındakı fasılda yazildiğine göre, binlerce kişi Hoca Ahmed Yesevi’nin himmeti, sohbeti, iltifati sebebiyle manevi kemalata ermişlerdir. Ahmed Yesevi talebelerini yetiştirmek amacıyla yaptığı zikirlerde zikr-i ilahi cezbesinden zakirlerden akan terler mağara altindaki ağzi açık küpe dökülür ve şerbete dönüşürdü. Sâlikler mezkur şerbetten içer ve şevke kapılırlardı. Bu küp Ahmed Yesevi hikmetlerinde hum-ı aşk olarak geçmektedir.

Kitapta Hoca Ahmed Yesevi’nin aşağıdaki uzun soy kütüğü şoyle getirilir: Hoca Ahmed Yesevi, Ibrahim Şeyh, Mahmud Şeyh, Iftihar Şeyh, Ömer Şeyh, Osman Şeyh, Hasan Şeyh, İsmail Şeyh, Musa Şeyh, Yunus Şeyh, Harun Şeyh, Ishak Bab, Abdurrahman Bab, Abdulfattah Bab, Imam Muhammad Hanefi, Hazrati Ali.

Bilindiği üzere, Yeseviler, Nakşibendiler v.s. tarikatlarının aslı-esası aynıdır. Ona göre, yazar eserinde Nakşibendiler ve diger tasavvuf erbabının arasındaki samimi ilişkileri beyan eder. Meselâ, Hoca Übeydullah Ahrar’ın Yesevi Şeyhlerine çok saygi gösterdiğini birçok yerde zikretmektedir. Hoca Ahrar’ın Yesevilerin zikri erresinden etkilenerek vecde kapılır ve: «Bas kunedki, az Arş ta Fars bi-suht» der, yani «Yeter, Arştan Farşa kadar her taraf yandı» diyor. Hoca Ahrar bazen bazen Yesevi tarikatındaki dostlarına zikri erre yaptırır ve: «Bu zikir gonlumuzu dertle doldurdu.

Eğer biri Yeseviliği inkar ederse, ona şöyle derim:

Murğoni çaman ba har sabohi,
Xonand turo ba istilohi.

Yani: Gulistan kuşlari her sabah senin adini kendi lisan-ı hâliyle zikir eder».
Yani şair bu beytte her kimin ve her şeyin Allahi kendi diliyle zikir ettiğini söylemek istiyor.

Bu eser yardimiyla biz XV-XVII yuzyillarda Orta Asya’daki tarihi, sosyal, politik, dini-tasavvufi hayat hakkindaki bilgilere sahip oluruz. Meselâ, Buhara halkının İsmailşah kizilbaşlarıyla savaştığı bunların bir örneği olabilir. Ayrıca eserdeki olaylar hem Buhara’da hem Semerkand hem de Taşkent’in çeşitli illerinde geçmektedir.

Kitapta sâliklerin manevi derecesiyle ilgili hal ve makamlar hakkinda geniş bilgi verilmiştir. Özellikle, kalbin yedi çeşit durumu: tavr-i kalp, tavr-i nefs, tavr-i dil, tavr-i sır, tavr-i ruh, tavr-i hafi, tavr-i zat ve saliklarin dört çeşit seyri: Seyri ilallah, seyri maallah, seyri billah ve seyri fillah hakkinda geniş bir şekilde bilgi verilmiştir.Onun fikrine göre, sâlik hal üzerinde araliksiz ve devamli çalişirsa, onun hali makama dönecektir. Müellif hal ve makamlar hakkinda söz ederken, kendi tecrübesiyle eriştiği hallerden de bahs eder.

Bununla birlikte, müellif kitapta cehri zikrin esaslari ve faziletlerinden söz etmektedir. Cehri zikir hakkinda söylerken, onu reddetmek Kuran ayetleri ve Peygamber aleyhisselam hadislerini reddetmektir diyor. Zira, cehri zikir Kitap ve Sunnete uygundur, hatta cehri zikri reddedenin imaninda tehlike vardır, diye yazmaktadır yazar. Konuyla ilgili olarak Hoca Yusuf Hemedani’nin cehri zikir ettigini hatirlatir. Bunlarin yaninda kitapta zikr ve zakirlik, seyr-u suluk dereceleri, temkin, telvin, tecrid, fena, renksizlik, sifatsizlik, murakabe, bekâ gibi tasavvufi düşünce ve istilahlar hakkinda da genişçe bilgi verilmiştir.

Tasavvufi hal, makam, uzlet ve istilahlar konusunda söz ederken, bazı sufilerin Mansur Hallac’ın makamına takılıp kalmamaları, aksine ondan daha da ulvi makamlara yükselmek gerektiğini ileri sürmektedir. Manevi derecelere ulaşmakta Mevlana Mesnevisini okumayı da tavsiye etmektedir ve eserde ismi geçen sufilerin Mesnevi okuduklarını hatırlatmaktadır.

Eserin kaynakları üzerinde söz edecek olursak, kitapta birçok ilmi, tarihi, dini, tasavvufi eserlerin adı geçmektedir. Bu ise yazarın «Riyaz ul aşikin», «Keşf ul esrar», «Şerhi Âmali» (Aliyyul-Kari), «Misbah» (Şeyh Reşid), «Şerhi hayakil» (İbn Sina), «Mecma ul fezail» (Mirak Zinde Ali bin Azizan Hoca), «Kenz ul ibad», «Lemehat» (Alim Şeyh), «Huccetuz zakirin» (Muhammed Şerif Buhari), «Tefsir-i kebir» (Fahriddin Razi) gibi muteber kaynaklardan geniş çapta istifade ettiğini göstermektedir.

Ayrıca kitapta müellif kendi fikirlerini delillendirme amacıyla zaman-zaman Kuran ayetleri ve hadis-ı şeriflere de başvurmaktadır. Bununla birlikte Feridüddin Attar, Mevlana Rumi gibi mutasavvıf şairlerin eserlerinden manzum parçalardan misal getirmektedir. Mesela, velilik fazileti hakkinda soz ederken, Mevlana’nin «İnsanlar Allah’ın sevdiği veli zatlar sayesinde güzel hayat geçirirler» gibi anlamlı sozlerini nakleder. Konuyu devam ederek yazar velayet mertebesinin hazreti Peygamber aleyhisselamdan başlandiği, velilik dereceleri ve onlarin sayisi hakkinda da malumat verir. Onun yazdigina gore, evliya tabakasi 356 ceşittir. Bunların 300’ü abdal, 40’ı ebdal, 7’sı seyyah, 5’ı evtad, 3’ü kutb ul evtad, 1’ı kutb ul aktab ve gavs). Yeryuzunde erenlerin sayisi hiç bir zaman 356’dan eksik olmayacaktır. Veli – daima ibarette kaim, masiyetten uzak, günahlardan korunmuş olan insandir. Ayrıca muellif kendi kalemine mensup «Kenz ul erbain» adli eserinden bahs etmekte ve ondaki velayetle ilgili bölümden geniş bir şekilde bilgi vermektedir.

Velhasil, Şeyh Zinde Ali’nin «Semerat ul meşayıh» eseri sadece Hoca Ahmed Yesevi ve Yeseviye Şeyhleri hakkında değil, Nakşibendiye, Kübreviye ve Aşkiyye meşayıhına dair bilgi vermesi açısından da değerli kaynaktır. Onu karşılaştırmalı tetkik etmek ve geniş kapsamda incelemek Yesevilik araştırmaları için mühim bir katkı olacaktır.

1. sayfa (Toplam 2 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/