Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan'ın sempozyumdaki bildirisi de çok önemli idi.
Eyüp’te Medfun Meşâyıhtan
HACI HASAN ŞÜKRÜ EFENDİ ve
“TERCÜME-İ DÎVÂN-I AHMED-İ YESEVΔSİ
Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN
Kültürümüze hizmet edenlere gösterilecek saygı, bu uğurda yorulanlara şevk verecektir. Bu saygılarımız da kuru laflardan ileri geçmeli gözle görülür türden olmalıdır, diye düşünüyorum.
Doğrusu Hacı Hasan Şükrü Efendi’nin varlığından, eserlerinden, onbeş sene kadar önce, Hırka-i Şerif cemaatinden olan hemşehrim emekli öğretmen İsmail Mutlu’nun “Tercüme-i Dîvân-ı Ahmed-i Yesevî”
yi, neşre hazırlanması isteğiyle getirdiğinde (16.15.1990) haberdar olmuştum.
Kütüphanelerimizde de çok nâdir rastlanan bu eserin mütercimi olan Hasan Şükrü Efendi’nin tercüme-i halinden bahseden bir kaynak da bulamamıştım. Merhum Mehmed Zihni Efendi1 hakkında bir şeyler karalamak düşüncesiyle, Dîvan Edebiyatı Müzesi’nde Cemaleddin Server Revnakoğlu koleksiyonu belgeleri üzerinde
çalışırken tesadüfî bir şekilde, bu eserin bir nüshasının da orada bulunduğunu ve merhum Revnakoğlu’nun nüshanın sonuna şunları yazdığını gördüm:
“Bismillâhirrahmânirrahîm”in rumuzu Türkçe Yazma Dîvanlar Katalogu cilt(1), s. (1)
***
Kitabın Mütercimi: Meşâyıh-ı Nakşibendiyye’den Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (bin Ahmed Efendi)
İstanbul’ludur. “Sarıgüzel”de doğup büyümüştür.
Fatih Dersiamlarından2 Tırnovalı Hoca Mehmed Efendi’den3 okumuş, ondan icazet almıştı. Şeyh Muhammed Kudsî el-Konevî’den4 istihlâf olunduktan sonra Sarıgüzel’de Sarı Nasûh Mahallesi’nde, Aynalıçeşme Sokağı’nda5 bir zâviye uyandırmıştı. Aynı zamanda İstanbul’un tanınmış kürsü şeyhlerinden6 biri idi.
17 Kânûn-ı sânî 1327 tarihinde (63) yaşında iken göçtü. Eyüb’de Melek Efendi türbesinde7 yatıyor. Taşı vardır”
Cemaleddin Server Revnakoğlu Koleksiyonu 171/83 numaralı dosyada bulunan bu bilgilerden başka iki varak üzerinde, bir kısmının üzeri çizilmiş bazı müsveddeleri vardır. Bu varaklarda verilen bilgilerin bir kısmı yukarıdakilerin tekrarı olsa da onları da buraya nakletmeyi uygun bulduk:
Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (Hasan Şükrü bin Ahmed)
Konya’da Şeyh Muhammed Kudsî Efendi’den müstahleftir.8
Fatih dersiâmlarından Mehmed Efendi’den9 okumuş; ondan icâzet almıştır. Fatih’de Hâfız Paşa’da attarlık ederdi. Hâfız Kâmil Efendi’den hıfzını dinletmiş ve Yedi Emirler Türbedârı Hacı Kadri Efendi’den İlm-i Kırâet tahsil eylemişdi.
Üç defa haccı vardır. İstanbul câmilerinde va’z ederdi. Güzel rik’a yazısı yazardı. Ahmed-i Yesevî menâkıbını bastırmıştır aynı zamanda Beyoğlu Notre Dame de Sion (?) Mektebi’nde Arabî öğrettiği için Fransızca da bilirdi.10
Manzûmeleri vardır:
Kudûmunla sevindik yâ şehr-i Ramazan elvedâ
Gurûbunla yerindik yâ şehr-i Ramazan elvedâ
Sende indi Hazret-i Kur’ân, hem kadri güzel
Ağla gözlerim ağla! İşte gidiyor şehr-i Ramazan elvedâ!
Terâvihe gelen melekler sâimi seve seve giderler
Sende kabul dilekler elvedâ yâ şehr-i Ramazan elvedâ!
Yâ şehre’l-bereke misâfirlerine yer açanlara
Bizleri mahrum ederek gitme elvedâ yâ şehr-i Ramazan (elvedâ!)
Bu gece Kadir’dir kadrini bilenler için Şükriyâ!11
Âh gitti Ramazân elvedâ’ yâ şehr-i Ramazan elvedâ’!
17 Kânûn-ı sânî 1327’de göçtü. Eyüb’de Melek Efendi Türbesinde yatıyor. Vefâtında (63) yaşında idi.”12
Hasan Şükrü Efendi, Şemsu’ş-şümûs’un sonunda Sadrazam Fuad Paşa’nın babası Keçecizâde İzzet Molla ve Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin tasavvufî birer şiirinden sonra kendisinin şu şiirini de kaydetmiştir:
Bugün Hakk’a yol bulanlar
Gonca güle yol bulanlar
Nâr-ı aşka kül olanlar
Ölmez asla sönmez onlar
Mey-i aşka can verenler
Dest-i yârdan hem içenler
Kîl-u kâlden hep geçenler
Ölmez aslâ sönmez onlar13
Vech-i yâre secde kılıp
Anda bunda dilde bulup
Ölmeden evvel ölüp
Ölmez asla solmaz onlar
Feyz-i Hak’la dolmuş cihan
Zikr-i Hakla bulan emân
Şükrü bunu söyler hemân
Ölmez aslâ solmaz onlar
***
Hasan Şükrü Efendi, Ahmed-i Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’ini 1327h./1909m. yılında Osmanlı Türkçesine çevirmiş ve tercümenin birinci cildini İstanbul’da muhtemelen aynı yılda Hürriyet Matbaası’nda bastırmıştır. Mütercim, Ahmed-i Yesevî ve kitap hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“... Ez cümle, Çağatay ve Özbek lisanı üzre (HİKMET) nâm kitab-ı reşâtbahşâsı, doksan bin hikmeti câmi’ olup yüzelli kadarı bin ikiyüz doksan dokuz senesinde Me’ârif Nezâret-i celîlesinin ruhsatıyla tab’ ve neşrolunup bu fakîr hâdim-i ni’âli’n Nakşibendî ve gubâr-ı akdâmı’l-Hâlidî Hasan Şükrü -’ufıye ‘anhü!- min gayr-i liyâkatin
ve haddin, kutbu’l-’ârifin, sultânu’l- uvahhidîn şeyhim Muhammed ibni Muhammed el-Kudsî el-Konevî14 –Kaddesellâhu sırrahümâ ve haşeranallâhu te’âlâ tahte livâi nisbetihimâ- Efendimiz Hazretlerinin, feyz-i pür berakât-ı kudsiyesiyle, işbu hikmet-i hakîmânelerini, lisanımız olan Lisân-ı Türkî-i Osmâni’ye me’ânî-i latîfelerine
sektedâr etmeksizin, kemâl-i ‘acizle ve rûh-ı pür fütûh-ı kudsiyelerinden kemal-i istimdâd ve işâretleriyle, rızâenlillâhi te’âlâ tercüme kılındı. (...)
İmam Birgivî15 -rahimehullah- Hazretleri, Tarîkat-i Muhammediye’sinin âfât-ı beden bahsinde, Ahmed-i Yesevî –kuddise sirruh- Hazretlerinin kelâm-ı kudsiyyeleri müftâbih olduğunu beyan buyururlar (...). (Ahmed-i Yesevî) memdûhu’s-selef ve makbûlu’l-halef sultânü’t-tarîka bir zât-ı mürşid-i ekremdir. (...)
İşbu bin üçyüz yirmi yedi senesi şehr-i şehrullah’da, biavni’l-lâhi te’âlâ; hitâm-ı tercümesiyle müstafiz ve hüsn-i rızâ-i se’âdetiyle Hak, cümlemizi mesrûru’l-bâl buyura; Âmin! Bicâhi’n-nebiyyi –sallallâhü aleyhi ve sellem-.”
***
Hasan Şükrü Efendi’nin Muhammed b. Muhammed Kudsî Efendi’nin emriyle kaleme aldığı16 bir diğer kitabı ‘Menâkıb-ı Şemsi’ş-şümûs Der hakk-ı Hazret-i Mevlânâ Halidi-i ‘arûs -kuddise sirruh-’ adlı eserdir.
1302 senesi sonunda (s. 149) Receb ayının onaltıncı günü tamamlandığı bildirilen bu eser 1302/1884 yılında (Mahmud Bey Matbaası, Derseadet) tabedilmiştir. Kitabın kapak sayfasında “Mütercimi el-Hac Hasan Şükrü -gaferallâhu zünûbehû” ifâdesi yer almaktadır. Ancak mütercimin bunu hangi kitaptan ve nereden tercüme
ettiğine dair bir kayıt tesbit edemediğim gibi, sadeleştirmelerinde de bu konuda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.17 Fakat eserde (Menkıbe 61) den anlaşıldığına göre, -en azından- Memiş Efendi diye bilinen Bozkır’lı Muhammed Kudsî Efendi’nin terceme-i hal ve kerametlerinden bahseden kısım aynı zâtın oğlu Muhammed Bahâeddin b. Muhammed Kudsî Efendi tarafından kaleme alınmıştır.
Şam Hâlidiye Dergâhı Postnişîni Muhammed Es’ad Sahibzâde’nin, (Hasan) Şükrü Efendi’yi, Halid-i Bağdadî hakkında eser yazanlar arasında zikretmesi, bu kitabın Hâlidiyye mensupları arasında tanındığının bir delili sayılabilir.18
Şimdi, Hasan Şükrü Efendi’nin Ahmed-i Yesevî (v.562/1166)’nin Hikmetlerinden19 yaptığı tercümeden bir örnek sunmak isterim:
Görün kadir kudretin, görsün isteyen san’atın
Mustafa ümmetin anda şerîf kıldıyâ
Yok idik var olduk; ten yarattı cân olduk
Bir katre sudan bizleri bunda şerîf kıldıyâ
Göz verdi görmek için, akıl verdi bilmek için
Hak zikrini etmeğe lisan yine verdiyâ
El verdi tutmağa, ayak verdi yürümeğe
Ni’met verdi yemeğe, şükür kılsın didiyâ
Huda’yı bilmezseñ, aña kulluk etmezseñ
Ana-atañ cümlesi kara yere girdiyâ
Anadan doğan kişi olur erkek hem dişi
İşbu gezen adamlar, vallah ölür, dediyâ
Söz muhtasar kılarız, hem başdan başlarız
Yâdgâr kılâgör, ölmez Allah didiyâ
Bizden evvel nebi, sonra hem veli
Bir er geldi Kûfe’den, aña Nu’mân dediyâ20
Yarattı ol perverdigâr nef’ine sâhib-i Cebbâr
Ol zâtın pederi Sâbit’tir dediyâ
Abdest için nehre vardı, pâk tahâret kıldı
Bir kırmızı elma akup gelür, aldı yediyâ
Sâbit elmayı gördü sudan elmayı aldı
Yarım elmayı yedi, gönlüne endişe düşdüyâ
Niye yedim elmayı? Bulsam idim sâhibin
Versem idi bahâsın korkup turduyâ
Yarısını aldı, etraf bağları gezdi
Taraf taraf bağları gezer idi dediyâ
Gezerken bir bağ içinde elinde elma idi
Girüp bağa durdu, bir kişi karşu geldiyâ
Selâm verdi bu yiğit işbu kişiyi görünce
Elindeki elmanız bizim elmadır dediyâ
Bunu alup siz bizden bîruhsat yersiz
Âhirette siz nasıl cevap verirsiz dediyâ
Yiğit dedi durûben; sizi arayup geldim ben
Âhiretten korkûben hâzır oldum dediyâ
Ol dem yiğidi gördü, âbid olduğun bildi
Bir kızım var sahib-i cemal dediyâ
Yâ yiğit bir sözüm var: Bu demde bir kızım var evimde
İşbu kızımı alursun, râzı olurum dediyâ
Söylemeğe dili yok, görüp yürür gözü yok
Ayağı yok, hem kolu, kızım bunda dediyâ
Bu kızımı almazsan, beni râzı kılmazsan
Yarım elma cezasın senden alırım dediyâ
Alayım dese kızını, alıp ne kılsın anı
Yarım elma yediğinden çâre olmaz dediyâ
Söyler dili yok olsa, görür gözü yok olsa
Ayak eli yok olsa, bana müşkil dediyâ
Sözün kabûl kılmasam, bu kızını almasam
Ahirette cezâsın ne kılurum dediyâ21
Sonuç yerine bir teklif:
Yıllardır bu sempozyumları tertipleyerek ve tebliğleri geciktirmeden neşrederek kültürümüze gerçekten kalıcı bir hizmeti gerçekleştiren Eyüp Belediyesi ilgililerine teşekkür ederiz. Ancak tebliğ konumuzu teşkil eden Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi’nin kabir taşının, bundan kırk elli sene önce görüldüğü; varlığı tesbit edildiği halde bugün yerinde bulamadık. Aramadaki kusurumuz ihtimal dahilinde olmakla beraber, ilgililere şu teklifi iletmek düşüncesi
aklıma gelmiştir:
Bütün dünya milletleri ve özellikle batılılar, kendi kültür eserlerini yaşatmak için harıl harıl çalışırken, bizim gözümüzün önünde, tarih, kültür ve sanat değerleriyle dopdolu olan, bize ve dünya milletlerine ışık tutacak olan mezar taşlarımızın/mezarlarımızın günden güne, adetâ, eriye eriye yok olup gitmesi günümüz nesline büyük bir vebaldir. Kanunî sorumlulukları kime yönelikse onlardan isteğimiz, ehil olan, yeterli ve yetenekli heyetler teşkil
edilip bu mezarlıklarımızın bir envanteri çıkarılarak yayınlanmasıdır.* Böylece millet ve tarih karşısındaki sorumluluklarımızın hiç değilse bir kısmını yerine getirmiş oluruz.
----------------------------------------------------------------------------------------
1 Hayatı ve eserleri için bkz: Ahmet Turan Arslan, Son Devir Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi, MÜ.
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999.
2 Bir medreseyi bitirdikten sonra tâbi tutulduğu husûsi bir imtihan sonunda medrese talebesine ders okutmak salâhiyetini kazanan kimse. Okuttuğu talebeye icâzet veren dersiâmlar hakkında mücîz dersiâm tabiri kullanılırdı (Geniş bilgi için bkz: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, İst. 1971, I, 427;
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, s. 83).
3 Hasan Şükrü Efendi’nin, yaşadıkları zaman itibariyle, hocası olabilme ihtimali bulunan iki Mehmed Efendi vardır. İkisi de Tırnova’lı; ikisinin de adı Mehmed Hilmi’dir. Birincisi Hoca Hasan Efendi’nin oğlu olup Tırnova’nın Kralpınar Köyünde 1259/1843’de doğmuş, Fatih Camii dersiâmlığı yapmış; 21 Teşrînievvel 1334/1918 tarihinde vefat etmiştir. Diğeri ise Hacı Mustafa Ağa’nın oğlu olup 1255/1839’da doğmuş; Fatih Camii dersiâmlığı yapmış, daha sonra Huzur hocalığına yükselerek 24 Temmuz 1332/1916 yılında vefat etmiştir. Elimizde henüz belirleyici, bu iki Mehmed Hilmi Efendi’den hangisinin Hasan Şükrü Efendi’nin hocası olduğunu tayin etmemize yarayan bir belge tesbit edemediysek de şimdilik birincisinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyoruz (Tafsilat için bkz:
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1999, III, 196-7).
4 Muhammed b. Mustafa b. İsâ (1198/1782-1269/1852). Geniş bilgi için bkz: Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya,
Hazırlayanlar: Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş, Seha Neşriyat, İstanbul 1999, I, 309-313; Abdurrahman Ayaz, Seydişehir Tarihi Seyyid Harun Veli ve Şeyh Hacı Abdullah Efendi (ilaveli üçüncü baskı), Seydişehir 1993, s. 82-89, 179; Abdurrahman Memiş, Halid-i Bağdadi ve Anadolu’da Halidîlik, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000, s. 311-312, 317; Hacı Feyzullah Efendi, İlm-i Hakikat, tercüme: Abdülkadir Akçiçek, İstanbul 1987, s. 137.
5 Günümüzde mahallin muhtarlıklarından ve Aynalıçeşme (Dibek) Mescidi cemaatinden kimselerle yaptığımız soruşturmalardan bu isimde bir sokağı bilen çıkmadı. İsmi değiştirilmiş sokaklardan biri olabilir. Aynalıçeşme sokağı -muhtemelengünümüzde, Aynalıçeşme (Dibek) Mescidi’nin bulunduğu sokak olabilir. Sokakların eski isimlerinin tetkiki gerekir. Ayvansarayî’nin Hadîkatü’l-cevâmi’i’nin İhsan Erzi tarafından ilavelerle yapılan neşrinde
(İstanbul 1987, I, 65) mescid hakkında “Mescid 1915’de yanmış, eser kalmamıştır.” şeklinde not düşülmüşse de, duvar bakiyeleri ve minare kaidesi mevcut iken, arsası gecekondu işgalinden kurtarılarak halkın yardımıyla yeniden yapılmış 1998’de ibadete açılmıştır.
6 Cuma günleri Cuma namazından sonra va’z edenler hakkında kullanılır bir tabirdir (Geniş bilgi için bkz: Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, İst. 1971, II, 345).
7 Kaynaklarda Melek Efendi Türbesi’ne rastlayamadım. Ancak, genç araştırmacılardan değerli kardeşim Müfid Yüksel’in delaletiyle Melek Efendi diye tanınan Edirne’li Mehmed Nuri Efendi’nin kabri civarında yaptığımız aramalarda Hasan Şükrü Efendi’nin kabrini bulamadım.
Melek Efendi Türbesi’nin hemen yanında yer alan Mareşal Fevzi Çakmak’ın kabrinin ayakucu tarafındaki bir kabir taşında yazılan bir şiirde Hacı Hasan Şükrü’nün kullandığı Şükrü mahlasının mevcut olduğunu gördüm. Kendi kabrinin de bu civarda bulunması uzak bir ihtimal değildir.
Zira Edirnevî Mehmed Nuri Efendi’nin şeyhi olan Feyzullah Efendi’nin şeyhi, Hasan Şükrü Efendi’nin şeyhinin
babasıdır.. Bkz: Ekrem Ark, Mevlana Küçük Hüseyin Efendi, (hazırlayan: Abdülkadir Akçiçek), İstanbul 1988, s. 16).
8 Şeyh Muhsin veya Memiş Efendi diye meşhur olan ve Halid-i Bağdadi hulefâsı ndan bulunan Muhammed Kudsî (b.Mustafa b. İsâ) Efendi hakkında geniş bilgi için bkz: Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya,
(neşre hazırlayan Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş), Seha Neşriyat, İstanbul 1999, II, 313.)
9 Fatih Camii’de mütevelli idi. Eyüb’de medfundur.
10 Bu yazıların yeraldığı varak kenarında konuyla alakası görülmeyen şöyle bir kayıt daha vardır; muhtemelen
başka bir şahısla ilgilidir: “Bu dergâh Akaretler caddesinin ortasında kalmıştır. Altında Bizans’tan kalma kilise harabesi vardı.”
11 Eyüb’te Fevzi Çakmak’ın ayak ucundaki bir mezarda (Şükriyâ) ifadesi de başka şiirleri olduğunu gösteriyor.
12 Cemaleddin Server Revnakoğlu Koleksiyonu No. 74.
13 Asıl metinde “Eydan (=Yukarıdaki gibi) kısaltmasıyla kayıt edilen bu mısraları biz açık olarak yazmayı tercih ettik.
14 Bu durumda Hasan Şükrü Efendi’nin şeyhi, C. S. Revnakoğlu’nun kaydettiği gibi Bozkır’lı Muhammed Efendi
değil O’nun oğlu olan Muhammed/Mehmed Bahâeddin Efendi (v. 1324/1906) olduğu anlaşılmaktadır. (Hakkında geniş bilgi için bkz: Abdurrahman Memiş, a.g.e.,145)
15 Onaltıncı asır Türk âlimlerinin ileri gelenlerindendir. Hâlâ okunmakta olan eserleriyle kültürümüzde derin bir etkisi vardır. (Hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Turan Arslan, İmam Birgivî ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, Sehâ Neşriyat, İstanbul 1992).
16 Hasan Şükrü, Menâkıb-ı Şemsi’şŞümûs, Derseadet 1302, s. 3.
17 Ali Fikri Yavuz, Turgut Ulusoy, (Şemsu’ş-şümûs) Güneşler Güneşi Hz. Mevlânâ Hâlid Bağdâdî, (Mecd-i Tâlid)
Büyük Doğuş, Uluçınar Yayınları, 2. Baskı (içinde, sadeleştiren: Mahmud Parlan), İstanbul 1976, s. 57-185; Yakup Çiçek, Şemsu’ş-şümûs, Umran Yayınları, İstanbul 1407/1987.
18 Muhammed Es’ad Sahibzâde, Nûru’l-hidâyeti ve’l-irfân fî sirrı’ı-râbıtati ve’t-teveccühi ve hatmi’l-hâcegân, el-Matbaatü’l-ilmiyye, Kahire 1311, s. 15.
19 Hakkında geniş bilgi için bkz: Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler,Hazırlayan Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara
1983, Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Hazırlayan Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993;
Ahmed-i Yesevî, Hayatı-Eserleri-Tesirleri [Ege Üniversitesi-Dokuz Eylül Üniversitesi (25-26 Kasım 1993) Sempozyum Bildirileri,
İlksav Tasavvuf Kültürünü Araştırma Enstitüsü (1-2 Mayıs 1993) Sempozyum Bildirileri ve Diğer Makaleler)],
Hazırlayan: Mehmet Şeker, Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1996.
20 Ahmed-i Yesevî Hazretleri bundan sonra İmam-ı A’zam Ebû Hanife ile ilgili şu menkıbeyi nakleder: İmam-ı A’zamın babası Sâbit, gençliğinde bir nehrin kenarında abdest alırken su içinde gelen bir elmayı sahibinin izni olmadan, parasını vermeden alır ve yarısını yedikten sonra haram bir gıda yediğini farkeder ve bunu nasıl helal ettireceğim diye düşünmeye başlar. Çare olarak nehir boyunca gidip, elmanın geldiği bahçeyi, dolayısı ile sahibini bulup helalleşebileceğini düşünür. Hakikaten düşündüğü gibi yapar ve elma sahibiyle karşılaşır. Elma sahibi, karşısındaki gencin, Allah’ın yasaklarından kaçınan iyi kalpli muttaki bir kişi olduğunu anlayıp ona kızını vermek ister. Genci denemek için -aslında çok güzel olduğu halde- “Benim kötürüm bir kızım var. Eli ayağı
tutmaz, gözü görmez, kulağı duymaz. Onunla evlenirsen, sana hakkımı helal ederim; onu almazsan helal etmem!” der. Genç Sâbit, âhiret cezasını çekmektense dünyadaki bu sıkıntıya katlanmanın daha hafif olduğunu düşünerek kabul eder. Fakat kızla karşılaşınca hiç de babasının söylediği gibi olmadığını; gözü kulağı sağlam gayet güzel bir kız olduğunu görür ve sebebini adama sorar. O da sözünü şöyle açıklar:
“Oğlum, kızımın eli ayağı tutmaz dedim; haram işlemez demek istedim. Gözü görmez dedim; harama bakmaz demek istedim. Maksadım seni denemekti.” Neticede genç ve muttaki Sâbit bu dürüst kızla evlenmiş.
Ahmed-i Yesevî bu menkıbeyi –Allah bilir ya!- böyle takva sahibi, iyi kalpli bir anne-babadan İmam-ı A’zam gibi bir ulu kişinin yetiştiğini genç insanlara örnek olsun diye nakleder…
21 El-Hac Hasan Şükrü, Tercüme-i Dîvân-ı Ahmed-i Yesevî, İstanbul (tarihsiz), Hürriyet Matbaası, (Cenberlitaş
civarında Tavuk Pazarı), numro: 19, birinci cild. s. 82-84. Not: Eserin birinci cildi yukarıda belirtilen yerde basılmış; üzerinde tarih belirtilmemişse de muhtemelen tercümenin bitirildiği 1327h./1909m. yılında basılmış
olmalıdır. Bize de bu cildi baskıya hazırlamak nasib olduysa da; mütercimin, tabının muvaffakiyetine dua ettiği ikinci cildinin âkıbeti hakkında da herhangi bir bilgiye -şimdilik- rastlamadık.
*Mezarlıklarla ilgili envanter çalışmamız sürmektedir. (Yay. notu)
------------------------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN
1949 yılında Sivas’ta doğdu.
1971’de İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndan,1975’te İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu.
İki yıl İstanbul Sefaköy Lisesinde öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne Arap Dili ve Edebiyatı asistanı olarak atandı.
1981’de doktor ünvanı aldı. 1983 yılı yaz aylarında Tunus’ta branşıyla ilgili bir kursa katıldı;
Kahire’de mesleki araştırmalar yaptı. 1984 ‘de yardımcı doçent oldu.
1992 yılında yabancı dilini geliştirmek amacıyla üç ay Londra’da bulundu.
1993-95 yılları arasında Malezya’da Uluslararası İslam Üniversitesi’nde ders verdi.
1995 yılında Singapur, Cohor (Malezya) ve Tringano’da (Malezya) konferanslar verdi.
1993’te doçent, 1999’da profesör oldu. Halen M. Ü. İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanlığı görevine devam etmektedir.
EYÜP SULTAN SEMPOZYUMU – IX - İSTANBUL
http://ekitap.eyup.bel.tr:9600/sempozyu ... Arslan.pdfHenüz tam metin olarak neşredilmemiş durumda. (Inşaallah bir himmet sahibi çıkar da neşredilir.)
Sempozyumda eş-Şeyh Hasan Şükrî Efendi'nin aktardığı birkaç şiir nakledildi.