Tarikat dönemi kapandı mı?
Mustafa ÖZCAN02 Eylül 2011
“Halbuki, Risale-i Nur da daima dava edip demişim: ‘Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsiz cennete gidenler çoktur, imansız cennete giden yoktur’ diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? ...”
Bu sözlerin bir bağlamı var mı? Yani mutlak olarak mı söylenmiş yoksa bir konjonktüre müstenit mi? Buradan Bediüzzaman’ın günümüzde tasavvufu nefyettiğini anlayabilir miyiz?
Burada dikkat çekici hususlardan birisi ‘zaman tarikat zamanı değildir’ ifadesidir. Burada iki anahtar kelimi var. Bunlardan birisi zaman diğeri de tarikattır. Zaman kaydı düşülmesi bu ifadelerin konjonktürel bağlamda olduğunu gösteriyor. Yani mutlak değil. Bu ifadelerden tamirat devresinde diğer kurumlar gibi tarikatlar meselesinin de tamirinin mümkün olabileceğini anlıyoruz. Tarikat yok demek başka zamanı değil demek daha başkadır.
Tasavvuf esasında İslam’ın içinde mündemiç ve rakaik ilmi olarak da anılan batini fıkhı ifade eden bir kavramdır. Batini fıkıh ise manevi hastalıklar ve tedavisidir. Yani sabır ve şükür gibi makamlardan bahseden ve nefsin mertebelerini teşhis eden ve tezkiye ve terbiye ile nefse sınıf ve derece atlatan bir ilim ve terbiye dalıdır. Tabir caizse manevi fıkıhtır. Tasavvufun İslam içinde olduğunu söylemiştik ve bunu kavramlaştıran ve işleyerek kuvveden fiile çıkartan şeyhler, pirler ve tasavvuf erbabı olmuştur. Fıkıhta herkes nasıl Ebu Hanife’nin iyali ise ve içtihad dairesini genişletmiş ve diğer mezheplere ve ekollere öncülük etmişse keza Cüneyd-i Bağdadi de sertarik olarak bütün tarikatlara ebelik ve mürşitlik etmiştir. Bundan dolayı da lakabı ‘seyyidü’t taife’ olarak anılmıştır. Bu alan ham iken bu alanı işleyen ve kuvveden fiile çıkartan tasavvuf erbabı olmuştur. Tasavvufta ikinci yüzyıldan itibaren bir ekolleşme olmuş ve bu ekolleşmeye ve ekollere tarikat denmiştir. Fıkıhtaki ekolleşmeye mezhep dediğimiz gibi tasavvuftaki ekolleşmeye de tarikat demişiz. Dolayısıyla tasavvuf İslam gibi evrensel ve onun boyutlarından birisidir. ‘İslam’ın özü’ diye tarif edilmiştir. Tarikat ise içtihadi bir durumdur ve konjonktüreldir. Bundan dolayı Abdulkadir Geylani’den menkul bir söz bu manaya yorumlanabilir: "Bütün yollar kapanır ama kıyamete kadar bizim yolumuz bakidir." Şah-ı Geylani’ye göre, Kadiri ocağının közleri ve külleri kıyamete dek yanar.
***
Tarikat konjonktürel bir durumdur, kurumdur ve tasavvufi anlayıştır ve yorumdur. Tarikatların parladığı dönemler olduğu gibi zayıfladığı dönemler de olur. Bu anlamda Bediüzzaman kurumsal tasavvufa atıfta bulunmuştur. Kurumsal olmayan tasavvuf ise kıyamete kadar bakidir. Tarikatlar pedagojik ve ahlaki ekollerdir. Zamanın ilerlemesiyle birlikte dönem dönem şeriat-ı garra nasıl ki tatbik mevkiinden düşmüş ise tarikatlar da zeminini kaybetmiş ve silikleşmiştir. Bunun en temel nedenlerinden birisi sosyolojik bağlamda modernizm, felsefi bağlamda ise pozitivizm ve türevi olan diğer dinsizlik hastalıklarıdır. Burada varmak istediğimiz hülasa şudur: Tasavvuf tarikatların usulüdür ve geniş yoludur. Tarikatlar ise onun bir yorumu ve taavvuz etmiş ve kurumsallaşmış halidir. Bu anlamda zaman zaman tarikatlar tökezleyebilir. Bu tökezleme de konjonktüreldir. Konjonktür değişince o da aslına avdet eder. Ya da sufilerin anonim deyimiyle yolların sonu başa dönmektir. Kısa devre yaptığında yeni bir devreye girer.
Salahaddin Eyyübi döneminden sonra tarikatlar yeniden yapılandırılmıştır. Dolayısıyla ahirzamının tamirat devresinden tarikatlar veya tasavvuf da nasibini alacaktır. Zaten Bediüzzaman’ın da bunu iş’ar eden ifadeleri vardır. Bediüzzaman pratik anlamda sosyolojik zemini kalmadığı için ‘zaman tarikat zamanı değildir’ demiştir. Yoksa bu haliyle toptan inkar değildir. Tekrar zemin kazandığında tarikatlar da fonksiyonlarına geri döneceklerdir. Zira tarikatlar geniş dairenin kurumlarıdır.
***
Esasında 100 yıldan ve belki daha fazladan beri yani Bediüzzaman’dan önce de sonra da tasavvufun kurumsal döneminin kapandığını söyleyenler çıkmıştır. Hatta Gazali’den beri şeyhlerin kibrit-i ahmerden daha nadirü’l vücut oldukları ileri sürülmüştür. Osmanlı’nın son dönemlerinde
Kuşadalı İbrahim Halveti (1845) kurumsal tasavvuf döneminin kapandığını söylemiş veya ifade etmiştir. Esasında her asırda müçtehidin olacağın savunanlar gibi şeyhin de olacağını aksi takdirde İslam’ın salahiyetinin kalkacağını söyleyenler de olmuştur. Bununla birlikte İslam’ın içinde bir nevi fetret asırları da vardır. Nasıl Allah her asır için bir müceddit tekeffül etmişse şeyhler için de böyledir ve hiçbir asır şeyhten hali kalmaz diyenler de vardır. Maliki fukahasından Ahmet Zeruk ders alınacak şeyhlerin kalmadığın ve adimü’l vucut olduklarını söylemiştir. Buna mukabil, Darkavi/Şazeli geleneğinden gelen İbni Acibe, İbni Zeruk’u haklı bulmakla birlikte bunun tamiminin doğru olmadığını savunmuştur. Herhalde şeyhlerin yetersizliği ve kalitesizliği zamanla artmış ve hakiki mürşitler hiç veya kibrit-i ahmer hükmünde olmuşlardır. Nadir olan da yok hükmündedir ve bundan dolayı bazıları meseleyi tamim etmiştir. Lakin İbni Acibe’nin buna dair yorumu orta yolu temsil etse gerektir. (1) Ahmet Zeruk tarikat evradı ve zikri yerine Kur’an ve sünnete tabi olmanın yeteceğini savunmuş ve diğerlerinden de yüz çevirmek gerektiğini söylemiştir. Ahmet Zeruk’tan en az 100 yıl hatta daha da sonra Hamalı Şeyh Muhammed el Hamid günümüzde gerçek şeyhin kalmadığına hükmetmiştir. Şeyh Hamid sadece teberrük yani fahri şeyhlerinin kaldığını ifade etmiş ve tarikat evradı yerine salavat getirilmesini tavsiye etmiştir.
***
Tarikat döneminin kapandığı fikri zamanla anonim hale gelmiştir. Son Mevlevi postnişinlerinden ve çelebilerden Veled Çelebi İzbudak, 2 Eylül 1925 tarihinde tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte tarikatların zamanının dolduğuna ve işlevini kaybettiğine inanarak şu rübaiyi döktürmüştür:
Hak ehli olunca içimizden mefkud
Cahiller edince arş-ı irşada suud
Beyhude figan etmeyelim layıktır
Dergahlarımız boş idi oldu mesdud… (2)
28 Şubat sürecinden sonra değişen İslamcılarla ilgili şöyle bir tespit aktarılmıştır: Aslında 28 Şubat bahane oldu İslamcıların birçoğu değişime önceden teşne ve hazırdı, istiyordu. 28 Şubat süreci fırsat oldu. Doğrusu tekkelerin bir kısmı içten kapanmış yasak kararıyla birlikte sadece dış kapıya kilit vurulmuştur. Lakin, tarikatlar kapanmakla yerleri doldurulabilmiş değildir. Onların ehliyetlerinin düşmesiyle tarikatlar kapandı ama tarikatların kapanmasıyla birlikte ruhların meşk ettiği ocaklar da sönmüştür. Şimdi ruhların kanat çırptığı fezalar yok artık. Kısaca sağlıklı ve dört başı mamur ve bayındır bir cemiyet istiyorsak her zaman tarikatlara ihtiyaç vardır.
Tasavvuf zevk, şuhut ve kemal mesleğidir. Kemale ermeyen fertlerin teşkil ettiği topluluk veya toplum ham kalacak; salih ve muslih olma özelliğinden mahrum olacaktır. Ruh inceltilmek ve damıtılmak ister. Bunun yolu da tarikatlar ve onların kurumları olan tekkelerdir.
1-Et Tasavvuf kevayin ve mümaresetin, Dr. Abdulmücid Sağir, s: 124
2-Tekke’den Meclis’e/Sıra Dışı Bir Çelebi’nin Anıları, Timaş Yayınları, s:93
http://www.risalehaber.com/author_artic ... p?id=11126