Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Türkiye’nin bütünlüğü ve Nakşilik / D. Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 14.08.09, 08:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Nakşilik mi, atatürkçü dernekler mi?

D.Mehmet Doğan

Vakit

2009-08-12


Türkiye’nin bütünlüğü konusu hep gündemde. Bunun sebebi Türkiye’nin gerçek bütünleştirici değerlerden, sentetik bütünleştirici ideolojiye geçmesi. Türkiye’nin tabiî bütünlük unsurları başta din olmak üzere, müşterekliği sağlayan değerler manzumesi, dil ve kültür unsurları Cumhuriyet’ten sonra on yıl içinde çeşitli şekillerde tasfiyeye tâbi tutuldu. İş o kadar ileriye vardırıldı ki, din bile “türkleştirilme”ye veya “türkçeleştirilme”ye çalışıldı.

İslâmı Türkiye’yle veya türkçeyle tahdit etmek, dinin özünü yok etmek kadar tehlikelidir. Elbette her toplumun dini yaşaması, kültür olarak idraki farklıdır. Bu, dinin esaslarını değiştirmez. Ama müşterekliği sağlayan unsurlar üzerinde oynamak, mesela ibadet dili bunlardan biridir, bütün İslâm idrakini zedeler. “Zaten biz de onu istiyorduk” derseniz, karşı hamlelere hazır olmalısınız. İbadeti kavim diliyle icra ettiğiniz anda, başka kavimlerin de ibadetini kendi diliyle yapması yönünde talepleri beklemelisiniz!

Türkçe ibadetten, türkçe ezandan bu raddeye gelinmeden dönülmesi gerçekten büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin bütünlüğünün konuşulduğu bugünlerde şu keskin soruyu sormak zorundayız: Türkiye’nin bütünlüğüne nakşilik mi, atatürkçü dernekler mi daha fazla hizmet etti?

Bunun cevabı uzun boylu araştırılmadan verilecek kadar açıktır: Türkiye’nin bütünlüğünün sağlanmasında ve sürdürülmesinde nakşiliğin teslim edilmemiş hakkı vardır!

Okuyup öğrenelim!

Muhammed Bahaeddin Nakşibend (1318-1389), 14. yüzyılın en önemli simalarından biri. Elbette onun mânevî önemini veya büyüklüğünü kastetmiyoruz. Türkistan’da Buhara yakınında bir köyde doğduktan sonra dünyanın önemli bir bölümüne dal budak salan bir akıma vücut veren, tesiri aradan geçen bunca yüz yıla rağmen süren bir büyük. Sultanların kılıçla, güçle, zorla yaptıklarını; hatta daha fazlasını düşünceyle, sözle, gönüllere nüfuz ederek, maneviyatla yapan bir sultan...

Onun zamanında ve ondan sonra dünyaya hükmeden kılıçlı sultanların hepsinin tesiri sınırlı kaldı. O Orta Asya’nın son büyük kasırgası Timur zamanında hayattaydı. Çin’den Anadolu’nun batısına, İzmir’e kadar geniş bir sahada hükmü geçen Timur’un devleti ancak yüz yıl yaşayabildi. Orta Asya bir daha o kıratta bir cihangir görmedi. Halbuki, Bahaeddin Nakşibend’in tesir sahası, yüzyıllar boyunca sürekli genişledi, siyasî ve fizikî sınırları aşarak, İslâm dünyasının Mağrib ve aşağı Sahra Afrikası dışındaki bütününe yayıldı.

Bahaeddin Nakşıbend, Gucdüvanlı Abdülkadir’den bir asır sonra doğdu ve onun ruhaniyetine intisab etti. Hafî zikre yöneldi. Sema ve halveti reddetti. Kerameti önemsemedi. Kıyafeti şart koşmadı. Tekkede oturmadı. (Bu yönleriyle melâmetiyeye benzetilebilir.) Kendisinden önce Türkistan’da etkili olan Yaseviye’nin zamanındaki mürşidleriyle de ilişki kurdu. Böylece, Fars ve Türk akımlarını birleştirdi. Zahirde halk ile, bâtında Hak ile olmak gerektiğini savundu. Silsilesi alevî fakat, yolu sünnî idi. Sonradan tarikatın silsilesinin Hz. Ali ile birlikte Hz. Ebubekir’e de ulaştığı kabul edildi. Bu tasavvufî yolda şeriata bağlılık esastı, şeyhe bağlanmak da gerekliydi ve bazı ahvalde siyasî faaliyete de cevaz verilmişti...

“Veliler serdarı” yani, ermişlerin kumandanı olarak nitelenen Bahaeddin Nakşibend’in vefatından sonra Yakup Çerhi ve bilhassa Ubeydullah Ahrar tarikatını yaydı. Babası Uluğ Bey’i öldürerek hükümdar olan Abdüllatif 6 ay hüküm sürebildi, beyleri babasının intikamını almak için onu öldürdüler! Ardından Şahruh’un torunu Abdullah. Bir kaç ay, sonra Miran Şah’ın soyundan Ebu Said hükümdar oldu. 17 sene. Bu dönemde nakşi şeyhi Hoca Ubeydullah Ahrar’ın kırk yıllık etkili dönemi başlar. Bir asır sonra yaşayan Molla Cami bu yolun ulularındandır. Mahmud Urmevî’nin Safevî baskısı ile Diyarbekir’e yerleşmesi ile nakşîlik Anadolu’da kökleşmeye başlar. Yeğeni Açıkbaş Mahmud Efendi Bursa’ya yerleşir... İstanbul’da ilk nakşî tekkesini 1490’da Ubeydullah Ahrar’ın halifesi Abdullah-ı İlahî kurar. Yerini Emir Buharî’ye bırakır. Anadolu nakşiliğin ikinci merkezi hâline gelir. Nakşiler Türkiye’de 19. yüzyıla kadar siyasetle fazla içli dışlı olmazlar. Osmanlı sahasında Balkanlarda, bilhassa Bosna’da da etkili olurlar.

(Yarın: Haminnemizin pozitivist hurafeleri ve tekkeler)




Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Türkiye’nin bütünlüğü ve Nakşilik / D. Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 14.08.09, 08:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253

Haminnemizin pozitivist hurafeleri ve tekkeler

D.Mehmet Doğan

Vakit

2009-08-13

Nakşilik, tarikatlar içinde kendini yenileyen, yaşanılan dönemin şartlarına uyum sağlayan bir akım olarak da dikkat çekicidir. 17. asrın sonunda, Hindistan’da İmam Rabbanî ile yeni bir güç kazanır. 18. asırda Hindistan’da Rabbanî’nin “müceddidiye” kolu etkili olur. Hindistan, tarikatın üçüncü büyük merkezi haline gelir. İmam Rabbanî, şiiliğe karşı siyasî muhalefet de içeren kitabı “Mektubat”la etkili olur ve sünnî ulemayı da nakşiliğe çeker. Rabbanî, “Müceddid-i elf-i sani” yani “İkinci bin yılın müceddidi”, yenileyicisi sayılır. Hicri 971’de Serhend’de doğar. Nakşilik, kaadirilik, çeştîlik, sühreverdîlik, kübrevîlik yollarıyla birlikte daha bir çok yolu nefsinde toplar.

Hind sahasında, Rabbanî’den sonra Şah Veliyullah Dehlevî önemli bir isimdir. Müceddidiye Hindistan dışında da tesirini gösterir. Osmanlı sahasında yayılır, Türkistan’da, tarikatın çıkış bölgesinde de hâkim olur, oradan Volga havzasına kol atar. 19. asırda yaşayan Mevlâna Halid-i Bağdadî, Dehlevi’nin halifesidir. Halidî kolu, asıl ağırlığı Osmanlı sahasında olmakla beraber, Balkanlar’dan Güneydoğu Asya’ya, Kırım’dan Arabistan’a kadar geniş bir alana yayılmış, 19. ve 20. yüzyılda bölgenin sosyal ve siyasî hayatında önemli rol oynamıştır.

Burada bir istitrata ihtiyaç var. Çiğnenen sakız şudur: Tekkeler ve türbeler, Türkiye’de ve Sovyetler’de, insanları miskinliğe, tembelliğe sevkettiği için, hurafeci yaptığı için kapatıldı... Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra bu gerekçeyi hâlâ ciddiye almalı mıyız? Bu tezle geçmiş büyüklerin kabir ziyaretini yasaklayanların, modern dönemde kabir ziyaretini zorunlu protokol listesinin başına aldıklarını hatırlamakta zorlanır mıyız?

Tasavvufa, tekkelere, tarikatlara karşı 20. yüzyılda sonuca ulaşan tepkiler ve uygulamalar, gerçekten tarikatın, tekkelerin kötülüğünden, zaaflarından, insanları atalete, miskinliğe sevketmesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Sömürgeciler öyleyse neden tekkeleri kapatmak, tarikatları yasaklamak yönünde hareket ettiler? Onlar için İslâm dünyasını uyuşturan, güçten düşüren bu kurumlara ihtiyaç yok muydu?

21. yüzyılın başında haminnemizin inandırıldığı hurafelere inanmak zorunda mıyız? İslâm dünyasında bütün anti-emperyalist hareketlerin arka planında tekkelerin, tarikatların varlığını emperyalistler bildiği halde biz niye bilmezden geliyoruz? Sömürgeciler, yerel yöneticileri, mahallî iktidar sahiplerini kontrol altına aldıklarında dahi, karşılarında tasavvuf kaynaklı dinamik bir mücadeleci güç buluyorlardı.

Hindistan’da İngilizlerin en büyük düşmanı tarikatlardı. Afrika’da İtalyanların ve Fransızların en büyük korkuları tarikatlardandı, bilhassa Senusiliktendi.

İslâm, kilisesi olmayan, din bürokrasisi olmayan bir dindir. Bu anlamda teşkilattan yoksundur. Devlet, onun bu tarafını tamamlar. Devlet bu tamamlayıcılık görevini yapamadığı zaman ne olur? İslâmın, disiplinli görünüşü, kurumlaşmış yüzü tarikatlardır. Onlar devletin görevini yapmadığı veya etkisiz kaldığı zamanda, yapılması gerekeni yaparlar. Oryantalistlerin arkaplanını doldurduğundan şüphe etmediğimiz modern dönemdeki tasavvuf düşmanlığının esas sebebi bu olmalıdır.
20. yüzyılda, hem batının, hem doğunun emperyalistleri tekkelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması için ellerinden geleni yapmışlardır. 19. yüzyılın son yıllarının akımı olan entelektüel islâmcılık dahi, selefî bir görüşle, tarikatların İslâm dünyasında oynadıkları rolü görmezden gelmiştir.

Meseleyi Osmanlı Devleti bağlamında değerlendirirsek, bilhassa nakşiliğin, daha doğrusu onun halidiye kolunun, etkili olduğu bütün alanlarda, Kafkaslar’dan Güney Asya’ya kadar bu devletin baş destekçisi olduğunu görmemek için gerçekten görmemek lâzımdır!

Türkiye açısından düşünürsek, nakşiliğin, Türkler ve Kürtler arasında yaygınlığı ile, ülkenin birlik ve beraberliğinin önemli unsurlarından biri olduğunu kolaylıkla fark edebiliriz. Türkiye’nin kuzey doğusunu Rusların işgalini önleyen Şeyh Şamil ve sonrasında yürütülen ve “müridizm” olarak adlandırılan mücadelenin nakşilikle alâkasını kurmakta kimse zorlanmaz. Çarlık rejimi yıkılınca Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni halidî şeyhlerinin kurduğu da tarihî bir hakikattir. Halidiye’nin sadece Kafkaslar’da değil, Tataristan ve Başkırdıstan’a kadar geniş bir alanda etkili olduğunu da unutmamalıyız.

(Yarın: Norşin’e ikinci selâm!)




Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Türkiye’nin bütünlüğü ve Nakşilik / D. Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 14.08.09, 09:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Norşin’e ikinci selâm!

D.Mehmet Doğan

Vakit

2009-08-14

Sorumuz şuydu: “Türkiye’nin bütünlüğünün konuşulduğu bugünlerde şu keskin soruyu sormak zorundayız: Türkiye’nin bütünlüğüne nakşilik mi, atatürkçü dernekler mi daha fazla hizmet etti?”

Bu sorunun cevabının uzun boylu araştırılmadan verilecek kadar açık olduğunu da belirtmiştik. Bunu 90 yıl önce fark eden ve Norşin’e ilk selâmı gönderen M. Kemal Paşa’dır.

Samsun’a çıktıktan bir süre sonra, İngilizlerin baskısıyla geri çağrılan M. Kemal İstanbul’a dönmek istemez. 8 Temmuz 1919’da memuriyetine son verildiğine dair irade Resmî Gazete’de yayınlanır. Aynı gün akşamı, Padişah emri olarak Mabeyn’den (“genel sekreterlik” diyebiliriz) M. Kemal Paşa’ya gönderilen telgrafta, “Harbiye dairesi tarafından azlinizin yapılması Padişah katında uygun bulunmadığından bir iki ay müddetle hava değişimi istenilerek durum açıklığa kavuşuncaya ve barış kararlaştırılıncaya kadar seçilecek bir şehir veya kasabada istirahat eylemeleri” teklif edilir.

Paşa, Kâzım Karabekir’in teklifi üzerine “sine-i millette bir ferd-i mücahid” (milletin bağrında bir mücahid kişi) olarak mücadele etmek üzere istifa eder. Gece, Padişah’a Mabeyn Başkâtibi aracılığı ile gönderdiği “Kulları Mustafa Kemal” imzalı telgrafta, askerlikten ayrıldığını fakat kendisine bağlılığının sürdüğünü belirtir. Padişah bu kararı baskı altında almıştır. “Yüksek saltanat ve hilafet makamıyla, soylu milletlerinin hayatımın son noktasına kadar daima koruyucusu ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz eder, bu hususta teminat veririm” der.

Artık resmî bir sıfatı kalmamıştır. Erzurum Kongresi’nin açılışına buna rağmen paşa üniforması ve padişahın fahri yaveri kordonları ile gelince, sivil kıyafet giymesi hatırlatılır. Mecburen sivil kıyafet giyerek Kongre başkanlığını sürdürür. İşte bu hadiseden sonra, yani resmî vazifesini terk ettiği halde, 3. Ordu Müfettişi unvanıyla, Padişah’ın fahrî yaveri sıfatıyla eski Bitlis meb’usu Sadullah Efendi’ye, Şeyh Mahmud Efendi’ye ve Norşinli Şeyh Ziyaeddin Efendi’ye mektuplar yazar.

Bu mektuplarda bu kişilerin yüce halifelik makamı ve Osmanlı saltanatına bağlılıkları övülmektedir. Norşinli Ziyaeddin’e gönderilen mektupta resmî sıfat, makam ve unvanları bırakarak ve askerlikten ayrılarak hizmetten başka yol görmediğini de ifade etmektedir.

Türkiye’nin doğusundaki medreseler, nakşibendiliğin güçlü merkezleri olmuştur. Burası şiilikle sünniliğin sınır bölgesidir. Bu yüzden medreseler sünnî islâmın öğretilmesi yanında, 17. yüzyıldan itibaren İmam Rabbanî ile şiiliğe karşı etkili bir tavır takınan nakşibendiliği de güçlü şekilde temsil eder. Norşin (Nurşin), Tillo, Menzil ve Hizan medreselerinin şeyhleri Türk ve Kürt müntesiplerini bir çatı altında bulundurur. Norşin’de yetişen isimler arasında Said Nursi’nin farklı bir yeri vardır.

M. Kemal Paşa’nın Sivas Kongresi’ne davet ettiği Şeyh Ziyaeddin Cihan Harbine gönüllü olarak katılmış, bir kolunu kaybetmiş, Sultan Reşad tarafından Mecidiye nişanı ile taltif edilmiştir. Şeyh Said ayaklanmasının başladığı 1924’de ölmüştür.

Norşin Medresesi’nde, yetişenler arasında en çok dikkati çeken isimlerden biri Abdülhakim Arvasî’dir. Necip Fazıl 1933’te onunla tanışmış ve hayat çizgisi tamamen değişmiştir. Eski Urfa müftüsü Halil Gönenç, eski Tekirdağ müftüsü Ali Arslan, Mehmet Emin Er Hoca, Sadreddin Yüksel, Muhammed Raşit Erol (Menzil şeyhi) Norşin’de yetişen önemli isimler arasında sayılabilir.

İsimlerini saydığımız kişilerin, bunların oluşturduğu akımlar içinde yer alan Türk, Kürt veya başka etnisiteden şahısların Türkiye’nin bütünlüğünün sağlanmasında oynadıkları rol, hiçbir atatürkçü derneğin yaptıklarıyla kıyaslanamayacak kadar muazzamdır. Hatta diyebiliriz ki, bazı atatürkçü dernekler halka tepeden bakan tavırlarıyla, sentetik etnik türkçü tutumlarıyla millî birliği zedeleyici etkiler uyandırmışlardır.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Norşinlileri bir daha selâmladı. Bu selâmın gönülden karşılık bulduğuna inanıyorum.

¥

Bazı sorular ve cevapları:

“Nakşiliği bu kadar öne çıkardın. Yoksa sen tarikat mensubu musun?” Cevap: Değilim. Hakkı teslimden başka gayem yok!

Veya “Nurcu musun?” Değilim. Fakat, Bediüzzaman’ın hayatı boyunca zindanlarda süründürülmesine rağmen bu ülkenin birlik ve beraberliğine yaptığı hizmeti görmeyecek kadar kör değilim. Keşke Bitlis’te kurulan üniversiteye gençliğinde hayal ettiği üniversite hatırlanarak ismi verilse idi derim...

Soru: “Norşin nece?” Bunu bilmiyorum. Fakat türkçedeki “sarışın”a benzediğini söyleyebilirim!




Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye