(133a)
- Hak Taala o nam sahibinin hürmetine,sana mekan olarak cennet bahçesini bağışlasın.
- Nazar sahiplerinin kerameti hürmetine seni Hak didarını göreceklerden kılsın. Seyyid Mansur gibi sana gönül azatlığı bağışlasın.
-Mümkün ki Hak ehlinin sıfatı olarak "Ene'1-Hak" diyecek olsan, kötü halli de olsan iyi hallilerin sıfatıyle iyi olacaksın.
Ey Kayyum olan Allah, beni ta sana kavuşma gününe kadar, fakr ve yokluk ülkesinin padişahlarının kıssalarını anlatıcı kıl. (Metindeki "Darem" "Dâr merâ" olmalı)
- Bu konup göçme yerinden ta cennet bahçelerine kadar onları anlatmanın bulutundan dilime yaşlık, tazelik ver.
- Dilimden daima tam suyu olan bir çeşme akıt; ki hal sahiplerinin bahçesi yemyeşil ve mutlu olsun.
- Özellikle o bağa benzer, Haydar'ın (Hz.Ali'nin) ailesinden olanın sıfatları ki, o (Hz. Ali) velilerin güneşi ve peygamberin zuhur tarafındadır.
(133 b)
- Süleyman yolunun Hüthütü ve belki Kaf dağının Simurg'u. Kuddüs' (Allah)'a
uçan kuşların ve Sübbuh(Allah)'a bağlanmışların rehberi,
- O, Kafdağı ve hakikat yüzlü Simurg'a mensuptur. O ki, hakkında her ne dersem, onun da üzerindedir.
- Kırk yıldan fazla oldu ki onun özelliklerinin bağının bülbülüyüm. Onun hakkındaki binlerce destandan birini bile dile getiremedim.
Güzel bir bitirişle bitirmek için risalenin sonu o mürşide havale edildi ki o her girişin önsözüdür. O ilahî elmaslar hazinesi,o "gizli bir hazineydim" sırrının ve kusurdan arınmış nurların mazharı, dervişler bahçesinin bezeği, hükümdarlar taifesinin bahçelerinin gül demeti, güzellikte Hz.Peygamber ve Hz.Ali'ye benzeyen, dışı Hz.Hasan, içi Hz.Hüseyin'i andıran, ibadet edenlerin süsü ve bu hususta İmam Bakır gibi olan, Muhacirlerin şerefine nail olmuş, Ensar ahlakh,Tabiin gibi hal ve makam sahibi, keramet ve esrarda Tubba (Yemen Kralı);
(134a)
her bulaşıklıktan uzak, izzet ve şeref güneşi, keramet ormanının aslanı, keramet yolları düşüncesinin dilberi, gerçek seyyid, ilahi dayanak, büyük velilerin ve günahtan arınmışların güvenip itimad ettiği, seçilmiş bilgin, benzersiz mücahid, Maveraünnehir ulularının en ulusu ve bütün dünyadaki büyüklerin en seçkini, sine
* Eserde, bundan sonra bir kaç varak karışmış. Biz doğru sırasına koyarak yeniden numaraladık.
199
yaralayacak erre zikrini söyleyen kafilenin başı, alçak ve zerreye benzeyen bu bendenin güneşi, dervişlerin terbiyecisi ve biat etmiş talebeleri maksada eriştirici, tasavvufun güçlü mensubu, Hz.Ali gibi tasarruf sahibi, bilinmezin bilinmezi memleketinin dağlarının doğanı, şüphesizlik ülkesi tepelerinin zirvelerinin kanat çırpanı, dinde ileri gitmişlerin öncüsü, hayırlılar kafilesinin komutanı, gerçek görüş sahiplerinin başı, bakış sahiplerinin ve derdlilerin uyduğu kimse, (Manevî) içkinin tortusunu içenlerin dayanağı, filleri bağlayan kemendin atıcısı,
(134b)
Belh şekeri ve Hocend narı iktidar sahiplerinin muteberi, denizde ve karada meşhur olan pir, Seyyid Cafer’in oğlu Seyyid Mansur -Allah her ikisinden de razı olsun- ki Kesehî ve Kasanî büyüklerinden Mir Haydar, -Allah sırrını takdis etsin- ki soyu belli, edebi ortada idi. Sevinçli Hisar şehrine bağlı Safa'da doğmuşdu. Onların ulu anneleri, Kaşgar memleketine bağlı Yedikent'in padişahlarındandı. Şöyle buyurmuşlardır; "Saygıdeğer babamı daha pek küçük iken kaybedip, perişan kaldım. (O sırada) Moğol askerlerinin verdiği fetret Maveraünnehr’i öyle bir şekilde mahvetmişti ki, kıtlıktan, güçlü, güçsüzü yer hale gelmişti. Çetin kıtlık halkı kasıp kavurmuştu, kimsenin kimseyle irtibatı kalmamıştı. Öğretmenler karga ödlü (korkak), öğrenciler doğan bakışlıydı; müderrisler postu meyhaneye sermiş, her taraf perîşan olmuştu. Zorluk ve yoksulluktan kur (uçkur) dokuma işine başladım ve öğrendim.
(135a)
Kaşık yontmayı öğrendim ve diktim. Zayıflık ve küçüklük sebebiyle bazan kur dokuma mesleğinde ipin başını kaçırırdım; bazan kaşık yontma keserini kendi öz ayağıma vururdum. Yetim, kimsesiz, garip ve feryadına koşacak kimsesi olmaksızın bazan dağlarda Ferhat gibi kendi kırık kavalımdan feryad umar ve kıtlık derdiyle başımı taşa vururdum. Bazan Mecnun gibi çölden gözyaşı akıtarak geçer ve çok zor olan yoksulluktan dolayı, savaş pençesini fersahlar aşmaya vururdum. Bir kaç yılı Bedahşan madeninde ciğeri kanlı ve Hıtlan’da şaşkın olarak geçirdim. Bir kaç ay da ağlayarak, acı içinde Kunduz, Bağlan ve parasız olarak sevinçsiz Hisar'da bulundum. Sonra köylerin sıkıntılarından gönlü kırık olarak taht merkezi ve şekere benzeyen Semerkand'ın nimetine erişmek için yola çıktım ve maksadıma erişmeden yol sıkıntılarına bir son verdim. O seçilmiş şehre ulaşınca Kilehane mahallesinin içinde Kağızgiran sokağında sıkıntı ve şaşkınlık içinde bir müddet meskun kaldım.
(135b)
Şer'an ergenliğe ulaşınca evlenme yolunu seçtim ve kendimden de fakir birine düştüm. Ne kesede altın, ne kasede aş; biz ondan, o da bizden ar ediyordu. (Ev) hırsız ve yoksul evi gibi (idi) .Bir kaç gün bu hal ile geçtikden sonra gönlüme şu geldi; “Ey ten! sen Allah’ı aramak için vücuda geldin; yoksa kendi geçimini bulmak için değil...” Varlığım bir ateşe düştü. Ağlayıp, inleyerek gamlı köşemde tükenmez hazine taleb ederek pederim Seyyid Cafer-Allah kabrini nurlandırsın-‘in ruhuna teveccüh ettim: “Ya peder meded, ya peder meded!” (Nitekim buyurulmuştur) "İşlerinizde çıkmaza girdiğinizde kabir ehlinden yardım isteyin".Ben bu fikre batıp, aklımı kaybetmişken aniden rüyamda sevgili pederim göründüler ve beni şefkat ve yardımıyle Semerkand'dan İslam'ın kubbesi olan Buhara şehrinde bir ulu zatın huzuruna ilettiler ki mübarek gözlerine fitneye yol açmamak için bir mendil bağlamıştı.
(136a)
Salihlerden, zâkirlerden ve dervişlerden kalabalık bir topluluk onun huzurunda tevazu ile, murakabe halinde ve (ilahi lütufları) gözleyerek oturmuştu. Beni onun huzuruna iletip, teslim etti ve; "Ey ulu kimse, bu benim biçare oğlumdur. işte talip ve Hakk’a meyillidir. Gerçi elinde oynayacağı altını yok ama sizin işinize sarfedebileceği bir nazarı vardır ve sizinle iyi yapabilir (?). Terbiye etmek sizden, iş yapmak ondan." Bu uykudan uyanınca o pirin hasretiyle yerimde duramaz oldum. Mesleğimle ilgili alet ve edevâtı karıma verdim ve bu gördüğüm rüyayı anlattım. Hatuna veda ederek gece vakti şehrin su yolunu takip ederek yürüyüp gittim. Elden gelen süratle konak yerlerini aşarak Buhara'ya vardım.
200
- Semerkand gönlümden çıktı; şimdi Buhara delisi oldum. Bir sevgili için nice köy ve mahalle kat ettim.
-Sevgili aşkının gece bekçisi, sabır ve dayanma parasını elimden aldı.
(136 b)
Nereyi arayayım; onun ayrılığıyla sokak ve caddelerde rezil-rüsvayım.
- Başı dönmüş, aklı yitmiş haldeyim; bana zincir lazım. (Ey filan) ayağımı çabucak falakaya koymak için neredesin?
- Gönül Semerkand'dan da geçti, Buhara'dan da. Varlık korkusunu attım; yerim şimdi yoklukta.
- Ayrılık ve hasret dayanılmaz hale geldi; Allah’ım bana merhamet et. Bana o canın cemalini göster; zira bana sonsuz ölüm geldi.
- Tecellinin cezbesiyle meczuba döndüm; yol eri nerde? Hemen uyandırsın; zira uykuyla ömrümü çürütüyorum.
- Hazinî, gör ki o doğru yol rehberi dergahta neler gördü. Başından geçenleri sen kendisinden dinle, ben ne söyleyebilirim.
Buyurdular ki; O ulu zatı arayıp sorarken birçok şeyhlerle karşılaştım ve onların silsilelerinin bostanları ve tarikatlarının reyhanlarından pek çok şeyi araştırıp içime yerleştirdim. Lakin niyet burnum terbiye kokusunu (onlarda) bulamadı. Ne zamanki o yüksek yaratılışlı pirin huzuruna eriştim;
(137 a)
(baktım ki) ayniyle, rüyada gördüğüm gibi, mendili mübarek gözlerine bağlamış ve zikreden müritler halkasının ortasında oturmuş, kıymetli bir yüzük gibi etrafa nazır, gönül neşesi Allah'dan gayrıdan kesilmiş. Sessiz bir Kaf dağı ve ihtilafsız bir Simurg; Anka yüzlü varlığın devlet kuşu. Merkezi ihata eder gibi dervişlerin kalplerinin alanını çevrelemiş. Talibler "Hayy" ve "Hu" çekmenin virdiyle başlarını yükseltmişler, nefy ve isbatı (eşyayı yok sayıp Hakk’ı gerçeklemek) zikredenlerin riya ve hevasının üzerine çekmiş; her birini Mansur gibi yokluk darağacına asmış; her dervişin azimet atı onun çabuk tertibiyle irfan meydanına sürülmüş; gurur ve kibir tozu onu görme ve nefisle savaş neticesinde silkelenmiş. Öyle bir göz sahibi ki ona yönelmiş gözetleyiciler onu görmede anadan doğma kör gibidir. O öyle bir incelikleri görücü ki benzerlikleri inceleyenler onun tedkikinden aciz.
Dinin kutbu, veli Şeyh Süleyman; gerçek bilgiye erişmişlerin öncüsü.)*
(137 b)
- İlim ve amelin her ikisinde de olgunluğa erişmiş; hem hal, hem kal (söz) kendisinde toplanmış,
- Görünen, görünmeyen iki denizin buluşma yeri; bunların her ikisi de kendisine açık olan. Semerkand, Buhara ve Belh’in şeyhi, iki dünyâ giysisini de üzerinden soymuş kişi,
- Tarikat mensuplarının isim yapmışı, mürşidi; padişahlar kafilesinin makbulü ve koruyucusu,
-Muazzam hakan, Hazret-i Ubeyd (bile) onun kapısının küçük kulu olarak avlanıp kaldı.
- Cengiz Han’ın boyu da ona boyun eğmişti, bütün Çağatay ulusu ona kul olmuştur.
- Şeriat ve tarikat onun sayesinde itibar bulmuştu; onun kapısının toprağı her milletin başına taç idi.
- Büyüklerin kalb ülkelerinin valisi; bütün uluların ulu şeyhi.
- Onun aşkı benim aklımı başımdan aldı; ona bağlılık gönlümü ve canımı istila etti.
- El almak için, gönül ve can sabırsızlığı ile, ağlayıp inleyerek hizmetkarlar safında yer almıştım.
- Umumî adâb ve adete uygun olarak, yüzümü herkesin ayağına sürdüm.
- Ağlayıp, feryad kopardım; gözyaşımı ciğer kanıyle karıştırdım.
- Bütün hizmetkarlar merhamete geldiler; benim için hepsi ihsana yöneldiler.
- Öyle ki, hepsi o kemal sahibinin kapısına benim halimi arz ettiler.
- Biatımın kabulü için herkes bana şefaatçi oldu ve yüz nağme ile ahitte bulundu.
201
(138 a)
Şeyhin cemalini görünce, heybeti ve kayıtsızlığı ile titredim. Dergah hizmetkârlarının yanına sığındım ve onlar vasıtasıyla gözüm yaşlı, gönlüm yanık olarak biat edip, el alma isteğimi arz ettim. Bu yakarışıma karşı yüzlerini çevirdiler ve buyurdular ki;
"Henüz biat ve el alma zamanı değil, zira henüz karşılaşmamız yenidir. Gece ve gündüz vakit ve saatlerin getireceği değişmeleri henüz görmedik. Henüz işin neşesinde; mümkün ve muhtemel ki gece ve gündüzlerin geçmesiyle onun halleri de değişip usanç yüz gösterecek. Bari boş yere bağlanıp kayıt altına girmesin; kapı, zarar görmeden ve yolundan dönme korkusu olmaksızın vazgeçmesi için açık kalsın. Ama eğer hizmet etmek isteyenler varsa işin sonunda belli ola". Şükr ederek dergahın hizmetinde kaldım ve bari kovmasınlar diye hizmet kemerini canımın beline bağladım. (138 b)
Dergah sakinlerine itaat ve uymada hastabakıcılığı ve oradakilerin toprağı olmayı bile canıma minnet bildim. Gece ve gündüzler geçtikçe bende rahatlık ve huzur kalmadı; gün günden yanışım ve cezbem artıyordu. Kendi soy sopumu kendisizlik suyuna vererek (hiç kaale almayarak) bendde, aç, çıplak, oruçlu ve ayakta, gece gündüz Hz.Allah’ın -celali yüce olsun- yakınlığını talep eettim. O feyzi bol ve şanı yüksek ocağın yanında, yöresinde benden daha hor, benden daha zelil kimse yoktu. Her nerede bir tokat yersem (vuranın) ayağının altını öpüyordum. Her kimden hakaret yarası alsam, karşılık vermek isteyen dilimi isteğine erişmemiş damağıma çekiyor, belki güzel bir hediyeyle mukabele ediyordum . Öyle ki Buhara'nın halkı ve ileri gelenleri benimle yakınlaşma arzusu gösterdiler. İşlerime yardımda ve “hoşgeldin” demede gayret ve dua sahibi oldular.
(139 a)
Ve bana şefkat ve merhamet nazarı gösterdiler. Teveccühlerini yöneltmek suretiyle öyle bir yere ulaştırdılar ki el almaya ve biata layık oldum. Gitgide ilahi ilhamlar ve rüyalarla hallerim iyiye doğru değişti ve sevgilinin cemal güneşinin ışıkları ve şimşeği andıran parlayışları görme gözüme karşı geldi. Erre çekme cilalıyıcısı ile gönül aynası cilalandı ve zerre gibiyken aslımın güneşi ortaya çıktı, işim, usulüne uygun çalışmayla iyi sonuç verdi ve biat etme saadetinde sıra çabucak bana geldi. İçime doğan şeyleri ve rüyalarımı tek tek, (şeyhimin) şeref veren k-t-apısına arz ettim. Bazılarını tabir buyurdular, bazılarını bıraktılar, sükut ettiler. Bereketi bol erre zikri esnasında, Hz. Allah’ın feyzi ile bir defasında ileriye ileten bir rüyamda bir güneş parladığını gördüm; onun üzerinde siyah bir nokta görünüyordu.
(139 b)
O güneş ve güneşin çevresi kederli gibi görünüyordu. Sevinç bahşeden ve huzura erdiren şeyhin izniyle rüyayı arz ettim. El almamdan mutlu olarak; "Sana itaat edenler şüphesiz Allah’a itaat etmiştir. Allah’ın eli de onların eli üzerindedir" ayetinin biati uğur saydığına ve desteklediğine yordular ve beni kendisiyle bir arada bulunma mutluluğuna eriştirdiler.
-Ümit eden biri için, ayrılık sıkıntısı ve beklemeden sonra, sevgiliye kavuşma ümidinin yüz göstermesi ne hoştur.
- Sonsuz bağış hilali kuyudan çıkar, makama erer; külhanda yatıp kalkan kişi (bakarsın) kıymetli hilat giyer.
- Küçük karınca Allah’ın fazlıyla Süleyman'ın elindeki kudrete erişir. (Gün gelir) düşkünlerin eline padişahın eteği nasib olur.
Terbiye edicime, o güç sahibine biat etme saadetine erdim. Bu hidayetten ve velayet rütbesini bağışladığından dolayı Allah Taala’ya hamd olsun. Nefs-i emmare askerinin isyanına karşı yardım ile (beni) destekleyen odur.
(140 a)
Kendi yanına aldıktan sonra (bir) kıdemliye buyurdular; "Bundan sonra divanenin
zikir halkasına girmesine yol verme; yoksa başını, boynunu kırar ve sarhoşlukla (ne yaptığını bilmeden) zikir çekenleri, arbede ve ağlayışıyle incitir". Sarhoşluk ormanında; Zikrullah meydanında su gibi (metinde "ebr-var") bulut gibi o kadar coşdu, aslan gibi o kadar kükredi ki ona "kükreyen aslan" lakâbını verdiler. Netice, hikmet gereğince, o, terbiye için mutfağın odun taşıma işine tayin olundu.
202
Bir balta ve bir ip omuzladı ve uzun ve meşakkatli bir işe düştü. Peygamber evladı ve makbul kimse olduğu halde bu düşkünlükten yüksünmedi ve hizmet kemerini sıkıca kuşandı, o kulluğa ayak koydu. Kendi varlığını, benliğini suya verdi ve koşuşturmağa başladı.
- Bu ormanda her aslan gezip tozamaz; böyle bir talebin derdiyle kükreyemez.
(140 b)
-Her kuş Simurg’la birlikte uçamaz. Her canlı nasıl sevgiliyle birlikte bulunsun?
Her iki günde bir Karagöl kasabası civarından bir sırtlık odunu sırtlayıp, feyzi bol mutfağa atardı. Buyurdular ki: “Tam 12 yıl boyunca o odun taşıma işinde dikkat ve gayretle çahştım. O uzun müddet esnasında giysi olarak üzerimde bit dolu eski bir kürkten, kemer olarak da urgandan başka bir şeyim yoktu. Yaz günleri perişan, arsız ve korkusuz idim. Kışları da iyi denecek bir şey giymiyordum. Ormana vardığım zaman bitin kalabalık oluşundan, yere geniş bir taş koyar ve üstten başka bir taşla vururdum. "Atılmış yün gibi" olan postun yünleri şafak renkli bit kanıyle boyanırdı. Mahrem yerleri bir bez parçasıyla örter, odun toplamaya girişirdim. Hazır olunca, o kan bulaşmış postu - ki havayla kurumuş olurdu- bir çubukla, kurumuş bitleri silkelemek suretiyle, temizler ve giyerdim.
(141 a)
Böyle yapmak da benim hiç arıma, namusuma dokunmazdı. Böyle giyinmek, çalışmak ve bu fakirlik libası benim övüncüm oluyordu. Akşam vakti yol yorgunluğu ile dergaha ulaştığımda bana tayin edilen kıdemli hadim emrediyordu; "Filan sufiyi gör; evinden sofraya gelecekti, yoksa sufiyi hazır hale getir". Benimse; "yoruldum" demeye ne yüzüm ne de halim elvermiyordu. Sofrayı araştırır, hemen gider, o sufinin evinden haber alırdım. Ben ulaşana kadar hadim yemeği tamamıyla dağıtmış, sofrada birşey kalmamış olurdu. Ben aç, düşkün ve yorgun, kase yalamaya koyulurdum. Hakk’a and olsun ki 12 yıl boyunca çorba kasesi yalama dışında bir gıdam olmadı. Bununla birlikte bana asla bir bıkkınlık, keder ve o hizmette bir ihmal ârız olmadı; zira (gönüllü) bir köleydim.
-O bit dolu postu giymek, ne güzel bir hayattı.
(141 b)
-Ey gönül o kase yalamanın güzelliğini gör.
- Feleğin çarkı bana, hedefe ulaştıran ip oldu. Şahlar kul gibi kapımda kase yalamada.
O çetin müddet boyunca zikrullah halkasına girmeme izin verilmedi. Hazret-i pir asla benim hallerim ve korkularımla ilgilenmediler. Subhanallah (bu nasıl iş!). Ben bu halden dolayı asla iç sıkıntısına uğramadım ve başımı tahammül yakasına çekip (sabrettim). Böyle geçen uzun bir süreden sonra bir gün (şeyh) hadim'den bu sabredenin halinden sordular: “Bundan 12 yıl evvel bir divane dergahın mutfak işi ve odunculuğuna verilmişti, ne oldu? Onun hali ve ahvali şimdi ne merkezde? O divanenin yanına git ve onu çağır.” Hadim, şükrederek durumu anlattı ve beni o mutluluk kaynağının huzuruna iletti. “Ah” edip "taksir" diyerek ve çığlık atarak dergahın toprağına düştüm.
(142 a)
Yesevî adeti üzre bana dönüp, Allahuekber diyerek, elini mübarek yüzüne çaldı ve şeyhlerin ıstılahı üzere merhaba yerine "aferin, aferin" dediler. Buyurdular ki; "Bundan sonra dergahın sucusu ol; ola ki bu hizmet diğer bir (manevî) temizlenme olur. Senin erre zikrini çekme yerin o küplerin dibi olsun. Ve bunu (gösterileni) aşma"
- Ne güzel yardım, ne hoş cilve ki bunca yıl (hizmetten) sonra, o makamı yüksek saki (şeyh) küpün altına soktu.
- Seni, sarhoşluk yaşantısının sofrasına çağırdılar, ney ve içki ile işret meclisine oturttular.
- Sakiyi beklemek ne zorlu bir iş. Sen içkiden arta kalan (acı) tortulara tahammül göster.
- Diri gönüllüler, talep yolunda neler gördüler, hele bir bak; bu fırka bu yolda nelerden geçtiler gör.
- Rahatlıkda tam aşk insana nasib olmaz.
(142 b)
Kutlu gün uzun gecenin karanlığının ardındadır.
203
Bu hizmette böylece ilerledim ve artık sakkalıkta koşturmağa başladım. Bir çöpü destilerin başına takıp omuzlarıma astım. Her küpü iki günde bir üç kere suyla dolduruyordum. İki şah küpü her gün dolup boşalıyordu. Birkaç yıl böyle geldi geçti. Hizmet bittikten sonra da küpün dibi dışında benim için zikir yeri yoktu. Günden güne derdim ve yanışım fazlalaştı ve benim iyi olma elbisem ve beden kaftanım arınıp, tazelendi. Öyle kendinden geçmiş, aklım yitirmiş haldeydim ki hiç bir akıllı bu halin iç yüzüne erişemiyordu. Hiç bir derviş de bütün işlerin başı olan bu feyizli işin sırrına vakıf değildi. Nihayet bir gün zikirde ciğer yakan bir “ah”la, öyle bir tarzda cezbeye düşüp, taştım ki dergahın örtüleri diz darbeleriyle tek tek yırtılıp, lime lime oldu. “Hay” ve “Hu” diyerek, diz vurarak zikr usulünce ve can yangınıyla, ben divane, sarhoşlukla, zikredenlerin ortasına çıkagelmişim.
(143 a)
Öyle ki benim dizlerim o Rahman’ın hazinesi olan Hazret-i Aziz'in dizlerine değdi. Benim, o taşkınlıkla iradem elimden çıkmıştı. Emrolunduğum o yerden halime vakıf oldu. (Şeyh) buyurdular ki; "Bu divane nasıl buraya kadar geldi". Haber verdiler ki;
"Memur edildiği küplerin altından, erre zikrini çekerken, diz vurarak, iki dizi döşeme kerpicini zerre zerre yapıp geldi. Bu divane, kendi piriyle (sizinle) diz dize gelinceye kadar dergahı viraneye çevirdi; döşemeleri harab etti, yani yapacağını yaptı". (Şeyh) büyük bir öfke ve azarlamayla buyurdular ki; "Çabuk onu ayağından baş aşağı asınız ve harap ettiği döşemeyi düzeltene kadar onu dövünüz". Bunun üzerine gayretli görevliler hemen beni kaldıra kaldıra bir dara çektiler ve baş aşağı astılar. Öyle dövdüler ki derdli iniltim (143 b) şehri, köyleri doldurdu ve memleketi tuttu. Allah’ın kulları dergahın eşiğine toplandılar. Birden bu hal bir hayır sahibinin gönlüne tesir etti ve o beni kurtardı, o kırık döşemeyi onardı. O hayır sahibinin, vadolunmuş bir gün olan ahiretteki işleri de -Resulullah ve şerefli soyu hürmetine- böylece onup, bitsin!
- Hayır sahibi ve cömert, ahiret gününde, Allah'tan Firdevs makamı ile mukabele görür.
- Özellikle, tarikat yolunun gönlü kırıklarına, hayırda bulunanlar, yakıcı ateşten kurtuluşa ererler.
- Hakk yolunun derdlilerini okşa, yahut Hakk hastalarının ciğerini sağalt.
- Ey zengin, (böyle yap ki) Hak da seni okşasın. Öyle ki, Hakk’ın muhtaç kullarına yaptıklarından dolayı sen de aziz olasın.
O yıl kıtlık ve sıkıntıdan mutfak zora girdi. Şeyh buyurdular ki; "Bu sufiler bize ‘padişah’ ve ‘hocam’ diyerek toplandılar ve yalan da söylemediler. O halde bu bağlılardan bir canı satmak lazımdır ki mutfak masrafı olsun; böylece bu şiddetli sıkıntıdan kurtulursunuz." Bu ben divane kendi nefsimi kulluğa teklif ettim. Makbul (144 a) gördüler. Sevinçle, çabucak esir satılan pazara gittim. Beni Mervli bir tüccara sattılar. O bir kervanla seyahat ediyordu. O tüccar beni Merv memleketine götürdü. Nice yıl onun köleliğinde kaldım. Aniden babam Seyyid Cafer'in -Allah kabrini nurlandırsın- müritlerinden biri, bu divaneyi o dergahdan ve Buhara'dan arayıp sorarken, nihayet Merv şehrinde buldu ve “ah” edip inleyerek sarıldı. Mervli tüccarın bu hal ve maceradan haberi oldu. Beni serbest bırakıp, Buhara tarafına yöneltti.-Allah mükafatını versin- Böylece o ulu azizle ulaştım. O asılma ve satılma, bu divane için iki dünyada (şerefle) başını yükseltme ve hürriyet sebebi oldu.
- Asılması, Mansur’a, Hak katında şeref ve kıymet sebebi oldu. Aşk dârının “Ene'1-Hak” diyicisini öldürmek nasıl bir oyun olabilir?
- Ey genç, pirlerin kapısındaki kulluk hürriyetten daha iyidir. Hakk’a and olsun, pir yolunun gamı bile sevinç sebebidir. (144 b)
- Müritler kendi pirlerinin yolunda neler gördüler, bir bak! Gör ki, tarikat pirlerinin yolunda neler görüp, geçirdiler.
- Gül ve meyve bahçesi zamanına (bahara) kadar, kış mevsiminin sıkıntısını, gelip geçtiğini duymaz.
204
(Diğer taraftan) o, gül ve reyhandan ötürü kokulanıp, sevinç de duymaz.
- Gönül çalan sevgililerin köyüne gönül vermek ve orada sabit olmak lazımdır. Gönül rahatlığı olan sevgiliye kavuşmak için gerekirse baş ayak yerine kullanmalıdır.
- Aşk diyarında istikamet, doğruluk üzere olmalı. Ancak istikamet sahibi aşık sevgiliye layık olur.
- Dalgıç denizin sıkıntısını tadar, tufanın acısını yutar ya, sonunda avucu sadef gibi inci mercanla dolar.
Ardı ardına inen tecelli ve keşiflerden sonra, bende, o rüyalara karşı bir aşk ve alaka peyda oldu. Bir gün Hz.Pir yalnız idiler. Buyurdular ve bu manasız divaneyi (beni) çağırdılar ve dediler ki; "Otur ve içine nazar et; bakalım bu nefesin zahirinde (?) dışarıdan buraya ne geliyor? (Bilirsen) okşanmaya (145 a) layık olursun". Murakabe ettim. Gördüm ki bir kocakarı, dokuz ekmek, bir sultanî gümüş para ve iki omuzu çıkık besili bir öküzü nezre getirmede. Gördüğümü olduğu gibi arz ettim. (Kadın) anında geldi ve anlatılan nezirleri teslim etti ve hayır dua alıp gitti. Ben zavallı divane, bu türlü bir rüya ayniyle zuhur etti diye seviniyor, bunu, sevinç ve huzur sebebi olacağına yorarak, bekleyip oturuyordum. Aniden şeyhin kapısında bir karışıklık gördüm ve perişan talihimden dolayı kendimden geçtim. Emrettiler ki; "Bütün bu öküzü ve ekmekleri ye ki senin aç nefsinin mükafatı budur." Döve döve bütün bunları yedirdiler ve dediler; "Dervişe yakışan göklerin ötesinden haber vermesidir, alçakların alçağından değil; bu ise açlık alametidir. Bu düşkünlükten geri dön, yükseklere yönel; Aziz ve Celil olan Allah’a ait ruhanî feleklere nazar et, ta ki ona layık olasın".
(145 b)
- Ruh doğanı değilsen, fare yiyen nefis çaylağısın. Bu sebeple bu çaylağa benzeyenin şah ve vezirin üstünde olması uygun değildir.
-Kimlik zirvesinin tepesine senin hüma olman lazımdır. Civciv ve çıgzay(?) padişahın avına nasıl layık olabilir.
Tenbih edip düzelttiği üzre işimde terakki ettim; melekût alemine hazır ve nazır oldum. Git gide manevî derecem artıp Allah'a yakınlık husule geldi. Yaratılışımda mevcut olan Celal sıfatı, günahkarı öldürme, inatçıya ve düşmana öfke gibi huylarım şeyhimin yüksek himmeti ve benim de sürekli gayretimle değişti ve Cemal güneşine ve fakr düşkünlüğüne meyl etti. Nihayet birkaç yıl sonra, benim seyyidliğim şeyhimin mübarek kulağına erişti ve Hz. Peygamber soyundan olduğumu öğrendi. Mazeret beyan ettiler ve;
"Niçin soyunu gizledin, kendine zorluk ve bize sitem kıldın. (Söyleseydin) eğitimin için seni layık olduğun bir tarzda çalıştırırdık ve seni bu horluk ve düşkünlüğe (146 a) bırakmazdık; zira bu, seyyidliğin şerefine uygun ve münasib değildir" . Ben köle, bu tarzdaki mazeretten öyle bir hale geldim ki kendimi hâkirane yere attım ve (mahcubiyetin) hararetiyle eridim. (Zira) bunca vakit ve saat hep yokluk yolunda gayret etmişken eyvahlar olsun ki hala alçak nefsim ve erlik suyu (ile övünme) yok olmamış ki (şeyhim) hala ondan dolayı (benden) özür diliyor. Ağlayıp inlemeye başladım ve gözyaşı ile dedim ki; "Ey padişah, bu yitip gitmiş divanenin ne haddine ki sultanının kendisinden özür dilediğini görsün. (O divane) bu dergah sakinlerinin ayak toprağıdır ve onların önünde de elsiz-ayaksızdır, bu dergahta ona seyyidlik iddiası ve şerefi yaraşır mı?" O zaman o hoş gönüllü (pir) sevinip dediler: "Aferin, incinip gönlün daralmasın; sen soy ve benlik tutkunu olanlardan değilsin".
- Onun iltifatıyle canım teselli buldu. Seyyidliğim de, şerefim de onun idaresindedir. (146b)
-Mürid damla gibi pîr'in denizinde yok olmalı ki çevresini kuşatan şeylerden kurtulsun.
- Özelliği alçaklık olan nefsin zahmetinden geç. Allah’a yaklaştırıcı (şeyh) gibi, alçak makamdan geç (yüksel).
205
- Doğunun ve batının resulü, iki cihanın peygamberi alçak dünyadan geçti, cennetleri aradı.
- Ey Hazîni acizlik, miskinlik, kalb hüznü, fakirlik ve kendini ifna ile cennet yolunu ve
Allahın tecelli Tur’unu ara.
-Hazreti Seyyid Mansur’un, o meşhur Şeyh Gaznevî'nin kapısındaki mücahedesi ne güzel bir mücahede.
-Herkes, müridlik usulünü ondan öğrendi ve fakr çerağı ta haşre kadar onunla parlattı.
-Ahmed Yesevî'den ta Hazret-i şeyhe kadar, hepsi, fakr ve fena hususunda kutup özellikli rehberlerdir.
- Fakr mesleğim seçmiş riyazet çekenler ve mücahitler; (147a)(ki onlar) ta kıyamet
gününe kadar ariflerin öğretmenleridir.
- Ahad olan Allah’ın cezbesiyle, dirilip kaldırılma ve kavuşma gününe kadar bizim yolumuz fakr ve fena hususunda devamlılık arz eder.
- (Onlar) akıl ve nakille iş tutmazlar, kavuşma yolunda yürürler. Fer (asıl olmayan) ile yoldan geri kalmazlar asla doğru giderler.
Bu tarzda 18 yıllık bir riyazetle yokluk makamının sonuna erdi ve halife oluşunu şek ve tartışmadan kurtardı. (Şeyh) irşad beratını yazıp buyurdular ki; "övünç kaynağı Buhara çevresi bizimdir; onun dışında, Türkistan sınırından ta Hindistan hududuna kadar olan yer sana verildi. Allah’ın kullarına manevi tasarrufunu göster ve bizim yolumuzun izni ile talihlerin kalb ülkelerini aç. Eğer bir talih bulursan terbiye et, senden üstününe rastlarsan hizmet eyle. Bu dünya, anlatma, dinleme ve gücü olanların tasarruf mahallidir. Şerîati iyi gözet ve tarikat üzre sağlam ol; ta ki hakikatten berhudar olasın.” (147 b) O sevgili üstadın irşadından sonra dizginim bırakılmadı ve hür bir köle oldum. İşimi arz için, seçilmiş büyük hoca, yani Hazret-i Hace Nakşibend'-Allah sırrım takdis etsin- in feyizli mezarını ziyarete gittim. O, zamanının ulusunun ruhaniyetinden yardım beklerken aniden güzel libaslarıyla göründüler. Önüne gidip, ziyaret ettim ve işimi arz ettim. Seyehate işaret buyurdular. Ben aile sahibiydim ve fakirdim. (Yine de) uymaktan başka bir çare yoktu. Hazret-i şeyhe veda ettim, inleyerek, coşarak kur dokuma ve kaşık yontma alet ve edevatının sandığını omuzuma aldım; geri kalan ev eşyasını da hatun sırtına sıkıca bağladı ve yola koyulduk. Ne binit teminine ne de kiralamaya elde güç yoktu. Günler geçti ve Belh’e gelindi. Nice gün geçti (manevi) bir kapı açılmadı, Şıbırgan’a yöneldik. Yine yük sırtımızda çetin menziller geçildi. (148a) Nihayet bir kasabaya inildi. Onun camiinde üzerimize farz olan namazı eda ettikten sonra birden tahammül ülkesine bir sarsıntı ve karışıklıktır düştü. Sakınmaksızın bereketi bol ve esrarı çok (şeyhin) telkinini yaptım, zikrini çektim. O yanlış ve yaralı halden çıktığım zaman, çevremde bulunan kafası karışık ve gafillerden birkaçı bana düşmanlık gösterdiler. Dört kişi beni, çaresiz kıldılar;
ellerime ve yakama yapışıp, yumruk vurarak çeke çeke beni kasabanın nakip ve müfettişinin yanma götürdüler ve (dediler ki): "Bu nahiyenin şeyhlerinden izinsiz nasıl şeyhlik yaparsın ve karışıklığa yol açarsın". Dedim: "Ey dinsiz ve edebsizler, üstümden elinizi çekin; zira ben peygamber evladıyım ve Hakk’a ermiş mürşidimin temsilcisiyim. Gerçi sizin yanınızda hakirim ama korkun ki gayûr bir şeyhin müridiyim. Size kötü mîzacınızdan dolayı bir felaket gelecek ve yapdığınızın karşılığını bulacaksınız. Kim bu kuvvetli rüzgarla düşmanlığa kalkarsa öyle yere serilir ki kıyamete kadar kalkamaz" (148b) Bu çekişmeden bir hafta geçmemişti ki o eziyet eden dört kişiden birini hırsızlık suçuyla suçladılar ve elini kesdiler. Birini sapıklık ve rafızilik ve (sahabeye saygısızlık) isnadıyle minareden aşağıya attılar, taşladılar ve yaktılar. O hayırsızlardan birini darağacına çektiler.
* Ahmet Yesevî hikmetlerini okumaya da "telkin" denir.
206
Diğerinin de kanını celladın kılıcıyle yere döktüler -Allah korusun-.
- O sarhoş Seyyid'in keskin kılıcı alçak yaratılışlı edepsizin başını ufaladı.
- Ormanın erkek arslanına pençe vurma (ya kalkma). Hak erlerine her kadın nasıl ulaşabilir?
- Aslan üstüne saldıran tilkiler ona vurdukları pençeleriyle kendi kanlarını yere saçar.
- O aslan bu ormanın kaplanı gibi her fikrin vakıfı ve bilicisidir.
- Her nereye kahr ile pençe vurursa yaralar ve ona zehrini kusar.
- Onun öfke zehri onun üstüne öyle atılır ki dağ bile olsa su gibi erir.
- Onun zehrine karşı hiçbir panzehir yoktur; hiçbir sulh onun kahrına aşina değil.
- Velilerin dayanağı olan Seyyid Mansur, O Hak nuru, Allah'ın aslanı ve kılıcı idi.
- Çevresinde kim ona düşmanlık beslerse, tutar onun damarını çıkarır.
O gayur (gayretli) Hazret-i Seyyid Emir Mansur Kaşıktıraş -Allah onun sırrını sevinçle takdis etsin- (149a) karısının iffetli kızkardeşinin Kötü el (?) diye meşhur olmuş Pâbusi isimli bir kocası vardı. Birgün günah meclisindeyken karışık aklının kulağına, Seyyid Kaşıktıraş'ın o kötü yaşayışlıya bakarak karısına şöyle dediği çalındı; "Kızkardeşinin evine gitme, çünkü kocası fâsıktır. Eğer benim iznim olmadan onun evine gidecek olursan seni çok incitebilirim bu da seninle ayrılmamıza sebeb olabilir". Bunu işiten o ayyaş elinde bir kılıçla ve öfkeyle atını o mahir kişinin kapısına doğru sürdü ve çirkin hakaretlerde bulundu. O gayretli şeyh hazretleri elinde bir el değneğiyle geldiler ve o lanetlenmişi kapısından uzaklaştırdılar. Bu çekişme memleketin valisinin kulağına erişince (olay) hoşuna gitmedi. Onun boynunun vurulmasını emretti; ta ki azalmış serkeşler bundan ibret alsınlar ve neye layık olduklarını bilsinler. O sırada valinin yanındakilerden birisi (149 b) cellattan, (o şakinin) eli ve boynu bağlı olarak Seyyid'in -Allah onun aziz sırrını takdis etsin- yanına iletmelerini istedi. Şeyhin gözü bu mücrime dokununca suçunu bağışladı. Hilatler giydirdiler ve özür beyan edip onu serbest bıraktılar. Fakat geçmiş büyüklerin ruhları o pis işliye öyle bir ceza verdiler ki bu zamana yadigâr kaldılar. Bir gece yatağında onu parça parça kıldı. Defnedildiği zaman toprağından onu çıkardılar ve üzerine odun, zift ve yağ döküp ateşe verdiler ve külünü yele savurdular. Bu feyzi bol hanedana karşı edepsizliğin ve ona hakaretin en küçük cezası budur.
- Edepsiz bir yaktı ateş; onun içinde kendisini cayır cayır yaktılar.
- Yıldırım, şule dolu o ışık madeninin (ateşin) korkusuyla dünyanın üstünü her an döver.
Bundan sonra Hazreti Şeyh o kasabadan yola koyuldu. Feyzi bol Şıbırgan şehrine emniyet içinde ulaştı. Dediler ki; (150a)" O kasabada ikamet ettim. Gündüz kaşık yontma pazarındaki dükkanda, geceleri kur örme işi ile geçiyordu. Sonra kış ve halvet günleri geldi. Bu işle meşgul oldum. Önce bu çevrenin en büyük alimi olan Mevlana Mestî-i Karlistani (?) gelip el alıp biat etti. Bundan sonra silsilemize büyük bir ilgi başladı ve Yesevî yolu nizam ve intizama kavuştu. O şeriatta fazıl, tarikatte kamil olduktan başka çabucak hakikatte de devrinin mükemmeli oldu. Onu irşad ettim ve diğer dervişlere ona uymalarını emrettim. O civarda meşhur şeyhlerden oldu. Belh sultanı Ebu'1-feth Pir Muhammed Han da ondan el aldı. Bu kasabadan gönlümü çekip Türkistan'a doğru yola çıktım; ta ki Allah'ın kulları bu yola gelsin". Ve yüzünü Hind’e, Hıtlan, Bedehşan ve Talkan vilayetlerinin fethine çevirdi. Kunduz'a erişince orada, o mahdum ve mücahit, (150 b) Kübreviyye tarikatinin büyüğü Mevlana Muhammed -Allah rahmeti üzerine olsun- ile karşılaştılar. Aybek kasabasının hakimi, şeyhi Aybek'e götürdü ve meclis kuruldu. Hazreti mahdum zahid Mevlana Muhammed marifette kendinden geçmişti. Hazret-i Seyyid -Allah onun aziz sırrını takdis etsin- (onu) dinliyordu. Birden tasavvuf hususundaki sözlerinde bir aykırılık zuhur etti. Seyyid o hale vakıf oldu ve acaib bir nara attı. Buyurdular ki: "Hey divane halt ettin, kendine gel" öyle bir heybet gösterdi ki söz konusu mahdum dilsiz kaldı, böylece meclis sessizce bitti.
207
Bundan senelerce sonra bu fakir ve hakir o Kübreviyye (şeyhi) mahdumla Belh şehrinde bir araya geldim ve Aybek kasabasındaki meclisden bahsedip Seyyid'in "Hey" diye nara atmasından bahsettim. Hazreti Seyyid'in üstünlüğünü itiraf ettiler ve "merhaba dediler. Dediler ki: "O Şeyhin zamanında Belh şehrinin Kübreviyye, Nakşibendiye, Aşkîye ve Yeseviyye şeyhlerinin hepsi bu fakirin dost ve bağlıları (151a) idiler. Onların herbiri, o Seyyid'in gelmesinden sonra onun hayranı ve övücüleri oldular ki anlatması uzun sürer". Sevinçli Hisara geldiğinde. Cengiz Han gibi asker çeken biri olan Ebu'l-Muzaffer Hisarî Muhammed Sultan Kulga Han bin Hamza Sultan hüküm sürüyordu. O, gönül alan ve fakirleri kollayan bir padişahtı. Hazret-i Seyyid'i ziyaret etti. Niyaz dolu temiz bir gönülle erişti ve rica etti ki; "Bir memlekette velilerin varlığı meşale mesabesindedir; zira günah ve bidatleri def ederler ve halkı ibadet ve taat aydınlığına iletirler. Siz de memleketimizin çerağı olunuz". Seyyid cevap olarak buyurdular ki; "Eğer sen bizi şeyh kılarsan, oluruz". Sultan sordu; "Benim elimden ne gelir ki, bizzat kendim nefs-i emmarenin esiriyim. Sizi ise Allah şeyh kıldı. O ki mutlak kudret sahibi ve Hakk’ı icra eden Allah'tır" (151b) Hazret-i Seyyid buyurdu ki; "Evet, söylediğin gibidir. Ama bil ve anla ki, Hakk’ın şeyh kıldığını Hak’dan gayrısı bilmez. "Gök kubbesi altında velilerimi benden gayrısı bilmez" (buyurulmuştur). Sen kimi şeyh yaparsan herkes bilir ve itaat eder, zira "insanlar meliklerinin dini üzeredir" sözü haktır, doğrudur". Sordu ki; "Ben,nasıl şeyh yapayım" Buyurdular: "Her nereye at sürsen önce bize uğra ve her nereden gelsen önce bize gel sonra evine git". Can u gönülden kabul etti ve bu fermana uydu. Hazret-i Seyyid orada ikamet ettiler. O (Padişahın) hareketi bereketiyle memleketin halkı ve ileri gelenleri de tam bir samimiyetle tevbe edip el almaya koştular. Sevinçli Hisar memleketi arifler yatağı oldu, nice dervişler halifeliğe eriştiler ve irşad buldular. Bunların her birinin hallerini anlatmak çok uzun sürer ve her birinin kerametlerini anlatmak bu risaleye (152 a) sığmaz. Bu fakir onların içinde korkunç bir hastalığa tutulmuştum ve beş* ay yatakta kaldım. O sırada ben hastanın yaşı yirmi üç idi ve tabibler şifa bulmamdan ümidi kesmişti. Aniden o Hazret ziyarete çıkageldi ve buyurdular ki: "Nasıl o kutb makamının sahibi Şeyh Hadim, Şeyh Cemaleddin'i -Allah her ikisine de rahmet etsin- bizzat kendisine ayırmışsa sen de bizim sevdiğimizsin. Bil ki, ömrün, sonuna gelmişti, ama Hak Taala’dan takdir-i muallak (henüz gerçekleşmemiş takdir) ile kırk yıl daha vermesini istedim; sana kırk yıl daha ömür bağışlandı".Hemen bir nefes içinde sıhhat buldum. Şimdi, -hamd Allaha mahsustur -yaşım altmışı geçti ve o azizin -Allah onun aziz ruhunu rahatlatsın- neffesinin bereketiyle ömür süremin sonuna saadetle ereceğimi ümid ediyorum. Nazm.
- Sevinçli Hisar o irşad sahibi sayesinde, beldelerin en hayırlısı ve mürşitler kaynağı oldu.
-Ordaki meyhaneler mescide çevrildi; bir çoğu din yolunda çok cidd ü gayrete koyuldu. (152 b)
-İstekliler riyazetlerini çektiler ve onun sayesinde her biri arzusuna erişti.
Harzem’in Huyuk kasabasında, Kübreviyye’den Hace Muhammed Leng diye bir şeyh vardı ki diğer tarikatlerin her biriyle kavgalıydı. Mücahid fakat mutaassıp bir adamdı. Bezmi tarikatine (?) mensup muteber mahdum Şeyh Hüseyin el-Harezmi -Allah her ikisine de rahmet etsin- onun halifelerindendi ve sufilikte derin biriydi. Şeyhin yaptıklarını araştırıyor ve rahat durmuyordu. Asker ve emirlerin çoğunun onunla bir sırrı yahut açığı vardı. Hazret-i Seyyid onunla görüşmeye gittiyse de razı gelmedi ve her yerde şeyhle mücadeleden, hakkında ileri geri söylenmekten geri durmadı. Sonunda Hazret-i Seyyid’de bir dalgalanma oldu ve dediler; "Bu nasıl bir dava ve kavga; her an herkesin ağzına düşmüş, uzayıp gitmiş. En iyisi ikimizi de ateş dolu fırına atsınlar, kim zarar görmez, kurtulursa şeyh o olsun".
* Metinde üst üste "penç" ve "şeş" (altı) yazılmıştır.
208
Bu söz o mahdumun ve oğullarının kulağına erişince hoşlarına gitmedi ve ;"Bu Mecusilere yakışan batıl bir söz" (153 a) (dediler) Tenkit için gelip sultana haber verdiler. O da bir müfettişi, araştırma için gönderdi. O, Seyyid'e sordu; "Fırına girme sözü ne demek oluyor?" Buyurdular ki; "Fırından kasıt mücahede ehlinin sıkı halvetidir ki o, keramet iddiasındaki herkesin imtihan yeridir. Yakıcı fırından kasıt Hakk’a yakınlıkdır; yoksa her dinsizin gübre yaktığı fırın değil". Müfettiş çok beğendi ve sultana iletti. Bu olgun cevap mahdumun kulağına erişince dedi ki; "Bu söz uygundur". Her iki iş üstadı halvet fırınına girdiler. Bunlar birbirlerine müteveccih oldular on (gün ?) sonunda Hazret-i Seyyid rüya gördüler ki biri deveye binmiş, ağır bir yük ile Cemceme (=bataklık?) de başı aşağı gidiyor. Yukarı çıkmak istedi, Hazret-i Şeyh Süleyman -Allah onun aziz ruhunu takdis etsin- yetişip men ettiler, o çamura tamamen battı. Dervişlerden her biri bir rüya gördüler ki, hepsi helake işaret ediyordu. Cümleden (153 b) şeyhin hadimlerinden Hace Külal-i Kâseger dedi ki; "Seyyid Mest hazretlerinin gittiğini gördüm; bir atlı yolunu kesti. “Bu Şeyh Harezmi’dir” dedim. Kürkünün eteğinin altından bir balta çıkarıp onun başına doğru salladı. Onun baş kasesi yerinden fırlayıp havaya doğru uçtu ve yere düştü. Öyle ki Şeyhin kürkü kana bulandı. Su getirip iyice yıkadım." Diğer bir sufî de dedi ki: "Şeyh Harezmi'nin dergahı yıkıldı; fakat onun kemeri aniden duvar üstünde ayakta durdu." Üstad şeyh buyurdular ki, meğer onun hanımı hamile kalmıştı, bir çocuk doğuracaktı ki öldü. Bütün tabirler böylece şah kemerinin yıkılışını söylüyordu ki cenaze salası okunduğu işitildi. "Hüküm, Vahid ve Kahhar olan Allah'ındır" Hazret-i Seyyid Müracaat Ayetini okudular "Biz Allah'tan geldik ve ona dönücüleriz" ve onun cenazesinde hazır bulundular. Halkın bağrışmaları yükseldi ve o memleket şeyhin tasarrufuna açıldı.(154a) Soy ve sop cihetiyle Hazret-i Peygambere mensubiyeti dindar sultanların ve İslam’a hizmet eden fazılların hasını ve avamını Şeyhin tasarrufu altına soktu ve Yesevî silsilesi o memlekete tam olarak hakim oldu. Erkek, kadın, çocuk ve büyükler o benzersiz kutbun dergâhında erre zikriyle meşgul oldular, ahali ve idareciler başlarını o eşsiz (şeyh)'in yüksek dergahının eşiğine koydular. O cümleden olarak bütün faziletlilerin merkezi, güzel hasletler sahibi, din yollarının yokuşu, yakîn ilmine ulaşmış Hüccetü'1-İslam Mevlana Mııhammed Emin el-Kadî bin Mevlana Davud el-Hisarî -Allah her ikisine de rahmet etsin- tam bir ilgi ve alâkayla (şeyhin) çok yakını oldu ve gün gün, saat saat hizmetini, iltifatını arttırdı ve emre amade oldu. Tekrar tekrar ısrarla el alıp, bağlanma ricasında bulundular. Lakin Hazret-i Şeyh onu müritliğe kabul etmede ihmalkâr davrandılar ve buyurdular ki: "Böyle itaat yolunda olmanız sizin için el almaktan iyidir, bununla yetininiz. Ta ki kudret sahibi ve herşeyi bilen Allah’ın takdiri zuhur etsin ve size el alma saadeti, hangi (154 b) tarikatte mukadder ortaya çıksın, İnşallahu Taala " Sabır ve razı olma hususunda onunla sohbet ettiler. Nakşibendiyyenin büyüklerinden o kalbi uyanık mürşit Hazret-i Mevlana Lutfullah -ki kolaylık yolunun önderi Mevlana Hacegî Kasanî'nin halifelerinden idi-Allah her ikisine de rahmet elsin- müfessir, muhaddis ve ulu bir zat olup sevinçli Hisar şehrinde şöhret kazanmıştı; Hazret-i (Seyyid) söz konusu kadıyı terbiye ve el alması için bir an bile tereddüt edip duraklamadan o nurlu pire teslim ettiler. Nakşıbendiyye kapısında biat ettiler. (Biatten) bir kaç gün sonra hilafetten hisse aldılar ve sohbet ve meclis için şeyhlik seccadesine geçtiler. Hazret-i Seyyid'in kulağına o kadı'nın halifeliği haberi erişince buyurdular ki; "Bizim gecikdirmemizin sebebi buydu". Denmiştir ki;
-Hak erleri her ne buyururlarsa hakdır. Mânâ erine hak sözünden çok revnâk vardır. Sonra söz konusu Mevlana Hazretleri Hisar memleketinden çabuk çabuk Semerkand'a gittiler. Ve onunla Şeyh Hüseyin el-Harezmî arasında anlaşmazlık ve şiddetli düşmanlık ortaya çıktı, öyle ki Sultan Said Han Mevlana Hazretlerine uygun olmayan bir taarruz ve ikazda bulundu.
209
Bu düşmanlık alemde öyle yayıldı ki salihler bundan nefret ettiler.* Seyyid Hazretlerinin -Allah sırrını takdis etsin- Kadı Muhammed’e el vermekteki ihmalinin hikmeti de böylece ortaya çıktı. O diyarın sakinleri yeniden O büyük Seyyid'in itaatine geldi ve o şanı yüce Şeyhi seçtiler. Ve Sevinçli Hisar’ın müridleri ve seçkinleri yeniden kulluk kemerini bağladılar ve Yesevî silsilesine bağlılıkları arttı. Çoğu tekke ve dergahlarda cezbeli, sağlam ve vefalı birer yol eri oldu -Allah aziz sırrını takdis etsin-.(155 a) Ve o şehirde bu fakirin o Seyyid Hazretine bağlılığı gerçeklik kazandı. (Beni) irşad ettiler. O memlekette üç halife daha irşad edildiler ki her biri zamanının teki ve bağlılarının başları idiler. Türkistan'da Hz.Şeyhü’l-meşayih (Ahmed Yesevi)'nin ruhu ile görüştüklerinde buyurdular ki:" Çağatay padişahı Semerkand'ı ele geçirmek istiyor; ama büyüklerin ruhları razı olmadı ve onu Hindistan'a havale etti. Hindistan zaferinin bir alâmeti olmak üzere mezarımızdan bir alem al ve ona götür" Seyyid alemi aldı (ve peki deyip) döndüler ve Semerkand'da adı geçen olgun fikirli hadim Hace Külan-ı Kâseger'in evine indiler. Ebu'1-Gazi Abdüllatif Han'ın saltanatı zamanıydı. Rukiye hanım isimli büyük hanımını bir oğlanla ve incilerle Hz.Seyyid'in huzuruna gönderdiler. Hz.Piri ziyaret için halk Semerkand'a akın etti. Bir gün gördüler ki kaldıkları evden bir kadın bir koyunu dışarı götürüyor. O hadimden sordular (155 b) ki: "Senin evinden çıkan bu kadın kimdi ve bu koyun neydi?" Dedi: "O kadın benim karımdır ve o koyun Şah-ı Zinde'nin mezarına niyaz olarak sunulacak koyundur". Hazret-i Şeyh gazaba geldiler ve dediler "Ey bedbaht, zannediyordum ki dünya ve ahirette zinde (diri) padişahın biziz ve senin fakirliğin ve varlığın bizedir; meğer yanılmışız. Biz senden de hane halkından da geçtik". Allah korusun, Allah korusun birkaç gün geçmedi ki (o adam) fasık ve yolunu sapıtmışlardan oldu. Nazm:
- Sakın şeyhlik ve müridlik adabını bozan bir mürted olma ki lakâbın Yezid'e döner.
- Kim bu caddede samimiyetle koşarsa, bir gün bakarsın Şeyhin kucağına erişmiş.
Hazret-i Şeyh bir gece yarısı kayboldular. Yayan ve ayağında terlikle evinden çıkıp aceleyle Sebz şehri etrafına varmışlardı. Gördüler ki birini bağlayıp götürüyorlar. Hazret-i Seyyid'in uyuyamaması meğer buydu ki o reddolunmuş mürid ve hırsıza iyiliği erişsin. Sordular: "Siz kimlersiniz (156 a) ve niye bunun boynunu bağladınız?" cevap verdiler:
"Biz gece bekçisi ve cellatlarız, bu da hırsızdır. Şebz şehrinin valisi onu bugün bu Hace Ilgar kasabası pazarında boğazından asmamızı emretti". Hazreti Seyyid validen onun bağışlanmasın istedi ve çoluk çocuğu ve malını kurtardı. (O da) tam bir samimiyetle mürit oldu ve ömrünü kullukla geçirdi. Hazret-i Seyyid -Allah aziz sırrını takdis etsin-‘ in himmet ve terbiyesi ile olgunlardan biri oldu.
Nazm:
- Dergahından çıkardı da onu fasık etti. (Sonra) onu o günahtan çıkardı ve aşık kıldı...
- Mürşide niyaz etmeden, rüzgar gibi uçsa bile müridin yüz fidanı bir anda hazan gibi solar.
- Müridlik yolunda aklını başına al; ta ki haşhaş gibi saçılıp gitmeyesin.
- (Şeyhi) dünya halkıyle ve kendinle kıyaslama;(156 b) o, kudret elması ve kudret kılıcıdır; belki Kahraman'ın ta kendisi.
- Gerçi senin gözüne beşer suretinde göründü ama o içe ait özellikleri bakımından başka bir varlıktır.
- Yiyip içmesine bakarak onun veliliğinden gafil olma; ki o Allah’a yakınlıkla arşı döşek edinmiştir.
* Buradan "Takdis etsin" (155 a) diye biten cümleye kadar ki kısım metnin kenarında bulunuyor.
210
- O, güneşe, arşa ve yeryüzüne zelzele verir. Cin ve melek bile onun cilvesine karşı baş eğer.
- (Bunları) iyi bil ki kimse (sana) "mürşidin kovduğu kimsedir "demesin.
- Onun çağırmasına ne gece bekçisi, ne inzibat memuru bir şey diyemez. Şıbırgan kasabasına o zafer alâmetli alemle girdiklerinde söz konusu aşk sarhoşu Mevlana o alemi kalenderlerinkine benzer görüp eleme düştü. Yine de karşıladı ve piri parlak bir meyve bahçesine konuk etti. Tut mevsimiydi. Tut toplamak istediler ve bir bohça hazırladılar. Meclisteki herkes o hizmeti görmek için ayağa kalktılar .(157 a) Sözkonusu Mevlana ise, üzüntüyle havuz başındaki bir sofaya çekilmişti. Hazret-i Seyyid -Allah sırrını takdis etsin- onun üzüntü ve keder dolu halini gördü ve bu hoşuna gitmedi. Zira piri ve önderi yanında ve hazır iken üzülmek, heva ile bulaşıklık ve ziyanda olma alametidir. Mevlana'yı sarığı ve bütün elbiseleriyle yerinden kaptı ve havuza attı; böylece cefa ile onu dışarı çektiler. Havuzda arınıp, temizlendi, o gamlı halden ve alem üzüntüsünden kurtuldu. Kendi kusurunu itiraf etti ve bunu telafi için biatını tazeledi. Zira dil uzatmak, şek ve şüphede bulunmak ziyandır ve asiliğin ta kendisidir.
-Şeyh eğer davul çalıp, alem çekmişse; görünüşte, her an abdal ve kalender gibiyse,
-Müridin bu halden elem duymaması lazımdır. Zira bu işler şeyhi ne yükseltir ne de alçaltır.
Aceleyle Hümayun padişahın taht merkezi olan Kabil'e doğru yola koyuldular (157b). Gayesi Sultan Hace Ahmed Yesevi'nin sözkonusu emrini yerine getirmek, Hindistan zaferinin alemini iletmek ve övünç kaynağı olan büyük ceddi Timur'un kabrinin bulunduğu, kendisinin de ele geçirmek istediği Semerkand'ın da bağlı olduğu Maveraünnehr’den (sultanı) uzak tutmak idi. (Sultan) Çingiz Han ailesinin hüküm sürdüğü yerleri istila etmek istiyordu. Kabil'e indiği zaman padişahın sevgili kardeşi Hindal Mirza, onun şerefli hizmetine koştu ve onun zikrinden, sohbetinden müteessir oldu, el aldı ve uzunca hizmetinde kaldı. Hümayun'un yanına dönünce o dedi: "Ey kardeş, bugün geç gelmenin sebebi nedir? Halini değişmiş, perişan ve yakıcı görüyorum. Bizzat ben de garib bir rüya gördüm ve sonucunu bekliyorum.
- Uykuda alemle erişen padişaha benzer birini gördüm; güya selamet kapısından bir esinti geldi.
- Maveraünnehirden bir deniz dalga vurdu. Ne denizi, belki öncesizlik denizinin dalgası erişti. Geldi ve benim dizginimi Semerkand'dan çevirdi ve dedi ki: “Hind ülkesi senin ayağına geldi.”
Hindal Mirza bu rüyayı duyunca gözünden yaşlar (158 a) boşaldı. Dedi: "Evet, alem sahibi bir pir Türkistan'dan teşrif etti. Gönül alıcı ve tasarruf sahibi. Bu fakire onun zikir ve sohbeti eser etti ve mürid oldum." Bu sözler söylenirken Hazret-i Seyyid o alemle sultanın otağına çıkageldiler. Padişah karşıladı ve onu ziyaret etti. Geliş hakkı olmak üzere zikir halkası kuruldu ve Türkistan pirlerinin manzum hikmetlerinden parçalar okundu. Dinleyenler cezbeye kapıldılar. Sonra yüzlerini Hümayun’a çevirdiler ve dediler ki; "Maveraünnehr evliyasının kudsî ruhları size Hindistan memleketlerinin fethini müjdeliyor. Hazret-i Ahmed Yesevi bu alemi zafer için size gönderdiler; ta ki o memlekette mansur ve muzaffer olasınız". Kabul buyurdular ve dediler ki; "Kendi riyazet ve dervişliğimizi nasıl kuvvetlendirelim? Eğer Hace Ahrar bu asırda yaşasaydı, ona bile tenezzül etmezdik, ama bu gün sizin cemaliniz ve olgunluğunuzla öyle bahtlıyız, öyle yandık ki sizsiz bir hayat istemiyoruz."(158 b) Bargahta, padişahın silahlarından ne varsa nezr oldu. Onu Hind’e yönelttiler. Kendisi de Kabe'ye ve Hz. Peygamber’in kabrini ziyarete niyet ettiler ve aile efradı ve beşyüz zikreden dervişle birlikte buna muvaffak oldular. Yarlıganmış, Hazret-i Sultan Süleyman Han Gazi'nin -Allah toprağını temiz ve meskenim cennet kılsın -şevketle dünyayı idare edip hüküm sürdüğü devirde keramet ve şaşılacak hal ile, Sünni celladı kızılbaş diyarından Diyarbakır'a -ki Kara Ahmed ve Kara Hamid diye isimlendirirler;
211
bazan Ak Hamid de derler- (geldi) ve orada defn olundu -Allahın rahmeti üzerine olsun-. Eğer, Cebbar olan Allah'ın mülkünün varlığına delil olan o büyük Seyyid'in binlerce sırlarından, kerametinden, menkabe ve hallerinden -hediye olmak üzere- birer birer bahsedecek olsam zamanın sahifesine sığmaz. Yine, devrinin şeyhlerinin o en başta geleninin hallerinden ve olgunluğunun derinliğinden tek bir parçasını yazıya döksem hiç bir aklın terazisi onu tartmaz. Bu kadarcığını işaretle (159 a) kifayet olundu. Bütün bunları anlatma cüretine sebep, ayrılık cehennemi ve kebab olmuş can ocağının yanışı ve karışıklığıdır.
- Huzursuzluğum o huzura ermişin ayrılığından; yanışım o cana yakın kişinin özleyişinden.
- Başımda şemini(?) karışıklığı var. Göz yaşı akıtmak adetim oldu.
- Ayrılık şimşeği sabır sermayesini yaktı. O yüzden dolayı göz, şafak gibi parladı.
- Kanlı gözyaşım da; bekam (kırmızı boya ağacı)'ın gözü gibi coştu; gönül göğü şafak rengine döndü.
- Bunları ifade (etmek) dili, kalemi yaktı. Canın yanmasıyla kitab da bitti.
- Bu eserin bitiş tarihi şu oldu: "... iyilerin isimleri gönül vesikalarıdır".(1003/1594-95.İnceleme kısmında izah edildiği üzre bu tarih yanlıştır.)
- Kusursuz Sultan Murad'ın Haremeyn'in hadimi bulunduğu (saltanat sürdüğü) devirde,
- (Bu eser) gerçek arifler nezdinde kutba benzeyen (sultanın) güzel ve kutlu adiyle bitti.
- O, adil, fazıl ve uyulması lazım gelen mercidir. Zaman onun emrini taşıyan bir Amr'dır.
- Onun ömrü dünyada alabildiğine uzasın. Şehzadeleri ona can u gönülden itaat etsinler.
- Onun askeri daima, denizde ve karada galip ve muzaffer olsun. Dünyanın karası ve denizi onunla mamur olsun.
- Halkı haşir gününe kadar şikayetsiz olsun. Ey Hazini, dirilme gününe kadar O'na dua et.
- Bütün dünya halkı onu övmede; felekteki her melek yüz amin çekmede. (159 b) Ey Ahad, ey Samed, ey Melik, ey Mabud, ey Allah'ım! Senin, hataları örtücü keremin hakkı, senin başı örtülü mahremlerin hakkı, seninle İsrafil arasındaki o sır hakkı, Habib (Hz.Peygamber) ve Halil (Hz.İbrahim)'e olan sevgin hakkı, Adem'in sofrasına koyduğun o arınmışlık bağışı hakkı, "hatem" ünvanıyle açtığın peygamberlik nakışı (yahut; mührün üzerine açtığın peygamberlik nakışı) hakkı," (Gizli) bir hazineydim" de bulunduğun bilinmezlik hakkı, "gizli (idim) örtüsünü korkusuzca açman hakkı, has kimselere gösterdiğin o cilve hakkı, layık olanları aldığın o halvet hakkı, suya inci parlaklığını veren o tesir hakkı ve kalp olanı altın yapan o iksir hakkı için bu yüksek vâliye uzun ömür ver ve güzel bağışınla, başlar üzerinde onu doğudan batıya kadar hakim kıl. Bu halifelik makamı sahibinin dünyevî ve uhrevî arzularını hayır üzre ve kendi rızana uygun eyle. Vezirlere insaf, emîrlere bağlılık, alimlere kalıcılık, salihlere(160 a) kalb huzuru (ver). Ey Azîm, celal sahibi Zat’ının azameti için; ey Kerim, eksiklikten münezzeh sıfatlarının kudreti için bu Osmanoğulları soyundan gelen ve şanı yüce hanlar çıkaran bu hanedanın mededi olan Sultan Süleyman oğlu Sultan Selim Han - Allah topraklarını temiz, mekânlarını cennet etsin- oğlu Sultan Murad Han'ın devletini (daimi kıl) .
- O Haremeyn'in hadimi olan bir padişahtır; iki karanın sultanı ve iki denizin idarecisidir.
- Han oğlu han, padişah Murad ki dünyaya emir veren o reşid (ehliyetli) zattır.
- Ciğeri yaralıların rahatı ve ilacı; mensuplarının mürşidi ve yol göstericisi.
- Halifelik mesleğinde eşi yoktur. O, "Ledün'den bir ilim (verilen)" sırrının mazharıdır.
- Öyle bir padişahtır ki adaletiyle denizin de karanın da hamisi o pâk asıllıdır.
- Kutub gibi kendi sarayından feyiz saçıcıdır; beyaz ve kara bütün insanlar onun yazısının (fermanının) hükmü altındadır.
* ifade tamamlanmadığı için parentez içi kelimeleri biz ekledik
212
- Siyah ve beyaz bütün insanlar ümidlerini onun sarayına yöneltmişlerdir.
- Kimse onun kapısında ümitsiz kalmaz. Ey Hazinî, onun vasıfları hakkında bu kadarı yeter. Allahım, bu saf yaran hükümdarın zamanında, vezirlere güzel huylar, emîrlere bağlılık, azamet divanının büyüklerine (160 b) ve yumuşaklık eyvanının küçüklerine yüzlerce asıllık hevasını, Rabbanî parlayışların neticesindeki yakınlığı ve binlerce kalıcı faydanın istilasını, (nasip et). (Onları) bu, kulların ve abidlerin nam sahiplerinin iş bilicisi ve bu kutub ve evtadın muradının hallerini süsleyici kıl. Ya Hannan, ya Mennan, ya kimseye ihtiyacı olmayan padişah; ya tartı gününün sahibi. Allah’ım uyanıklara hürmet, dindarlara ihtiram ver ki kutub özellikli Yesevî büyüklerine intisap eden kıdem tezgahının isteğine ermiş erre çekicileri ve kudsî lakablı Nakşibendi büyüklerinin gurupları -ki Allah’ın öncesizlik öncesi dergahının yüksek seciyeli zerreye benzerleridir- (onları) zafer ışıklı ve başarının süsü olan bu padişahın askerlerinin başını süsleyen, sonunu arttıranlar kıl. Nazm:
- Adaleti ve derinliği ile dindarlar için, onun zamanını devirlerin en güzel kıl
- Onun asrını her asırdan güzel eyle; onun asrında can damağını ballandır.
- Anlayış sahiplerini, mizacı düzgün olanları onunla terbiye eyle; her birini canının muradına eriştir (şair tevriyeli olarak Sultan Murad'ı da kastediyor).(161 a) - Halkına, onun adaletiyle adalet ver. (Onlara) gönül sevinci ve huzuru ver. (l.mısra başında fazla olarak "Ger" kelimesi var)
- Kafiri de mümini de ondan hoşnut kıl. Halkı dileğine onun kapısından eriştir.
- Gerek dergahlar, gerek medreseler, gerekse hanları, onun sayesinde mamur ve bakımlı eyle.
- Bütün işlerini saadetle sonuca ulaştır. Onun lütuflarını bütün alemin gözcüsü, koruyucusu kıl.
- Madem ki sen ona hem halifelik hem velilik verdin; muradınca kapıları açtın,
- (O halde) Ya Rab, bendelerini muradları üzre tut; halka muradı üzre yüz kapı aç.
- Dünyayı onun zamanında mamur tut; herkesin ihtiyacını onun ihsanıyla karşıla. Allah’ım, Hak erlerinin silsilelerini bu din hamisi olan Vahye (padişaha) rabıta sayesinde güçlendir; uyanık erlerin yollarını yüksek tezgah sahibi olan bu ulu şahsiyetle ortaya çıkar. Dindarların akıllarını ve yakîne ermişlerin anlayışlarını sapıklıktan, haramı mübah saymaktan ve dinsizlikten koru. Dervişlerin ve meliklerin hislerini ve idraklerini sapıklık, alçaklık, haylazlık ve düşmanlıktan muhafaza et. Allah’ım, ileri gelenlerin hazlarını bu sofradan karşıla, reislerin lezzetlerini kendi hazretine bağlı kıl.(161b) Ey karşılıksız verici, ey yetmiş iki milletin besleyicisi, tabiblere işlerinde ehliyet, bilginlere doğruluk, zenginlere cömertlik, dindarlara yiğitlik (ver). Ey herşeyin kollayıcı ve besleyicisi, senden gayrı herşeyin dönüş ve sığınak yeri (olan), ey sebebsiz yaratan, (yarattığının) rızkını usanmaksızın veren, ey muhtaç ve kimsesizlerin okşayıcısı, ey gönlü kırıkları, feryadına koşacak kimsesi olmayanların başını (izzetle) yükselten, ey Sabur, ey Şekûr, ey ayıpları örtücü, ey günahları bağışlayıcı, ey bilinmeyenlerin bilicisi, adaletin hürmetine; itibarın ve kudretin şerefine, kıymeti olmayanlara kıymet, mevkisi olmayanlara mevki, makamı olmayanlara makam, sığınağı olmayanlara sığınak, düşkünlere itibar, hastalara derman, alimlere dervişlik, amillere (ilmiyle amel edenlere) cezbe, ihlaslılara kurtuluş, kurtarıcılara (işlerinde) uzmanlık, gayb duraklarının yolcularına zevklenme, şüphesizlik merhalelerinin sebeplerine (?) şevklenme, gifte (?) lere yakınlık, meczublara tecelli ihsan et ve bağışla. (162 a) Takdirine karşı kimin dermanı var? Yazdığına karşı zenginlik ne yapabilir? Seninle her zorluk kolay, sensiz bütün imkanlar sermayesiz. Heves ateşiyle dolu oluşumuza bakma, yokluk yolundaki perişanlığımıza bak. Öyle bir rahmetle (yarlığa ki) rahimsin, öyle bir lütufla (lutfet) ki cömertsin ve yumuşaksın. Arş-ı azimin sahibisin, naim cennetlerinin malikisin. Ey Rablerin Rabbi! Kendi esirgeme ve bağışınla bağışta bulun.
213
Hz.Peygamber’in şeriatına parlaklık ve onun yoluna alaka (ver); manevî hakikatlere miraç (bağışla). Allah’ım, Allah’ım, müminleri sapıklıktan, müslümanları uyuşukluktan kurtar. Vaizleri kimsesizlikten, nasihatçıları ümitsizlikten, zahidleri ikiyüzlülükten, mücahidleri heveslerine düşmekten halâs eyle. Ey her önceden önce olan, ey her sonsuzun sonrasızı, ey vermekte eşi, denki olmayan; cisim, cevher ve arâz, ey bütün bunlar olmaksızın parlayan! Hastalara şifa sendendir, (162b) derdlilere deva sendendir. Gariplerin gamını gidermek, hastaları onarmak, bütün düşkünlere el uzatmak sendendir. Çocuklara olgunluk, erkeklere sana kavuşma, kadınlara iffet, gençlere günahdan uzaklık, yaşlılara sıhhat, zayıflara kuvvet, günahkarlara tevbe, tevbe edenlere cezbe, meczublara bir tarikat, müminlere emniyet, kafirlere iman, zalimlere ibret, mazlumlara saygı görme, mazlumlara tecrübe, mağluplara üstünlük, taliplere fırsat, vatandaşlara birlik, yerleşiklere emniyet, gariplere başvuracak yer, yolculara geri dönüş (nasip et) .Ey hor bir sudan (meniden) güzelleri vücuda getiren, değersiz bir sudan gül yanaklıları yaratan, ey cenine gıda veren, ey beli bükülmüşleri ayakta tutan! Sen güzel söyleyicilere güzel bir son nasip et. (163 a) İnce köprüden ve karanlık vadilerden aydınlıklara eriştir. Bütün müslümanları ve inananların tamamını mutlu ve mesud olarak, hep birlikte cennet döşeklerine ulaşmış ve ulaştırılmış eyle ve sana ayrılıksız bir kavuşmayla kavuşma şerefine erdir Ya Hannan! Ya Mennan!..
Kitabın bitiriş şiiri :
- Ey padişah, ey Müheymin, ey pak, izzetliler ve büyükler hürmetine,
-Ayıpları ört, günahları bağışla (ve günahkarı) günahtan (çıkarıp) kendi Zat’ını bilici eyle.
- Şaşkın Hazîni'nin sonunu baki tecellinle geçirt.
- Kutupları ve evtad'ı anlatan bu nüsha, Allah'a şükür, isteğimce tamam oldu. İki derin denizin yolundaki bu iki kutlu risale -Allah Taala onların uğurunu her iki alemde arttırsın- Vedûd ve Melik olan Allah’a muhtaç kul, makbul şeylerin isteklisi, Şeyhi en-Nakşibendi oğlu Hüseyin oğlu Mahmud eliyle Cumartesi günü, aylardan Rebiü'levvel'de bin iki tarihinde tamamlandı.
214
http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www. ... /ebrar.htm