RABBANÎ MEKTUB - 80
(Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)
MEVZUU: a) Yetmiş üç fırka arasındaki fırka-i naciycin; ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası olduğunun beyanı.. b) Bid'atrı fırkalara iltifatı ve onların arasına karışmayı engellemek.
Bu münasebetle bazı hususların beyanı..
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mirza Fethullah Hakim'e yazmıştır.
***
Allah-ü Taâlâ, size ve bize Şeriat-ı Mustafaviye caddesinde doğru yürümek nasib eylesin.. O şeriatın sahibine salât, selâm ve tahiyyet..
Bir mısra:
Asıl iş bu, ötesi boş..
***
Yetmiş üç fırkadan her biri, tek tek: Şeriata tabi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar.
— «... her fırka ellerindeki ile böbürlenir..» (23/53)
Mealine gelen âyet-i kerime onların halini doğrular.. Elde ettiklerini beyan eder..
Resulûllah S.A. efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i naciyeyi diğerlerinden ayırd eden delil şudur:
— «... onlar, ben ve ashabımın üzerinde olduğumuz hal üzere olanlardır..»
Şeriat sahibi Resulûllah S.A. efendimiz, kendisini anlatması yeterli iken; ashabını zikretmesi, bu mahalde şu manayadır:
— Benim yolum, ashabımın gittiği yoldur.. Kurtuluş yolu, onların yoluna tabi olmaya bağlıdır..
İşte, Resulûllah S.A. efendimiz, bunu ilân etmektedir..
***
Bir âyet-i kerimede, Resulûllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
— «Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur..» (4/80)
Bu manadan çıkar ki: Resulûllah S.A. efendimize asi olup baş kaldırmak, ayniyle Yüce Mukaddes Allah'a asi olup baş kıldırmaktır.
Ayrıca, Yüce Allah, Resulûllah S.A. efendimize itaat etmeden Allah'ın taatında olduklarını sanan cemaatın halinden de anlattı ve onların küfürlerine hükmetti:
— «Allah ile Resulünün arasını açmaya çalışırlar ve derler ki:
— Biz, bazısına iman ederiz; bazısına da küfrederiz..» (4/150)
***
Resulûllah S.A. efendimize tabi olmak iddiası; ashabın yoluna tabi olmadan boş bir davadır. Hatta, Resulûllah S.A. efendimize olan böyle bir ittiba, ayniyle, Resulûllah S.A. efendimize hakikatta masiyet sayılır. Ona salât ve selâm.. Hal böyle olunca, bu yolun yolcularına necat bulmak nasıl mümkün olur?. Meali şu olan âyet-i kerime bunların halini tam bir şekilde anlatır:
— «Kendilerini bir şey üzerinde sanırlar; dikkat ediniz, onlar yalancılardır.» (58/18)
***
Hiç şüphe yoktur ki: Resulûllah S.A. efendimizin ashabı yoluna devamlı gidenler, ehl-i sünnet velcemaattır. Allah bunların sayini meşkûr eylesin, işte: Fırka-i Naciye bunlardır.
***
Şia ve haricîler gibi, Resulûllah S.A. efendimizin ashabına taan edenler, onların yoluna tabi olmaktan elbette mahrumdurlar.
Mutezile için dahi aynı hüküm verilir. Bu, kendi başına sonradan çıkan yeni bir yoldur. Bunların başları: Vasıl b. Ata olup, Hasan-ı Basri'nin talebelerinden idi.. Küfürle iman arası bir vasıta isbatına kail olduğundan, Hasan-ı Basrî onun için şöyle dedi:
— Bizden ayrıldı..
Ehli sünnet yolunda olmayan sair fırkalar dahi, aynı kıyasa tabidir.
Ashaba taan etmek, Resulûllah S.A. efendimize taan etmektir. Ashabına tazim etmeyen, hakikatta; Resulûllah S.A. efendimize iman etmemiş demektir.. Onları kötülemek, dolayısı ile, onların sahibinin kötülüğüne çekilir.. Böylesine kötü bir itikaddan Allah'a sığınırız..
Kaldı ki: Kur'an ve hadis yollarından bize ulaşan şeriat hükümleri; ancak ashabın nakli ile ulaştı. Bunlara taan edilince, naklettiklerine dahi taan edilmiş olur.. Bu nakil işi de, bir kısmına mahsus olan ve bir başka kısmma mahsus olmayan bir şey de değildir. Zira onların her biri; adalette, doğrulukta ve tebliğ işinde aynı seviyededir.
Hulâsa: Hangisi olursa olsun; onlardan birine taan etmek, dine taan etmek sayılır. Böyle bir şeyden, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a sığınmak lâzımdır.
Ashaba taan edenler şöyle bir şey söyleyebilir:
— Biz, onlara tabi oluyoruz. Ancak, tabi olmamn taHakkuku için; bütününe tabi olmak lâzım gelmez. Hatta bu, onların yollarının değişik, görüşlerinin birbirini nakzeder durumda olması icabı mümkün değildir.
Bu sözü diyene şu cevabı verebilirim:
— Onlardan bir kısmına tabi olmanın faydası, ancak, kalanları inkâr etmedikçe olur. Ne zamanki, bazısını inkâr taHakkuk eder; o zaman, diğer kısmına tabi olmak taHakkuk etmez..
Hazret-i Ali r.a. diğer halifelerden üçüne de, tazim ve tevkir ederdi. Onlara uyulması hak olduğunu bilerek, onlarla biat etti. Durum bu olunca, diğerlerini inkâr edip Hazret-i Ali'ye tabi olmak iddiasını yapmak, katıksız bir yalandır; sırf iddiadan ibarettir. Haki katta, diğerlerini inkâr etmek, Hazret-i Ali efendimizi r.a. inkârdır. Sözünü ve işini açıktan reddir. Allah'ın arslanı için; inandığım açığa vurmayıp bir başka şekilde, devre uygun biçimde görünme yolunu benimsemek, cevazını vermek aklın gayetle bozuk oluşunu gösterir. (Böyle bir şey nifaka benzer.)
Sıhhatli ve sağlam bir akıl cevaz vermez ki: Allah'ın Arslanı. otuz yıla yakın bir zaman, üç halifeye olan buğzunu gizlesin de, onun aksini izhar edip nifak üzere onlarla arakadaşlık etsin.. Asla böyle bir şey olmaz. Kaldı ki, nifakın böylesi, Müslümanlardan en alt derecede olandan dahi tasavvur edilemez.. Böyle bir işin şenaatini teemmül edip düşünmek lâzımdır. Zira böyle bir şeyin olması: Allah'ın Arslanı için, yakışmayan büyük bir zaaftır; çok düşüklüktür; cok kötü bir hiledir.. Allah ondan razı olsun.
Muhali kabul etmek kabilinden; bir an için böyle iki yüzlü bir davranışa cevaz verelim. Pekâla, Resulûllah S.A. efendimizin, ölümünden sonuna kadar; üç halifeye iyi davranıp ağırlamasına ne diyecekler?. Kaldı ki, Resulûllah S.A. efendimiz için, inandığının aksini göstermek yolu yoktur. Zira Resul'e S.A. hak olanı tebliğ etmek, vacipdir. Bü manada iki yüzlü davranmak yolunu caiz bulmak, zındıklığa kadar götürür.. Bu mana, şu âyet-i kerimede pek güzel anlatılır:
«Ey Resul, Rabbından sana indirileni tebliğ et; yapmazsan risaletini tebliğ etmiş olmazsın..» (5/67)
Ancak, kâfirler şöyle derdi:
— Muhammed, kendisine uygun gelen vahyi açıklıyor; kendisine aykırı düşeni de gizliyor..
Kesin karar şudur ki: Peygamberin hata üzere olması caiz değildir; aksi halde şeriatı bozulur..
Resulûllah S.A. efendimizin, üç halifeye tazim ve tevkir edip ağırlamadığını kabul edelim.. Ama, onlara tazim ve tevkir edip ağırlamaya aykırı bir şey de kendisinden zuhur etmemiştir. Allah-ü Taâlâ, ona salât ve selâm eylesin..
İşte, anlatılan manadan bilindi ki: Resulûllah'ın S.A. onlara tazim ve tevkir edip ağırlaması, hatadan masun, zevalden mahfuzdur.
*** Biz yine esas sözümüze dönelim. Onların itirazlarını, yani: Şüphelerini öncekinden daha açık ve daha belli bir şekilde açıklayalım.. Deriz ki:
— Dinî usule göre, ashabın tümüne tabi olmak vacibdir. Zira, dinî esaslarda, aralarında ihtilaf yoktur. Onların ihtilafları ancak, teferruattadır.. Bu manadandır ki, onlardan birine taan eden kimse, tümüne tabi olmaktan mahrumdur.
Ashabın sözleri, her nekadar aslında ittifaklı ise de, bu din büyüklerini inkârın şumluğu, onları ittifaktan ihtilafa çekmektedir.. Hatta, söyleyeni inkâr, söyieneni inkâra kadar götürmektedir.
***
Tekrar edelim..
Daha önce de anlatıldığı gibi, şeriatı tebliğ edenler ashabın tümüdür. Zira ashabın tümü adalet üzeredir. Onların her birinden, şeriatın bir şeyi bize ulaşmıştır.
Aynı şekilde, Kur'an âyetleri, onların her birinden bir âyet alınarak biraraya gelmiştir. Hatta bazan bir âyetten daha fazlası dahi alınmıştır.
Bu durumda, onlardan bir kısmını inkâr etmek, Kur'an-ı Kerim'i tebliğ edenleri inkâr etmektir.
Durum anlatıldığı gibi olunca, inkâr eden kimse Hakkında şeriatın tatbiki mümkün değildir. Böyle olunca, onun necat ve refahı nasıl olur?.
Bu manada şu âyet-i kerime Önemlidir:
— «Kitabın bazısına inanıyor, bazısına da küfür mü ediyorsunuz?» (2/85)
Bununla beraber biz şöyle deriz:
— Kur'an-ı Kerim'i Hazret-i Osman cem etti. Hatta Hazret-i Ebu Bekir cem etti ve hatta Hazret-i Ömer cem etti. Hazret-i Ali'nin derleyip topladığı bu Kur'an'dan başkadır.. (1)
Teemmül edip düşünmek gerekir.. Ki: Bu büyükleri inkâr etmek, hakikatta Kur'an-ı Kerim'i inkâra götürür. Böyle bir inkârdan Allah'a sığınırız.
Bir şahıs, Şia içtihatçılarından birine şöyle sordu:
— Kur'an-ı Kerim'i Hazret-i Osman cem etti. Bu durumda Kur'an üzerinde itikadın nedir?.
O içtihatçı cevab olarak şöyle dedi:
— Onu inkârda bir yarar görmüyorum. Zira onu inkâr etmek, tamamiyle dini yıkmak sayılır..
***
Şu bir gerçektir ki..
Aklı başında olan bir kimse, Resulûllah S.A. efendimizin ashabına; onun bu âlemden göçmesi üzerinden bir gün geçmeden batıl bir iş üzerinde birleşme yolu bulamaz.
şu da ikrar edilmiş bir durumdur ki:
Resulûllah S.A. efendimiz bu âlemden göçtüğü gün, ashabının mikdarı, OTUZ ÜÇ BİN (33.000) idi. Bunların hepsi de, isteyerek ihtiyarı ile Hazret-i Ebu Bekir'e biat etti. Mana böyle olunca, Resulûllah S.A. efendimizin cümle ashabının dalâlet üzere birleşmesi muhal işler cümlesindendir. Kaldı ki, Resulûllah SA. efendimiz şöyle buyurdu:
— «Ümmetini, dalâlet üzerinde birleşmez..»
İşin başında, Hazret-i Ali'nin biati ertelemesi; ancak kendisini danışma meclisine davet etmediklerindendir.. Bu manada, bizzat kendisi şöyle demiştir:
— Kızmamız, ancak, danışma meclisinden geri bırakılmamızdandır; yoksa, Ebu Bekir'in bizden hayırlı olduğunu biliyoruz...
Hazret-i Ali'yi r.a. danışma meclisine davet etmemeleri, bir yarara mebni olabilir.. Meselâ: Anlatılan isabetin sarsıntısından ötürü, hane halkının yanında bulunup kendilerini teselli etmesini temin gibi bir hal.. Veya buna benzer bir faydaya mebni..
Ashab-ı kiram arasında vuku bulan ihtilafa gelince., bunun kaynağı nefsanî arzular değildir. Zira onların nefisleri kötülük yaptırma durumundan temizlenip pâklanmıştır. Emmarelikten kurtulup mutmainne olmuştur. Onların arzuları böylece, şeriata tabi olmuştur. Hatta bu içtihadın binası, içtihad ve ilâ-i haktır.. Müçtehidlerden her biri için, doğru ise on; hatalı ise, Allah katında bir derece vardır.
Durum anlatıldığı gibi olunca; dili, onlara karşı ezalı cefalı söz etmekten korumak uygun düşer.. Bu manada İmam-ı Şafiî rh. şöyle dedi:
— O bir kandı ki, Allah ellerimizi ondan temizledi; biz de dillerimizi tutup temizleyelim..
Bir başka sözünde ise, şöyle dedi:
— Resulûllah S.A. efendimizin vefatından sonra; insanlar mustar durumda kaldı. Görünen sema altında, Hazret-i Ebu Bekir'den hayırlısını bulamadılar.. Bunun üzerine, başlarına onu tayin ettiler..
İşbu cümle; Hazret-i Ebu Bekir'e biatta, Hazret-i Ali'nin rızası olduğunu ve içi dışına uymaz biçimdeki davranışı, açıktan atar
Allah onlardan razı olsun..
Yazılması maksad olan bir bakiye kaldı.. Şöyle ki:
Şeyh Meyan Ebulhayr'ın oğlu Meyan Seyden kibarzadedir. Refakatınızda, Dekkân'a doğru yola çıkacaktır. Onun Hakkında iltifatınız ve yardımınız temenni edilir..
Aynı şekilde, Mehmed Arif dahi ilim talibi kibarzadedir. Babası âlim bir kimsedir.. Maaş işi için yardımı istemeye geldi. Onun için dahi, teveccüh temenni edilir..
Selâm ve ikramlar..
***
(1) Siyah yazılan ibare biraz muğlak gibi... Ama biz imkân nisbetinde bir yanlışlıga yer bırakmamak için ibareye sadık kaldık. Bu siyahlı kısım Müstakimzadenin tercümesinde alınmamış; onun yerine şöyle bir cümle var: — Hazret-i Emir (Ali) dahi, ol cem'e (toplamaya) kaildir. En doğrusunu Allah bilir.
***
RABBANÎ MEKTUB - 85
(Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)
MEVZUU : Yararlı emelleri işlemeye; bilhassa, namazları cemaatle kılmaya teşvik etmek.. Bu münasebetle bazı hususların beyant..
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mirza Fethullah Hakim'e yazmıştır.
Noksan sıfatlardan münezzeh Allah, sizleri razı olduğu işleri yapmaya muvaffak eylesin..
***
Bilmiş olasın ki,
İnsana, itikadlannı düzeltmek nasıl gerekli ise., bunun gibi, yararlı salih amelleri yapması da gereklidir..
İbadetlerin en toplusu, taatlann en yaklaştırıcısı: Namaz kılmaktır. Bu manada, Resulûllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
— «Namaz, dinin direğidir. Onu yerine getiren, dinini yerine getirmiş, onu bırakan dinini yıkmış olur..»
Bir kimse, namazını devamlı olarak kılmaya muvaffak olursa.. kötülüklerden ve uygunsuz işlerden kendisini korumuş olur.. Allah-ü Taâlâ, bu manada şöyle buyurdu:
— «Namaz, kötü ve uygunsuz işlerden alır..» (29/45)
İşbu âyet-i kerime, sözümüzü teyid etmektedir..
Bir namaz ki, anlatılan mesabede değildir. Yani: Sahibini kötülüklerden ve uygunsuz işlerden almaz; o namaz; Surettir, hakikati yoktur. Ancak, taa, hakikat hasıl oluncaya kadar namazı terk etmemek gereklidir. Zira, hepsi elde edilmezse de, hepsini terk etmek olmaz.. Hiç uzak görmemeli: Keremliler keremlisi Yüce Allah ona da değer verir; hakiki namaz yerine kabul eder.
***
Cemaatle namaz kılmaya devam etmeniz gereklidir. Hem de, huşu ve huzur ile.. Zira, böyle bir namaz necatın ve felah bulmanın sebebidir. Bu manada, Allah-ü Taâlâ, şöyle buyurdu:
— «Namazlarında huşu (korku ve huzur) üzere olanlar iflah oldu.» (23/1)
Anlatılan manaya göre, uygun düşer ki: Tehlikeden ve red korkusunun varlığı düşünülerek amel edile..
Görmez misin ki: Düşmanın saldırdığı vakit, az atışları, küçük hareketleri dolayısı ile; askerlerin kendilerine çok itibar edilir..
Bu ibadetlerle, gençlere itibar edilmesinin sebebi var. Çünkü onlar: Nefsani şehvetlerinin ağır basmasına rağmen, nefislerine ibadet yükünü vurur; salâh yolunu tercih ederler..
Ashab-ı Kehfin nailiyetini görelim. Allah katında bütün haşmete ve azamete kavuşmalarının sebebi: Din muhaliflerinin elinden bir defa hicret edip kaçmaları olmuştur. Bu manada bir hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:
— «Herc ü merc (fitne fesat) içinde ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.»
Bu durumda, menfi bir tutum; hakikatta ibadete teşvik mahiyetindedir.
***
Bundan daha başka ne yazayım ki?.
Fukara ile sohbet etmek, (Yani: Allah adamları ile..) oğlum Bahaeddin'e göre, rağbet edilir bir şey değil.. Hatta onun meyli ve cezbesi, servet sahibi zenginleredir. Bilmez ki: Onlarla sohbet etmek, öldürücü zehirdir. Yağlı ballı lezzetli yemekleri, batında zulmettir; kalbe karalık verir. El-hazer.. el-hazer.. onlardan çok çok sakınmak lâzımdır.. Bu hususta, Resulûllah S.A. efendimizin bir hadis-i şerifi şöyledir:
— «Bir kimse; zenginliği için birine tevazu gösterirse., dininin üçte ikisi gider.»
Yazıklar olsun, zenginlikleri için onlara tavazu gösterip önlerinde boyun bükenlere..
Bu yolda basan ihsan eden noksan sıfatlardan münezzeh Allah'tır..
***
RABBANÎ MEKTUB - 202
(Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)
MEVZUU : Bu Tarikat'a girdikten sonra, sebepsiz yere bundan çıkanların zemmidir.
***
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu. Mirza Fethullah Hakim'e yazmıştır.
***
Sübhan Allah bize ve size Tarikat-ı Müstakime-i Marziyye-i Mustafaviye'de sebat ihsan eylesin.. Onun sahibine salât, selâm ve tahiyyet..
***
Bilesin ki,
Bir gün söz, Meşayih-i Nakşibendiye'nin kıskançlıkları üzerine açıldı. Allah onların sırlarının kudsiyetini artırsın..
Bu esnada söz, şu demeğe getirildi:
— Şu cemaatın hali nasıl olacaktır ki; kendiliklerinden bu büyük zatların müridleri olma yoluna girmişler; kendilerini onların tabii kılmışlar, o büyükleri kabul etmişlerdir. Bundan sonra da, bu büyüklerden kesilmiş; hiç mucib bir sebeb ortada yokken de, onların sohbetlerini terk etmişlerdir. Zan ve tahimine dayalı bir yoldan, bir başkalarının eteklerine tutunmuşlardır.
Bu arada, sizin isminiz ve Kadı Senam'ın ismi anlatıldı.
Bu müzakere bir lemha uzadı mı yoksa, uzamadı mı bilemiyorum?. Bununla beraber, sözün sebebi ve akışı bu müzakere üzerine oldu..
Sonra..
Allah bir güç vermesin ki, Fakir'in muradı bir Müslüman'a ziyet ola; yahut ona karşı kalbinde kini buluna.. Bu cihetten hatır-ı şerifinizi hoş tutunuz.
***
Sizin de malumunuzdur ki, bizim tarikatımız Esma daveti yolu değildir. Bu tarikatın büyükleri, bu isimlerin müsemmasmda istihlâki tercih etmişlerdir. Onların teveccüh iptidası, sırf ehadiyettir. İsimden ve sıfattan yana, zat dışında bir şey taleb etmezler. Hiç şüphe edilmesin ki, anlatılan sebepten ötürü: Onların nihayetleri bidayetlerine dere edilmiştir.
Bir mısra:
Gör gülistanımı, kıyas eyle baharımı..
***
Üstte anlatılan müzakereyi naklettim; sebebi şu ki: Nakiller çok olur; elden ele dilden dile dolaşarak bir başka şekil alır. O şekle gelir ki, bu canipten bir başka tevehhümler meydana gelir. Şunun için, bu kelimeleri yazdım ki: O tevehhümler ortadan kalksın..
***
Bilesin ki.
Sizin sevginiz, bize bir şey artırmayacağı gibi; sevginizin olmayışı dahi bizden bir şey eksiltmez. Lâkin:
— Zarara rıza, müstaHakk-ı nazar değildir.
Darb-ı meseli dahi meşhurdur.
Şuna yakinin olsun ki: Bu Fakir, sizin zararınızı hiç istemedi; isteyemez de.. înşaallah bu böyle gider. Bu söylenen kelâm, dervişlerde bulunan kıskançlık yollu söylenmiştir. Bir münasebetle ve söz gelişi oldu. Bu, gönlünüze ağır gelmesin..
***
Bilesin ki.
Kendisini Hazret-i Ebu Bekir Sıddık'tan üstün gören bir şahsın hali, şu iki şeyden hali değildir:
a) Tam manası ile zındıktır..
b) Tam manası ile cahildir..
Bu Fakir, sana senelerce evvel bir mektup yazdı. O mektupta, fırka-i naciye olan ehl-i sünnet vel-cemaatı beyan etti. Asıl şaşılacak durumm şu ki: O mektubu mütalaa ettikten sonra, bu gibi kelimeleri tecviz ediyorsunuz.
Bir kimse, Hazret-i Ali'nin r.a. dahi, Hazret-i Ebu Bekir'den daha faziletli olacağını söylese; yine ehl-i sünnet vel-cemaat dairesinden çıkar. Kendisini Hazret-i Ebu Bekir'den üstün gören kimsenin hali şöyle dursun..
Bu evliya katında mukarrer durum şudur ki: Bir salik, kendisini Köpeklerden ve sineklerden üstün görecek olsa; o kimse, bu büyüklerin kemalâtlarından mahrum kalır.
Selef-i salihin zatlar, toplu olarak; Hazret-i Ebu Bekir'in, peygamberlerden sonra, insanların en faziletlisi olduğu üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Onlara salât ve selâm olsun..
Bu toplu kararı parçalamak isteyen kimsenin hamakatının şiddetine bir bak..
Bu Fakir, kitaplannda ( veya mektuplarında), risalelerinde hep yazdı: Hazret-i Hamza'nın r.a. katili Vahşî, Hayr'ül-beşer Resulûllah'ın S.A. tek sohbetine nail olduğu için; tabiinin en faziletlisi olan Veys'el-karanî'den daha faziletlidir.
Durumu anlatılan, akıldan uzak kimselerden gelen, bu gibi hayalî sözleri tahayyül et.
Uygun düşer ki: İnsanlara, anlatılan vehmi doğuran ibareler için (bize) müracaat edesin; bu şekilde de, hakiki muameleye muttali olasın..
Mücerret taklidde haset sahipleri için, ne gibi bir bağlantı kurulabilir?.
Bazı meşayihten, sekr hallerinde, uygun olmayan bazı cümleler sudur etmiştir. Meselâ, Bayezid-i Bistamî Hz. nin şu kavli gibi:
— Sancağım Muhammed'in sancağından yüksektir.
Ancak, bu ibareden girip vehmin daha faziletlilik davasına gitmesine cevaz yoktur. Böyle bir şey, zındıklık olur. Haşa ve kellâ ki: Fakir'in ibarelerinde böyle bir şey anlatıla..
Vesselam..
***
|