Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: RABBANÎ MEKTUB - 235
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 14:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
RABBANÎ MEKTUB - 235

Bu mektup, Molla Abdülğafûr es-Semerkandî, Hâcı bey Ferketi ve Hâce Eşref Kâbilî'ye yazılmışdır.

Mektup; bu yolun büyüklerini sevmenin, dünya ve âhiret saadetinin sermayesi olduğu ve bununla ilgili konular hakkındadır.

Dünyevi ve Uhrevi Saadetin Başı

235. RABBANÎ MEKTÛB

Allah-û Teâlâ’ya hamd, Habibine salât edip duaları da ilettikten sonra, hakiki dostlara ve gerçekten özleyenlere (Bizi görmeye can atan sevenlerimize) malum olsun ki, sevgi ve muhabbetinizin çokluğunu ve bir an önce kavuşmak istediğinizi haber veren kıymetli mektuplarınızın gelişi, bizleri çok sevindirdi. Allah-û Teâlâ, sizi bu muhabbet üzere sabit kılsın.

Size gereken şey; Bu muhabbet üzere istikamet ve devam üzere olmayı, Sübhan olan Allah-û Teâlâ’dan istemenizdir. Hem de Ehlûllah’a olan bu muhabbetin, dünyevi ve uhrevi saadetin başı olduğunu bilerek ve buna inanarak…

(Ehlûllah’ı sevmek çok önemlidir, zira) Şer’i hükümleri işlemeye muvaffak olmak bu muhabbetin neticesidir. Batıni cemiyeti tahsil etmek, (gönül birliğini kalp huzurunu temin edip, kalbin her an Allah-û Teâlâ ile olması) dahi bu muhabbetin bir meyvesi neticesi ve Dünyanın bütün karanlıkları, sıkıntıları ve zulmetleri insanın içine, gönlüne dökülse, eğer bu muhabbet (gönülde) bulunuyorsa, asla gamlanmamak ve hiç üzülmemek gerekir. Hatta bırak üzülmeyi, gönlünde Allah Dostlarının sevgisi var diye ümitvar olmak gerekir. (Ancak, bunun tam aksi) Dağlar misali nurlar ve manevi haller kalbe akıtılsa, ama bu (Allah Dostlarına olan) muhabbetten kıl kadar eksilmiş olsa, bunun perişanlıktan ve felâketten başka bir şey olmadığını bilmelidir. Ve bunu istidrac saymak gerekir. İstidrac; Allah’a isyanda çok ileri giden kâfir ve fâsıklarda görülen harikulâde ve olağanüstü haller sebebiyle isyanlarını daha da artırıp sonunda helâk olmalarıdır. Yunan filozofları, Hint fakirleri ve Uzakdoğu rahiplerinde görülen bazı kerametvâri haller de istidrac kabilindendir.

İmam-ı Rabbanî Hazretleri buyurmuştur ki: “Kişi Müslüman dahi olsa, Allah’ın emirlerinden ve Ehli Sünnet itikadından kıl kadar ayrılan kimselerde görülen bütün manevi haller ve zevkler de istidractır.

Bu muhabbet ipine sımsıkı sarılarak meşguliyetinize devam edin. Bu kıymetli ömrü faydasız, boş işlerle zâyi etmeyin!

***

KAYNAK: Mektubât-ı Rabbanî -I.Cild-; Çeviri: Talha Alp, Mustafa Alp ve Orhan Ençakar; Yasin Yayınevi - İSTANBUL

***

Alıntı:
235. RABBANÎ MEKTUB

Bu mektûb, molla Abdülgafûr-i Semerkandî, Hâci bey Firketi ve hâce Muhammed Eşref Kâbilîye yazılmışdır. Bu yolun büyüklerini sevmek, dünyâ ve âhıret se'âdetinin sermâyesi olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevgili Peygamberine ve Âline ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Bizi sevenler, iyi biliniz ki, arka arkaya gelen kıymetli mektûblarınız, sevginizin çokluğunu, bir ân önce kavuşmak istediğinizi bildirdiği için, bizleri çok sevindirdi. Allahü teâlâ, bu yolun büyüklerine olan muhabbetinizi artdırsın. Bu sevgiyi, dünyâ ve âhıret se'âdetinin sermâyesi biliniz! Bu sevginizin artması için, Allahü teâlâya düâ ediniz! Bu sevgi, insanın islâmiyyete uymasını kolaylaşdırır. Bâtının cem'ıyyeti ya'nî, kalbin her ân Allahü teâlâ ile olması, bu sevgi ile elde edilir. Eğer dünyânın bütün sıkıntılarını ve zulmetlerini, lekelerini kalbe doldursalar, bu sevgi bulunursa, hiç üzülmemelidir. Ümmîdli olmalıdır. Eğer kalbe dağlar gibi çok hâller ve nûrlar yağdırsalar, fekat bu sevgi kıl kadar azalsa, bunları harâblık, felâket bilmelidir ve istidrâc olduğunu anlamalıdır. Buna sıkı yapışıp sonra, işinize bakınız! Kıymetli ömrü lüzûmsuz şeylerle boş yere geçirmeyiniz!

Fârisî beyt tercemesi:

Sana söyliyeceğim hep budur:
Çocuksun, yol ise korkuludur!

Size ve doğru yolda gidenlere ve Muhammed aleyhisselâmın yolunda bulunanlara selâm olsun!

-HHIŞIK yay.-



***

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: RABBANÎ MEKTUB - 216
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 14:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
216. RABBANÎ MEKTUB

Kerâmet’in Çokluğu Velâyetin Yüksekliğine mi delâlet eder?



Bu mektup Mirza Hüsameddin Ahmed’e yazılmıştır.

Allah dostlarının bazısından kerâmetlerin çok, bazılarından ise az zuhur etmesinin hikmeti, Tekmil ve irşad makamının en mükemmel şeklini ve buna münâsip halleri beyan etmektedir.

Âlemlerin Rabbi Allâh-ü Teâlâ’ya hamd olsun. Salât ve Selâm, Peygamberlerin Efendisine ve Onun tertemiz âline olsun.

Şu zayıf (bitkin) hatıra şöyle geldi: Benimle dostlar arasına sûri uzaklık (Bedenen, şeklî uzaklık) girince ve yüz yüze görüşmek anka kuşu gibi olunca, (anka kuşu; ismi olan ama kendi olmayan bir kuştur. Yani görüşmek mümkün olmayınca) onlara zaman zaman bazı ilim ve mârifetleri yazmam münâsip oldu.

İşte buna binâen bazı zamanlarda bu kısımdan bir şeyler yazıyorum. Umarım ki, bu iş bıkkınlık verici olmaz.

Ey mahdum!
Aziz dostum.

Velâyet bizim aramızda bir bahis konusu olunca, avam halkın da nazarı kerâmetlerin zuhûruna yönelik olunca, bu konuyla ilgili birkaç kelime zikredeceğim. Bunların iyi dinlenip anlaşılması gerekir.

Bilesin ki;
Velilik, fenâ ve bekâdan ibarettir. Keşifler ve kerâmetler ise, ister az olsun ister çok olsun bunun levâzımındandır. Ancak kerâmeti çok olanın velâyeti daha tamam ve nasîbi daha çok demek değildir. (Yani kerâmeti çok olan velinin makâmı, kerâmeti az olandan daha büyük demek değildir) Aksine, çoğu zaman velâyeti tamam olanın (büyük velilerin) kerâmeti az oluyor.

Kerametlerin çokça zuhur etmesinin iki dayanağı, sebebi vardır.
1- Urûc (yükselme) vaktinde yukarıya yükselişin daha çok olmasıdır.
2- Nüzül (iniş) vaktinde aşağıya inişin az olmasıdır. Hatta kerâmetlerin çokça görülmesindeki en

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


En son arsiv tarafından 12.03.09, 10:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: RABBANÎ MEKTUB - 235
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 14:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1100
Alıntı:

110. RABBANÎ MEKTUB

Bu mektûb, şeyh Sadreddîne yazılmışdır. İnsanın, kulluk vazîfelerini yapmak ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için yaratıldığı bildirilmekdedir:

Hak teâlâ sizi, yüksek insanların istediği şeylerin sonuna kavuşdursun! İnsan, kulluk vazîfelerini yapmak için ve hep Hak teâlâ ile olmak için yaratıldı. Bunlara da, geçmişlerin ve geleceklerin efendisine ?aleyhi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" zâhiri ve bâtını tâm uydurmadıkca, kavuşulamaz. [Ya'nî harâmlardan ve mekrûhlardan sakınmadıkca kavuşulamaz.] Allahü teâlâ, bizim ve sizin sözlerimizi ve işlerimizi ve zâhirlerimizi ve bâtınlarımızı ve ibâdetlerimizi ve i'tikâdlarımızı, o yüce Peygambere ?sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem" uygun yapmakla şereflendirsin! Âmîn yâ Rabbel'âlemîn. Fârisî beyt tercemesi:

Allahdan başka herneye tapınsa, hepsi hiçdir.
Yazıklar olsun ol kimseye ki, bir hiç iledir.

Hak teâlâdan başka olarak özenilen herşey, ma'bûd olur. Hak teâlâdan başkasına ibâdet etmekden kurtulmak için, Ondan başka hiçbirşeye özenmemek, hiçbirşeyin arkasına düşmemek lâzımdır. Âhıreti, Cennet ni'metlerini istemek de, böyledir. Bunları istemek, her ne kadar sevâb ise de, mukarreblerce günâh sayılır. Âhıretdeki şeyleri istemek böyle olunca, dünyâ işlerine düşkün olmanın neye varacağını anlamalıdır. Çünki dünyâ, Hak teâlânın sevmediği şeylerdir [Harâmlar ve mekrûhlardır]. Dünyâdaki şeyleri yaratdığından beri onlara hiç kıymet vermemişdir. Allahü teâlânın sevmediği şeyleri sevmek, günâhların başıdır. Bunlara düşkün olanlar, arkalarında koşanlar merhametden uzak olur. Hadîs-i şerîfde, (Dünyâ mel'ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmıyanlar mel'ûndur) buyuruldu. Allahü teâlâ, hepimizi dünyânın ve dünyâda olanların şerrinden, zararlarından korusun. Sevgili Peygamberi ve geçmişlerin, geleceklerin efendisi Muhammed aleyhisselâmın hurmetine düâmızı kabûl buyursun! Vesselâm, vel-ikrâm.

-HHIŞIK-




insanın yaratılmasından maksat


***

Ey Oğul!

Tüm mevcûdatın hulâsası olan insanın yaratılmasından maksat; oyun ve eğlence değildir. Yemek, içmek ve uyumak da değildir. Onun yaratılışından maksat; kulluk vazifelerini yerine getirmek, zül, boyun bükme, acziyet, iftikâr ve Saltanatı yüce olan Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine devamlı iltica ve tazarrudur.

Şerîat-ı Muhammedîyye’nin söylediği ibadetleri edâ etmekten maksat; kulların menfaatleri ve maslahatlarıdır. Yoksa bunların hiç biri, Şânı yüce olan Cenâb-ı Kudsî Teâlâ hazretlerinin yararına değildir. O halde bu ibadetleri gayet memnuniyetle eda etmek; bu emirlere boyun eğip sarılmak ve yasaklardan uzaklaşmak konusunda da elden geldiğince çalışıp çabalamak gerekir.
Sübhan olan Allah-ü Teâlâ mutlak olarak hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, emirler ve nehiyler koymakla kullarına ikramda bulunmuştur. Öyleyse bu nimete tam manasıyla şükretmemiz, O’nun hükümlerine sarılma konusunda kemâli memnuniyetle çalışmamız gerekir.

Ey Oğul!
Bilmiş ol ki; zâhirî bir güce ve surette bir makam ve mevkiye sahip olan dünya ehlinden bir kimse, emrinde bulunanlardan birine, bir iş vererek iyilik yapsa; o iyilikten bu işin yapılmasını isteyen kişide fayda görür.

Bu işi yapan kişi ise; kendisine verilen bu işi çok yüce kabul ederek der ki: “Kadr-u kıymeti olan filan saygın şahıs bana bu işi yapmamı emretti. Öyleyse bana düşen memnuniyetle bu işi yerine getirmektir. Hangi belâ inerse insin, hangi musibet isabet ederse etsin…”
(Durum böyle olunca) Şanı Yüce olan Allah’ın büyüklüğü, bu âciz şahsın büyüklüğünden daha mı azdır ki, Hak Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek için gerektiği şekilde çaba harcanmıyor. Bu durumdan utanmak ve tavşan uykusundan uyanmak gerekir.

Saltanatı Yüce olan Allah-ü Teâlâ’nın emirlerine uymamanın iki sebebi olabilir:
1 – O kişi ya o Şeriatın getirdiği haberleri yalanlıyordur.
2 – Ya da Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emrini, dünya ehlinin emrinin büyüklüğünden daha düşük görüyordur. O takdirde, her iki işin de ne kadar çirkin olduğunu iyi düşünmek gerekir.

Ey Oğul!
Yalan söylediği defalarca tecrübe edilmiş olan bir şahıs; “düşmanlar bir kavmi tamamen işgal etmek için hücum hazırlığındalar” diye haber verse, o toplumdaki akıllı insanlar, bunu söyleyen kişinin “yalancı” olduğunu bildikleri halde yurtlarını muhafaza etmeye ve bu belayı def etmeye çaba sarfederler. Çünkü kendisinde tehlike olan şeyden korunmak lazımdır.
Muhbir-i Sâdık olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) âhiret azabını açık bir şekilde haber vermiştir. Bununla beraber insanlar bundan hiç etkilenmediler. Eğer etkilenmiş olsalardı elbette rahatsız olurlar ve âhiret azabından korunmanın yollarını ararlardı.
Hem de Muhbir-i Sadık olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in açıklamalarıyla, bu azaptan kurtulmanın ilacını biliyorlar.

Muhbir-i Sâdık (hep doğruyu haber veren) Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in getirmiş olduğu habere, bir yalancının getirdiği haber kadar değer vermeyen bir îmân, ne kötü bir îmândır.
İslam’ın sureti, insanın kurtuluşunda hiçbir fayda sağlamaz. Bilakis kurtuluşun hasıl olması için “yakîn”i tahsil etmek lazımdır. Ama yakîn nerede? Bırakın yakîni, zan, hatta vehim bile yok. Çünkü akıllı kimseler, kendisinde tehlike ve korku ihtimali söz konusu olan durumlarda vehme de itibar edip tedbir alırlar.

Yine bu konuda, Allah-ü Teâlâ Kitab-ı Mecid’inde şöyle buyurur: “Allâh yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hucurât, 18)

Buna rağmen insanlar bu çirkin işleri yapıyorlar. Halbuki onlar, yapmış olduğu şeylerden hakir bir kimsenin haberdar olduğunu hissetseler, o çirkin işi asla yapmazlardı.
Hali bu anlatıldığı gibi olanların durumu, şu iki şeyden hâlî değildir :
1 – Ya, Sübhan olan Hak’kın haberini yalanlıyorlar.
2 – Ya da yaptıkları işlere Allah-ü Teâlâ’nın muttali olduğuna itibar etmiyorlar.

Öyleyse bu durum îmândan mıdır, yoksa küfürden mi? Hali böyle olan birinin, imanını yenilemesi gerekir. Nitekim bu manada Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki: “İmanınızı ‘La ilâhe illallah’ sözüyle yenileyiniz”

Ayrıca bu kimse; Sübhan olan Allah’ın razı olmadığı işlerden Nasuh tövbesiyle dönmesi, yasak edilen haram işlerden kaçınması, beş vakit namazı da cemaatle eda etmesi gerekir. Eğer mümkün olursa gece kalkıp teheccüd namazı kılmalıdır. Teheccüd namazı kılmak ne büyük bir saadettir.
Malların zekatını vermek de İslam’ın rükünlerindendir ve mutlaka eda edilmelidir. Zekatı vermenin en kolay yolu; her sene zekat niyetiyle, fakirlerin hakkı olan malı bir kenara ayırarak muhafaza etmeli ve sene boyunca zekatın verileceği yerlere vermelidir. Bu takdirde, zekât verirken her defasında niyet etmek gerekmez. İlk başta zekat niyetiyle malı ayırırken ettiği niyet kifayet eder.
Şu mâlumdur ki; kişi sene boyunca fakirlere ve zekat almaya müstehak olanlara verdiği malın miktarı ne kadar olursa olsun, eğer zekat vermek niyetiyle olmazsa, bu verilenler zekattan sayılmaz. Ama yukarıda belirtilen şekilde olursa, zekat borcu zimmetten düşmüş olur; hiçbir sıkıntıya girmeden de yerlerine verilmiş olur.

Eğer sene boyunca ayrılan zekat miktarının hepsi fakirlere sarf edilememiş ve bir miktar zekat malı kalmışsa, aynı şekilde onu da diğer mallardan ayrı şekilde saklamalıdır. Her sene bu şekilde uygulama yapmalıdır. Fakirlere verilecek olan mallar ayrılıp bir kenara konulmuş olursa, bu gün vermek mümkün olmasa da, yarın verilmesi için başarı hasıl olur.

Ey Oğul!
Nefis bizatihi çok cimridir ve Allah Teâlâ’nın hükümlerini yerine getirmekten daima kaçar. Dolayısıyla söz rifkatle ve yumuşaklıkla sâdır oluyor. Yoksa mallar, mülkler hepsi Allah’ın hakkıdır. Malı bekletmede, vermeyi ertelemede kulun ne mecali olabilir. Bilakis kulun zekatını tam bir memnuniyetle edâ etmesi gerekir.
Aynı şekilde nefsin arzularına uyup ibadetleri eda etmekte gevşek davranmamak gerekir.
Kul haklarını ödemek için âzamî gayret gösterip çaba sarf etmelidir, tâ ki zimmetinde herhangi birinin hakkı kalmasın. Çünkü burada, yani dünyada kul hakkını ödemek kolaydır. Şöyle ki yumuşaklıkla ve tatlı sözlerle helallik alıp o haktan kurtulmak mümkün olabilir. Ama bu hak ahirete kalırsa, iş güçleşir, çare bulmak kabil olmaz.

Şer’î hükümleri açıklama işini ve fetvâlar, ahiret ulemasından sormak gerekir. Çünkü onların sözü tesirli olur ve onların nefeslerinin bereketiyle, o hükümlerle amel etmede muvaffakiyet hasıl olması umulur.
İlmi, dünyalık makam mevki edinmeye vesile olarak kullanan “dünya âlimlerinden” kaçınmak gerekir. Ancak takva ehli âlimler bulunmadığında, onlara zarûreten ve zarûretin gerektirdiği kadar müracaat edilebilir.

Ey Oğul!
Dünya ehli ile bizim ne işimiz olabilir ve aramızda ne tür bir ilişki olabilir ki onların iyiliğinden ya da kötülüğünden sözedelim.
Bu konudaki şer’î nasihatler en tamam ve en mükemmel şekilde vârid olmuştur. “..Tam ve kâmil huccet, Allâh’ındır” (Enam, 149) Bilmiş olasın ki; bu nasihatlerin ve meselelerin çoğu o gence ulaştı ve kulağına gitti. Fakat maksad amel etmektir, sadece ilim değildir. Bir hasta, hastalığının ilacını bilmesi ona fayda vermez, o ilacı kullanmadıkça şifa hasıl olmaz.
Bütün bu teyitler ve ısrarlar “amelin” öneminden dolayıdır. Çünkü amelden soyulmuş olan ilim, kıyamet günü sahibinin aleyhine delil olacaktır. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur. “Kıyâmet günü, insanların en şiddetli azaba uğrayacak olanı, Allahın kendisine ilminden fayda vermediği kimsedir.” Bu genç bilmeli ki daha önceki intisâbı; cem’iyyet ehli ile olan sohbetinin azlığı sebebiyle semere vermemiş olsa bile, kendisinde bu yolda ilerlemeye elverişli güzel bir istidat cevherinin bulunduğunu haber veriyor. Bu intisâbının bereketiyle, Allah Subhânehû’nun onu razı olduğu şeylere muvaffak edip, ehl-i necâttan (kurtulanlardan) kılmasını umarız.

Her hâlükârda bu tâifenin muhabbet ilmeğinden sıyrılmamak ve bu topluluğa sığınmayı ve yalvarmayı şiar edinmek gerekir. Ve bu tâifenin muhabbeti sebebiyle Hak Subhânehû’nun muhabbetiyle şerefyab olmayı ve neticede; Mevla’nın onu kendisine tamamen cezbetmesini ve onu bütün kirlerden ve çirkinliklerden kurtarmasını beklemek gerekir.

(şiir)
Aşk öyle bir ateştir ki;
Bakî olan sevgiliden başka her şeyi yakıp kül eder”

KAYNAK: Mektubât-ı Rabbanî -I.Cild-; Çeviri: Talha Alp, Mustafa Alp ve Orhan Ençakar; Yasin Yayınevi - İSTANBUL

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye